6 Nisan 2016 Çarşamba













Tevekkül,hareketlerini ilahi kanunlara uydurduktan sonra
Allah’a güvenerek ve emniyet ederek neticeyi beklemektir.
“İnsan evvela elinden geldiği kadar çalışacak, kendine düşen vazifeleri yapacak, bütün maddi imkânları hazırlayacak, ondan sonra başkasına değil sadece Allah’a güvenip dayanacak, neticeyi ondan bekleyecektir.”
Bir Hadis-i Şerifte; “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi sizinkini de verirdi. Görmezmisin! Kuşlar yuvalarından sabahleyin aç giderlerde, akşam tok dönerler.” Bu hadis-i şerifte kuşların bile yuvada kalmayıp rızk aramak için çalıştıkları anlatılmaktadır.
Yine diğer bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v); “Devesini salı verip “Allah’a tevekkül ettim” diyene “Deveyi bağla da öyle tevekkül et” buyurmuştur.
Hz. Ömer diyor ki; “Her hangi biriniz rızık aramaktan geri durup, oturarak Allah’ım bana rızık ver demesin. Bilirsiniz ki, gökten altın ve gümüş yağmaz.”

Resul-i Ekrem:“Bir kimse,Allah yolunda uzun seferler yapar.Saçı başı dağınık,toza toprağa bulanmış
vaziyette ellerini gökyüzüne açarak:“Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye dua eder.
Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır.
Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” (Müslim)
Taberanî’nin rivayet ettiğine göre, İbni Abbas radıyallahu anhu şöyle demiştir: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin.” (Bakara; 168) ayet-i kerimesi, peygamberin yanında okundu. Sad b. Ebî Vakkas kalkıp “Ya Rasulallah, duamın kabul olması için Allah’a dua eder misin?” dedi. Peygamberimiz ‘Yiyeceğini helâl ve temiz tut, duan kabul olur. Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki kul, karnına koyduğu bir lokma haramdan dolayı, Allah onun kırk gün amelini kabul etmez. Hangi kulun eti de haramdan biter (gelişirse) ona cehennem daha uygundur.” buyurdular. Ebu Yahya ve Mücahid’in rivayetine göre, İbni Abbas, “Allah, karnında haram bulunan kişinin namazını kabul etmez.” buyurmuştur.
"Kim on dirhem bir elbise alır da onda bir dirhem haram bulunursa o elbise üzerinde bulunduğu sürece Allah onun hiçbir namazını kabul buyurmaz." (Müsned)                                                                  



Ahnef bin Kays ra,Arapların ileri gelenlerinden bâzı kimselerle birlikte
Hazret-i Ömer’i ziyârete gitmiş;onu,elbisesini beline sıkıştırmış koşar vaziyette bulmuştu.
Ömer radıyallâhu anh, Ahnef’i gördüğünde ona:

Gel de yardımcı ol. Devlete âit bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun. dedi.


O esnâda biri:


Neden kendini bu kadar üzüyorsun? Deveyi yakalamak için bir köleyi vazîfelendirsen olmaz mı?

deyince Hazret-i Ömer radıyallâhu anh şu cevâbı verdi:

Benden daha iyi köle mi olurmuş!



Ebû Bekir radıyallâhu anh,halîfe olmadan önce çevresindeki yetim kızların
koyunlarını sağar,ihtiyaçlarını karşılardı.
Halîfe olduktan sonra komşuları,artık onun meşgalelerinin artacağını,belki hayat şartlarının değişeceğini, bundan böyle yetimlerin koyunlarını sağamayacağını düşünmeye başlamışlardı.
Ancak değişen hiçbir şey olmadı. O, aynı mütevâzı hâliyle yetimlerin koyunlarını sağmaya ve ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya devâm etti. 

Ensâr´dan bir kadın yanıma geldi.Rasûlullah´ın yatağının katlan­mış bir aba olduğunu gördü.
Kalkıp gitti ve içi yün dolu bir yatağı bana gönderdi.Sonra Rasûlullah,yanıma gelip sordu:
Ey Aişe, bu nedir
Ya Rasûlallah, falan Ensârî kadın yanıma geldi, senin yatağını gördü.
Kalkıp evine gitti ve bana şu yatağı gönderdi.
Ey Aişe! Bu yatağı ona geri ver, Allah´a yemin ederim ki, eğer ben istemiş olsaydım,
Cenâb-ı Allah, dağları altın ve gümüş olarak benimle birlikte yürütürdü.

