28 Mart 2016 Pazartesi

Selmân-ı Fârisî(r.a),yerden bir odun parçası aldı.Bana: “Ey Cerîr! Şayet cennette böyle bir çöp parçası aramaya kalksan bulamazsın” dedi.

Selmân-ı Fârisî(r.a),yerden bir odun parçası aldı.Bana:
“Ey Cerîr! Şayet cennette böyle bir çöp parçası aramaya kalksan bulamazsın” dedi. Ben:
“Peki, hurma ağaçları, meyve ağaçları ve öbür ağaçlar nerede? (onların çöpü yok mu?)” diye sordum, şöyle dedi: 
“Onların kökleri altın ve inci, dalları ise meyvelerle doludur.”

506. Can çocuğu okulun da, hocaların da hocası oldu.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c. 11, 1065)
* Sevgilim, dudaklarınla lütuflarda bulundun. Bu lütufların sonsuza kadar levam etmesini dilerim. Sevgili zaten
baştanbaşa lütufdan ibaret; Allah'ım sen onu sonsuza kadar yaşat!
• Ayın karanlık gecelere çok hakkı geçmiştir. Ey gündüzün gecenin Rabbi! sen onu daim kıl!-
"Hz.Mevlana'nın rubaîlerinin birisinde şöyle bir mısra var:
"Gecenin karanlığına katlandığı, ondan ürküp kaçmadığı için, Allah aya nurlar bağışladı."
* Hakîkat yolunda ilerleyen ruh, bir çok güzel menzillere, konaklara ulaştı. Alahım sen onu bu hoş yolculuktan
ayırma!
• Can çocuğu, okulun da hocaların da hocası oldu. Allahım sen bu çocuğu o okuldan ayırma! 
• Din ordusunun yolunu Şems-i Tebrîzî aydınlatmadadır. Allah'ım onun yolunu aydınlattığı din ordusunu sonsuza kadar
yürüt!

507. Bilmiyorum ki ben benden, kendimden kurtulup nerelere gideyim?
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 1074)
• Sevgili bir şeye kızdı da acı sözler söylemeye başladı. Bilmiyorum ki nereye kaçayım? Yokluk aleminden "Haydi
kalkın" diye feryadlar gelmeye başladı. Ben nerelere gideyim?
• Kapıda yüz binlerce şule, alev, yüzbinlerce meşale var. Kapıdaki kimdir, kapıyı kim çalıyor? Kapıyı çalan benim,
başkası değil. Ben kendi kapımı calıyorum ama ben nerelere gideyim? Ben beni arıyorum.
• İçeriden "Kapıdaki kimdir?" diyen de benim, kapıdan gidip halkayı çalan da ben! Bilmiyorum ki ben, benden kurtulup
nerelere gideyim?
"Mesnevi'nin V. cildinin 668-670 numaralı beyitleri aynı konuyu beyan buyurmaktadır:
'Yaşadıkça, kanım damarlarımda dolaştıkça, kendimden kaçıyorum. Çünkü insanın kendinden kaçması kolay değildir.
Başkasından kaçan, ondan kurtulunca rahatlar, bir yerde karar eder. Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da
ben! Şu halde kıyamete kadar kaçmam gerek. Çünkü kaçarken kendimi de beraber götürüyorum, kendimden nasıl
kurtulabilirim ki?"
• Kim beni iki gördü ise, ikiye ayrılmış sandı ise kahrından çatladı, ikiye bölündü. Eğer ben iki değil bir isem, ben hem
suyum hem de yağ, ben, birbiri ile anlaşamayan, barışamayan, bir bedende yaşayan iki kişiyim.
• Ben nasıl bir olabilirim ki? Saçlarım binlerce karanlıklar diyarı. Fakat nasıl iki olabilirim ki? Karanlık gecelerde
parlayıp duran ay gibi meydandayım. Ben kendimi bırakarak nerelere gidebilirim?
• Sen beni bir kumaş hırsızı gibi ne zamana kadar evin etrafında arayıp duracaksın? Halbuki hırsız evin dışında değil
içinde, ve pencereden başını çıkarmada. Ben nerelere kaçayım bilmem ki?
• Bu kafesin her deliğinden başımı çıkarmadayım. Buluşma yurduna doğru kanat açıp uçmadayım. Ben nerelere
gideyim?
• Bedenim bu kafesin içinde sevdalara düştü, yandı, yakıldı, fakat başım her an bu kafesten dışarılarda bulunuyor. Ben
nerelere kaçayım bilmem ki?

