15 Haziran 2016 Çarşamba

Ahmed Eflaki Ariflerin Menkıbeleri

Hôru'l-iyn: Kara gözlü güzel kadınlar. Cennet'te mü­
minlere nasibolan ciltleri son derece beyaz, gözlerinin akları
ve karaları da o nisbette fazla ve saçları da son derecede kara
olan güzel kadınlar (Gıyas, s. 148, 307). Evlenseler de daima
bakir kalacak olan bu kadınlar. Kur'an'da mutahhar zevceler:
Maddi ve manevi bakımdan temizlenmiş, arı, duru olmuş zev?
celer olarak tavsif edilmektedirler (K., II, 23; IV, 60). Bazı
müfessirler, Kur'an'da geçen bu kızların bedeni güzellikleri
hakkında da malumat vermekte ve bunların bedenlerinin zafran,
misk, amber ve kilfurdan yaratılmış olup beyaz, yeşil, sarı
ve kırmızı olmak üzere dört türlü renklerinin bulunduğunu,
yetmiş kat ipekli elbise altında bile kemiklerinin içinde iliklerinin
göründüğünü, göğüsleri üzerinde Allah'nın güzel adlarından
(Esma-i Husna') biri ile kocalarının adları yazılı olduğunu,
el ve ayaklarında bol miktarda mücevherler bulunduğunu
kaydetmektedirler (tA, c. V, s. 591).
Hüma: Kemik yemek suretiyle yaşayan mevhum bir kuş.
Eskiler bu kuşun tercihan daima karlarla örtülü bulunan bir
bölgede yaşadığına: ve yırtıcı bir kuş olduğuna inanırlar. Baş­
ka bir rivayete göre de bu kuş Bahr-i Muhit adalarında ya­
şarmış ve güvercin büyüklüğünde, gagası sarı, kanadı zümrüdi
yeşil ve beyazlı bir kuşmuş. Uçtuğu vakit gölgesi kimin başına
düşerse onun bir devlet ve saltanata kavuşacağı rivayet edilir.
Hüma'yı bile bile öldüren bir kimsenin kırk gün içinde öleceğine
inanılırdı. Bazı Türk kabileleri arasında çocukları koruyan
bir meleğe ve can alan Azrail'e de Hüma adı verilmiş-
363
tir. (Burhan-i Kaati' s. 629; tA, c. V, s. 627; Tarama Dergisi,
s. 330, Ferheng-i Ziya, s. 1 999).
Hüviyyet: Hfr'ya bakınız.
-İ-
İdris: Son derecedeki dindarlığı ile melekleri bile kıskandıran,
kendisine ilk önce vahy gelen ve ilk önce türlü fen ve
sanatlara sahib olan bu peygamberin adı ve şahsiyeti etrafında
türlü rivayetler teşekkül etmiştir. Eski İslam müellifleri,
dindarlık, 3 65 yıl yaşamak ve diri diri gökte Cennet'e çekil-·
mek gibi hususiyetlerine bakarak İdris'in Tevrat'ta aynı hususiyetleri
taşıyan Ehnoh veya Hunuk olduğunu kabul ederler.
Ve yine bu müellifler, İdris'in Yunanlılar arasında Batrismin
ve Orsin, Araplar arasında ise İdris, Hermes ve el-Müselles
bi'n-ni'me adları ile tanındığını kaydederler (Ravzatu's-safa
I, 1 5). Bu rivayetlere göre İdris, Mısır'da Menif şehrinde doğ­
muş ve orada Yunan ve Mısır halkına gönderilen peygamberlerden
biri olan Gazimon-i Mısri'nin talebesi olmuştur. İdris,
ilk önce k;ılem kullanmış, elbise dikip giymiş, namaz kılmış
ve bir ayın belirli günlerinde oruç tutulmasını, zekat verilmesini;
domuz, eşek ve köpek gibi hayvanların etlerinin yenilmemesini
sağlamıştır. Yıldızlar ilmini (tlm-i Nucfım) ilk önce
kuran ve Allah yolunda Kabil'in sapık çocuklarına karşı ilk
önce savaşan ve bu savaştan sonra dünyanın muhtelif bölgelerinde
şehirler kurduran ve her bölgeye mahsus adetler koyan,
Ehramların yapılmasını teşvik eden de o'dur. Nihayet
365 yıllık ömrünü doldurduğu sırada Azrail, Allah'nın izni ile
insan kılığına girerek O'nu ziyaret etmiş. İdris, onun Azrail
olduğunu öğrenince kendi canını almasını istemiş, Azrail de
onun bu arzusunu yerine getirmiş. Bir saat kadar ruhunu bedeninden
ayırdıktan sonra tekrar iade etmiş. Y enidcn canına kavuşan
İdris, Azrail'den kendisine Cehennem ve Cennct'i göstermesini
rica etmiş ve bu ricası kabul edildikten sonra önce
Cehcnnem'i, sonra da Cennet'i görmüş ve çok sevdiği için buradan
çıkmamış, Allah da İdris'in burada kalmasına razı
367
olmuştur. Allah'nın bu günahkar Ademoğluna fazla iltifat etm
meleklerin kıskanmasını mucib olmuş. Bunun üzerine
Allah, kendileri yeryüzünde olmuş olsalardı, daha büyük gü­
na111ar işliyebikceklerini söyliyerek, denemek maksadı ile
aralarından Harut'la Marut adlı iki meleği yeryüzüne indirmiştir
(Ravzatu's-safa, göst. yer. İdris hakkında teşekkül eden
bu rivayetlerin, 1skender'in aşçısı Andreas'ın etrafında teşekkül
eden hikayelerle ilgili bulunduğu ve İdris adının da bizzat
bu Andreas adının tahrif edilmiş bir şekli olduğu Avrupalı
miiteşrikler tarafından ispat edilmiştir (tA. c. V, kısım II, s.
933).
lhlas: Amelleri ve dini, kibirden, ikiyüzlülükten, hileden
ve bir menfaat beklemek düşüncesinden temizleyip, saf bir
hale getirmeye denir.
Uahi Bilgi: Marifet'e Bk.
İllin: Zati (kendiliğinden) ve muktesep (kazanılmış) olmak
üzere iki kısımdır. Zati, yani zata mahsus olan ilim,
Allah'ya aittir ve o bu ilmi dilediği kimseye verir. Meseli't,
Allah bu ilimden Hızır'a vermiş. Musa'da Allah'nın Hızır'a
verdiği ilimden faydalanmıştır. Muktesep, yani kazanılmış
ilim, başkalarının öğretmesi ve çalışmakla elde edilir.
tJliyin: Cennet'in yüksek evleri, odaları, Salih kulların
defterleri, Cennet, sekizinci gök ve Sidretü'l-münteha (Bu
kelime için I. cildin açıklamasına bk.).
İsm-i Azam: Allah'nın en yüce adı. Bu adın, Allah adlarından
hangisi olduğu hakkında ihtili'tf vardır. Bazılarına gö­
re AUah, bazılarına göre Samed, bazısına göre Hayyü'l-Kay·
yum, bazısına göre ise Er-rahmanirrahim'dir (Gıyas, s. 26).
İnak (veya inağ): Türkçe bir kelime olup, tam emniyet,
candan, dost, has, itikad, müsahib, müşavir, nedim, sırdaş
(Tarama Dergisi, s. 1048; Lôgat-i Çagatayi s. 62; Ş. Sami,
Kamus-i türki I, 252; Tanıklan ile tarama sözlüğü II, s. 538;
Rcdhouse, Türkçeden İngilizceye Lugat, s. 308) ve daha eski
metinlerde ümit ve melce (Uygur Sözlüğü, s. 75; V. Gabain
Alttürkische Grammatik, s. 311) manalarına gelen bu kelime
ile Selçuklu saray teşkilfıtında padişahın müsahib ve nedimleri
kastedilirdi. Selçuklulardan sonra teşekkül eden Moğol
368
devletinde (11hanilerde) bu kelime, Selçuklu saray teşkilatındaki
manasını muhafaza etmiştir. 11hanlılardaki bu nedimler,
emirlerin çocukları idi ve bunlara muayyen bir maaş verilirdi.
Aşağı yukarı aynı teşkilatı kabul etmiş olan Karakoyunlu
devletinde de inaklar, hükümdarın ve vali olan şehzadelerin
yanında bulunurdu ve sayıları binleri aşardı. (İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı devleti teşkililtına medhal ?- 41,
1 96, 200, 234, 294, 306).
tnfisal: Salik'in müstakil irşad sahibi olması, dünya ve
ahiretten ilgisini kesmesi ve bütün arzularından vazgeçmesidir.

İsa'nın Dile Gelmesi: İsa doğduktan sonra annesi Meryem
onu sarıp kendi kavmine getirmiş. Kavmi, Meryem'e:
"Sen kötü bir insan değildin; annen de kötü bir kadın değildi.
Halbuki sen kötü bir iş işlemişsin," diyerek onu taşlamak istemişler.
Fakat Meryem, eliyle İsa'yı göstererek: "Ona sorunuz,"
demiş. Fakat onlar: "Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşalım?"
demi5ler. Bunun üzerine İsa hemen dile gelerek:
"Ben Allah'nın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni peygamber
yaptı. Nerede olsa beni mübarek kılar,'' dedi. Bu sözleri
işiten Yahudiler hayrette kalıp, Meryem'i taşlamaktan vazgeç­
tiler (Kısasü'I-Enbiya, I, s. 40-41 ).
tttikan: Bir şeyi delilleri ile, sebepleri ile bilmek. Umumi
kaideleri parçaları ile zaptetme. Bir şeyi gerçek olarak bilmek
(Tarifat, s. 4).
-KK:
Farsçada isimleri küçültme eki. Merd (adam) ve
Merdek (adamcık) gibi.
Kahhar: Kalır, "galip gelme" manasınadır. Kahhar, "mü­
balağa ile galip" demektir. Allah, Rablık saltanatına saldıranlara,
yani Allahlık iddiasında bulunanlara, galip olup, öldürü­
cü ve yok edicidir.
Kalender: Birinci cildin açıklamasına bk.
369
Kat: Kesme. Menedilen şeyden nefsi alıkoyup kesme.
Kavari: Arapça kaari'a kelimesinin çoğul şeklidir. Kaari'a,
"Kıyamet, birdenbire vukubulan felaket ve musibet"
manalarına geldiği, gibi, Kur'an'da da bir surenin (CI) adıdır.
Kur'an'da geçen bu kelimeyi müfessirler, dünyanın sonu sayılan
an'ın (saatin) bir sıfatı olarak kabul etmekte buna yü­
rekleri parçalıyan gün manasını vermektedirler. (Blachere,
Coran c. II, s. 25). Ayrıca Kavari'u'l-Kur'an diye bir tabir
daha vardır ki, bununla da, şeytanların, cinlerin, zararlarından
korunmak için okunan Ayetu'l-Karsi, Suretu'l-Felak ve Suretu'n-nas,
Sure-i Yasin, Suretu'l-mülk kastedilir. Bu ayet ve
surelere böyle bir adın verilmesine sebep te, sözde bu ayetler,
okundukları zaman, şeytanların ve cinlerin yüreklerini parçaIarlarmış
(Kamus tercümesi, c. III, s. 369).
Kavval: Sözü, sohbeti tatlı, güzel ve fazla konuşur adam
Kamus tere. c. IV, s. 60-61); şarkıcı (Gıyas, s. 348). Mutasavvıflar,
ariflerin, sema toplantısında kalblerini rahatlandırınak
için: 1. Güzel koku, 2. Güzel yüz, 3. Güzel ses gibi üç şeye
ihtiyaçları olduğunu göz önünde tutarak kavvalin güzel sesli ve
güzel yüzlü olmasını isterler. Mamafih, bu vasıfları haiz kavvalin
dinlenip seyredilmesini ancak Allah'dan başka her şeyden
ilgisini kesen ariflere lilyık görürler (Rı1zbihiln-i Bakli'nin
Kitabu'l-envar fi keşfi'l-esrar adlı eserinden naklen Nefalıat
tere., s. 298-299).
Kayyum: Zatiyle kaim (duran) ve başkasının kıyamı (durması)
onunla olan, demektir. Allah'dan başka mutlak olarak
Kayyum yoksa da, varlıkların her birinin bu sıfattan nasibi
vardır. Çünkü eşyanın kaim olması, Allah'nın kayyı1miyeti
iledir. Kayyumluk, dirilikle ilgilidir. Bilinen her şey olduğu gibi,
kayyumdur da. Saıik, Allah'nın kayyı1miyetini eşyada gördükten
sonra, kendi kuvvet ve kudretinden sıyrılıp ve eşyadaki
hakiki failin Allah olduğunu bilir ve kendi irade - dizginini
biricik kuvvet ve kudret sahibi olan Allah'nın eline bırakır.
Kerrubi: Allah'nın yakın melekleri. Meleklerin ileri gelenleri.
(Gıyas, s. 306).
Keypa: Koyunun kalın bağrrsaklarını, temizledikten sonF:
24
370
ra içini kıyma, nohut ve pirinç ile doldurup yağda pişirilerek
yapılan bir nev'i yemek (bumbar dolması).
Kirman Mülkü: (Kirman ülkesi) tran'da Şimalden Horasan,
Doğudan ve Güneyden B ülücistan, Batıdan Yezd'le çevrilmiş
olan bir ülkenin adı. Bu ülkenin Ahamenş'iler zamanında
(İ.Ö. 55 8-323) adı Butia idi. Sonradan Keramiye oldu. Bu
ad da yavaş yavaş değiserek Kirmin şekline girdi. Sasaniler zamanında
(1. ö. 224-732), İran'ın meşhur bölgelerinden birisidir.
Sasani devletinin kurucularının bu ülkeye mensup olmaları,
onların buraya, daha da çok önem vermelerine sebep oldu.
Hatta bu hükümdarlardan bazıları Kirman ülke?inin padişahı
manasına Kirmanşah Iakabı ile anılırlardı. Arap istiiasından
sonra bu ülkenin ahalisi uzun zaman mukavemet göstermiş,
bir kısmı da eski dinlerini muhafaza etmek için başka
ülkelere göç etmişlerdi. Kirman, hububatı, hurma bahçeleri
ve üzüm bağları ile Basra'yı andırmaktadır. (Nuzhatü'l-Kulôb
ve Mu'cemü'l·biildan'dan naklen Coğrafya-yı mufassal-ı İran,
c. il, s. 244).
Kıtmir: Eshab-ı kehf'in (bu kelimeye Bk.) köpeğinin adı.
Kulleteyn: 1 200 Irak rıtlı (takriben 2564 gr. ağırlığında
bir ölçü) su alan iki büyük küpe denir. Şafi'i mezhebine göre
bu kadar su kullandıktan sonra pis (necis) olur (Gıyas, s. 345).
Kürsi: Küçük taht. Sekizinci felek. "İskemle, mülk ve
saltanat" manasına gelir. Kürsi hakkında rivayet edilen bir
hadise göre, yedi kat gökler ve yerler, kiirsiye nisbetle ancak
bir ovada bulunan bir halka gibidirler. Arşın (I. cildin
açıklamasına bk.), Kiirsiye nisbctle fazileti de, ovanın
halkaya nisbetle olan fazileti gibidir (Cevdet Paşa, Kur'an
açıklaması, s. 1 0-12).
- L -
Lahza: Gözucu ile bakma. Tasavvufta Allah'nın zatının
güneşine, parlaklığından ötürü bakmayıp, gözucu ile bakmaya
denir (Manevi şerhi, s. 1 53).
371
Latife: Zevk hakkındaki bilgi gibi duyulan, fakat anlatılamıyan
ince bir mana (Cürcani, Tarifat, s. 1281).
Ledüni Bilgiler: Kendi ve başkalarının cehid gayreti olmadan,
kula Allah tarafından verilen bilgiler. (Gıyas, s. 3 85).
Lika: Yüz, çehre. Karşılaşma.
-MMahcub:
örtülmüş, perdelenmiş.
Mahrem: Bir kimsenin sırlarına, hususi durumuna vakıf,
içli dışlı adam.
Ma'i-Mein: Berrak, temiz akan su. Bu söz Kur'an' da "Deki,
eğer suyunuz yerin dibine geçerse, akar su (Ma'-i Mein)
size kim getirir?" (K., LXVJI, 30) ayetinden alınmıştır.
Maksure! Mescidde imamın durduğu yer. Küçük oda.
Taht. Gelin odası.
Mansur: I. cildin açıklamasına bk.
Mariyeto'l-Kıptiye: Peygamberin cariyesi ve oğlu 1brahim'in
annesi. Peygamber hicretin yedinci yılında, İslam dinine
davet etmek maksadiyle etrafta bulunan hükümdarlara
elçiler gönderdi. Bu arada, bir mektupla birlikte Hatip b. Balta'a'yı
da Mısır hükümdarı Mukavkıs'e gönderdi. Mukavkıs,
gden dciyi ağırladıktan sonra Peygamber'e, bir mektupla birlikte
biri Mariyetü'l-Kıptiye olmak üzere Mısır'ın eski halkı
(Kıp_i) arasında sayılı kadınlardan iki cariye (Kısasu'l-enbiya'
da dört) ve bir katır gönderdi. Peygamberin bu cariyeden yukarıda
adı geçen oğlu olmuştur. Mariye, beyaz saçlı ve güzel
bir kadınmış. Hicretin on altıncı yılında Halife Ömer zamanında
ölmüştür. (an-Navavi, Tanzibu'l-esma, s. 853. Cevdet
Paşa, Kısasu'l?enhiya, c. I, s. 256-258; gönderilen mektupların
Fransızca tercümeleri için bk. Corpus des traites et lettres
diplomatiqnes de l'tslam s. 31-32).
Melekut: Padişahlık, tasarruf: melekler alemi. Tasavvufta,
ruhlar alemi yerine kullanılan mana fılemi (Gıyas, s. 442).
Menşur: Aslında "işleri dağınık adam" manasına gelen
bu kelime ile, tuğra çekilmiş padişah fermanı ve beratı (Ka-
372
mus tere., c. II, s. 706) kastedilir. Abbasiler devrinde kendilerine
tabi olan hükümdarlara gönderilen bu menşurlar, Sel·
çuklular .zamanında birisine emirlik verilmek veya ıktada bulunmak
üzere yazılan beratlar manasında kullanılmıştır. Bu
menşurlar, büyük çapta kesilmiş kağıtlara yazılır ve Sdçuk
sultanının alametini ihtiva ederdi. Bu devirde, bunlarm tevki
adını da aldıkları görülmektedir. Bu mcnşurlar Tuğra divanında
yazılırdı. Bu kelime Moğollar zamanında da aynı miln'lyı
muhafaza etmiş; yalnız altın damgalı olanına altın bilge? denilmiştir.
Mısır Memlı'.lkleri devletinde ise, menşurlar ahidname
yerinde kullanılmış ve tuğralar mustatil bir kağıt üzerine
çekildikten sonra menşurlarda besmelenin üst tarafım: yapış­
tırılmışlardır. (1. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti fcşkil?tma
Medhal, endeskte işaret edilen bütün sahifeler.) '
Mesh tlleti: Bir insanın şeklinin, kötü ve çirkin bir şekle
sokulması illeti, hastalığı; mesela, insanın maymun ve domuz
şekline sokulması gibi. Kur'an'da: "Allah'nın Hlnet ve gazabı­
na uğramış kimselerin maymun ve domuz şekline sokulmaları"
(K., V, 63). mesh illeti sayılır. (Kamus tere. c. I, s. 1 050;
Gıyas, s. 4 1 8).
Mesih: Dost ve çok gezgin manasına gelen bu kelime,
İsa Peygamberin lakabıdır. İsa Peygamber Allah'nın dostu olduğu
ve insanlardan sıyrılıp uzaklaşmak maksadı ile de daima
gezip dolaştığı için bu lakabı almıştır. (Gıyas, s. 418; Kamus
tere., c. I. s. 906).
Mesnevihan: Mesnevi' okuyan. Eskiden Kur'an okuyan
hafızlar gibi, Mesnevi okuyan Mesnevihanlar vardı. (A. Gölpınarlı,
Mevlana'dan sonra Mevlevilik s. 406).
Misal Alemi: Bu, cisimler alemine nisbetle daha güzel
olan diğer bir aleme denir. Bu dünyada görülen her şey, misal
aleminde de vardır. (Gıyas, s. 280).
Mugayyebılt: Gizli ve görünmez şeyler. (Birinci cildin
açıklamasındaki gayb kelimesine Bk.)
Muhanncs: Kadın huylu erkek.
Muhib: Şeyhe inabct etmiş, fakat çile çıkarmamış dervişe
denir. Derviş, şeyhe vücudiyle, muhib ise malı ile hizmet eder.
Muhibin şeyhe tam bir sevgi, itikad göstermesi, boyun eğmesi
373
ve kalbi ile de dervişlere bağlanması H'tzımdır. Derviş her halini
şeyhe söylediği halde, muhib söyleyemez ve şeyhi hakkındaki
medih ve zemme hiç karışmaz, itikadını bozmaz. (Nureddin-i
Cerrahi, Murşid-i dervişan, bölüm, iV).
Muhtesib: Muhtelif memleketlere göre az çok manası
değişen bu kelime, bazı memleketlerde polis müdürü, bazılarında
esnafı, tacirl?ri, bakkalları kontrol eden belediye müfettişi,
bazı yerlerde ise, ordu kumandanı, ordu müfettişi ve belediye
reisi manalarına gelir. Muhtesibin itibarlı haysiyet ve şeref sahibi
bir zat olması lazımdır. (Osmanlı Devleti Teşkilatına medhal,
s. 4 1 3).
Muid: Medreselerde talebeye dersi tekrar eden öğretmen
muavini.
Mukabele: Karşı karşıya yapılan zikir ve sema; camilerde
hafızlarla önlerinde Kur'an'ı açık tutanların karşılıklı ve
yüksek sesle Kur'an okumalarına denir.
Mnkri: Çocuklara Kur'an okutan hafız.
Multani: Hindistan'da Multan adındaki şehre mensup.
Mfüıacaat: Gizlice Allah'ya dua ve niyaz etmek.
Müntekim: İntikam alan. Allah adlarından birisidir. Eskiden
Kur'an'da "Allah intikam sahibi azizdir" (Kur'an, 111,
4; XIV, 47; V, 9 8) ayetlerine dayanılarak bu adı, sık sık zikretnıekle
Allah'nın kızdıkları adamdan intikam alacağına inanılırdı.