Rasûlullah´ın sav hasır parçası üzerine uzanmış olduğunu 
ve hasırın,
Rasûlullah´ın böğründe iz yapmış olduğunu gördü.
Bunun üzerine gözleri yaşarmaya başladı.Rasûlullah ona sordu:
-Neyin var ey Ömer
-Ya Rasulallah, sen, Allah´ın yarattıkları içinde seçkin kulsun. Kisra ile Kayser refah ve konfor içinde yaşıyorlar. Bu ne haldir
Rasûlullah,kalkıp oturdu ve şöyle dedi:
-Ey Hattab´ın oğlu! Sen şüphe içinde misin Onların lezzetleri ve nimetleri dünya hayatında kendilerine erkenden verilmiştir. Dünyanın onlara, ahiretin de bize verilmesine razı olmaz mısın?
-Evet, razı olurum ya Rasulallah. .
-Öyleyse Aziz ve Celil olan Allah´a hamd et.

Yediklerinizi zikir yapmak ve namaz kılmakla eritiniz. Tok karnına da uyumayınız ki kalbiniz katılaşmasın! Hz Muhammed sav

Yediklerinizi zikir yapmak ve
namaz kılmakla eritiniz.
Tok karnına da uyumayınız ki
kalbiniz katılaşmasın!
Hz Muhammed sav
Namaz içinde (Allah ile) iştigâl-i azîm vardır.(büyük meşguliyet) 
Hz Muhammed sav
buhari 608




Allah Anılan Toplantıların Fazileti

Bu bölümdeki bir ayet ve dört hadis-i şeriften, dünya hayatının süsüne ve aldatmacasına kapılıp Allah'ı hatırlamaktan ve hatırlayan kimselerden uzaklaşılmaması gerektiğini, Allah'ın kendisini ve cennetteki nimetlerini görmedikleri halde kendisine inanıp cehennemden uzaklaşmaya, cennete yaklaştıracak ameller yapmaya gayret edenlerin Allah tarafından bağışlanacağını, Allah'ı hatırlamak ve onun prensiplerini öğrenmek üzere bir araya gelen kimseleri Allah'ın rahmetinin kaplayacağını, Allah'a sığınan kimseyi Allah'ın barındıracağını, Allah'ın ismi anılan meclislerden yüz çevirenden Allah'ın da yüz çevireceğini, bu tür toplantılara katılan kimseleri Allah'ın meleklerine iftihar ederek övündüğünü öğreneceğiz. [1]

"Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak, sabah akşam O'na yalvarıp yakaranlarla birlikte, sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine kapılarak gözlerini onlardan ayırma, iyi ve güzel olan ne varsa, hepsini terkedip bencil arzuları peşine düştüğü için, kalbini bizi hatırlamaya karşı duyarsız kıldığımız kimseye de uyma. Zaten o işinde sınırı aşmıştır." (Kehf: 18/28)

1450. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb–ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:
– “Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler:
– Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, sana hamdediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar, derler. Konuşma şöyle devam eder:
– “Peki onlar beni gördüler mi ki?”
– Hayır, vallahi seni görmediler.
– “Beni görselerdi ne yaparlardı?”
– Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.
– “Kullarım benden ne istiyorlar?”
– Cennet istiyorlar.
– “Cenneti görmüşler mi?”
– Hayır, yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.
– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”
– Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.
– Bunlar Allah’a neden sığınıyorlar?”
– Cehennemden sığınıyorlar.
– “Peki cehennemi gördüler mi?”
– Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.
– “Ya görseler ne yaparlardı?”
– Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.
Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerine:
– “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur. Meleklerden biri:
– Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu, deyince Allah Teâlâ şöyle buyurur:
– “Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”[2]