508. Aslında söylediğimiz sözler bizim değildir. Bizim ötemizde bulunan,
bize o sözleri söyletiyor.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 1077)

* Her gece kendi kendimi kucaklayınca, kendimde sevgilimin kokusunu bulurum.
* Dün aşk bahçesine gitmiştim. Aklıma onu görmek hevesi düştü. Ona karşı duyduğum aşırı özlem, sevgi gönlümden
taştı, gözlerimden coştu da gözyaşı ırmağı halinde akmaya başladı.
* Gözyaşları halinde akan sevgi ırmağının kıyısında her gülen gül, varlık, benlik dikeninden kurtulmuş, solmaktan
eman bulmuştu. Dalından kesecek kılıçtan kendini kurtarmıştı.
* Çayırlıkta bulunan her ağaç, her ot oynamaktaydı, fakat benlik sevdasına kapılmış değersiz kişilerin gözleri onları
görmüyordu.
* Ansızın o selvi boylu güzelimiz bir taraftan çıkageldi. Onun güzelliği karşısında bahçe kendinden geçti. Heyecana
kapılan çınar el çırpmaya başladı.
• Yüz ateş gibi, şarap ateş gibi, aşk ateş gibi, bunların üçü de hoş. Can bu ateşler yüzünden alt üst olmuş, perişan
olmuş, feryadlar içinde; "Nerelere kaçayım?" deyip duruyordu.
"Şeyh Galip hazretlerinin şu beyti Mevlana'nın beytine ne kadar benziyor:
"Bana duzahdan ey meh dem vurur gülzarlar sensiz
Dıraht ateş, nihal ateş, gül ateş berk ü bar ateş!"
• Allah'ın (vahdet=) birlik dünyasında bu çeşit çeşit varlıklarda sayıya yer oktur. Sayı beş duygu ile dört unsur
arasında anlatılması zor olan bu konuları anlatmak için meydana gelmiş bir şey!
* Yüz binlerce tatlı elmaları teker teker saymayı düşünebilirsiniz. Onların hepsinin bir olmasını istiyorsan, onların
hepsini sık, suyunu çıkar!
* Görmüyor musun? Yüzbinlerce üzüm tanesi, birer yuvarlak kabuk perdesinin içinde gizlenmişlerdir. Onlar ezilerek
kabuk perdeleri yırtıldığı zaman padişahın şarabı olurlar. 
* Harfleri saymaksızın gönülde beliren sözlere dikkat et! Bu sözler nereden meydana geliyor? Sözlerin rengi yoktur,
fakat bu kainatta her şeyi güzel, hoş bir şekilde yaratan, her şeyi akıl almaz bir halde tertip edenden bir şekle bürünüp
gelir. Aslında o sözler bizim değildir. Bizim ötemizde bulunan birisi o sözleri bize söyletiyor.
•(Ey ay yüzlü sevgili! Sen olmayınca gül bahçesi bana cehennem gibi gelir. Ağaç ateş, fidan ateş, gül ateş, meyveler
ve yapraklar bana hep ateş gibi görünür.)
• Güzel, tatlı sözler onun cemalinin; hoş olmayanlar da onun celalinin bir tecellîsidir.
• Tebrizli Şems, bir padişah gibi gönül tahtına oturmuş, benim şiirlerimde kullar, köle misali onun huzurunda saf
bağlamışlardır.

