27 Aralık 2016 Salı

Âdem-oğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsü ister. Âdem oğlunun (muhteris) gönlünü topraktan başka bir şey dolduramaz. Şu kadar ki (ihtirastan nefret edip) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabûl eder.
Hz Muhammed sav
buhari 2025
Bu ümmetin ilk önce sâlih kulları birbiri arkasında (Allah dîvânına) gidecek, geriye de arpanın, yâhut hurmanın çalkantı kozalakları gibi ıskartaları kalacaktır ki, Allah onlara hiç bir veçhile kıymet vermeyecektir.
Hz Muhammed sav
buhari 2024

İki nimet vardır ki,
insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır:
Sıhhat, boş vakit.
Hz Muhammed sav
buhari 2019

Küçük büyüğe, geçen oturana,
az çoğa selâm versin.
Hz Muhammed sav
buhari 2015
Yâ Resûlallah! İslâm`ın hangi ibâdeti hayırlıdır? Resûl-i Ekrem:(Aça) yemek yedirmen ve bildiğine, bilmediğine
selâm vermendir, diye cevâp verdi.
buhari 2017


Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem`in yanında iki kişi (ayrı ayrı) aksırmıştı,Resûl-i Ekrem bunlardan birisine hayır ve bereketle duâ buyurmuş öbürüsüne duâ etmemişti. Buna niçin duâ buyurulmadı,diye sorulduğunda Resûl-i Ekrem:
Şu (birinci) Allah`a hamdetti (Elhamdü lillah) dedi
ben de mukabele ettim, şu (ikinci) Allah`a hamdetmedi
(ben de duâ ile karşılamadım) buyurdu.
buhari 2013
Ey müminler! Sizin biriniz aksırıp Allah`a hamd ederse onun Elhamdü lillah dediğini işiten her müslümana Yerhamükellah diye mukabele etmek aksıran mümin için hak olur.
buhari 2014

26 Aralık 2016 Pazartesi

Mümin,
bir yılan deliğinden
iki kere sokulmaz!
Hz Muhammed sav
buhari 2004

Asıl kuvvetli kahraman,gazab kızgınlık zamânında nefsine mâlik ve irâdesine hâkim olandır.
Hz Muhammed sav
buhari 1999
Bir kişi: Yâ Resûlallah! Bana nasîhat buyur, temennîsinde bulundu. Resûl-i Ekrem: Gazablanma buyurdu. Bunun üzerine o kişi, Resûl-i Ekrem`e tekrar tekrar nasîhat temennîsinde bulundu (her defasında) Resûl-i Ekrem: Gazablanma, buyurdu.
Hz Muhammed sav
buhari 2000

Allahu Teâlâ`dan çok sabırlı ve aleyhinde işittiği (bâtıl iddiâların verdiği) ezâya (daha halîm) hiç bir şey yoktur. Hristiyanlar Allah`a oğul isnâd ve iddiâ ediyorlar da Allahu Teâlâ yine onları affediyor, türlü nimetlerle onları rızıklandırıyor.
Hz Muhammed sav
buhari 1998


Bir kişinin din kardeşini üç günden fazla küs bırakması, helâl değildir,iki müminin hayırlısı
önce selâm vermeye başlayandır.
Hz Muhammed sav
buhari 1996
Doğruluk,insanı hayra götürür, hayırlı işler de Cennet`e götürür. Yalancılık da insanı şerre sürükler, şer de Cehennem`e götürür.
Hz Muhammed sav
buhari 1997

Birbirinize buğz (düşmanlık) etmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinizden (yüz çevirip) ayrılmayınız. Ey Allah`ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz.
Bir müslümanın,din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl değildir.
Hz Muhammed sav
buhari 1992


أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ
Onlar çalışmıyorlar da âleme hased ediyorlar.Çalışın,Allah'ın fazlına lâyık olun, zengin olun, makbûl olun, mu’teber olun. Yoksa: “Niçin az olsun?” derse nânkörlükdür. Bazı adamlar var, hiç parası yok; fakat olsa neler yapacak, ne fenâlıklar îkā’ edecek... Gönlünden “elime çok para geçse” diyor, “şunu yapsam, bunu yapsam...” Zihninde hayli fesâdlar kurar. O, yapmış gibi olur; çünkü dâima onu temennî eder. Allah kulun kalbine bakıyor. Elinde yok, yapamıyor. Fakat kalbinde ne ümniyyeler, ne emeller besliyor. Elde olmamış, yapmamış... Sû’-i niyyet ile yaşarsa yapmış sayılır. Onun için şâri’ bize: “Fakīr olun” demedi. “Zengin olun da hüsn-i isti’mâl edin” buyurdu. Fakīrlik aklen de iyi mi addolunur? Aslâ! Fakr, insanı nelere sevk etmez?.. Fakr sebebiyle yalan söyler, fakr sebebiyle her fenâlığa cür’et eder. Fakr, ahlâkı bozar. Fakat zengin olup azmamalı. Elhâsıl i’tidâl gözetmeli. Hüsn-i isti’mâle çalışmalı.

Hasedin dünya ve âhirette kendine zararlı
olduğunu, faydasının ise dünya ve âhirete hased ettiği kimseye ola-
cağını bilmektir. Hasedinin dünyasındaki zararı, daima üzüntüde,
endişede ve sıkıntıda olmasıdır. Çünkü hiçbir zaman bir kimseye
gelen nimetten uzak olamaz. Nitekim daima düşmanının sıkıntıda
olmasını ister. Halbuki düşmanı için olmasını istediği sıfatta kendi-
si bulunur. Çünkü hasedin üzüntüsünden daha büyük üzüntü yok-
tur. O hâlde düşmanı sebebiyle kendini daima üzenden daha akılsız
kim olabilir? Zira senin hasedinden sevmediğine bir zarar gelmez.
Çünkü o nimetin, Allahü Teâlâ'nın takdir ve kazâsında bir müddeti
vardır. Ne öne alınır, ne sonraya bırakılır, ne az olur, ne de çok.
Onun sebebi ezeli takdirdir. Bazıları buna iyi talih derler.
Ne derlerse desinler aslâ değişmeyeceği bildirilmiştir. Bu se-
beptendir ki, peygamberlerden biri, saltanat sahibi olan bir kadın-
dan bıkmıştı. Allahü Teâlâ'ya çok şikâyet eyledi. Vahiy geldi: «Za-
manı geçinceye kadar ondan kaç». Zira ezelde takdir edilen müddet
aslâ değişmez. Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) biri, bir belâya
tutulmuştu. Çok duâ eyledi ve sızladı. Nihayet kendisine vahiy gel-
di ki: «Gökleri ve yeri takdir ettiğim gün, senin kısmetin bu oldu.

Ne dersin? Senin için yeniden taksim mi yapayım?».




Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem`e on sene hizmet ettim.Bir kere bana (canı sıkılıp da)
"Öf" demedi, niçin böyle yaptın da demedi,
böyle yapsaydın da demedi.
Enes b. Mâlik r.a
buhari 1987
Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem`den
bir şey istenilsin de O, (Lâ = hayır) desin
asla vâki değildir.
buhari 1986

Beş on kişilik bir Yahudi heyeti, Resulullah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istedi. İçeri girerken:
“Es-Sâmu(ölüm) aleykum” dediler. Buna karşılık Aişe:
“Bel aleykumu's-Sâmu vella'netu” Bilakis ölüm ve lanet, sizin üzerinize olsun” dedi. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.):
“Ey Âişe! Doğrusu Allah, her hususta yumuşaklıkla muamele edilmesini sever” buyurdu. Bunun üzerine Aişe:
“Dediklerini işitmedin mi?” dedi. Resulullah (s.a.v.):
“Ben de, “Ve aleykum” sizîn üzerinize de olsun,
dedim” buyurdu.
Allah`a ve âhiret gününe îmân eden kişi, komşusuna ezâ etmesin ve Allah`a,ahîret gününe îmân eden kişi misâfirlerine ikram etsin ve Allah`a, âhiret gününe îmân eden kişi
ya hayır söylesin, yâhut sussun.
Hz Muhammed sav
buhari 1981
Her marûf sadakadır
Hz Muhammed sav
buhari 1982
maruf:iyilik

Cibrîl hiç durmadan komşu hakkına hürmet olunmasını bana vasiyet ederdi. Hattâ ben yakında (Allah`ın emriyle komşuyu) komşuya mîrascı kılacak sandım.
Hz Muhammed sav
buhari 1979
Vallahi îmân(kamil îmân) etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz  Buyurdu. (Mecliste hazır bulunanlar tarafından): Yâ Resûlallah!
Bu îmân etmiş olmayan kimdir? Diye soruldu.
Resûl-i Ekrem: Komşusu zulmünden, şerrinden emîn olmayan kişi, diye cevab verdi.
buhari 1980

Bütün müminler,birbirlerine merhamette, muhabbette, lûtuf hususlarında sanki bir vücut gibidir. O vücûdun bir uzvu hastalanınca, vücûdun öbür âzâları uykusuzlukla, harâretle hasta uzvun
elemini paylaşırlar.
Hz Muhammed sav
buhari 1976

Bedevî bir Arab gelip Yâ Resûlallah Siz çocuklarınızı öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız, demişti. Resûl-i Ekrem: (Ey oğul) Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmıştır, ben ne yapabilirim, diye cevab verdi.
buhari 1971
Allahu Teâlâ rahmetini yüz parça yaptı da,
doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahlûklar birbirlerine acırlar. Hattâ kısrak (yavrusunu emzirirken) dokunur korkusuyla bir ayağını yukarı kaldırır.
Hz Muhammed sav
buhari 1973

Yâ Resûlallah Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar içinde en ziyâde lâyık ve müstehak olan kimdir? Diye sordu.
Resûl-i Ekrem: Anandır, diye cevab verdi.
Sonra kimdir? Dedi. Resûl-i Ekrem:
Sonra anandır, buyurdu. Sonra kimdir? Dedi. Resûl-i Ekrem: Sonra anandır, buyurdu.
Sonra kimdir? Deyince (dördüncüde):
Sonra babandır, diye cevap verdi.
buhari 1965

Kâfirlere her hal ve hareketinizde
muhâlefet ediniz (ve benzemeyiniz.)
Hz Muhammed sav
buhari 1955
Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti.
buhari 1954
Ashab`ım yahûdîler, hıristiyanlar sakallarını boyamazlar, siz onlara muhâlefet ediniz (kına ile boyayınız!)
Hz Muhammed sav
buhari 1956

25 Aralık 2016 Pazar

Sakın hiç biriniz ölümü temennî etmesin! Çünkü o, hayır ve ihsan sâhibi ise (yaşayıp) hayrını, ihsânını arttırması umulur; eğer günahkâr bir kişi ise (yine yaşayıp günün birisinde) tevbe ederek Allah`ın rızâsını dilemesi umulur.
Hz Muhammed sav
buhari 1918

Sizden biriniz kendisine (hastalık gibi)
bir zarar isâbet ettiğinden dolayı sakın ölümü temennî etmesin! Eğer muhakkak temenni etmek zorunda bulunursa, şöyle söylesin: Allah`ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, ölmek hayırlı olduğu zaman da beni öldür!
Hz Muhammed sav
buhari  1916


 
Yâ Resûlallah Ben saralanıyorum, saralanınca da açılıyorum, Allah`a benim için duâ buyurunuz, dedi. Resûl-i Ekrem: Ey kadın! İstersen hastalığına sabret. Bunun mukabilinde sana Cennet vardır.
buhari 1912
Kulumu iki sevgilisiyle ibtilâ (gözlerinden mahrûm) edip de kulum (şikâyet etmeyip) sabır ederse iki gözüne bedel olarak ona Cennet`i veririm.
buhari 1913

Bir müslümana hastalık isâbet ederse,Allah Teâlâ onun hatâlarını
ve günahlarını döker, ağacın yaprakları döküldüğü gibi.
Hz Muhammed sav
buhari 1911


(...رفع–
Hadîsde böyle vârid olmuş– Bu ümmetten hatâ ve nisyân merfû’dur. Cezalandırmayacak Rabbim te’âlâ. İkāb etmeyecek Cenâb-ı Mevlâ. Kimlere? Unutanlara, hatâ edenlere. Unutmuş yâhûd hatâ etmiş olursa mes’ûl olmayacak... Lâkin diğer ehâdîs delâlet eder ki bu mutlak değildir. Vüs’u yettiği kadar çekindikden sonra hatâ ederse o vakit ma’fuvdür. Fakat ehemmiyet vermez, unutur, sonra yanlış bir hüküm verirse... Bundan elbet mes’ûldür. Bilmem kaç sene evvel bir kitabda görmüş, öyle bellemiş. Üzerinden zaman geçtiği için pek de iyi hatırında yok. Fakat tekrar bakmaya da üşenir. İyi, fenâ hâtırında kaldığı gibi bir hüküm verir. Bu hüküm, yanlış olursa... Mes’ûl olmaz mı o?.. Müftü olan kimse her def’asında bakacak. Her fetvâ verdikçe merci’ine, me’hazına mürâca’at edecek. İnsandır çünkü. Olur ki yanlış bellemiş olur. İnsan için kendine güvenmek olmaz. Dâima aczini bilecek, unutmakdan sakınacak. Hatâdan çekinecek. Elhâsıl insan kendine güvenir. Tekâsül eder, ehemmiyetsiz tutar, müteseyyib olursa... O vakit mes’ûldür.