Müşahede: Tevhid (Bu kelimeye Bk.), delilleri ile eşyayı
ve eşyada Allah'yı görmeğe denir. Yani eşyayı, Allah'nın bir?
liğine delil saymağa denir. (Tarifat, s. 145; Minhacü'l-fukara,
s. 256).
Mütenebbi: Asıl adı Ahmed ve künyesi Ebu't-Tayyib
olup, peygamberlik iddiasında bulunduğundan dolayı Mütencbbi
unvanını alan meşhur bir Arab şairi, Mütenebbl, 303
h./915 m. de Kfıfe'de doğup 354 h./965 m. de ölmüştür. Çocukluğunu
çölde bedeviler arasında geçirdikten sonra Kuzey
Mezopotamya'da (Halep, Musul ve havalisinde) kurulmuş
olan Hamdaniler hükümdarlarından Seyfuddevle'ye intisab
etmiş, uzun bir süre bu hükümdar ve ailesi halkı için kasideler
yazmıştır. Bilahare adı geçen hükümdarla araları açıldığı için
374
önce Mısır'a, orada da fazla kalmıyarak, Irak'a ve sonra da
İran'a gitmiştir. İran'dan döndüğünde bedevi eşkiyası tarafından
öldürülmüştür. (R. Blachere, Abu't-Tayyib al-Mutanabbi,
Paris, 1 935; Ch. Pellat, Lanque et litterature arabes, Paris,
1 952, s. 1 1 5; Arap ve Arap dilinde İslam edebiyatı, Cl. Huart,
Türkçeye çeviren: Cemal Sezgin, İstanbul 1 944, s. 111 v.d.)
-NNarincat:
Gerçek olmayanı, gerçek göstermekten ibaret
olan sihirin bir nev'i sayılan ve "hile, sihir, tılsım, simiya, acaib
şeyler, ressamların kömürle yaptıkları resim" manasına
gelen Farsça niyreng veya daha az tanınan şekli ile neyreng
kelimesinin Arapçalaşmış şekli olan niyrenç kelimesinden gelen
narincat, dünyada bulunan bazı cevherleri biribiriyle birleştirip
şaşılacak şeyler yapma ilmidir (Burhan-i Kaatı; tere.,
s. 605; Gııyas, s. 482; Ncfohfttu'l-Uns tere:, s. 7 1).
NaZ!r: Yazıcıların, yazdıklarına bakan baş katip; Hadımağası.
(Gıyas s. 464).
Nebi: Haber veren, peygamber.
Necmeddin-i Daye: 564 h. (1160 m.) de, Harizm'de doğ­
muştur. Necmeddln-i Kübra'nın talebesidir. Moğolların Harizm'i
istililları üzerine Anadolu'ya gelmiş, Mcvlilna ile görüş­
müş, 654 h. ( 1 256 m.)'de ölmüştür.
Nevbet: Sultanların ve vezirlerin kapıları önünde çalınan
çalgı, bando. Bu şekildeki bando çalmak adetinin tskcndcr zamanından
kaldığı rivayet edilmektedir. İskender zamanında,
giinde üç defa çalma sayısı Abbasi halifesi Tayi yani Büveyhiler
zamanında devam etti (Kısasu'l-enbiya, c. II, s. 533).
Selçuk sultanlarından Sencer zamanında beşe çıkarılmıştır. Sel­
çuk ?ultanına tabi yarı müstakil devletlerde ise, günde üç defa
çalınırdı. Mamafih, büyük sultanla, tabi sultan için bando
ç2!P'<ı -avısı ofarak verilrn bu rakamlar sabit değildir. Bazen
büyük sultanın üç, tabi sultanın da beş defa bando çaldırdığı
da görülmektedir. Nevbet denilen bu bando, kös, davul,
zurna, nekkare ve nefir gibi çalgılardan teşekkül ederdi.
375
Moğollardan 1lhanlılarda da, Selçuklulardaki bu beş vakit
bando çaldırmak adeti Olcaytu zamanına kadar (703-716
h./1302-1316 m.) devam etmiş, Olcaytu zamanında ise bu
sayı yediye çıkarılmıştır. Mısır Memlfıklerinde ise, bandoyu
teşkil eden çalgıların sayısı zenginleştirilmekle beraber, biri
yatsıdan sonra ve biri de sabah namazından önce olmak üzere
her ?ece iki defa çalınmıştır ve fazla olarak bazı emirlerin
kapılarında da bando çaldırılmıştır. (Burha·i Kaati' tere., s.
598; I. H. Uzunçarşıh, aynı eser, endekste işaret edilen sahifeler.)

Nücôm Bilgisi: Yıldızlar i!mi, arstroloji. Bu ilimden eskiler,
cihet ve vakit tayini, iyi ve kötü talih hakkında h ükümler
çıkarına hususlarında faydalanmışlardır. Bunlardan, cihet
ve zaman tayini, ınübah, iyi ve kötü talih hakkında hüküm
çıkarına ise mekruh sayılmıştır. (1A, c. 1, s. 682; Abdullah-i
Ensari, Tabakat-i sfıfiyye, vrk. 8b-9a.)
-PPerdedar:
Eskiden saraylarda bulunan ve sarayın kapı­
larını açıp kapamakla ödevlendirilmiş olan memura denirdi.
(Osmanlı Devleti Teşkilatına medhal, s. 87).
Peşrev: Alaturka musikide bestelerden evvel ve taksimden
sonra çalınan nağme. Pehlivanların tutuşmadan önce kispetlerinc
vurarak yaptıkları gösteri (Kamus-i Türki, c. 1. s.
356).
Rafızi: Rfıfızeye mensup. Razıfe, kumandanını bırakan
askerlerden bir gruba denir. Ayrıca Şii fırkalarından birinin
de adıdır. Bu fırka, önce Ali'nin oğlu Hüscyin'in torunu Zeyd'e
bi'at etmiş, sonradan da Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne dü­
şündüğJnü sormuşlar. Zeyd de: "Ebu Bekir ve Ömer hakkında
hayırdan başka bir şey düşünmem. Bu hususta söyliyece­
ğim her şiddetli söz, bizim hilafete başkalarından daha fazla
hakkımız olduğu halde halkın bize mani olduğudur. Fakat bu
da klifür sayılmaz. Ebu Bekir ve Ömer de adalette bulundular.
Kitap ve sünnetle amel ettiler," demiş. Bunun üzerine et-
376
rafında bulunanlar: "Hak olan imamımız, İmam Bakır öldü.
Bundan sonra bizim imamımız onun oğlu Cafer-i Sadık'dır,"
diyerek Zeyd'den ayrıldılar. Zeyd de kendisini bırakıp ayrıldıkları
için onlara Rafızi adını verdi (Kısasü'l-Enbiya, c. II, s.
317; Gıyas, s. 191).
Ravza: Bahçe, mezar, türbe. (F. Steingass, Persian-English
Dictionary).
Rıdvan: Cennet'in kapıcısının adı. Cehennemdeki kapıcı­
nın adı ise Maliktir.
Rind: Ayak takımı, kayıtsız, laubali, pervasız kişi (Vullers,
ayn. esr,, c. II, s. 54). Akıllı olduğu halde şeriat işlerini
inkar eden kişi (Gıyas, s. 1 99).
Riyaziyat: Yalnız hariçte bir maddeye ihtiyaç gösteren
şeylerden bahseden bir ilimdir. Bahsedilen şey mücerret (soyut)
sayı olmamalıdır. Hikmet ilminin üç kısmından biridir.
Riyaziyat, geometri, matematik, astronomi, musiki, cebir, perspektif
ve aynalar ilmini içine alır, (Gıyas, 203-204).
- S -
Sadr: Başköşe; başköşede oturan emir.
Safa: Temizlik. Tasavvufta insanın kendisine ve başkasına
iltifat etmediği haline denir. İlim ve iltifat tecellinin tertemiz
olmasına mani olur. Şeyhlerin telvin dedikleri de bu
ilim ve iltifattır.
Safiyeddin-i Hindi: 644 h. (1246 m.) yılında Hind'de
doğmuş, oradan Yemen'e geçmiş, hac ettikten sonra Mısır'a,
oradan da Anadolu'ya gelmiş; Konya'da, Kadı Siraceddin'in
yanında tahsil ile meşgul olmuş, 685 h. (1286 m.)'de Şam'a
gitmiş ve 715 h. (1315 m.)'de orada ölmüştür.
Sahih: Vezir, yardımcı, malik, efendi.
Sahih Kıran: Yedi gezgin yıldızdan Zühre ve Müşteri'nin
bir burçta, bir derecede veya dakikada birleştikleri anda doğan
insana denir. Eskiden yıldızlara göre talihleri tesbit edenler,
bu iki yıldızın birleştiği anı uğurlu sayarlardı. Timur da böyle
bir anda doğduğu için Sahibkıran lakabını almıştır.
377
Sala: Birisini yemek yedirmeğe, namaza veya başka bir
şey vermeğe çağırmak.
Sam: Nuh Peygamberin oğlunun adı.
Samiri: Musa peygamber, kavimini Mısır'dan çıkartıp
Tih sahrasına geldiklerinde, Allahya dua için Tur dağına çıkmış,
orada 40 gün kalmış, bu esnada Musa'nın kavmi içinde
Sfuniri adında birisi çıkıp halkta bulunan altınları v.s. yı toplamış,
hepsini ateşe koyup erittikten sonra bundan bir buzağı
yapmış. Bu altından yapılan buzağı, canlı gibi ses de verirmiş.
Samiri halkı bu buzağıya tapınağa davet etmiş. Onlar
da buna tapınağa başlamışlar. Nihayet Musa Tur'dan gelince
halkı buzağıya tapmaktan menetmiş (Kısasü'l-Enbiya, c. I, s.
25).
Sara: İbrahim Peygamberin karısı. Çocuk doğurmadığı
için kocasına Hacer adındaki cariyeyi vermiş ve Hacer'den
İsmail Peygamber doğmuştur.
Sarsaryeli: Çok şiddetli ve gürültülü rüzgar.
Selam: Dünya ve ahiretin sıkıntı ve zorluklarından emin
olma.
Seyr: Salik'in, ruhi ilerlemedeki manevi yolculuğu. Bu
manevi yolculuk, ilk önce nefisten, Allah yönüne doğru olur.
Bu yolculuk, birlikten çokluk örtüsü kalkınca son bulur. Sonra
Allahda dolaşma başlar. Bu sefer de salik, Allah'nın sıfatları
ile sıfatlanır ve Allah'nın isimlerine hak kazanır. Allah'nın
huylarını alıp beşeri sıfatlarını tamamiyle yok eder. tlmin yü­
zünden örtü kalkıp ledun! ilim görününce, bu yolculuğun da
bittiği anlaşılır. Bundan sonra üçüncü bir yolculuğa başlanır.
Bu yolculuğa, Allah ile yolculuk manasına, Seyrün ma'allahi
derler. Bu yolculukta sil.Iik, her mertebede Allah ile dolaşır ve
ikilik tamamiyle ortadan kalkar, birliğe doğru bir ilerleme
olur. Bundan sonra salik, birlikten (vahdetten) çokluğa (kesret)
doğru bir yolculuğa çıkar. Buna da, Allah'dan yolculuk
manasına, Seyrün an-illah derler. Salik bu yolculuğunu, kullan
irşad için yapar. Bu devreye gelen bir salik, çokluğu birlikte,
birliği çoklukta görür. Yani çokluk ve birlik arasında
hiçbir fark gözetmez. Hepsini bir görür. (Minhacü'l-Fukara,
s. 52-53).
Şimak Yıldızı: Aslan burcunun iki ayağı mesabesinde
olan iki parlak yıldızın adı. Bunlardan birine Simak-ı Rfunih
(mızraklı Simftk) diğerine ise, Simak-ı a'zal (silahsız Simiik)
derler. Simak-i Ramih'in yanında Simak'in mızrağı adını ta­
şıyan diğer bir yıldız bulunduğu için bu ad verilmiştir. Halbuki
Simak-i A'zal'ın yanında, onun silahı mesabesinde olan
böyle bir yıldız yoktur. A'zal kelimesi silahsız adam manası­
na gelir (Gıyas s. 232).
Siyer: Slret'in çoğul şekli. Bir adamın manevi durumuna
ve karakterlerine siret denir. Siyer ise, daha ziyade Peygamberin
biyoğrafisine ve bundan bahseden kitap ve ilme clenir.
Mesela, Halep'li bir zatın peygamberin biyoğrafisine dair yazdığı
Siyer-i Halebi adlı kitap gibi.
Srraceddin-i Urmevi: H. VII. asrın bilginlerinden olan
Straceddin-i Urmevi, Metali'ü'l-Envar adlı eserin yazarıdır.
Bu eser, Kutbeddin-i Razi tarafından şerh edilmiş ve uzun zaman
medreselerde okunmuştur. Siraceddin-i Urmevi, ömrünün
son yıllarını Konya' da' geçirmiş, başlangıçta Mevlana'yı inkar
ettiği halde sonradan onu tanımış ve onun muhiplerinden olmuştur.

Sır: Hislerin idrak edemediği manaya denildiği gibi, dünyadaki
bilgilerden sıyrılıp temizlenmek suretiyle, ruh makamına
yükselen kalbe de sır denir. Başka bir tarife göre de sır,
insanın, içinde hasıl olan sevinci anlayıp kavrama yeteneği
sayesinde parlayıp dışarı verilmesidir. (Minhacü'l-Fukara', s.
244).
Subaşı: Ordu kumandanı. Bu kelimenin ilki olan (su)'yu
nazarı itibara alan bazı müellifler, bu adın, Merv şehrindeki suların
tevzi ve kontrolüne bakan ve maiyetinde birçok kimselerin
çalıştığı emire verildiğini kaydetmekte iseler de, bunun
eski Türklerde ordu manasına gelen su ile baş kelimelerinden
vücuda gelmiş ordu kumandanı manasına bir terkip olması
daha doğrudur. (Osmanlı Devleti Teşkilatına medhal, s.
1 12).
Suf-i Murabba: Bir nev'i kareli yünlü kumaş.
Suyurgamişi: İhsan, IUtuf.
Süfli Alem: Dünya.
379
- Ş -
Şah-Beyit: Bir gazel veya kasidenin en güzel beyiti.
Şam: Akşam yemeği; Şam şehri. Şam'a, bu adın verilmesine
sebep, onun Kabe'nin burnu tarafında, yani şarkında
bulunduğundan ötürü imiş. Araplar Kabe'yi yüzü şarka çevrili
bir şahsa benzetirler. (Gıyas, s. 241).
Şaş: İçi pamuklu ve köşeli bir serpuş olup icabında enseyi
de örten kalute adlı külahın üzerine ve serpuşa sarılan ve
müslin denilen ince kumaştan yapılan sarığa denir. (Quatremere,
Histoire des Memlôks c, 1, s. 131 'den naklen 1. H.
Uzunçarşılı, aynı eser, s. 328-329. Şaş, aynı zamanda bugünkü
Taşkend'in de eski adıdır (Burhan-i kaatı', s. 379; Gıyas,
s. 24 1).
Şebdiz: Sasani hükümdarlarından Hüsrev-i Perviz'in (saltanat
süresi: 590 h./628 m.) atının adı. Rivayete göre bu at,
kara yağız bir atmış ve bütün atlardan da dört karış yüksekmiş.
Husrev onu, Rum ülkesinden geçirmiş. Yediği yemekten
ona da yedirirmiş. At öldüğü vakit onu kefenletip, özel
bir yerde gömdürmüş ve mezarın üzerine de o atın resmi bulunan
bir taş diktirmiş.
Şihabeddin MaktUI: İran Azerbaycan'ında Meraga civarında
bulunan Suhreverd'de 549 h. (1 1 55 m.)'de doğan meş­
hur bir sofi olup, fıkıh tahsilini memleketinde tamamladıktan
sonra Anadolu'ya gelmiş, Selçuk sultanlarından Kılıç Arslan
Il'nin sarayında sultanın oğullarına kendi felsefesini okutmuş,
burada sultan ve şehzadelerin iltifatını kazanmış ve onların
adına birçok eserler yazmıştır. Bir müddet sonra tekrar Azerbaycan'a
gitmiş, oradan yine Anadolu'ya, Anadolu'dan da Haleb'e
geçmiş. Haleb'de Selahaddin Eyyubi'nin emri ile 587 h.
(1 191 m.)'de idam edilmiştir. İdam edildiğinden dolayı da
kendisine Maktiıl lakabı verilmiştir (tA, XI, 88, v.d.)
-TTecelli:
İnsanın kendi zatını Allah zatında yok ettikten
sonra kalbinde doğan gayb alemine ait nura denir. Bu nur
380
da, ya Allah'nın zatı veya Allah'nın sıfatları veyahut da fiilleridir.
Buna göre tecelli, zatın tecellisi, sıfatın tecellisi ve fiillerin
tecellisi olmak üzere üç kısmıdır. Bir kimsenin kalbine
zat (Allah'nın zatı) tecelli ettiği vakit o kimsenin zatı ve sıfatı
yok olur. Allah'nın sıfat tecellisi vaki olduğu vakit o kimsenin
sıfatını yok etmez, fakat onda Allah'nın sıfatı zuhur eder. Mesela,
Allah, İsa Peygamber'e yaratıcılık sıfatı ile tecelli ettiği
için, İsa, topraktan kuş yarattı. Diriltici ve şifa verici sıfatları
ile İsa'nın kalbinde göründüğü için de İsa, ölüyü diriltti ye
hastalara şifa verdi. (Minhacü'l-Fukara', s. 256).
Tecrid: İnsanın yüzünün aynada açıkça görünmesi için
aynanın üzerindeki tozları temizlemek gibi kalbi de Allah'dan
başka şeylerden temizlemek. (Tarifıit, s. 35: Gölpınarlı, Kaygusuz,
s. 1 75).
Tefr.id: Kulun Allah ile, Allah'nın kulun öz kuvvetleri
haline gelecek şekilde gerçekleşmesidir. Kul, bu hale gefüıce.
"Ben ona göz ve kulak olurum ... " hadisinde buyurulduğu gibi
Allah, onun gözü ve kulağı olur.
Telhis: Elbise giydirmeğe denir. Tasavvufta hakikati gizleyip,
olduğundan başka gösterme anlamına gelir. (Tarifat, s.
45; Keşfü'l-mahcôb, s. 391).
Telvin: Kulun bir halden diğer bir hale geçmesine denir.
Tenasuh: Ruh göçü, ruh sıçraması. Ruhun bir canlıdan
diğer bir canlıya geçmesi. Bir insanın ruhunun başka bir insana
gitmesine nesh, kendi nev'inden olınayan bir canlıya gitmesine
mesh, nebata gitmesine fesh, cansız şeylere gitmesine.
ise, resiı derler. Ruhların böylece bir varlıktan başka bir varlığa
gittiklerine inananlar tenasuhi adını alırlar ve ruhun, öldükten
sonra tekrar dirildiğine inanmadıkları için kafir sayı­
lırlar. (Burhan-i kaati', s. 363).
Teneffüs: Nefes alma, tasavvufta, Allah'nın zatının nurunun,
sıfatının nurundan tamamiyle kurtulmasına denir.
Terci': Terci'-i bend manasına kullanılmıştır. Terci'-i
bend kafiyeleri muhtelif, birkaç kısımdan mürekkep olan ve
her kısmının sonunda, yalnız bir beyit tekrar edilen manzumeye
denilir.
Tesnim: Cennet ırmaklarından birisinin adı.
381
Teşrif: Şereflendirmek. Eskiden sultanların ve emirlerin
bir kimseyi şereflendirmek için ona verdikleri hil'at (Gıyas, s
100).
Tevhid: Allah'yı birlemek. Allah'nın bir olup, ortak ve
benzerden arı duru olduğuna iman etmeğe denir. Sofılere göre
tevhid'in üç mertebesi vardır: 1. Tevhid-i ef'al (fiilleri birlemek):
Allah'dan gayri hiçbir müessir kabul etmemeğe ve bü­
tün işlerin Allah'dan olduğunu gerçek olarak bilmeğe denir
ki, bu mertebeye ulaşan insanda tam bir tevekkül hasıl olur
ve halktan hiçbir suretle şikayet etmez. Onların kendine yapacakları
fenalık ve iyiliklerin hepsini Allah'dan bilir. Kul, böyle
hareket etmekle, Allah'ya açıkça bir ortak koşmaktan kurtulur.
2. Tevhid-i Sıfat: Her kudretin, Allah'nın her şeye şamil olan
kudretinde müstağrak ve her ilmin Allah'nın tam olan ilminde
tamamiyle yok olduğunu bilmeğe denilir. Salik, böylece bü­
tün sıfatların, Allah'nın sıfatlarından başka bir şey olmadığını
anlar. 3. Tevhid-i zat: Allah'dan başka hiçbir şey görmeme­
ğe, bütün sıfatların, Allah'nın zatının tecellisi ve varlığın da
tek olduğunu idrak etmeğe denir. Bu mertebeye ulaşan salik,
"Her şey helak olucudur. Yalnız onun zatı değildir" ayetinin
manasını her şeyde bizzat müşahede eder. Tevhid-i ef'al olmadan
Tevhid-i sıfat, Tevhid-i sıfat olmadan da Tevhid-i zat
mümkün olmaz. (Kamus tere. c. II, s. 47; Minhfıcü'l-Fukara,
s. 279).
Tevki: Hükümdarın irade ve muvafakati; İmzaya denk
bir alamet. Tevki, umumiyetle hükümdarın karar ve iradesi,
özel olarak da muvafakatidir. Selçuklularda ve Memlfiklerde,
tuğra ile alamet ayrı ayrı olduğu halde, Osmanlılarda her ıkisi
de birdir, yani tuğradır (Osmanlı devleti Teşkilatına medhal,
endekste işaret edilen sahifeler).
Tebareke: Yüce oldu ve yüce olsun demektir. Mülk suresi
(K. , LXVIJl)'ne de halk arasında Tebareke suresi denir
(Gıyas, s. 92).
Tôşmal: Mutemed. Emirlerden sonra gelen askeri sını­
fın reisi veya sarayın aşçıbaşısı. (1. H. Uzunçarşılı, aynı eser,
s. 301; Gıyas, s. 1 10).
382
- U -
Ulvi Alem: Yüce aleı;n, öteki dünya.
ümmü'l-Kitab: Fatiha süresi. Fatıha süresi, namazda her
süreden önce okunduğu ve Kur'an'ın da başlangıcı olduğu için
bu adı almıştır. Ayrıca Kur'an'a, Levh-i Mahfuz'a (Bu kelime
için 1. cildin açıklamasına bk.) ve mutasavvıflar arasında ise,
vahdet mertebesine delalet eden Akl-i Evvel'e de ümmü'lKitab
denir. (Gıyas, s. 42; Safüibi, Nefhat el-Meclôb, 48 b.)
- V -
Veled-i Zina: Yağmur mevsiminde zuhur eden ve Süheyl
yıldızının doğması ile beraber ölen kelebeklere, kurtlara ve
diğer haşerelere denir. (Gıyas, s. 490).
Vilayet: Kulun kendi nefsinden fani olup Allah ile kaim
olmasıdır. Bu mertebede Allah, kulun bütün işlerini doğrudan
doğruya kendi üzerine alır. Bundan dolayı kulun varlığı, tasarrufu,
vasfı ve fi'li kalmaz. Kuldaki varlık, tasarruf, fi'il, irade
ve kudret tamamiylc Allah'nın olur ve kul, mevhum varlı­
ğından kurtulur. (Minbacü'l-Fukara, s. 241; ayrıca Bk. c. 1,
Açıklama).
Vird: Muayyen vakitlerde okunması manevi bir vazife
olarak kabul ve itiyad edinilen Allah adları, ayetler veya dualara
denilir.
Visal Orucu: Gurupta iftar etmiyerek, bir günün orucunu
ertesi güne ulamak ve dayanabildiği kadar devam ettirmek.
Peygamber bu orucu yasak etmiştir. (Zihni efendi, Kitabü's-Savm,
s. 1 3).
- Y -
Yasin: Kur'an'da XXXVI. cı surenin adı. Bu sure. Y ve
Sin harfleri ile teşekkül eden bir kelime ile başladığı için bu
383
adı almıştır. Kur'an tefsircilerinden bazısı Yasin kelimesinin
peygamberi meth için zikredildiğini; bazısı, Peyg-,ımberin
adlarından biri olduğunu, bazısı Y harfinin nida
olduğunu, Sin'in seyyid kelimesine delfılet ettiğini, m?hur
kadı Beyzavi ise, Sin'in yüceltmek makamında insan kelimesinden
yapılmış bir küçültme isminin kısaltılması olduğunu
söylemektedir (Gıyas, s. 513).
Yed-i Beyza: Beyaz el demek ise de, bununla Musa Peygamberin
ateşte yanan eli kastedilir. Allah bu eli Musa'nın
mucizesi haline getirmiş. Musa onu koltuğunun altında saklarmış.
Koltuğunun altından çıkarınca bu el, göze, güneş gibi
parlak gözükürmüş. Mecaz olarak kerametler ve olağanüstü
olaylar manasına da gelir.
- Z -
Zahid: Bir şeye olan meylini terkeden kimseye denirse de,
tasavvufta, dünyaya kin besleyen, ondan yüz çeviren, ahiretteki
rahat için dünyadaki rahatı terkeden kimseye denir. (Tfırifat,
s. 78).
Zamir: Gönlün içi. Gönülde geçen şey. Gizli ve sır manasına
gelir.
Zaviye: Mevlevilerde Asitane'de (bu kelimeye Bk.) terbiye
gören dervişlerin kalmalarına mahsus mutfağı olmayan
dergaha denir. (Türk yurdu, c. V, sayı 27, s. 280).
Zerkôb: Altın döğen. Metinden anlaşıldığına göre o devirde,
altını döğüp ince yapraklar haline getiren sanatkara
Zerkı'.'ıb denirdi.
Zikr: I. cildin açıklamasına bk.
Zımmi: Müslümanlara itaat edip, cizye veren kitap ehli
Hıristiyan ve Musevilere denir. (Gıyas, s. 1 88).