509. Ben senin yanında hoş bir haldeyim, evimi yık gitsin!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. 11, 1091)
• Sen beni bir dost, bir ahbab olarak sayma da, hiç olmazsa uzak yerlerden gelmiş, kimsesiz, garip bir misafir olarak
kabul buyur! Beni bir emîr, bir başbuğ olarak görme de, senin kapında hizmetçi olan birisi say!
• Susuzluk hastalığına tutulmuş gibi senin aşkına susamış olan ben zavallıyı, sen susamış bir hasta yerine koyma da,
ayırdetmeden herkese sunduğun rah-metinin, merhametinin şifa ilacından bana da sun!
• Sen beni güzel yüzüne aşık olmuş, onun nurunun özlemini çeken biri sanma da, her taşın güneşten bir nasibi, bir
payı olduğu ışığını bana da düşür!
• Sen beni suçlarının bağışlanması için tövbe etmiş biri sanma, ama sen affedıcisin, senin lütfun, ihsanın suçluların
suçlarını yakmaz mı?
• Mademki senin yardımın olmadıkça ikiyüz kanatla da olsa uçulamıyor. Sen beni böyle bir tuzağa düşmüş sanma!
• Sen uyuyanları rüya alemine götürmedin mi? Onlara gizli bir temaşa, gizli bir seyir seyran bağışlamadın mı? Ne olur
senin sevdana kapıldığı için uyuyamayan ben zavallıyı, uyanık değil de uyur say! Beni de gizli aleme götür, hiç olmazsa
hayalinle beni sevindir!
• Mecnun senin yüzünden aklını kaybedip bağ, bahçe bulmadı mı? Delilikten hoşlanıp; "Sakın akıl aramayın, akıl
yoluna düşmeyin!" demedi mi?
• Mademki senin mest gözlerin herkesin aklını alıyor, gönlünü harap ediyor. Sen benim mecnun gibi aklımı alıp, beni
mutlu etmen için, ne olur ay gibi nurlu olan yüzünü, nar gibi olan yanağını benden gizleme!
• Coşup köpüren, dalgalanan, uçsuz bucaksız bir denize benzeyen aşkı, şekilsiz sayma! Şu resimler, şu şekiller zaten
hep aşkın resimleri, aşkın şekilleridir!
• Sen beni şu dönüp duran gök kubbesine eş sanma, onunla beni bir tutma! Ben balçıktan yaratılmış öyle bir toprak
harmanıyım ki ay bile bana hayran olmuş da etrafımda dönüp duruyor.
• Senin yanında ben hoş bir haldeyim, evimi yık gitsin! Ben Tatar ülkesinin miski ile değil, senin kokunla mest
olmuşum.
• Putçuya söyle artık put yontmasın! Benim gönlüm puthane oldu. Başım da şaraphane, şarap yapılan yer oldu,
meyhaneye gitme.

510. Bir çok defalar düştün, seni elinden tutup ben kaldırdım.
Bir defa daha düşebilirsin. Bunu hatırla!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. II, 1040)
• Sevgilim yeni baştan cefaya başladın, dediğini yapmadın, sözünde durmadın; bunu hatırla!
• Karanlık gecelerde beni yapayalnız, uyanık bıraktın da gittin. Yatağında hiç bir şey olmamış gibi rahatça uyudun;
bunu hatırla!
• Düşrnanın kulağına bir şeyler söylüyordun da beni görünce gizledin; bunu hatırla!
• "Düşmana karşı diken olacağım." dememiş miydin? Gittin ona karşı gül oldun, açıldın, saçıldın.
• Eteğine sıkıca sarıldım, yalvardım, yakardım. Sen eteğini sertçe çektin, beni bırakıp gittin; bunu hatırla!
• Sana yumuşaklıkla sitemler ediyordum. Sen ise bana ağır sözler söylüyordun; bunu hatırla!
• Bir çok defalar düştün. Seni elinden tutup ben kaldırırdım. Bundan sonra dikkatli ol, bir defa daha düşebilirsin.
511. Beni sakın defnettiğiniz mezarda aramayınız. Ben orada değilim!
Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. II, 1054) 
• Ey sevgili, ey her işte eşsiz olan güzel! Sen çok kumazsın, fakat seni seven de kurnaz!
• Ecel günü gelip de ben ölünce sakın defnettiğiniz mezarda beni aramayınız, ben orada degilim
"Mevlana'nın bu beyti, bir İsveç şairinin şu beytini hatırlattı:
 Kimsenin görmediği bir güneş vardır.
 Hiç ölüsü olmayan bir mezar vardır!
 Hiç batmayan bir güneş vardır!"
 1945 Sonrası İsveç Şiiri, Haz. L. Özkök, Peker Yay.
Hz.Mevlana'nın bir başka beyti de şöyle:
"Öldükten sonra bizim mezarımızı yeryüzünde aramayınız, arif kişilerin gönlü bizim mezarımızdır."
• Benim dirilmemi istiyorsan, bu işi vuslat rüzgarına bırak, ona ısmarla!
• Sensiz yaşamanın tadı, zevki, neşesi yoktur. Sen neredeysen biz de oradayız.
• Sensiz bir damarımın bile aklı başında ise, can damarım kopsun.
• Gül bahçesine benzeyen yüzünün güzelliği beni mest etti. Elimi dikenlere attım, ayağımı dikenlere bastım.
• Ey güzel varlık! Sensiz yaşayış bana haramdır. Sensiz baht uyanmaz.
• Zaten baht sensin, hayat da sensin. Geriye kalan addır, laftan, azardan, incinmeden başka bir şey değildir.
• Ey beni gönlünden çıkaran, beni unutan sevgili! Ne olur beni düşün, beni hatırla!