Allah Teâlâ,
bir kimse hakkında hayır dilerse,
onu musîbetlere sokar.
Hz Muhammed sav
buhari 1909

Mümin kişi tâze ot gibidir;
hangi taraftan ona rüzgâr dokunursa rüzgâr onu eğer
(fakat o yıkılmaz,yine doğrulur)
Hz Muhammed sav
buhari 1908

Sarhoşluk veren
her içki haramdır.
Hz Muhammed sav
buhari 1891
İçki,
her kötülüğün anahtarıdır.
Hz Muhammed sav


Zinâkâr (mümin) kişi zinâ ettiği sıra
(tam ve kâmil bir) mümin olduğu halde zinâ edemez. İçki içen de içki içtiği zamanda (kâmil bir) mümin olarak içemez. Hırsız da sirkat ettiği sıra
(kâmil bir) mümin olduğu halde
sirkat edemez.
Hz Muhammed sav
buhari 1888-1889

Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem Bayram hutbesinde "Sizden her kim kurban keserse (Bayramın) üçüncü gecesinden sonra evinde kurban etinden bir şey bulunduğu halde sabahlamasın" buyurdu.
Ertesi sene hulûl edince Ashâb:Yâ Resûlallah!
(Kurban etini) geçen sene yaptığımız gibi mi dağıtacağız? Diye sordular.Resûl-i Ekrem şöyle cevab verdi; bu yıl (kendiniz) yiyiniz, (misâfirlere, fukarâya) yediriniz, (âilenize) azık da ediniz. Çünkü geçen sene halk arasında geçim zorluğu vardı. İstedim ki (fakir) halka yardımda bulunasınız.
buhari 1886

24 Aralık 2016 Cumartesi

Müşrik(kâfir) iyilikleri sebebiyle kıyamet günü azabı hafifletilir fakat cehennemden çıkmaz.
Mukatil b Süleyman r.a


Dua eden müslümanın
ya duası kabul edilir
ya bazı belalar ondan uzaklaştırılır ya da
ahirette sevaba kavuşur.

23 Aralık 2016 Cuma

Sadakanın zengin ve kuvveti yerinde bir kimseye verilmesi uygun değildir.Sadaka Muhammede de ve Muhammedin âline de verilmez.
Hz Muhammed sav


22 Aralık 2016 Perşembe

Hidayet,indiği yerin kirliliği sebebiyle dalaletin sapkınlığın manasını ortaya çıkarır.
Allah Teala için Mudill dalalette bırakan ismini kullanmak insanlarda dalaleti yaratması sebebiyledir.
Dalalet bu insanların zatlarının icabıdır,
Allahın yaratması ile meydana gelmiştir.
Mudill isminin,dalaleti yaratmak istisna tutulursa,Cenabı Hak ile bir irtibatı yoktur.
İmam Rabbani Hz


20 Aralık 2016 Salı

Allahın Resülü bir topluluk içinde yemek yeseler sofradan en sonra ellerini çekerlerdi.Herkes iştihası yettigi kadar yesin ve Allah Resülünün el çektigini görerek yemekten vazgeçmesin diye... Sofraya oturduklan zaman: «— Kimse yerinden kalkmasın,
doysa da kalkmasın! Yabancılar kalkıncaya kadar
yerini muhafaza etsin!» Buyururlardı.Yemek yedikleri topluluktan dua etmedikçe ayrılmazlardı.
Amr isimli biri, Kâinatın Efendisine süt içirdi
ve duasını aldı.: «— Allahım; ona devamlı
gençlik ve canlılık ver!» Amr seksenine vardı
ve sakalında tek tel beyaz kıl görülmedi.
Allahın Resülü sav bir sefer de sahabilerine bir koyun kesmelerini emir buyurdular.Biri kesmek işini üzerine aldı, öbürü soymak, üçüncüsü de pişirmek işini üzerlerine aldılar. Allahın Resulü: «— Öyleyse odun taşımak işi de benim üzerime olsun!» Buyurdular: Sahabiler buna itiraz etti: «— Her işi bize bırak, ey Allahın Resulü; biz bu işe yeteriz.» Şu cevabı verdiler: «—Yeteceğinizi biliyorum! Fakat siz çalışırken ben boş duramam ve nefsimi sizden üstün göremem!»

17 Aralık 2016 Cumartesi

Kadın zaten bütün gizliliklerin remzidir ve maddesi de mânası da nailiyeti fethi ve mülkiyeti de saklılık peçesi altında tecellidedir.
ha kasabın çengelindeki yüzülmüş koyun, ha örtüsü kaldırılmış kadın.

Necip Fazıl Kısakürek 


13 Aralık 2016 Salı

Hangi amel olursa olsun,
şeriatın emri uyarınca sudur ediyorsa,o zikre dahildir.
İsterse alış veriş olsun.
Mektubat-ı Rabbani 338 Mektup



12 Aralık 2016 Pazartesi

Resûlullah sav`in terbiyesi altında bir çocuktum.Yemek yerken elim yemek kabının her tarafında dolaşırdı. Resûlullah bana:
-"Ey oğul, (yemeğe başlarken) Allah adını an, (Bismi`llâhi`r-Rahmâni`r-Rahîm de) sağ elinle ye ve sana yakın olan tarafdan ye!" buyurdu. Bundan sonra ben her zaman Besmele ile,
sağ elimle, önümden yemek yedim. Ebû Seleme`nin oğlu (ve Peygamberimizin oğulluğu)
buhari 1846
Bir gün son derece acıkmıştım Yolda Ömer b Hattâb ra`e kavuşdum Azîz ve Celîl olan Allah`ın kitâbında (ve Âl-i İmrân Sûresi`nden) bir âyeti bana okumasını (ve istifâde etmemi) ricâ ettim. Ve o âyeti bana okudu. (Halbuki maksadım okumak değildi, karnımı doyurmaktdı. Ömer bunu anlamamıştı, evden ayrılıp) uzak gitmeden (şiddetli açlıkdan) yüz üstü düştüm. Bu baygınlık sırasında Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in baş ucumda dikilerek bana: Yâ Ebâ Hüreyre diye seslendiğini duydum. Hemen ben: Buyur yâ Resûla`llah, emrine hazırım, her saâdet senindir, dedim. Resûlullah elimi tuttu, beni kaldırdı. Ve bu düşkün vaziyetimi anladı. Beni evine götürdü. Hemen büyük bir bardak süt içmemi emretti. Onu içtim. Sonra: Tekrak iç yâ Ebâ Hüreyre, buyurdu. Bir bardak daha içtim. Sonra bir daha süt emretti. Ben de tekrar içtim. Artık karnımın vaziyeti düzeldi, bir ok gibi dümdüz oldu. Ebû Hüreyre (rivâyetine devâm ederek) der ki: Bir müddet sonra Ömer`e kavuşmuştum. Ve başımdan geçen bu vâkıayı anlatarak: "Yâ Ömer, Allah benim karnımı doyurmaya senden daha lâyık bir zâtı, (Resûl-i Ekrem`i) memûr etti. Vallahi ben senden bana bir âyet okuyup öğretmeni ricâ etmiştim. Halbuki ben o âyeti senden daha düzgün okurdum!" dedim. Bunun üzerine Ömer, "Vallahi yâ Ebâ Hüreyre, seni evime koyup doyurmak benim için kızıl develer misâli kıymetli dünyâlığa mâlik olmaktan daha sevimlidir!" dedi.
buhari 1845
Dul kadınların ve bir günlük geçimi olmayan fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan müslüman,Allah yolunda harb eden mücâhid gibidir. Yâhud  gece namazlı, gündüz oruçlu kimse gibidir.
Hz Muhammed sav
buhari 1843
'Ben yetim işine bakan kimse
ile berâber Cennet`te şöyle bulunacağız.' buyurmuş ve şahâdet parmağıyle orta parmağını biraz açarak işâret etmiş
(ve halka göstermiş) dir.
buhari 1838
Ey Câbir Medîne`ye gece vardığında hemen âilenin yanına baskın yapar gibi ansızın girme geldiğini duyur.Tâ ki zevcinden uzak düşen kadın temizlensin ve dağınık saçlarını tarasın.
Hz Muhammed sav
buhari 1829
Sizden birisi âileden ayrılığını uzattığı zaman evine gece vakti ansızın gelmesin.
Hz Muhammed sav
buhari 1828

 
Yanında mahremi bulunmayan kadınların yanına girmekten sakınınız.Ensar`dân birisi
Yâ Resûlallah Ya erkek akrabâsına ne dersiniz? diye sordu: Resûlullah: Onlarla halvet ölümdür, buyurdu.
buhari 1826

11 Aralık 2016 Pazar

Kimin Allah`a ve âhiret gününe
îmânı varsa,o mümin kişi
komşusuna ezâ ve cefâ etmesin.
Bir de ey müminler,
size kadınlar hakkında
hayırlı olmanızı vasiyet ederim.
Hz Muhammed sav
buhari 1816
Dul kadın kendisinin sarâhaten emri olmadıkça nikâh olunmaz,kız da izni alınmaksızın nikâh olunmaz.Meclisde hazır bulunanlar: Yâ Resûlallah
bâkir bir kızın izni nasıl olur? diye sorduklarında Resûlullah: Onun izni sükût etmesidir, buyurdu.
buhari 1806