Müslim’in bir rivayeti şöyledir:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın diğer meleklerden ayrı, sadece zikir meclislerini tesbit etmek üzere dolaşan melekleri vardır. Allah’ın zikredildiği bir meclis buldular mı, o kimselerin aralarına otururlar ve diğer melekleri oraya çağırarak cemaatin arasındaki boş yerleri ve oradan dünya semasına kadar olan mesafeyi kanatlarıyla doldururlar. Zikredenler dağılınca onlar da semâya çıkarlar. Allah Teâlâ daha iyi bildiği halde onlara:
– “Nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler de:
– Yeryüzündeki bazı kullarının yanından geldik. Onlar Sübhânallah diyerek ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, lâ ilâhe illallah diyerek seni tehlil ediyorlar, elhamdülillâh diyerek sana hamdediyorlar ve senden istiyorlar, derler. (Konuşma şöyle devam eder):
– “Benden ne istiyorlar?”
– Cennetini istiyorlar.
– “Cennetimi gördüler mi?”
– Hayır, yâ Rabbi, görmediler.
– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”
– Senden güvence isterlerdi.
– Benden neden dolayı güvence isterlerdi?”
– Cehenneminden yâ Rabbi.
– “Peki benim cehennemimi gördüler mi?”
– Hayır, görmediler.
– “Ya görseler ne yaparlardı?”
– Senden kendilerini bağışlamanı dilerlerdi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:
– “Ben onları affettim. İstediklerini onlara bağışladım. Güvence istedikleri konuda onlara güvence verdim.
Bunun üzerine melekler:
– Yâ Rabbi, çok günahkâr olan falan kul onların arasında bulunuyor. Oradan geçerken aralarına girip oturdu, derler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:
– “Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”[3]

1451. Yine Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.”[4]

1452. Ebû Vâkıd Hâris İbni Avf radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid–i Nebevî’de oturmuş, sahâbîler de onun etrafını almışken karşıdan üç kişi çıkageldi. İkisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yöneldi, diğeri gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelenlerden biri cemaatin arasında bir boşluk görüp oraya oturdu. Öteki ise cemaatin arkasına gidip oturdu. Üçüncü adam da çekip gitti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince (bunlar hakkında) şöyle buyurdu:
“Size şu üç kişinin durumunu haber vereyim mi? Onlardan biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri (insanları rahatsız etmekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti. Ötekine gelince, o (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.”[5]

1453. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:
Muâviye radıyallahu anh mescidde halka halinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:
– Burada niçin böyle toplandınız? diye sordu.
– Allah’ı zikretmek için toplandık, diye cevap verdiler. O tekrar:
– Allah aşkına doğru söyleyin. Siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz? diye sordu.
– Evet, sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Muâviye:
– Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ilim halkasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:
– “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.
– Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. Resûl–i Ekrem:
 – “Gerçekten siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.
– Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü:
– “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim” buyurdu.

Bir âbid,bazı arkadaşlarını davet ederek onlara ekmek ikram etti.
Arkadaşlarından biri seçmek için ekmekleri evirip çevirmeye başladı.
Bunu gören âbid,bu arkadaşına 'Yavaş ol! Ne yapıyorsun?' diye çıkıştı ve devamla şunları söyledi: 'Beğenmediğin ekmekte ne kadar hikmet bulunduğunu ve onun bu hale gelmesi için kaç kişinin çalıştığını biliyor musun? Suyu (yağmuru) getiren bulut, buğdayı bitiren toprak, sulayan su, rüzgar, çalıştırılan hayvanlar ve (çalışan) insanlar; bunların hepsi ekmeği bu hâle getirmek için çalışmışlardır. Bütün bunlardan sonra sen hâlâ onu evirip çeviriyor, beğenmiyorsun'.