512. 0 benim canım, ben de o canın bedeniyim.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. II, 1016)
• Gerçekten de biz sizin gönül gözlerinizi açtık. Siz şimdi gizli şeyleri görmeye bakın! Gerçekten biz şimdi sizinı
aranızda bulunmadayız. Yardıma gelenden müjdeyi bekleyin.
• Ey seher vakti esen, ötelerden gelen! Ey hoş haberler getiren rüzgar! Müjdeyi ver de gönlümü al! Ey müjdeci!
Elimde bir canım kaldı, o da sana feda olsun, onu da al!
* Senden manevî bir bakışa nail olunca, bizi öldürmek için çekilen kılıçlar bize kalkan olur, zırh olur. Yıkık yerler gül
bahçesine döner. Dünyanın gözü aydın olur.
• Ey ısıracak dişleri kalmayan kahır! Ey kötürüm olduğu için yanımıza gelemeven gam! Ey yüzlerce defa güldükçe
gülen lütuf! Canlar zafere kavuştuğu için can da gülmede, cihan da!
• Zevkim, sefam göçüp gittiyse de, aklım uykusuzluktan dağıldıysa da Cenab-ı Hakk'a yemin ederim ki yine de ruhum
ondan vazgeçmedi. Allah'a yemin ederim ki yine de canım onun lütfunu inkar etmedi.
• Sanki ben onun bulutuyum, o da benim ay'ım! Sanki o benim gündüzüm oldu da, ben de ona geceyim. 0 benim
canım, ben de o canın bedeniyim. Velhasıl; o güzelliğe, o parlaklığa ben hayranım. Daima; "Hayranın olayım senin!" diye
yalvarıp duruyorum.
• İşiteni, duyanı olmayan, kabul edilmeyen duadan; şefaatçisi bulunmayan günahtan; ilacı, hekimi ele geçmeyen
dertten, o gümüş rengi bedenli sevgili olmadığı için yüzün sararıp solmasına ah olsun, yazıklar olsun.

513. İnsan öyle mest olmalı ki, hiç bir şeyden haberi olmamalı.
Mef'ulü, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. II, 1051)
• Karanlık bastı, gece oldu, oldu ama bu gece benim için değil, yabancılar içindır. Çünkü sevgilimin yüzünün nuru ile
benim gecelerim gündüz olarak geçmektedir.
• Butün dünyayı dikenler kaplasa, bütün dünya bahçeleri çiçekler yerine dikenlerle dolsa, fakat sevgilimin sayesinde
biz dikenler arasına değil, gül bahçelerine dalmış oluruz.
• Dünya zelzelelerle harap olsa, yahut da baştan başa mamur ve abadan olsa, bunların hiç birisi bizi ilgilendirmez.
Çünkü biz kendimiz sevgilinin aşkı ile rnest olmuş, harap olmuş, yerlere serilmişiz. Onun hiç bir şeyden haberi yoktur.
*Çünkü insanın bir şeyden haberi olması, onun büsbütün melül olmasına, bıkmasına, usanmasına sebep olur. Ama
haberlerin aslı şu ki, insan ilahî aşkla öyle mest olmalı ki, hiç bir şeyden haberi olmamalıdır-
"Mevlana bir Dîvan-ı Kebîr beytinde:
"Ben onu bunu bilmem. Ben aşk kadehi ile mestim." diyor.