Hansâ`yı babası (Hâlid) iznini, rızâsını almaksızın tezvîc etmişti.Kadın bu izdivâcı hoş görmeyerek: Resûl-i Ekrem`e gidip şikâyet etti. (Ve babam beni birisine nikâh etmiş. Halbuki başkası ile evlenmek benim için daha hayırlı olurdu, dedi.) Resûl-i Ekrem de bu nikâhı red ve iptâl etti.
buhari 1808
Resûlullah sav`e bir kadın gelip kendisini zevceliğe almasını teklîf etti Orada hazır bulunan bir Sahâbî Yâ Resûla`llah! bu kadını bana tezvîc etseniz, dedi. Resûl-i Ekrem: - (Mehir olarak dünyâlık verecek) bir şeyin var mı? diye sordu. O Sahâbî: - Hayır yâ Resûla`llah, yanımda hiç bir şey yoktur, dedi. Resûl-i Ekrem: - Haydi git, araştır ve demir bir yüzük olsun (bul, getir, tak) buyurdu. Sahâbî gitti. Sonra dönüp gelerek: - Hayır yâ Resûla`llah, dünyâlık bir şey, demir bir halka bile bulamadım. Ve lâkin şu izârım (belden aşağı ihrâmım) var. Bunun yarısını verebilirim, dedi. Râvî Sehl İbn-i Sâ`d der ki: Bu fakir Sahâbe`nin (izârı üzerine giyecek) ridâsı bile yoktu. Bunun üzerine Resûlullah: - İyi ama izârınla ne iş görebilirsin, neye yarar? Onu sen giyersen kadının üstünde ondan bir şey bulunmaz, açıkda kalır, kadın giyerse sen çıplak kalırsın, buyurdu. Adamcağız bulunduğu yere oturdu. Bu oturuşu uzayınca da kalkıp (me`yûs bir halde) gitti. Resûlullah bu zâtın (ümidsiz) gittiğini görünce onu çağırdı, : - Kur`ân`dan ezberinde bir şey var mı? diye sordu. Fakir Sahâbî: - Ezberimde şu sûre var, şu sûre var, şu sûre var, diye birtakım sûreler saymaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: - Kur`ân`dan ezberindeki sûrelerle seni bu kadına mâlik kıldım (tezvîc eyledim) buyurdu.
buhari 1803---tezvîc(evlendirmek)
Sizin hayırlınız Kur`ân öğrenen ve öğretendir.
Hz Muhammed sav
buhari  1775

10 Aralık 2016 Cumartesi

Ben bir gazâda bulundum Orada münâfıkların reisi Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selûl`ün münâfıklara şöyle dediğini işittim: "Ey cemâat! Resûlullah`ın yanındakilere nafaka vermeyiniz, tâ ki etrâfından dağılsınlar!" Ve "onun (Peygamber`in) yanından Medîne`ye bir dönersek her halde izzet ve kuvveti ziyâde olan (yâni İbn-i Übey kendisi de münâfıklar) en zelîl ve zayıf olanı (Peygamberi ve Ashâbını) Medîne`den muhakkak çıkaracaktır" (Râvî Zeyd der ki) İbn-i Übeyy`in bu sözlerini ben amcam (Sa`d İbn-i Ubâde`ye) anlattım. O da Resûlullah`a arzetti. Bunun üzerine Resûlullah beni dâ`vet etti. Ben de İbn-i Übeyy`in sözlerini arz ettim. Bu def`a da Resûlullah İbn-i Übeyy ile Ashâbına haber gönderdi. Bunlar da gelerek: Biz böyle bir şey söylemedik, diye yemîn etmeleri üzerine Peygamber beni tekzîb, onları tasdîk buyurdu. Bunun üzerine ben o kadar mahzûn oldum ki, ömrüm içinde o derece hiç kederlenmedim. Artık eve kapandım, (beni yalancılıkla ithâm ederler korkusuyla evde oturuyordum). (Son derece bunaldığım) bu sırada Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ: ... Sûresi`ni indirdi. Bu sûrenin gelmesi üzerine Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bana haber gönderdi. (Huzûra varınca) bana bu sûreyi okudu. Ve: - Yâ Zeyd,
Allahu Teâlâ seni tasdîk etti, buyurdu.
buhari 1748
Âhiret`te cehennemlikler Cehennem`e atılacaklar her mücrim atıldıkça Cehennem
Daha ziyâde var mı? (Yerim var haydi getiriniz,) diyecek.
Hz Muhammed sav
buhari 1738



- Ey Kureyş, bana söyleyiniz. Şimdi ben size: (Şu dağın eteğinde) düşman (süvârîsi var) sizi baskına uğratacaktır,
diye haber versem beni tasdîk eder misiniz? diye sordu. Kureyş (bir ağızdan): - Evet tasdîk ederiz (çünkü bütün tecrübelerimizde seni doğru bulduk) dediler. Resûl-i Ekrem:
- Öyle ise ben sizi şiddetli bir azâbın karşısında intibâha dâvete memûrum,buyurdu.(Resûl-i Ekrem`in bu dâveti hiç bir muhâlefetle karşılanmadı, yalnız) Ebû Leheb: -Ey Muhammed (yazık sana) helâke, hüsrâna uğrayasın. Bunun için mi bizi buraya topladın? demişti. (Ve yerden bir taş alıp atmak istemişti.) Bunun üzerine Allahu Teâlâ: (Ebû Leheb`in iki eli kurusun) âyetiyle başlayan sûreyi inzâl buyurdu.
buhari 1728

Kıyâmet günü ehli Cennet Cennet`e
Cehennemlikler de Cehennem`e ayrıldıktan sonra
ölüm bir koyun sûretinde getirilecek.
Koyun sûretindeki ölüm (Cennet`le Cehennem arasında) boğazlanır. "Ey Cennet halkı! Cennet`te ebedî yaşayacaksınız, artık ölüm yoktur.
(Cehhennem halkına da) Ey Cehennem`likler siz de karargâhınızda ebedîsiniz, size de ölüm yoktur!"
Hz Muhammed sav
buhari 1715
Resûlullah sav İslâm`ın ilk günlerinde Mekke`de gizli yaşıyordu Fakat Ashâbıyla namaz kıldığı zaman Kur`an okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler ise Kur`ân`ı duyunca hem Kur`ân`a, hem onu gönderene, hem de Kur`ân kendisine gelene küfrediyorlardı. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ Peygamber`i salla`llahu aleyhi ve sellem`e: - Habîbim! Namazda kırâatini açıklama. Sonra müşrikler işitirler de Kur`ân`a küfrederler. Kırâatini Ashâbından gizleme de.
Sonra onlara duyuramazsın. Bunun ikisi arası
bir yol ihtiyâr et, buyurdu.
buhari 1713
Cimrilikten tembellikten
erzeli ömürden kabir azâbından deccâlın ve yalancı insanların iğfâlinden hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.
Hz Muhammed sav
buhari  1710


Nâs içinde âhireti dünya için terk etmişler var: Dünya
yeter bize!... diyorlar. Bir kısmımız böyledir. Asıl fenâlık budur. Lâkin öbürleri de fenâ. Onlar şöyle diyorlar: Bize âhiret
lâzım. Dünya nemize lâzım?.. Tembellik ederler, işden çekilirler. Hâ’inlere meydân veriyorlar. Ne yaparlar? Kimi tekkeye çekilir, kimi Mekke’ye çekilir. Bazıları da evinde oturur.
Köşe minderinde, koltuğunda imrâr-i hayât eder. İşsizlikden
boş boşuna durmakdan kuvve-i fikriyyeleri âtıl bir hâle gelir.
Esnemekden başka meşgaleleri olmaz. Hâlbuki her insânın
elinden bir iş gelir. Gerek cismi, gerek fikri i’mâl etmeli. İşi
gücü terk ile köşe-i inzivâya çekilmek, hamiyyetsizlikdir.
Kendi geçineceğini te’mîn edip bir köşeye çekilmek, yâhud
kahvehânelerde pineklemek... pek mezmûmdur. Bu gibi insanlar cem’iyet-i beşeriyyeden sayılmaz. Onlara “insan” ıtlâk etmek abesdir. Ne cismen ne fikren insanlıkda bir alâkaları yokdur. Onlar bu cemiyet efrâdından ma’dûd değildir. Bir şeyin ki vücûdu, ademi müsâvîdir; ona bir isim
takmak abesdir. Herkes elinden geldiği kadar çalışmalı. Elinden başka bir şey gelmeyen varsa du’â ile iştigâl eder.
Du’â kazanmaya da çalış! Ama du’âya bi-hakkın lâyık olmalısın. Vezâ’if-i dîniyyeyi, hukūk-ı ibâdı îfâ etmelisin. Yoksa öteden beriden la’netler, bed-du’âlar yağarsa hayır-du’â
ne fâ’ide verir. Dâima hüküm aglebindir.


 
Allah Teala zâlime mühlet verir, hemen azâb etmez.En sonunda
bir kere yakaladı mı artık bir daha onu salıvermez.
Hz Muhammed sav
buhari 1708

Abdullâh b Ömer`e fitne harbi hakkında reyin nedir bu kıtâle niçin iştirâk etmiyorsun diye soruldu O da sorana: "Fitne nedir bilir misin? Muhammed salla`llahu aleyhi ve sellem müşriklerle harb ederdi. Müşrikler üzerine harbe gitmek bir fitne (ve şirki izâle) içindi. Yoksa sizin kitâliniz gibi mülk ve saltanat üzerine açılmış harb değildir." diye cevâb verdi.
buhari 1705
Ey Hattaboğlu! aramızda adâletle de hükmetmiyorsun!
Uyeyne b. Hısn, Medine'ye gelip yeğeni Hürr b. Kays'a misafir oldu.
Hürr, Hz. Ömer'in danışma meclisi üyelerindendi. Bu durumdan yararlanarak Uyeyne, yeğeni Hürr b. Kays'a;
"-Yeğenim! Senin devlet başkanı yanında hatırın sayılır.Beni kendisiyle
bir görüştürüver" dedi. Hürr, Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne, halifenin yanına girince;
"-Ey Hattaboğlu! Allah'a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyor ve aramızda adâletle de hükmetmiyorsun!" dedi. Ömer, alındı ve kızdı, Uyeyne'yi cezalandırmak üzereyken, Hürr araya girdi ve;
"-Ey mü'minlerin emiri! Allah, Peygamber'ine "Affı seç, iyiliği emret, câhilleri cezalandırmaktan vazgeç!"[el-A’raf (7), 199] buyurdu.
Benim bu amcam da câhillerdendir" dedi.
İbni Abbâs diyor ki, Allah'a yemin ederim ki,Hürr bu âyeti hatırlatınca
Hz Ömer, Uyeyne'yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer,
Allah'ın Kitabına son derece bağlı ve saygılı idi.

9 Aralık 2016 Cuma

Nebî sav,Ey b. Mesûd haydi bana Kur`ân oku diye emretti.Ben de:Yâ Resûlallah Kur`ân sana gönderildiği halde onu size nasıl okuyacağım? dedim. Resûl-i Ekrem: - Kur`ân`ı ben başkasından işitmeyi çok severim, buyurdu. Ben de Sûre-i Nisâ`yı okumaya başladım. Okurken ... âyetine gelince Resûl-i Ekrem: - Sus, buyurdu. O sırada gördüm ki Resûlullah`ın iki gözü yaş döküyordu.
buhari 1693


Rasulûllah -sallallahu aleyhi ve sellem- Sûre-i Rahmân nâzil olunca huzurunda bulunan ashâbına hitâben:

- Kureyş cemaatine gidip şu sûreyi okuyacak var mıdır, buyurdu. Kureyş’in şerrinden korktukları için ashâb sükût ettiler. Abdullah ibn-i Mes’ûd -radıyallahu anh-: -Ben okurum Yâ Rasûlallah, dedi. Fakat İbn-i Mes’ûd, vücudu zayıf bir zât-ı latîf olduğundan Rasûlullah onun gitmesini arzu buyurmadığı cihetle üç defa kelâmını tekrar ettiler. Yani ashâbdan bir başkasının gitmesini arzu ettiğini izhâr ettiler. Fakat her defasında cevap İbn-i Mes’ud’a müyesser oldu. Müsâade-i Nebeviye üzerine Abdullah ibn-i Mes’ûd -radıyallahu anh- gitti. Kâbe’nin etrafında Kureyş’in büyüklerine karşı Sûre-i Rahmân’ı okumaya başlayınca Ebû Cehil, İbn-i Mes’ûd’a bir tokat vurdu. Ve kulağını yaraladı. İbn-i Mes’ud ağlayarak gelince Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- mükedder oldu. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm gülerek geldi:

-Yâ Rasûlallah! Merâk etme, âkıbet sizindir, buyurdu.
Siz kime ibâdet ederdiniz diye sorulacak Yahudiler Allah`ın oğlu Uzeyre diye cevâb verecekler Bunun üzerine onlara: Yalan söylüyorsunuz. Allah hiç bir eş ve oğul edinmedi, denilecek. Şimdi siz ne istersiniz? diye sorulacak. Onlar da: Ey Rabbimiz, çok susadık; bize su ihsân et, diyecekler. Bunun üzerine onlara: Haydi suya geliniz., diye işâret olunacak. Ve Cehennem`e doğru sevk olunacaklar. Cehennem onlara serâb gibi görülecek. (Su sanarak) birbirlerini çiğneyerek giderken Cehennem`e düşecekler. Sonra Nasârâ(Hristiyanlar) çağırılacaklar. Onlara da: Siz kime kulluk ederdiniz? diye sorulacak. Onlar da: Allah`ın oğlu Mesîh (Îsâ`ya) diyecekler. Onlara da: Yalan söylüyorsunuz. Allah ne eş, ne oğul edinmedi, denilecek ve ne dilekleri olduğu sorulacak. Onlar da yahûdîlerin sevk olundukları gibi Cehennem`e sevk olunacaklar.
Hz Muhammed sav
buhari 1692
Kur`ân`da adı geçen Miskin halkın kendisine bir hurma bir iki lokma yiyecek verdiği kimseler değildir.Hakîkî miskîn, (kendisini geçindirecek nafakaya mâlik olmadığı halde) halka el açıp istemekten çekinen şu iffet sâhibleridir. İsterseniz (Kur`ânın tarîf ve tavsîfini de) okuyunuz: "Onlar nâstan isrâr ile istemezler!"
buhari 1683
Ehli Kitâb olan yahûdîler Tevrât`ı
İbrânîce metni ile okurlar Arab  diliyle de müslümanlara tefsîr ederlerdi.Bu hususta Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Ashâbına siz Ehl-i Kitâb (ın sözlerin)i ne tasdîk, ne de tekzîb ediniz. Ancak: (Biz Allah`a ve bize indirilen Kur`ân`a îmân ettik...) deyiniz, buyurmuştur.
buhari 1679
İnsanlar takım takım girerek,imamsız olarak kendi başlarına Peygamberimiz Aleyhissalatü vesselamın üzerine namaz kıldıktan sonra çıkıyorlardı.
Böylece önce erkekler,sonra kadınlar,daha sonra da çocuklar Fahr-i Alem Efendimize karşı bu son vazifelerini (cenaze namazını) huşû ve hüzün içinde
ifâ ettiler.Çevre kabilelerden de insanlar gelerek Resulullah (asm)'ın cenaze namazını kıldırlar.
Bu nedenlerden dolayı Peygamberimizin (asm) defni uzun sürmüştür.
Allah`ın bana ihsân ettiği nimetlerinden birisi Resûlullah`ın benim odamda benim nöbetimde mübârek başı benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefât etmesidir. Bir de Allah`ın, onun vefâtı sırasında benim tükürüğümle onun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir (Şöyle ki: kardeşim) Abdurrahmân elinde bir misvâkle odaya girmişti. Ben de Resûlullah`ı (göğsüme yan) dayamıştım. Onun misvâke dikkatle baktığını gördüm. Misvâki çok sevdiğini bildiğim için: Size misvâki alayım mı? diye sordum. Başı ile: Evet, diye işâret etti. Ben de misvâki yumuşatıp verince ağzında yürütüp fırçaladı. Bir de Resûlullah`ın yanında sahtiyandan ufak bir su kabı, içinde su ile berâber dururdu. Ara sıra iki elini bu kaba batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzün sıvayor ve: Lâilâhe illâ`llah! Ölümün ne şiddetleri, sademeleri var, diyordu. Sonra elini kaldırdı. Tâ rûhu alınıncaya kadar: Allah`ım beni Refîk-i A`lâ câmiasında kıl, duâsına devâm etti. Ve bu duâ ile Hatemü`l-Enbiyâ`nın (mu`cizeler ihzâr eden mübârek) eli düştü. Ümmü`l-mü`minîn Âişe ra
buhari 1668
Alî Vallahi bu işi biz Resûlullah`a sorar o da bizi bundan menederse Resûlullahın vefâtından sonra halk (bununla istidlâl ederek) hılâfeti bize vermezler. Bu cihetle ben Resûlullah`a sormam (ve hilâfet istemem) diye yemîn etti. (Resûlullah`ın vefâtı üzerine Abbâs) Alî`ye: Elini uzat, bîat edeyim. (Beni görerek) halk da bîat edecektir, dediyse de Alî bu teklîfi de kabûl etmedi. Abdullâh b. Abbâs ra
buhari 1667
Nebî sav vefât etmezden önce bana arkasını dayamış bir vaziyette iken kendisine kulak verdim,
'Allah`ım günahlarımı bağışla bana merhamet et ve beni Refîk-ı A`lâ`ya eriştir,' diye duâ ettiğini işittim.
Ümmü`l-müminîn Âişe r.a
buhari 1665

8 Aralık 2016 Perşembe

Resûlullah sav bir kuvvei seferiyye göndermiş ve bunlar üzerine Ebû Ubeyde b Cerrâh`ı Emîr ta`yîn etmişti. Bu seferî kuvvet üçyüz neferden ibâret idi. (Câbir der ki:) Biz yola çıktık. Yolun bir kısmında bulunduğumuz sıra azığımız tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde mücâhidlere yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti. Getirilen erzâk bir araya topladı ki, bu toplanan erzak iki dağarcık hurmadan ibâretti. Bu hurma ile Ebû Ubeyde her gün azar azar vererek bizi geçindiriyordu. Nihâyet bu da sona ermişti. Bir derecede ki, herkesin payına günde birer hurma düşüyordu. (Câbir bu vak`ayı anlatırken) Câbir`in râvîsi Vehb İbn-i Keysân tarafından ona): - Günde bir hurma sizin gıdânıza nasıl yetiştirdi? diye sordu. Câbir de: - (Sen ne diyorsun?) Bu bir hurma da tükenince onun yokluğunun acısını da tattık. Dikenli ağacın yapraklarını yemişlerini yedik.Sonra deniz sâhiline varmıştık, bir de ne görelim? Deniz sâhilinde küçük dağ gibi bir balık bulunuyordu. (Bunu deniz sâhiline atmıştı). Heyet-i seferiyyemiz on sekiz gün bu balığın etini yediler, sonra Ebû Ubeyde`nin emriyle balığın iki (kaburga) kemiği dikildi. Sonra yine Ebû Ubeyde`nin emriyle hazırlanan bir süvârî bu iki kemiğin altından geçti.
Fakat onlardan birisine dokunmadı.
buhari 1644


Her sarhoşluk veren şey haramdır.
Hz Muhammed sav
buhari 1639
-Ya Resulallah Sakif oğullarına beddua etseniz.
Resuli Ekrem sav:
'Ya Rabbi Sakif'e doğruyu göster, onları bizim camiamıza getir.' diye dua buyurdu.

Nebî sav Ashâb`ın bu meserretine güldü
Tâif seferinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şehri günlerce muhâsara ettiği halde Benî Sakîf`ten hiçbir mağlûbiyet haberi gelmemişti.Resûlullah (bâzı Ashâbıyla istişâre ederek):İnşâ-Allah yarın döneceğiz! diye (muhasaraya son vereceğini) orduya ilân etmişti. Fakat bu haber mücâhidlere ağır gelerek: Tâif`i fethetmeden nasıl gideriz? dediler. Resûl-i Ekrem: Öyle ise yarın sabah harbe hazır olun! buyurdu. (Düşman müthiş müdâfaada bulundu. Attığı ok, taş, kızgın demir çivilerle) Ashâb`dan pek çoğu yaralandı. Bunun üzerine Resûlullah: İnşâ-Allah yarın döneceğiz! buyurdu. Bu defa bu karar onları sevindirdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de Ashâb`ın bu meserretine güldü.
buhari 1631

7 Aralık 2016 Çarşamba

Şu oku dizimden çek çıkar dedi Ben de hemen çıkardım Fakat okun yerinden pek çok su boşandı Az bir zaman yaşayıp sonra vefât etti
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Huneyn gazâsından sonra (amcam) Ebû Âmir`i bir fırka asker üzerine komutan yaparak Evtâs`a gönderdi. Ebû Âmir, (birkaç bin düşmanla buraya kaçıp gelen düşman komutanlarından) Düreyd İbn-i Sımme ile burada karşılaştı. Vuku` bulan muhârebede Düreyd katlolundu. Askerlerini de Allah hezîmete uğrattı. Resûlullah beni de (amcam) Ebû Âmir ile berâber göndermişti. Bu sırada Ebû Âmir`in dizine Cüşem kabîlesinden birisi tarafından bir ok atılmıştı. Hemen ben Ebû Âmir`e koştum: Ey amca, sana kim ok attı? diye sordum. Ebû Mûsâ`ya (bana): işte ok atan katilim şudur! diye gösterdi. Ben hemen katile doğru koştum, yetiştim. Katil beni görünce dönüp kaçmaya başladı. Ben herifi takîb ettim. Hem koşuyor, hem: (kaçmaktan) utanmaz mısın, niçin durmuyorsun? diye haykırıyordum. Herif kaçmaktan vazgeçti, (bana döndü). Her ikimiz kılıcımızla vuruşmaya başladık. En sonu hasmımı öldürdüm. Sonra (Ebû Âmir`in yanına geldim): Ey Ebâ Âmir, Allah düşmanını öldürdü! dedim. Amcam bana:Ey kardeşim oğlu! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem`e selâm söyle ve bana istiğfâr etmesini ricâ et! dedi ve beni kendi yerine mücâhidler üzerine komutan yaptı. Az bir zaman yaşayıp sonra vefât etti. (Evtâs seferinden) dönüp geldiğimde hâne-i Saâdet`de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem`in huzûruna girdim. Resûlullah hasırdan örülmüş ve üzerine (ince) şilte serilmiş bir taht üstünde yatıyordu. Hasırın örgüleri vücûdunun arkasına ve iki tarafına iz etmiş bulunuyordu. Ben, Resûlullah`a zaferimizi ve Ebû Âmir`in şahâdetini ve: Resûlullah benim için istiğfâr etsin! diye vasıyet ettiğini arzettim. Bunun üzerin Resûlullah abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra ellerini kaldırıp: Allah`ım, kulcağızın Ebû Âmir`i yarlığa! diye duâ etti. Duâ ederken (ellerini o kadar kaldırmıştı ki) ben, iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Resûla`llah, benim için de mağfiret dile! diye ricâ ettim. Resûlullah benim için de: Rabb`im, Abdullah İbn-i Kays`ın günâhını afveyle, ve kıyâmet gününde onu en âlî ve güzel makama koy! diye duâ buyurdu.buhari 1629

Rasûlullah Efendimiz sav:
'Kim Ebû Süfyan'ın hânesine girerse kim Mescîdi Haram'a girerse kim silahını terkedip kendi hânesine kapanırsa,kim Hakem ibn-i Hüzam'ın hânesine girerse, onlar emindirler. Kılıçtan geçirilmeyecektir.' buyurdu.
Ey Üsâme Bu adamı Lâ ilâhe illâllah
dedikten sonra niçin öldürdün diye sordu
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
bizi (cihâda) göndermişti.
Resûlullah bana: - Ey Üsâme! Bu adamı Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra niçin öldürdün? diye sordu. Ben de: - O, ölümden kaçmak için söyledi! dedim. Resûlullah ise, bu: Niçin öldürdün? suâlini hiç durmadan tekrâr ediyordu.Üsâme (mübâlâğa edip) nihâyet ben: Keşke bugünden önce müslüman olmayaydım? temennîsinde bulundum, demiştir.
buhari 1620
Cafer b Ebî Tâlib`i r.a Şehîd edildikten sonra maktuller arasında aradık.Onun vücûdunda doksan kadar süngü ve ok yarası bulduk!
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Mûte harbinde Zeyd İbn-i Hârise`yi r.a komutan tâyin edip: Eğer Zeyd katlolunursa Cafer komutandır. Cafer de katlolunursa Abdullah İbn-i Revâha komutandır, buyurdu. Râvî Abdullah b. Ömer r.a der ki: Bu gâzâda ben de mücâhidler içinde bulundum.
Cafer b Ebî Tâlib`i Şehîd edildikten sonra maktuller arasında aradık Onun vücûdunda doksan kadar süngü ve ok yarası bulduk!

buhari 1619

İslam askeri Hayber önlerine gelmişti Hazreti Ali’nin gözleri ağrıyordu Resûlullah efendimiz okudu ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti. Hazreti Ali’nin gözlerinde
bir ağrı sızı kalmadı...

6 Aralık 2016 Salı

Hayber günü baldırımdan ağırca vurulmuştum. Hemen Nebî sav`e geldim Resûlullah üç defa nefes etti O saatte ağrı ve ıztırab hissetmedim.
Seleme İbn-i Ekva r.a
buhari 1611


Sana Cennet hazînelerinden büyük bir hazîne değerinde bir kelimeyi bildireyim mi buyurdu. Ben de: - Bildir, yâ Resûla`llah; babam, anam sana fedâ olsun! dedim. Resûlullah: - O kelime, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi`llâh`dır! buyurdu. Ebû Mûsâ el-Eş`arî ra
buhari 1608



Şu bedevî arab ben uyurken kılıcımı alarak kınından çekmiş hemen uyandım Kılıç kınından sıyrılmış olarak bunun elinde idi. Bu halde bana bedevî: - (Şimdi benden korkar mısın? diye sordu. Ben: - Hayır, korkmam! dedim. Bedevî:) - Benim tecâvüzümden şu anda seni kim koruyabilir? dedi. Ben de: - Allah korur! dedim. (Bu sırada Cibrîl bunun göğsüne bir yumruk vurmuştu da kılıç elinden düşmüştü. Bunun üzerine Resûlullah kılıcı eline alarak arâbîye: - Şimdi seni benden kim kurtarabilir? buyurdu. Bedevî: - Hiçbir kimse kurtaramaz! diye cevab verdi. Resûlullah sonra bize): - Ashâbım, bakıp ibret alınız! Bu vak`anın kahramânı şu oturan bedevîdir! buyurdu. Sonra Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem
onu cezâlandırmadı.
buhari 1595





Nebî sav ile bir gazâya çıktık Altı kişi idik Bir devemiz vardı Nöbetleşe biniyorduk Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımızda bez parçası sarıyorduk.
buhari 1593

Uhud günü Nebî sav`e Yâ Resûlallah Ben öldürülürsem nerede bulunacağım diye sordu Resûlullah Cennet`te! buyurdu. Bunun üzerine o kişi elindeki (yemekte olduğu) hurmaları hemen yere atarak harbe girişti. Sonra şehîd oluncaya kadar vuruştu.
buhari 1580


5 Aralık 2016 Pazartesi

Kâfirlerden bir kişi ile vuruşsam da o benim iki elimden birisini kılıcıyla vurup koparsa sonra benden kaçıp bir ağaca ilticâ etse de: Ben Allah için müslümân oldum:... dese, ben onu tevhîd kelimesini söyledikten sonra öldürebilir miyim? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - Hayır, onu öldürme! buyurdu.
buhari 1573

Bedir günü Peygamber Efendimiz maktullerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve maktullerinin kendi adlarıyla, babalarının adlarıyla çağırmaya başladı da: - Yâ filân İbn-i filân, yâ filân İbn-i filân! Siz Allah`a ve Resûlullah`a itâat etmiş olsaydınız itâatiniz sizi sevindirir mi idi? (Şüphesiz sevindirirdi). Ey maktuller! Biz, Rabb`imizin bize vadettiği nusret ve zaferi muhakkak sûrette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) Rabbinizin vadettiği (mevhûm) nusret ve zaferi gerçek buldunuz mu? buyurdu. Râvî Ebû Talha der ki: Bunun üzerine Ömer: - Yâ Resûlallah! Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu cesedlere ne söylersin? dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - Muhammed`in hayâtı yed-i kudretinde olan Allah`a yemîn ederim ki, benim söylediğim sözleri siz, onlardan daha iyi işitir değilsiniz! buyurdu.
buhari 1567

1 Aralık 2016 Perşembe

Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız
İslam askerleri Bedir Gazvesi'ne giderken Mekkeli müşriklere ait kervanın kaçıp kurtulduğu haberi alınmıştı. O zaman bazı müslümanlar Medine'ye dönmenin daha uygun olacağını düşündü. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, ashab-ı kiram'ın görüşlerini almak istedi. Ensar adına söz alan Sa'd İbni Muaz ayağa kalkarak şunları söyledi:
-Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin dinin hak olduğunu bütün varlığımızla kabul ettik. Seni dinleyip itaat etmek üzere sana söz verdik.
Ya Resûlallah! Nasıl uygun görürsen öyle yap. Biz seninle birlikteyiz. Seni hak din ile ve Kur'an-ı Kerîm ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız..."
Medineli her Müslüman kardeş olduğu Mekkeli Müslümana malının yarısını veriyordu Muhacir kardeşlerine karşı misafirperverliğin, cömertliğin, kadirşinaslığın, insanlığın en yüce derecesini göstermekten zevk alıyorlardı. Bununla da kalmayıp hurmalıklarını da Muhacir kardeşleriyle paylaşmak için Peygamberimize (a.s.m.) bir teklif götürdüler. Muhacirler Mekkeli oldukları için o ana kadar tarımla meşgul olmamışlardı. Bu tekliflerini Peygamberimiz  (a.s.m.) geri çevirdi. Fakat Ensar buna da bir çare buldu. Tarımdan anlamayan Muhacirler, sadece hurma ağaçlarının bakımı ve sulamasıyla ilgilenecekler, Ensar da ekip biçecekti. Hasat mevsimi gelince toplanan hurmalar yarı yarıya paylaşılacaktı. Peygamberimiz (a.s.m.) sunulan bu teklifi kabul etti.
Ama Muhacirler, “Ensar kardeşlerimiz bize mal mülk verdi, ihtiyaçlarımızı giderdi, barınacak ev verdi” diyerek boş durmadılar. Herkes elinden gelen gayreti göstererek, kardeşlerine yük olmamaya çalıştı.
Bunun en canlı örneğini aralarında kardeşlik bağı kurulan Sa’d bin Rebi ile Abdurrahman bin Avf arasında yaşandı.
Hz. Sa’d, Hz. Abdurrahman’a, “Ben Medineli Müslümanların en zenginiyim,
malımın yarısını sana ayırdım” dedi. Dünyada iken cennetle müjdelenen
on sahabiden biri olan Abdurrahman bin Avf’ın verdiği cevap,
kardeşinin getirdiği teklif kadar düşündürücüydü:
“Kardeşim, malının ve mülkünün hayrını göresin, benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alışveriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir.”
Çarşının yolunu öğrenen Abdurahman bin Avf, Peygamberimizden (a.s.m.) de bereket duası alınca çok geçmeden Medine’nin sayılı tüccarları arasında yer aldı.



Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ve Allah’ın dinini ve ahkamını beyan eden Kur’ân-ı Kerime toplu olarak yapışın ve dağılmayın. Ey mü’minler! Cenab-ı Allah’ın sizin üzerinize ihsan buyurduğu şol zamandaki nimetini zikredin ki o zamanda birbiriniz ile düşman idiniz. Allah’u Teala iman nuru ile kalplerinizi telif etti de akşamda birbirinizle düşman iken sabah vakti kardeş oldunuz. Allah’ın nimetlerini tefekkür edip bir daha tefrikaya düşmemeniz lazımdı.” (Âl-i İmrân Sûresi, 103)
Diğer bir mânâya göre “Ey Müslümanlar hep birlikte Allah (c.c.)’ın ipi diye vasıflandırılan Kur’ân-ı Kerime, Rasulü Ekrem’e, İslam dinine sımsıkı sarılın, ahlâk-ı peygamberiyye ile ahlaklanarak birliğiniz ile yetinir olup, birliğinizi bozacak varlığınızı târumar edecek ayrılık sebeplerine meydan vermeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz, O sizin kalplerinizi birleştirdi ve Allah’ın bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz.”
Yani İslam nimetiyle müşerref olmadan evvelki hayatınızı düşünün İslam’ın nûru doğar doğmaz bu düşmanlık yerine emsalsiz bir kardeşlik sevgisi hakim oldu. Herkes birbirini Allah için sever olup, şefkat ve merhamet hissi ile yaşar oldular. İşte bu ayeti celile tefsirinde beyan olduğu üzere Evs ve Hazrec kabileleri bir ana ve baba evladından oldukları halde uzun zaman sonra çoğaldıklarında aralarında buğz ve adavet artıp böylece aralarında kanlı muharebeler olmuştur.
Cenab-ı Hakk nur-u İslam ile aralarındaki buğz u adaveti muhabbete tebdil buyurdu. Bu mealde daha pek çok ayeti celileler vardır. “Müminler hemen ancak her halde kardeştir. Artık iki kardeşinizin arasını bulun ve Allah’tan korkun ki rahmet ve mağfiretine mazhar olasınız” (Hucurât Sûresi, 10) demektir. Bu ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki umum insandan fani hayatlarını temsili olan bir babaya bağlı oldukları gibi müminler de ebedi saadeti temin eden imana mensupturlar. Ayeti celiledeki “Allah’tan korkun ki siz esirgenesiniz” emr-i ilahisi din kardeşliğinin şartına ve haklarına riayet hususunda Cenabı Allah’tan korkmayı tavsiye buyuruyor ki ancak bu sayede inayet-i ilahiyye’ye erilebilecek ve bu kardeşliğin hakiki tahakkuku neticesi olarak her mümin diğer mümin kardeşine gönlünde şefkat ve merhamet hissetmeye başlar. Bir vesile hayatta mesut olarak görülür. Ve böylece bir mümin herhangi bir din kardeşini gözettiği halde maddi ve manevi zarar ve tehlikelerden kurtarmaya gayret etmiş olur.
Eğer bir mümin diğer mümin kardeşini cehalet karanlığından kurtarmaya çalışıp, ilm ü irfan nuruna kavuşturmaya çalışmazsa kendi üzerine düşen kardeşlik, şefkat ve merhamet hukukunu yapmamış sayılır. Halbuki Kur’ân-ı Kerim ise Müslümanların ferdî kalmayıp daima ictimaî olmalarını emretmektedir. Nitekim şu hadisi şerif bu manayı müeyyiddir.
Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor ki: “Kendisi için sevdiğini herhangi bir müslüman kardeşi için de sevmeyen müminin imanı kamil olmaz. Müminler birbirleriyle kardeş ve tek insan gibi dindaş olunca pek tabiidir ki ebedi din kardeşliğinin fani din kardeşliğinden daha bir azametli ve kıymetli olduğu şer’an sabit olur.”
İşte Müslümanların ferdî kalmayıp ictimaî olmalarını şart kılan bir hadisi şerif daha: “Müminler tek bir vücut gibidir ki onun herhangi bir azası şikayet ederse diğer azaları da onun rahatsızlığına iştirak ederler.” İşte görülüyor ki İslam’ın kıymet ve ehemmiyet verdiği yakınlık hep din iman yakınlığı. Nitekim bu ilahi hakikati Hakk Teala Hazretleri Nuh aleyhisselama babasının emrine isyan eden oğlunun ehlinden olmadığını şu ayeti celilede beyan buyurmuştur. “Ey Nuh o katiyen senin ehlinden değildir çünkü onun işlediği gayet kötü bir iştir.” (Hûd Sûresi, 43)
Bu ayeti kerime kat’i surette delâlet ediyor ki hakiki yakınlık iman yakınlığıdır, yoksa iman rabıtasından mahrum bulunan herhangi maddi ve fani yakınlık sarahaten nefy ile reddedilmiştir. Nitekim şu ayeti celile bu hakikati daha vâzıh bir şekilde açıklamaktadır. “Cenabı Allah’a ve ahirete inanan hiçbir kavmin Allah ve Resulüne muhalefet eden kimselerle dost olduğunu görmezsin velev ki onlar, onların babaları yahut oğulları, kardeşleri ve en yakın akrabalarından olsunlar.” (Mücâdele Sûresi, 22) İşte bu ayeti kerime dini bir rabıtanın feyzinden mahrum olan akrabalıkları nasıl kökünden yıkmış olduğu görülüyor.
“Kıyamet günü takva sahiplerinden başka bütün dostlar birbirine düşmandırlar.” (Zuhruf Sûresi, 67) Büyüklerden bazıları şöyle buyurmuşlar. “Hayırlı arkadaş insanın öz nefsinden daha hayırlıdır.” Çünkü insanın nefsi daima kötülükle emrettiği halde iyi arkadaş daima hayra vesile olur ve daima kardeşine faydalı olmaya çalışır. Allah rızası için kardeş olmak bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından vaz’-u tesis edilmiş bir sünnet-i seniyyedir. İslam tarihinde bu kardeşlik iki defa vuku bulmuştur.
Birincisi hicretten evvel Mekke’yi Mükerreme’de muhacirler arasında, ikincisi de hicretten sonra Medine-i Münevvere’de muhacirlerle ensar arasında vuku bulmuştur. Muhacirler ensar’ın, ensarda muhacirin malına vâris oluyorlardı. Bilahare bu miras hükmü Bedir gazvesinden sonra ayetle nesh edilmiştir. Hadisi şerifde buyuruluyor: “Allah’ın kardeş kullarından olunuz.” Diğer bir hadisi şerifte “Müslüman müslümanın kardeşidir. Binaenaleyh ona zulmetmediği gibi onu başkalarının zulmü tecavüzüne bırakmaz.” Diğer hadisi şerifte “Müslüman müslümanın kardeşidir binaenaleyh ona zulüm etmediği gibi onun bütün felaketlerine acı ve ıstıraplarına iştirak eder onu yalnız bırakmaz. Hiç bir vecih ile ondan yardım ve alakasını kesmez.” Buhari’den hadisi şerif: “Cenabı Hakk, kendi gölgesinden başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yedi sınıf kavmi gölgesi ile gölgelendirecektir. O yedi sınıftan biri de, iki kimse birbiriyle dünyadayken sırf Allah için sevişmiş ve bu minval üzere yaşayıp ve bu hal üzere ölmüş olan kimselerdir. Kin nefret beslemeyin bilakis hep birlikte Allah’ın kardeş kullarından olunuz” buyrulmuştur. Diğer hadisi şerifte: “Kıyamet gününde bana en ziyade yakın olan ahlak-ı hasenesi ziyade olandır.” Ayeti kerimede akrabalık bizzat Cenabı Rabbil aleminin ismi celili ile birlikte zikredilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki dini ve dünyevi yakınlığın hukukuna riayet edilmesi lüzumu dinimizin esaslı hüküm ve emirlerindendir.
O halde her Müslümana düşen vazife maddi ve manevi bütün kardeşlik ve akrabalık bağlarına son derece riayet edilmesi lazımdır. Çünkü herkes bir ana ve babadan yani Adem ve Havva’dan doğmuş kardeşlerdir. Bilhassa Müslümanlar bir rabıta ile olan iman ile bağlanmış akrabalardır ki cihanda hiçbir rabıta bununla ölçülemez. İman rabıtasıyla... Nitekim kutsi bir hadisi şerifte buyuruluyor meali: “Ey akrabalık ben Rahmanım sen Rahimsin. Kendi isimlerimden birini senin için ayırdım. İzzetim ve Celalim hakkı için senin hukukuna riayet edenlere rağbet ve mağfiret eylerim. Senden alakalarını kesenlere ben de lütuf ve inayetimi kesmiş olurum.” demek. Hadisi şerifte buyruluyor: “Yeryüzündeki insanlara merhamet etmeyen kimseye gökyüzündekiler merhamet etmez. Keza merhamet edenlere Rahman olan Allah Teala rahmet eder. Ey müminler yeryüzündekilere rahmet ve merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin” buyrulmuştur.
Diğer hadisi şerif: “Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz.” buyrulmuştur. Musa (a.s.): “Ya Rabbi Senin indi uluhiyetinde eazz-ı ibadın kimdir?” diye Musa (a.s.) sual ettik d. Hakk Teala Hazretleri “Kendisine eza edenin cezasını vermeye kudreti olduğu halde affedendir.” buyuruyor. Buhari sahih hadiste, Ebu Hüreyre (ra)’ın rivayetine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Çok güreş tutan makbul pehlivan kuvvetli değildir, asıl kuvvetli kahraman gazap zamanında intikam hırsıyla kanı kaynadığı sırada nefsine malik ve iradesine hakim olandır.”
Yine Ebu Hüreyre (ra)’dan rivayetle Nebi (sav)’e bir kişi gelir; “Ya Rasûlullah bana nasihat buyur” temennisinde nasihat ricasında bulundu. Resulü Ekrem (sav) “gadaplanma” buyurdu, bunun üzerine o adam Efendimize tekrar tekrar nasihat ricasında bulundu her defasında “gadaplanma” buyurdu. Rasulü Ekrem (sav) bu âdemin mükerreren isteklerine karşı yalnız gadaplanma diye ısrar ile cevap vermeleri o âdemin hali tavrında asabilik görmesinden dolayıdır. Beyzavi’nin beyanına göre insana arız olan nizâ ve öfkelenmeye sebebiyet veren ekseriyetle gadap ve şehvet gibi kötü ahlakın sıfatları tesiriyledir demiştir.
Bir kimse Rasûlullah (sav)’in önüne gelerek: “Ya Rasûlullah din nedir?” diye sordu, Buyurdu ki: “Hüsnül hulk; güzel ahlaktır.” O kimse sağ tarafından gelip, yine “din nedir?’ diye sordu. “Güzel ahlaktır” buyurdular sonra sol tarafından gelince, yine “güzel ahlaktır” buyurdular. Daha sonra arka tarafından gelip sorunca Rasûlullah (sav) onun tarafına iltifa buyurup “Anlamadın mı o gazap etmemektir.” buyurdu.
Rasûlullah (sav) efendimiz küffar-ı Kureyş tarafından senelerce eza ve cefa görmekteydi. Mekke’yi Mükerreme’nin fethinde Kureyş rüesasına hitaben; “Ey Kureyş cemaati şimdi size ne muamele edeceğimi sanırsınız?” diye sordu. Fahrül Mürselin (sav) Efendimizin ne derece merhametli ve alicenap olduğunu bilen Kureyş müşrikleri ve Mekkeliler “Senden hayır umarız” dediler. Rasulü Ekrem (sav) efendimiz de Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerine dediği gibi; “Benden size geçmişte olan için muaheze ve tesrip yoktur. Haydi gidiniz kardeşsiniz,” buyurdular. İşte Rasûlullah (sav)’in bu umumi affı ile beşeriyete hitaben onları hakka, adalete, affa, intibaha davet buyurmuş oldular.
Hakk Teala hazretleri Musa (as)’a hitaben buyuruyor: “Benim için bir amelin var mıdır?” Cevaben Musa kelimullah da: “Ya Rabbi, namaz, kıyam, sadaka, zikir ibadetlerim senin içindir” dedi. Hakk celle ve ala hazretleri buyurdu ki; “Namaz sana burhandır, oruç cehennem ateşine siper, sadaka defi beladır, zikir de nurdur. Bana mahsus amelin nedir?” buyurdu. Musa (as): “Ya Rabbi sana mahsus amele delalet eyle” dedi. Hakk Teala hazretleri de buyurdu ki; “Ya Musa benim için benim sevdiğim bir dostuma bir veliye muhabbet ve bir düşmana adavet eyledin mi?” İşte hubbu fillah, buğz u fillah mü’minlerde fâriza oldu.
Hakk Teala hazretleri İsa (as)’a hadisi kudsisinde şöyle buyurmuştur. “Şefkatte güneş gibi, tevazuda toprak gibi, sahavette akan ırmak gibi, kusurları setirde gece gibi ve hilimde meyyit (ölü) gibi ol buyurmuştur.”
Hakk Teala buyuruyor: “Habibim sen irşad etmek istediğin kimselere de ki: “Eğer siz Allah’u Teala’ya muhabbet ederseniz, bana ittiba edin ki Allah Teala size muhabbet etsin ve günahlarınızı mağfiret buyursun” demektir. Keza Kur’ân-ı Azimüşşan’da: “Muhakkak Ya Ekremerrüsûl sen ahlâk-ı azîme sahibisin.” buyuruluyor. Bu ayeti celile ile Hak Subhan ve Teala hazretleri, habibinin yüksek ahlakını medih buyurmuş.
Zira Kur’an ahlakıyla tahalluk ettiğin cihetle evvelîn ve ahirîn ahlak-ı hamidesini câmi olduğundan diğer insanlar indinde azâmet ve şan sâhibi olan pek güzel ve yüksek bir ahlâka maliksin demektir.
Hadisi şerifte Efendimiz (sav) buyuruyor: “Ben ancak mekarimel-ahlakı, insanlık faziletini tamamlamak için gönderildim.”
Buhari’de Ömer (ra) rivayet ediyor. “Beni methü senada Meryem oğlu İsa (as) hakkında mübalağa edildiği gibi haddi aşmayın ben ancak bir kulum, o halde bana sadece Allah’ın kulu ve peygamberi deyiniz.” buyurulmuştur.
Ebu Hüreyre (ra)’dan rivayetle (sav) efendimiz buyuruyor: “Allah’ım herhangi bir mümine ağır bir söz söylemiş olursam, sen o sözümü kıyamet gününde o mümin için sana yakınlık kıl.”
Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyuruyor: “Ya Rabbi! Ben bir insanım, her insan gibi benim de gazaplandığım zaman olabilir. Ümmetimden herhangi bir kişiye layık olmadığı bir söz ile iltifat edersem, o sözümü, o mümin için günahından mağfiretine ve sana yakınlığa vesile kıl da, kıyamet gününde bu vesile ile divan-ı ilâhine o kimse yaklaşsın.” buyurmuşlardır.
Ve bu iki hadis-i sahih de ümmetine bir numune-i imtisaldir ve ahlâk-ı haseneyi ümmetine ta’lîmdir. Hakk Teala Hazretleri cümlemizi ahlakı peygamberi ile mütehallık buyursun.
Hazreti Ömer (ra)’ın şu mealde bir sözü bir düstur halinde her müslümanın kalbine nakşolunmalıdır. Ömer (ra) buyuruyor: “Sizden biriniz candan bir arkadaşından sevgi ve samimiyet görünce ona sımsıkı sarılsın. Çünkü bu her zaman ele geçmeyen bir devlettir.”
Kur’an-ı Hakim; hayırlı bir dosttan mahrum kalmanın hicran ve hüsranını şu ayeti kerimede ne kadar beliğ olarak beyan buyuruyor: “Kıyamet gününde mücrimler, bizi ancak bizden önceki mücrimler saptırdı. Artık bizim için ne şefaatçiler ne de candan bir dost yoktur, diyecekler. Dünyada mücrimlerle ülfet edip candan dost kazanmayanlar şefaatçi de ümit etmiyorlar.” (Şuarâ Sûresi, 100-101) Bu ayeti celilenin şerhinde Ruhu’l-Beyan tefsirinde şöyle beyan olunur: Kıyamet gününde mümin muhasebeye getirilir. Hasenatı seyyiatına müsavi geliyor. Bir hasene muhtaç olur ki kendisinden bir alacaklı davacı olan hasmına verip de onu razı edebilsin. Allah Teala buyurur ki: “Eğer bir hasenen olursa seni cennete koyarım. Bak, nasdan talep et, ola ki sana bir hasene hediye eden olur. Varıyor babasından ve anasından bir hasene istiyor. Onlar diyorlar ki (ana-baba): ‘Bu günkü günde biz de bir haseneye muhtacız.’ Me’yus olarak yerine avdet ediyor. “Ey kulum! Benim rızam için bir sadık dostun da mı olmadı?” O zaman kul, sadık bir dostunu hatırlıyor, gidiyor ondan bir hasene istiyor. O sadık dostu veriyor, avdetle Rabb Teala’ya arz ediyor. Hak Teala hazretleri: “Kabul ettim, muhakkak seni de o sadık dostunu da affettim,” buyuruyor. İşte bir sadık dost kazanmanın fazileti. Din karabetinin kan karabetinden üstünlüğü zahir oluyor. Bu ayeti celile de sadıklarla ülfet etmenin ehemmiyetine binaen ittikaya mukarin olarak te’kîden doğrularla beraber olmayı Hakk Teala hazretleri takdir ve istifade ile emir buyuruyor:
Şu iki hadisi şerif te bu hakikati izah ediyor: Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyuruyor: “Salih ve sadık ahbabı çoğaltınız. Ola ki onlar şefaat ederler.” Diğer bir hadisi şerifte buyruluyor: “Salih ihvana malik olmak insanın saadet ve selametindendir.”
Hakk Teala hazretleri Davud (a.s.)’a vahiy buyurmuş: “Ey Davud! Ne sebepten seni böyle yalnız olarak görüyorum?” Davud (a.s.) şu cevabı vermiş: “Ya Rabbi! Seni razı kılayım diye insanları gücendirdim.” Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şöyle buyurmuş: “Ey Davud! Kendine gel, sadık ve candan kardeş olmaya bak! Yalnız benim rızamı kastetmeyen bir sevgi ile sana yaklaşmaya çalışanlarla dost olma. Zira benim muhabbetimden mahrum olan bir kimse sana dost değildir. Senin kalbine kasvet verir ve seni benden uzaklaştırır.”
Bir hadisi kutsîde şöyle buyrulmuştur: “Ancak benim için sevişen, benim için birbirini ziyaret eden, benim için birbirine yardımda bulunan ve sırf benim rızamı tahsil için insanlarla dost olan kimselere benim de muhabbetim muhakkak ve katidir.” Eserde varid olmuştur ki; “Ey insanlar, sizin Allah tarafından en çok sevileniniz insanlarla güzel güzel geçineninizdir.”
Hz. Ömer (ra)’ın kıymetli bir sözü; “Bir kimse gündüz saim olup, gece de ibadetle kaim olsa, hayır hasenat yapsa, cihada gitse fakat sevdiğini Allah için sevip, sevmediğini Allah rızası için sevmedikçe yaptığı ibadetlerden bir fayda göremez.” Çünkü kalpte maraz var. Netice o... Allah cümlemizin kalplerini envar-ı ilahi ile tenvir buyursun. Amin.
Hakiki müminlerin esaslı vasıflarından örnek ahlâkından bazılarını şu hadisi şeriflerle bildirilmektedir: “Mümin gayet sıcak kanlı, ince ruhlu ve yüksek seciye sahibidir. Pek çabuk sevilir ve kendisi ile anlaşmak çok kolay olur. Bu sıfatlara haiz olmayanda hayır yoktur.” Diğer hadisi şerif: “Müminler birbirlerine şefkat ve merhametli olmakta ve yekdiğerini manevî kardeşlik hissiyle sevmekte sanki tek bir can gibi yekvücut olarak görürsün. Onların herhangi bir azası müteessir olsa diğer azaları derhal onun teessürüne ve ıstırabına yardıma koşarlar. Keza müminler bağlılıkta bir binaya benzerler. Binanın tuğlası gibi yekdiğerini te’yid ve takviye ederler. Keza mümin, müminle buluştuğunda iki ele benzerler ki her biri diğerini yıkar.” İki mümin bir araya gelince mutlaka birbirinden istifade ederler. İşte bunlar hakiki müminlerin gerçek vasıflarındandır. Bu esaslı sıfatlar şahsında bulunmayan bir müslümanın şüphesiz imanı zayıf ve insanî terbiyesi de noksandır. Cenabı Hak cümlemizi muhafaza buyursun. Amin.
İlimden daha nafi (faydalı) istifadeli hazine olmaz. Mal tükenir, çalınır çürür yanar. Ahiret yolcuğuna gitmez. Daha ilmin fazaili çok. Bitmez tükenmez vasıfları vardır. Cenabı Hakk cümlemizin ilim ve irfan ile kalplerini tenvir, ahlakımızı ilim sıfatı üzere mütehallık olmak müyesser buyursun. İlimden en karlı mal olmaz, amelden en iyi nefsi yoldaş ve karin olmaz, takvadan en aziz şeref olmaz sabırdan ala hasene sevap olmaz, yumuşaklıktan mülayim deva olmaz. Tama’dan en zelil fakirlik olmaz, huşudan ahsen indallah ibadet olmaz...
Güzel ahlâklardan bazıları şunlardır: Sabır, ihlas, istikamet, tevazu, tevekkül, sehavet, haya, hilim, şükür, adalet, ilim talebi, rıza tefekkür, teenni, mülayemet, hüsn ü zann, hüsn ü muaşeret, teslimiyet, affetmek, tasadduk, emr-i bil maruf, nehyi anil münker, müminlere güler yüzlü olmak, ezası az olmak, hıfz-ı lisan, sadık ve doğru olmak, keza hayatı ibadet, ameli çok olmak vesaire...
Rasûlullah (sav)’in ümmetine hitaben buyurduğu haccetül vedada son nasihati hulasa: “Her birinizin kanı ve malı diğerine haramdır. Meğer ki hüsnü rızası ile malını vermiş olsun. Kıyamet gününde hepiniz Rabbinizin huzuruna geleceksiniz. Cenab-ı Hakk amellerinizden soracak ve amellerinize göre mizana koyulacaktır. Sakın benden sonra küffar gibi fırka fırka olup da yekdiğerinizle dövüşmeyiniz ve onu öldürmeyiniz.”
Rasûlullah Efendimiz (sav) buyuruyor: “Ey Nas, kadınlarınızın üzerinde haklarınız vardır ama onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlar sizin hukuklarınıza riayet etmelidir, siz de onlara hüsn-ü muamele etmelisiniz. Müminler hep birbirinin kardeşidir. Ben size lazım olan ahkâm-ı şeriyye’yi tebliğ ettim. Ben size iki şey bıraktım ki onlara temessük ettikçe hiçbir vakit dalalette kalmazsınız. Onların biri Allah’ın kitabı ve diğeri de Peygamberin sünnetidir.”


Allah Teâlâ Hazretleri Hucurât sûresinde:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için (her hangi bir anlaşmazlıkta) kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allah’tan korkun ki, rahmete şâyân olasınız..” (Hucurât sûresi /10) buyurmuştur.
Gerçekten mü’minler bir köke, bir asla bağlıdırlar ki, o da ebedî hayâtı tahakkuk ettiren îmândır.
Mü’minlerin haklarını korumak ve menfaatlarını gözetmekteki din kardeşliğinizi Allah’tan korkarak yapın! Kardeşlik olan yerde şefkat ve merhamet vardır.
Bir kul kendi şahsı için arzuladığı şeyleri mü’min kardeşleri için de arzulamazsa, îmânı kemâle ermiş sayılmaz. Nitekim; Rasûlullah (s.a.) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor:
“Sizden herhangi biriniz şahsı için arzuladıklarını mü’min kardeşleri için de arzulamadıkça, îmân etmiş olmaz.”
Diğer bir hadîs-i şerifte:
“Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek îmân­dan bir cüzdür.” buyurulmuştur.
Şu halde, şer’i şerîf’e uygun şekilde birbirlerine acı­mak, birbirlerini sevmek, birbirleriyle yardımlaşmak, İslâmiyet’in haklarını korumak ve Dîn-i Muhammedî’yi mecdine ulaştırmak, bütün müslümanların üzerine vâcibdir. Ve bu bakımdan bütün mü’minler tek kişi, tek vücûd gibidirler.
Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz şu hadîs-i şeriflerinde bunu ne güzel ifâde buyurmuşlardır:
“Birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü’minlerin bir vücud gibi olduklarını görürsün!.. (Bu vücûdun) bir uzvu muzdarip olduğu takdirde diğer kısımları da uykuyu kaybedip ateşler içinde onun ızdırâbını duyarlar.”
“Mü’min, kardeşiyle çok, kendi başına azdır.”
Allah Teâlâ Tevbe Sûresinde:
“Erkek kadın bütün mü’minler (tevhîdde) birbirlerinin velîleridirler.” (Tevbe Sûresi/71) buyurmuştur. Yani mü’minler tevhîdde birleşmek suretiyle hem dünya ve hem de âhiret işlerinde birbirlerinin yardımcısıdırlar, demektir.
Şüphesiz ki, dînî bağlılık, temeli toprak olan ailevî akrabalıktan daha kuvvetlidir.
Dîne hizmet etmek ancak ve ancak bütün İslâm alemindeki müslümanların aynı gaye etrafında birleşip aynı duygularla ümmet-i İslâm’ı ve şeriatlarını her türlü tehlikeden korumak ve zafere ulaştırmakla mümkündür.
Müslümanlar kendi aralarında Allahu Teâlâ’nın emrettiği şekilde birleşmiyor ve Allah’ın gösterdiği yolun hâricinde bir yol tâkib ediyorlarsa, Allah muhafaza buyursun, zilletin çukuruna yuvarlanmışlar demektir.
Bu takdirde dinlerinin düşmanlarına boyun eğmek, onların kabzasına düşmek ve istibdâdları altında yaşa­mak mecburiyetinde kalırlar.
Hak Teâlâ Hazretleri Enfâl Sûresinde:
“Birbirinizle nizâlaşmayın! Sonra içinize korku düşerek devletiniz elden gider.” (Enfâl Sûresi, 46) buyurmaktadır.
Şu halde, ancak kalbler ve gayeler birleştiği zaman nusret ve selâmete ulaşılır, dilekler kemâliyle tahakkuk eder.




Allah Teâlâ buyuruyor:

“O halde sen, maiyyetindeki tevbe edenlerle beraber emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et! Aşırı gitmeyin. Çünkü o, ne yaparsanız hakkıyle görücüdür. (Hûd suresi, 112)

* * *

Ebû Ali es-Sünüsi -rahmetullahi aleyh- demiştir ki: Rü’yamda Rasûlullah (s.a.v)’ı gördüm. Dedim ki:

- Ya Resalallah, senden “Hud sûresi beni ihtiyarlattı” meâlindeki hadîs-i şerîf rivâyet olunmuştur.

-Evet.

-Orada sizi ihtiyarlatan enbiyâ kıssaları ve ümmetlerinin helâk haberleri midir?

-Hayır. Oradaki:

“Emrolunduğun gibi istikamette ol!” âyetidir, buyurdu.

Burada istikametin hakikati bütün ahidlere sadakat ve sırât-ı müstakime mülâzemettir. Îtidalden ayrılmamak gerekir. Yeme ve içme, giymeden tut, bütün dinî ve dünyevi işlerde sırat-ı müstakime mülâzemet lâzımdır. Buradaki sırat-ı müstakim, âhiretteki sırat-ı müstakim gibidir. Bu yolda îtidal üzere yürümek cidden zor iştir.

Muhammed bin el-Fudal’e sual edildi ki:

-Âriflerin ihtiyacı neyedir? Cevâben:

-Bir şeyedir ki, onunla bütün güzellikler tamam olur. O da istikamettir. Kimin ma’rifeti daha tamam ise onun istikameti daha tamamdır. Bunun için ahlâk-ı İslâmiyye ile mütehallık olmak lâzımdır. Ahlâkını düzeltmeyen hakikate eremez, dedi.

* * *

İbn-i Atâ demiştir ki, İstikamette ol! Yani kendi kuvvetinden teberri ederek Allah’a acz ü fakrını arzet.

Ebû Ali el-Cürcâni (k.s.) demiştir ki, istikamet tâlibi ol, keramet talibi olma. Nefsin seni keramet talebine tahrik eder. Senden istenecek olan ise istikamettir ki aslında en büyük keramet odur. İstikamet de Hâlik’ın kulluğunda ve O’nun dininin hizmetinde bulunmakla olur. Harikalar izhâr etmekle değil!

Hazret-i Hüdâyi (k.s.) demiştir ki, İstikamet, şeriatın, tarikatın, ma’rifetin ve hakikatın mertebelerinden her birinin hakkını tamamıyle ifâ etmeksizin tahakkuk etmez.

Şerîatin hakkına riâyet, ahkâmı doğru anlayıp her birini yerli yerince yaşamaktır. Tabiat mertebesinde istikamet şeriate riâetle olur. Nefs mertebesinde istikamet tarikata riayetle olur. Ruh mertebesinde istikamet ma’rifeti riayetle olur. Sırr mertebesinde istikamet ma’rifet ve hakikate riayetle olur. Bunlara yerli yerince ve birbirine karıştırmadan riayet etmek son derece zordur. Bu sebeble Rasûlullah (s.a.v):

“Hûd sûresi beni ihtiyarlattı” buyurmuşlardır.

*

Şeyh Ebû Said’e:

-Filan zât su üstünde yürüyor, dediler.

-Balık ve timsah da yürüyor, dedi.

-Filan zât havada uçuyor, dediler.

-Kuşlar da uçuyor, dedi.

-Filan zat ân-ı vahidde maşrıkden mağribe vâsıl oluyor, dediler.

-İblis de varıyor, dedi.

-Sana göre kemal nedir? denildikde.

-Zahirde halk ile, batında Hakk ile olmakdır, dedi. (Ruhul Beyan, 2/127)

*

Bid’at ve hevaya uymanın zararı, ma’siyetin zararından daha çoktur. Çünkü ma’siyette olan yaptığının çirkinliğini bilir tevbe ve istiğfar eder. Fakat bid’at sahibine ve hevasına ittiba’ edene bir çok vakit müyesser olmaz.

Bize göre bid’at sünnet-i seniyyeye, ashâb-ı kirâmın ve meşayih-ı izâmın sîretlerine uymayan hareketlerdir.

Sâlik bunlardan kat’ı sûrette sakınmalıdır. Selef-i sâlihinin asârına tabi’ olup bu hususda ağyarın ta’nına îtibar etmemelidir. Çünkü Hak’tan başka ittibâ edilmeğe layık bir şey yoktur. (Ruhul Beyan, 2/126)
Resûli Ekrem Efendimiz sav henüz Ebû Eyyûb Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldığı bir sıradaydı.
Abdullah b. Selâm da, Efendimizi (s.a.v.) ziyarete geldi ve ona birtakım sualler sordu. Tevrat'tan sorduğu suallerine yine Tevrat'a uygun cevaplar alınca, şehâdet getirerek Müslüman oldu. Sonra da,
"Yâ Resûlallah!.. Yahudî milleti, iftiracı, yalancı bir millettir. Yarın benim Müslüman olduğumu duyunca türlü yalanlar uydurup iftirada bulunurlar. Müslümanlığım duyulmazdan önce beni onlardan sorup mevkiimi tasdik ettiriniz!" dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onu bir tarafa gizleyip Yahudî ileri gelenlerinden bazılarını davet etti ve onlara,
"Ey Yahudî cemaati!.. Siz, benim, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu pek iyi bilirsiniz! Ben hak dinle geldim; Müslüman olunuz!" dedi. Yahudiler,
"Biz, senin peygamber olduğunu bilmiyoruz!" diye karşılık verdiler ve bu sözlerini üç sefer tekrarladılar. Bundan sonra Resûli Ekrem,
"Sizin içinizde Abdullah b. Selâm adında birisi var. O nasıl bir kişidir?" diye sordu. Yahudiler,
"O, bizim içimizde hayırlı bir babanın hayırlı bir oğludur. Kendisi de babası da en faziletlimiz, en âlimimizdir." diye şehâdet ettiler. Resûlullah,
"Abdullah b. Selâm, Müslüman olursa, siz ne dersiniz?" diye sordu.Yahudîler,
"Hâşâ!.. Abdullah İbni Selâm, hiçbir vakit Müslüman olamaz!" dediler.
Efendimiz (s.a.v.), sualini üç sefer tekrarladı. Her seferinde onlar da aynı inkârı cevabı verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Kibriya, Abdullah İbni Selâm'a hitaben,
"Yâ İbni Selâm!.. Gel!.." diye çağırdı. Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıktı ve Müslüman olduğunu ilân etti; Yahudilere de,
"Ey Yahudî cemaati!.. Allah'tan korkunuz! Size geleni kabul ediniz. Vallahi, siz de bilirsiniz; o, yanınızdaki Tevrat'ta ismini ve sıfatını yazılı bulduğunuz Resûlullah'tır." diyerek onları İslâm'a davet etti.Fakat Yahudîler,
"Sen yalan söylüyorsun! Sen şerir oğlu şeririmizsin!" dediler ve onu, kıymetini düşürmek için türlü türlü kusur ve kabahatler isnad ederek kötülediler. Abdullah b. Selâm,
"Yâ Resûlallah!.. Korktuğum işte bu idi! Ben, sana onların gaddar, yalancı, fâcir ve müfteri bir millet olduğunu haber vermemiş miydim? İşte, dediğim çıktı!" dedi.
Hicrette Resûlullah sav ile berâber mağarada bulundum.Bir ara başımı kaldırdım.O anda Kureyş câsuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine: - Yâ Resûlallah! Bunlardan bir kaçı gözünü aşağı eğse (de baksa muhakkak) bizi görür! dedim. Resûlullah: - Sus yâ Ebâ Bekr! İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü olsun (endîşe edilir mi?) buyurdu.
buhari 1557







İslam tarihinde en mühim bir hâdise olan Hicret-i Nebevi’de Ebû Bekir (r.a.) âilesinin şerefli, büyük bir hizmeti vardır. Hicret-i Peygamberî tarihin seyrini değiştiren mühim bir hâdisedir. İslâm güneşinin Medine-i Münevvere ufuklarında bütün meş’alesiyle parlayarak, arzın her tarafını aydınlatmağa başlaması bu hicretten sonradır.

Müslümanlar, Resûl-i Ekrem (s.a.)’den aldıkları talimat üzerine birer ikişer Medine-i Münevvere’ye hicret ederken Ebû Bekir (r.a.) de Mekke-i Mükerreme’de kalmıştı. O da hicret etmeği arzu edince Hz. Peygamber (s.a.) ona:

– “Dur bakalım, belki Allah -celle celâluhu- sana bir arkadaş nasip eder.” demiş; o da beklemeye başlamıştı.

Ashâb-ı Kirâm’ın Mekke’den Medine’ye hicret etmeleri, Evs ve Hazreç kabîlelerinin de îmâna gelmeleri üzerine Medine’de dîn-i İslâm kuvvet buldu. Müşriklerin akılları erdi ki, Resûl-i Ekrem (s.a.) de onların yanına giderse Medine’de büyük kuvve-i İslâmiye peydâ olacak ve Kureyş’in Şam yolunda pek mühim bir güzergâh olan Medine diyârı da ehl-i İslâm elinde kalacaktı.

Kureyş’in müşriklerinin uluları buralarını düşündükçe telâşa düştüler ve hemen müşaverelerde bulunmak üzere Dârunnedve’de taplandılar.

Resûl- Ekrem (s.a.)’in mübarek vücudunu ortadan kaldırmak kararını aldılar. Bu kararın icrâsı için gece Resûl-i Ekrem’in evi önünde birikip onun uyumasına muntâzır oldular.

Cebrail (a.s.) gelip keyfiyyeti Resul-i Ekrem (s.a.)’e haber verdi. Medine’ye hicret etmek üzer me’zûn ve Ebû bekir Sıddîk’ı birlikte götürmeye memûr olduğunu bildirdi.

Resûlullah (s.a.) hemen Ali bin Ebi Tâlib (r.a.)’i çağırdı ve:

– “Ya Ali! Ben Medine’ye gidiyorum. Bu emânetleri sahiplerine teslim et, sen de durma gel. Fakat şimdi benim döşeğime yat ki, müşrikler beni yatıyor zannetsinler.” buyurdu.

Ali -kerremallahu vecheh-, Resûl-i Ekrem’in döşeğine yattı ve Resûl-i Ekrem’in yeşil hırkasını kendi üzerine örttü.

Resûl-i Ekrem (s.a.), hemen bir avuç toprak aldı ve Yasin-i şerif sûresini evvelinden:

“Biz hem önlerinden bir sedd hem arkalarından bir sedd çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık göremezler.” (Yasin sûresi, 9) ayet-i kerîmesini ahirine kadar okudu. O toprağı kapısı önünde bekleyen müşriklerin üzerine saçtı ve çıkıp gitti. Müşrikler kör gibi onu görmediler.

Resûlullah (s.a.), Ebu Bekir Sıddîk (r.a.)’ın hânesine vardı. Kapısı önünde durdu âdâb-ı şer-i şerif üzere: “İçeri girmeye ev sahibinin izni var mı?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir de “Buyrunuz yâ Resûlallah” dedikten sonra Resûl-i Ekrem içeri girdi ve taraf-ı Bâri Teâlâ’dan hicrete me’zun olduğunu bildirdi. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) “Ben de birlikte miyim?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) de “Evet”buyurunca, Ebû Bekır Sıddîk’ın sürûrdan gözlerinden yaşlar aktı.

O gün Rasûlullah (s.a.) akşama kadar Ebû Bekir (r.a.)’in hanesinde oturup gece birlikte çıkıp Sevr’de bir ıssız mağaraya girdiler. Derhal Kâdir-i mutlak Allah Teâlâ (c.c.) hazretlerinin emri ile bir örümcek gelip o mağaranın ağzına ağını gerdi ve bir çif yabâni güvercin de gelip yumurtladı.

Kureyş’in arayıcıları gelip Sevr dağının etrafını dolaştılar. Onlardan Ümeyye bin Halef beraber gelip o mağaranın önünde durdular, “şu mağarayı da arayalım” diye birbirleriyle söyleştiler. Ümeyye bin Halef onlara:



– “Allah Teâlâ (c.c.) akıllar versin, orada ne işiniz var? Muhammed (s.a.) doğmadan bu örümcekler ağ germiş, sonra güvercinler yuva yapmış.” deyince cümlesi dönüp gittiler. Halbuki mağaranın ağzına geldiklerinde içeriden Resûl-i Ekrem (s.a.) ile Ebû Bekir (r.a.) onları görüyordu. Lâkin onlar bu iki hazreti göremiyorlardı.