29 Aralık 2014 Pazartesi

Suffa ashabından dermanı kesilen biri bir gün gelip Rasulullah'a halini arzetti.Peygamberimiz de onu zevcelerine gönderdi.Müminlerin anneleri, -evimizde sudan başka bir şey yok- diye beyan-ı özür ettiler. Bunun üzerine Allah Rasülü: -Kim bu açı yemeğine ortak eder?- diye ashabına sordu. Ensar'dan bir kişi ayağa kalkıp: -Ben- dedi ve misafiri alıp evine götürdü. Evinde eşinden -çocuklarının yiyeceğinden başka bir şey bulunmadığını- öğrendi. Sofrayı kurup lambayı yaktıktan sonra yemeği sofraya koydular,Yemeğe başlayınca ev sâhibi kandili düzeltiyormuş gibi yaparak ışığı söndürdü,misafirin yemesi için ortamı kararttı. Karı koca yiyormuş gibi yaptılar. Misafir güzelce karnını doyurdu. Onlar aç sabahladılar. Sabah olunca ev sâhibi Allah Rasülü"nün yanına gittiğinde ona buyurdu ki: -Bu gece Allah sizin hareketinizden memnun oldu ve hakkınızda şöyle buyuruldu: -Onlar kendilerinde yoksulluk olsa bile kardeşlerini nefislerinden üstün tutarlar.- (el-Haşr, 59/9)
Zühd, arapça bir kelime olup, bir şeye rağbet etmemek, dünyaya ve dünyalık nimetlere karşı hırslı olmamak anlamına gelir, İslami bir terim olarak, kişinin kendi iradesi ile, bilerek, şuurlu bir şekilde dünyadan ve dünyalıklardan yüz çevirmesi; nefsi, Allah'tan başka her şeye olan sevgi ve meyilden uzaklaştırmasıdır. Kişinin bir şeye olan sevgi ve yönelişini, ondan daha hayırlı olan başka bir şeye yöneltmesidir de denilebilir. Ancak, kendisinden yüz çevrilen ve yönelinen şey, insanların kıymet verdiği, nefsinde arzu ettiği bir şey olmalıdır. 
Müslümanlar, Kur'an ve Sünnet'in emirleri, tavsiyeleri sayesinde, dünyaya bağlanıp kalmayı ve onu haddinden fazla sevmeyi, her türlü hatanın başı saymışlardır. Bunun aksine, dünyayı her şeyin önüne geçirmeyerek ona aşırı muhabbet duymamak da, iyi bir kul olabilmenin temeli sayılmıştır. Böyle bir inanış ve inancına uygun yaşama şekli, dünya ve ahiret saadetini elde etmenin önemli merhalelerinden biridir. Asr-ı saadet başta olmak üzere, Kur'an ve Sünnet çizgisinde bir hayat sürmeyi gerçekleştiren İslam toplumları, tarih sahnesinde, kısa veya uzun dönemler halinde, bu yaşayışın örneklerini sergilemişlerdir. Eline geçen her imkandan toplumunu da faydalandırmayı düşünen ve meydana getirdikleri vakıf eserleriyle isimlerini ebedileştiren müslüman ecdadımız, milyoner, milyarder, banker vb. olmayı hedeflemiş değildi. Bunun aksine, onlar zahid olmayı, eline geçirdiği dünyalıklara bağlanıp kalmamayı ve bunların geçici oluğunun şuuruna vararak hayırlı yolda harcamayı tercih etmişlerdi.Çünkü, gerçek zahidin ahiret hesabının kolay olacağım biliyorlardı.
Zühd, müslümanın manevî hayatı demek olan tasavvufî hayatın makamlarından ve en üstün olanlarından biridir. Bu makam, dünyada kazanılan ama dünyalık olmayan bir makamdır. Yani, dayalı döşeli,eksiksiz mobilyası, masası ve kasası olan "bir makam değildir. Bu sayılanlara rağbet etmeyenlerin ulaşabileceği manevî bir makamdır. Gönül makamı, ruh makamı, kısaca "Allah'a yakın olma makamı"dır. Bu makarına, paraya pula kıymet vermeyenler, Allah'tan başkasının önünde eğilmeyenler, el-etek öpmeyenler, şükrü ve sabrı bilenler, "varlığa sevinmeyen, yokluğa yenilmeyenler" ulaşabilir.
Bir inanç ve yaşama biçimi olarak, zühd hayatinin temellerim Kur'an ve Sünnet'te, bulmaktayız. Başta Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, sahabenin hayatı müşahhas bir örnek teşkil eder. Pek çok ayet-i kerîme arasından seçtiğimiz bir kaçının meali, bize ışık tutucu mahiyettedir:
"Sizin nezdinizdeki (dünya ve dünya menfaatleri) tükenir; Allah'ın indindeki (rahmet hazineleri) bakidir" (Nahi, 16/96). "Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatın süsüne gözlerini dikme. Rabb'inin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir" (Taha, 20/131). "Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip öğünen kimseleri sevmez" (Hadîd, 57/23). "De ki: "Dünyanın faidesi pek azdır; ahiret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır" . (Nisa, 4/77).
Bunlar ve benzer ayetler, düşünen insan için nasıl bir hayat tarzını tercih edeceğinin müjdeleridir. Ne var ki, yaşayacağı hayat biçimini seçme yetkisi kulun elindedir. İyi de kötü de ortadadır.
Zahid kişi, dünyalık varlığıyla böbürlenmez; ondan kaybettiklerine de üzülmez. Zühd, dünyaya "gelip geçicidir" gözüyle bakmaktır. Zahid için dünyadan vazgeçmek gayet kolaydır. Bu sebepledir ki, zühd kalbi ve bedeni rahatlatır, dünyaya düşkünlük ise gamı ve kederi artırır. Allah'dan başka hiçbir şeye rağbet etmeyen kimse kamil zahiddir. Cennet ve nimetlerine rağbet ederek dünyadan yüz çeviren kimse de zahiddir. Fakat bu sonuncusu, öncekinden daha aşağı bir mertebededir.
Süfyan es-Sevrî'ye göre zühd, arzulara gem vurmaktır. Yoksa az yemek ve aba giyinmekle zahid olunmaz. Ahmed b. Hanbel, zühdün üç mertebesine dikkatimizi çeker:
a.Haramı terketmekle olan zühd, bu avamın zühdüdür;
b.Helal olanların tazlasını terketmekle elde edilen zühd, bu havassın zühdüdür;
c. Kişiyi, Allah'tan alıkoyan her şeyi terketmekle' olan zühd, bu da ariflerin zühdüdür.
İbn Teymiyye, "zühd, ahirete faydası olmayan şeyleri terk etmektir" diyor. Yanında bin altın bulunan birine, "böyle zahid olunur mu?" diye sorulur, o da "arttığına sevinmemek, noksanlaştığında üzülmemek şartıyla, evet" diye cevap verir. Bazı alimler, zühd sadece helallerde olur. çünkü haramları terk etmek zaten farzdır, demişlerdir. Buna karşılık diğer bir grup alim, helallerin Allah'ın kullanna ihsan ettiği nimetleri olduğunu, Allah'ın nimetlerinin eserini kulu üzerinde görmek istediğini, zühdün haramları terketmek olduğunu söylemişlerdir.
ZAHÎDLİK NEDİR? Zühd ile, dünyayı ve dünyalık nimetleri, çalışıp çabalamayı, helal yoldan kazanmayı tamamen terk etmenin kastedilmediği aşikardır. Çünkü dinimiz başkasına el açmayı, istemeyi ve geçimini temin etmemeyi hoş karşılamamış, bazı durumlarda haram saymıştır. Nitekim Süleyman ve Davud (a.s.), mal mülk ve kadınlara sahip oldukları halde, kendi zamanlarınm en zahid kişileri idiler. Peygamberimiz (s.a.v.), dokuz hanımı olmakla beraber. tartışmasız olarak. beşerin en zahidi idi. Ali b. Ebî Talip, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam ve Osman b.Affan, malları ve zenginlikleri olduğu halde zahid sahabelerdendi. Hz.Ali'nin oğlu Hasan, ümmetin en çok nikahlananı ve zengini iken zahid bir kişi idi. Abdullah b. Mübarek de, çok mal sahihi olmakla birlikte, zahid imamlardan biriydi. Bu misalleri daha da çoğaltmak mümkündür.
O halde aslolan, dünyaya ve dünyaya gönül bağlayıp kalmamak ve bunlara olan sevgi ve meyli, Allah ve Rasûlünün sevgisinin önüne geçirmemektir. Buna göre zahidlik, iyi müslümanlıktır. Bunu elde etmenin yolu ise, Kur'an ve Sünnet çizgisinde bir hayat sürebilmektir.

17 Aralık 2014 Çarşamba

1931 yılı Mayısında,asla affedilmesi ve unutulması mümkün olmayan bir gaflet neticesi,dünya arşivcilik tarihinde tek örnek olarak, Osmanlı dönemi arşiv malzemesi, millî hafızamızın bir bölümü, sorumsuz, kültür ve şuurdan habersiz bir iki kişinin gayretiyle kuru ot ve paçavra fiyatına, okkası üç kuruş on paraya Bulgaristan’a satıldı.
Tarihi evrakımızın Bulgaristan’a hurda kâğıt ve paçavra fiyatına satılması dönemin basını tarafından şiddetle eleştirilerek satışın durdurulması için adeta kampanyalar başlatılmıştı.

  Tarihî evrakımız ot balyaları gibi çemberlenip vagonlarla Bulgaristan’a gönderilirken, bu durum Son Posta Gazetesi yazarı İbrahim Hakkı (Konyalı) tarafından tespit edilerek ilgili makamlara bildirildiyse de maalesef muvaffak olunamamıştır.

Daha sonra Muallim Cevdet (İnançalp) olayın takipçisi olarak dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bir mektup ile evrak satışının incelenerek, yapılan usulsüzlüğe son verilmesini istemiştir. Bununla beraber gazetelerdeki neşriyat ve Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verdiği önerge üzerine, hükümet bu konuda teşebbüse geçerek;  Bulgaristan’a satılan evraktan bir kısmı ancak geri alınabilmiştir. Olaya sebep olanlar hakkında ise soruşturma açıldıysa da Recep Peker’in başbakanlığı döneminde çıkan umumî af sebebiyle, soruşturma dosyası kapanmıştır.

Tarihi evrakımızın Bulgaristan’a hurda kâğıt ve paçavra fiyatına satılması dönemin basını tarafından şiddetle eleştirilerek satışın durdurulması için adeta kampanyalar başlatılmıştı. Bu şekilde başlayansatilan evrak vesikalar tepkiler bir süre sonra sonuç vererek Bulgaristan’a gönderilmek üzere hazırlanan pek çok evrak bu sayede satılmaktan kurtuldu. Diğer yandan bu süreç içerisinde arşiv belgelerimizin önemi anlaşılmış, tarihimizin orijinal kaynaklarının korunması, tasnifi ve araştırma hizmetine sunulması konusunda ilk çalışmalar başlatılmıştır.

Bulgaristan’a evrak satışıyla ilgili gelişmeler ve olayın ayrıntısının yer aldığı, Osman Ergin’in M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi (Bozkurt Basımevi, İstanbul, 1937) adlı eserinden aynen aktaralım:

İstanbul belediyesinde bulunduğum sırada resmî vazifelerimden birsi de gazetecilerle temas etmek ve belediye işleri hakkında onlara malumat vermekten ibaretti.

satilan evrak Muallim Cevdet_Osman Ergin muallim cevdetin hayati_
Muallim Cevdet
Bu münasebetle gazeteciler hemen her gün odama gelirler, onlarla günün birçok meseleleri ve bu meyanda belediye işleri hakkında da konuşurduk. Bir gün yine odamda toplanmışlardı. O günlerde İstanbul Defterdarlığının Maliye evrak hazinesini okkası üç kuruş on paradan satmış olduğunu ve evrakın balyalar yapılarak ve kısmen dökülüp saçılarak Sirkeci’ye kadar götürülüp, oradan şimendiferle Bulgaristan’a gönderilmekte bulunduğu işitilmekte ve görülmekte idi.

Bunu ilk defa gören ve ortaya atan Son Posta muharrirlerinden İbrahim Hakkı’dır. O da aramızda bulunuyordu. Bu havadisin gazetelere yazılıp yazılmaması mevzuu etrafında görüşülürken İbrahim Hakkı “Ben bunu yazarım” dedi ve gitti.

Ertesi gün (4 Haziran 1931) çıkan Son Posta gazetesinde “Okka ile satılan kıymetli evrak meselesi” başlığı altında bir yazı çıktı. Bu yazısında hadiseyi uzun uzadıya anlattıktan sonra bilhassa evrak daha mahzenden çıkarıldığı sırada orayı gezmiş ve görmüş olan İbrahim Hakkı şu tafsilatı veriyordu.

“ Oradaki koridor harman halinde dökülmüş kâğıtlarla dolu idi. Çenberliyorlardı. Arkada yüzlerce torba kâğıt yığılmıştı. O suretle ki içeri girmek mümkün değildi. Evvelâ Bekir Ağa (hademe) bu torbaların üzerine çıktı ve elimden tutarak beni yukarı çekti. Bu kısımda tesadüf edilmiş bir çok kıymetli vesikalar, defterler göze çarpıyordu. Burasını gözden geçirdikten sonra sıra aşağı kata geldi.Burada lalettayin aldığım kâğıtların içinde altın yaldızlı

manisa mebusu Refik_Şevket_İnce
Manisa Mebusu Refik İnce
mecmua parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ait kalelerin tamirine, zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, matbah masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknameler vardı. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, onbinlerce kuruş ve lira sarfıyla bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı.”

Tarihî evrakın okka ile satıldığı şayiası bu suretle gazete sütunlarına da geçince, o ana kadar buna ihtimal vermeyen ve havsalaları almayan kimselerde de artık şüphe kalmamıştı.

satilan evrak Recep Peker
Dönemin başbakanı Recep Peker
Yine o gün odamda Muallim M. Cevdet de geldi. Hiç birşeyden haberi yoktu. Hasta olduğu için eskisi gibi günlük gazeteleri de takip etmiyor, yalnız mühim ve ilmî şeyler olursa kendisinin haberdar edilmesini arkadaşlarından ve dostlarından rica ediyordu.

Cevdeti, bu felâketten ve bu cinayetten haberdar ettim. İhtimal vermedi ve inanmadı. Gazeteyi ve oradaki resimleri gösterdim. Bu sefer de yerinde oturamadı. Yıldırımla vurulmuşa döndü. Bir müddet hüngür hüngür ağlamaya başladı. Azıcık yatışınca biraz daha izahat istedi, verdim. Derhal yerinden kalktı. Sultanahmet Meydanına doğru gitti. Yarım saat sonra elinde bir kucak vesika olduğu halde geldi ve “Bunları beşer kuruşa çocukların elinden aldım, tarihî evrak bu hale getirilir mi?” dedi. Hâlâ ağlıyordu. Kendisini teskine ve teselliye çalıştım, ne mümkün!

satilan evrak halil ethem eldem_
İstanbul Mebusu Halil Ethem Eldem
Nihayet yapılacak muameleyi söyledim, zaten cesur ve pervasız olmakla beraber daha ziyade cesaretlendi.

Fakat olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Bununla beraber bir tarihçi, bir ilim adamı sıfatıyla keyfiyyetten hükümeti, Türk Tarih Cemiyetini ve hemen hamur haline getirilerek kâğıt yapılmaması için Bulgar Tarih Cemiyetini haberdar etmesini söyledim ve daha bazı tedbirlere müracaat olunmasını da anlattım. Razı oldu. O akşam dört beş arkadaş tüccardan Debreli Fuad’ın evinde toplanacaktık. Cevdet de geldi. Orada bu mevzu etrafında daha etraflı görüştük. Ertesi gün Cevdet elinde bir takım yazılar olduğu halde geldi. Başvekil İsmet Paşaya müracaat ediyor!  Yazdığı yazıyı okudu. Kendisini bir kat daha cesaretlendirdim ve yazısını derhal teksir, bir kaç gün sonra da Belediye Matbaasında tabettirdim. …

satilan evrak depoİstanbul mebusu Halil Etem Eldem Aklıma geldi, Cevdet’in vaziyetini ve teşebbüsünü anlattım. Muhterem mebus ve ilim adamı Cevdet’in yazdığı şikâyetnameyi bizzat götürüp ismet Paşaya vermeyi lütfen kabul ve deruhte ettiler ve derhal Başvekile bir telgraf çektiler…

Bulgarlara satılırken yere düşen ve sokak çocukları tarafından yirmi kuruşa bendenize verilen mühim vesikalardan:

1- Üç yüz elli sene evvelki bir askerî vesika: 1096-1099-1101 senesi Viyana seferine dair parçalanmış (yol masarifi defteri); bundan hangi tarih kitabı bahseder? bu ne mühim vesikadır? Hangi askerî müverrih buna muhtaç değildir?

2- Uygurca anahtar: Dünyada ancak üç müze ile yalnız Ayasofya kütüphanesi (kadim Uygurca) metinlere maliktir. Şimdiye kadar bir Türk âliminin Uygurca metinleri halle yarayacak bir anahtar yaptığı meçhul idi. İşte bu vesika o müşkülü hallediyor. Bu, nasıl satılır? Komisyona göre Uygurcanın hiçehemmiyeti yoktur! Çünkü maliyeye taallûku bulunmaz!

satilan evrak evrak3- Zırhlı Orhaniyenin 1286 senesine ait mühimmat defteri: Bu da (Bahriyeye aittir, çürüktür, maliyeye taalluku yoktur) denilerek  satılmıştır. Belki de hiç görülmemiştir

4- Sırbistanda ilk fethettiğimiz (Niş) kalesine dair kayıtlar.

5- Gazi Mihal evladının (Pilevne) de vakfına âit bir kayıt.

6- 1134 senesine ait ve Hatçe Sultanın mührile defterdarlığa irsal edilen fevkalâde mühim bir mutbak defteridir. Bunlar o devirde Türk yemeklerinin envaını, hububat ve eşya, fiyatlarının tarifesini gösterir. Türk sanayi ve harsı itibarı ile pek mühim olan bir mutbak defterinin komisyonca demek ki hiç kıymeti yokmuş, Kim bilir böyle ne kadar (mutbak defterleri) uçtu gitti.

satilan evrak tahrir defteri
Tahrir defteri
7- 1148 senesine ait (defterdar) vesair mühim maliye memurlarının mühürleri ile vergi nişanlarını hâvi bir levha. Mühürcülük san’atı ve maliyecilik nokta-i nazarından buna kıymet biçilir mi? Tarih kitaplarımıza bu vesikaların bir tanesi geçmemiştir. Diğer vesikalar arasında meşhur Türk edibi Şeyh Galib’in evlatlarına verilen bir ferman ve tersane masarifine dair bir icmal vesaire vardır. Paşam elime geçen vesikaların yalnız unvanları hamiyetli yüreğinizi tutuşturmağa, kâfidir.

———-

Arşiv vesikalarımızım ehemmiyetini göstermesi açısından   Vamberinin (Geletizemle) mecmuasında (1903 senesi) yazdığı Türkçe mütalaasını derc ediyorum:

satilan evrak timar kaydi
Timar Defteri
“Biz Macarlar kendi tarihlerimizi ve münasebatı coğrafîyemizi izah için Türk vesikalarından nevi nevi faide görüyoruz. Türklere şükranımızın sebeplerinden birisi, Türklerin Macaristan’ı zaptı vaktinden kalma (vergi vesairi hâsılatı miriye defterleridir). Bu resmi vesikalar, Macaristan’ın iki yüz seneden daha evvelki hallerini, nüfusunu, ziraatını, ticaret ve sınaatini bildiren takrirat ve tafsilatı havi olup geçmiş zamanımızın aynısıdır.

Bu Türk vesikalarının emsali dünyada kolay kolay bulunmaz.Zira o vakitler Türk memurları her şehrin, her köyün, her mahallenin evlerini nüfusunu, hububatı cins ve miktarını bile kemali dikkatle yazmışlar ve fevkalade kıymetli istatistikler bırakmışlardır” diyor.Hâlbuki bizim komisyon böyle (hububat) kayıtlarını görünce arpa ve buğday hesabının tarihçe ne ehemmiyeti vardır diye hüküm vermiştir sanırım.”
Osmanlı arşivleri Vatikan’a mı satıldı?

Osmanlı arşiv belgelerinin 1931 yılında hurda kâğıt fiyatına satılması işinin, Bulgaristan tarihi ve Ermeni meselesi ile ilgili belgelerin Bulgaristan’a oradan da Vatikan’a kaçırılması ile ilgili bir tezgâh olduğu iddia edildi.


Yedikıta tarih ve Kültür Dergisi ocak sayısında İstanbul Defterdarlığı’na ait 200 balya Maliye Arşivi’nin Bulgaristan’a satılması işinin sıradan bir olay değil planlı ve uzun süren bir istihbarat çalışmasının neticesinde gerçekleştiği ile ilgili iddialara yer verdi. Osmanlı Arşivi Uzmanı Kasım Hızlı ve Kırklareli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu tarafından hazırlanan “Okkası Üç Kuruşa Tarih Var” başlıklı dosyada dikkat çekici bilgilere yer veriliyor. Yazıda özel yetiştirilen ve çok iyi Türkçe bilen o dönemde Albay olan Panço Doref’in Osmanlı Arşivleri’nin Ermeni Berger ailesinin kâğıt fabrikasına satılmasında önemli bir rolü olduğu vurgulanıyor.

Arşivleri Didik Didik İncelemiş

Galatasaray Lisesi Mezunu olan Panço Doref, Osmanlı Arşivleri’ne giderek hem Bulgar tarihi hem de Ermeni meselesi üzerine ciddi araştırmalarda bulunmuş. Buldukları belgelerden etkilenerek Bulgaristan hükümetiyle yazışmalarda bulunmuş. Arkasından yerli işbirlikçiler bularak arşiv belgelerinin Bulgaristan’a gönderilmesini konusunu tezgâhlamış.

“Bu İş Şuurlu Bir İhanettir”

Makalede bilgisine başvurulan Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü Prof. Dr. Atilla Çetin, Panço Doref’in faaliyetleri ve arşiv belgelerinin satılması konusunda şunları söylüyor:

“Bir Bulgar albayı yetiştirilmiş. Maliye arşivi depolarına gelerek ‘bunlar işe yaramaz’ vs. diyor. Hâlbuki albay gelip uzun süre istihbarat yapmış, işbirlikçileri bulmuşlar; ekibiyle önemli belgeleri ayırmışlar. Maliye ile anlaşıyorlar. O zaman Defterdar Şefik Bey ve bir de vali muavini Fazlı Güleç var. Onlarla görüşüyorlar. Şuurlu olarak o belgeleri almışlar. Bana bunu ilk görenlerden biri olan İbrahim Hakkı Konyalı (Son Posta Gazetesi) anlattı. ‘Bu şuurlu bir ihanettir’ dedi.”

“Bulgarların iyi Türkologları var, onlar hemen arşiv belgelerine el koydular, işe yarar belgeleri ayırdılar, milli kütüphanelerine aktardılar. Sonradan gördük ki; Bulgarlar çok iyi sahip çıkmışlar, çok iyi tasnif etmişler ve bizdekinden daha iyi korumuşlar. Bütün yabancı ülke Türkologları belgeleri çok iyi korurlar; kendi malları gibi. Şimdi Osmanlı arşivini götürmüşler Kağıthane’de rutubetli depolara, çürütecekler!”

Ermeni Belgeleri 40 Milyon Levaya Vatikan’a Satılmış!

Yedikıta dergisi, Osmanlı arşiv belgelerinin Bulgaristan tarafından Vatikan’a satılıp satılmadığı konusuna da açıklık getirmiş. Yazıda, Manisa milletvekili Refik Şevket Bey’in çok mühim Osmanlı arşiv vesikalarının Papalık tarafın satın alındığı bilgisini TBMM’de doğrulatmak için soru önergesi vermiş ise de dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip “Resmi Bir malumat yoktur.” yanıtını vermiş.

Vatikan’ın elinde bulunan Osmanlı Arşiv vesikalarına dair Milliyet gazetesinin 18 Mayıs 1989 tarihinde Anadolu Ajansı Bürüksel bürosu tarafından geçilen haberi sayfalarına taşımış. Meşhur Fransız haftalık haber dergisi Le Nouvel Observateur’dan naklen yayınlanan habere göre Vatikan’ın elindeki Ermenilerle ilgili belgelerin büyük kısmı 1931 yılında Bulgarlardan alınmış.

Yazar M. Necati Özfatura Türkiye Gazetesi 23 Haziran 1995 tarihli köşe yazısında Vatikan’ın belgeler için 40 milyon Leva ödediğini kaydediyor. Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü Prof. Dr. Atilla Çetin ise bu iddiayı Osmanlı Arşiv belgelerinin satışının durdurulması için en büyük mücadeleyi veren Muallim Cevdet’e dayandırarak doğruluyor.

Panço Doref Kimdir?

Çok iyi Türkçesi olan, Bulgar Tarihi araştırmacılarından Panço Doref Galatasaray Lisesi mezunudur. Manastır ve Makedonya milletvekilliği yapmıştır. Bu dönemlerde, İttihat ve Terakki’nin güvenini kazanmak ve Türklerle Hıristiyanlar arasında iyi ilişkiler tesis etmek gayesiyle Osmanlı İttihat ve Terakki Partisini kurdu. İttihat ve Terakki Partisi’nin pek önem vermediği bu parti, 1910 yılındaki silah toplama girişimine karşı çıkınca kapatıldı. Balkan Savaşları’ndan sonra Makedonya’da komitacılık yapan Panço Doref, bilahere Bulgaristan’a göç etti.

Panço Doref, 1928 yılından sonra Osmanlı Arşivi’nde çalışmış, genellikle Bulgaristan tarihi ve Ermenistan meselesi ile ilgili araştırmalarda bulunmuş. 1931 yılındaki evrak satışından önce, Osmanlı Arşivlerinde Bulgaristan hakkında kıymetli vesikalar olduğuna dair Bulgaristan hükümetine mektuplar yazan Panço, evrakların satışından sonra da bu belgelerin Bulgaristan Milli Kütüphanesi’ne nakli konusunda önemli rol oynamıştır.