GENEL ENDEKS (1)
A
Abbasiler: 1/1 1
Abdal: 3/102, 596; 4/4, 34; 8/60
Abdullah: 3/445
Abdülmu'min: 3/462
Abdülmü'min-i Tokati: 3/546
Abid (Çelebi Şemseddin
Emir): 0/3,; 7 /28; 9/1,2,3,
4,7,8,9, 11; 10/6
Ab-ı Hayat: 3/511
Abişga Neyin: 7/29
Ac b. Anak: 3/522
Acebu'l-bahr: 3/300
Ad: 3/152, 168
Adem Peygamber: 3/3, 66, 135,
142, 150, 284, 299, 470, 484,
490, 521, 523, 530, 552, 571;
4/4, 69; 5/21; 6/3, 27; 8/53;
9/6; 10/8
lı.dil (Emir Çelebi-Arif Çelebinin
oğlu) : 8/18, 100; 9/1,
11; 10/5
Ahi: 3/432
Ahi Ahmed: 3/137, 187; 6/12;
7/34
Ahi Ahmed Bayburtlu
(Emir) : 3/322; 8/27, 40
Ahi Ahmed Şah: 3/601; 8/44
Ahi Ali (Ahi Ahmed'in oğlu) :
6/12
Ahi Bedreddin: 3/87
Ahi Beşşare: 6/12
Ahi Çoban: 3/543; 6/12
Ahi Kayser: 3/543; 6/12
Ahi Muhammed (Kalemi'nin
oğlu) : 8/97
Ahi Muhammed Divane: 4/74;
8/23, 29
Ahi Muhammed Şebzvari :
6/12
Ahi Muhammed Seyyıdabadi:
3/527
Ahi Musa (Akşehirli): 8/52
Ahi Musa: 8/94
Ahi Mustafa: 8/16, 17
Ahi Muzafereddin: 8/42
Ahi Natur: 1/30, 31
Ahi Polat: 8/66
Ahi Sıddık: 8/16
Ahi Türk: 6/1 , 12
Ahlat: 1/15, 16; 8/27
(1) Bu endekslerin hazırlanışında büyük emeği geçen çalışkan
talebem Orhan Bilgin'e teşekkürlerimi bildirmeyi ödenlllesi
gereken bir borç bilirim.
386
Ahmed: 3/510, 521
Ahmed Eflaki: 8/44, 46 Bk.
Eflaki.
Ahmed Fakih (Hoca) : 1/36;
3/357, 366, 367, 4/34; 8/100
Ahmed Gazzali: 3/128; 10/9
Ahmed Hatibi: 1/1; 3/3
Ahmed Paşa: 8/47
Ahmed Rufai (Seyyid) : 5/16
Ahmed Seyyid Kuçek-i Rufai:
8/60
Ahmed Selçuk (Sultan Vacjd'in
oğlu): 10/7
Ahmediyan: 8/60
Abrar: 3/37, 52, 309, 333; 8/60,
78, 91; 9/2
.Ahyar: 3/152, 442, 544, 589;
8/49
Akıncı medresesi: 3/532
Aksaray: 3/60, 96, 238, 258,
431, 543; 4/16; 5/30; 6/9;
8/100
Akşehir: 3/7, 596;8/43, 52, 73,
84, 94
Aktab: 4/4
Alaeddin: 4/91
Alaeddin (Mevlana'nın oğlu) :
3/510; 6/18; 7/18, 31; 10/2
Alfıeddin (Feramerz'ın oğlu) :
8/20
Alfıeddin (Amasyalı): 3/56;
8/34, 35
Alaeddin Çelebi (Kırşehirli) :
3/412; 8/58
Alfıeddin-i Erzincan!, 3/265
Alfıeddin Hişavend: 8/58
Alaeddin Keykubad: 1/13, 19,
20, 21, 22, 53; 5i5; 8/39
Alaeddin Muhammed (Bahaddin
Veled'in oğlu) . 13/2
Alaeddin Muha:ıpmed Harizmşah:
1/1, 5, 15, 44
Alaeddin Siryanus: 3/137,
18? 185, 186, 18? 188
Alaeddin Tabib: 3/278
Aifıiye: 8/62
Alfımeddin Kayser: 3/319, 320,
431, 466, 467, 506; 6/9; 7/24
Alfımeddin-i Bazari . sahrası:
8/85
Ali ( Şeyh) : 8/84
Ali b. Ebi Talib: 3/32, 120, 158,
283, 342, 457, 478, 521, 589;
4/52; 5/32; 10/9,
Ali Çelebi (Mehmed Çelebi'-
nin oğlu) : 10/6
Ali-i Mekki: 3/32
Ali-i Hariri (Şeyh) : 4/42, 79
Alim (Emir) : 3/109, 164, 244,
456, 465
Alim (Şahzade Emir AlimArif
Çelebi'nin oğlu) : 6/9;
'7 /5; 8/18; 10/5, 6
Alişah: 8/27
Alişir oğlu (Germiyan Emiri):
8/85, 86
Altunpa medresesi: 1/21
Amasya: 3/24, 56; 8/36, 60, 74
Amasya Madeni: 8176
Anadolu: 3/166, 315
Anka: 8/89
Ankay-ı Muğrib: 7/4
Antakya: 3/48
Antalya: 3/449; 8/62
Anuşirevan: 9/2
Arafat : 3/75, 85, 314, 432, 517
Arap: 1/10; 3/10, 13, 16, 27,
29, 141, 299, 457, 468, 580;
4/67, 1 12; 6/1
Arap Nuyin: 8/23
Arif Çelebi (Emir Arif Çelebi)
: 0/2, 3; 2/14, 19; 3/122,
141, 322, 323, 343, 434, 539,
580, 595; 4/111; 5/30, 32;
7/28; 8/2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9-32,
34, 35, 37-94, 96-100; 9/7-9;
10/1, 2, 3, 4, 5,
Arş: 1/43; 3/12, 490, 503; 4/72
Asiye: 2/12
Atabek: 3/223
Atabek AslandoğmuŞ: 3/409
Atabekiye: 3/223; 8/19
Atpazarı: 3/184
Attar (Ferideddin) : 2/129;
Baba Resul: 3/315
Baba-yi Merendi: 3/59,
B
Baçu: 3/167, 168, 170; 5/24
Bağdat: 0/1; 1/7, 1 1, 13, 15, 16,
47; 2/6, 24; 3/16, 57, 1 12,
113, 219, 450, 595; 4/4, 28,
54
Bağçe-i Sultan: 9/7
Bahadır (Tek gözlü): 8/70
Bahaeddin (Emir Alim) : 8/18
Bahaeddin-i Bahri: 3/99, 121,
130, 154, 273, 406, 451, 463,
549, 588
Bahaeddin Cendi: 8/90
Bahaeddin Hayyat (Şeyh):
8/76
Bahaeddin Kanii (Emir):
2/131; 3/583
Bahaeddin (Melikü's sevahil) :
3/49
Bahaeddin-i Şang-ı ' Münec-
38'1
3/417, 430; 6/8
Attar Hoca (Eflaki'nin lakabı)
: 8/67
Avriya'nın kızı: 8/65
AyetU'l Kürsi: 3/346; 4/67
Aydın Bey: 8/66
Aydınoğlu: 8/85
Ayıntap: 8/76
Aynü'd - devle: 3/375, 540
Aynü'l-Hayat: 8/61
Ayşe: 1/17, 3/416, 517, 546;
4/99
Azadegan: 3/94
Azrail: 3/71, 580; 8/91
cim: 8/19
Bahaeddin (Sultan Veled):
3/578, 579, 601; 4/48; 5/33;
8/47; 10/1 Bk. Sultan Veled.

Baha Veled (Mevlana'nın babası)
: 0/3; 1/4, 5, 6, 8-24,
26-43, 45-48, 53, 54, 55, 56,
57, 58, 59; 2/1, 5, 18-22; 3/1,
3, 4, 5, 9, 10, 15, 89, 96, 124,
160, 168, 169, 174, 184, 215,
21? 22? 358, 36? 39? 51?
548, 601; 4/13, 30, 33, 55, 84;
5/24, 31; 6/15, 18; 7/13, 15,
18, 21; 8/5, 31, 46; 9/5, 6;
10/1, 9
Bahreyn: 3/300
Bahr-i Kulzum: 4/41,
Basra: 3/494
Bayburt: 3/322; 8/27
Bayezid-i Bistami: 8/11, 73
388
213, 294, 295, 400, 438, 439,
469, 524; 4/8, 39, 60, 64, 71,
102; 5/26; 6/1; 7/34; 9/7
Bedreddin (Müderrisoğlu) :
3/21, 309, 387, 515, 553
Bedreddin Gevhertaş: 1/45;
3/220
Bedreddin İbrahim: 8/51
Bedreddin-i Madeni: 3/145
Bedreddin Neccar-i Mevlevi:
3/153
Bedreddin-i Tebrizi: 3/56, 103,
104, 319, 320; 4/1 11
Bedreddin Yahya: 3/5, 266,
583
Bedreddin Yavaş-i Nakkaş:
3/2, 100, 155
Bedr-i Ru'us: 1/3
Begi: 8/92
Behram-i gur: 9/9
Bektemür: 3/92 Bk. Kerimeddin
Bektemür
Bel'am: 3/529
Belh: 1/1, 5-7, 10, 11, 12, 20,
27, 29, 56; 2/1; 3/2, 10, 93,
Cafer-i Sadık: 3/293
Cami'u'l usıil: 3/82
Candar: 3/21
c
Cebel-i Salihiye: 4/105
Cebrail: 3/1, 32, 62, 1 19, 142,
156, 165, 194, 299, 453, 475,
490, 517, 525, 589; 4/22, 52,
71, 92; 5/31; 8/78
107, 122, 167, 601; 7/22; 9/5;
10/1
Beni İsrail: 3/230, 300
Beni Şeybe: 3/281
Berraniye medresesi: 3/280
Beyşehir: 8/69, 73, 84
Beytu'l-ma'mur: 4/44; 6/9
Beytullah: 6/12
Bilal-i Habeşi: 6/19
Birgi şehri: 8/86
Bişr: 4/67
Biyabanek: 2/2
Buhara: 2/1; 3/174, 175, 381
B11rak: 8/37
Burak-ı Berrak-i Buraksuvar:
IS/20, 27
Burhaneddin ilyas Paşa: 8/78;
10/8
Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizi:
0/3; 1/27, 52; 2/1, 10,
22; 3/3, 6, 42, 183; 5/3, 4;
7/2, 13; 8/5, 47; 10/9
Bürd.i Hindi: 3/601; 601; 4/93
Bürd.i Yemeni: 3/299; 4/93;
6/23
Celaleddin Çelebi: 3/256, 320,
322, 340, 380, 530
Celaleddin Emir Arif: 7/2, 26;
8/5
Celaleddin Feridun: 3/275,
277, 285
Celaleddin Harizmşah: 1/1, 14,
53
Celaleddin: 3/299, 312 Bk. Celaleddin Hüseyn Hatibi:
Mevlana. 1/1, 2, 3, 4
Celil.leddin-i İsfehsalar: 3/340,
380, 422; 8/62
Celaleddin-i Karatayı: 3/38,
117, 127, 140, 495, 546; 5/16
Celaleddin-i Kassab: 3/16,
302, 303
Celil.leddin Muhammed: 3/548
Bk. Mevlana.
Celii.leddin Mustavfi: 3/49
Celal-i Kuçek: 8/51
Cem': 8/34, 40
Cemaathane: 3/165
Cemaleddin-i Hasiri: 1/5, 28
Cemaleddin 1shak-ı Merendi:
8/21
Çağatay: 1/12
Çaşnigir Kapısı: 6/26
Çoban Dellak: 3/415
ç
Çelebi Evhededdin (Samsunlu)
: 3/595
Çelebi Hüsameddin: Bk. Hü­
sameddin Çelebi
Çelebi Mehmed Bey: 8/80
Çelebi Muhammed (Emir
Abid'in oğlu) : 10/6
D
Dahhak: 8/5
Danişmend: 3/495, 512; 8/68,
89,
Danişmendiye: 3/94, 199; 8/19
Daru'l-feth (Kayseri): 2/3,
389
Cemaleddin-i Kameri: 3/408;
5/33
Cend: 3/452
Cengiz: 1/11, 14; 8/70; 9/5, 6
Cennet-i ala: 3/70, 484; 5/21
Cennet-i Berin: 8/100
Cennet-i Me'va: 3/155, 536
Cennet-i Naim: 8/37
Ceyhun nehri: 1/53; 3/315; 8/4
Cica: 3/49; 8/21
Cihan Melek (Sultan Vacid'in
oğlu) : 10/7
Cuha: 3/239
Cüneyd-i Bağdadi: 1/9; 3/21,
129, 294, 295, 320, 578; 4/64;
5/26; 6/1, 20; 7/34; 10/9
Çelebi Muhammed Toruntay
oğlu: 8/35
Çelebi Polad: 8/38, 39
Çelebi Selil.haddin Emir Zahid
( S. Veled'in oğlu) : 10/5
Çelebi Şah Melik (Emir
Abid'in oğlu) : 10/6
Çelebi Şemseddin: 8/6
Çoban: 8/27
18; 5/4
Daru'l-hilafe: 2/24; 3/219
Darü'l-izz: 8/34
Darü'l-mülk: 7/11
Daru's-selam: 1/7; 4/4
390
Daru's-Zakirin: 3/123
Davud (Peygamber) 3/56,
120, 156, 518; 8/94
Davlıd-ı Ta'i: 10/9
Debbusiler: 3/443
Demirlu: 7/25
Dervaze-i Sultan: 8/70
Despina (Melike Hatun) : 10/5
Deşt: 3/175; 9/4
E
Ebabil: 9/5
Ebayezid: 2/129 Bk. Bayezid-i
Bistami
Ebrar: 3/180, 189, 589; 9/2
Eblı Ali Sina: 3/319, 482
Ebu Bekr-i Buhari: 3/63
Ebı1 Bekr-i Cevlaki (Niksarlı)
: 3/584
Ebı'.i Bekr-i Kettani: 3/281
Ebı'.i Bekr-i Sıddık: 1/1, 21, 53;
3/104, 1 16, 174, 222, 228, 260,
299, 470, 515, 524; 6/2; 8/47;
9/2, 5, 6
Ebı'.i Bekr Sellehaf, Şems-i
Tebrizi'nin Tebriz'deki şeyhi:
4/4, 5, 81
Ebı'.i Bekr-i. Nessac: 10/9
Ebı'.i'l-Fazl mescidi: 5/4
Ebu Hafs: 3/349
Ebı'.i Hanife: 3/62, 129, 213,
350; 8/68
Ebı'.i'l - Hasani'l Harakani:
3/163; 4/87
Ebı'.il - Hasan Köprüsü: 3/598
Ebı'.i Hureyre: 3/452
Ebu'l-leys-i Semerkandt: 6/12
EM Said: 8/!7
Develi: 3/141
Devlet Hatun (Arif Çelebi'nin
zevcesi): 10/5
Deyr-i Eflatun: 3/208, 539
Dinar.i zer: 8/4
Dinar.i Yusufi: 6/11
Dicle: 3/294, 447
Doğan Pa§a: 8/30
Ebı'.i Sa'id Ebı'.i'l-Hayr: 3/154
Ebu Sa'id Han: 9/4
Ebıl Talib: 10/9
Ebı'.i Talib-i Mekki: 3/521
Eflaki Ahmed: 3/151, 183;
8/67, 73, 74, 78, 91, 100; 9/1,
3, 7, 9
Eflatun: 3/13, 265, 319, 341;
8/50
Eflatun Hakim Manastırı:
8/50
Efrad: 4/4
Efsaheddin (Mu'id) : 3/94, 11'8
Eğridir: 8177
EhJ.i futfır: 3/366
Ekmeleddin Tabib: 3/40, 265,
333, 341, 448, 481
Emineddin: 7/19
Emineddin Mikail: 3/49, 468;
6/29
Emir Adil (Arif Çelebi'nin oğ­
lu): 8/18
Emir Ali? Çelebi: 3/456, 465;
6/9; '7/5; 8/19 Bk. Alim Çelebi

