4 Ocak 2015 Pazar

Bakara 254-255-256-257-258-259-260-261-262-263-264-265-266-267

Bakara 254-Bu âyeti kerime,cihat ile mükellef olan mü'minlerin hak yolunda infak ile de görevli olduklarını göstermektedir.(Ey mü'minler) Ey Allah Teâlâ'ya ve onun peygamberlerine ve İslâm dininin bütün hükümlerine imân etmiş olan müslümanlar!(Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden) servetinizden,yiyecek ve meşrubata ait,ihtiyacınızdan fazla mallarınızdan Allah yolunda (infakta bulununuz.) Zekâtınızı veriniz,fakirlere,güçsüzlere sadaka olarak veriniz,icap ettikçe vatanın müdafaası uğrunda mallarınızdan fedakârlıkta bulunmayı bir vazife biliniz.Bunları ifaya çalışınız (bir günün) bir kıyamet vaktinin (gelmesinden evvelki,onda) o kıyamet gününde (ne alım satım) vardır. Bir kimse başkasını bir fidye vererek azaptan kurtaramaz.(Ne dostluk) vardır.Herkes nefsim,nefsim diyerek kendisinden başkasını düşünemez.(Ne de şefaat vardır.) Cenâb-ı Hak müsaade etmedikçe bir kimse başkasına şefaat edemez,onun kurtulmasını temenni etmeye cür'et gösteremez.Bu gibi hakikatleri,kutsal emirleri,vazifeleri inkâr edenler ise,imândan mahrum kimselerdir.Artık (o) gibi (kâfirler ise) öyle zekâtı ve diğer dinî hükümleri inkâr edenler ise (işte) asıl (zâlim olanlar onlardır.) Binaenaleyh öyle zâlimlere bakmayınız,onlar gibi hareket etmeyiniz.Üzerinize düşen vazifeleri ifaya çalışınız,size bunları emreden Yüce Yaratıcının kudret ve büyüklüğünü mükâfat ve cezasını düşününüz de onun kutsal emirlerine muhalefetten sakınınız ki,siz de o gibi zalimlere katılmış olmayasınız.

Bakara 255-Bu âyeti kerime,"ayetülkürsi" adını taşımaktadır ve Allah'ın sıfatlarını bildiren Kur'ân âyetlerinin en yücesi olmakla vasıflanmıştır. (Allah Teâlâ) o en kutsal zat,o Yüce Yaratıcı(ki ondan başka) bir yaratıcı ve ondan başka (bir mabut yoktur) ilahlık ve mâbutluk yalnız ona mahsustur.(Hayy ve kayyum olan odur) ezelî ve ebedî olan hayat onun hayatıdır.Onda yokluk ve zeval asla meydana gelmez.Ve o kendi zâtıyla varlığını devam ettirmektedir,varlığı gerekli olandır.Varlığında hiçbir kimseye muhtaç değildir.Bütün kâinatı yaratma,idare etme ve muhafaza ona aittir.(Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz.) Ona hâşâ gaflet gelmez,o dâima yaratıkların ahvalini bilir.(Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hep onundur.)Hepsi onun mülküdür,onun mahlukudur. Onun tasarrufu altındadır.(Onun izni olmaksızın onun yanında) onun manevî huzurunda (şefaat edecek olan kimdir?) Buna kim cesaret edebilir?Buna kimin salahiyeti olabilir? Ancak Cenâb-ı Hak'kın müsaadesine nail olan büyük peygamberler ile bir kısım sâlih mü'minler bu şefaat etme imtiyazına sahip olacaklardır.(O) Yüce Yaratıcı (yaratıklarının geçmişleri ve gelecekleri ne varsa hepsini bilir) herkesin bütün işlediklerini ve gelecekte işleyeceklerini ilmî ezelisiyle bilmektedir.Her kulunun düşüncelerini,düşünecekleri şeyleri,dünyaya ve âhirete ait işlerini ezelî ilmî kuşatmıştır. (Ve onun) o Yüce Allah'ın (Yaratıkları onun dilediğinden) takdir buyurmuş olduğu şeylerden (başka onun malûmatından) onun ilminin kuşattığı şeylerden (bir şeyi ihata edemezler) kavrayamazlar. Mahlukatın bilgileri mahduttur.Ancak Cenâb-ı Hak'kın dilediği miktarı kavrayabilirler.Artık insanlar,o yüce zat hakkında,onun bir nice gizli hikmetleri hakkında kendi kendilerine nasıl hüküm verebilirler? (Onun kürsüsü göklerden ve yerlerden daha geniştir.) yani onun yüce arşı,onun şanının yüceliği,onun ilmî kapasitesi bütün yaratıkların üstündedir.Hepsini kuşatmıştır.Hiç bir şey onun ilminden,kudretinden,hakimiyetinden hariç kalamaz.(Göklerin ve yerin korunması) bunları muhafaza buyurması,(ona) o kudretli yaratıcıya asla (ağır da gelmez) onun yüce zatı üzülmekten,bir meşakkate uğramaktan münezzehtir.(Ve en yüce ve en ulu olan da ancak odur) o, yüce mabut ve hikmet sahibi yaratıcıdır.Binaenaleyh onu bilip tasdik etmek,onun gösterdiği yolu takip eylemek,ona ibâdet ve itaatle vicdanı tenvire  çalışmak bütün insanlık için en birinci vazifedir.
Bu âyeti kerime de beyan buyrulan (hay ve kayyum) sıfatları, rivayete göre Allah'ın isimlerinin en büyüğüdür. Bunlara "ismi âzam" denilmiştir.

§ Kürsü; lügatte üzerine bir zatın çıkıp oturacağı bilinen makamdır. Cenâb-ı Hak ise mekâna, oturacak bir yere ihtiyaçtan uzaktır. Onun, kürsüden maksadı ne ise biz onu Allah'ın ilmine havale eder varlığına inanırız. Maamafih bu hususta din bilginlerinin bazı görüşleri vardır. Şöyle ki: Kürsüden maksat, arştır veya arşın altında ve göklerin üstünde bir yüce makamdır. Veyahut kürsüden maksat, Allah'ın saltanatıdır, ilâhî kudret ve hakimiyettir, bütün mahlukatı kuşatan Allah'ın ilminden kinayedir, ilâhî yüceliğini tasvir etmekten ibarettir.


§ Bu âyeti kerimeye "Ayetülkürsü" denilmiştir. Bu Kur'ân'ı Kerimdeki âyetlerin en büyüğüdür. Bu âyeti kerime, Cenab'ı Hak'kın ilâhî sıfatlarını, hakimiyetini, büyüklük ve yüceliğini en beliğ bir şekilde bizlere bildirmektedir. Bizleri hidâyet yoluna sevk için en mükemmel, ilâhî bir rehber mevkiinde bulunmaktadır. Ilâhiyyat ilminin bir özünü içermektedir. Binaenaleyh bunu okumakta birçok faideler vardır. Bunu yatarken, kalkarken kalp huzuru ile okumak, bir mü'min! bir nice felâketlerden korur. Bu hususa dair birçok hadis vardır.
Bakara 256-Bu âyeti kerime,İslâmiyeti kabul için onun parlak,yüksek mahiyetini düşünmenin kâfi olup bu hususta zorlamaya ihtiyaç bulunmadığını bildirmektedir.(Dinde zorlama yoktur) İslâmiyeti kabul etmesi için hiç kimse zorlanamaz ve İslâm dini,hiçbir şey,hiçbir muamele hakkında zor kullanmayı caiz görmemiştir.Gerek din hususunda ve gerek başka hususlarda zorlama cihetine gidilemez. Malûm olduğu üzere ikrah,bir şahsa hoşlanmadığı,rızası ile kabul etmediği bir şeyi tehdit ile kabul ettirmektir.Binaenaleyh zorlama yoluyla olup gönül rızasıyla kabul edilmeyen İslâmiyet,kabul edilmiş, sahibini mesuliyetten kurtarmış olamaz.Nitekim zorlama neticesi yapılan ibâdetler de Allah katında makbul değildir.Zorlama sonucu İslâmiyeti kabul eden bir kimse bilâhare inancını tashih ederek bu kutsî dini samimiyetle benimsemedikçe bir münafık olmuş olur.Maamafih böyle bir kimseye kâfir de diyemeyiz.Olabilir ki,kalpleri çeviren Allah Teâlâ onun kalbini imân yönüne çevirmiş,zorlama buna bir vesile olmuştur.Biz zahiren dil ile yapılan ikrara göre hükmederiz.Kimsenin kalbini teftişe kalkışamayız.(Doğruluk) rüşt,yani:İslâmiyetin hak bir din olduğu,imânın insanı ebedî saadete kavuşturacağı,Cenâb-ı Hak'kın varlığını gösteren bütün âyetler,deliller ile açık ve belli olmuştur. Binaenaleyh bu bakımdan doğruluk (sapıklıktan) "gay"den yani: Küfürden,ebedî mutsuzluğa ve azaba sebep olan dinsizlikten (iyice ayrılmıştır.)Peygamberlerin beyanatından,ilâhî kitapların içeriklerinden dolayı ve Cenâb-ı Hak'kın varlığına bütün kâinatın şehadet edip durmasından ötürü hakikat ortaya çıkmıştır.Her akıllı insan,bunu düşünüp tasdik edebilir.Artık zorlamaya lüzum yoktur.Herkes istikbalini düşünmeli,dinsizlik yüzünden uğrayacağı uhrevî cezayı nazara almalı,zorlamaya hacet kalmaksızın kendi rızasıyla,temiz kanaatiyle İslâm dinini kabul eylemelidir.Aksi takdirde akıbetini kendisi düşünsün.(Artık her kim Tâğutu inkar eder.Allah Teâlâ'ya imanda bulunursa kopması bulunmayan bir kulpa yapışmış olur.) Yani bu halde hakikî bir dine sarılmış,ezelî ve ebedî olan bir Yüce Yaratıcının ulûhiyetini tasdik ederek kendi geleceğini emniyete almış, tehlikelerden kendisini kurtarmış olur.

Tâğüt, azgın, taşkınlık yapan, bozguncu kimse demektir. Şeytan bir Tâğüt olduğu gibi Cenab'ı Hak'ki inkâr eden, insanları dinden, ahlâktan mahrum bırakmaya çalışan her şahıs da bir t âğ uttur. Rablık iddiasında bulunan Firavunlar, Nemrutlar ve onların peşine düşmüş olan bozguncu ve tabiat çı kimseler de birer t âğutt ur. Sihirbazlar, kâhinler de bu kabildendirler işte bunların bu durumlarını bilip de kendilerinden kaçınmak, tâğuta küfretmek demektir. Onu inkâr edip hakka yönelmektir. (Ve Allah Teâlâ     işitendir) söylenilen sözleri, irşat edici sözler ile saptırıcı lâkırdıları duyar ve Hak Tealâ (bilendir) herkesin içindeki şeyleri bilir, herkesin niyet ve fiillerinden haberdardır, sözlerinde, inançlarında samimî olanlar ile olmayanlar Hak Tealâ'ya tamamiyle malumdur. "Müslümanlıkta cihadın meşruiyeti, Islâmiyeti düşmanlarına kar; ı müdafaa içindir, fitnelerin ortaya çıkmasına meydan vermemek içindir. İslâmiyet in yüceliğini cihana neşretmek ve ulaştırmak içindir, düşmanların hücumundan İslâm ülkelerini korumak içindir. Yoksa başka milletleri zoru zoruna İslâmiyet! kabule sevk için değildir.

Müslümanlıkta zorlama bulunmadığı içindir ki, müslümanlara mağlûp olan milletler, yine kendi dinlerini muhafaza edegelmişlerdir. Hiç biri zorla Islâmiyete sokulmamıştır. Hiç birinin vicdan hürriyetine asla müdahale edilmemiştir. Elverirki, yaptıkları anılaşmalara, verdikleri sözlere uysunlar, bir karışıklığa cür'et göstermesinler. Fakat bir gayrimüslim, ahdini bozarsa veya bir müslüman bilahara dininden döner, başka bir dine girerse elbetteki cezayı hak ederler. Meselâ: Bir müslüman dinden dönünce tevbe etmesi ve af dilemesi kendisine teklif edilir. Buna rağmen yine küfründe İsrar ederse idam cezasına çarptırılır. Bu zorlama meselesi değildir. Belki mensup olduğu İslâm cemiyetinin dinini küçümseyerek ona karşı muhalif bir cephe almış olacağından ve kötü bir örnek teşkil etmiş ve İslâmiyet aleyhinde propaganda yapacağı düşünülmüş olacağından dolayı tatbik edilmesi gereken bir cezadır. Genel nizamî bozmaya meydan vermemek için bunun tatbik edilmesi sosyal siyasetin icaplarındandır. Nitekim: Bir milletin fertlerinden olan her hangi bir şahıs da o milletin kanunlarına muhalif hareketinden dolayı cezaya uğrar, bu ceza, bir cebir ve zorlama sayılmaz, onun vicdanî kanaatine bir müdahale addedilemez. Böyle bir ceza; umumun selâmeti adına bir hikmet ve menfaat gereğidir.


Bakara 257-Bu âyeti kerime,imân ehli ile küfür ehlinin hallerini göstermekte,bu suretle beşeriyeti aydınlatma ve ikaz lütfunda bulunmaktadır.(Allah Teâlâ) Yüce zatına (imân edenlerin velisidir) onların yardımcısıdır,onların muhafızıdır.(Onları zulmetlerden) cehaletten,kötü itikattan,kötü temayüllerden koruyarak (nura) hidayete,imân nuruna ve saadet alanına (çıkarır.) Onları manevî karanlıklardan kurtararak ebedî aydınlığa iletir.(Kâfir olanların) küfürleri Allah'ın ilminde sabit bulunanların (velileri ise tâğut'tur) şeytandır,diğer saptırıcı kimselerdir,Kab İbni Eşref gibi dinsiz reislerdir.(Onları) o küfrü kabul edip aslî fıtratlarına muhalefet eyleyenleri (nurdan) hidayetten, fıtri nurdan veya müşahede edip durdukları mucizelerin aydınlığından mahrum bırakarak (zulmetlere) küfür ve isyan karanlıklarına,cehalet ve dalâlet vadilerine (çıkarırlar.) Onları ebedî bir felâkete uğratırlar. Şeytanlara,şeytan tabiatlı kimselere aldanıp uyanlar kendi selim yaratılışlarını kaybederler,dinin nuruyla aydınlanmaya kabiliyetli oldukları halde o iğfal eden kimseler yüzünden bu kabiliyetlerini elden çıkararak küfür ve günah karanlıklarına düşmüş olurlar.Her türlü yasağı işlerler,nihayet bir ebedî azaba yakalanmış olurlar.(İşte onlar) o şeytanlar ve onların saptırıp küfür karanlıklarına düşürdükleri kimseler yok mu? İşte onlar (cehennem ehlidirler.) İşledikleri suçlardan dolayı cehennem ateşine maruz kimselerdir.Ve (onlar o ateşte ebedî olarak kalan kimselerdir.) Bu da onların kötü itikatlarının,kötü amellerinin bir cezasıdır.Onlar binlerce sene yaşayacak olsalar,aynı itikafta bulunmaya karar vermiş dinin nurundan ebediyyen ayrılmak kararında bulunmuş oldukları için böyle ebedî bir azabı hak etmişlerdir.Bu husustaki ilâhî beyanatı,dini tehditleri hiçe sayan dinsizlerin lâyık oldukları ceza,bundan başka olamaz.Elbette şeytanlara tâbi olanlar, böyle bir âkibete uğrayacaklardır.Nitekim Kur'ân-ı Kerim,bizlere bu gibi dinsizlerin hayat tarihlerine dair malumat vererek bizleri uyarmakta ve aydınlatmaktadır.
Bakara 258-Bu âyeti kerime,tâğut güruhundan olan Nemrudun kâfirce iddiasını ve onun nasıl şaşırıp kaldığını bir ibret numunesi olmak üzere göstermektedir.Rivayete göre Hz.İbrahim,tanrılık iddiasında bulunan Nemrudu,hak dine davet etmiş,bir takım putları kırmış olduğu için hapsedilmişti.Sonra Nemrut,o muhterem Peygamberi yanına çağırarak onunla tartışma ve mücadelede bulunmuş,Ya İbrahim! Senin rabbin kimdir? diye sormuştu.İşte bu âyeti celile,bu mücadeleyi şöylece beyan buyuruyor.(Sen görmedin mi?) Habibim! Ebette sen bilirsin, Kur'ân'ı Kerim sana haber vermiş bulunmaktadır ki,(Allah Teâlâ kendisine mülk) dünyevî bir saltanat,bir hâkimiyet (verdiği için) buna gururlanarak Hz.(İbrahim ile Rabbi hakkında mücadelede bulunanı) Nemrut adındaki habis ruhlu şahsı (o zaman) o Nemrudun suali üzerine Hz.(İbrahim,benim rabbim o zat) Yüceler Yücesi (dır ki,diriltir ve öldürür) dilediğine hayat verir,dilediğini hayattan mahrum bırakır (deyince) o tanrılık iddiasında bulunan cahil Nemrut,kendisinde yaratıcılık sıfatı olduğunu iddiaya cür'et ederek (ben de diriltirim ve öldürürüm demişti.) Rivayete göre hapishaneden iki şahıs getirterek birini salıvermiş,birini de öldürmüş,bu cahilane hareketiyle güya iddiasını isbat etmek istemişti.Hz.İbrahim,bu herifin diriltme ve öldürmenin mahiyetini idrakten âciz olduğunu veya onun aczini göstermemek için böyle şarlatanlığa saptığını görünce daha açık bir delile geçerek:(İbrahim, şübhesiz Allah Teâlâ güneşi doğudan getirir) şark tarafından doğmaya sevkeder.(sen) de hâşâ tanrılık ve yaratıcılık iddiasında sadık isen (onu) o güneşi (batı tarafından getir deyince de o kâfir) Nemrut (şaşırıp kalmıştı.) Hayret ve dehşet içinde kalmış,delili kesilmiş bir hale düşmüştü.İşte Allah Teâlâ böyle inkarcıları,yalancıları hüsrana uğratır, (ve Allah Teâlâ) böyle (zalimler gurubuna hidayet etmez.) Onlar hidayete olan kabiliyetlerini zâyetmiş,nurdan çıkarak karanlıklara düşmüş bir halde bulunurlar.Velhâsıl:Elde ettikleri muvakkat bir hâkimiyete,bir varlığa güvenerek tanrılık iddiasına cür'et edenler,hakikî bir dinden yüz çevirenler nihayet şaşkın ve kahre uğramış olurlar, rezilane bir duruma düşerler,alçaklık ve cehaletleri bütün âleme teşhir edilmiş bulunur.O gibi vicdansızlara karşı hakkı müdafaa eden,Allah'ın Rab sıfatını tasdik eden ve yücelten her hangi bir zat ise muvaffakiyetlere ulaşır,ebedî bir saadete,bütün mü'minlerin muhabbet  ve saygısına mazhar bulunur. "124" üncü âyeti kerimeye de bakılabilir!

"Nemrut",Bâbil şehrinin kurucusudur.Orada hükümdar bulunmuştur. Başına İlk taç koyan ve yer yüzünde kibirle saltanat süren ve tanrılık iddiasına cür'et eden bir şahıstır.Kendisine musallat olan sivrisinekler tarafından öldürülmüştür.İsa Aleyhisselâm'ın milâdından 2640 sene önce olduğu zannediliyor.


Bakara 259-Bu âyeti kerime,Allah'ın kudretiyle ne kadar hârikaların vücuda gelebileceğini ve ölümden sonra dirilmenin bir numunesini gösteriyor.Bir rivayete nazaran bu âyeti kerime de yeniden diriltildiği bildirilen zat,Üzeyr Aleyhisselamdır.Bu zatın peygamberliğinde ihtilâf vardır.Bu İsrail Oğulları arasında bulunuyordu."Buhtû Nasr" Kudüs havalisini zabtedip harabeye döndürmüş,halkının bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir almıştı.Bunların içinde daha genç olan Hz.Üzeyr de bulunuyordu.Bâbilde bir zindana atılmıştı.Buradan bir yolunu bularak kaçmış,Kudüs havalisine gelmiş,fakat oraları büsbütün harap ve ahaliden boş olarak görünce üzülmüş buranın eski haline nasıl geleceğini teessürle düşünmüştü.İşte bu hâdise şu şekilde anlatılıyor: (Yahut o kimse gibisini görmedin mi?) Yani:Onun hâli gibi garip,     harikulade,Allah'ın kudretine delil olan şu vakalardan haberdar bulunmadın mı ki:O kimse (bir kasabaya uğramıştı) kendi eski vatanı olan Beyti Makdise veya Mutefikeye dönmüştü.(O kasabanın) ise (tavanları çökmüş,onların üzerine duvarları yıkılmıştı.) Yani:Büsbütün harab olup ahalisinden kimse kalmamıştı.O zat,bu hali görünce pek üzülmüş (Allah Teâlâ bu kasabayı bu ölümünden sonra nasıl) ne vakit (diriltecek) acaba bunu yeniden eski haline getirmeye Allah'ın iradesi yönelecek mi? (diyordu),tecrübelere göre böyle büsbütün mahvolup tarihe karışan bir varlığın eski haline gelmesinin uzak görüldüğünü,bu cihetle bunun nasıl diriltileceğini söylüyordu.Yoksa Cenab'ı Hak'kın bunu yeniden diriltmeye kadir olduğunu o zat da biliyordu.Fakat Cenâb-ı Hak,bunun ve emsalinin vukuunu birer kudret harikası olmak için o zat vâsıtasıyla bütün beşeriyete göstermek,beyan etmek hikmetinden dolayı (bunun) bu temenninin (üzerine Allah Teâlâ o kimseyi yüz sene ölü bıraktı) hayattan mahrum kıldı.(Sonra da onu) yeniden (diriltti) ve Cenâb-ı Hak veya bununla alakadar melek (dedi ki:Ne kadar kaldın?) başından geçen hâli biliyor musun? Ne miktar ölmüş bir halde bulundun? Farkında mısın? O da kendisini uykuda imiş gibi zannederek (dedi ki:Bir gün veya bir günün bâzısı kadar kaldım.) Cenâb-ı Hak ise kendisine vahyederek veya melek vâsıtasıyla (dedi ki:Hayır,yüz sene kaldın),bu müddet içinde ölmüş bulunuyordun (İmdi yiyeceğine ve içeceğine bak ki) vaktiyle yanında bulunmuş olan yiyecek ile içeceğe dikkat et ki,onlardan (hiç biri bozulmamış) bunlar bu yüz sene içinde oldukları gibi kalmışlardır.Bunların incir ile şıra olduğu mervidir. (Merkebine de bak) o da ne hâle gelmiş,parça parça olan kemikleri kendisinden nasıl ayrılmış (ve seni insanlara bir âyet kılmak için) böyle öldürüp dirilttik,seni öldükten sonra dirilmenin vücuduna bir delil kıldık (ve kemiklere bak onları nasıl birbirine birleştiriyoruz) hepsini tekrar yerlerine nasıl iade ediyoruz.(Sonra da onlara et giydiriyoruz) onları yeniden eski haline getiriyoruz,hayata erdiriyoruz.Bu kemikler ya öldükten sonra diriltilen zatın veya onun merkebinin veya umumi olarak orada bulunan bir takım hayvanatın kemikleri idi ki, kendilerinden ayrılmış,parça parça olmuş,kuruyarak etten soyulmuş iken Allah'ın kudretiyle yeniden eski hallerini almış,bu da apaçık görülmüştü.(Vaktaki) bu hakikat,bu ölüleri diriltme hususu veya Allah Teâlâ'nın kudretinin kemâli (kendisine) o kimseye (belli oldu) bunları gözleriyle görüp müşahede eyledi.(Dedi ki:Ben bilirim,Allah Teâlâ şüphe yok ki her şeye kadirdir.) Binaenaleyh bütün ölüleri yeniden diriltmeye de imân ettik,kudreti vardır.Ölülerin nasıl diriltileceğini benim düşünüşüm,buna Allah'ın kudretinin fazlasıyla kâfi olduğunu bilmediğimden değildir.Belki bu diriltme acaba takdir edilmiş midir? Takdir edilince acaba nasıl bir suretle meydana geleceğini endişe ettiğimden dolayıdır.Yoksa Cenâb-ı Hakkın buna ve diğer nice hârikalar, eşsiz şeyleri yaratmaya ne kadar kadir olduğu şüphesizdir.Velhâsıl bu zatın bu vefatından yetmiş sene sonra Kudsi Şerif havalisi bir iran hükümdarı tarafından fethedilerek tekrar imar edilmiş,İsrail Oğullarının kalıntıları da yine burada toplanmış;bu havali âdeta yeniden hayat bulmuştu.O zat da yeniden hayat bulunca iki üç harika karşısında kalmış,hem kendisinin,hem kemiklerin yeniden hayat bulduğunu görmüş,hem de yurdunun yeniden canlandığını müşahede eylemişti. Cenâb-ı Hak'kın daha böylece nice hârikaları vücuda getirmiş ve getirmekte olduğu şüphesizdir.
Bakara 260-Bu âyeti kerime de Cenab'ı Hak'kın kudretine,âhiret âlemine dair bir başka delildir.Habibim! (Ve o vakti de yâdet ki.İbrahim) Aleyhisselâm niyaz ederek (Yarabbi.Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demişti) Hz.İbrahim,Cenâb-ı Hak'kın dirilten ve öldüren olduğunu Firavuna karşı söylemişti.Onun bu hususta asla şüphesi olamaz. Ancak diriltmenin ne suretle,ne gibi bir keyfiyetle vuku bulacağını bir an evvel gözleriyle görmesini niyaz etmiş oluyordu.Cenâb-ı Hak da vahiy yoluyla hitap ederek Hz.İbrahim'e (inanmadın mı? diye buyurmuştu) yâni:Sen Allah'ın kudretiyle ölülerin yeniden diriltileceğini biliyorsun ve inanıyorsun,bu kafi,her halde görmene lüzum yok,maamafih senin kadrini yükselmek için ve görüp işitenlere bir lütuf ve bir uyanma vesilesi olmak için sana bir diriltme numunesi göstereyim diye vahyolunmuştu.Böyle bir ilâhî hitaba hâil olan (Hz.İbrahim de evet. inandım) Yarabbi.Sen ölmüşleri diriltmeye kadirsin buna inanmışızdır, (fakat kalbim mutmain olsun için) böyle bir niyazda bulundum,tâ ki bu hususta ben kesin bilgiden başka gözle görme lütfuna da nail olayım, bu hususta ilâhî kudretin tecellisini daha dünyada iken görmüş bulunayım (demiş.) Bunun üzerine (Allah Teâlâ da:Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir) onları güzelce görüp tanı ve onları parça parça et de (her dağ başına onlardan birer parça at.) Bu kuşlar bir rivayete göre tavus,horoz,karga ile güvercin imiş.(Sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler) mevtanın nasıl yeniden hayat bulacağını böyle bir numune ile görmüş olursun.(Ve bil ki,Allah Teâlâ şüphe yok ki azizdir) her dilediğini yapmaya kadirdir (hakimdir) her fiili bir nizam ve intizam içindedir,bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır.Bir çok şeyleri birer sebebe bağlamış olması da birer hikmet gereğidir,(diye buyurmuştur.) Hz.İbrahim de bu ilâhî emre uymuş, parçalayıp atmış olduğu kuşların bir harika olmak üzere tekrar hayata kavuştuklarını görmüştür.

Velhâsıl:Bu vaka,beşeriyet için bir ibret dersidir.Bu kuşları ve emsalini başlangıçta böyle hayat sahibi,çeşitli sınıflara,muhtelif özelliklere sahip bir halde yaratmış olan bir Yüce Yaratıcının bunları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olacağı da son derece açıktır.Herhalde diriltme İlk yaratmadan daha kolaydır.

Kâinatı Yaratanın varlığına inanan bir insan böyle harikulade görülen bir olayın meydana gelmesini inkâr edemez.Artık öyle bir Yüce Yaratıcının bütün emirlerine,yasaklarına göre harekette bulunmak,onun dini uğrunda her türlü fedakârlığı bir nimet telâkki etmek,onun yolunda mâl ve bedenle hizmette bulunmayı bir selâmet vesilesi ve saadet bilmek lâzım gelir.İnsan o sayede karanlıklardan kurtulup nura çıkar.İşte bunun içindir ki,Cenâb-ı Allah,bizlere mallarımızı hak yolunda harcamayı,fedakârlıkta bulunmayı emrediyor.


Bakara 261-Bu âyeti kerime,Allah yolunda harcanacak malların birçok sevaba vesîle olacağını ifade ederek müsIümanları buna teşvik etmektedir.(Allah Teâlâ'nın yolunda) yani din uğrunda,cihad için (mallarını harcayanların durumu) hâli,kavuşacakları mükâfatların miktarı (o bir) ekilmiş (tanenin durumu gibidir ki yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz dane bulunmuş olur.) İşte hak yolunda yapılan bir hayrın,verilen bir zekâtın ve sadakanın da böyle kat kat sevabı vardır. (Ve Allah Teâlâ dilediğine) güzel amelinin sevabını (kat kat artırır) bir güzel amele en az on misli sevap verir ve sahibinin (hüsnüniyet)iyi niyetine göre yetmiş,seksen sevap da verir ve hesapsız mükâfatlar da ihsan buyurur.(Ve Allah Teâlâ Vasidir) lütuf ve ihsanı pek boldur pek geniştir ve (Alimdir) kullarının yaptıkları,yapacakları şeyleri tamamıyla bilir,ona göre mükâfat ve ceza verir.Binaenaleyh yapılan hayır ve hasenatı da bilip ona göre sahiplerini kat kat mükâfata ulaştırır.
Bakara 262-Bu âyeti kerime,Allah'ın kabul edeceği harcamaların nasıl olacağını bildirmektedir.(O kimseler ki) o mü'min ihlaslı kullar ki (Allah yolunda) cihad uğrunda,İslâm ordusunun techizi hususunda ve fukaraya yardım maksadıyla (infak ederler) mallarını harcamış bulunurlar (sonra da o harcadıklarına) o bolca harcadıkları mallara (bir minnet) de bir başa kakışta da bulunmazlar (ve bir eziyet) bir gönül incitecek muamele (yüklemezler) bu iyiliği tam bir samimiyyet ve nezaketle yapmış olurlar (işte onlar için Rabbi) kerimleri (katında mükâfat vardır.) Onlar,bu yaptıklarının ecrine,sevabına kavuşacaklardır.(Ve onların üzerine bir korku yoktur) dünyada ve ahirette hoş olmayan hallerde korunmuş bulunacaklardır.(Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.) Onlar istedikleri güzel şeyleri kaybetmekten dolayı hüzün ve kedere uğramayacaklardır. Cenab'ı Hak onları,arzularına kavuşturacaktır.

Rivayete göre bu âyet Hz.Osman(r.a) ile Hz.Abdurrahman İbni Avf(r.a) hakkında nazil olmuştur.Tebük gazvesinde müslümanların ordusu darlık içinde kalmıştı.Buna "ceyşülusre" denilmiştir.Hz.Osman,bin deve semeriyle,palasıyla beraber getirip Hz.Peygambere vermiş,ayrıca da bin dinar dağıtmıştı.Rasüli Ekrem de,Yarabbi.Ben Osmandan razı oldum,sen de razı ol diye duada bulunmuştu.Abdurrahman İbni Avf da dört bin dirhem vermiş ve Ya Rasülüllah! Sekiz bin dirhemim vardı, bundan dört bin dirhemini kendi nefsim ile ailemin nafakası için sakladım,dört bin dirhemini de Rabbime ödünç verdim demişti.Nebiyyi Zişân Hazretleri de:Allah Teâlâ sakladığını da,verdiğini de sana mübarek kılsın diye dua buyurmuştu.İşte bu zatlar bir minnet,bir eziyet söz konusu olmaksızın sırf İslâm dinine hizmet için bu cömertçe tasadduklarda bulunmuşlardı.İşte böyle halisane yapılacak fedakârlıkların pek büyük mükâfatlara vesîle olacağını bu âyeti kerime, müjdelemiş bulunmaktadır.Ne mutlu böyle hak yolunda mallarını harcayanlara!


Bakara 263-Bu âyeti kerime,bizlere en güzel şekilde (muaşeret) geçinme ve bir ictimai terbiye dersi vermektedir.(Bir iyi söz) bir tatlı lâkırdı,bir gönül alan konuşma,bir fâideli kelâm (bir af) bir kusuru gizlemek,bir hoş olmayan hâli teşhir etmemek (kendisini bir eziyet takip eden) arkasından bir başa kakma,bir uzun dillilik şeklinde gelen (sadakadan) bir mal harcamadan (hayırlıdır),binaenaleyh bir fakire ve benzerlerine bir malı başa kakarak,bir kibir ve gururla vermekten ise onu nazikâne bir suretle savmak bir içtimaî terbiye icabıdır.Ve netice de daha iyidir.(Ve Allah Teâlâ ganidir) kullarının sadakalarına ihtiyacı yoktur.Allah rızası için yapılacak iyilikleri mükâfatsız bırakmaz. (Halîmdîr) kullarının lâyık oldukları cezaları hemen vermez,tevbe etmeleri ve af dilemeleri için mühlet verir.Artık bu ilâhî lütufdan istifade edilmelidir,insanlık icabı işlenmiş olan günahlardan bir an evvel tevbe edip,af dileyip Cenâb-ı Hak'kın merhamet deryasına can atmalıdır.
Bakara 264-Bu âyeti kerime,başa kakmak suretiyle ve dine muhalif olarak yapılan iyiliklerin sahiplerine fâide vermeyeceğini bildirmektedir. (Ey mü'minler! Sadakalarınızı) fukara ve düşkünlere yapacağınız yardımları onlara (başa kakmakla) onları sözlerinizle,hareketlerinizle (incitmek) sûretiy(le iptal etmeyiniz) sevaptan mahrum bırakmayınız. (O kimse gibi ki,malını insanlara göstermek için harcar) riyakarlıkta bulunur (da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmiş bulunmaz) münafıkça hareket eder durur.(Artık o kimsenin hali,üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taşın hâli gibidir ki,) o,toprağı muhafaza edemez.Ondan bir fâide göremez.(Ona şiddetli bir yağmur isabet ederek onu dümdüz bir halde bırakmış olur.) Üzerinde topraktan eser görülemez.İşte başa kakma ve eziyete dayalı olan bir iyilik de böyledir, onu yapan ölümün pençesine tutuldu mu,o iyilikten bir eser kalmaz, ondan yararlanamaz,beyhude yere mahvolup gitmiş bulunur.İşte bu gibi münafık kimseler ebediyyen mahrumiyete mahkûmdurlar.(Onlar) öyle başa kakmakla insanlara eziyet vermekle yapmış oldukları sadakalardan ve diğer (kazanmış olduklarından bir şeye kadir) bir sevaba nail (olamazlar),onların bu amelleri boşunadır. (Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidâyet etmez) öyle gösteriş için iyilik yapan münafıkları doğru yola sevk eylemez.Binaenaleyh yapılacak bir iyilik, verilecek bir sadaka;iyi niyete,güzel bir itikada dayalı olmalıdır.Başa kakmadan,kalp kıracak sözlerden,kibir ve gururdan beri bulunmalıdır. Yoksa onların yapacakları bu iyiliklerin ne kıymeti vardır.

"Lâzım değil inayeti ehli tekebbürün"
"Bahşeyledim atasını vechi abusuna"
Kibirli kimsenin yardımı lâzım değil
Onun yardımını asık suratına bağışladım.


Bakara 265-Bu âyeti kerime,Allah'ın rızâsına ve dinin güzelliğine muvafık olan sadakaların sahiplerine ne kadar faydalı olacağını bildirmektedir.Başa kakmadan beri ve (halis)samimi mü'min olan (ve mallarını Allah'ın rızâsını (talep)kazanmak) için (ve nefislerini tesbit için) yanî:İmanda sebat etmek ve (kerem)cömertlikle vasıflanmak; ibâdet ve itaat etme (meleke)alışkanlığını (nailiyet)kazanmak için (infak,harcamada bulunanların) bu harcamaya ait (durumu ise) güzel ve (latif,güzide)seçkin (bir bahçenin durumu gibidir ki) bütün hallerde meyve verir ve sahibine fâide temin eder.(Ona çokça yağmur yağar da meyvelerini iki kat olarak yetiştirir.) Maamafih o öyle bir ürün verme gücüne sahiptir ki,(ona çokça yağmur değil de) yalnız (çiğ) bir rutubet, en zayıf bir yağmur (isabet etse) yine kifayet eder,yine onun meyveleri, kat kat yetişir.Artık ona göre hareket ediniz,ihlastan,(hüsnüniyet)iyi niyetten ayrılmayınız (ve) biliniz ki,(Allah Teâlâ yapacağınız şeyleri görücüdür) onun yüce zatına hiç bir şey gizli kalamaz.Binaenaleyh Muhlis olanların da,(riyakar)gösterişte bulunanların da hallerini (vakıf)bilir.Ona göre mükâfat ve ceza verecektir.Ne güzel bir teşvik ve ne güzel sakındırma.
Bakara 266-Bu âyeti kerime,daha dünyada iken ebedî hayatını kazanmaya vesîle olacak şeyleri bir nifak ve gösteriş sebebiyle elden çıkaran gafillerin hallerini temsil etmektedir.Ey insanlar! Bir kere düşününüz,hiç (biriniz arzu eder mi ki) severek ister mi ki (onun hurma ve üzüm ağaçlarıyla) ve saireyle(dolu olan ve bunların) bu ağaçların (altından ırmaklar akan bir bahçesi) bir bostanı (bulunsun ve onun) o sizden biriniz (için o bahçede her türlü meyvaları) yetiştirir bir halde olsun.Fakat kendisine ihtiyarlık çöksün) başka bir şey kazanmaya iktidarı kalmasın,bununla beraber (kendisinin zayıf zayıf yavrucakları da bulunuversin) hepsi de himayeye muhtaç bulunsun (da) böyle bir halde (o bahçeyi içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıversin) o da, onun o çoluk çocuğu da âciz,geçimlerini temin etmekten mahrum ve şaşkın bir halde kalsınlar.Artık bunu kim arzu eder? (İşte Allah Teâlâ) bu gibi ibret verici (ayetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor,tâ ki tefekkür edesiniz) düşünüp ibret alasınız ve onun gereği ile amel edesiniz.

Bazı kimseler dünyada iken bir takım iyiliklerde,fakir ve düşkünlere yardımda bulunurlar,bunların sayesinde uhrevî hayatlarını kazanabilirler ve insanlık icabı amellerin eseri olan bir nice günahların yükünden de kurtulabilirler.Bu böyle iken onlar o yaptıkları hayır ve iyiliklerin kıymetlerini,uhrevî faidelerini gösteriş sebebiyle,başa kakmak ve eziyet etmekle yok etmiş olurlar.Ahirete boş elle giderler, kaybettiklerini telâfi etmeye imkân bulamazlar,felâketler ihtiyaçlar içinde kalırlar.Artık böyle bir durumda kalmayı kim arzu eder? Elbette ki kimse arzu etmez.Öyle ise böyle güzel amelleri elden çıkaracak olan çirkin hareketlerden pek kaçınmalıdır.

Bakara 267-Bu âyeti kerime,kazanç yollarını ve yapılacak malî yardımların ne gibi mallardan yapılacağını bildirmektedir.(Ey imân edenler) Ey Allah Teâlâ'yı tasdik,onun dinî hükümlerini kabul eden müslümanlar! Ticaret san'at gibi bir servet vasıtasıyla (kazandığınız şeylerin) paraların ve sairenin (ve yerden sizin için çıkarılmış olduğumuz) ekinlerin,meyvelerin,madenlerin ve benzeri (şeylerin temizlerinden) iyilerinden,helâllarından Allah yolunda harcayınız.İcap eden zekâtınızı veriniz,fakirlere tasaddukta bulununuz.(Ve öyle kötüsünü) aşağısını,haram olanını zekât veya sadaka için (vermek kastinde bulunmayınız ki) bu husustaki dinî vazifenizi lâyıkıyla yapmış olasınız.Öyle kötü bir mal nasıl infak edilebilir ki,(siz ondan harcarsınız da kendiniz ise) size alacağınıza mukabil olarak verilecek olsa (onun hakkında göz yummadıkça) müsamaha etmedikçe,sıkılmadıkça veya hakkınızın büsbütün zayi olacağından korkmadıkça onun (alıcısı olmazsınız.)Artık nefsiniz hakkında muvafık görmediğiniz böyle bir şeyi başkası hakkında nasıl uygun görebilirsiniz?. (Ve biliniz ki şüphe yok Allah Teâlâ zengindir) sizin harcamanıza ihtiyacı yoktur,bununla emretmesi sizin fâideniz içindir.Ve Hak Tealâ (övülmüştür) mahlûkatı için pek büyük nimetler ihsan buyurmuştur.Her şekilde hamd ve şükre lâyıktır.Artık o Yüce Yaratıcının rızâsına uygun şekilde harcamaktan ayrılmayınız.
Malumdur ki,bir milletin iktisat sahasında yükselebilmesi için hem yurdunun arazisinden,madenlerinden ve sair tabiî kaynaklarından istifâde etmesi,hem de ticaret,san'at gibi bir şey ile uğraşması lâzımdır.İşte bu âyeti celile,bizlere bu iki yolun lüzumuna,meşruiyetine işarette bulunmaktadır.

Kur'an-ı kerim okumanın edebi

Sual: Kur'an okurken nelere dikkat etmek gerekir?
CEVAP
Kur'an-ı kerim okurken şu edeplere dikkat edilmelidir:
1- 
Abdestli olarak, temiz bir yerde kıbleye karşı diz üstü oturmalıdır! Erkekler başı açık okumamalı, hiç değilse bir takke giymelidir! Takkesiz okumak tenzihen mekruhtur. [Mushafa bakarak okumak, ezbere okumaktan daha sevaptır.]

2- 
Kur'an-ı kerim okumaya başlarken Euzü ve Besmele çekmelidir!

3- 
Manasını bilen de, bilmeyen de ağır ağır okumalıdır!

4- 
Mümkünse, ağlayarak okumalıdır! Ağlayamayan kimse, ağlamak için kendini zorlamalıdır!

5- 
Her âyetin hakkını vermeli, yani azap âyetini okurken, korkarak, rahmet âyetlerini heveslenerek, tenzih âyetlerini tesbih ederek okumalıdır!

6- 
Kur'an-ı kerim okurken, kendisinde riya, yani gösteriş uyanırsa veya namaz kılan kimseye mani olursa, yavaş sesle okumalıdır!

7- 
Kur'an-ı kerimi tecvide uygun ve güzel sesle okumalı, fakat teganni etmemelidir! [Teganni, harfleri, kelimeleri bozarak ırlamak demektir. Teganni yaparken harfler bozulursa haram, harfler bozulmazsa mekruh olur. Halebi'de diyor ki: Kur'an-ı kerimi teganni ile okuyan imamın arkasında kılınan namazın iadesi gerekir.]

8- 
Kur'an-ı kerim, Allahü teâlânın kelamıdır, sıfatıdır, kadimdir. Ağızdan çıkan harfler, ateş demeye benzer. Ateş demek kolaydır. Fakat ateşe kimse dayanamaz. Bu harflerin manaları da böyledir. Bu harfler, başka harflere benzemez. Bu harflerin manaları meydana çıksa, yedi kat yer ve yedi kat gök dayanamaz.

9- 
Kur'an-ı kerimi okumadan önce, bu kelamı söyleyen Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmelidir! Kimin sözü söyleniyor, ne önemli iş yapılıyor iyi düşünmelidir!

Kur'an-ı kerime dokunmak için, temiz el gerektiği gibi, onu okumak için de, temiz kalb gerekir.
Allahü teâlânın büyüklüğünü bilmeyen, Kur'an-ı kerimin büyüklüğünü anlayamaz. Allahü teâlânın büyüklüğünü anlamak için de, Onun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmek gerekir. Bütün mahlûkatın sahibi, hakimi olan bir zatın kelamı olduğunu düşünerek okumalıdır!

10- 
Gaflet içinde okumamalı, okurken başka şeyler düşünmemelidir!

Açık olanın yanında
Sual:
 Açık duranların yanında Kur’an-ı kerim okumak caiz midir?
CEVAPKendi avret yeri açıkken ve avret yeri açık olanların yanında, ezberden de olsa, Kur’an-ı kerim okumak mekruhtur. (S. Ebediyye)

Kur’an okurken
Sual: 
Evde Kur’an okurken, içeri girene ayağa kalkılır mı?
CEVAPBir kişi Kur’an-ı kerim okurken, babası, bir âlim veya kendisinden ilim öğrendiği hocası içeri girerse, onun için ayağa kalkması caiz olur. Başkaları için ayağa kalkmak caiz olmaz. (Hindiyye)

İş yaparken Kur'an okumak
Sual:
 S. Ebediyye’de, iş yaparken Kur'an okuyana, daha az sevab verileceği bildiriliyor. Buradan, hangi iş olursa olsun, bir işle meşgul olurken, mesela bir kadın olarak, başımız ve kolumuz açık evde temizlik yaparken, bulaşık yıkarken, tuvalet temizlerken Kur'an okumakta mahzur olmadığını anlıyoruz. Bu anlayışımız doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. S. Ebediyye’deki (İş yaparken) ifadesinden, kötü, uygunsuz işler anlaşılmaz. Kur'an okumaya müsait işler anlaşılır. Okunan Kur'ana saygı duymalı. Uygunsuz iş yaparken okumamalı. Kur'an-ı kerime saygısızlık yapmak, insanı küfre kadar götürür. Mubah, uygun iş yaparken okunabilir. Mesela eve girip çıkarken, yolda yürürken, ayakta veya otururken okunabilir. Gece yatakta yan yatarken de, ayakları birleştirip veya toplayarak okunabilir.

İkincisi, kadınların saç ve kol gibi avret yerleri açıkken, hiçbir iş yapmasalar da, Kur'an okumaları tahrimen mekruhtur.

İş yaparken Kur’an okumak
Sual: 
S. Ebediyye’de, (Yürürken ve iş yaparken Kur’an okuyana, daha az sevab verilir) deniyor. Yapılan her iş böyle mi? Mesela tuvalet temizlerken, soyunurken, tavla oynarken de okunabilir mi?
CEVAP
İş denince elbette her iş anlaşılmaz. Edebe uygun iş anlaşılır. Mesela el işi yapmak, araba sürmek, meyve sebze toplamak, duvar yapmak, çift sürmek gibi işler anlaşılır. Tuvalet temizlemek, kumar oynamak, çalgı çalmak, banyo yapmak gibi işler anlaşılmaz.

Kur’an okurken ezan okunsa
Sual: Bir kimse, Kur’an okurken sünnete uygun ezan okunsa, o kimsenin Kur’an okumayı bırakıp ezanı dinlemesi daha mı iyidir?
CEVAPEvet, ezan sünnete uygunsa, Kur'an-ı kerim okumayı kesmesi müstehabdır. Ezan okunurken, konuşmamalı, selam alıp vermemeli, yürüyorsa durmalı, fıkıh dersinde ise, dersi bırakıp dinlemeli. Ezandan sonra, salevat getirilir ve ezan duası okunur.

Kur'an-ı kerim okurken ezanı işitenin, susup ezanı dinlemesi efdaldir.(Halebî-yi sagir)

Ezan ve kamet okunurken, Kur'an-ı kerim okumakta olan kimsenin, okumayı kesip, ezan ve kameti dinlemesi uygun olur. (Hindiyye)
Mescitte Kur’an-ı kerim okuyan kimse, ezan veya kamet sesini duyunca okumayı bırakır. (Tergîb-üs-salat)

Evinde Kur'an-ı kerim okurken ezanı işiten kimse, eğer kendi mescidinin ezanı değilse, Kur'an okumayı bırakmaz, kendi mescidinin ezanı ise, Kur’an okumayı kesip ezanı dinler. (Halebî)

Kur’an okunurken
Sual: Toplantılarımızda Kur’an da okunuyor. Odaya girip çıkanlar olunca, Mushaf belden aşağı kalıyor, günah olmuyor mu?
CEVAPGirip çıkanla, Kur’an-ı kerim okuyan arasında birkaç metre mesafe olunca mahzuru olmaz.

Okuduğumuzu düşünmek
Sual: S. Ebediyye
’de, (Mânâsını düşünerek bir âyet okumak, başka şey düşünerek, bütün Kur’anı hatmetmekten daha çok sevabdır) deniyor. Yani mânâsını bilerek okumak mı gerekiyor?
CEVAPHayır, mânâsını bilen de, bilmeyen de, başka şeyler düşünmeden okumaya çalışmalı.

Zikir çekerken ve dua ederken de, başka şeyler düşünmemeye gayret etmeli. Fakat başka şeyler düşünülse de, zikri terk etmemeli. Çünkü başka şey düşününce, sahih olmaz demek değildir, sadece sevabı azalır. Mesela, radyodan haber dinlerken tesbih çekilebilir, ama kendini habere vererek çektiği zikrin farkında değilse, ne söylediğini düşünmüyorsa, sevabı elbette az olur.

Bakara 268-269-270-271-272-273-274-275-276-277-278-279-280-281-282-283-284-285

Bakara 268-Bu âyeti kerime,dinî vazifelerin ifasına mâni olacak şeytan tabiatlı kimselerin aldatmalarına bakılmamasına işaret etmektedir. (Şeytan) iblis veya her hangi (müfsit)bozguncu bir şahıs veya kötülüğü emreden nefis (sizi fakirlikle korkutur) malınızı harcarsanız züğürt kalırsınız diye sizi hayırdan men'e(engel) çalışır.(Ve sizlere çirkin) ahlâka muhalif,fuhşiyattan sayılan (şeyler ile emreder) o fena şeylere teşvikte bulunur.(Allah Teâlâ ise) Ey Allah rızâsı için harcamada bulunacak müminler!(Size kendi katından bir mağfiret,bir lütuf) ve kerem (vaad buyurur) yapacağınız harcamadan dolayı Cenab'ı Hak'kın af ve mağfiretine,lütuf ve keremine nail olacaksınızdır.O harcayacağınız mal,mükâfatsız kalmayacaktır ve ondan dolayı fakir düşmeyeceksinizdir.(Ve Allah Teâlâ geniştir) onun lütuf ve keremi boldur ve (bilendir) yaptığınız infak ve saire ona tamamen malumdur. Artık şeytanın vesvesesine kapılmayın,üzerinize düşen malî,bedenî vazifeleri ifaya çalışınız ki.Yüce Rabbinizin affını,lütuf ve ihsanını elde edesiniz.

Bakara 269-Bu âyeti kerime,hikmetin kadrini ve onu hangi zatların takdir edebileceğini göstermektedir.Allah Teâlâ,kullarından (dilediğine hikmet verir) güzel amele götüren ilim verir,eşyanın hakikatini anlama kudreti verir.İlâhî emirlerin faidelerini,gayelerini anlayabilme kabiliyeti verir,derin anlayış ve fazilet ihsan buyurur.Böyle (kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise) pek mesuttur.Pek büyük bir ilâhî lütfa kavuşmuştur.Çünkü (muhakkak ona) o kendisine hikmet ihsan buyurulmuş olan zata (birçok hayır verilmiş olur.) Bu sayede ebedî selâmet ve saadete aday olmuş olur.(Ve bunu ancak hâlis akıl sahipleri) temiz düşünüşe,münevver bir ruha sahip bulunan zatlar (tefekkür eder) anlarlar.Bunun büyük bir Allah vergisi olduğunu takdir ederek kulluk vazifelerini tam bir şevk ile,hoş bir şükran hissi ile ifaya çalışır dururlar.Ne büyük muvaffakiyet!
Hikmet kelimesi,muhtelif şekillerde tarif edilmiştir.Kısacası,Cenab'ı Hakka isnat olunan hikmetten murad,bütün cüzî ve küllî şeyleri bilmesi ve bunları son derece sağlam ve kuvvetli olarak icat etmesi demektir. Bu cihetle Cenab'ı Hakkın bir mukaddes ismi de (hakimdir.) insanlara göre hikmet ise eşyanın hakikatini imkân nisbetinde bilmek ve iyiliğe çalışmaktır.Hikmetle vasıflanmış olan zata ve hikmeti içeren şeye de (hakim) denir.Lokman hekim.Kur'ân'ı Hakim gibi.Maamafih hikmet tabiri şu gibi mânâlarda da kullanılmaktadır:(I) Kur'ân'ı Kerim,(2) İlim ve anlayış,(3) Allah'a ait ilim,(4) Peygamberlik,(5) Şüpheden beri olan ruhanî işaret,(6) Din ve dünyanın iyiliği,(7) Eşyanın hakikatini bilmek, (8) Kâinatın yaratılmasındaki faydayı ve var oluş gayesini bilmek.(9) İlâhî emirlerin fayda ve gayesini anlamak,(10) Güzel fiilleri yapma alışkanlığı (11) Siyaset sahasında insanlığın gücü ölçüsünde ilâhî hükümleri uygulamak, (12) Allah'ın ahlâkı ile ahIaklanmak, ahlâkî faziletlerle donanmak, (13) Her şeyi lâyık olduğu yere, mertebeye koymak, adaletin öngördüğü şekilde harekette bulunmak, (14) İcat, fâideli bir şey meydana getirmek, (15) Ruhların sükûnete kavuşarak tatmin olması. (16) Bir nurdur ki, hakikat ile vesvesenin, hak ile bâtılın arasını ayırır, (17) Faydalı ilimdir ki, güzel amellere sebep olur...
İsterim her yerde bir hurşidi hikmet parlasın.
Her cihetten pertev ilmü fazilet parlasın...
İsterim her yerde bir hikmet güneşi parlasın.
Her yönden ilim ve fazilet ışığı parlasın.
Bakara 270-Bu âyeti kerime,yapılacak sadakalara ve adaklara dikkat ve riâyet edilmesinin lüzumuna işaret etmektedir.Hak Tealâ size yapacağınız iyiliklerden dolayı mağfiret ve fazilet ihsan buyurur.(Ve nafakadan) fakirlere,münasip yerlere vereceğiniz sadakalardan az olsun çok olsun,gizlice olsun aşikâre olsun ve zekât yoluyla olsun veya nafile yolu ile olsun (her ne sarfederseniz veya) bir şarta bağlı olsun veya olmasın (adaktan her ne adarsanız şüphe yok ki.Allah Teâlâ onu) o yaptığınız infakı veya adağı (bilir.)Yani:Yapacağınız infak veya adak,Allah yolunda mıdır,nefis ve heves uğrunda mıdır,iyi niyete bağlı mıdır,yoksa gösteriş için midir,gayri meşru bir gayeden dolayı mıdır, bütün bunları Cenâb-ı Hak bilmektedir.Artık ona göre hareket etmelidir. Bu yaptıklarınız Allah rızası için  olmayıp  da sırf hava ve hevesinizin bir eseri  ise nefsinize zulmetmiş,kendinizi mükâfattan mahrum bırakmış olursunuz.(Ve zalimler için)  ise (yardımcılardan) âhirette kendilerine yardımcı olacak (bir fert yoktur.) Onlar gelecekte bir dost,bir yardımcıya kavuşamayacaklardır.O halde kendileri için dünyada dost zannettikleri şeytan tabiat,aldatıcı şahıslar,yarın âhirette yardım edecek bir durumda bulunamayacaklardır.Artık ne için böyle kimselere güvenerek gayrimeşru hareketlerde ve harcamalarda bulunmalıdır.
"Nezr" Cenab'ı Hak'ka saygı için mubah olan bir fi'li üzerine almak, onun yapılmasını kendine vacip kılmaktır. Bunun türkçesi adaktır. Bu ya bir şarta bağlı olur veya olmaz. Meselâ: Nezrim olsun, rızâyı hak için bir kurban keseyim, denilse bu bir mutlak nezir olur. Fakat, filân isim görülürse Allah rızâsı, için bir kurban keseyim denilse bu şarta istenen bağlı bir nezir olur o iş görülmedikçe bu kurban lâzım gelmez. Bir de nezredilen şeyin cinsinden bizzat yapılması istenen bir farz veya vacip bulunmalıdır. Binaenaleyh nezrim olsun bir gün oruç tutayım denilse bu sahih bir nezir olur, bunu yerine getirmek lâzım gelir. Fakat, "nezrim olsun filân hastayı ziyaret edeyim" denilse bu sahih bir nezir olmaz çünkü hastalan ziyaret övülecek bir şey ise de herhalde farz ve vacip değildir.

Maamafih nezirler, dünyevî bir maksadın meydana gelmesi için yapılmamalıdır. Meselâ: Filân işim yoluna girerse bir kurban keseyim gibi nezirlerde bulunmamalıdır. Çünkü yapılacak bir ibâdet, verilecek bir sadaka sırf Allah'ın rızâsı için olmalıdır. Gelişigüzel dünyevî bir menfaat için böyle bir nezirde bulunmamalıdır. Fakat bulunulmuş olursa onu da ifâ etmelidir. Fakat nezredilen şey haddizatında günah bir iş olursa bu muteber olmaz. Buna riâyet edilemez. Meselâ: Nezredilen bir intihar doğru değildir. Binaenaleyh: "Şu isim olursa nefsimi hak yolunda kurban edeyim" denilse bunda yerine getirilemez. Çünkü bu bir intihardır, günah bir iştir, nefse zulümdür.

Bakara 271-Bu âyeti kerime,sadakaların ne şekilde verilmesini ve faidelerini göstermektedir.(Eğer sadakaları) zekât kabilinden olmayan yardımları (açıkça) başkalarının görecekleri şekilde (yaparsanız o ne iyidir) başkalarına da güzel bir örnek olmuş olursunuz.Elverir ki bir gösteriş olmasın.(Ve eğer onları) o vereceğiniz sadakaları (gizlerseniz) başkalarına gösterip söylemezseniz (ve fakirlere) başkalarına göstermeksizin (verirseniz o) şekilde vermek (sizin için daha hayırlıdır.) Daha çok sevaba vesiledir.Çünkü bunda gösteriş şaibesi yoktur ve bu fakirlerin bir mahcubiyet hissetmelerine,görenlere karşı çekinir bir hal almalarına sebebiyet vermiş olamaz.(Ve) böyle verilen bir sadaka (sizin günahlarınızdan bir kısmını örter) sizin âhirette bir kısım kusurlarınızı affa ve gizlemeye vesile olur.(Ve) şüphe yok ki,(Allah Teâlâ yaptıklarınızdan haberdardır) Gizlice yapacağınız sadakaları bilir, görür,mükâfatını verir.Bu âyeti kerime de sadakaların gizlice     verilmesine teşvik vardır.Nitekim bir Hadisi Şerifte de 'gizlice yapılan sadaka Cenab'ı Hak'kın gazabın söndürür' buyurulmustur.Yani böyle bir sadaka onu verenin ilâhî affa uğramasına sebep olur.Bunun içindir ki: Bazı zatlar sadakalarını verecekleri fakirlere açıkça vermez,kendilerini bildirmeden onlara gönderir.Kendilerine karşı fakirleri şükran borçlusu olarak bırakmak istemezler.Ancak farz olan zekâtın aleni olarak verilmesi efdaldir.Çünkü bu bir farzdır,bir borçtur.Namaz gibi,Ramazan orucu gibi şartlarını taşıyan her müslümana bir vazifedir.Bunda riya olamaz.Zekâtın böyle açık olarak verilmesi,zekât verme durumunda olan bir müslümanı,zekâtını vermemiş olmak töhmetinden kurtarır. Onun,Allah'ın emrine yerine getirdiğini gösterir ve bu başkalarına da güzel bir örnek teşkil etmiş olur.İbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna göre gizlice verilen nafile kabilinden sadakaların sevabı
açıkça verilen böyle sadakalardan yetmiş kat fazladır.Farz olan ve açıkça verilen sadakaların,yani zekâtların sevabı ise bunların gizlice verilenlerine göre yirmi beş kat fazladır.
Fakirlere ve düşkünlere yapılan yardımların,iyiliklerin sevabı pek çoktur,kıymeti pek fazladır.En güzel,medenî;insanî bir hizmettir.
"Dersen olayım naili ihsanı İlâhî"
"ihsanını kat eyleme mihnetzedelerden"
"Eğer ilâhî lütfa ulaşayım dersen"

"Sıkıntıya düşenlerden yardımını kesme."
Bakara 272-Gayrimüslimlere de nafile kabilinden olan sadakaları vermek caiz ise de hallerini kimseye arzetmeyen,dâima cihada,ibâdet ve itaata devam eden ve  hak'ka tevekkül edip duran bir kısım fukara müslümanlara infakta bulunulması daha çok sevaba vesile olur.Bu âyeti kerime,peygamberlik vazifesine ve gayrimüslimlere de zekât kabilinden olmayan sadakaların verilebileceğine işaret etmektedir.Rivayete göre Rasûli Ekrem Efendimiz,İslâm'ın başlangıcında gayrimüslimlere sadaka verilmesini istememişti.Tâ ki onlar,ihtiyaçları sebebiyle İslâmiyeti kabul etsinler. Maamafih onlar,müslümanlara karşı cephe almış bulunuyorlar,onlara sadaka vermek,düşmana yardım etmek gibi olabilir.Fakat İslâmiyet, bir şefkat ve merhamet dini olduğundan kendine mensup olmayanlara da yardım edilmesini caiz kılmış,onun bu üstün yardımseverliği birçok muhalifIerini de mahcup ederek kendi yüce alanına celbetmiştir.Bir rivayete göre de Hz.Ebu Bekir'in muhterem kızı Esma,hac için Mekke'i Mükerreme'ye gitmişti.Müşrik olan annesi gelip kendisinden yardım istemiş;o da annesine gayrimüslim olduğundan dolayı yardımdan kaçınmıştı.Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olarak onlara da yardımın caiz olduğu bildirilmiştir.(Onları) o gayrimüslimleri (hidâyete erdirmek) bilfiil doğru yola sevketmek (senin üzerine bir vazife değildir.)Bu senin salâhiyetin haricindedir,senin vazifen irşaddır,hak ve hakikati tebliğdir.(Velâkin Allah Teâlâ dilediğine) kabiliyetli olan,cüz'î iradesini güzelce kullanan her hangi bir kuluna (hidâyet nasip buyurur) böyle hidâyet buyurmak,Cenab'ı Hak'ka mahsustur.(Ve hayırdan her neyi infak ederseniz kendi nefsiniz) in faidesi (için) infak (etmiş olursunuz.)Onun menfaati,uhrevî mükâfatı size aittir.Velevki kendilerine nafaka verdiğiniz kimseler gayrimüslim bulunsunlar.(Ve siz ancak Allah Teâlâ'nın rızâsı için harcamada bulunursunuz.) Artık harcayacağınız şeylerden dolayı kimseye minnette,gösterişle bulunmayınız ve gayrimüslimdir diye böyle bir iyilikten çekinmeyiniz,(Ve hayırdan) maldan,faideli şeylerden (her ne harcarsanız size) Allah tarafından (karşılığı ödenir.) Sevaplara ulaşırsınız.Siz sırf Allah'ın rızası için harcamada bulundukça onun kat kat karşılığına erersiniz,velevki bu harcama,gayrimüslimler hakkında olsun,çünkü onlar da Allah'ın kullarıdır,onları da Cenâb-ı Hak rızıklandırıyor.Siz onlara iyilikseverliği göstermiş olursunuz.(Ve siz zulme uğratılmayacaksınız.) Her halde bu harcamanızın fâidesini göreceksiniz,bunun meyvesinden mahrum ve binaenaleyh zulme maruz olmayacaksınızdır.Artık böyle bir iyilikten çekinmeyiniz.


Bakara 273-Bu âyeti kerime,"Suffe" ashabı denilen zatların vasıfları ve o gibi zatlara verilecek sadakaların övülmesi hakkındadır.Peygamber zamanında Medine'i Münevvereye hicret etmiş olan dört yüz zat vardı. Bunların evleri,servetleri,aşiretleri yok idi.Bu mübarek zatlar,Mescidi Nebevide "Suffe" denilen (muayyen)belirli bir yerde duruyorlardı.Bu cihetle bunlara "Ashabı Suffe" denilmiştir.Bu zatlar nefislerini cihad için hapsetmiş,bütün seriyyelerde bulunmuşlardı.Vakitlerini ibâdete,dinî hükümleri öğrenmeye hasretmiş bulunuyorlardı.İşte bu zatların vasıfları şöylece beyan buyuruluyor:Ey müminler! Vereceğiniz sadakaları asıl (o fakirlere) o suffe ashabına veriniz (ki) onlar (Allah yolunda) cihad uğrunda,ibâdet ve itaat hususunda nefislerini hapsetmiş (kapanmış kalmışlardır).Ticaret için,nafakalarını tedarik için (yer yüzünde dolaşmaya kadir olamazlar.)Onların oraya buraya koşmalarına dinî meşguliyetleri veya kudretsiz durumda olmaları müsaade etmemektedir.(Onları bilmeyen) onların hallerine vâkıf olmayan bir şahıs (istemekten) ihtiyaçlarını arzederek ondan bundan bir şey dilenmekten (çekindikleri) böyle bir şeye tenezzül etmeyip hallerine kanaat ettikleri (için onları zengin kimseler sanarlar.)Fakat (Sen) dikkat edince (onları yüzlerinden) ne kadar iffetli,kanaatkar, müsteğni zatlar olduğunu (tanırsın.)Bir takım alâmetlerden dolayı onların o yüksek hallerini anlarsınız.(Onlar) ne kadar ihtiyaç içinde bulunsalar da yine (İnsanlardan yüzsüzlükle bir şey istemezler.) Onlar asla dilencilikte bulunmazlar.(Ve) Ey müslümanlar! (Siz hayırdan) maldan ne harcarsanız,insanlık âlemine maddî ve manevî ne gibi yardımlarda bulunursanız (her ne infak ederseniz,şüphe yok ki Allah Teâlâ onu tamamen bilir.) Onun mükâfatını ihsan buyurur.Artık böyle neticesi sadece hayır olan fedakârlıklardan çekinmeyiniz,elden gelen hayır ve hasenata çalışınız.Halleri ve sırları bilen Yüce Allah'ımızın sonsuz lütutlarına aday olunuz.
Bakara 274-Bu âyeti kerime,harcamanın en mükemmel şeklini göstermekte,böyle bir infakta bulunacakların ulaşacakları mükâfatları beyan buyurmaktadır.(Onlar ki) Cenâb-ı Hak'kın o mü'min,fedakâr kulları ki (mallarını) meşru şekilde sahip oldukları,servetlerini (gece ve gündüz,gizli ve aşikâre) yani her vakit,her lüzum görüldükçe Allah'ın rızâsına uygun (olarak infak ederler.)Pek büyük sevap kazanmış olurlar.(Artık onlar için Rableri yanında mükâfatları vardır) onlar bu mükâfatları dünyada da,ahirette de görürler.(Ve onlara bir korku yoktur) Geleceğe ait bir keder takdir edilmiş değildir.(Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.) Kendilerine ait sevilen ve arzu edilen bir nimetin elden çıkması ile üzülmeyeceklerdir.Ne büyük bir mükâfat!
Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında birçok rivayetler vardır.Hz. Ebu Bekir Radiyallahü anhın kırk bin dirhemi varmış,bunun on bin dirhemini gece,on bin dirhemini gündüz,on binini gizli,on binini de açıkça tasadduk etmiş,bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuştur.
Diğer bir rivayete göre de Hz.Ali Radiyallahü tealâ anhın dört dirhemi varmış bunun bir dirhemini gece,bir dirhemini gündüz,bir dirhemini gizlice,bir dirhemini aleni infakta bulunmuş.Rasüli Ekrem Sallallahu tealâ Aleyhi Vesellem Efendimiz,Ya Ali! Seni bu infaka ne sevk etti diye sormuş.O da:Rabbimin vadettiğine lâyık olmak için infak ettim demiş. Peygamber Efendimiz de:Lekezalik = o vadedilen mükâfat,senin içindir,buyurmuş,bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur.
Üçüncü bir rivayete göre de bu âyeti kerime,cihad için atlar besleyen zâtlar hakkında nazil olmuştur.Çünkü onlar bu atlara gece ve gündüz, gizli ve açık olarak yem verir ve onları besler dururlar. Binaenaleyh İslâm yurdunun müdafaası için tedarik edilecek harp vasıtaları için, meselâ, toplar, tüfekler, tayyareler için yapılan yardımlarda böyle pek makbul birer sadaka mahiyetinde bulunmaktadır. Kısacası Allah rızası için yapılacak bu gibi yardımların sahipleri ilâhî korumaya ulaşmış, hüzün ve kederden korku ve endişeden kurtulmuş olacaklardır. Bu âyeti kerime bunu müjdelemektedir Şunu da ilâve edelim ki: Böyle bir infakta bulunmuş olmak için bütün  malları verip te hayatın devamı için gerekli olan miktarından da mahrum kalmak lâzım gelmez. Çünkü bütün bütün eli boş kalıp da başkalarına muhtaç bir hale düşmek caiz değildir.Eli sıkı olma;büsbütün el açık da olmaz.(Isra 17/29) âyeti kerimesi de bunu göstermektedir. Zaten bir insanın kendi nefsine ve kendi ailesinin fertlerine meşru surette kazanıp sarfedeceği bi mal da bu infak cümlesindendir. O halde bir zat bu gibi zorunlu ihtiyaçlarına tekabül edecek malından fazlasını diğer fakir ve düşkünlere ve cihadın gereklerine sarf ettimi bütün servetini Allah rızâsı için sarfetmiş sayılır, ona göre mükâfata aday olur.

"Bu âyeti celile, İslâm milletine lâyık olan sosyal bir yardımlaşmanın Allah katında ne kadar makbul olduğunu pek açık bir şekilde gösteriyor. Evet!. Güzel bir dinî terbiyeye sahip olan bir zat, bütün insaniyete karşı, özellikle kendi muhitine, kendi dindaşlarına karşı pek fedakâr bulunur, kendi servetinden sırf Allah rızâsı için başkalarını da yararlandırmaya çalışır, onlara gece ve gündüz demeyerek her lüzum görüldükçe gizli ve açık şekilde yardım eder, bunu bir dinî vazife bilir. Bunu bir minnete, bir şöhret hevesine dayalı olmaksızın tam bir nezaketle yapar. Artık böyle ahlâkî bir terbiye, böyle yüce bir his, bir milletin fertleri arasında yayılırsa, her fer elinden geldiği kadar başkalarının imdadına koşarsa artık o millet arasında sefaletten birbirinin hukukuna tecavüzden bir eser görülebilir mi? Aralarında en güzel bir dayanışma, en takdire lâyık bir milli birlik oluşmaz mı?

Maamafih böyle bir harcamanın büyük mükâfatını düşünüp tasdik eden bir zat kendisinin de böyle bir mükâfata kavuşabilmesi için iş sahasına daha fazla atılır, daha fazla servet sahibi olmasını ister ki, kendisi de fakir ve düşkünlere yardım ederek böyle büyük bir nîmete, bir ebedî, uhrevî saadete ulaşsın. Bunun neticesinde de milletin iktisadî hayatı daha fazla gelişme göstermiş olur.

Fakat böyle yüksek bir duygudan, böyle temiz bir inançtan mahrum olan kimseler ise yalnız kendi maddî menfaatlerini düşünürler, fırsat buldukça başkalarının mallarını da birer suretle ellerinden kapıp almak isterler, kendi servetleri ne kadar fazla olursa olsun yine doymazlar, hırslı bir halde hareket ederler. Başkalarının sefaletlerine acımaz, onların ihtiyaçlarını Allah rızâsı için gidermek istemezler. Belki onların ihtiyaçlarından istifade ederek kendileri için daimî bir gelir kaynağı temin etmek ister dururlar. Böyle bir hal ise hikmete, fazîlete insaniyete muhalif değil midir? İşte ribâ âyetleri, bizleri bu gibi aşağılık ihtiraslardan menetmekte ve sakındırmaktadır.

Bakara 275-Bu âyeti kerime,müslümanları ribadan,faizden men etmek için nazil olmuş,bunun ne elim felâketlere sebep olacağını en açık bir şekilde göstermiştir.(O kimseler ki ribâ yerler) yani ribâ denilen muameleyi yapar,faiz alır, ondan istifade etmek isterler (onlar) mezarlarından (kalkamazlar.) Mahşere aklî dengelerini muhafaza etmiş bir şekilde varamazlar.(Ancak şeytanın çarpmış) cinlerin hücumuna uğramış (olduğu delirmiş) cinnet haline düşmüş (bir şahıs gibi kalkarlar.)Böyle bir felâkete uğrarlar.(Bu ise) böyle bir kötü âkibet ise (onların) bey'i (alış veriş muamelesi tıpkı ribâ) faiz gibidir,(demeleri sebebiyledir.)Böyle bir iddia nasıl doğru olabilir? (Halbuki,Allah Teâlâ alım satımı) şartları içerisinde (helâl) kılmıştır.(Ribayı ise) ribanın en mühim kısmı olan faizi ise (haram kılmıştır.) Artık bunlar nasıl birbirinin aynı olabilir? (her kim ki,kendisine Rabbinden bir öğüt gelir) yâni ribanın, faizin haram kılındığına dair bir dinî emir,bir ilâhî hüküm,bir dinî nasihat bildirilmiş ve açıklanmış olur (da ribaya) faiz almaya (nihayet verirse evvelce) bu ilâhî yasaktan önce (aldığı) faiz (kendisinedir.)Bunu iade etmesi icap etmez.(Ve onun hükmü Hak Tealâ'ya aittir.) Bu ilâhî emre uyarak o faizin alınmasına nihayet verirse Allah'ın affına ve lütfuna mazhar olur,onun vazifesi Allah Teâlâ'nın emir ve yasağına uymaktır. (Ve her kim) bu ilâhî emre muhalefet ederek (tekrar ribaya döner) faiz alır (sa) onun akıbeti pek vahimdir.Böyle ribayı helâl görenler yok mu (işte onlar cehennem ehlidirler.) Böyle haramı helâl sayanlar,sabit bir hakikati inkâra cür'et gösterenler yok mu (onlar orada) o azab ateşi içinde (ebedî) olarak (kalacaklardır,)Aman Yarabbi.Ne büyük felâket!
Ribanın mahiyeti:Ribâ lügatte ziyadelenmek,fazlalanmak demektir. Faiz denilen muamelenin ismi olmuştur.Maamafih ribâ tabiri şeriat lisanında faizden daha umumidir,şöyle ki,alış verişte akdi yapanlardan birine verilmesi şart olup karşılıktan hâli bulunan fazla miktarıdır.On miskal altını on bir miskal altın karşılığında satmak gibi.Ribâ,altın ve gümüş gibi tartılan,buğday,arpa,hurma,tuz,kuru üzüm gibi ölçülen maddelerde cereyan eder.Ribâ, iki nevidir.Birisi ribayı fazıldır ki,tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsleri karşılığında peşin olarak fazlasıyla satılması halinde meydana gelir.Meselâ:Bir altın veya gümüş veyahut bir miktar buğday kendi cinsiyle derhal değiştirilecek olsa bakılır:Eğer miktarları eşit ise bu caizdir.Fakat birinin miktarı biraz fazla ise bu değiştirme caiz olmaz.Meselâ,on kilo buğday on bir kilo buğday ile değiştirilecek olsa bu helâl olmaz.Velevki,bunların bir kısmı kaliteli, bir kısmı da kalitesiz olsun.Çünkü asıl itibar cinsiyete ve miktaradır. Ribanın ikinci nevi ise "ribayı nesie"dir.Bu da tartılan veya ölçülen şeyleri birbiri karşılığında veresiye olarak değiştirmektir.Velev ki miktarları eşit olsun,bu da haramdır.Meselâ:On dirhem gümüş,yine on dirhem gümüş karşılığında veya bir kilo buğday yine bilahare verilecek bir kilo buğday karşılığında veresiye olarak satılamaz.Bu ribâ,yalnız altın ve gümüş gibi misliyatta,buğday ve arpa gibi ölçülen şeylerde ve yumurta,ceviz gibi taneler arasında kıymetlerini değiştirecek bir fark bulunmayan sayılabilen maddeler de cereyan eder.Bunların cinsleri, miktarları eşit ise de veresiye olanı peşin olanına denk olamaz.Bu bir riba muamelesidir.Bunlar kendi cinslerinin dışındaki şeyle alınıp satılabilirler.
İstikraz meselesine gelince:Bu da borç alıp vermek muamelesidir ki: Yalnız altın ve gümüş gibi misliyatta,buğday arpa gibi ölçülen maddelerde yumurta,ceviz gibi taneleri arasında kıymetlerini değiştirecek derecede farklılık bulunmayan sayılabilen şeylerde cereyan eder.Hayvanlarda ve mensucat gibi kıymetli mallarda yani çarşı ve pazarda misli bulunmayan yahut bulunsa da fiyat bakımından farklı olan mallarda cereyan etmez.
Öyle borç alınıp verilmesi caiz olan şeyler:Bir fazlalığa tâbi olmaksızın, bilâhare yalnız aynı miktar alınmak üzere borç verilir ve alınır.Buna "karzı hasen" denir.Bir sene müddetle on lira borç verilip sonra yine on lira alınmak gibi,fakat fazla bir şey şart edilmiş olursa meselâ:On lira yerine bilahare on bir lira verilmek şart koşulmuş olursa bu bir faiz meselesi olur ki,bu da ribâ hükmündedir.Bunun haramlığı hakkında da ittifak vardır.Bunun zararlarına kıyasla düşünülen faideleri hiç hükmündedir.

Cenab-ı Hak bana bugün de hayat imkanı verdi.Ecelimi bir gün daha tehir etti.Eğer beni öldürseydi,dünyaya beni gönderip bir gün salih amel işleyeyim diye temennide bulunacaktım.O halde ey nefsim.Hesab et ki ölmüşsün.Dünyaya geri gönderilmişsin.Sakın bugünü ziyan etme.
Bakara 276-Bu âyeti kerime genel anlamda ribâların faidesiz kalacağını,sadakaların ise bir çok faidelere sebep olacağını gösteriyor, bunun (hilafını)aksini söylemenin büyük bir (masiyet)günah olacağına işaret buyuruyor.(Allah Teâlâ ribayı) faizi (mahveder) bereketini giderir. (Sadakaları ise artırır.) Onların sevabını kat kat kılar,sahiplerine nice nimetler ihsan buyurur.(Ve Allah Teâlâ,nîmete karşı çok nankörlük eden) ribayı helâl görmek gibi bir takım haramları helâl saymada ısrar eden (günahkarları) yasakları işlemeye devam edip duranları (sevmez.) Öyle kimseler,Allah'ın muhabbetine ulaşamaz,selâmet ve saadete erişemezler.Böyle ulvi gayelere ulaşmak için öyle yasaklardan kaçınmak,namaz gibi,zekât gibi ilâhî emirlere boyun eğmek lâzımdır.

Bakara 277-Bu âyeti kerime,önceki tehdidin ardından büyük bir ilâhî (va'di)müjdeyi içermektedir.Ve böyle muazzam bir müjdeyi kapsadığından mükerrer olarak nazil olmuştur.(O kimseler ki,) Allah Teâlâ (ya onun resulüne) ve onun bütün dinî hükümlerine (imân ettiler) bununla beraber (iyi amellerde) ibadet ve itaatte (bulundular ve) özellikle kendilerine farz olan (namazlarını doğruca) şartlarına ve usullerine riayet ederek (kıldılar.)Mükellef oldukları (zekâtlarını da) onu hak eden fakirlere (verdiler.)Onun bunun malını birer bahane ile meselâ faiz suretiyle almak değil,kendi öz mallarının bir kısmını bile fakir dindaşlarına vermek fedakârlığında bulundular (İşte onlar için) böyle Allah rızası için güzel amellerde bulunanlar için kerem ve merhamet sahibi olan (rableri katında) dünyevi ve uhrevi (mükâfatları vardır.) Bu yüzden ne büyük nimetler ve lütuflar elde edeceklerdir. (Ve onlar için) dünyada ve âhirette (hiç bir korku yoktur.) Gelecekte hoşlanmayacakları bir şey ile karşılaşmayacaklardır. (Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.) Her sevdikleri güzel,meşru şeylere kavuşacaklardır,onların kaybı ile hüzünlü ve kederli olmayacaklardır. Ne büyük bir ilâhî müjde!
Bakara 278-Bu âyeti kerime,hakikî mü'minlerin Allah Teâlâ'dan korkarak onun emirlerine,(nehiy)yasaklarına itaat edip boyun eğeceklerini gösteriyor.(Ey imân edenler) ey İslâm ile şereflenenler (Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun kudret ve azametini,yaratıcılığını ve kendisine ibâdet edilmeye lâyık olduğunu düşünerek kalben titreyiniz, onun emirlerine muhalefetin ne kadar cezaları celbedeceğini tefekküre dalarak ruhunuzu uyandırınız.Bu cümleden olmak üzere (ribadan gerî kalanı terkediniz.) Vaktiyle borç vermiş olduğunuz şeylerden dolayı faiz nâmına ve alacağınız kalmış ise artık bu ilâhî emrin gelmesinden sonra borçlulardan almayınız,onları bırakınız. (Eğer siz) hakikaten (mü'min) Allah'ın emrine itaat eden (kimseler iseniz.) Allah Teâlâ'dan korkan,ciddî surette mü'min bulunan bir kula lâzım olan böyle yapmaktır.
Bakara 278-Bu âyeti kerime,hakikî mü'minlerin Allah Teâlâ'dan korkarak onun emirlerine,(nehiy)yasaklarına itaat edip boyun eğeceklerini gösteriyor.(Ey imân edenler) ey İslâm ile şereflenenler (Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun kudret ve azametini,yaratıcılığını ve kendisine ibâdet edilmeye lâyık olduğunu düşünerek kalben titreyiniz, onun emirlerine muhalefetin ne kadar cezaları celbedeceğini tefekküre dalarak ruhunuzu uyandırınız.Bu cümleden olmak üzere (ribadan gerî kalanı terkediniz.) Vaktiyle borç vermiş olduğunuz şeylerden dolayı faiz nâmına ve alacağınız kalmış ise artık bu ilâhî emrin gelmesinden sonra borçlulardan almayınız,onları bırakınız. (Eğer siz) hakikaten (mü'min) Allah'ın emrine itaat eden (kimseler iseniz.) Allah Teâlâ'dan korkan,ciddî surette mü'min bulunan bir kula lâzım olan böyle yapmaktır.

Bakara 279.Bu âyeti kerime de ribadan(faiz) kaçınmayanlar hakkında en büyük tehdidi içermektedir.(Eğer böyle yapmazsanız) yani Allah Teâlâ'dan korkup faizden alacağınızın kalanını borçlulara terketmezseniz (Allah Teâlâ ile Rasûlü tarafından bir harp malûmunuz olsun.) Siz Cenab'ı Hak'ka ve onun Resulüne isyan etmiş,onların emirlerine muhalefette bulunmuş,bu cihetle mahvolmayı ve cezalandırılmayı hak etmiş olursunuz.Hakkınızda şer'î cezaların icrası icabeder.(Ve eğer) ribanın haramlığını bilip onu terkeder ve evvelce yapmış olduğunuz bir ödüncün kalan faizini borçluya bırakıp almaz da bundan dolayı (tövbe ederseniz) kendinizi cezadan kurtarmış olursunuz.Bu halde (sizin için ana malınız vardır.) Borçludan ancak bunu alabilirsiniz.Artık siz (ne zulmedersiniz) ne başkasının malını tam bir karşılığı olmadığı halde almış bulunursunuz.(Ne de zulme uğrarsınız) ana paranızı alacağınız cihetle zulme de uğramış olmazsınız.Adalet ve eşitliğe bu suretle uyulmuş olur. Ibni Abbas Hazretleriden rivayet olunduğuna göre en son nazil olan riba ayetidir. Evvelce A-li Imran süresindeki âyeti kerime nazil olmuş ve ondan sonra mutlak olarak ribanın haram olduğunu bildiren âyeti celile nazil olmuştur ki,Mekke-i Mükerreme'nin fethi zamanına tesadüf etmektedir.Bu sıralarda Bugün sizin için dininizi tamamladım.(Maide,5/5.) âyeti kerimesi de nazil olmuş İslâm dininin mükemmellikte doruk noktaya ulaştığı bildirilmişti.İşte ribanın büsbütün yasaklanması da böyle bir mükemmelliğin neticesi olmuştur.
Bütün tefsirlerde açıklandığı üzere âyetteki 'kat kat' kaydı, ilmi ifadesiyle bir kaydi ihtirâzî değil kaydî vukuîdir (Yani ilerisi için düşünülen bir kayıt olmayıp bizatihi olayın yapıldığını gösteren bir kayıttır.) Cahiliye zamanında ekseriyetle cari olan ribanın uygulanış tarzını ifade etmektedir.Bir kimse bir şahsa meselâ bir sene müddetle yüz lira borç verir,on lira da faiz kordu,müddeti sonunda bu para verilmedi mi,tekrar bir sene daha müddet verir ve o faiz ile yüz liraya tekrar o nisbette(oran) bir faiz tâyin ederdi.Böyle seneler geçtikçe borcun ve faizin miktarı kat kat olurdu.İşte böyle bir faizden müslümanlar men edilmiş,bunun insanlık şiarına muhalif olduğuna işaret edilmiştir.Sonra mutlak olarak ribanın haramlığı Tevbe ederseniz ana malınız sizindir (Bakara, 2/279),Allah alış verişi helâl kıldı.Faizi haram kıldı.(Bakara, 2/275) gibi âyeti kerime ile kat'î surette açıklanmıştır.Maamafih az görülen bir takım faizlerde müddetlerinin uzaması ve peş peşe gelmesi neticesinde kat kat artacağından onlar da kat kat artan faiz mahiyetini almaktadır.Binaenaleyh böyle bir muamele bir çok hikmet ve faydadan dolayı kat'î surette yasaklanmış bulunmaktadır.

Bakara 280.Bu âyeti kerime borçlular hakkında gösterilecek en insanî vazifeyi bizlere beyan buyuruyor.Medyun(borçlu) kimse,borcunu muayyen olan müddetle ödemelidir.Yapılan mukavelelere riayet lâzımdır.(Ve eğer) borcunu böyle vaktinde ödemeye hali müsait olmayıp (yoksul) bir durumda bulunur (ise o halde onun (genişlik zamanına) borcunu verebilecek bir şeye sahip olduğu vakite (kadar) mühlet vermeli (intizar etmelidir.) Bu bir içtimaî yardımdır,sevaba vesiledir.(Ve eğer) o alacağınızı o zavallı borçluya (bağışlarsanız) bu bağışlama (sizin için hayırlıdır) ona mühlet vermekten daha iyidir,daha çok sevaba vesiledir.O biçare borçluyu üzüntüden kurtarmış olursunuz.(Eğer bilir iseniz) böyle bir bağışlamanın mühlet vermekten daha hayırlı olduğunu bilir,takdir ederseniz öyle yapınız,büyük bir insaniyet gösteriniz,sevaba,uhrevî mükâfata fazlasıyla nail olunuz.

Bakara 281.Bu âyeti celile de beşeriyeti uyanıklığa ve âhiret hayatını temine davet etmektedir.Dünyevî işlerinizi,alış verişlerinizi meşru bir şekilde yapınız.(Ve o) âhiret (gününden) kıyamet gününden (korkunuz ki,o günde Allah Teâlâ'ya) onun yüce mahkemesinde onun manevî huzuruna (döndürüleceksinizdir.)Orada muhasebeniz yapılacaktır.(Sonra herkese) dünyada iken (kazanmış olduğu) iyi veya kötü amellerinin mükâfat ve cezası (tamamen verilecektir.)Haklarında ilâhî adalet tecelli edecektir.(Ve onlara zulmedilmeyecektir.)Güzel amelleri noksanlaştırılmayıp çirkin amelleri de artırılmayacaktır.Ebedî azaba uğrayacaklar da kendilerinin dünyadaki kötü amellerinin devamına kararlı oldukları çirkin itikatlarının cezasına uğramış olacaklardır.Fakat Cenâb-ı Hak mü'min kullarına güzel amellerinin kat kat üstünde sevaplar ihsan buyuracaktır ki,bu da sırf O'nun ilâhî bir lütfudur.Artık insanlar daha dünyada iken güzel itikatta,güzel amelde bulunmalı,âhiret hayatını daima göz önünde tutmalı,orası için hazırlıklı bulunmaya çalışmalıdır.
Ibni Abbas radiyallahü tealâ anhdan rivayet olunduğuna göre bu âyeti kerime,en son nazil olan bir âyeti celiledir.Veda haccı esnasında Rasûli Ekrem hazretleri Arafatta vakfede iken Bugün sizin için dininizi tamamladım.Maide 5/51 âyeti kerimesi nazil olmuş,Hz. Peygamber'in
risalet vazifesinin tamamlanmış olup âhirete teşrif edeceklerine işaret olunmuştu.Sonra da bu âyeti celile nazil olmuş,bundan sonra   peygamber efendimiz yirmi bir gün veya seksen bir gün veya yedi gün ve diğer bir rivayete göre de üç saat kadar yaşamış,sonra âhiret âlemine teşrif etmiştir.Sallallahü tealâ aleyhi vesellem..

Bakara 282.Bu âyeti kerime,meşru şekilde yapılacak borçlar ve ticarî muameleler hakkında riayet edilecek usulü ve âdil Katip ile şahitler hakkındaki lâzım gelen vazifeleri bildirmektedir.(Ey mü'minler) aranızda (muayyen bir vakte kadar bir borç ile borçlandığınız) meselâ:ödünç alıp verdiğiniz veya "selem" yoluyla yani peşin para ile veresiye mal sattığınız (zaman onu) o borcu müddetiyle beraber (yazınız.)Çünkü bu bir belgedir. İlerde ihtilâf ve anlaşmazlık çıkmasına mânidir.Maamafih bunu yazmak,müstehaptır yoksa her halde vacip değildir.(Ve bir kâtip,onu aranızda adilce bir şekilde yazıversin.)Eksik veya noksan olarak yazmasın,açık anlaşmazlığa mani bir tarzda kaleme alsın.Bir tarafı tutmasın,(Ve kâtip,Cenab'ı Hak'kın ona öğretmiş) lütuf ve keremiyle ona yazma kabiliyetini vermiş (olduğu gibi yazmaktan kaçınmasın.)Cenâb-ı Hak'kın kendisine verdiği bu kabiliyetin bir şükür ifadesi olmak üzere bunu yazmaktan kaçınmasın da öylece (yazsın.)Eğer başka yazacak kimse bulunmazsa bunu yazmak o kâtip için bir vazife olmuş olur.Birçok borç muamelelerini yazdırmaya ihtiyaç görülmektedir.Bunun içindir ki,birçok yerlerde birer noter daireleri mevcuttur.(Ve) bu husustaki belgeyi,senedi (hak) borç (kendi üzerinde bulunan kimse yazdırsın) çünkü borçlu olan odur.Onun ikrarı lâzımdır.İnkârı durumunda aleyhinde şahitlik edilecek olan da odur.(Ve Rabbi olan Allah Teâlâ'dan korksun da ondan) o haktan,o aleyhine yazılacak borçtan (bir şey eksiltmesin) noksan ikrar ve itirafta bulunmasın.(Ve şayet borçlu şahıs aklı ermez) noksan akıllı,mübzir malını boş yere sarfeder bir kimse ise (veya zaif) çocuk veya ihtiyar,aklî dengesi bozulmuş ise (veya doğruca yazdıramayacak durumda bulunursa) meselâ,dilsiz veya ifade edemeyecek bir halde ise (onun velisi) babası,vasisi veya işlerine usulen tâyin edilmiş olan vekili veya tercümanı (adalet üzere yazdırıversin.)Yazılacak belgede bir noksan,bir fazlalık bulunmasın. (Ve) ey müslümanlar! (Sizin erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutunuz) bu şahitlerin akilbaliğ,hür,müslüman ve töhmetten berî olmaları lâzımdır. Borçlu, gayri müslim ise şahitlerin de gayrimüslim olması caizdir. (Ve o iki şahit erkek olmazsa şahitliklerine razı olacağınız) şahitliklerini hoş göreceğiniz, şahitliklerine itimat edeceğiniz (kimselerden bir erkek ile iki kadını şahit tutunuz). Bunların şahitlikleri mal, hususunda ve hanefiyyeye göre cezalardan başka diğer hususlarda da caizdir. İslâm hukukçularından bazılarına göre de malın dışındaki hususlar iki erkeğin şahitliği olmadıkça sabit olamaz, İmam Safîye göre ise kadınların daha ziyade bilecekleri hususlar meselâ: Doğurma, süt emzirme, dulluk, süyubet, bekâret gibi şeyler bir erkek ile iki kadının şahitliği ile sabit olacağı gibi dört kadının şahitliği ile de sabit olur. (Bu iki kadından biri unutacak olursa ona) hadiseyi (diğeri hatırlatsın) yani; Bu iki kadından biri şahiti olduğu malî bir muameleyi geçici olarak unutmuş olursa diğeri ona hatırlatır. Yoksa yalnız diğerinin haber vermesine binaen şahitlikte bulunamaz, bunu şahitlikten evvel olduğu gibi kendisinin de hatırlaması lâzımdır. (Şahitler de davet edildikleri zaman) gelip şahitlikle bulunmadan (kaçınmasınlar) şahitliklerini saklayarak bir hakkın zayi olmasına sebebiyet vermesinler. Şayet şahitler, mahdut olup şahitlikle bulunmadıkları takdirde bir hak zayi olacak ise onlar için şahitlikte bulunmak bir farz olmuş olur. (Siz de) Ey kâtiblerî. (Az olsun çok olsun onu) o borcu, ona ait belgeyi (vâdesine kadar) ne müddetle borç verilmiş olduğunu, onun diğer şartlarını (yazmaktan üşenmeyiniz.) Hattâ bunları defterlere kaydetmek de pek uygundur. (Böyle yapmanız) borçları öyle detaylı olarak yazmanız (Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha kuvvetlidir.) Daha sağlamdır, daha faidelidir. (Ve şüpheye düşmemeniz için daha yakın bir sebeptir.) Artık o borcun miktarı ve müddeti hususunda tereddüde mahal kalmamış olur. (Meğer ki, aranızda hemen) elden ele (devredeceğiniz hazır bir ticaret muamelesi olsun) satılan şey ile bedeli, hazır ve teslimleri peşin olsun (O halde bunu yazdırmadığınızdan dolayı sizlere bir günah yoktur) fakat mümkünse yazılması daha iyidir. (Ve alım satım yaptığınız vakitde de şahit tutunuz) bu muameleyi gizlice değil, açıkça yapınız, tâ ki  ilerde bir inkâra meydan kalmış olmasın. (Kâtip de, şahit de zararlandırılmasın) yazma ücreti var ise verilsin, şahitler uzak yerlerden getirilecek ise onların da yol masrafları ödensin, onlar ikide bir işlerinden, güçlerinden alıkonulmasın. (Ve eğer) bunu yaparsanız) kâtibi de, şahitleri de zarara sokarsanız (şüphe yok ki, bu sizin için bir kötülüktür) bir günahtır, Allah'ın emrine karşı gelmektir. Bunun manevî zararı size aittir. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun emirlerine, yasaklarına muhalefetten sakınınız. (Ve Yüce Allah sizlere öğretiyor) bu gibi içtimaî, iktisadî meseleleri sizlere bildiriyor. Bunların bir adalet, bir intizam dairesinde cereyanını temin edecek şeyleri sizlere bu kitabı mübin vasıtasiyle anlatıyor ve bildiriyor. (Ve Yüce Allah herşeyi hakkıyla bilir.) Bu emrettiği, yasakladığı şeylerin lüzumunu, hikmetini bildiği içindir ki, sizlere tebliğ ediyor. Artık sizin vazifeniz de bunlara riayet etmektir. Evet!. Cenâb-ı Hak, İlim ve hikmet sahibidir, kulları hakkında şefkatli ve merhametlidir. Bizlere Yüce Peygamberi ve Kur'ân'ı Kerim vasıtasiyle en doğru yolları göstermiştir. Meşru şekilde mal kazanmayı ve bu malları meşru şekilde muhafaza etmeyi ve artırmayı bizlere emir ve tavsiye buyurmuştur. Tâ ki: İktisadî hayatımızı meşru şekilde kalkındıralım, hayatımızı tanzim edip rahatça yaşayabilelim, bu mallarımızdan fakir ve düşkünlere yardım ederek dua ve sevap kazanalım. Ribâ gibi zararları faidesinden çok olan şeylerden kaçınalım, züht ve takvadan ayrılmayıp dünyamızı da ahretimizi de kazanmaya muvaffak olalım

Bakara 283.Bu âyeti kerime,borçların rehinler ile de emniyet altına alınacağını ve şahitliğe önem vermek gerektiğini göstermektedir.Ey borç alıp vermek isteyenler!(Ve eğer siz bir sefer üzerinde iseniz) yani yolcu bulunuyorsanız veya sefere yönelmiş iseniz (ve bir yazıcı da bulamaz iseniz) bir borç senedi yazacak bir kâtibiniz de yok ise (alınan rehinler kifayet eder) bununla yetinebilirsiniz.Bu rehin alınması,dinen uygundur ve malların korunması için faidelidir.Özellikle birçok kimseler,sözlerinde durmuyorlar,borçlarını vaktinde vermiyorlar,bu gibi kimselerin yüzünden bazı zatlar,faizsiz borç vermek suretiyle iyilikte bulunmaktan çekiniyorlar.Rehin verilmesi ise bu gibi ödünçlerin verilmesine sebep olur.Bu hususta bir güven vesilesi olur.Binaenaleyh sefer halinde bulunulmasa da yine rehin alınması caizdir.(Fakat bâzınız bâzınıza emin olursa) borç verecek kimse,borçlanacak kimse hakkında iyi niyet besler,borcunu ödeyeceğine kanaat getirirse artık rehin almayabilir.Bu halde o (kendisine emniyet olunan) borçlu (emaneti) üzerindeki borcunu alacaklıya (ödesin) gördüğü iyiliğe karşı,hiyanette ve savsaklamada bulunmasın,bu insaniyet onuruna aykırıdır.(Ve rabbi olan Allah Teâlâ'dan korksun) hakkı inkâr etmesin,emânet hukukuna riayetsizlik göstermesin,bunun büyük bir günah olacağını düşünerek Allah'ın azabına uğramaktan kendisini korusun.Ey şahitler! Ey borçlular! (Şahitliği de gizlemeyiniz) şahadetten kaçmayınız,şahitler şehadette bulunacakları gibi borçlular da kendi aleyhlerinde şahitlikte bulunarak borçlarını itiraf etmelidirler.(Onu kim gizlerse) şahitliği ve borcu kim gizler ve inkâr eylerse (şüphe yok ki,onun kalbi günahkârdır) bu haksız muamelesi,bir kasde bağlı bir kötü düşünce mahsulü olacağından günahı da o derece büyüktür.(Ve Allah Teâlâ sizin yapacağınız şeyleri bilir) sizlerin borcu inkâr veya şahitliği gizlemenizi ve bütün fiil ve hareketlerinizi tamamen bilir ona göre mükâfat ve ceza verir.Artık bunu düşünüp de işlerinizi buna göre tanzim ediniz.

§ Deyin = Borç: Ödünç alma, harcamada bulunma, satın alma, kefil olma gibi bir sebeple zimmette, yani: Bir şahsın üzerinde sabit olan şeydir. Meselâ: Borç alınan on lira, bir deyindir. Bin liraya veresiye olarak alınan bir evin bu bedeli de bir deyindir. Başkasının tartılan veya ölçülen cinsten bir malını tüketme neticesinde tüketenin ödemesi gereken o kadar tartılır veya ölçülür bir mal da bir borçtur. Meselâ: Birisinin on kile buğdayı telef edilse telef edenin on kile buğday vermesi kendisine bir borç olmuş olur. Borç verene "dâin" borç alana da "medvun" denilir.

$ Rehin: Lügatte sabit, daim demektir ve bir şeyi her hangi bir sebebden dolayı hapsetmek ve alıkoymaktır, Istilâhta: Bir malı ondan tamamen veya kısmen ödetilmesi mümkün olan bir hakkı, mal karşılığında o hak sahibinin veya başkasının elinde gönül rızasıyla hapsettirmek ve alıkoymaktır. Böyle hapsedilen mala "merhun" da denilir. Rehin veren borçluya "rahin" ve hak sahibi sıfatiyle rehin alan kimseye de "mürtehin" denilir. Bir hakkın ödetilmesini temin etmek için rehin almaya da "irtihân" denilmektedir.

Bakara 284.Bu âyeti kerime,Allah'ın saltanatının genişliğini gösteriyor. Cenab'ı Hakkın bütün âlemlerde meydana gelen olayları bildiğini ve bunlara kadîr olduğunu bildirerek beşeriyeti uyanmaya davet buyuruyor.(Göklerde olanlar da,yerde bulunanlar da bütün Allah'ındır.) yani:Göklerde,yerlerde,bunların içinde ve dışındaki bütün varlıklar da tamamen Allah Teâlâ'nın mahluklarıdır,onun mülkünde ve tasarrufundadırlar.Bunlarda başkasının ortaklığı yoktur.(Ve siz nefsinizde olanları açıklasanız da veya gizleseniz de Allah Teâlâ sizi onunla hesaba çekecektir.) Güzel düşünenler bunun mükâfatını görecekleri gibi çirkin düşünenler de bunun cezasını göreceklerdir.Fakat bir insan,kasdı,arzusu,tasdiki olmaksızın kalbine gelen şeytanî vesveselerden,kuruntulardan dolayı sorumlu olmaz.Çünkü bunlardan kalbi kurtarmak insanın kudreti haricindedir.Teklif ise insanın gücüne,kudretine maksat ve tasdikine göredir.(Artık) Cenâb-ı Hak,(dilediği kimseyi) lütuf ve keremi ile (mağfiret eder) onun günahlarını affeder ve gizler (dilediğine de) ilâhî adaleti ve menfaat ve hikmet gereği olarak (azab eder) suçuna göre cezalandırır.(Ve Allah Teâlâ her şeye pek ziyâde kadirdir.) Binaenaleyh kullarının bütün gizli ve aşikâr fiil ve hareketlerini bilir,ona göre mükâfat ve ceza verir,onun ilminden,kudretinden hiçbir şey dışarı çıkamaz.Artık ona göre herkes hareketini tanzime çalışmalıdır.

Bakara 285  O peygamber de, Rabbinden kendisine indirilmiş olana iman etmiştir, müminler de (indirilenlerin tümüne inanmışlardır)! Her biri Allâh’a, meleklerine, kitaplarına ve rasûllerine inanmıştır. “Rasûllerinden hiçbirinin arasında ayırım yapmayız!” (demişlerdir.) Onlar (Allâh-u Te`âlâ’nın, peygamberler vasıtasıyla kendilerine yöneltmiş olduğu yükümlülükler karşısında): “(Buyruğunu) işittik, (emrine) itaat ettik! Ey Rabbimiz! Mağfiretini (dileriz)! (Ölümden sonra diriltilerek) varış(ımız) ancak Sanadır!” demişlerdir.

Kur’an-ı kerim mahluk değildir

Sual: Kur’an-ı kerim neden mahluk değildir?
CEVAPMuteber kitaplarda buyuruluyor ki:
(Mutezile diyor ki: "İnsan, ihtiyari, yani istekli hareketlerini kendi yaratır. Allahü teâlâ, kullarına faydalı işler yapmaya mecburdur. İyilere sevap, kötülere azap vermesi gerekir. Allah’ın sıfatları yoktur. Kur'an, harf, kelime ve sestir. Bunlar ise, mahluk, sonradan yaratılmıştır. İnsan iyi, kötü, bütün işlerini kendi yaratır. Allahü teâlâ, kötü şeyleri, günahları yaratır demek, doğru değildir." Mutezilenin bu sözleri yanlıştır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi de işlerinizi de yaratan Allahü teâlâdır.) [Saffat 96]

İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan mahluk olduğu gibi, küfrü, imanı, ibadeti ve isyanı da mahluktur.) [Milel ve nihal]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (İmam-ı a'zam Ebu Hanife ile imam-ı Ebu Yusuf, Kur’an-ı kerim mahluk mu, değil mi diye altı ay konuştuktan sonra sözbirliğine vardılar ve Kur’an-ı kerime mahluk diyenin kâfir olacağını bildirdiler. Kelam-ı nefsiyi gösteren, kelam-ı lafziyi anlatan harfler, kelimeler, sesler, elbette mahluktur, hadistir. Bütün mahluklar içinde, Allahü teâlâya en yakın olan, en kıymetli olan, Kur’an-ı kerimin harfleri ve kelimeleridir. Kelam-ı lafzi ve kelam-ı nefsi ise ezeli ve kadimdir.) [c.3/89]

Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimi, harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahluktur. Bu harf ve kelimelerin manası, kelam-ı ilahiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kur'an denir. Kelam-ı ilahiyi gösteren manalar da Kur'andır. Bu kelam-ı ilahi olan Kur'an mahluk değildir. Allahü teâlânın, başka sıfatları gibi, ezeli ve ebedidir. Kur’an-ı kerim, Allahü teâlânın kelamıdır, mahluk yani, sonradan yaratılmış değildir. Zât-ı ilahinin sıfatıdır. Kur’an-ı kerim, bu kelimelerden, seslerden çıkan manalardır. Kelimeler, sesler, kelam-ı ilahi değildir. İnsanın kelamı da kalbdedir. Sözlerimiz bunu meydana çıkaran tercümandır.

Her dirinin kemali, üstünlüğü, kelam sıfatı iledir. Kelam sıfatı olmazsa, kusurlu olur. Allahü teâlâ da, diri olduğu için, kelam sahibi olması gerekir. Bütün peygamberler, bütün kitaplar, Allahü teâlânın kelam sıfatı vardır, dedi. Musa aleyhisselamın ağaçtan işittiği kelime ve ses, kelam-ı ilahi idi. Hâfızın sesi ise kelam-ı ilahi değildir. Bu sesin sadece manaları, kelam-ı ilahidir. Allahü teâlâ, mahlukların sözünü harfsiz, sessiz işitir. Harfsiz, sessiz olan kendi kelamını, Arabi dil ile indirdi. Kelam-ı ilahide bir değişiklik olmadı.

İnsan çeşitli elbise ile, çeşitli surette görünür, fakat insanda bir değişiklik olmaz. Allahü teâlânın kelamı, mahlukların kelamı gibi, kelime ve sese muhtaç değildir. Fakat bu kelime ve sesler değiştirilirse, kelam-ı ilahi değiştirilmiş, bozulmuş olur. Kur’an-ı kerim, bu kelimelere, bu sese mahsustur. Allahü teâlâ, kelamını bu kelimelere, seslere kendi yerleştirmiştir. (Emali şerhi)

Sual: Kur’an-ı kerim mahlûk olmadığı gibi mucize de değil mi?
CEVAPElbette mahlûk değildir ve mucizedir. Aksini yazan hiçbir Ehl-i sünnet kitabı yoktur. Mahlûk sonradan yaratılmış demektir. Kur’an-ı kerim Allah’ın kelamıdır. Diğer sıfatları gibi, kelam sıfatı da, ezelî ve ebedîdir.

Kur’an-ı kerime mahlûk diyen için Allah’ı inkâr etmiştir hükmüne varılır.Hadis-i şerifte, (Allah’ın kelâmı mahlûk değildir) buyurulmuştur.(Berika)
Beyheki, Ebu Davud gibi hadis kitaplarında, (Allah’ın kelâmı mahlûk değildir) hadis-i şerifi bildiriliyor. Selef-i salihin de bu hususta ittifak etmiştir. (Milel ve Nihal)
Kur’an-ı kerim kelam-ı ilahidir, mahlûk [yaratık] değildir. (Emali kasidesi)

(Kur’an mahlûktur) diyen kimse kâfirdir. (Hindiyye, Riyad-ün-nasihin)
Ahmed bin Hanbel, (Kur’an mahlûktur diyen kâfirdir) demiştir.(Kurtubi)

Kur’an-ı kerim mahlûk değildir. (İhya)
Kur’an-ı kerimin mucize olduğunu inkâr eden hiç kimse yoktur. Peygamber efendimizin en büyük ve devam eden bir mucizesidir. Her kitapta mucize olduğu yazılıdır.

Kur’an-ı kerim on ayrı bakımdan mucizedir. (Kurtubi)
Demek ki, Kur’an-ı kerim mahlûk olmayan bir mucizedir. Bu hükmü, Mutezile sapık fırkasının inkâr etmesinin önemi yoktur.

Kur’an-ı kerim değişmemiştir

Sual: İbni Sebeciler, “Kur’anı ilk üç halife değiştirdi” diyorlar. “Ben bir resulüm” diyen Reşat Halife de, Tevbe sûresinin son iki âyeti değişti diyor. Bunlara nasıl cevap verebiliriz?
CEVAPKur’an-ı kerime inanan insan böyle bir iddiada bulunamaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini[Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.) [Enam 115]

(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.)
 [Hicr 9]

(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.)
 [İsra 88] [14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allahü teâlâyı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]

(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık
 [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?) [Nisa 82]

(Kur’anı
 kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: O halde Allah’tan gayri çağırabildiklerinizi [yardıma] çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.) [Hud 13]

(Eğer o
 [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]

(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından
[hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]

Kur’an-ı kerim, Resulullah efendimizin en büyük mucizesidir. İçinde bütün dünyada bugüne kadar yapılmış medeni kanunlara örnek teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait birçok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları, nasihatler, dünya ve ahiret hakkında, o zamana kadar hiçbir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır. Bunlar kimsenin söyleyemeyeceği bir ifade ile beyan edilmiştir. Müşrikler, mucize isteyince de buyuruldu ki:
(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak]yetmez mi?) [Ankebut 51]

“Bu Allah’ın kitabı değildir” diyebileceklere karşı da, böyle şüphelere yer bırakılmamıştır. Allahü teâlâ, Resulünün böyle bir kitap yazacak kudrette olmadığını ve Kur’anı kendisinin vahiy ettiğini teyit etmektedir. Esasen Resulünün özellikle ümmi, [okuma yazma öğrenmemiş] olmasını ve bu sebepten Kur’anın ancak Allah tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını istemiştir. Bir âyet meali:
([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler, [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derler ve [Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmidir, bu ise ümmi değil diye] şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]

Bu eşsiz mucize olan Kur’an-ı kerime uyabilmek için, Kur’anın muhatabı olan Peygamber efendimize uymak ve şerefli sözlerini [hadis-i şeriflerini] kabul etmek lazımdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

Fâtiha ve Muavvizeteyn
Sual:
 Fâtiha ile Muavvizeteyn’in yani Felak ve Nas sûrelerinin Kur’andan olmadığını söyleyenler var. Böyle bir iddia nasıl yapılabilir?
CEVAPBu iddia, İbni Sebecilerin (Hazret-i Ali’nin Kur'anı ayrıdır) diyerek Kur'an-ı kerime gölge düşürmek için söyledikleri hezeyandır. Buna yerli mezhepsizlerden de katılan olmuş, (Ben namazda bu sûreleri okumuyorum) diyen sapıklar çıkmıştır. Bu üç sûre, çok meşhurdur. Resulullah, vefat edene kadar her namazda Fâtiha'yı okumuştur. Bu konuda birçok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyledir:
(Kur'an-ı kerimin en faziletli sûresi Fâtiha’dır.) [Hâkim]

(Fâtiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.)[Deylemi]

(Hayrı en çok olan sûre Fâtiha’dır, her derde şifadır.) [Beyheki]

(Fâtiha sûresi Allahü teâlânın gazabını önler.) [Şir’a]

(Hazret-i Cebrail dedi ki: Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nurla seni müjdeliyorum. Bunlar Fâtiha ile Bekara sûresinin son âyetleridir. Bu ikisini okursan, istediğin verilir.)[Müslim]

(Cuma gecesi Fâtiha ve 15 kere “İzâ zülzilet” okuyarak, iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur.) [Deylemi]

(Ölen Müslümanı kabrine götürmekte acele edin! Kabrinde onun başucunda Fâtiha sûresini, ayak ucunda ise Bekara sûresinin sonunu okuyun!) [Taberani]

(Yatarken Fâtiha ve İhlas’ı okuyan, ölüm hariç her şerden emin olur.) [Bezzar, İbni Abdilber]

(Sabah akşam İhlas ve Muavvizeteyn’i üçer defa oku! Bütün bela, âfet, sıkıntı ve istenmeyen şeyleri giderir.) [Tirmizi]

(Fâtihasız namaz olmaz.) [Buhârî]

(Bir rekâtında bile Fâtiha okunmasa o namaz sahih olmaz.)[Tirmizî]

(En faziletli sûre Fâtiha’dır.) [Hâkim]

(Kur'an-ı kerimde hayrı en çok olan sûre Fâtiha’dır.) [İ. Ahmed]

(Yemin ederim ki, ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne de Zebur’da, Fâtiha’nın bir benzerini Allahü teâlâ indirmemiştir. O, namazlarda tekrar edilen yedi âyet olup, bana verilen Kur'an-ı azimdendir.) [Tirmizi]

(Fâtiha, zehre ve her hastalığa şifadır.) [Beyheki]

(Evinde, Fâtiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez.) [Deylemi]

Bir kabile reisini yılan soktu. Eshab-ı kiramdan biri Fâtiha sûresini okudu. Şifaya kavuşan kabile reisi, bir sürü koyun hediye etti. Sahabi, bu helâl mi diye sorunca, Resulullah, (Ne okudun) buyurdu. O da, Fâtiha sûresini okuduğunu bildirince, (Fâtiha’nın şifa olduğunu nereden bildin? O koyunları al, yanındakilere pay et!) buyurdu. (Buhari)

Felak ve Nas sûreleriyle ilgili hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Felak ve Nas sûreleri gibi faziletli bir sûre inmemiştir.) [Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî]

(Cuma namazından sonra, yedi kere İhlâs ve Muavvizeteyn okuyan, bir hafta kazadan, beladan ve kötü işlerden korunur.)[İbni Sünni]

(Sabah akşam İhlas ve Muavvizeteyn sûrelerini üçer defa oku! Bunlar, bütün belaları, âfetleri, sıkıntıları ve istemediğin kötü şeyleri giderir.) [Nesai, Tirmizi]

(Felak ve Nas sûrelerini oku! Bu iki sûre gibisini asla okuyamazsın.) [Nesai]

Hazret-i Âişe validemiz anlatır: Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yatağına girince, İhlas, Felak ve Nas sûrelerini okuyup ellerine üfler, sonra yüzüne ve vücuduna ellerini sürer, bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalanınca aynı şekilde kendisine okumamı emrederdi. (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Muvatta)

Yine Âişe validemiz anlatır: Resulullah vitrin ilk rekâtında Alak, ikinci rekâtında Kâfirun, üçüncü rekâtında İhlas, Felak ve Nas sûrelerini okurdu. (Tirmizî, Nesaî, Ebu Davud)

Ebu Said Hudri hazretleri anlatıyor:
Resulullah cin ve nazardan korunmak için çeşitli dua okurdu. Nas ve Felak sûreleri inince, diğerlerini terk edip, bu iki sûreyi okurdu.(Tirmizi, İbni Mace)

İbni Mesud hazretleri, Resulullah'ın sevmediği on şeyden birinin Muavvizeteyn’den başka bir şey ile rukye yapmak olduğunu bildirdi.(Ebu Davud, Nesai)

Bu kadar meşhur olan Fâtiha, Felak ve Nas sûreleri için, (Kur'andan değil) demek çok çirkin bir iftiradır. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Hadis usulü esaslarına göre, birer kişinin haber verdiği bilgi, kesin olmaz. Şüpheli olur. Tevatürle bildirilen şey, kesin bilgi olur. Kur’an-ı kerimin hepsi tevatürle, yani söz birliğiyle haber verildi. Bunun için, tamamı Allah kelamıdır. (İsbat-ün-nübüvve)