Nâfî şöyle anlatıyor: Abdullah b Ömer(r.a) hastalanmıştı.Canı taze balık yemek istedi.Bunun üzerine çıkıp Medine-i Münevver'nin çarşılarında balık aradım; ama bulamadım. Aradan bir müddet geçtikten sonra bir yerde balığa rastladım ve bir buçuk dirhemlik balık aldım. Balığı ateşte kızartıp bir ekmekle birlikte İbn Ömer'e götürdüm. O esnada kapıya bir dilenci geldi. Bunun üzerine İbn Ömer, hizmetçisine "Balığı ekmeğe sar ve şu dilenciye ver!' dedi. Hizmetçi 'Allah senden razı olsun! Bunca günden beri canın balık istiyor. Onu zor bulduk. Bulduğumuz zaman da bir buçuk dirheme satın aldık. Dilenciye balığı değil de parasını verelim' karşılığını verdi. İbn Ömer 'Onu ekmeğe sar ve dilenciye ver!' diye emretti. İbn Ömer'in bu emrinden sonra hizmetçi, dilenciye dönerek 'Sana bir dirhem vereyim de bunu götürme, razı mısın?' dedi. Dilenci de razı oldu. Bunun üzerine hizmetçi, dilenciye bir dirhem verdi. Kızartılmış balığı alarak geri getirdi ve İbn Ömer'in önüne bırakarak 'Dilenciye bir dirhem vererek bunları kendisinden geri aldım!' dedi. Bu söz üzerine İbn Ömer hizmetçiye şunları söyledi: 'Balığı ekmeğe sar ve yine o dilenciye ver! Vermiş olduğun dirhemi de alma; çünkü ben Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Canının çektiği herhangi bir şey hususunda başkasını nefsine tercih eden kimseyi Allah Teâlâ affeyler.



Âhirette doya doya yiyecek olanlar,dünyada açlık çekenlerdir.
İnsanların Allah nezdinde en sevimsizi,karınlarını tıkabasa doldurup mideleri ekşiyenlerdir.
Canının istediği bir yemeği terkeden hiçbir kul yoktur ki onu terkedişi
kendisi için cennette bir derece olmasın!
Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Enes'ten şöyle rivayet edilir:Bir gün kızı Hz Fâtıma Hz.Peygamber'e bir parça ekmek getirdi.Hz.Peygamber 'Bu nedir?' diye sorduğunda Hz Fâtıma 'Kendi ellerimle pişirdiğim bir ekmektir. Canım yalnız yemeye razı olmadığından bu parçayı da sana getirdim' dedi. Bunun üzerine Hz.Peygamber şöyle buyurdu:
Şunu bil ki, bu ekmek üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir.
Ebu Hüreyre şöyle der: 'Hz, Peygamber hiçbir zaman aile efradına, buğday ekmeğinden üç gün üst üste doyasıya yedirmemiştir. Dünyadan ayrılıncaya kadar da bu durum böyle devam etmiştir'.

Hz.Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem,huzurunda geğiren bir kişiye şöyle buyurmuştur:

Az geğir;çünkü kıyâmet gününde en çok aç kalacak olanlar dünyada fazlasıyla doyanlardır.


Hz.Âişe şöyle der:Hz.Peygamber,hiçbir zaman doyasıya yeyip de karnını doldurmadı! Aç olduğu bir gün kendisine karşı şefkat ve merhametimden ağladım ve mübarek karnını elimle sıvazlayarak şöyle dedim:


-Nefsim sana fedâ olsun! Dünyadan,seni kuvvetlendirecek ve

açlığını menedecek kadarını alsaydın ne olurdu?
Ey Âişe! Benim ülül-azm arkadaşlarım, bundan daha şiddetli durumlara sabrettiler ve kendi halleriyle geçip gittiler; rablerinin huzuruna vardılar. Rableri onlara ikramda bulundu, sevaplarını artırdı. Bu bakımdan -eğer maişette refaha kaçarsam- bu durumun yarın (âhirette) derecemi onlarınkinden küçük düşürmesinden utanırım. O halde birkaç gün sabretmek, bana, yarın kıyâmette nasibimin azalmasından daha sevimli gelir. Nezdimde arkadaşlarıma ve kardeşlerime yetişmekten daha sevimli birşey yoktur.

Mümin bir mideyle, münâfık ise yedi mideyle yer!
Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Allah Teâlâ şişman âlime buğzeder(kızar).
Abdullah b Mesud(radıyallahu anh)
Şeytan,Ademoğlunun kanının dolaştığı yerlerde dolaşır.
Bu bakımdan siz şeytanın dolaşma yollarını,
açlık ve susuzlukla daraltınız.
Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem



Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder.
Bu icâbet,ya dünyada peşin olur,ya da ahirete saklanır,
yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur,
yeter ki günah talep etmemiş olsun veya sıla-ı rahmi terketmesin,
ya da acele etmemiş olsun.