Emir Arif Çelebi: Bk. Arif
Çelebi
Emirci: 3/289 Bk. Hayran
Emirci.
Emire: 3/431
Emire beg-i Abgermi (Şeyh):
8/42
Emir Kayser-i Tebrizi: 10/5
Emir Şah: 10/8
Emir Urkudi: 8/11 Bk. Urkudi
(emir)
Emir Vacid: 9/11
Emir Zahid ( S. Veled'in oğ-
lu) : 7/28 Bk. Zahid.
Erakliye: 3/295
Eratna bey: 9/3
Ereğli: 3/295
Ermeni: 3/67
Ermenistan: 4/112
Erzincan: 1/16, 14; 3/278
Erzincan Akşehiri: 1/17
F
Fahreddin: 3/595; '7/26
Fahreddin ( Beyramşah): 1/17
Fahreddin Divdest: 3/445,
508, 547, 595; 7/24
Fahreddin Edip: 3/192
Fahreddin (Lala.) : 8/57
Fahreddin Sahip (Ebu'l-Hayrat)
: 3/47, 49, 485, 535; 8/38
Fahreddin-i Iraki: 3/295, 333,
583
Fahreddin-i Muallim: 3/510
Fahreddin-i Razi: 1/5; 4177
Fahreddin-i Sıvasi: 3/149, 150,
230, 255
Fahreddin-i Şahid: 1/34
Fahrunnisa: 3/200, 381, 591;
391
Erzurum: 1/53; 4/103; 8/19,
23, 27, 40, 61
E?ededdin-i Mütekellim: 4/74
Eshab: 3/104, 222, 457, 589;
4/64; 6/19
Eshab-ı Kehf: 3176, 206; 8/46,
59, 81, 82
Eshab-ı şimal: 3/:519
Eshab-i yemin: 3/519
Esma'i: 3/517
Esriir-i Mi'rac: 3/299
Eşrefoğlu: 8/52, 84, 89
Eşrefoğlu Mübarizeddin Çelebi
Mehmed Bey: 8/69
Evhededdin-i Huyi: 3/232, 541
Evhededdin-i Kirmani
(Şeyh) : 3/400; 4/4
Evliid: 4/4
Evlad-i Hatir: 3/49
8/18
Fasiheddin (Müderris) : 3/435
Fatma (Peygamber'in kızı):
5/32
Fatma Hatun: 2/15; 3/320,
434; 5/22; 8/8
Fatma Hatun (Sel&haddin
Zerktib'un kızı, S. Veled'in
karısı): 2/15; 3/320, 434;
4/1 11, 5/21, 22, 30, 32; 7/28;
8/1, 2, 3, 4; 10/1, 3
Fatma Hatun ( Mevl&na'nın
kız kardeşi): 10/1, 3
Feramerz: 8/20
Feridun: 7/25
Feridun (Arif Çelebi'nin adı) :
392
8/1, 5 Bk. Arif Çelebi
Feriduddin Attar: 6/3 Bk.
Attar
Aliras Köyü: 4/21
Alubat Köşkü: 1/33; 3/168;
5/5
Fırat: 3/577; 8/77
G
Gazan Han: 7/29; 8/19, 21, 26,
27, 38
Gazi Umur Paşa: 8/88 Bk.
Umur Paşa
Gerake Hatun: Bk. Kirake
Hatun 8/18, 34, 41
Gevale: 1/46; 8/49, 50
Gevale Kalesi: 1/46; 8/49;
9/3
Habib-i Acemi: 10/9
Haccac (Şeyh) : 1/16, 38
Hacegi: 1/16
H
Hacegi-i Kehvareger: 1/51
Hacı BektaŞ-i Horasani: 3/315,
479
Hacı Emire: 3/432
Hacı Hayderi: 6/22
Hacı Kerim: 8/16 Bk. Kerim
Hacı-i Kaşi: 3/190
Hakani: 3/131
Hakayık.ı Sulemi: 3/595
Hakim: 6/3 Bk. Sena'i
Halep: 3/5, 15, 122, 251, 287,
311l, 376, 377, 531
Firavun: 3/43, 196, 395, 445,
529, 565; 4/5, 69; 8/36
Frenk: 3/17, 48, 49, 208; 4/105
Frengistan: 3/17; 4/105
Futat: 5/16
F'utiihiit.i Mekki: 3/444
Fütüvvet : 3/467
G evher Hatun: 1/19; 10/2
Gıyaseddin Keyhusrev: 2/7
Gumaç Hatun: 3/94, 261; 5/22;
8/41
Guristan-i Kani-i: 1/31
Gürcü Hatun: 3/14, 56, 308,
374, 384, 431, 467, 506; 5/22,
30; 6/1 1; 7/9; 8/61
Halil (1brahim Peygamber):
3/1, 83, 152, 299; 7/1; 8/37,
67; 9/5; 10/4
Halil'urrahman: 3/5; 8/67
Halkabeguş Kapısı: 3/167;
4/23
Hamideddin (Şeyh) : 5/13
Hamza: 8/88
Hankah-ı Hoca Münir: 8/90
Hankah-ı Lala: 6/12
Hankah-ı Ziya,; 6/12
Harizm: 1/15, 53; 3/502
Harizmşah: 1/5, 6, 15, 43, 53;
3/3, 601 ; 9/5, 6
Harun (peygamber) : 4/53
Harunu'r-Reşid: 3/227
Harut: 4/53
Hasan Ali b. Ebu Talib'in oğ­
lu: 8/9
Hasan (Ahi Türk'ün oğlu) :
6/1
Hasan-ı Basri: 10/9
Hasan-i Meymendi: 3/163
Hasan-i Tabib (Emir) : 9/2
Hasan Timurtaş: 9/8
Hatice: 1/17; 3/111; 8/47
Hatim-i Tai: 9/1
Hatir oğulları: 3/411
Havendzade (Muineddin Pervane'nin
kızı): 8/41
Havva: 5/21
Hayber: 3/521
Haydar-i Kerrar: 1/47 Bk. Ali
b. Ehi Talib.
Hayran Emirci: 3/289; 8/27
Hediye Hatun (Şeyh Seiahaddin'in
kızı) : 5/20, 30
Hıristiyan: 3/580, 600; 4/65
Hızır: 3/56, 172, 227, 259, 279,
280, 281, 282, 496, 522; 4/69,
78, 94, 110
Hızır Paşa ( Sultan Veled'in
torunu): 10/8
Hicaz: 3/171, 264
Hidaye: 3/218, 366, 373, 532
Hind: 3/601; 4/93
Hindb:lri: 3/165; 6/23
Hindistan: 3/14, 165
Hindli: 3/326, 409
Hoca Alişah: 8/27 Bk. Alişah
Hoca Fakih: 4/34 Bk. Ahmed
Fakih
Hoca Nefiseddin ( Sıvaslı) :
6/12 Bk. Nefiseddin-i Sivasi
Hoca Ömer hamamı: 8/80
393
Hoca Reşideddin: 8/20, 27 Bk.
Reşideddin
Hoca Said: 8/27
Hoca Şerefeddin (Büyük Kira'nın
kocası): 4/84
Hoca Yakut: 8/27
Horasan: 1/1, 2, 5, 7, 9, 10, 12,
18; 2/1, 2; 3/37, 65, 1 16, 299;
4/33; 7/21; 9/5
Hoslika: 8/34, 72
Hud (Peygamber): 3/122; 8/37
Hulagu Han: 3/15, 1 12, 1 13,
165, 170
Hüdavendigar: 1/29, 30, 34,
37, 38, 45, 52; 2/1, 2, 3, 4, 7,
17, 22; 3/1, 3, 16, 19, 37, 46,
52, 54, 59, 73, 75, 85, 98, 101,
111, 123, 131, 135, 139, 141,
142, 159, 165, 170, 173, 195,
200, 204, 217, 223, 228, 230,
232, 243, 273, 296, 3 13, 3 17,
320, 340, 404, 409, 439, 440,
446, 451, 482, 565, 568, 571,
579, 580, 581, 582; 4/24, 39,
40, 56, 80, 81, 88, 108; 517,
16, 29, 30, 31; 6/3, 4, 7, 9,
13, 14, 15, 17, 18, 22, 23, 24,
26, 29; 7/2, 4, 9, 10, ıı. 13;
8/5, 8, 9, 16, 18, 32, 34, 37,
41, 47, 58, 62, 86, 100; 9/4;
Bk. Mevlana.
Hüdhüt : 4/112
Hümam: 6/25
Hümameddin-i isfehsalar: 2/3
Hüsam: 8173,
Hüsam-i Barcinliği: 9/2
Hüsameddin Bey ( Şeyh) : 8/34
Hüsameddin Çelebi: 0/3; 1/9;
2/2; 3/19, 21, 34, 37, 45, 50,
56, 60-62, 70, 77, 78, 121,
394
132, 136, 142, 165, 183, 217,
262, 263, 272 - 276, 320,
340, 341, 352, 381, 396, 397,
405, 422, 426, 446, 449, 476,
485, 491, 544, 545, 559, 569,
573, 578, 579, 581, 582, 586, .
588, 594; 4/21-24, 108; 5/9,
16, 30; 6/1-12, 13-19, 20-29;
7/2-4, 9, 14, 21; 8/5, 9, 12,
36, 57, 66
Hüsameddin-i Debbag-ı Mev-
1
Irak: 4/64
ı
iblis : 3/35, 150; 4/22, 62, 92;
6112; 8/53
tbn-i A.yinedar-i Sivasi: 3/56
ibn-i Bevvab: 5/30
ibn-L Mes'ud: 3/409, 494
tbn-i Mukla-i Hani: 5/30
tbn-i Nakib: 8/31
ibn Sina: 3/481 Bk. Ebu Ali
Sina
ibnü'I-vakt: 9/5
tbrahim (Peygamber) : 3/83,
208, 522; 4/41; 5/31; 9/5
1brahim Edhem: 3/3, 163, 447
ibrani: 3/205
tbtidii.niime: 4/95; 7/21
Idris (Peygamber) : 3/56; 4/22
ihtiyareddin Fakih: 3/55, 251,
thtiyareddin imam-i Mevlevi:
3/311, 579, 580; 7/1
levi: 3/375, 492.
Hüsameddin Emir Vacid (S.
Veled'in oğlu ) : 10/4 Bk.
Vacid.
Hüsameddin-i tskender: 7/1
Hüsameddin-i Tebrizi: 8/20
Büsami • name: 6/3
Hüseyin (Ali b. Ebi Talib'in
oğlu) : 8/9,
Hüseyin Hatibi: 1/1
Irak-ı Acem: 4/29; 8/19, 37
thvanü's.safa: 3/55; 8/86
tlahi.nıime: 3/132, 387; 6/3
tlletu'l.meşayih: 3/99
iltirmiş Hatun: 8/20
imadeddin (Amasya kadısı):
8174
imadeddin (Kordi oğlu): 8/34
ınanç Bey (Şücaeddin): 8/30
tncil: 3/580
iran: 4/112
İrem bağı: 3/14
trencin Noyin: 7/12,
isa (Peygamber): 1/52; 3/56,
103, 176, 184, 208, 381, 451,
482, 527, 540, 580; 4118, 64,
82; 7/10; 8/6, 37, 49, 79; 9/5
isfehsalar: 8/63
Ishak (Peygamber) : 3/315
rskender: 3/522
!skenderiye: 3/449
İsmail (Peygamber): 10/4
lsmeti Hatun: 1/17, 18
tsm-i azam: 7/5
İsraal: 3/580
İstanbul: 3/52, 208, 540; 4/33;
5/5,
K
Kabe: 1/14, 24; 3/28, 37, 74,
84, 85, 96, 190, 190, 200, 281,
299, 432; 4/71, 89; 8/50
Kadı İmadeddin: 6/17
Kadi-i Ka'b: 3/94
Kadi-i Kürd: 3/449
Kadi-i Rumi: 1/43
Kadi-i Vahş: 1/5, 24
Kaf dağı: 3/276; 4160; 8/56
Kale mescidi: 3/86, 480
Kalemi: 8/97
Kalenderler Tekkesi: 3/584
Kraliçe Hamamı: 9/7
Kalun: 3/349
Kaluyan: 3/540
Kamereddin Naib (Hoca) :
8/52
Kamile (Bir köy ismi ) : 5/4
Kamil-i Tebrizi: 4/3, 34, 36
Karahisar: 7/25
Karahisar-ı Devle Kalesi:
3/220; 8/38. 39
Karaman: 8/17, 51
Karamanlılar: 8/66, 70; 9/2
Karatay Medresesi: 3/94, 206;
4/55; 5/16
Karun: 1/58; 3/300 529; 8/85
Kasıd: 3/461
Kastamonu: 3/434; 8/76
395
tzzeddin (Kadı) : 3/22, 23, 24,
25, 93
izzeddin (Şeyh) : 3/87
Izzeddin Keykavus: 3/6, 22,
94, 164, 408; ?/5
izzeddin Köse: 3/233
Kayseri: 2./3, 4, 6, 14, 17;3/8,
9, 10, 96, 340, 374, 441, 461;
4/16; 5/4; 7/9, 24; 8/23, 74
Kayser-i Tebrizi: 10/5
Kelim: 9/9 Bk. Musa (Peygamber)

Kemal (Kel) : Bk. Kemaleddin-i
Muarrif.
Kemal-i Horsfif (Bedr): 3/243,
244
Kemal-i Kavval: 3/423
Kemaleddin (Emir) : 3/87, 583
Kemaleddin 1bn el-Adim: 3/5,
287
Kemaleddin (Mahal Emiri):
3/63
Kemaleddin-i Kabi: 3/94; 8/77
Kemaleddin-i Muarrif: 3/25,
64, 87, 427
Kemaleddin-i Tebrizi el-Hadim:
3/376, 378
Kenan: 3/507
Kerim (Hacı) : 8/16
Kerime Hatun (Muhammed
Hadim'in kızı) : 8/46, 66
Kerimeddin-i Bektemür: 3/92
Kerimeddin-i Kal'a (Şeyh):
8/49
Ketboğa Bahadır: 3/15, 112
396
Kevser: 3/4, 318
Keygatu Han: 3/258, 601; 8/21,
40
Keykubad: 1/36, 53, 59
Kılavuzoğlu Tuman Bey: 8/19,
20 Bk. Tuman Bey
Kırşehir: 3/479
Kızıldeniz: 3/1 17
Kimya ( Şemseddin-i Tebrizi'
nin Zevcesi): 4/39, 43
Kira Hatun (Büyük) : 3/367;
4/84; 8/55
Kira Hatun (Mevlana'nın
Zevcesi): 3/14, 15, 43, 111,
162, 171, 264, 270, 331, 416,
571; 4/1 1, 84, 85; 5/16; 6/9,
25, 26; 7/4; 10/2
Kirake Hatun: 3/343; 5/33;
6/21; 8/4, 8, 18, 26, 34, 41,
47,
Kiramana Hatun: 3/245; 7/31,
Kirman: 8/40
Konya: 1/14, 18, 21, 23, 46; 2/1,
3, 17; 3/8, 9, 10, 13, 17, 22,
38, 45, 48, 52, 57, 81, 87,
89, 94, 99, 125, 139, 148,
165, 167' 168, 169, 172, 175,
175, 189, 200, 221, 229, 239,
258, 278, 289, 292, 295, 299,
300, 305, 3 17, 3 19, 361, 366,
372-381, 431, 432, 434, 440,
443, 449, 461, 468, 527, 531,
540, 546, 547, 564, 595, 596,
597, 601; 4/7,9, 16, 23, 34,
71, 96, 105, 106, 109; 5/1, 4,
13, 16, 23, 24, 30; 6/8, 12,
15; 7/2, 11, 15, 30; 8/16, 17,
20, 23, 24, 25, 26, 28, 40, 42,
46. 51, 65, 70, 72, 76, 92, 98,
100; 9/2, 3, 4, 7, 8; 10/2
Konya Akşehiri: 8/47
Kostantiniye: 3/296
Köse Peygamber: 7/29
Kuba: 3/108, 490; 4/67
'
Kuba Mescidi: 3/452
Kubad: 4/112
Kubbe-i Buzurg: 3/295
Kubbe-i Gazan: 8/75
Kudüs : 8/67
KUfe: 1/14
Kul Ahmet: 8/27
Kulkul Suyu: 4/16
Kur'an: 0/1; 1/11, 13, 31, 32,
35, 48; 2/18, 24; 3/2, 27, 3 1,
32, 33, 59, 74, 82, 84, 86, 1 05,
120, 123, 127, 131, 132. 148,
152, 163, 177, 205, 225, 229,
245, 299, 349, 350, 3n, 429,
434, 445, 457, 475, ·179. 4PO,
511, 529, 539, 600; 4/31, 61,
67, 75, 103, 104; S/13, 32;
6/3, 12, 19, 25; 7/29; 8/15,
20, 23, 35, 75, 85, 90
Kur Suyu: 8/37
Kureyş: 7/23
Kudbeddin ibrahim: 4/30
Kutbeddin-i Şirazi: 7/24; 8/2Q
Kürt : 1/14; 6/1
Küşad: 4/112
Kütahya: 8/51, 85, 91
Ladik: 8/30, 32, 46, 77, 80, 82,
85, 91; 9/9
Larende: 1/18, 20; 2/1; 3/221 ;
8/51, 70, 97
Latife Hatun: 5/17, 20; 8/4
Ledüni: 3/121; 4/13; 8/90
Mağrib: 3/17
M
Mahmud ( Seyyid) : 3/596
Mahmud Çelebi (Mehmed Çelebi'nin
oğlu) : 10/6
Mahmude: 3/413
Mahmude Hatun: 3/413
Mahmud-i Arabi: 3/161
Mahmud-i Neccar: 3/62, 189,
250, 333, 395, 399, 598
Mahmud Sahipkıran: 1/30;
3/22, 63, 124, 172, 302, 363,
485, 541; 4/50; 8/46
Makam-ı İbrahim: 3/281
Makam-ı Maşuk-i Hızır: 3/282
Malatya: 1/14; 3/21, 27, 29,
42, 57, 72, 218
Ma.nakib al.Arüin: 0/2
Mani: 3/375
Mansur (Hallac) : 3/63, 129,
197, 439, 570: 4/75
Ma:ııtıku't tayr: 6/3
Mariyet-ül Kıptiye: 10/4
Maruf-i Kerhi: 3/21; 10/9
Maturidi: 3/331
Mecdeddin (Emire Bey-i Abgermi'nin
kardeşi) : 8/42
Mecdeddin (Hafız) : 8/74
397
L
Levh.i Mahfuz: 3/253; 4/67;
5/3
Leylil: 3/315
Lokman: 3/56
Lıllve Madeni: 3/145
Lut : 3/1
Mecdeddin Atabek: 3/37, 49,
94, 223, 254; 8/20
Mecdeddin (Şeyh, Aksaraylı):
8/19
Mecdeddin (Hoca) : 3/165, 321,
461
Mecdeddin-i Cendi: 3/370
Mecdeddin Çağa el-Kırşehri:
. 3/317
Mecdeddin-i Meragi (Hoca) :
3/141, 165, 306, 538
Mecnun: 3/240, 3 15, 596
Medine: 1/6; 3/84, 104, 299;
6/12; 8/27
Medinetu'l Evliya: 3/169
Mehdi: 9/2
Mehmed Çelebi: 10/6
Mekke: 1/6, 11; 4/33; 6/20
Melekılt: 1/52; 3/2, 9, 365,428;
4/99
Melekılt alemi: 3/223, 583;
4/44
Melike Hatun: (Mevlana'nın
kızı) : 3/249, 344, 567, 598;
4/36; 6/25, 8/56; 10/2
Melike Hatun (ı\rif Çelebi'
nin kızı) : 10/5
398
Melikü'l-Eşref: 1/14
Melikü'l-üdeba: 3/6
Melikül Ümera: 3/5; 8/30, 69,
88; 9/3
Menteşeoğlu Mesut Bey: 8/22
Bk. Mes'ud Bey.
Meram: 3/53, 57, 288, 301, 440;
4/39; 5/16; 7/15
Merend şehri: 8/21
Merih: 3/293; 8/97
Merve: 3/84
Meryem: 3/1, 14, 133, 320, 447,
540; 4/1 1; 8/49
Mescid-i Aksa: 3/299, 321
Mescid-i Harem: 3/299
Mesih: 3/34, 594; 6/6, 8
Mesnevi: 1/30, 42, 49, 51, 55;
2/1, 19, 20, 24; 3/3, 4, 16,
17, 22, 27, 29, 32, 33-35, 36,
37, 40, 48, 52, 54, 56, 127, 151,
164, 168, 177, 193, 194, 195,
196, 205, 213, 214, 2 15, 231,
232, 244, 246, 256, 276, 290,
294, 3 16, 322, 326, 331, 332,
333, 318, 372, 386, 388, 401,
405, 410, 411, 416, 424 - 429,
441, 445, 447, 455, 470, 471,
476, 487, 492, 493, 494, 497,
503, 504, 505, 507, 508, 509,
510, 511, 517, 51 8, 529, 536,
545, 569, 570, 585; 4/11, 21,
41; 44, 52, 56, 67, 69, 79, 91;
5/10, 16, 29; 6/3, 4, 5, 8, 9,
10, 12, 15, 16, 17, 19, 20, 22,
24, 25, 26, 28; 7/4, 6, 10, 12,
1 9, 23, 29; 8/4, 9, 15, 17, 23,
28, 29, 30, 31, 32, 33, 35, 36,
37, 38, 40, 45, 49, 50, 53, 67,
69, 70, 71, 73, 77, 79, 80, 81,
82, 84, 91, 94, 98, 100; 9/1,
3, 4, 5, 6, 8, 10
Mesnevi.i Manevi: 3/467;
4/21; 6/3, 16 Bk. Mesnevi.
Mev18.na: 1/8, 9, 15, 19, 20, 30-
33, 36, 42, 50, 52, 54; 2/1-3,
10, 15, 1 7-22, 24; 3/1-10, 1 1-
13, 14-17, 18-57, 59-74, 75-
96, 97-104, 105-112, 114, 116,
1 17-147, 149-156, 157, 158,
159-174, 175-214, 217-219,
223-225, 228-239, 240-276,
277-280, 282-293, 294-299,
300-359, 361--410, 411-437,
439-452, 454-469, 470, 471-
486, 488-492, 494-496, 497-
. 507, 508-515, 517, 518, 519-
521, 526-528, 530-546, 547,
548, 564-583, 584-601; 4/1-4,
5-21, 22-27, 3 1-41, 43-51, 52-
53, 55, 57, 64, 77, 79, 82, 83,
84, 88-98 99, 100, 101-112;
5/1-9, 11-27, 30, 31, 32, 33,
34; 6/1-7, 8-12, 13-16, 18-19,
20-25, 27-29; 7 /1-2, 3, 4, 5, 6,
10, 14-18, 22, 24, 25, 30, 31;
8/1-9, 15, 16, 17, 19, 20, 21,
22, 23, 27, 28, 31, 32, 33, 37,
38, 40, 41, 42, 46, 53-60, 66,
76, 77, 88, 100; 9/4, 5, 6, 10,
11; 10/1, 2, 3, 4, 5, 6, 9
Mev18.nay-ı Buzurg: 4/111
Mevlevi: 3/11 8, 134, 313, 431,
601; 8/30
Mevleviler: 8/17, 94
Meydan Mezar lığı: 7 /23
Mısır: 3/48, 122, 270, 449, 529;
7/4; 8/5, 10
Mirac: 3/6, 197, 299, 589; 4/67;
6/3
Mi'zer.i Yemeni: 3/440
Moğol: 1/11, 13, 14, 46; 2/14,
16; 3/113, 165, 167, 168, 376,
377, 527, 583, 601; 5/24; 8/20,
70, 87; 9/4, 6
Mugiseddin: 1/53
Muhammed (Ahi Tilrk'ün oğ-
lu Hasan'ın oğlu) : 6/1
Muhammed b. Arabi: 4/77
Muhammed Bey: 3/461
Muhammed Hadim: 3/39, 108,
253, 267, 395, 460; 8/46, 66
Muhammed (Hacı) : 3/440
Muhammed &!kurci: 3/258;
8/21
Muhammed b. Ali b. Melek.
dad-ı Tebrizi: 4/1
Muhammed b. el-Yemani
3/521
Muhammed-i Razi: 4/77
Muhammed-i Selmasti: 7/24
Muhammed-i Tazi: 4/77
Muhammed-i Zeccal: 10/9
Muhammed Mustafa (Peygamber)
: 0/1; 1/2, 5, 1 1,
31 ;2/24; 3/11, 13, 29, 32, 34,
73, 74, 75, 96, 99, 1 17, 139,
148, 153, 160, 179, 181, 184,
192, 197, 222, 284, 295, 296,
299, 300, 309, 318, 326, 342,
346, 354, 370, 378, 416, 424,
429, 436, 450, 452, 457, 468,
474, 481, 488, 490, 497, 507,
517' 524, 560, 570, 572, 580,
589, 590; 4/1, 8, 1 1, 22, 31,
38, 52, 65, 66, 67, 69, 70, 71,
75, 77, 78, 109; 5/31; 6/3, 6,
16, 19, 20, 24; 7/10; 8/4, 23,
27, 37, 78; 9/5; 10/4
Muhammed (Sadr-i Ali) : 7/30
399
Muhammed (Şeyh): 4/78;
6/22
Muhsin: 3/517
Muhyiddin: 3/77
Muineddin Bekdere: '7/30
Muineddin Pervane: 3/18, 28,
37, 46, 49, 63, 80, 94, 95, 101,
125, 159, 163, 207, 217, 254,
2 67, 333, 365, 370, 384, 398,
410, 424, 479, 546, 554, 563;
6/20
Mukaddemiye Medresesi: 3/8,
280, 287
Musa (Emir): 1/18-21; 3/221
Musa (Peygamber): 1/30;
2/12; 3/56, 115, 153, 157, 208,
244, 259, 469, 470, 479, 522,
529, 580; 4/53, 65, 69, 78, 94;
6/16; '7/6, 10, 18; 8/8, 31, 37
Musibetname: 6/3
Musliheddin b. Ahmed: 10/6
Mustansıriye medresesi: 1/1 1,
15
Mutahhare Hatun (Sultan Veled'in
kızı) : 8/4, 47; 10/3
Muttalibi (imam) : 2/129
Muzaferedclin Emir Adil: 8/18
Bk. Adil (Emir).
Muzafereddin Emir Alim:
10/2 Bk. Alim (Emir).
Muzhireddin (Şeyh) : 3/57,
1 74
Mübarizeddin Mehmed Bey
(Aydmoğlu): 8/86
Müeyyeddin-i Cendi: 3/295
Münker: 3/87, 107, 250; 5/17
Müşteri: 3/103
Mütenebbi: 4/14, 15
Müteressim: 3/315; 8/34
400
Nakışlı Hamam: 3/305
Namus-i Ekber (Cebra'il):
3/62
Nasb Hatun: 1/8
Nasiheddin (Şeyh, Niğde Halifesi)
: 8/81, 82
Nasiheddin Debbag: 8/59
Nasir-i Sofi (Şeyh) : 9/2
Nasireddin (Vezir) : 3/99;
4/52, 104
Nasireddin (Seyyid): 8/59
Nasireddin (Şeyh): 3/37, 99
Nasireddin (Vaiz): 8/72
Nasireddin Kattani-i Mevlevi:
8/46
Nasireddin-i Tusi: 3/112, 113
Narincat: 3/56
Nazırın oğlu: 8/80
Necmeddin (Kadı, Ladikli):
8/31
Necmeddin-i Daye: 8/75
Necm?ddin-i Dizdar (Emtr):
8/49, 50
Necmeddin-i Kavsere (Kadı):
8/77,
N
o
Oktay Han: 1/14
Olcayto Han: 8/27,
Orhan Bey (Menteşeoğlu
Mes'ud Bey'in oğlu) : 8/22
Osman (Halife): 3/74, 133,
271, 494
Necmeddin-i Taşti: 3/585; 9/2
Nefiseddin-i Sıvasi: 3/105, 134,
135, 164, 307; 6/12,
Nekir: 3/87, 107, 250; 5/17
Nemrud: 3/565; 4/41; 8/37
Nevruz: 3/302
Niğde: 8/59, 81
Niksar: 8/72
Nil: 3/455, 479; 8/37
NişabUr: 3/409
Nizam Hatun: 3/591
Nizameddin-i Hattat: 5/30
Nizameddin-i Erzincani: 8/46
Nuh Peygamber: 3/152, 299,
487, 507
Nureddin Cica: 3/49, 244,
437, 479; 8/38
Nureddin-i Bimaristani: 8/98
Nureddin-i Semerkandi: 8/89
Nureddin-i Tizbazari: 3/156
Nureddin-i Vefatlar: 3/295
Nusret Hatun ( S. Veled'in karısı)
: '7/28; 10/4
NU$inrevan: 1/58; 3/508
Osman-i Guyende: 3/245, 270,
462, 465
Osman-i Kavval: 3/133 Bk.
Osman-i Guyende.
Osmancuk Kalesi: 8/76
401
ö
Ömer (Halife) : 3/98, 152, 158, 6/23
229, 408, 523, 590; 4/52, 70; Ömer-i Girihi: 3/584.
p
Pembe Furuşan Medresesi:
3/1 1, 211; 4/8
Pervane: 3/19, 37, 38, 39, 46,
63, 70, 74, 81, 82, 95, 101,
123, 126, 165, 193, 207, 217,
224, 230, 269, 290, 308, 340,
Rabia: 3/200, 305, 331, 542
Raziyuddin-i Nişabıiri: 1/3
Reca: 3/331
Reşid-i Kubai: 1/5
R
Reşidüddin Hoca (Sahih
azam) : 8/20, 27; 9/4
Rıdvan: 7 /34
Rindan: 3/190
Rufat: 5/16
Ruhu'l-Kuds : 3/104, 133; 8/92
Rum Ülkesi: 1/6, 14, 20, 43,
46, 53; 2/1, 6, 22, 24; 3/5, 9,
10, 14, 28, 40, 94, 1 16, 119,
152, 165, 170, 174, 175, 184,
Sa'd: 3/59; 4/112
Sa'deddin (Sivas Hatibi) :
8174
s
365, 384, 389, 400, 410, 424,
427, 441, 461, 486, 488, 526,
534, 564, 580, 583, 599; 5/5,
22; 7/8, 24, 25; 8/90; 9/5, 6
PoJht Bey ( Cican'ın oğlu) :
8/21
211, 315, 435, 527, 540, 546;
4/84, 90, 99, 103, 105, 109,
112; 5/13; 6/2; 7/24, 25, 29;
8/19, 20, 21, 23, 27, 38, 46,
75; 9/2, 3; 10/3
Ruzbih Hanı: 6/15
Rükneddin (Sultan): 3/58-61,
261, 265, 268, 278-321
Bükneddin-i Mazenderani:
3/495
Rükneddin-i Urmeviyü'l-Veledi
(Konyalı): 8/72
Rüstem: 3/93; 8/45
Sa'deddin Mübarek Faiz:
8/85
Sa'deddin-i Veledi Şeyh
402
(Mesnevi Han) : 7 /12
Sadi (Şeyh ) : 3/174
Sadreddin (Şeyhul İslam
Konevi) : 3/17, 37, 63, 82,
99, 124, 128, 190, 224, 243,
280, 286, 295, 301, 324, 370,
378, 446, 534, 564, 569, 581,
582, 583, 592, 599; 4/34
Sadreddin-i Balifizuni (}{o..
ca) : 3/87; 7/30
Sadreddin el-Merendi: 3/462
Safa: 3/85
Safiyeddin-i Hindi: 3/211,
Sa'id-i Fergani: 3/295
Sa'ineddin-i Mukri : 3/349
Bakız Adası: 8/88
Salhat: 8/19
Sam (Nuh'un oğlu) : 4/69
Samagar Noyin: 8/23
Samiri: 3/529; 6/12
Sarfı (İbrahim Peygamberin
Karısı):· 4/11
Saray şehri: 8/74
Saymu'd-dehr: 3/521
Selahaddin Edip: 8/22, 61, 99
Selahaddin Emir Zahid: 10/6
Bk. Zahid ( Emir) .
Selahaddin Zerkub: 0/3; 2/13,
15; 3/6, 31, 32, 52, 242, 320,
379; 5/1, 2, 3, 4, 5, 6, ?, 8,
9, 1 1, 12, 13, 14, 15, 16, 17,
18, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29,
30, 3 1, 32, 33, 34; 6/1, 3, 18,
29; 7/2, 10, 13; 8/1, 5, 47;
10/3
Selahaddin-i Maleti: 3/141,
290, 295, 466, 548; 8/15
Selçuklular: 1/47; 3/59; 8/70
Selsebil: 3/294; 6/3
Semerkand: 1/19; 3/1 '15; 4/84;
6/12
Semud: 3/152, 1 69
Senayi (Hakim) : 3/129, 130,
132, 229, 247, 360, 387, 430,
521
Seri: 8/3
Seriyyü's - Sakat!: 10/9
Sevri ( Sulf?an): 3/521
Seyfeddin: 3/87
Seyfeddin-i Baherzi: 3/57,
1 74
Seyfullah: 4/34
Seyyidler Hankahı: 8/59
Sıddık-ı Ekber (Ebu Bekir) :
4/21; 7/1, 2, 24; 8/27, 67 Bk.
Ebu Bekr-i Sıddık.
Siraceddin (Kadı) : 3/37, 83,
251, 269, 286, 301, 480, 547,
582; 6/16-17
Sıraceddin Urmevi: 3/185, 351
Siraceddin-i · Mesnevilian :
3/77, 132, 183, 572, 587; 6/2,
3, 4, 10 15, 16; 7/6; 8/6, 9,
36
Sıraceddin-i Tatari: 3/100,
129, 204, 277, 575, 587, 4/17;
'111; 8/3
Siccin: 3/524; 8/85
Simak Yıldızı: 3/3; 7/32
Sinaneddin-i Akşehri (Kü-
Iahduz) : 3/7, 139, 528, 596
Sinaneddin-i Neccar: 3/90
Sincari Mescidi: 2/1
Sinop: 8/27; 9/4
Sis: 3/7, 208
Sivas: 1/14; 3/24, 164, 230;
4/74; 8/1 1, 23, 29, 72, 74
Sokrates: 3/319
Suhreverd: 1/10, 11, 46; 2/24
Sultan Herbende: 8/27, Bk.
Olcaytuhan.
Sultan Kapısı: 8/17
Sultanu'l-Ulema: 5/3 Bk. Bahaeddin
Veled.
Sultan Vacid (Sultan Veled'in
oğlu) : 7/28; 10/7
Sultan Veled: 1/19, 33, 36, 39,
47, 48, 49, 50; 2/20, 21; 3/2,
44, 60, 80, 81, 82, 102, 1 14,
1 15, 122, 125, 139, 141, 148,
152, 205, 207, 211, 2 12, 2 13,
214, 215, 216, 217, 218, 219,
220, 221, 222, 223, 224, 225,
226, 227, 228, 229, 230, 246,
258, 275, 279, 296, 299, 300,
310, 3 19, 322, 362, 289, 390,
412, 422 426, 439, 448, 449,
454, 458, 459, 485, 507, 531,
532, 535, 548, 586, 595, 601;
4/1 1, 32, 37, 39, 42, 43, 46,
47, 48, 54, 81, 84, 85, 91, 94,
95, 100, 105, 106, 111; 5/1,
ş
Şafii: 3/351; 6/14,
Şahzade: 8/100; 9/1, 4, 11
Şakik-i Belhi: 2/129; 3/167
Şam: 1/14; 3/5, 7, 8, 9, 10, 16,
37, 48, 122, 2 18, 280, 289, 377,
397, 432, 494, 531; 4/5, 6, 23,
42, 43, 51, 54, 66, 72, 77, 85,
öil, 96, 97, 105, 108, 1 12;
5/13; 6/12; 7 /2, 31; 8/67 9/3
Şarabsalar: 8/41
Şaş.i Bindi: 3/165; 7/4, 22
Şebdiz: 8/5
8, 10, 13, 16, 19, 30, 32, 33;
615, 7, 9, 12, 17, 18, 21, 25,
26; 7/1, 2, 4-12, 13-34; 8/1,
2, 3, 4, 5-17' 18, 20, 21, 24,
25, 27, 40, 43, 48, 51, 54, 57,
6 1, 76, 79, 84, 92, 93, 98, 99;
9/2; 10/2, 3, 4, 8
Sultaniye: 8/27, 28, 46, 75
Suriye: 4/108
Suyurgamışı: 7/29; 8/19
Süheyl Yıldız: 9/3
Sührab-i Mevlevi (Şeyh) :
8/46
Süleyman (Peygamber) : 3/56,
112, 126, 156, 364, 526; 4/1 12;
7/26; 8/37; 9/11
Süleyman Şah (Eşref oğlu
Mübarizeddin'in oğlu): 8/69
Süleyman Paşa: 3/434; 8/76
Sünbüle Hatun (S. Veled'in
hanımı) : 7/28; 10/4
Şekerfuruşan Hanı: 3/10, 17
Şekerrizan Hanı: 417
Şemseddin Çelebi (Müderrisin
oğlu) : 3/125, 128, 344,
352, . 353, 388, 427, 512, 533;
4/34; 8/63
Şemseddin Emir Muhammed:
9/4
Şemseddin-i Attar: 3/259, 555
Şemseddin-i Berustad: 8/31
Şemseddin-i Cüveyni: 4/66
Şe:mseddin-i Hani: 1/5
404
Şemseddin-i Hindi: 3/174
Şemseddin-i İsfehani (Sahih) :
2/3, 6, 7, 8, 9, 23, 24; 5/5
Şemseddin-i İyki: 3/295
Şemseddin-i Maletti: 3/21, 27,
29, 42, 57, 72, 94, 313, 369,
593
Şemseddin-i Mardini : 3/62,
94, 117, 120, 181, 199, 223,
251, 252, 318, 373, 546
Şemseddin-i Muallim: 3/75,
98
Şemseddin (Melik) : 3/174
Şems-i Perende: 3/10; 4/3, 29
Bk. Şemseddin-i Tebrizi
Şemseddin-i Tebrizi : 0/3;
1/36, 52; 3/9, 10-13, 21, 38-
40, 42, 122, 195, 209, 228, 229,
235-238, 241, 282, 297, 510,
579; 4/1-52, 53-56, 60, 63,
64, 67, 71, 74, 81-91, 92-109,
112; 5/1, 7, 27; 6/2, 18, 29;
7/2, 13, 18; 8/5, 47; 10/2
Şemsü'l E'imme-i Serahsi:
3/3, 219; 10/9
Şeref Hatun: 8/4 47; 10/3-8
Şeref-i Akili: 1/3
Şeref-i Lahaveri: 3/239
Şerefeddin (Hoca): 4/84
Şerefeddin (Kayserili.) : 3/96,
286
Şerefeddin (Hatır?ğlu) : '&/410
526
Şerefeddin Lala (Hoca): 1/19
T
Taberistan: 1/23
Taceddin (Vezir) : 3/123, 361
Şerefeddin tSultanın hazinedarı)
: 3/305
Şerefeddin ( Seyyid): 3/37, 45,
123, 268, 458,
Şerefeddin-i Herive: 3/37, 442
Şerefeddin-i Hindi: 3/14
Şerefeddin-i Osman-i Gı1yende:
3/245, 465,
Şerefeddin-i Semerkandi
3/246; 10/2
Şeyhu'l - Ervah: 8/93
Şeyh Paşa: 9/7
Şeyhzade Tokati: 9/2
?eytan: 1/34; 3/523, 590
Şibli: 3/242; 4/64; 10/9
Şihab (Kadı Niğdeli) : 9/2
Şilıfıbeddin: 3/133
Şihabeddin Makbuli (Kırşehirli)
: 8/75
Şihabeddin Maktul: 4/75
Şıhabeddin Muid: 8/75
Şih3.beddin-i GD.yende: 3/34,
133
Şihil.beddin-i Rugani-i Karamid:
3/249, 426
Şiraz: 3/174; 5/30
Şirin : 8/5
Şücaeddin Hannaki: 8/46
Şücaeddin ilyas : 8/32
Şücaeddin inanç Bey: 8/30
Şücaeddin Orhan (Menteşeoğlu
Mesut Bey'in oğlu) :
8/22
Taceddin Horos el-Müderris:
3/495
Taceddin-i Erdebili: 3/486.
488
Taceddin-i Kalemşah: 9/7
Taceddin-i Mesnevihan: 8/77
Taceddin-i Mutasaddır: 3/597
Taceddin-i Mutez-i Horasani
(Emir) : 3/19, 49, 96, 152;
6/9, 12
Tıo»ceddin (Nakiboğlu): 8/7,
19, 31
Taceddin SeyYid (Ahmet Rufai'nin
oğlu) : 5/16
Tac-ı Kızıl: 9/3, 8
Tac-i Zeyd: 1/5
Taha: 4/67
Taniel: 3/67
Taravhun: 3/133
Tatar: 1/6; 3/60, 169; 8/20
Tavas Kalesi: 8/32
Tavus-i Çengi: 3/305
Tebriz: 3/10, 13 17, 203, 228,
372; 4/3, 33, 74, 81, 104;
8/19, 21, 44, 75; 9/4
u
Uc b. Anak: 3/529; 4/69
Uc: 3/461; 8/66 9/3, 9
Ümmü'l - müldem ( Sıtma) :
3/181
Umur Paşa (Gazi) : 8/88
Ü
Üsküf: 8/19
Üveys-i Karani: 1/36; 3/523
Tekfur: 3/52
Tekgözlü Bahadır: 8/70
Tevrat: 0/1; 3/580
Tezkıretü'l-Evliya: 3/479
Tibgar-i Yarhg: 8/19
Tigle-i Arüi: 8176
405
Timurtaş b. Çoban: 8/69; 9/2
Tirazi: 8/89
Tirmiz: 2/1
Togan Paşa: 8/80
Tokat: 3/94, 333, 546; 5/22;
8/23, 34, 41, 53, 72, 90
Tufan: 3/507: 4/69
Tuli Han: 1/12
Tur Dağı: 3/139, 276
Tur-i Sina: 3/481; 5/32
Tus: 3/50
Türbe: 8/42, 46, 48, 100
Türk: 1/18, 36, 53; 3/50 83, 1 70,
222, 258, 292, 332, 406, 580,
598; '.l/67; 5/23; 8/22, 62, 85,
87; 9/5
Türkistan: 3/159, 381; 9/4
Urkudi (Emir) : 8/11
Urmiye: 6/14
Urs: 2/17
Usta Hatun: 5/30
Üzeyr: 3/34
406
v
Vacid Çelebi (Emir) : 9/1 1;
10/4
Van gülü: 9/5
y
Yahudi: 3/104, 459, 580, 600;
4/65, 66
Yagan Tekin: 1/43
Yağı Basan: 5/1
Yahşı Han: 8/17
Yakub Bey (Çelebi):
Yakup (Peygamber) :
5/13, 21,
Yakut (Hoca) : 8/27
8/85
3/31;
z
Zahid Çelebi (Sultan Veled'in
oğlu) : 7/28
Zahireddin (Tac-ı Kızıl'ın oğ­
lu) : 9/8
Zahireddin (Emir): 9/3
Zahireddin Hatib (Kayserili)
: 9/2
Zal: 3/93
Zebur: 3/580
Zekeriya (Peygamber) : 5/32
Zekeriya-yi Tokadi: 3/367
Veled Hazretleri: 8/48 Bk.
Sultan Veled.
Veys-i Karani: Ek. Uveys-i
Karani.
Yarek Bahaddin: 3/141
Yasin oğulları: 0/3
Yassı çimen: 1/14
Yed.i beyza: 6/22
Yemen: 3/152, 299; 4/93
Yunan: 3/116, 3 19
Yunus (Peygamber) : 8/100
Yusuf (Peygamber) : 1/15;
3/31, 45, 523, 558; 4/4, 11;
5/21; 6/2; 8/10, 77
Zeki-i Kavval: 3/245, 444
Zeyneddin: 3/546 Ek. Abdülmu'min-i
Tokadi
Zeyneddin-i Razi: 3/94, 1 19
Zeyn-i Ferazi: 1/5
Zincirli Han: 3/105
Zirva Hamamı: 3/422, 544
Ziyaeddin (Hatıroğlu): 3/410
Ziyaeddin (Vezir) : 3/305, 545;
6/12
Zuhal: 3/22
Züleyha: 3/305
tÇ1NDEKtLER
ÖNSôZ
ÇEVtRMENİN ÖNSÖZÜ ............... ....... . ....... ....... ....... .
5
7
NOTLAR ................................................ 35
KONYA ÇELEBİLER1NiN SECERESt . .. . . .. .... .. .. ... . . . .. . 43
KONYA'DA MEVLANA DERGAHI'NDAKi
POSTN1Ş1NLER1N LİSTESİ . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . 44
NOTLAR .............. .. . ...................... . .... . . .. 48
ARİFLERiN MENKIBELER! . . .. .. .. .. . .. . .. . . . . .. . . . . . . . . .. . .. . 49
NOTLAR ..... . . ...... . . . . . ...... .... . . . . ... . .... . . ...... 346
AÇIKLAMALAR
ENDEKS
.................. ..... .......... ............... 351
······················· ························· 385

Ahmed Eflaki Ariflerin Menkıbeleri

 (84) Yine bu kitabın yazarı haki kul rivayet
e d e r ki: Çelebi hazretlerinin (Allah onun zikrini yüceltsin)
yanında Şeyh Ali adında bir derviş vardı. O, Sultan Veled'in
m üridlerindendi. Sohbete ulaşmış ve üzerinde velilerin güneşi
parlamış bir adamdı. Gece gündüz hizmetle meşguldü ve nefis
yemekler pişirirdi. Çelebi hazretleri, o dervişi Akşehir'de eşyalarının
yanında bırakıp Beyşehir'e gitti, birkaç gün orada kaldı.
Burada rahmetli Eşrefin oğlu (Allah rahmet etsin), Çelebi
hazretlerine hadden aşırı hizmetlerde bulundu. Cuma gü­
nü, yine mübarek zaviyede büyük bir toplantı vardı. Büyükler
toplanmıştı. Birdenbire Çelebi hazretleri: "Bizim zavallı
Şeyh Ali'miz bu yokluk aleminden, beka alemine göçtü," bu-
8/85 ARiFLERiN MENKIBELER! 307
yurdu. Orada bulunanlar başkoyup: "Bu haberi birisi mi getirdi?"
diye sordular. O da: "Hayır, fakat ben gayb aleminden
iki şahsın onun cenazesini götürdüklerini gördüm," buyurdular.
Akşehir'e dönüldükte, bu dervişin, Çelebi'nin haber
verdiği saatte öldüğünü söylediler.
Şiir:
Şeyh, Allah'nın nuruyla baktığından, başlangıç
ve sondan haberdardır.
Bir hayal gibi kalbin içine girer. Her halin sırrı
ona apaçık gözükür •124
(85) H i k ay e: Y i n e bu aciz kul r i v ay e t e d e r
ki: Birgün Çelebi hazretleri Ladik şehrindeki dostlariyle Germiyan
Emiri Alişiroğlu'nu ziyarete gitmişti. O da büyük bir
orduyla Alameddin-i Bazari sahrasına inmiş, orada çadır kurmuş
oturuyordu. Çelebi'yi görür görmez karşıladılar ve çok
lfıtuflarda bulundular. Dostların Kur'an okuduğu ve Çelebi
hazretlerinin de bilgiler saçmağa başladığı sırada, bu adam
son dereceye varan cehaletinden ve aptallığından gaflet göstererek
kendi köleleriyle meşgu.l oldu. Çünkü o Türktü; 13.ubali
ve velilerin aleminden habersizdi. Bunu gören Çelebi
hazretleri, birdenbire bağırdı ve hemen yerinden fırlayıp atına
bindi, arkadaşlarla birlikte yola koyuldu ve son derecede hiddetle,
bir taraftan Alişiroğlu'na küfrediyor, bir taraftan da yoluna
devam ediyordu. Onun heybetinden kimse ağzını açıp bir
şey söyliyemiyordu. Birdenbire gayb a.Ieminden bir yel esme­
ğe başladı, bir fırtına çıktı, yeryüzü kıyamet zelzelesi gibi sallanmağa
başladı. Bütün çadırlar bu alçakların başlarına yıkıldı.
Hepsi yüzüstü yerlere yuvarlandılar. Arap atları yularlarını
koparıp ahırlardan kaçtılar ve sahralara yayıldılar. Askerlerin
feryadı göklere yükseldi. Alişiroğlu bağırarak çadırından
dışarı fırladı ve naiplerini toplayıp: "Bu, Çelebi'nin bana
olan gazabından başıma geldi," diyerek adamlarını Çelebi'nin
peşinden gönderdi. Kendisi de hiddetle yola koyuldu. Naipler,
ne kadar yalvarıp yakardılarsa da Çelebi dönmedi ve onların
yüzüne hiç bakmadı. Nihayet Alişiroğlu bunların arka-
308 AHMET EFLAK! 8/86
sından ordunun Subaşısı olan Aydınoğlu'nun damadı Emtr
Sadeddin Mübarek Faiz'i göndererek özürler diledi, tövbeler
edip mürid oldu ve: "Çelebi beni affettiğinin bir alameti olmak
üzere ?rlerin başınm tacı olan nnibarek kiilahmı bana
versin. Bununla benim başım zamanın afetlerinden selamette
kalsın," dedi. Emir Sadeddin Mübarek de kendi yakın adamlariyle
iradet getirip hadden aşırı hizmetlerde bulundu, inayet
ve merhamet istedi. Çelebi hazretleri: "Bizim maksadımız Ali­
şiroğlu'nu lanetlenmiş Karun'un yanına göndermek ve Siccin'
in altında ona bir yer tayin etmekti; fakat Müslümanlar için:
'Ey Allahm! sen, benim kavmimi hidayete ulaştır; çünkü onlar
bilmiyorlar' sözüne uymak lazımdır ve: 'Benim rahmetim
gazabıma galiptir' muktezasiyle hareket etmek hür ve asil ki­
şilerin adeti ve karakteridir. Haydi git, onun tövbeleri ve yalvarmaları
onu kurtardı, onun kusurundan vazgeçtim ve onu
bağışladım," buyurdu. Sonra mübarek külahını çıkarıp uğur
olarak onlara verdi ve: "Külah başında oldukça, onun başına
hiç bir büyük düşmandan zarar gelmez. Onun sonu hayırlı olacaktır
ve müslüman olarak ölecektir," buyurdu. Onlar da üç
baş cins at, on top çuha, beş parça kemha, on parça sof ve
bin adet nakit para, beş yüz adet de müridler için hediyeler
verdikten sonra sevinç içinde dönüp gittiler. Çelebi hazretleri.
uğurla Kütahya'ya geldiği vakit, Çelebi Yakup Bey, kızını kucağına
alıp geldi ve mürid oldu.
(86) H i k a y e : Temiz kardeşlerin (thvanü's-seal.'nın)
ileri gelenlerinden nakledilmiştir ki; Çelebi hazretleri ilk defa
Birgi şehrine geldiği vakit, Aydınoğlu Mübarizeddin Mehmet
Bey (Allah rahmet etsin) henüz o vilayeti ve cıvarını zaptetmemişti.
Yanında birkaç süvari ve yaya hizmetçi vardı.
Mübarizeddin Mehmed Bey, Alişiroğlu'nun subaşılarından biri
idi. Bir gece kalkıp Çelebi'nin ziyaretine geldi. Baş koyup yalvardı,
gayb il.leminden devlet ve yardım istedi . Çelebi hazretleri
elindeki çomağını ona verip: "Kim sana karşı koyarsa ve
senden kaçarsa bu çomakla onun başını yar ve bil ki, bu günden
sonra bu vilayet ve Hüdavendigar vilayetlerinden bir çoğu
senin eline geçecek ve bir çok fetihler sana, senin çocuklarına
ve ahfadına müyesser ve senin emirliğin de hepsine hakim
8/87 ARiFLEfüN l\'IENKIBELERi 309
olacaktır," buyurdu. Mehmet Bey çomağı alıp başına koydu
ve: "Çelebi'nin çomağını kendi nefsimin ve kendi çomağımı
da din düşmanlarının başına vuracağım," dedi. Hakikaten
günden güne bütün o memleketleri mağlüp edip kendi mülkü
yaptı. Bütün din düşmanlarından intikamım aldı ve mülk
sahibi kimse bırakmadı. Onun bütün evladı, samimi muhiplerden
ve gazilerden oldular. Her nereden bir düşman onun vilayetine
göz diktiyse yenildi. Onun nesli, o hazretin (Arif Çelebi'nin)
mübarek duası ile kıyamete kadar kuvvetlendirilmiş
ve yardım görmüş olacaktır inşallah "Allah istediğini kendi
yardımı ile kuvvetlendirir" (K. , III, 1 3). Gerçek yardım ancak
aziz ve hakim olan Allahdandır.
(87) Yine o hazretin yetiştirdiği bağın asmasının salkımlarından
olan kerem sahibi arkadaşlardan n a k 1 e d i 1-
m i ş t i r ki: Sultan Veled hazretleri (Allah onun sırrını kutlasın),
Aydınoğlu Mehmet Bey için: "Bizim Subaşımız" der,
onun hakkında çok inayetlerde bulunur ve ona "Sultanü'l Guzat:
Gazilerin Sultanı" adını verirdi. Moğol ve Türk emirleri
arasında en çok onu överdi ve onları, şecaat, cömertlik ve
mertliği ondan öğrenmeye teşvik ederdi. O biricik kişi de,
her yıl ona, birçok adak ve değerli hediyeler gönderir, ondan
inayet ve himmet diler erlerin ahidlerini korumakta erkekçe
sebat gösterirdi. Tabii onların inayetleri de iyi ve kötü zamanlarında
onun yardımcısı ve canının koruyucusu idi. En şiddetli
tehlikelerden ve kafirlerin korkularından onu himaye
ederdi.
Şiir:
Sen, Allah'nın ahdine vefa ettiğin için, Allah da
kereminden senin ahdini gözetir.
Bu cihetle, o hazretin yardımı, koruması ve gözetlemesi
kıyamete kadar onun nesline sirayet ve gayb aleminden fazileti,
feyzi daim olan nurları onun üzerine akıtmakta devam
etmiştir.
3 10 AHMET EFLAK! 8/88-89
Şiir:
Padişahın damgası ile padişahın has kuiu ol.
(Böylece), gündüzleri şahnelerden ve geceleri aseslerden
emin olursun.
(88) Yine emirlerin sultanı (melikü'l-ümera), kahramanların
örneği, zamanın ikinci Hamza'sı, ilahi gazi Umur
Paşa (Allah ona yardım edenleri taziz etsin), birkaç dda denizde
sıkışmış, huzursuz ve sıkışık bir vaziyette iken Mevlana
hazretlerinin şeklinin denizin üzerinden geldiğini ve geminin
burnunu mübarek eli ile tutup, onu batmak ve yok olmaktan
kurtardığını görmüştü. Umur Bey, kafirlerle savaşırken
bir kaç defa da Çelebi hazretlerinin savaştığını ve onları
yendiğini gördü. Umur Bey, kendi itikadına dayanıp daima
gaza ile uğraşırdı. Nihayet, en son anında şehit olup saadet
ehlinden sayıldı.
Derler ki, Umur Paşa, bir gece Çelebi hazretlerini rüyada
gördü. Çelebi, ona şu beyti okuyup manalar saçıyordu:
Kim, Cübbesinin (kaba) kenarında, bizim koruma
beratımızı taşırsa, denizde ve karada nereye
gitse kahraman olur ve saygı görür.
İşte bu rüyadan sonra Umur Bey karar verip Sakız adasını
fethetti. Orada o kadar sakız çıkardılar ki anlatılamaz.
Sakız adasını harac kesip kendi hassesi haline getirdi.
(89) H i k ay e : Y i ne bu haki kul naklediyor ki:
Semerkandlı Nureddin adında büyük bir bilgin (danişmend),
Çelebi'nin yeni müridi olmuştu. Bir müddet Çelebi'ye hizmet
etti. Cüz'i işlerinin tamamlanmasına çalıştı. Fakat nefsi fodul
ve küstah gidişli bir adamdı. Gururundan ve kötülüğünden dolayı
sık sık arkadaşların canlarını sıkıyordu. Bir gün Çelebi
ona: "Bir kaç mektup al. Eşrefoğlu'nun yanına git. Dervişler
için buğday, yağ v.s. gibi şeyler toplayıp çabuk gel," diye
emretti. Bu adam, hemen kemerini bağlayıp ata binmek istedi.
Fakat eyerin kolanı çözülerek aşağı düştü. Tekrar ata binip
yola koyulunca, Çelebi: "Bu adam başsız gidiyor, eğer öldü­
rülınezse şaşılır," dedi. Bütün arkadaşlar da, kutsal türbenin
8/90 ARiFLERiN MENKIBELERi 311
kapısında durmuşlardı. Hepsi o dervişin başsız gittiğini hissedilir
bir şekilde gördüler. Dört gün sonra Eşrefoğlu'nun, Semerkand'lı
Nureddin'i öldürdüğü haberi geldi. Eşrefoğlu,
Mehmet Beyin (Allah rahmet etsin) yanında Tıraz! adında fazıl
ve meşhur bir şair vardı. Bu adam, Nureddin'in, birlikte
bir çok seyahatler yaptığı eski arkadaşlarındandı. Bu biçare
şaır, o eski dostunu evinde misafir etmişti. Aralarında vaki
olan bir muhabese sonunda Nureddin, tabiatındaki alçaklıktan
dolayı sairi öldürdü. Bu haber, Esrefoğlu'na erişince canı sıkıldı.
Şehirin müftüleri, öldürenin öldürülmesi için fetva verdiler
ve derhal onu da öldürüp bir yere gömdüler. Çelebi, bunu haber
aldığı vakit: "Biz bu adamı dostlarımız için kurban ettik.
Çünkii o, bizim dostlarımızın aleyhinde bulunan nefsi kudurmuş
bir köpekti,'' dedi. Bunun üzerine bütün dostlar, baş
koyup ibret gözyaşlarına daldılar ve Çelebi'nin bu gayret ve
kudreti karş.ısında şaşa kaldılar. Eşrefoğlu da, bundan dolayı
bir çok hizmetlerde bulunup Çelebi'den özürler diledi. Çelebi
de cevabında: "Siz bu işte Allah'mn elinde bir alettiniz. Allahnın
iradesi böyle idi ki, böyle oldu. Onun başına gelen belanın
sebebi velilerin gönüllerinin kırılması idi," dedi ve şu
beytin yazılmasını emretti:
Kim benim hareketimin yanında eğri hareket eder?
se, Anka da olsa, onu öldürürüm.
(90) Hik aye : Ahrarın ileri gelenlerinden nakledilmiştir:
Çelebi hazretleri Tokat şehrine geldiği vakit şehrin ileri
gelenleri, sultanların hanımları ve Pervane'nin kızı son derecede
saygı gösterdiler. Orada çok itibarlı ve bilgin bir şeyh
vardı. Ona, meşhur Şeyh Bahaeddin-i Cendi derlerdi. Zira
bütün din, yakin ve tasavvuf ilminde şeyhti ve eşi benzeri yoktu.
Takva, riyazet ve dindarlıkta tecessüm etmiş bir melek
ve ruhtu. Onu, Hankah-ı Hoca Münir'e şeyh yaptılar. Bütün
din bilginleri, şeyhler, emirler ve ileri gelenler bu posta oturtma
töreninde toplanmışlardı. Bu Hankah'ın Pervane'nin kızı
ile ilgisi vardı. Bunun için o, şeyh Bahaeddin'i, hakiki bir
şeyhzade ve Allah elçisinin halifesinin canı olması hasebiyle
mutlaka Çelebi Arifin posta oturtmasını istedi. Çelebi hazret-
312 AHMET EFLAKİ 8/91
leri adeti veçhile bu mecliste de h azine gibi bir köşeye çekilmişti.
Soaler, Şeyh Bahaeddin'i ortaya getirdikleri vakit, Çelebi'nin
elini öpmeden el çabukluğu ile onu baş köşeye oturttular
ve tekbir getirdiler. O aziz (Şeyh Bahaeddin) de, Çelebi
Arif'e gaflet göstererek ilahi bilgiler ve sözler söylemekle meş­
gul oldu. Nihayet hafızlar Kur'an okuyup ve gılyendeler de
gazeller söylemeye başlayıp, şeyhlerin, bazıları dehşetinden,
bazıları da kibirlerinden ve aleyhtarlıklarından hiç bir harekette
bulunmayınca Çelebi birdenbire bir feryad ile yerinden
fırlayıp kalktı ve sema meydanında dolaşıp şu beyti söyledi:
Gaza davulunu çaldılar. Bu anda arap atlarının
sırtındaki palanlar harekete geleceklerdir.
Bir kaç büyük sofiyi alıp yere vurdu. Tokatlı şeyhzade ve
daha bir kaç kişi tabhaneye kaçtılar ve şeyh Bahaeddin: "Vallahi
benim haberim yoktu. Bu benim kabahatim değildi, af
buyurun," diyerek çaresiz kalmış bir adam gibi yere kapanıp
kapanıp ağlıyordu. Çelebi: "Olan oldu. Şimdi pılı pırtıyı toplayıp
gitmeye bak," dedi. O da bir ah çekerek düşüp bayıldı.
Çelebi şu rubaiyi okudu:
Bilgi (ilimle) ile halka kılavuzluk etmek ve yumuşaklıkla
(ilimle) halk ile düşüp kalkmak hoş­
tur. Sen ?sla bilgisiz kılavuzluk edemezsin. Kıla·
vuzluk büyük bir iştir.
İşte bu ilim bizim Ledün! olan ilmimizdir; medrese ilini
değildir. Bunun üzerine hepsi baş koyup insafa geldiler ve
şeyh Baheddin, Allah'nın kazasına razı olarak tam bir doğ­
rulukla mürid ve kul oldu ve: "Madem ki bu dünyadan gideceğim
hiç olmazsa lanete mazhar olan bir kul gibi değil, inayete
mazhar' olan bir kul gibi gideyim," dedi. Bahaeddin bir
kaç gün hasta oldu ve on üç günde Allah'nın rahmetine kavuştu.

(91) I-! i k ay e : Sırların katibi ve Ahrar'ın ihli'ıs sahibi
kulu Eflaki (Allah muvaffak etsin) rivayet eder ki: Bir gün
Ladik'e giderken ben miskinden bir hata sadır olmuştu. Bunun
üzerine Çelebi birdenbire bana bir baktı. Hemen o anda
8/91 ARiFLERiN MENKIBELER:i: 313
halim değişti ve bende titreme ile birlikte şiddetli bir sıtma
(teb-i muhrıka) peyda oldu. Hayale döndüm. öyle bir hale
geldim ki benim için yaşamak imkansız (gibi) gözüktü. Beni
Cehennemde baş aşağı astıklarını ve oradan · tekrar çıkardıklarını
gözümle gördüm. Ben, o hazretin ayrılığından yandım.
Sık sık Azraili önümde tecessüm etmiş bir halde görüyordum.
Ne kadar yalvarıp yakarıyordumsa da Çelebi hiç iltifat etmiyor
ve beni iyadete gelmiyordu. Tam kırk gün o amansız betaya
müptela oldum. Kurban bayramının arife gününde Kütahya'
ya geldiğimiz vakit, ben biçare, zaviyenin bir köşesine çekilmiştim.
H araret o dereceyi bulmuştu ki, kımıldamaya ve
konuşmağa hiç mecalim kalmamıştı. O bitkinlik içerisinde ağ­
layıp inlemekle meşguldüm. Birdenbire Çelebi'nin baş ucunda
durup gülümsiyerek bana inayet nazarını saldığını gördüm.
Bana: "Kalk iki kulağını tut, üç defa yukarı sıçra ve şu şiiri
oku!" dedi.
Şiir:
"Onlar, ey Rabbinıiz biz, kendi nefislerimize zülmettik"
dediler (K., VII, 22). Zulüm gitti. Merhamet
et. Senin merhametin hudutsuzdur •125
Ben ölmüş kulun eline bir nar verdi ve: "Mesnevi oku
ve sema ile meşgul ol," dedi. Ben, o anda o hastalığın benden
tamanıiyle geçtiğini, sanki öyle bir hastalığı hiç görmemişe
döndüğümü ve yeniden dirildiğimi gördüm. Ben sağ oldukça
o dergahın hizmetinde koşan kullardanım.
Şiir:
Şükür, mürid için bir av, kul için bir bağdır. Yalnız
Allah'nm istediği olur.
O ne buyurursa "işittik ve itaat ettik de" (K., il,
285). Her korktuğun şeye karşı senin yarduncın
odur.
Ondan, her anda bunun gibi keramet ve velayet eserlerinin
binlercesi zuhur ederdi. Fakat hazan bunları gösterir,
bazan da yabancılardan gizler, sırlara mahrem olanlara açıklardı.

314 AHMET EFLAK! 8/92
(92) H i k ay e : Feteyanın örneği, zarif arkadaş ve
kerim dost şeyh Begi (Allah rahmet etsin), Konya rindlerinin
ulularından ve Sultanlar ve meliklerin nedimlerindendi.
Sultanlarla düşüp kalkmada, bu şekilde hareket edenlerin sultanlarından,
Çelebi hazretlerinin de has muhiblerindendi.
Çünkü onlar, Çelebi'den türlü türlü kerametler ve zarifeler
görmüş, ona iman etmişlerdi. Bir gün hikaye etti ki, Sultan
Veled ve Çelebi hazretlerinin arasında bir soğukluk oldu. Birbirleri
ile sohbeti kesmiştiler. Fakat Veled hazretleri yine
kendi Arif'ini özledi. Beni çağırdı. Bir çok inayetlerde bulunduktan
sonra bir vesile bularak "Bu gün mutlaka bir vesile
ve bahane ile Arif'i mübarek ve mukaddes türbeden alıp getir
de size bir ziyafet vereyim. Ortadaki soğukluğun kaldırılması
da vacib olan şeylerdendir," dedi. Ben de tam bir istekle
baş koydum ve Çelebi hazretlerine bildirdim. Ben ve Çelebi
hazretleri bütün türbe ve arkadaşları ile birlikte Sultan Veled
hazretlerine gittik. Medresenin kapısından içeri girince, Çelebi
baş koydu ve V eled hazretleri de onu karşıladı, yüzünü
onun yüzüne sürdü. Arif Çelebi'nin yüzünü, saçını ve alnını
öptü ve sıkıca kucakladı. Nihayet arkadaşlar bağırıp çağırdılar
ve saçılarda bulundular. Sultan Veled şu rubaiyi söyledi:
Tarikatte sabit kadem olanlar bir kimse ile dostluk
aktettikleri vakit önemsiz bir hata yüzünden
dosttan el çekmezler. Bu su ve toprak ülkesinde,
kendisinden bir hata sadır olmıyan kimse diinyaya
gelmemiştir.
Derhal Çelebi hazretleri de babasına cevap olarak şöyle
buyurdu.
Şiir:
Senin işaret okun hiç hata yapmaz. Mutlaka hedefe
isabet eder. Biri hata yaparsa da onu bağışlarsın.
Ondan sonra Sultan Veled emretti. Hazmı kolay ve gü­
zel yemekler hazırladılar. Çelebi hazretleri de başını önüne
eğmiş, utancından ve edebinden babasının gözü önünde yemek
yiyemiyordu. Bunun üzerine Veled hazretleri kalktı, sof-
8/93 ARiFLERiN MENKIBELER! 315
radan uzak bir yere gidip, mustanzerin üzerine çıkıp oturdu
ve: "Dostlar rahatça yemek yesinler, bana bağlanmasınlar,"
dedi. Sofrayı kaldırdıktan ve gazel!er okunduktan sonra Sultan
Veled: "Ah! Begi, bizim Arifin iyi amellerden bahsettiğini
ve musiki ilminde büyük nasibi bulunduğunu, diğer fenlerde
de mahir bir insan olduğunu işitiyorum. Şimdi bir peş­
rev, bir nevbet, bir basit söylemesini ve bir teranede bulunmasını
istiyorum," dedi. Arif Çelebi de sık sık baş koyuyor
ve utanıyordu. Nihayet iki üç defa tekrarlayıp: "Benim için
mutlaka bir nevbet söylesin," diye israr etti. Bunun üzerine
Çelebi "O halde aletsiz olamaz. O makama iilet Iazımdır,"
dedi. Veled hazretlerinin vecdi ve sevinci arttı ve: "Artık,
ben çok zayıfım, sizinle arkadaşlık edemem, aleti bulmak benden,
MI de sizden. Fakat sizin rahatça kendi şevk ve zevkı­
nizde olmanız için benim, köşkün bir köşesinde oturmam lazımdır.
Siz, sık sık bir şeyler söyleyiniz de ben de dinleyip
memnun olayım," buyurdu. "Kadir gecesi bin aydan daha
hayırlıdır" sözü gereğince o gece Veled hazretlerinin huzurunda
öyle bir sohbet oldu ki yazılıp anlatılamaz. Mela-i Ata'nın
Kerrı'.'ıblleri, o sultanın kerrfıbilerini görünce dudaklarını ısırdılar
ve Ruhu'l-Kuds: "Keşki ben de onlarla beraber olsaydım,"
dedi.
(93) Yine arkadaşların uluları rivayet ettiler ki: Ay
başı olup ta yeni ay ufukta görününce Veled hazretleri: "Arifi
çağırın da yeni ayı onun yüzünde göreyim. Çünkü onun yüzü
faniler ve dirilere uğurludur. o, mübarek alemden gelmiş, mü­
bareklik içinde yaşıyor. Onun mübarekliği Yasin ve Tebareke'dendir"
derdi. Ve ay'ı görünce Arif Çelebi'nin mübarek
gözlerine öpücükler kondurup şu gazeli tamamiyle okurdu:
Saklanma. Çünkü senin yüzün bize mübarektir.
Seni temaşa etmek bütün canlara mübarektir.
Bu gece senin arzunla arkadaş olan her gönülün
yarının, mübarek olacağını gerçek olarak bil.
Ve daima Veled hazretleri Çelebi Arife "Şeyhu'l-Ervah
_ Ruhların şeyhi" diye hitap ederdi. Onu uzaktan görünce:
"Ruhların şeyhi geliyor," diyerek çok ikramda bulunurdu.
316 AHMET EFLAKİ 8/94
(94) Y i n e n a k 1 e d i 1 ro i ş t i r ki: Bir gün tasavvuf
erbabı Akşehir'de büyük bir külfete girmiş. Çelebi hazretleri
için büyük bir toplantı tertip etmişlerdi. Dışarı çıkıp ta
Mevlevilerin zaviyesine gittikleri sırada halifelerin sultanı
Ahi Musa (Allah rahmet etsin) baş koyup: "Bu dervişler, ne
biçim kavimdirler. Onların halleri nedir?" diye sordu. O da
şöyle dedi: "Hoş insanlar, resmi ve dış görünüşe saplanmış
insanlardır. Fakat Allahsız oturmuşlardır. Kendi sırrından
haberi olmayanın Allahdan da haberi yoktur ve 'O sizinle
beraber örtülüdür' (K., L, 57, 4) hakikatinden de habersizdirler.
Allah ariflerinin yanında Allah'yı bilen Allah'yı çağıran
değil, Allah'yı görendir.
Şiir:
Allah çağıranın ruhu öldü. Allah'yı bilenin cam
ulaştı.
Çünkü bizim dostlarımızın ruhları Allah bilicidirler ve
bizim tarikatımızda bilgin, Allah'yı bilen adamdır. Allah'yı
çağıran değil.
Şiir:
Kimse aklı, akıl olmadan gerçek olarak bilemez.
O halde bundan kimin Allah'yı bilen olduğunu anla.
Ve yine Allah ile olmanın ve Allah'ya yakın olmanın alametleri
vardır. Her ne kadar Allah'nın beraberliği (maiyeti)
bütün eşyaya şamilse de, tamamlayıcı, mükemmel bir olgunun
beraberliği başka bir şeydir. O has beraberlik, peygamberlerin
ve velilerin hususiyetlerindendir. Nitekim büyük babam buyurmuştur:

Şiir:
Sen Allah'nın yakınlığından, tabak yapanııı tabaktan
uzak olmadığını anlıyorsun.
Velilerin yakınlığının yüzlerce keramet, iş ve
meşguliyet tuttuğunu görmüyor musun?
Davud'un elinde demir, mum; senin elinde ise,
mum demir olur ••
8/95 A.RiFLERiN MENKIBELERİ
Yaratma ve nzk verme yakınlığı herkese şamildir.
Bu ulularda aşk vahyinin yakınlığı vardır.
Ey baba! Yakınlık türlü türlüdür. Güneş dağa,
ve altma vurur. Fakat güneşin altınla öyle bir çeşit
yakınlığı vardır ki, söğüdün ondan haberi yoktur.
Kuru ve yaş dal güneşe yakındır. Güneş her
ikisinden nasıl gizlenir.
Fakat nerede yaş dalın o yakınlığı ki, sen ondan
olgun meyva yersin.
Kuru d?lm o güneşin yakınlığından, daha çabuk
kurumaktan başka tazeliği nerede?126
Allah'mn beraberliği herkese şamildir. Sen onun
haberi olana verdiği maiyeti, beraberliği ara.127
317
Bu fikirler, vuslat nasip olmadan kendilerini vuslata ermiş
gibi tasavvur edenlerin fikridir. Bunlar, maiyetin Ma'ı
mei'n (temiz akan tatlı suyundan)'ninden tatmayıp şiddetli bir
susuzluk içinde kendilerini suya kanmış gibi gösterirler ki mü­
ridler onların gururlarının mağrur mukallidleri olsun ve hakiki
velilerin yakınlığından mahrum kalsmlar. Onların bizim zamanımızda
acınacak bir hale gelmeleri ve inkarlarının uğursuzluğundan
taşlanmaları ümid edilir. Çünkü bizim hanedanı­
mız rahmet kaynağı ve kerem madenidir. Bu hazretin nurunun
gözükmesi de, kabiliyetsizlere kabiliyet vermek içindir.
Yoksa kabiliyeti olan kimseler için değildir."
Şiir:
Belki kabiliyet şartı onun bir vergisidir. Vergi,
öz; kabiliyet de onun kabuğudur.128
(95) Yine büyük babam bir gün mest olmuş ve yakınlık
nurlarına dalmış bir vaziyette buyurdu:
Şiir:
Lanetlikler yaralanmışlar, rahmetlikler sıçrayıp
kurtulmuşlar. Biz lanetlik olan kavmin arkasından
geldik.
Nitekim Peygamber (Selam onun üzerine olsun): "Benim
şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir"
318 AHMET EFLAK! 8/96-97
buyurmuştur. Bütün dostlar baş koyup şenlikler yaptılar.
(96) H i k a y e : Zarif arkadaşlar ve yakın dostlar rivayet
ettiler ki: Bir gün gönül sahibi, bilgin, fakir bir kadın,
Çelebi hazretlerinin ziyaretine gelmiş ve bir hayli de nimet,
hediye ve elbiseler getirmişti. Uzunca bir sohbet ve candan
bağlılıktan sonra bu kadın: "Kıyamet gününde biz zavallıların
durumu nasıl olacak ve bizim akibetimiz o dünyada ne olacak?"
diye sordu. Bunun üzerine Çelebi: "Yüce Allah bir inayet
buyurur, sen de Cennet-i Berine'e gidersin. Cennetin hurileri
sizin hizmetçileriniz olacak," diye cevap verdi. Kadın:
"Lütfu sayesinde bizi darü'l-makama sokan Allahya hamdolsun.
Daha başka ne olacak?" dedi. Arif Çelebi: "Renk renk
hulleler giyecek, kıymetli şaraplar içecek ve iyi bir hayat sü­
receksin," buyurdu. Kadın tekrar: "Başka ne olacak?" diye
sordu. Arif Çelebi: "Hergün müminler, dervişler, Peygamberlerin
ve velilerin, mes'udların, şehidlerin ve salih dostların ziyaretine
gidecekler. 'Orada nefislerin istediği ve gözlerin lezzet
aldığı her şey vardır' (K. XLIII, 71) ayetinde tavsif edilen
Cennette işretlerde bulunacak çıkıp gezinecekler," dedi. Kadın
yine: "Başka ne olacak?" diye sordu. Arif Çelebi: "Sonunda,
Allah'nın yüzünü mü?ahede edecekler, öyle ki, 'Allah­
nın velileri için hazırladığı bir şarap vardır' sözünde geçen
temiz şaraptan sonsuz seneler sarhoş olacaklar ve o ebedi hoş­
luk içinde kendilerinden geçeceklerdir," dedi. Kadın yine:
"Başka ne olacak?" diye sordu. Çelebi: "Huld-i Berin'de bulunan
son nimet, kudretten yaratılmış minare boyunca tenasül
aletleri olacak ve bunlarla dul ve işve ile dolu olan fakir kadınlar
tatmin edilecekler; 'yanımızda da çoktular' (K. L, 34)
ayetinde buyurulan nimetle lezzet alacaklar ve rahat edecekler,
bundan daha hoş bir iş ne olabilir?" buyurdu. Bunun üzerine
o samimi kadın hemen baş koydu ve giydiği ne varsa
guyendelere bağışlayıp sevinerek gitti.
(97) H i k a y e : Y i n e Çelebi hazretleri Larende
şehrine ulaştığı vakit halifelerin kendisi ile övündüğü Kalemi'
nin oğlu Ahi Muhammed beyden başka bütün büyükler ve
emirzadeler iradet getirip mürid oldular. Ahi Muhammed bey,
o zaman üzerinde bir kabası ve altında atı olan bir delikanlı
8/98 AR1FLERiN MENKIBELERİ 319
idi ve veliler dünyasından uzaktı. Tekrim edilmiş arkadaşlar
ondan daha önce doğdukları için ihtiyar olmuş ve zayıflamış­
lardı. O, arkadaşlar arasında her tarafa koşuyor, çeviklik gösteriyor
ve hararetle hizmetlerde bulunuyordu. Çelebi hazretleri,
onu yanına çağırıp: "Etrafında büyük bir kalabalık görü­
yorum. Bundan sonra ihlfts kemerini beline bağlayıp bu kavmin
başı olman ve hizmetlerde bulunman lazımdır. Git bir zaviye
yap. Bizim aşk semamızla meşgfıl ol," buyurdu. Muhammed
bey, derhal baş koyup mürid oldu. Fereci giydi ve o
derecede ilerledi ki, o diyarın münkirlerini Çelebi'nin kuvvet
ve inayeti ile yendi. Böylece Çelebi hazretlerinin maklıl kimselerinden
oldu ve dedi:
Şiir:
Aşkla yetiştirdiğim her mürid feleğin okundan ve
Mirrih'in temteninden kurtulur.
(98) Hikaye : Yine kardeşlerin uluları şöyle r i -
v ay e t e t t i 1 e r ki: Tasavvuf ehlinden ve ilmine göre
hareket eden bir bilgin olan şeyh Nureddin-i Bimaristani,
Konya başkentine gelince şehrin müridleri onun huzuruna nail
oldular. O, kibiri sebebiyle Veled hazretlerini ziyarete gelmedi
ve onun sohbetine nail olmadı. Bunun üzerine Veled hazretleri:
"O hast2haneden (Bimaristan) geliyor. Doktorun hastaya
gitmesi lazımdır," buyurdu ve kalkıp bütün dostlarla birlikte
salına salına şeyh Nureddin'i görmeye gitti. Nureddin
utancından gizlendi. Sabahleyin erkenden mukaddes türbeyi
ziyarete geldi ve: "Böyle bir sultanın türbesinin üzerine bir ev
yapmak yakışık almaz," dedi. Çelebi hazretleri büyük bir kızgınlık
göstererek: "Sen meleğe bak, mülke bakma. Melekler
aleminden mahrum kaldıktan ve erlerin saltanatına ulaşmadıktan
sonra istediğin kadar bu mülk aleminde cahilce tasarrufta
bulun; iyice bil ki, bu alemde tasarruf ehli mülklerin sahibini
temaşadan örtülüdür," dedi ve şu beyitleri okudu:
Taun erlerine erişince sessizce otur. Kendini o
halkaya (yüzüğe) taş yapmağa kalkma.129 Gözü
açıkların önünde susmak senin faydan icabıdır.
320 AHMET EFLAKİ 8/99-100
"Susunuz" (K., XLVI, 28) hitabı bunun için gelnıiştir.
Gözü açıkların önünde hakikatten haber
vermek hatadır. Bu bizim gaflet ve noksanımızın
delilidir •130
Bundan sonra şeyh Nureddin-i Bimaristani gönlü ve hatırı
kırık bir vaziyette dışarı çıkıp gitti.
(99) Y ine Mevlana Selahaddin Edip hazretleri (Allah
rahmet etsin) hikaye e t ti ki: Şeyh Nureddin, Veled
hazretlerini ziyarete gelmeyince, Veled hazretleri merhamet
buyurup onu ziyarete gitti ve fakat seyahate çıktığı için onu
evde bulamadı. Çelebi Arif'ten: "Onun durumu nasıldır ve nasıl
bir adamdır?" diye sordu. Çelebi Arif: "O, ne arayan ne
de aranılan bir insandır; çünkü eğer o hakikati arayanlardan
olsa idi sizden daha iyi sevilen ve aranılan bir kişiyi nerede
bulurdu. Eğer aranılan insanlardan olsa idi, siz onu arardınız.
Çünkü sizden daha iyi arayan bir aşık dünyada yoktur?" dedi.
Veled hazretleri bunun üzerine: "Aferinler." deyip onun gözlerine
öpücükler kondurdu ve büyük bir sevinç gösterip şu
gazele başladı:
Ey oğul! Sen ilim hazinesisin, aşk madenisin ve
fakirlik nurusun. Sadef gibi bedende cevherlerle
dolu bir lôtuf denizisin. tlah "
(100) Hika ye: Asırların yetiştirdiği nadir kişilerden
olan insanların kerimleri şöyle r iv a y e t e t t i 1 e r ki:
Çelebi hazretleri, son seferinde Larende'den Aksaray kazası­
na gelince şehirin uluları ve oranın şeyhleri türlü semalar tertip
edip, iz'az ve ikramda bulundular. Arif Çelebi on güne
yakın orada kaldı. Bir gece mübarek başını yastığına koyup
durmaksızın inledi ve ah ederek uykuda ağladı. Sabahleyin
gerçek bilgi sahibi arkadaşlar bunun sebebini sordular. O da:
"Acaib bir rüya gördüm, güzel sesler işittim. Gördüm ki, bir
çardakta oturmuş, pencerelerinden bir bahçeye bakıyorum.
Bu bahçe öyle bir bahçeydi ki 'Hiç bir gözün görmediği ve
hiç bir kulağın işitmediği' sözü bu bahçenin sıfatı .idi. öyleki
Cennet-i Berin o bahçeyi kıskanırdı. O bahçenin nehirlerinin
8/100 ARiFLERiN MENKIBELER! 321
kenarında çeşitli ağaçlar, renk renk yemişler, kokular ve çi­
çekler vardı. Ağaçların yaprakları, o kadar kesifti ki güne­
şin ışığı o bahçenin toprağına düşmezdi. O kesif gölgede celal
sahibi ruhaniler ve güzel yüzlü huriler salına salına yürüyorlardı.
O gül bahçesinin ırmağı kenarında da Hüdavendigar hazretlerinin
dolaştığını gördüm ve kendi kendime: 'Bizim Hüdavendigar
hazretleri burada ne yapıyor?' diyerek bu halin güzelliğinden
hayrete düştüm. Bunun üzerine Hüdavendigarın mü­
barek eliyle bana: 'Arifl orada ne yapıyorsun? ikamet mühleti
sona erdi. Benim bulunduğum taraflarda ne dünyalar görür
ve ne ruhani güzeller müşahede edersin!' diye işaret etti. Ben,
o davetin lezzetinden ve o cennetin letafetini seyretmekten
dolayı inleyip ahlar çekiyordum. Şimdi pılımı pırtımı toplayıp
göklere götürmem ve helal olan celili kadehinden tatmam
zamanıdır," dedi ve şu beyti okudu:
Soyunacağım ve cismimi bırakıp baştanbaşa ruh
olacağım zaman geldi. 131
Bu tenin sureti giderse, gitsin. Ben kimim? Bu
beden sureti ortadan kalksa da ben yine bakiyim.132
Bunun üzerine ikinci gün Koya'ya hareket etti, şehirc
gelince mübarek mizacında ufak bir arıza peyda oldu. Bu
keyifsizlik günden güne arttı. Sabahleyin evden çıkarak mukaddes
türbede durdu, bir müddet hiç konuşmadı. Arkadaşların
hepsi Çelebi'nin karşısında saf bağlamışlardı. Tesadüfen o
günü de 719 h. / 1 320 m. yılının Zi'lkade ayının son cuması
idi. Birdenbire güneş doğudan altın bir top gibi kudret çevganından
felek meydanında oynamaya başladı ve bir mızrak boyu
yükseldi. Çelebi buyurdu:
Veliler, güneşlerin güneşidirler. Güneş onların
nurundan ışığım aldı.
Bir an sonra: "Ben, bu alçak dünyadan usandım. Ne zamana
kadar bu güneşin altında toz ve dert içinde yuvarlanıp
gideceğim? Ferkadan yıldızının tepesine ayak basmam ve gü­
neşin üzerine çıkmam, feleğin başbuğlarının başı üzerinde şakımam,
renkten renge giren di.inyadan tamamiyle kurtulmam
zamanı geldi," dedi ve şu beytleri söylemeğe başladı:
F: 21
322 AHMET EFLAKİ 8/100
Her an sağdan soldan aşk sesleri geliyor. Biz
göklere gidiyoruz. Kim bizimle oralan görmek sevdasındadır
.Biz zaten göklerde idik, meleklerle arkadaşlık
ediyorduk. Yine hep oraya gidelim, çünkü
bizim şehirimiz orasıdır. tıah ...
Gazeli sonuna kadar okudu ve dolaştı. Onun hizmetinde
bulu nan ve onun celal cemaline bakan arkadaşlar hep birden
feryad ederek ağladılar. O: "ölmekten başka çare yoktur, fakat
hayatta oldukç.a daima kendi içimde ve dışımda gezmek,
seyahatler etmek istiyordum. Çünkü ruhlar, iş güçleri olmadan
cesetler aleminde, ufukların acaib ve nefislerin garip şeylerini
seyretmek, bilgi ve yakin elde etmek için kalırlar. Bu halde
ben, bu bedenin ağırlığı sebebi ile kımıldamak ve hareket etmekten
aciz kalmışım ve hiç de seyahat edemiyorum. Hiç olmazsa
ahirete göçeyim. Bu dünyada benimle gönlü bir, h:::mdert
ve bana munis olan bir kimse kalmamıştır. Benim hem
derdim, bizim Mevlana ve babam hazretleri idi. Ben onların
ayrılık acısı içinde ne zamana kadar bu hoş olmayan mihnet
sarayında külfetle memnun olayım. Hüdavendigar'ın yüzünü
görmek arzusundayım. Mutlaka gideceğim," dedi. Sonra hemen
bir bağırdı ve nazlı nazlı evine girdi. Evde yavaş yavaş
inlemeye başladı. Bundan sonra durumuna bakmadan, Cuma
namazına giderek şerefli mukaddes türbeyi şereflendirdi ve o
hazretin nurlarından inayet teşrifini giyip sema'a şeref verdi.
O günü tam bir yücelikle o kadar heyecanlar gösterdi ki yazıya
sığmaz. Sema'da şu rubaiyi söyledi:
Gönlü dinlendiren o sevgilinin diyarına gitmek ve
kendi varlığından çıkmak lazımdır.
O ayın yanına küstahça gitmek doğru değildir.
Ona san bir çehre, ıslak bir gözle gitmek lazımdır.
Ve sema'dan çıkıp bir mezarın bulunduğu yerde uzun zaman
uyudu. Sonra: "Bir kişinin türbesi, onun gömüldüğü yerdir.
Benim vücudumun hazinesi de buraya gömün," buyurdu.
Kıyamet gününün eşi olan o günde, bir kıyamettir koptu. Ulvi
ve sufli alemin sakinleri feryad ettiler. Cumartesi günü, o ağır
8/100 ARiFLERiN MENKIBELER! 323
hastalığın ızı, Arif Çelebi'nin mübarek yanaklarında göründü.
Sağlık ve hastalık birbiri ile döğüşmeye başladı. O zahmetler,
aşağı yukarı 25 gün sürdü ve Zi'lhicce'nin yirmi ikinci gü­
nü yer kuvvetle sarsıldı. Sarsıntı arka arkaya devam etti. O
derecede ki, bir çok duvarlar yıkıldı ve evin ocağı düştü. O yer
sarsıntısı üç gün arka arkaya sürdü. Konya'da bir abdal vardı.
Bu abdal Hoca Fakih Ahmed'in yerine geçmişti ve Çelebi'
nin muhiplerindendi (Allah'nın rahmeti her ikisinin üzerine
olsun). Kırk yıl toprakta oturmuş, kendi yerinden hiç kımıldamamıştı.
Kış ve yaz aynı yerden ayrılmadı. Ona "Daniş­
mend" diyorlardı. Çünkü o, başlangıçta medrese talcbesindendi
ve bu dünyanın bilinmeyen şeylerini bildirmekle mugayyebfı.tın
iyilerinden haber vermekle şöhret bulmuştu. Bu adam
feryad ederek: "Yazıklar olsun! Konya'nın mumunu götürü­
yorlar. Dünya birbirine karışacak, ben de o sultanın arkasından
gideceğim," dedi. Zelzeleler biribirini takip edince Çelebi hazretleri:
"Göç etme zamanıdır. Yerin de bizim vücudumuzun
lokmasını yemek hevesi ile nasıl tepinip durduğunu görmü­
yor musunuz? O yağlı bir lokma istiyor," dedi ve şu beyti okudu:

Mezar toprağı, vücudumü bir lokma gibi yiyince,
canım göklere uçar. Çünkü ben cisim değil, nurum.

Bundan sonra: "Suphanallah ne acaib kuşlar peyda oldular,"
buyurdu. Ve bir an mübarek nazarını o ruhların kuş­
ları üzerine dikti ve sık sık uçacakmış gibi yapıyordu. Acaib
hareketlerde bulunuyor ve işaretler ediyordu. Dostlar sıkıntı­
ları ve çaresizlikleri yüzünden çığlık koparıp ağladılar. Küçük
ve büyük, kadın ve erkekler büyük bir telaşa düştüler. Bunun
üzerine Çelebi: "Hiç gam yemeyiniz. Nasıl bizim bu fı.leme
düşmemiz sizin işleriniz içinse, yok olmamız da yine sizin
içindir. Bütün hallerde yine sizinleyim, sizsiz değilim. öteki
dünyada da sizinle olacağım. Bu dünya sarayından ayrılmak
zaruridir. Ayrılıksız bir vuslat ve ayrılıksız bir toplanma (ancak)
öteki dünyadadır. Tam bir huzur içinde beni yolcu ediniz,
her ne kadar görünüşte bir kaybolma olacaksa da haki-
324 AHMET EFLAKİ 8/100
katte, sizin hakikatinizden uzak değilim. Bu ise, kaybolma de­
ğildir.
Şiir:
Görünüşteki kaybolınada pişmanlık olmaz; fakat
eğer bir an seni anmazsam o zaman pişmanlık
olur.
Kılıç kınında kaldıkça kesmez. Sıyrıldığı vakit onu gör.
Bu günden sonra gaib perdesini yumruklarımla öyle yırtaca­
ğım ki onun sesi, kulağı işiten arkadaşların kulaklarına erişecek,"
dedi. O, bu sözleri söylediği sırada sevgili ve meşhur
veliler sülalesinden gelen, peygamberlerin nurlarının varisi
ulu Şahzade ve Çelebi Emir Adil (Allah her ikisinin ömrünü
uzatsın), kapıdan içeri girip babalarının yanında oturdular.
Ben toprağa mensup kul Eflaki ağlayarak baş koydum ve:
"Çelebi hazretleri mübarek bir sefere çıkıyor. Mana dili ile
ey Allahm! beni ölüm ve ölümümden sonra kutlu yap buyuruyor.
Bu şeyhzadeleri kime emanet edeceksiniz ve ne vasiyette
bulunacaksınız?" dedim. O: "Onlar Hüdavendigar'a
aittirler. Bizimle ilgileri yoktur. Onların tasasını o hazret çeksin,"
buyurdu. Sonra ben: "Yetim ve öksüz kalan ben zavallı
garip ne yapayım nereye gideyim?" diye sordum. Arif Çelebi
de: "Mübarek Türbenin hizmeti ile meşgul ol. Seni korumaları
için o hizmeti muhafaza et. Bir yere gitme. Sana baba ve
atalarımızın menkıbelerini toplayıp yazmanı söylemiştim ya.
1ste bu işle meşgul ol. Onu tamamlamayı ihmal etme ki, bizim
Hüdavendigar'ın yanında yüzün ak olsun, veliler de senden
memnun kalsınlar," buyurdu. Bütün arkadaşlar ağlayarak
şaşkın bir vaziyette gaib ve şehadet aleminin bilgininden ne
varid olacak diye titriyorlardı. Hemen mübarek gözlerini açıp
şu rubaiyi söyledi ve uyudu. Suret kayboldu ve mana gizlendi.
Şiir:
Ey güzel yüzü ile bütün dünya güzellerine hasret
çektiren ve ey iki kaşı aşıkların kıblesi olan! Ben
senin güzellik ırmağına çıplak dalabilmek için be­
şeri sıfatlarımdan sıyrıldım.
8/100 ARtFLERtN MENKIBELER! 325
Dedikten sonra: "Allah! Allah! Allah!" diyerek bir ah
çekti ve şu beyitleri buyurdu:
Bütün deniz bana zat ve bütün zerrelerin cemali
bana aydın olunca ben aşk yolunda bütün vakitlerimin
bir vakit olması için mum gibi yanıyorum.
Böylece öğle ile ikindi arası Asr (K., CIII) ve Nas (K., CX)
surelerini okudu. 719 h. yılının Zilhicce ayının yirınidördüncü
Salı günü tam bir sevinç içinde ebedi ve ilahi nurlu aslına
göçtü (5 kasım 1 320). "Ben her şeyi melekfüu elinde olan
Allah'yı tenzih ve tesbih ederim. Siz hepiniz ona dönüp gideceksiniz"
(K., XXXVI, 83). Onun her şeyi kavrıyan kutsal ve
dertli ruhu Allah'nın zat nurunun denizine daldı.
Şiir:
O an biraz uzadı. O, canını teslinı etti. O, bir gül
gibi gülerek ve sevinerek solup gitti.
Güneşin num ''Rabbine dön" (K., LX:XXIX, 28)
hitabını işit. Yine hemen kendi aslına döndü.
O nurlan gören göz nura dönüp gitti. Sahralar ve
çöller onun sevdasında kaldı.133
Tabutu hazırladılar. Fakat tabut biraz kısa geldi. Arif
Çelebi'nin vücudu tabuta sığmadı, ayakları dışarıda kaldı. Bü­
tün arkadaşlar feryad ve figan ettiler. Bunun üzerine Allah'nın
kudretiyle onun ayakları kendiliğinden çekildi. Tabutun kapağı
kapandıktan sonra kaldırdılar. O günü, hayli gururlular
ve inkar edenler zünnarlarını koparıp iman ettiler. O günü
tam zemheri günlerinin ortası idi. Şiddetli bir kış hüküm sürü­
yordu. Bununla beraber Konya ahalisinin çoğu başı açık, yaIınayak
idiler. Aşıkların feryadı ayyukun alemine yükseliyordu.
Küçük kıyamet kopmuş, erkek ve kadın birbirine girmişti.
Bu kar ve kışta ipek gibi olan yer, demir gibi donmuş olduğu
halde onun velayetinin ve Allah'mn inayetinin eseri olarak bu
binlerce insandan hiç birine zarar gelmedi ve o seçkin sultanın
himmeti ile kimseye bir elem erişmedi. Bütün insanlar selamette
kaldılar. Zilhicce ayının yirmibeşinci Çarşamba günü
326 AHMET EFLAKİ 8/100
Arif Çelebi babasının yöresinde komşu oldu. Topraktan olan
bedenini temiz toprak dayasma teslim etti. Ve o bilgin bedenin
tanesini onun içine emanet olarak bırakıp orada vadedilen
kıyametin kopmasını beklemededir.
Şiir:
Bir çekirdek, (toprağa) atılınca, büyüyüp ağaç
olur. Sen bu sırn anlarsan, bizimle birlikte kendi·
ni toprağa atarsın.
Allah onun sırrını kutlasın ve onun IUtuf ve ihsanını, onu
sevenlerin üzerine döksün. Bu hal<l kul, o anda irticalen şu iki•
rubaiyi söyleyip Arif Çelebi'nin m übarek turbesi üzerine yazdım:

Şiir:
Cihetler kaydından kurtulan Arif Çelebi, zata ba·
kıp sıfatlardan sıyrıldı. Sonra onun ruhunun Yunus'u
bir balık gibi vücut gemisinden hrlayıp hayat
denizine karıştı.
Diğer:
Eşi olmayan Arif Çelebi, bu dünya köşesine bir
hazine gibi sığındı. Bu alemden (kevnumekandan),
lfunekan alemine göçmeyi seçti. Çünkü bu "ol" konağında
onun yeri yoktu.
Bu alemden göçeceği sırada bir kere daha, tam bir ciddiyetle,
takatım nisbetinde son derecede bir şevk ve zevk ile bu
kitabı tamamlamağa çalışmamı işaret buyurmuşlardı. Allah'
ya hamd ve minnet olsun, yardım ve minnet Allah'dandır, o
hazretin inayeti ile bu latifeler sona erdi. "Allah doğru yolu
göstericidir. Ve yine ona dönülür" (K., XIII, 36).
DOKUZUNCU BÖLÜM
Çelebi Şemseddin Emir Abid Hazretlerinin (Allah
onun zikrini yüceltsin) menkıbelerinin zikri hakkındadır.
(1) Yine toprağa mensup olan bu kul (Eflaki), h i -
k ay e c d i y o r ki: Çelebi Arif hazretlerinin (Allah onun
ruhunu yüceltsin), Çelebi Abid Hazretleri hakkında bol inayetleri
ve hudutsuz llıtufları olduğu için ahır ömründe kendi
tahtını ona teslim edip can verdi. Bu dünyadan gaybu'l-gayb
alemlerine göçtü. Çocuklarının ve müridlerinin bütün işlerini
o ulu kişiye havale etti. Yalnız bunu sözle ve ibareyle değil,
can yolu ve gönül nuruyla yaptı. Bizim Şeyhimizin bütün kardeş
ve çocukları ona hizmet etmek ve saygı göstermek hususunda,
kölelerin, padişahların önünde durdukları gibi sulfık
ediyorlardı. Kereminin çokluğundan ve yaradılışındaki adaletinden
ötürü, daima Allah'dan gayri olan şeyleri terkederek
dünyalık para v.s. elinde ne varsa kendi çoluk çocuğuna ve
müridlerine verirdi. Hepsine hil'atler ve bağışlarda bulunurdu.
Onun zamanında Hatim-i Ta'i cömertlik menşurunu dürmüş,
Abid Çelebi'nin cömertliğine muhtaç olmuştu. Yine Şehzade
ve Çelebi Emir Adil hazretleri, imkanları ve bilgilerinin derinliği
nisbetinde ihl3.s ve iykanla o sultana (Emir Abid'e) ta'zimde
birlik gösteriyorlardı. Bu ikisi, onun ölümüne kadar vefalı
olmakta sebat göstermiş, hizmet ve itikadlarını arttırmışlardır
(Hazretin vefalı dostlarına yüzbinlerce rahmet olsun.)
328 AHMET EFLAKİ
Şiir:
Vefa eden cemaati, bütün sınıflar üzerine çoğalttılar.
Denizler, dağlar, o cemaatin hükmü altına girdi.
Dört unsur da o cemaatin kuludurlar.134
9/2
(2) H i k i y e : Yine toprağa mensup olan bu kul
(Allah onu affetsin) rivayet eder ki: Çelebi Abid hazretleri,
mübarek mevlevi tahtına oturduğu, Veled'in makamını Arir
in nuru ile süslediği ve şeyhlikle meşgul olduğu vakit ihsan
kapılarını açtı, dünyayı terketmede, Sıddık'a yaraşır cömertlikte
yed-i beyza gösterdi. Kendisi kalender mizaçlı, dünyanın
kayıtlarından kurtulmuş bir adam, Ahrar'ın özü, Ebrar'ın örneği
idi. Şöyle ki:
Şiir:
Ey ben ve benim gibi yüzbinlercesi, kendinden bir
arkadaş yapanın kölesi olası.
O daima kendi ruhunu kendine candan bir arkadaş edinmişti.
Aradığı hakikati kendi zatında müşahede ederdi. Ve
daima kendi halinin etrafında dönerek basiret sahiplerine uymaktan
zevk aldığı için taklitçilerin arkasından gitmekle meş­
gul olmazdı. Rindliği sayesinde padişahlara yaraşır bir hayat
sürüyor, yeren münkirlerin ycrmesinden de sakınmıyor, aciz
göstermiyor ve şu beyti söylüyordu:
Bu nza mahallesinde köpeklerin havlamasının se•
bebini bilir misin? Bunun manası, muhannesleri
ondan iirkütmek içindir. Fakat bu yolun aşıkı olan
atlı kahramanın kalbini, mahallenin köpeğinin sesi
hiç korkutmaz.
Tesadüfen o zamanda tekrim edilmiş olan Nuyinzade Timurtaş
b. Çoban (Allah her ikisine de rahmet etsin), 720 h.
yılında Konya'yı fethedip Karamanoğullarını buradan çtkardı.
Konya'ya tabi ve mülhak olan yerleri istila etti. Mağrurları ve
zorbaları itaat altına almaya çalıştı. Ve: "Ben sahipkıran bir
hükümdarım. Hatta zamanın Mehdi'siyim," diye iddia etti.
9/3 ARtFLERiN MENKIBELER! 329
Ona buna bol bol mal vermekte dengi yoktu. Adalette de, ikinci
Anuşirevan idi. Gerçekten dindar ve temiz bir gençti. Rum
ulularının hepsi, bilginler, şeyhler, emirler, ileri gelenler ve
kumandanlar ve daha başkaları ona itaat edip biat etmiş, ona
boyun eğmeği vacip görmüşler ve bu hususta söz vermişlerdi.
Mevlana Necmeddin-i Taşti, şeyhzade Tokati, Kayserili merhum
Zahfreddi'n Hatib, Şeyh Nasir-i Sofi, Mevlana Emir Hasan
Tabib, Niğdeli Kadı Şihab, Kadı Asker Yegan! ve Va'iz
Hüsam-i Barcinliği; her şehirden bir çok kadılar ve bilginlerden
bir cemaat ona boyun eğdi, fedakarlıklarda bulundu. Menfaatlerini
temin etmek için o başbuğ hakkında mübaliiğalı metihler
yaptılar. Ve başkalarını da ona uymağa ve biat etmeğe
teşvik ettiler. Timurtaş hazretleri, tam bir aşkla Çelebi Abid
hazretlerinin ve hanedanın bütün çocuklarının mutlaka bu
cemaatin yoluna girmelerini, iyi ve kötü zamanlarında, hazarda
ve seferde kendi hizmetinde bulunmalarını istiyordu. Fakat
onlar, gönül ehlinin feragatinden ve vecde dalmalarından
habersizdiler.
Şiir:
Evet ey put! Senin gönlünde bir dert olmadığı
için, başkalarının gönlündeki derdi oyuncak sanı­
yorsun.
Kötü söyleyen kıskançlar ve inatçı kinciler, onları, serkeşlik
ettikleri, onunla müttefik olmadıkları ve onu istemedikleri
şeklinde gösteriyorlardı. Çelebi Abid hazretleri de, bunlara
uzaktan sevgi gösteriyor, fakat onların toplantılarına seyrek
gidip geliyordu. Bunun için Timurtaş inciniyor ve kızıyordu.

(3) Y ine bir gün beylerbeyi (melikül-ümera) emir
Eratna beye işaret edip Çelebi'nin Konya'da kalmamasını sağ­
lamak için elçilikle Uç beylerine gönderilmesini ve Çelebi'nin,
Uç beylerini Timurtaş'ın uyruğuna girmeğe teşvik etmesini
uygun buldu. Ve "eğer bu beyler, Timurtaş'a boyun eğerlerse,
bu, Çelebi tarafından onun için yapılmış iyi bir iş olur; eğer
Çelebi bu işi başaramazsa orada kalır," diye bildirdi. Çelebi
330 AHMET EFLAKİ 9/3
Abid, bu hizmeti kabul etmek istemediyse de, mümkün olmadı.
Bu toprağa mensup kulu (Eflaki'yi), Eratna beye göndererek
o işten affedilmesi için bir takım açık mazeretler beyan
etmemi söyledi. Ben, onun bu dediklerini yaptımsa da, Eratna
bey kabul etmedi. Ve o ulu kişi (Çelebi Abid), itikad sahibi
olduğundan, müridlerine olan şefkatinden, bu işin sonunu dü­
şündüğünden ve arada bir soğukluk olması korkusundan dolayı
ister istemez Konya'dan çıkmağı kabul etti ve babalarının
ve atalarının mukaddes türbelerini ziyaretle şereflendikten
sonra Allah'ya ve velilerin lfıtuf ve inayetine tevekkül ile ağ­
layıp inleyerek yola düştü ve şu beyitleri diline vird edip okudu:

Ey oğul! veliler Allah'nın çocuklarıdırlar. Gayıb
ve hazır olmada Allah (onların ve onları arkadan
kötülüyenlerin halini) çok iyi bilir.
Velileri, noksan ve ayıplarından ötürü arkalarından
kötüleme; çünkü (o yüce Allah) onların canlarından
ötürü senden intikam alır, 135
Benim, kendisine bir ülke layık olan bir bekçim
vardır. O benim üzerime esen yeli bilir.
O yelin soğuk veya sıcak olduğunu Allah bilir.
Ey sakat kişi, o Allah gaal ve gaib değildir. O her
şeyden haberdardır.136
Ve yüreğinin acısiyle bir ah edip: "Biz dönüp gelinceye
kadar bunlardan hiç kimse kalmıyacaktır," dedi. Böylece kendileri
kaadir olan Allah'nın takdiriyle Uç vilayetini dolaştıktan
sonra Konya'ya döndükleri vakit, Konya'da Tac Kızıl'ın oğlu
Emir Zahireddin'den başka hiç kimse kalmamıştı. Hepsi Rum
hudutlarından çıkıp Şam'da yerleşmişlerdi. O mübarek cemaati
tamamile korku kaplamıştı. Biz Konya'ya girdiğimiz gece
Zahireddin de Geville kalesine gitmişti. "Onlar• bu günü severler,
fakat o korkunç günü hiç hatırlarına getirmezler." (K.,
LXXVII, 27) ayetinde buyurulduğu veçhile şimdiki durumlarına
güvenen ve onların sıkılmalarına çalışan cemaatin çoğunun
bir kısmı dönmüş, bir kısmı da öldürülmüşlerdi. Çelebi
Abid zevk ve sevincinden şu beyti okudular:
9/4 ARtFLERiN MENKIBELERİ
Beni kıskanan veled-i zinadır, çünkü benim talihim
Süheyl yıldızı gibi haşereleri (veled-i zinalan)
öldürücüdür.
331
Bu seferde "Sizin şer gördüğünüz şeylerin size hayırlı
olması mümkündür" (K., il, 213) ayeti gereğince gayb aleminden
o kadar fetihler elde etti ki, vasfolunamaz.
(4) Hika y e : Yine Ebu Sa'id Han (Allah onun burhanım
nurlandırsın) zamanında, