16 Mayıs 2015 Cumartesi

Sizlerin fakir olacağınızı düşünmüyor,bunun için üzülmüyorum.Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi,dünyânın elinize bol bol geçerek,Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum.Hadis-i Şerif

Sizlerin fakir olacağınızı düşünmüyor bunun için üzülmüyorum.Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi dünyânın elinize bol bol geçerek
Allahu Teâlâya âsî ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum.
Hazreti Muhammed

Sallallahu Aleyhi ve Sellem
İnsanların en hayırlısı,öyle bir fakirdir ki gücü yettiği kadar Allah yolunda verir.

Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Fakirin
tesbihteki sevabı,
zenginin sevabından fazladır.
Hazreti Muhammed

Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Fakirlerin tesbihinin faziletinin çok olmasının sebebi şudur: Onların kalbi dünya zulmetiyle kararmamiştır, parlaktır. Fakirin söylediği kelime, temiz ve iyi yere atılan tohum gibi büyük eserler, bereketli ürünler getirir. Dünya arzularıyla dolu olan kalple yapılan zikir ise çorak toprağa atılmış tohum gibi ürünü az olur. 
İmam Gazali Hazretleri


Allah Teâlâ buyurur:
“Erkek kadın bütün müminler (tevhîdde) birbirlerinin velîleridirler.” (Tevbe Sûresi/71) buyurmuştur. Yani müminler tevhîdde birleşmek suretiyle hem dünyâ ve hem de âhiret işlerinde birbirlerinin yardımcısıdırlar, demektir.
Dînî bağlılık,temeli toprak olan ailevî akrabalıktan daha kuvvetlidir
Dîne hizmet etmek İslâm alemindeki müslümanların aynı gaye etrafında birleşip aynı duygularla ümmeti İslâm’ı ve şeriatlarını tehlikeden korumak ve zafere ulaştırmakla mümkündür.Hazreti Ömer (ra) şöyle buyuruyor:
Gece kâim,gündüz sâim olan,malını mülkünü tasadduk eden ve harplerde kahramanca çarpışan bir kimse,eğer sevdiğini Allah için sevmiyor ve buğz ettiğine de Allah için buğz etmiyor ise,yaptıklarından hiçbir fayda göremez
Müslümanlar kendi aralarında Allahu Teâlâ’nın emrettiği şekilde birleşmiyor ve Allah’ın gösterdiği yolun hâricinde bir yol tâkib ediyorlarsa, Allah muhafaza buyursun, zilletin çukuruna yuvarlanmışlar demektir.
Allahu Teâlâ Hazretleri Enfâl Sûresinde
Allah’tan korkun ve birbirinizin arasını düzeltin! (Enfâl Sûresi,1) buyuruyor.Allah’tan korkun ve Allah’ın gazabını celb edecek münazaalardan,anlaşmazlıklardan sakınarak,aranızdaki hoşnutsuzlukları izâle edin.

Birbirlerine muhalefet ettikleri takdirde elbette ki, aralarında anlaşmazlık ve mücâdele zuhur edecek ve maksad hâsıl olmayacaktır.


Hak Teâlâ Hazretleri Enfâl Sûresinde:
“Birbirinizle nizâlaşmayın! Sonra içinize korku düşerek devletiniz elden gider.” (Enfâl Sûresi, 46) buyurmaktadır.

Allahu Teâlâ mü’minlerin kendi aralarında nizâ ve ihtilâfa düşmelerini menetmekte,vukuunda şu iki neticenin zuhur edeceğini bildirmekte
Bu hâlin başarısızlık,zaaf,soğukluk ve korku husule getirmesi
kuvvet ve azametin,şevket ve salâbetin elden gitmesi
Şu halde, ancak kalbler ve gayeler birleştiği zaman nusret ve selâmete ulaşılır, dilekler kemâliyle tahakkuk eder.
İşte bunun içindir ki, Hak Teâlâ Hazretleri insanların günde beş defa mescidlerde bir araya gelmelerini ve haftada bir defa camide toplanmalarını, senede iki defa bayram münâsebeti ile bir mekânda cem olmalarını ve ömürlerinde bir defa da hac vesilesiyle bütün beldelerden gelip Beytullah’ın etrafında birleşip Arafat’ta hep birlikte vakfeye durmalarını emretmiştir.
Hak Teâlâ Hazretleri mahlûkâtını; nezîh Şerîat-i Muhammediyye’ye tâbi olmak, onun kânunlarını ve dîn kardeşliğinin ihtiva ettiği hakîkatları korumak, söz ve kalb birliği ile Muhammed Ümmeti’nin bütün ferdlerinin haklarını emniyet altına almak suretiyle kendisinin bilinmesi, ubûdiyyetin tahakkuku ve rubûbiyet haklarının yerine getirilmesi için yaratmıştır.
Böyle birbiriyle yardımlaşmak ve anlaşıp birleşmekteki asıl gaye de budur.
Bunun içindir ki Hak Teâlâ Hazretleri mü’minlere:
“İyilik ve takvada yardımlasın, fenalık ve düşmanlıkta yardımlaşmayın!” (Mâide Sûresi, 2) buyurmuştur.










Kâfir dünyada yaptığı zerre miktar bile iyiliğin faydasını bedeninde, malında, ailesinde, çoluk çocuğunda muhakkak görür, ama ölünce ameli hiç kalmaz.

Kâfir iyilik yaptığı zaman,bu iyiliğin karşılığı kendisine dünyada verilir;
ama mümin iyilik yaptığında Allahu Teala,onun iyiliklerini ahirete saklar.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Kâfir dünyada yaptığı zerre miktar bile iyiliğin faydasını bedeninde, malında, ailesinde, çoluk çocuğunda muhakkak görür. 




Sual: İnsanlığa birçok hizmet veren kâfirlerin iyi işleri, keşifleri, nazarı itibara alınacak mı? Yoksa topluma büyük zulümleri olan bir kâfir ile aynı kefeye mi konacaktır?
CEVAPHayır, aynı kefeye konmaz. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennettekilerin, ihlâslarına ve amellerine göre dereceleri farklıdır. Peygamberlerle, şehitlerle sıradan bir Müslüman’ın derecesi aynı değildir. Cehennemdeki kâfirlerin durumu da böyledir. Firavun gibi ilahlık davası güdüp yeni doğan masum çocukları kesen bir zalimle, kendisinden başka hiç kimseye zararı olmamış, topluma çeşitli hizmetler veren bir kâfirin durumu aynı değildir.

Cehennem 7 tabakadır. Her birinin azabı üstündekinden daha şiddetlidir. (Feraid-ül-fevaid)

1. tabaka: Adı Cehennem’dir, azabı en hafiftir. Burada, günahkâr Müslümanlar azap görür.
2. tabaka: Adı Sair’dir. Ateşi ve azabı şiddetlidir. Burada, Yahudiler azap görür.
3. tabaka: Adı Sekar’dır. Bu daha şiddetlidir. Burada Hristiyanlar azap görür.
4. tabaka: Adı Cahim’dir. Burada, güneşe, yıldızlara tapanlar azap görür.
5. tabaka: Adı Hutame’dir. Burada Mecusiler, Budistler, Brehmenler azap görür.
6. tabaka: Adı Lazy’dir. Ateistler, müşrikler, dinsizler azap görür.
7. tabaka: Adı Haviye’dir. En şiddetlisidir. Burada münafık ve mürtedler azap görür.

Her tabakadaki kâfirlerin de azabı farklıdır. Aynı tabakada olan cömert bir kâfir ile zalim bir kâfirin azabı aynı değildir. Her kâfir, zulmünün derecesine göre farklı azap görür. Yerleri aynı olmasına rağmen azapları farklı olur. Zalim kâfir, diğer kâfirlere göre azabı daha şiddetli hisseder.

Cennet nimetleri de böyledir. Derecesi yüksek olan daha çok faydalanır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dünyada İslamiyet'in yalnız suretine kavuşanlar, Cennetin de yalnız suretine kavuşacaklar, yalnız onun zevkini, tadını alacaklardır. Dünyada İslamiyet'in hakikatine kavuşanlar, Cennetin de hakikatine kavuşacaklardır. Cennetin yalnız suretine ve yalnız hakikatine kavuşanlar, aynı nimetlerden mesela aynı meyvesinden yedikleri halde, farklı lezzet duyacaklardır. Resulullahın zevceleri, müminlerin anneleri olup, Cennette Resulullahın yanında bulunacaklar, aynı meyveyi yiyecekler; fakat farklı tat alacaklardır. Duydukları lezzet, hep aynı olsa idi, müminlerin annelerinin, bütün insanlardan [Peygamberlerden de] daha üstün olmaları lazım gelirdi. (2/50)
Cehennemden kurtulmak yalnız Müslümanlara mahsustur. Kâfirlerin iyi işleri, ne kadar çok olursa olsun, onları Cehennemden kurtaramaz ve azaplarını hafifletemez. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(De ki: Size en çok ziyana uğrayanları haber verelim mi? Onlar dünya hayatında iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve Ona kavuşmayı [dirilmeyi, hesabı, ceza ve mükâfatı] inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir. Onlar için, kıyamet günü, hiç bir terazi tutmayız. [İyilikleri ile kötülüklerini ölçmeyiz çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartıya girecek makbul şeyleri kalmamıştır.]) [Kehf 103, 104, 105]

(Kâfirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır; ama yanına varınca, umduğunu bulamaz.)
 [Nur 39]

Kâfirlerin azapları hafiflemez. İki âyet meali şöyledir:
(Kâfirler öldürülmez ki ölsünler, Cehennemdeki azapları da hiç hafifletilmez.) [Fatır 36]

(Onlar, Cehennemin bekçilerine, 
“Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin” derler. Hâlbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.) [Mümin 49, 50] 
Demek ki, kâfirlerin dünyada yaptıkları iyilikler ve faydalı işleri azaplarını yok etmez, aşağıda açıklandığı gibi, sadece azabı daha hafif olan Cehennemin bir tabakasına girmelerine yardım eder.

Bazı âlimler, (Kâfirlerin azabı hafifletilmez) âyetini açıklarken, (Zaman bakımından hafifletilmez, sonsuz azap görür; ama iyilikleri yüzünden azabı hafifletilen olur) diyerek şu âyetleri bildirmişlerdir:
(Kıyamet günü adalet ölçüsünü ortaya koyarız. Kimseye bir zulüm yapılmaz, [kötülüğün cezası adaletle verilir], hardal tanesi kadar iyilik eden karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]

(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]

Kâfirlerin azapları sonsuzdur, hafifletilmez; ama cezası hafif olanlar olabilir, ayda, yılda bir gün azap görmeyenler olabilir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Cuma hariç, zeval vakti namaz kılmak mekruhtur. Çünkü Cuma günü Cehennem kızdırılmaz, diğer günler Cehennem ateşinin hızı arttırılır.) [Ebu Davud, Beyheki, İ. Adiy]

(Zeval vakti Cehennem çok şiddetlenir.)
 [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]

(Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ateşten iki nalın sebebiyle beyni kaynar.)
 [Müslim] (Ebu Talibin diriltilerek iman ettiğiMuhtasarı Kurtubi’deki hadis-i şerifte bildirildi.)

Resulullah efendimiz, kâfirlerin, dünyada yaptığı iyilikler, onları Cehennemin ebedi azabından kurtarmayacağını; ama zalim kâfire göre azabı daha az hissetmesine sebep olacağını bildirip, şu mealdeki âyeti okudu: (Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.)[Mümin 46] (Hâkim)

Ebu Leheb, Resulullah efendimizin dünyaya geldiğini müjdeleyen Cariyesi Süveybe’yi sevincinden dolayı azat etmişti. Bunun için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabı hafifler. İki parmağı arasından çıkan serin suyu emerek ferahlar. (M. Nasihat)

Demek ki, kâfirler sonsuz Cehennemde kalmakla beraber, içlerinde haftada, ayda veya yılda bir kere azapları hafifleyenler olabilir. Bunlar istisnadır, istisna ise kaideyi bozmaz.

Kâfirler Cehenneme girmeyecek mi?
Sual: Bir arkadaş milletine hizmet eden bütün kâfirler Cehenneme girmez dedi. Yanlış değil mi?
CEVAPMüslüman olmayanların yani bütün kâfirlerin Cehenneme gireceğini Allahü teâlâ bildiriyor. Bunu günlük işlerdeki örneklerle açıklayalım: Mesela, Türkistanlı bir Türk Türkiye’ye gelse; Türk vatandaşlığına kabul edilmediği sürece, profesör olsun, Edison gibi bilim adamı olsun, Türk vatandaşına tanınan haklardan faydalanamaz. Mesela oy kullanamaz, milletvekili olamaz. Çünkü T.C. vatandaşı değildir. Vatandaş olmayan, bu haklara sahip olamaz. Allahü teâlâ da Cennete girmek için, mümin olma şartını koymuştur.

Bir Türk resmi dairedeki bir memurun yanına gelip, ona günlerce yardım etse, ay sonunda o Türk’e bir kuruş para verilmez. Hâlbuki o dairedeki herhangi bir personel, çok az çalışsa, hatta izinli olsa da, ay sonunda maaşını alır; çünkü bu personelin o dairede kaydı vardır. Başka kimselerin o dairede kayıtları bulunmadığı için, çalışmaları nazarı itibara alınmaz. Mümin olan; suç ve günah işlese de, iman kaydı bulunduğu için Cennete gider. İman kaydı bulunmayan kâfir de, yararlı işler yapsa da Cehenneme gider.

Hacca veya bazı ülkelere giderken pasaport istenir, pasaportsuz olan o ülkeye sokulmaz. İman pasaportu [Müslüman] olmayan da, ister Nobel ödülü alsın, ister elektrik ampulünü bulsun, isterse dünyanın her yerine yol, çeşme, cami yaptırsın, onun hiçbir iyiliğine sevap verilmez ve Cennete giremez.

Cennetin sahibi Allahü teâlâdır. Cennete girmek için, faydalı iş yapmayı değil, önce Müslüman olma şartını koymuştur. Müslüman değilse, iyi işleri faydasızdır; ama Müslüman çok günahkâr olsa, hatta günah işlerken, zulmen öldürülse şehit olur. (Fetava-i Hayriyye 1/16,Redd-ül-muhtar 2/253) 

Müslüman olmayanların hiçbir iyiliğine sevap verilmez. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama uyanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün iyilikler ve keşifler, Onun yolunda bulunmak şartı ile ahirette işe yarar. Ona uymayanın yaptığı her iyilik dünyada kalır, ahiretinin yıkılmasına sebep olur. (1/184)

İyi işlere, ibadetlere sevap verilebilmesi için, düzgün iman sahibi olmak gerekir. Bid’at ehli bile, Müslüman olduğu halde, ibadetlerine sevap alamaz. Nerede kaldı ki, gayrimüslimler, iyiliklerine sevap alıp da Cennete girsin.

Bir profesör, insanlığa faydalı çok eserler yapsa; fakat çeşitli insanları suçsuz yere öldürse, hırsızlık etse, yaptığı iyiliklere bakılmadan, bulunduğu devletin kanunlarına göre cezası ne ise verilir. Hak teâlâ da, imansızlıktan, yani küfürden başka günahları, dilerse affedeceğini; fakat kâfirliği, yani gayrimüslim olmayı asla affetmeyeceğini bildirmektedir. Müslüman olmayan herkes gayrimüslimdir, yani kâfirdir. Kâfirin de yaptığı hiçbir iyiliğin, Allah katında kıymeti yoktur; hatta cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç kıymeti olmaz. Allahü teâlânın sözüne Müslüman inanır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah şirki [her çeşit kâfirliği] affetmez.) [Nisa 48]

(Kâfir olarak ölenlerin işleri, dünyada da, ahirette de boşa gider.)
[Bekara 217]

(İmansızın ameli boşa gider.) [Maide 5]

(Kâfirlere ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 16]

Resulullah efendimizin sözlerine de ancak Müslüman inanır. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İmanı olmayan Cennete girmez.) [Tirmizi]

(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim]

Zerre kadar iyilik
Sual: Bir hadiste, (Allah, zerre kadar iyilik eden kimseyi, âhirette rezil rüsvay etmez) buyuruluyor. Bu hadise göre, iyilik eden bütün kâfirlerin Cennet’e gideceği anlaşılmıyor mu?
CEVAPHadis-i şerifler, genelde şartsız söylenir. Şartsız söylenince bazı şartların olduğu anlaşılır. İkincisi, hadis-i şerife mânâ vermeye kalkmak yanlış olur. Yetkili âlimlerin açıklamasıyla beraber okumalıdır.

Hadis-i şerifte bildirilen kimse Müslümandır ve itikadı düzgündür, çünkü bu iki şart olmayınca, o kimse muhakkak Cehenneme gider. Müslüman olmayanın hiçbir iyiliğinin değeri olmaz. Demek ki, Müslüman olmak ve doğru itikada sahip olmak şarttır. Bunlara sahip olan müminin, zerre kadar iyiliği zayi olmaz. O iyiliği sebebiyle büyük nimetlere kavuşur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ömründe bir defa Allahü teâlâyı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.) [Tirmizi]

Elbette bu hadis-i şerifte de, mümin olarak ölme şartı vardır.

Cömert kâfirlerin durumu
Sual: 
Cömert olan kâfirlerin, Cehennemdeki azabı hafifler mi?
CEVAPKâfirlerin azaplarının durdurulduğu anlar olursa da, her zamanki azapları hafiflemez. Bir âyet-i kerime meali:
(Kâfirlerin azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]

Cömert kâfirlerin azapları ise, diğer kâfirlere göre daha hafif olur. Bir hadis-i şerif:
(Allahü teâlâ, Cehennem kapıcısına, cömert kâfir için, “Bunu cömertliği derecesinde hafif yere koy” buyurur.) [Deylemî, Ebu-ş-şeyh]

Cehennem azabının en hafifi bile çok şiddetlidir. Dünyadaki ateşten kat kat daha şiddetlidir. Bir hadis-i şerif:
(Cehennemde en hafif azap gören, beynini kaynatan ateşten iki nalını olan bir kimsedir. Bazıları topuğuna kadar ateşe girmiş olarak azap görür. Kimi dizlerine, kimi göğsüne kadar, kimi burnuna kadar, kimi de tamamen ateşe batmış olarak azap görür.) [Hâkim]

Sadece cömertlerin değil, bütün Cehennem halkının azabının durdurulduğu anlar olur. Mesela cuma günleri ve Mevlid gününde azap yapılmaz. Bu ayrı bir şeydir. Cömert de olsa kâfirin azabı hiç hafiflemez. Bunun gibi, Ebu Leheb, Resulullah efendimizin dünyaya geldiğini müjdeleyen cariyesini sevincinden dolayı azat ettiği için, her yıl, o gece, azabı hafifler. Bunlar kâfirlerin azabının hafiflediğini göstermez. Hattâ bu hafif azabı görerek, (İman etseydim, hiç azap görmezdim) diyerek, bu olayın ona her yıl hatırlatılması, belki de pişmanlığını artırır.

Kâfirlerin iyilikleri
Sual: 
Kur'an-ı kerimde kâfirlerin azaplarının hiç hafiflemeyeceği çeşitli âyetlerle bildiriliyor. Topluma iyilikleri dokunmuş kâfirlerle, topluma zehir kusturmuş zâlim kâfirlerin durumu aynı olabilir mi?
CEVAPElbette aynı olmaz. Zâlim kâfirle mazlum kâfir aynı azabı görmediği gibi, cimri kâfirle cömert kâfir de aynı azabı görmez. Cehennemdeki en hafif azap bile çok şiddetlidir. Dünya işkenceleriyle mukayese bile edilmez.

Çok cömert olan Hatem-i Tai’nin ve Peygamberimizin dünyaya geldiğini müjdeleyen cariyesi Süveybe’yi sevincinden azat eden Ebu Leheb’in azaplarının hafifleyeceğini bildiren hadis-i şerifler vardır. Fahr-i âlemi çok seven Ebu Talib’in azabının hafifleyeceğini bildiren hadis-i şerif pek meşhurdur.


Yaptığı şeylerin hesabını vereceğine inanmayan bir insanın hayatının müstakîm olması düşünülemez.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ۝وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

"Zerre kadar iyilik yapan onu bulur. Zerre kadar kötülük yapan da onu bulur"

En kısa surelerden birinin sonunda yer alan bu ayet hemen hemen her müslümanın ezberindedir. Belki de "nasılsa bunu zaten biliyoruz!" şeklinde bir ülfet, bir kanıksama ile çoğu zaman, anlamı üzerinde düşünmeksizin okuyup geçeriz. Bu makalemizde Peygamber Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) el-cami'atu'l-fezze (eşi bulunmayan ve pek kapsamlı ayet) diye nitelendirdiği bu ayetin telkin ettiği başlıca manalar üzerinde durup müfessirlerimizin açıklamalarını özetlemeye çalışacağız.

Önce zerre'yi tanımlayalım. Eski müfessirlere göre, zerre, gözle neredeyse görülemeyecek derecede küçük karınca veya insanın elini toprağa vurduktan sonra silkelerken ortaya çıkan toz; yahut gün ışığı hüzmesinde ancak görünebilen toz demektir. Ancak bu toz bile çıplak gözle görülebilir. Ama zerre en hassas mikroskoplarla bile görülemez. Sadece atom fiziği uzmanlarının ne gözü, ne mikroskopları ile göremeyip teorik olarak hayallerinde bildiği, ancak eserleriyle var olduğu anlaşılan bir şeydir.2

Müfessirlerimiz bu ayet-i kerimenin tefsirinde müteaddit ihtimaller üzerinde dururlar. Bunlardan birincisi: "يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم" ayetinin delaletiyle, kıyamette insanların dünyada yaptıkları işler ortaya konulacaktır. Bundan maksat, bizzat o amelleri gösterme olmayıp onların yazılı kayıtlarını göstererek karşılıklarının verilmesidir.3 Yani insanların dünya hayatında işledikleri amellerin âhirette karşılığını almalarından bahsetmektedir. Taberî (ö.310/923) önce bu tefsiri benimser. Abdullah İbn Abbas (radıyallahu anh) "Mümin olsun, kâfir olsun dünyada hayır veya şer olarak ne yapmış ise Allah âhirette onu karşısına getirecektir. Mümine sevaplarını ve günahlarını gösterecek, sonra günahlarını affedecektir. Kâfirin ise sevaplarını reddedip, günahları sebebiyle onu cezalandıracaktır."4

Bir kısım müfessirlere göre ise müminin günahlarının cezası dünyada peşin verilecek, sevaplarının karşılığı âhirete ertelenecektir.5 Kâfirin ise iyiliklerinin karşılığı dünyada peşin verilecek, günahlarının cezası ise âhirete bırakılacaktır. Gerek müminin, gerek kâfirin dünyada iyilik veya kötülük olarak yaptığı işler kendilerine gösterilecektir. Müminin kötülükleri affedilip, iyilikleri sebebiyle ödüllendirilecek; kâfirin de iyilikleri reddedilip, kötülükleri sebebiyle cezalandırılacaktır.6

Muhammed İbn Ka'b al-Kurazî şöyle der: "Kâfir dünyada yaptıkları zerre miktar bile iyiliğin faydasını bedeninde, malında, ailesinde, çoluk çocuğunda muhakkak görür, ama ölünce ameli hiç kalmaz. Fakat müminler ise, kötülüklerinin cezasını dünyada bedenlerinde, mallarında, ailelerinde, çoluk çocuklarında bulur, ölünce de üzerlerinde zerre miktar kötülük kalmaz."7

Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhisselâtu vesselâm) ile yemek yiyordu. Bu ayetin nazil olduğunu işitince elini yemekten çekti ve dedi ki: "Yani ben işlediğim hayırları ve kötülükleri görecek miyim?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhisselâtu vesselâm) ona: "Senin hoşuna gitmeyen şeyler, şer zerrelerinin birikmiş ağırlığıdır. Allah hayır zerrelerinin mükâfatını da biriktirecek ve onların mükâfatını ise âhirette verecektir. Nitekim Kur'ân'da geçen "وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُم" ayeti de bunu tasdik etmektedir."8 Burada şu soru akla gelebilir: "Peki âhirete inanmayanın iyilikleri ne olacak?" Vaktiyle Hz. Aişe (radıyallahu anh) de bunu düşünüp Efendimiz"e şöyle bir soru yöneltmişti: "Ya Resûlellah! Abdullah ibn Cüd'an yakınlarını görüp gözetir, şöyle şöyle iyilikler yapardı, acaba âhirette bunların faydasını görebilecek mi?" "Hayır!" buyurdu, çünkü o bir gün olsun, hesap günü beni affet!" demedi ki!"9

Sahabeden Selman ibn Amir (radıyallahu anh) Hz. Peygamber'e gelip şöyle sordu: "Babam yakınlarını gözetir, ahitlerini yerine getirir, misafir ağırlardı, âhirette faydasını görür mü?"

Hz. Peygamber:" Müslüman olmadan önce mi vefat etti?"

Selman: "Evet!"

Hz. Peygamber: "Faydasını göremez." Bunun üzerine o da dönüp gitti. Müteâkiben Hz. Peygamber (aleyhisselâtu vesselâm): "O ihtiyarı bana getirin" buyurdu. Gelince ona şöyle dedi: "Yaptıkları âhirette ona fayda vermez; fakat onun nesli dünyada faydasını görür. Ezcümle, siz rüsvay olmazsınız, zelil olmazsınız, yoksulluk çekmezsiniz."10

Mukatil şöyle der: "Dünyada zerre, yani gözle görülemeyecek kadar küçük karınca veya ışık huzmesinde görünen toz kadar iyilik veya kötülük yapan, kıyamet günü onu amel defterinde bulacaktır."11 Asr-ı saadette Medine'de bazı zevât küçük şeyler tasadduk etmekten geri dururlar, bunu yapmaktansa fakiri hiçbir şey vermeksizin gönderirlerdi. Veya bazıları gıybet, yalan, nâmahreme bakma gibi günahları küçümserdi. Böylece Allah, dilerse küçüğü büyüteceğini bildirdi.12 Semerkandî (ö.373/983) Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin bir dilenciye bir üzüm tanesi verince orada bulunanlar bunu azımsayıp birbirlerine bakınca o: "Bu üzüm tanesi içinde çok zerreler var" deyip bu ayeti okumuştu.13

Hayırda olsun, günahta olsun, zerre miktarını bile küçük görmek doğru değildir.14 "Bir tek hurma ile de olsa ateşten korunmaya bakın, onu da bulamayan bari tatlı bir söz söylesin"15 hadis-i şerifi de bu gerçeği teyid etmektedir. İyilikler az; ama yapanın niyeti halis ise, matlup yine hâsıl olur. Ama niyet fâsit ise amel çok olsa bile maksada ulaşmak mümkün olmaz.

Allah Teâlâ "miskale zerretin" buyurmakla daha da çok veya daha da az dahi olsa, kişinin onu göreceğini bildirmiş olmaktadır. Buna mefhumu'l-hitab denilir ki mezkûr ile meskûtun anh'in aynı hükme dâhil olduğunu ifade eder. 16

Hz. Peygamber ashabından birini, bir şahsa Kur'an öğretmekle görevlendirdi. O da ona bu Zilzal suresini öğretti. فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ ayetine gelince o kişi: "Bu kadarı yeter" dedi. Bunu duyan Efendimiz (aleyhisselâtu vesselâm): "Onu kendi haline bırak, o fakih oldu (işi anladı)" buyurdu.17 Bir bedevî Peygamber Efendimiz (asm)'in bu ayeti okuduğunu işitince: "Ya Resûlullah, bir zerre bile mi?" cevaben: "Evet!" buyurdu. O da "Eyvah!" diye bunu defalarca tekrar edip oradan ayrıldı. Efendimiz: "A'rabînin kalbine iman tam manasıyla girdi" buyurdu.18

Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahu anh) : "Bu ayet, Kur'an'daki en muhkem ayettir" demiş, Hz. Ömer (radıyallahu anh) da bu konuda onu tasdik etmiştir.19 Kurtubî (ö.671/1273)ve Hatib Şirbinî (ö.977/1570) gibi müfessirler "Âlimler bu ayetin umumiyet ifade ettiği hususunda fikir birliği içindedirler" derler. Dolayısıyla bu ayetin nesh edilmesi söz konusu değildir. Bir kısım âlimler Abdullah İbn Abbas (radıyallâhu anh)nın görüşüyle uyum halinde şöyle derler: İbn Abbas der ki: "Dünyada hayır veya şer işleyen hiçbir mümin veya kâfir yoktur ki Allah ona yaptıklarını göstermesin. Mümin iyiliklerini de kötülüklerini de görür, kötülükleri af edilir, iyiliklerinin mükâfatını görür. Kâfire de Allah hem iyiliklerini hem kötülüklerini gösterir, fakat iyiliklerini geçerli saymaz, kötülükleri sebebiyle onu cezalandırır." Hatib Şirbinî de konuyu şöyle izah eder: "İster mümin, ister kâfir, ister iyilik işleyen, ister kötülük işleyen her kim zerre kadar hayır işlerse hiçbir şey eksilmeksizin onun mükâfatını görür. Çünkü onu verecek olan Allah Teâlâ'nın ilim ve kudreti her tarafı ihata etmektedir, mükemmeldir. Her kim zerre kadar kötülük yapmış ise onu görür. Mümin onu görmekle beraber (affedildiğini de görünce)20 sevinir. Kâfir ise iyiliklerini görür; fakat sağlam temel üzerine, yani iman temeli üzerine bina etmediği için silinip gitmesine veya dünyada iken onların mükâfatını almış olmasına üzülür, pişmanlık ve hasâreti artar".21 Fahreddin Râzî de (ö.606/1209) ayetin umum ifade etmesini şöyle izah eder: "Kâfirin iyilikleri, her ne kadar küfrü yüzünden geçersiz olsa bile, tartılma işi kâfir hakkında da söz konusudur. Ne var ki o iyilikleri, inkârının cezasından dolayı geçersiz addedilir. Binaenaleyh bu, ayetin umumiliğini zedelemez."22

Tîbî de bu görüşü tercih eder ve der ki: Nazm, mânâ ve üslup bunu teyid eder. Nazm, yani ayetler arası münasebet yönünden فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ, يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم cümlesinin tafsilidir. Dolayısıyla birbirine muvafık olmaları gerekir. أَعْمَالَهُم deki أَعْمَالَ cemi bir muzâf olduğundan şümul ve istiğrak (kapsam) ifade eder. يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم ayeti, o insanların kimi cennet, kimi cehennem meskenlerine doğru dağınık gruplar halinde, farklı amellerine göre, farklı yollardan gitmelerini bildirir. Mana yönünden ise "Biz kıyamet gününe mahsus, öyle doğru ve hassas teraziler koyacağız ki, hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, yapılan iyi veya kötü işi ortaya koyup tartarız. Hesap görücü olarak Biz fazlasıyla yeteriz"23 ayetinde bildirildiği gibi, amellerin ayrıntılı olarak gösterilmesini gerektirir. Üslup yönünden ise bu ayet, dinin gerek asıllarını gerek fer'lerini kapsayan cevami'ul-kelim babındandır. Efendimiz el-camiatu'l-fezze (eşine rastlanmaz pek kapsamlı ayet) diye beyan buyurmuştur.24 Âlûsî (ö.1270/1854), kâfirin iyiliklerinin silineceği yorumunu tercih etmekle beraber Tîbî'den bu görüşü naklettikten sonra onu destekleyen bir başka mütâlaa serd eder ve kâfirin, cehennemde ebedî kalmakla beraber dünyadaki bazı iyilikleri sebebiyle cezasının hafifletilmesinin vakî olacağına dair sahih hadisler zikreder. Hatem-i Tâî'nin cömertliği, Ebû Leheb'in – Peygamber Efendimiz'in (aleyhisselâtu vesselâm) dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmesi ve bunu müjdeleyen cariyesi Süveybe'yi azad etmesi, keza Ebu Talib'in Efendimiz'i himayesi sebebiyle azaplarının hafifletileceği hakkındaki hadislere yer verir.

Bazı müfessirler iman etmeyenlere iyiliklerinin âhirette fayda vermeyeceğini söylerler. Ebussuud, Âlûsî, Derveze gibi zatlar bu grupta yer alıp, bazı ayetlerle istidlâl ederek kâfirin iyiliklerinin silineceğini söyler ve o iyilikleri sebebiyle azabının hafifletileceğini de kabul etmezler.25 Buna mukabil daha başkaları, ayeti umumiyetine göre açıklarlar.

Ezcümle: Cevad Mağniye (ö.1400/1978) şöyle der: Eğer "Mümin ile kâfir amellerin karşılığını alma hususunda eşit olacak mı? Yoksa kâfirin iyilik olsun diye, insaniyet adına yaptığı iyilikler de boşa gider mi?" diye sorulursa buna cevabımız şu olur: Her şeyin hesabı ayrı olacaktır. Kâfir iyilik yapmış ise, kâfirliğinin cezasını çekecek, bununla beraber ilahî hikmet gereği olarak yaptığı iyilikler sebebiyle dünyada onun mükâfatını görecek; yahut âhirette azabı hafifletilecektir. "Bazı ayetler küfrün, hepsi iyi olsa bile amelleri sildiğine, boşa çıkardığına delalet ediyor, buna ne dersiniz?" sorusuna da bazı âlimlerimiz şöyle cevap vermişlerdir: İhbat'ın yani küfrün amelleri silmesinin manası, kâfirin amellerinin kendisini küfrünün azabından kurtarmayacağını ifade eder. Yoksa o iyiliklerine mutlak surette karşılık verilmeyeceği manasına gelmez."26 Haseneyn Mahluf, kâfirin iyiliklerinin azabın hafifletilmesine vesile olacağını sahih hadislere dayanarak kabul eder.27 Kezâ Enbiya 47 ayetine dayanarak Muhammed Abduh, Kasımî, Meraği, Abdullah Şehate de, gerek müminin gerek kâfirin amellerinin karşılığını alacaklarını kabul ederler.

Seyyid Kutub (ö.1966), zerrenin anlamını verdikten sonra şöyle der: "İşte bu zerre miktarı iyilik veya kötülük insanın karşısına gelecek, sahibi onu görecek ve karşılığını da alacaktır. İşte bu şuuru taşıyan insan, yaptığı işlerden hiç birini, ister iyilik ister kötülük olsun, küçümseyemez. "Ne olacak, bu pek küçük bir şey, o kadarının hesabı olmaz" diyemez. Yapacağı her iş ve davranış karşısında, bir zerre ile ağır basan veya noksanlaşan hassas terazinin titreyişi gibi vicdanı titrer. Bu kadar hassas bir terazi dünyada olmayabilir; fakat müminin kalbinde vardır. Zerre kadar bir iyilik veya kötülükle titreyen bu kalp nerede, dağlar kadar kötülük ve isyanlarla üzülmeyen, dağlar kadar hayırları imha ederken bile kılı kıpırdamayan kalpler nerede! Ama bu kalbler şimdi ezilmeseler de, büyük hesap günü o yüklerin altında ezileceklerdir."28

Bu ayet vesilesiyle hatıra gelen bir soru da şudur: "Allah iyilik mikdarınca mükâfat, kötülük yapana da kötülüğü kadar ceza verecekse, O'nun kerem sıfatıyla bu durumun telifi nasıl olacaktır?" Fahreddin Râzî bu soruya şöyle cevap veriyor: "İşte kerem budur. Çünkü günah her ne kadar az olsa bile, günah işlemede Allah Teâlâ'yı hafife alma vardır. Halbu ki kerim, buna tahammül edemez. Taatte ise tazim vardır. Her ne kadar az olsa bile kerim onu zayi etmez. Buna göre Cenab-ı Hak adeta: Zerre kadar iyiliği küçük sayma! Çünkü sen onca değersizliğine ve zayıflığına rağmen, Benim bir zerremi zayi etmedin, onu nazar-ı dikkate aldın, o hususta tefekkür ettin ve onunla Benim zatım ve sıfatlarımı anlama hususunda istidlalde bulundun ve onu bir binit edinerek Bana ulaştın, Beni tanıdın, Beni buldun. Sen Benim zerremi zayi etmediğine göre, Ben senin zerreni zayi eder miyim? demek istemiştir. Sözün özü şudur: Esas olan, niyet ve maksattır. Yapılan iş az ama niyet halis olduğunda netice elde edilmiş demektir. Ama yapılan iş çok olsa bile niyet bozuk olursa maksada ulaşılamaz."29

Rabb-i Rahîm'imiz zerreyi bile hesaba katarak yaşamayı nasib eylesin ve hesap günü bizi mahcup etmesin.

DİPNOTLAR
1. Zilzâl Suresi, 7-8.
2. Seyyid Kutub, Fî Zilâl, bu ayetin tefsirinde.
3. Matürîdî (ö.333/944), Te'vilat; Nesefi (710/1310), Medârik.
4. Taberî, Cami'ul-beyân.
5. Abdürrezzak (ö.211/827)
6. Sa'lebi (ö.427/1035), el-Keşfu ve'l-beyân.
7. Mekkî ibn Ebî Talib (ö.437/1045), el-Hidaye.
8. A.g.y. Keza Matüridi de Te'vilat adlı tefsirinde
9. Taberî, aynı yer.
10. Taberî, Cami'u-beyan.
11. Mukatil (ö.150/767)
12. A.y.
13. Semerkandî.
14. Şafii, er-Risale, 5/5.
15. Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 66.
16. Ebu Hayyan (ö.745/1344), el-Bahru'lmuhit.
17. Abdürrezzak, Kurtubi, el-Cami'.
18. Kurtubi, el-Cami.
19. Sem'ani (ö.489/1096)
20. Parantez içindeki kısım metinde yoktur. Fakat az önce zikrettiğimiz İbn Abbas tefsirinde ve başka metinlerde bulunmasına dayanarak ilave etmeyi gerekli gördük (S.Yıldırım).
21. Hatib Şirbini, es-Siracu'l-munir
22. F. Razi, Mefatihu'lgayb.
23. Enbiya 21/47.
24. Alusi, Ruhu'l-meani bu ayetin tefsirinde nakl ediyor.
25. Ebussuud (ö.982/1574), İrşadu'l-akli's-selim; Alusi, Ruhu'l-meani.
26. Cevad Mağniye
27. Haseneyn Mahluf, Safvetu'l-beyan.
28. Seyyid Kutub, Zılal.
29. Mefatihu'l-gayb.

Allah-u Teâla kendisinden istemeyene kızar.Hadis-i Şerif

Allahu Teâla kendisinden istemeyene kızar.
Hazreti Muhammed

Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Halk kıtlığa dûçâr olduklarında, Ömer b Hattâb radiyallâhu anh (Nebiyy-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem`in amcası) Abbâs b Abdil-Muttalib radiyallâhu anh ile (tevessül ederek) istiskâ eder ve: "İlâhî, bizler (eyyâm-ı hayâtında) Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem ile tevessül ederek Sen`den niyazda bulunurduk da bize yağmur (lar) ihsân ederdin. (Şimdi de) Peygamberimiz`in amcası ile tevessül ederek Sen`den niyâz ediyoruz bize (yine) yağmur ihsân et" diye duâ eylerdi. Bu duâyı edince yağmur yağardı.
buhari 537