Amr b. As(ra) Rasûlullah(sa)'e en çok kimi sevdiğini sordu.
Efendimiz: "Âişe'yi" buyurdu.
Erkeklerden kimi dedi.
"Âişe'nin babasını" buyurdu.
Yine bir defasında: "Dininizin üçte birini Humeyrâ'dan öğreniniz." buyurdu. Ona Hümeyrâ diyerek iltifat ederdi. Yine bir defasında Efendimiz kızı Fâtıma'ya: "Ey kızım benim sevdiğimi sen sevmez misin?" buyurdu. O da: "Elbet severim babacığım." dedi. Efendimiz: "O halde Âişe'yi sev!" buyurdu. Yine bir gün aileleri arasında Âişe annemiz hakkında konuşuluyordu. Efendimiz onlara: "Beni, Âişe hakkında incitmeyiniz! Cebrâil aleyhisselâm bana yalnız Âişe'nin yanında iken geldi." buyurdu.

Bir gün Efendimiz onun odasında kalıyordu.
Gece yarısı kalktı,üzerini giyindi ve dışarı çıktı.
Âişe annemiz de onu takib etti.Kendisi şöyle anlatıyor:
"Beni bir kıskançlık aldı.Ben de arkasından çıktım ve takip ettim. Kabristanlığa vardı onlara duâ etmeye başladı. Ben yaptığımdan utanarak kendi kendime: "Anam-babam sana feda olsun Sen Rabbı'nın rızası peşindesin. Ben ise nefsimle meşgulüm." diyerek geri döndüm. Bir müddet geçince Rasûlullah (s.a) eve geldi. Durumu kendisine aynen naklettim. Bana: "Yâ Âişe! Allah Rasûlünün sana haksızlık yapacağını mı sandın?" buyurdu. Sonra benden: "Yâ Âişe! Bu gece rabbime ibadetle meşgul olabilmem için bana müsaade edermisin" diye izin istedi. Ben de: "Anam-babam sana feda olsun. Elbette." dedim. Bunun üzerine kendini ibadete verdi. Bütün geceyi tazarrû ve niyazla geçirdi.


Gülümseyerek “Müjdeler olsun sana ey Âişe!
Allahü teâlâ,seni temize çıkardı.
Senin pak olduğuna şâhid oldu” buyurdu.
Babam hemen “Kalk yâ kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et!” dedi.
Ben de,“vallahi kalkmam,Allahü teâlâdan başkasına şükretmem!
Çünkü,Rabbim benim için âyet-i kerîme indirdi” dedim.
Sonra Resûlullah, “sallallahü aleyhi ve sellem”, Nûr sûresinin onbirinci âyetinden başlayarak, on âyet-i kerîme okudu. Babam hemen kalkıp başımı öptü.

Medîneli bir köle Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in elinden tutar,
O’nu istediği yere kadar götürürdü.
(Buhârî, Edeb, 61)
Yine Peygamber Efendimiz sav,
yüksek bir koltuk veya taht üzerinde değil,
ashâbının arasında yerde otururdu.
Bu sebeple, bir yabancı geldiğinde,
hangisinin Efendimiz olduğunu sormadan bilemezdi.
(Nesâî, Îmân, 6)

Rasûlullah (sav),bir hasırın üzerine uzandı.
Hasır,onun cildinde iz yaptı.
Ben de cildini ovalamaya başladım ve şöyle dedim:
- Anam babam sana feda olsun. 
İzin versen de şu hasırın seni
incitmesine engel olacak bir sergi serelim de 
üzerinde uzan ve uyu.
-Ben dünyada bir ağacın altına gelip gölgelenerek dinlenen, sonra kalkıp giden bir yolcu gibiyim.
Alkame b. Mesud ra



Hz.Ebu Bekir ile Hz.Ömer,açlıktan dolayı evlerinden dışarı çıktılar. Bu esnada Rasûlullah´ın da çıktığını gördüler.Onlara sordu: - Niçin çıktınız - Açlıktan çıktık.

Hazreti Ebu Bekir ile Hz.Ömer,açlıktan dolayı evlerinden dışarı çıktılar.
Bu esnada Rasûlullah´ın da çıktığını gördüler.Onlara sordu:
- Niçin çıktınız
- Açlıktan çıktık.
- Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, ben de si­zin gibi açlık yüzünden evimden dışarı çıktım.
Böyle dedikten sonra hep birlikte Heysem b. Teyyihan´ın bahçesine gittiler. Heysem, onlara taze hurma yedirdi. Koyun kesti, etini yediler, soğuk su içtiler. Rasûlullah, onlara şöyle buyurdu:
- İşte bu, size sorgusu yapılacak olan nimetlerdendir.
Hutbe irad eden Hz Ömer b. Hattab´ın insanlara, Cenâb-ı Allah´ın ver­diği fütuhattan bahisle şöyle dediğini işittim: Rasûlullah (s.a.v.)´ın aç­lıktan kıvrandığını, karnını doyuracak kadar kalitesiz hurma dahi bu­lamadığını görmüşümdür.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik´in ra şöyle dediğini rivayet
et­miştir:

Rasûlullah (s.a.v.)´in yanında istisnalar hariç sabah ve akşam
ye­meklerinde et ile ekmek bir arada bulunmamıştır.


(النعمان بن بشير)

Ebû Abdillâh (Ebû Muhammed) en-Nu‘mân b. Beşîr b. Sa‘d el-Hazrecî (ö. 64/684)
NU‘MÂN b. BEŞÎR ra
Ensar arasında hicretten sonra doğan ilk çocuk, sahâbî.

Hicretten on dört ay sonra (Rebîülâhir 2 / Ekim 623) dünyaya geldi. Iraklılar, onun Resûl-i Ekrem’den epeyce hadisi bizzat duyduğunu belirtmesine bakarak daha önce doğmuş olabileceğini ileri sürmüş, Buhârî de hicret yılında dünyaya geldiğini belirtmiştir. Resûl-i Ekrem’e biat eden kadınlardan olan annesi Amre bint Revâha ra, Nu‘mân’ı Hz. Peygamber’in yanına götürerek tahnîk yaptırdı ve ona dua etmesini istedi. Nu‘mân İslâmiyet’in ilk yıllarında müslüman olan bir aile ortamında büyüdü. Resûlullah’ın kumandanlarından olan babası Beşîr ra Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelerde bulundu. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Medineliler ensardan birinin halife olmasını istediği halde o Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesini savundu ve ona biat etti. Kaynaklarda kendisinden rivayette bulunan Muhammed, Humeyd, Beşîr, Abdüsselâm, Hakem, Yezîd adlı oğulları ile her ikisi de şair olan Hamîde ve Amre adlı kızlarının adı geçmektedir (Kehhâle, I, 298-302; III, 360-361). İbn Şihâb ez-Zührî’nin hocalarından olan oğlu Muhammed ile Ebân b. Beşîr ve Hakem b. Abdüsselâm adlı torunları da muhaddistir.

Nu‘mân b. Beşîr ra, yaşının küçüklüğü sebebiyle âlimlerin çoğunluğuna göre Hz. Peygamber’den çok az hadis dinlemiş, bu sebeple hadisleri naklederken, “Helâl bellidir, haram da bellidir” hadisi dışında (İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, X, 448) semâa delalet eden lafızlar yerine “Allah resulü buyurdu ki” ifadesini kullanmış (İbn Asâkir, LXII, 119), rivayet ettiği 124 hadisin çoğunu dayısı Abdullah b. Revâha ra, Hz. Ömer ve Hz. Âişe’den öğrenmiştir. Bu hadislerden beşi Śaĥîĥayn’de, biri sadece Śaĥîĥ-i Buħârî’de, dördü sadece Śaĥîĥ-i Müslim’de yer almıştır. Ayrıca Hâkim en-Nîsâbûrî, onunla ilgili olayların anlatıldığı rivayetlere ve kıyametten önceki fitnelerden bahseden bir hadisine yer vermiştir (el-Müstedrek, III, 610-611). Kendisinden hadis rivayet eden pek çok tâbiî arasında Şa‘bî, Simâk b. Harb, Ebû Kılâbe el-Cermî, Ebû İshak es-Sebîî, Urve b. Zübeyr, İbn Âmir gibi âlimler bulunmaktadır.

Halife Muâviye’nin ra kumandanlarından olan Nu‘mân b. Beşîr ra, Suriye ve el-Cezîre valiliğine, daha sonra da Kûfe valiliğine tayin edildi. Ancak Hz. Hüseyin yanlısı olduğu gerekçesiyle dokuz ay sonra Yezîd tarafından görevinden alındı. Buhârî onun Kûfe valiliğinin yedi ay devam ettiğini belirtir. Hz Muâviye’nin Nu‘mân’ı ra Kûfe valiliğinden Humus valiliğine naklettiği de kaydedilmektedir (İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, X, 448). Nu‘man, Kûfe valiliğinden azledildikten sonra oğlu Muhammed ile birlikte Dımaşk’a yerleşti; Ebü’d-Derdâ ve Fedâle b. Ubeyd’in ardından Dımaşk kadılığı görevine getirildi. Yezîd b. Muâviye ve Yezîd’in yerine geçen oğlu Muâviye döneminde de Dımaşk’ta yaşadı. Daha sonra Abdullah b. Zübeyr’in ra yanına geçti. İbnü’z-Zübeyr kendisini Humus valisi olarak görevlendirince halkı İbnü’z-Zübeyr’i desteklemeye davet etti. Mervân b. Hakem’in halife olması ve taraftarlarının Dahhâk b. Kays’ı Mercirâhit’te şehid etmesinin ardından Humus halkı ona isyan etti. Nu‘mân, Humus’tan kaçmaya çalışırken 64 yılı Zilhicce ayının ortalarında (Ağustos 684 başları) Humus’un köylerinden Bîrîn’de katledildi. Onun 65 (684) yılının ilk ayında öldürüldüğünü söyleyenler de vardır. Endülüs’teki Benî Abdüsselâm’ın Nu‘man’ın neslinden geldiği anlaşılmaktadır (DİA, I, 129).

Yezîd’in nedimi olan Emevî devri hıristiyan Arap şairlerinden Ahtal, Ehl-i beyt’i ve ensarı yeren şiirler söylemeye başlayınca Nu‘mân b. Beşîr onu Halife Muâviye’ye şikâyet etmiş, bunun üzerine halife Ahtal’ın dilini kesmek istemiş, ancak Yezîd araya girerek onu kurtarmıştır (DİA, II, 183). Nu‘mân b. Beşîr, Halep’le Humus arasında bulunan Maarre’den geçerken bir oğlu burada vefat edip defnedilmiş, daha sonra bu yer Maarretünnu‘mân diye anılmıştır (Yâkūt, V, 156).

Hz. Peygamber’in şairlerinden olan dayısı Abdullah b. Revâha ile annesi Amre bint Revâha’nın şiir söyleme kabiliyeti Nu‘mân b. Beşîr’e ve çocuklarına da intikal etmiş, Nu‘mân’ın şiirleri bir divan hacmine ulaşmıştır. Hâlid b. Külsûm (II./VIII. yüzyıl) bu şiirleri MecmûǾu şiǾri’n-NuǾmân adıyla bir araya getirmiştir (Sezgin, II, 354). Şiirler, Fritz Krenkow tarafından ŞiǾrü’n-NuǾmân b. Beşîr el-Enśârî ve Bekir b. ǾAbdi’l-Ǿazîz b. Ebî Dülef el-Ǿİclî (Delhi 1337), Yahyâ el-Cübûrî tarafından ŞiǾru NuǾmân b. Beşîr el-Enśârî (Bağdat 1388/ 1968; Küveyt 1406/1985) adıyla yayımlanmıştır. Çok iyi bir hatip olduğu belirtilen Nu‘mân’ın vahşice katledilmesi ve başının ailesine gönderilmesi üzerine kızları Amre ve Hamîde’nin söylediği mersiyeler tabakat kitaplarında yer almıştır.
Münafıklara ağır gelen namazlar,yatsı ve sabah namazlarıdır. 
Hz Muhammed sav
Kadınlarınızın en kötüleri tesettürsüz olan ve mahremleri olmayan (yabancı) erkeklere görünenlerdir.
Münafık kadınlar onlardır. Onlar çok azı hariç cennete giremezler.”
Hz Muhammed sav