514. Ey bütün aleme güneş olan güzel! Merhaba! 
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c. II, 1066)
*Merhaba ey ölümsüz can, ey muradına ermiş padişah! Ey her tali'i ölmüş kişilere ruh bağışlayan! Ey bütün dünyaya
güneş olan güzel!
*Bu dünya da öteki dünya da, her ikisi de senin emrinin kulu, kölesi olmuşlar sana boyun eğmişlerdir. Eğer
istemiyorsan onları birbirine vur, ikisi de dağılsın gitsin! îstiyorsan onları koru, mamur et!
*Varlık alemine yokluk güneşinin nurunu düşür de, herkesi cennet nimetlerini istemez ve cehennem ateşinden
korkmaz bir hale getir!
*Yoksulluk ile övünenleri, can korkusundan kurtar! Şu dünyada görünen bütün fanî güzellikleri, resimleri, nakışlan,
onları yapanın uğruna feda et!
*Allah'ım lütuflarındaki, ihsanlarındaki bu sırları herkes anlamaz. Onları ancak yoklukta mahvolan, varlıktan
tamamıyla kurtulan kişiler anlar.
*Kaderin o kıvılcımlı belalar ateşinde, gönlün kırmızı altın gibi güldüğünü ren kişi çekinmeden, tiksinmeden canını feda
eder.
*Sen kendin, asıl altın ve inci madenindensin. Artık dünyada kimyalara başvurarak bakırları altın haline getirerek
zengin olmaya uğraşmak senin için ayıptır.

515. Bir aşk ovası seyretmiştik; onu hatırla!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. II, 1063)
• İstemediğimiz halde ayrılık atına eyer vurdun. Bir tatlı ömür gibi gitmek istiyorsun, ama bizi unutma, bizi hatırla!
• Yeryüzünde de, gökyüzünde de sana çok çok temiz dostlar, iyi dostlar bulunur, fakat eski dostla ettiğin ahdi, yemini
unutma, hatırla!
• Sana karşı kusurlar etmiştim. Belki bu yüzden bana darıldın, kin gütmeye başladın! Fakat ey kin gütmeyen dost;
beraber geçirdiğimiz geceleri unutma!
• Sen her gece yollarda ay değirmisini başına yastık edince, dizimizi yastık ettiğin geceleri unutma, hatırla!
• Senin sevdana kapılmıştım. Ferhat gibi ayrılık dağını delmeye uğraşmıştım. Ey yüzlerce Hüsrev, yüzlerce Şirin gibi
nice güzeli kendine kul, köle eden güzel; beni hatırla!
• Bir deniz halini alan gözlerimin kıyısında, safran dalları ile, ağustos gülleri ile dopdolu bir aşk ovası seyretmiştik; onu
hatırla!
• Ateşli dileklerim göklere yükselmede. Cebrail (a.s.) arşa çıkmış, arştan; "Amin, amin!" demede, bunu hatırla!
• Ey Tebrizli Şems! Senin yüzünü gördüğümden beri benim dinim aşktır. Benim dinim senin yüzünle avunur. Bunları
unutma, hatırla!

516. Bu dünyada gördüğümüz bağlardan,
bahçelerden başka bağlar, bahçeler de vardır!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c. III, 1094)
*Sakî şarap kadehini bir kere daha doldur! Dünyada da ahirette de senin gibi sadık bir dost yoktur.
*Sen meclisimize geldin, yüzünü gösterdin de, aklı da fikri de aldın. Artık can Mansuruna her taraf bir başka darağacı
oldu.
*Can senin yüzünden deli divane oldu. Gönül de deniz halini aldı. Artık gönül nasıl olur da başka bir sevgiliye döner
bakar?
*Aşıklar meyhanesinde can, sakîlik etmektedir. Bu yüzdendir ki, aşıklar gibi mest olmuş, kendinden geçmiş kişiler
bulunmaz.
*Aşk yolunda yürür, yol alırsan bilirsin, anlarsın ki, bu dünyada gördüğümüz bu bağlardan, bu gül bahçelerinden
başka bağlar, başka gül bahçeleri de vardır.
*Gönül ansızın beni aldı, o tanınmış aşk otağına götürdü. Ben, aşk otağındaki sultanın yüzünü görünce kendimden
geçtim. Gonül de bir başka şekilde kendinden geçti.
*Dünyayı güzel eserlerle süsleyen eşsiz sanatkarın aşkı ile geçmeyen ömrü sen ömür sayma, o kaybolup gitmiştir.
Hakk yolunda hakîkate varmak sözle olmaz, inandığını yaşamakla olur.
"Hz.Mevlana bir beytinde aynı görüşü beyan buyurur: 
"Aşksız geçen ömrü sen ömür sayma, onu hiç hesaba katma! Aşk ab-ı hayattır. Onu canla ve gönülle kabul et!"
(Dîvan-ı Kebîr, c. III, nr. 1129)
• Hak yolunda yürüyen aşık ilahî sevgiyi gönlünde hissedince onun için baht da budur, devlet de budur, zevk de
budur, yaşayış da budur. Onun için bu aşktan, bu sevdadan başka bir alış veriş, başka bir kar yoktur.
• Deniz aşk yüzünden coşar köpürür. Kuş bu yüzden öter. Onların hepsinin de dileği bu aşk tuzağına her an yeni bir
avın düşmesidir.
• Allah dünyayı gizli bir hazine gibi meydana çıkarınca, sevdalarla dolu olan her baş, boş durmadı. Onu bulmak için
dünyada bir başka şeyi meydana getirdi.
• Şu dünyada nerede olursa olsun, bir güzel varsa, o gece gündüz kararsızdır. Kendi güzelliğine bir alıcı arar durur.
• Nerede bir ay yüzlü, nerede bir misk kokulu varsa, kendine ağlayıp inleyen bir aşığı müşteri gibi beklemektedir.
• Şu anda şu nefeste ben, onun mestiyim. Başka bir gün şu ter ü taze perdeden sırlarla dolu başka gazeller söylerim.

517. Aşk; kıyısı, dibi olmayan büyük bir denizdir.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. III, 1096)
• Eğer onun aşk sırrından haberin varsa, canını ver de sevgiliye öyle bak!
• Aşk kıyısı, dibi bulunmayan büyük bir denizdir. 0 denizin suyu baştan başa ateştir, dalgası da incidir.
• Onun incileri sırlardır. 0 sırların her biri de Hakk yolunda yürüyen yolcuyu manalar alemine götüren bir kılavuzdur.
• Dün gece mest olarak uyumuştum. Gece yarısı o ay yüzlü sevgili yanıma geldi.
• Ay ışığında sapsarı yüzümü gördü de acıdı ve sapsarı yüzümü gözyaşları ile ıslattı.
• Merhameti da bana vuslat şerbeti sundu. Bedenimde bulunan kılların her biri ayrı ayrı can buldu.

518. Hakk yolunda yürüyenlere, bu sebeplerden başka sebepler hazırlandı.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c. III, 1104)
*Aşıklıkta bir başka kapı açıldı. Şimdi Yüsuf(a.s)'ın güzelliğinde bir başka parlaklık, bir başka güzellik var.
*Aşk yolunda gözü kapalı olmayan uyanık olanlara müjdeler olsun! Ben dün gece bambaşka bir rüya gördüm.
*Hakk yolunda yürüyenlere, şu sebeplerden başka sebepler hazırlandı.
*Bulutlardan şarap yağmasa bile, yaşayış başka bir ab-ı hayat elde etti.
*Dostlar huylarını değiştirdiler, asabî, serkeş oldular da, Allah bize uysal başka dostlar ihsan etti.
*Aşıklara başka münbit bir ova, bir başka su dolabı verildi de, onlar aşk yeşilliklerini yeniden yeşerttiler.
*Eğer aşk senin adını kötüye çıkarırsa gam yeme, aşkın başka adları, başka sanları da var!
*Süfî; söz, harf bilmezse bilmesin! Aşk derdinî anlatan başka bir bab, başka bir bölüm var!

519. Dünya onun yüzünden alt üst olmuştur.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
(c.III, 1110)
• Sevgilinin dudaklarından şekerin haberi var mı? Yüzünün nurundan günesin, ayın haberi var mı?
• Onun nefsine karşı gül bahçelerinde esip duran ilkbahar rüzgarı ne söz edebilir?
• Dünya onun yüzünden alt üst olmuş, ayrılık acısı ile perişan olmuş, aşığın bundan haberi olabilir mi?
• Mademki can onun aşk sırlarına mahrem değildir, onun halinden haberi olanların ne haberi olabilir? Çünkü sırları
ancak can bilir!
• Nergis bahçeye mahmur mahmur bakar durur ama, çayırlardan, çimenlerden onun ne haberi vardır?
• Her kavim, her toplum, kendi aralarında mest olmuşlardır da; "Başka kavimlerin bizim mest oluşumuzdan ne
haberleri var?" diye söylenir dururlar.
• "Nasılsın? Gönlün nasıldır?" diye sordu, ama şu ciğeri yaralanmışın gönlünden ne haberi olacak?

520. Kendi cinsinden olmayanla düşüp kalkan münafık sayılır!
Mef'ulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. III, 1116)
* Ey güzel varlık! Herkes kendi cinsi ile uzlaşmış, kendi cinsi ile kaynaşmıştır. Herkes kendi tabiatine layık birisini dost
edinmiştir.
* Fakat gönlünde senin açtığın yara bulunan, hiç kimseyi seçmez. Senin avın olan nasıl olur da başkasına av olabilir?
* Mademki lütfun, ihsanın bizi bizden aldı, kendimizden geçtik, lütfunu esirgeme, bizi sensiz bırakma!
* Cins cins herkes, her şey kendi cinsi ile kaynaşır, herkes, her şey kendi cinsinden birisini seçer, alır.
* Kendi cinsinden olmayanla düşüp kalkan münafık sayılır. Su ile yağ, katran ile kar bir arada bulunabilir mi?
* Cinsinden olmayandan ayrılıp kendi cinsinden olana kavuşuncaya kadar, bululunduğu yerde susadıkça susar,
susuzluğu arttıkça artar.
* Kim senden kaçar da başkasından hoşlanırsa, kim seni bırakır başkası ile karar ederse;
* Kim senin yanında suratını ekşiterek, bulut gibi somurtarak oturur, başkasının yanında ilkbahar gibi gönlü açılır
gülerse;
* 0 zaman anla ki; "Gayb alemindeki ay'dan benim nasibim yok, can şarabı, can kadehi ancak başımıza sersemlik
veriyor." demek ister.
* 0 ney sesi, o mana şarabı hatırına gelmiyor mu ki, şeytanın elinden hoş bir halde üzüm şarabı içiyorsun?
* Ey zavallı sen şeytanın elinden yüzlerce kadeh şarap içiyorsun, ne fena hale düşeceğini yakında görürsün.
* Burada başın düşük, yüzün asık, halinden memnun değilsin. Fakat bil ki, burada bir de dağ gibi kapkara bir nefis
ejderhası var!
* Kendi cinsin ile olunca süsen gibi dil kesilirsin, neşeli neşeli konuşursun. kendi cinsinden gayrısının yanında ise dilsiz
olursun, hiç konuşmazsın. Kendi cinsinle olunca gül gibi açılırsın, kendi cinsinden gayrısı ile diken

olursun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder