31 Mart 2016 Perşembe

Hz.Ömer,Medine'nin dış mahallelerinde oturmakta olan iki gözü kör ve kötürüm bir ihtiyar kadının suyunu taşıyıp diğer ihtiyaçlarını gidermek isterdi.Ancak ne zaman bu iş için oraya gidecek olsa birisinin kendisinden önce davranmış olduğunu görürdü.Sonunda onun kim olduğunu öğrenebilmek için bir tarafa gizlenerek beklemeye başladı.Onun,halife Hz. Ebu Bekir olduğunu öğrenince de "sen bu işlerde önceliği hiç kimseye kaptırmazsın!"dedi. 

Müslümanlar arasından biri ayağa kalktı ve bir vali hak­kında şikâyette bulundu:
“Bana haksız yere vurdu!” dedi.Hz.Ömer meseleyi araştırdı. Haksız olduğunu tespit etti.Sonra valiyi çağırtıp,şikâyet eden zata:
“Haydi şimdi sen de ona vur!” diye emretti.


Hz.Ömer(r.a):
“Ben,valileri size zulmetmeleri,malınızı haksız yere yemeleri için tayin et­mi­yo­rum.Onları,size İslamiyet’i öğretmeleri,aranızda adaletle hükmetmeleri ve işlerinizi güzelce yapmaları için vazifelendiriyorum. Şayet onlardan bu hu­suslara aykırı hareket görürseniz, çekinmeden bana şikâyette bulunun ki he­men cezasını vereyim!”

 


 

Allah Resulü(sav),cenazede iken binmesi için kendisine bir binek getirildi,binmedi.Cenazeden dönerken yine kendisine bir binek getirildi, bindi. Sebebi sorulunca şöyle buyurdu: "Melekler yaya yürüyorlardı, onlar yürürlerken benim binmem doğru olmazdı. Onlar gittiler, ben de bindim."

Cömertlik kökü Cennette,dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu ağacın dallarına tutunursa,bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de kökü Cehennemde,dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu dallara tutunursa,bu dal onu Cehenneme götürür. Hz.Muhammed(sav)

Cömertlik kökü Cennette,dalları dünyâda olan bir ağaçtır.
Kim dünyâda bu ağacın dallarına tutunursa,bu dal onu Cennete götürür.
Cimrilik de kökü Cehennemde,dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu dallara tutunursa,bu dal onu Cehenneme götürür.
Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem






    Allah,müminlere Firavun'un karısını misal gösterir.O:'Rabbim! Katında bana Cennette bir ev yap;beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar;beni zalim milletten kurtar' demişti.
    Tahrim 11

    Allah,inkar edenlere,Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal gösterir:Onlar,kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarını gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: 'Cehenneme girenlerle beraber siz de girin' dendi.

    Tahrim 10

    Hz.Fatıma(r.anha)
    Peygamberimizin,Hz.Hatice’den(r.a) doğan en küçük kızıdır.Rasulullah (s.a.v)’a Peygamberlik görevi verildikten sonra doğmuştur.
    Bedir savaşından sonra hicretin 2. yılında Hz. Ali (r.a.) ile evlenmiştir. Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’in (r.a.) ve kıyamete kadar gelecek olan bütün Ehl-i Beytin, seyyidlerin ve şeriflerin annesidir.
    Peygamberimizin, pak nesli onunla devam etmiştir. Oturması kalkması, konuşması ve her tavrı Peygamberimize çok benzerdi. Peygamberimiz Hz. Fatıma yanına gelince ayağa kalkar onu kucaklar, öper iltifat ederdi.
    Her seferden dönüşünde onun yanına uğrar ve hal hatır sorardı.

    Hz.Fatıma(r.anha) Evinin işlerini kendisi yapardı.Su taşımaktan omuzları,değirmen çevirmekten elleri nasır bağlamıştı.Hz.Fatıma (r.a.) tesettüre çok önem verirdi. Vefat ettiği zaman iki kişinin bulunmasını ve küçük bir çadırda yıkanıp kimse tarafından görülmesin diye, gece defnedilmesini istemiş ve vefatında öyle yapılmıştır.
    Peygamberimizin vefatından sonra iyice zayıflamış ve 6 ay sonra Ramazanın 3. günü 24 yaşında vefat etmiştir. Cenaze namazını Hz. Ali kıldırmıştır.

    Hz.Ali (r.a),Resûlullah’ın (s.a.v) yanından ayrıldıktan sonra evine,Hz.Fatıma’nın (r.anha) yanına geldi.Eve gelen Hz.Ali (r.a),Hz.Fatıma’yı Selman-ı Farisi (r.a) için yünden bir elbise dikerken gördü.Ona:
    -Ey kadınların efendisi! Yanında bana verebileceğin yemek türü bir şeyler var mı? diye sordu. Hz. Fatıma (r.anha):
    -Allah’a yemin olsun ki, Selman için dikeceğim şu hırka karşılığı olarak bana verdiği altı dirhemden başka hiçbir şey yok! Bu paralarla da Hasan ve Hüseyin’e yiyecek bir şeyler alacağım, diye cevap verdi. Hz. Ali (r.a):
    -Ey Kadınların efendisi! O paraları bana verir misin? diye ricada bulundu. Hz. Fatıma (r.anha) eline geçen birkaç dirhem parayı Hz. Ali’ye (r.a) uzattı. Paraları alan Hz Ali (r.a) evin ihtiyaçlarını karşılamak, ve yiyecek bir şeyler almak için evden çıktı. Yolda giderken bir adamın:
    -Kim Allah (c.c) için bana borç para verebilecek! diyerek etrafına seslendiğini duydu. Hemen yanına yaklaşarak elindeki altı dirhemi ona verdi.
    Hz Fatıma (r.anha):
    -Ey Resûlullah’ın amcasının oğlu! Neden seni ellerini bomboş görüyorum? Niçin o parayla eve bir şeyler almadın? diye sordu. Hz. Ali (r.a):
    -Onu bir ihtiyaç sahibine borç olarak verdim, dedi. Hz. Fatıma (r.anha):
    -Doğru olanı yapmışsın, dedi.
    Daha sonra Hz. Ali, Resûlullah’ın (s.a.v) yanına gitmek üzere evden ayrıldı. Yolda giderken bir köylünün devesini sattığını gördü, yanına doğru yaklaştı; köylü Hz. Ali’ye doğru eğilerek:
    -Ey Ebu’l-Hasan! Bu deveyi benden satın al! dedi. Hz. Ali:
    -Şu anda yanımda hiç para yok, diye karşılık verdi. Köylü:
    -Önemi yok, daha sonra ödersin, dedi. Köylünün yüz dirhem olarak biçtiği fiyatı kabul eden Hz Ali (r.a), devenin yularından tutup oradan ayrılmak isterken; başka bir adam daha gelerek Hz: Ali’ye:
    -Ey Ali! Deveni bana satar mısın? dedi. Hz Ali (r.a):
    -Evet, üç yüz dirheme satıyorum, cevabını verdi. Bu fiyatı hemen kabul eden köylü, Hz Ali’ye üç yüz dirhemi vererek; devenin yularından tuttu; fakat deveyi tekrar Hz. Ali’ye hediye etti. Hz. Ali devesinin yularından tutarak Hz Fatıma’nın (r.anha) yanına geldi. Hz Fatıma (r.anha) onu görünce tebessüm etmeye başladı ve:
    -Ey Hasan’ın babası! Bu nedir? diye sordu. Hz. Ali (r.a):
    -Ey Resûlullah’ın kızı, sonra ödemek üzere, yüz dirheme bir deve satın aldım; sonra onu nakit para ile üç yüz dirheme sattım, dedi. Hz. Fatıma (r.anha):
    -İyi bir şey yapmışsın, diyerek mukabelede bulundu. Hz: Ali (r.a) daha sonra evden çıkarak Hz: Resûlullah’ı (s.a.v) görmeye gitti. Mescidin kapısından girip de Hz Resûlullah (s.a.v) onu görünce gülümsemeye başladı. Yanına varan Hz Ali, selam verip oturdu. Resûlullah (s.a.v):
    -Ey Ebu’l-Hasan! Sen mi anlatacaksın, Yoksa ben mi anlatayım? diye sordu. Hz Ali (r.a):
    -Siz anlatın ey Allah’ın Resûlü, dedi. Resûlullah (s.a.v):
    -Ey Ebu’l-Hasan, sana deveyi satanın ve yine senden satın alanın kim olduklarını biliyor musun? dedi. Hz. Ali (r.a):
    -Allah ve Resûlü en doğrusunu bilir, dedi. Resûlullah (s.a.v):
    -Ey Ali, sana müjdeler olsun! Sen Allah için altı dirhem borç verdin, Allah’ta onun karşılığına sana üç yüz dirhem ihsan etti. Her bir dirheminin karşılığı elli dirhemdir. Sana deveyi satan Cebrail (a.s), satın alan ise İsrafil’di (a.s)[1]
    Hz Ali (r.a) kanalıyla gelen rivayetlerden birisi de şöyledir: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Sadaka sahibini elinden çıkıp, isteyenin eline ulaşmadan önce Allah’ın huzuruna varır ve şu beş şeyi söyler: “Ey ademoğlu! Ben Küçüktüm sen ise beni büyüttün, ben azıcıktım sen beni çoğalttın, ben düşmanındım sen ise kendini bana sevdirdin, ben fani idim (yok olacaktım) sen beni ebedileştirdin, önceden sen beni korurdun şimdi ise ben seni korumakla görevlendirildim.

    Resûlüllah(sav) ile beraber bulunuyorduk.Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi.Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular: 
    -Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler. 
    Birisi,
    -Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der. 
    ...Allah Teâlâ da ötekine,
    - Hakkını ver, buyurur.
    Adam,
    -Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.
    Cenâb-ı Hakk,
    -Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur.
    Adamcağız,
    - O halde benim günahlarımdan alsın, der.
    Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi.
    Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
    -Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.
    Adamcağız,
    - Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.
    Allah Teâlâ,
    -Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur.
    Adamcağız,
    -Bunların hakkını kim ödeyebilir? der.
    Hz. Allah,
    -Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.
    Adam,
    -Nasıl olur, yâ Rab? deyince,
    Cenâb-ı Hakk,
    -Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.
    Adam,
    -O halde ben bunu affettim, der.
    Allahü zû'l-Celâl hazretleri de,
    -Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
    Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz,
    'Allah'tan korkun, Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır.
    Hz. Enes (r.a.)


    Hazreti Hafsa(r.anhâ) genç yaşta dul kaldı.Hz.Ömer(r.a) kızının dul olarak kalmasına gönlü râzı değildi.Bir an önce onu evlendirmeliydi.O devirde iddetini tamamlayan kadınların fazla beklemeden evlenmesi daha uygun görülüyordu.Bir baba olarak Hz.Ömer(r.a) da kızının iyi bir kimse ile evlenmesini arzu ediyordu.Bunun için düşündü,taşındı ve onu Hz. Osman(r.a)’a nikâhlamaya karar verdi.Hz.Osman da o sırada dul kalmıştı.Hanımı Peygamberimiz’in kızı Rukiyye (r.anhâ) vefat etmişti. Rahatlıkla teklif yapılabilirdi.Vakit kaybetmeden Osman’a gitti.Kızı Hafsa’yı nikâhlıyabileceğini söyledi. Bu konudaki görüşmeleri Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ bizzat babasından şöyle nakletmektedir : Osman İbni Affan’a gittim. Onu hüzünlü gördüm. Üzüntüsünü gidermek ve teselli etmek için ona Hafsa’dan bahsettim. İstersen Hafsa’yı sana nikâhlıyayım dedim. Osman birden cevap veremedi. Hemen evet diyemedi. Biraz düşünmek için zaman istedi ve Hele bir düşüneyim dedi. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra karşılaştığımızda, şimdilik evlenemeyeceğim diye özür diledi.
    Hz. Ömer aynı teklifi Hz. Ebûbekir (r.a)’a yapmayı düşündü. Onunla karşılaştığında:
    istersen sana kızım Hafsa’yı nikahlıyayım dedi. Hz. Ebûbekir de sustu. Ağzını açıp da bir söz söylemedi. Hiçbir cevap vermedi. Bu sebeple ona, Osman’a gücendiğinden daha fazla kızdı.
    Hz. Ömer (r.a) iki samimi arkadaşından müsbet bir cevap alamayınca canı sıkıldı, içerledi. Üzüntülü bir şekilde Rasûlullah (s.a)’in huzuruna girdi ve şöyle dedi: Yâ Rasûlallah! Ben Osman’a şaşıyorum. Hafsa’yı ona nikâhlamak istedim de yanaşmadı.
    Ebûbekir de öyle...
    İki Cihan Güneşi Efendimiz Ömer’e tebessüm ederek: Yâ Ömer! Hafsa, Osman’dan, Osman da Hafsa’dan daha hayırlı birisiyle evlenecektir. buyurdu.
    Hz. Ömer büsbütün merak içerisinde kalmıştı. Osman’dan daha hayırlı damât kim olabilirdi? Merak içerisinde aradan yine birkaç gün geçti. Nebiyy-i Ekrem (s.a) Efendimiz Hafsa’ya tâlib oldu. Hz. Ömer (r.a)’a: Sen kızın Hafsa’yı bana nikâhlarsın. Ben de kızım Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikâhlarım, buyurdu.
    Hz. Ömer bu müjdeye çok sevindi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu haberle Hafsa’yı kendisine Allah’ın nikâhladığını anlatmak istiyordu. Bunun üzerine kısa zamanda düğün hazırlıkları tamamlandı. Hicretin üçüncü yılında şaban ayı içerisinde Hz. Hafsa, Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizle nikâhlanarak mü’minlerin annesi olma şerefine erdi.
    Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bu nâzikâne teşebbüsü ile üç büyük sahâbîsi arasındaki dostluğu, kardeşliği, din bağını hısımlıkla, akrabalıkla daha da kuvvetlendirmiş oldu. Âişe’yi nikahlayarak Hz. Ebûbekir (r.a)’i Hafsa’yı nikahlayarak da Hz. Ömer (r.a)’i taltif etti. Onları kendine kayınpeder, kızlarını da mü’minlerin anneleri olma bahtiyarlığına kavuşturdu.
    Hz. Ebûbekir (r.a) kendine teklifte bulunan Hz. Ömer’e müsbet-menfi bir cevap veremediği için üzülüyordu. Fakat başka çaresi de yoktu. Çünki bir sırrı muhafaza etmesi gerekiyordu. Hz. Hafsa ile Fahr-i Kâinat (s.a)’in evleneceğini biliyordu. Bunu söylemek emanete hıyanet olacaktı. Bu sebepten sükût etti. Nikâh kıyıldıktan sonra Hz. Ömer (r.a)’a gelerek özür diledi ve durumu şöyle izah etti:
    Hafsa’yla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmişsindir. dedi. Hz. Ömer de: Evet diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebûbekir (r.a) şunları söyledi:
    Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Rasûlullah (s.a)’in Hafsa ile evlenmekten söz etmesidir. Elbette onun sırrını ifşâ edemezdim, şayet Nebiyy-i Muhterem, Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim diyerek onu teselli etti. 

    Kulum! Sen bir şey istersin,ben bir şey isterim,eğer sen Benim istediğime rıza gösterirsen Ben de senin istediğine kâfî gelirim

    Kulum! Sen bir şey istersin,ben bir şey isterim,eğer sen Benim istediğime rıza gösterirsen Ben de senin istediğine kâfî gelirim ama eğer sen Benim muradıma rıza göstermezsen, Ben seni istediğin şeyler(i elde etme gayretleri içerisin)de yorarım ama sonra yine ancak Benim istediğim meydana gelir
    (İmâm-ı Gazâlî Hz, el-İhyâ, 6/433)


    Kadere iman eden
    kederden emin olur
    Hz Muhammed sav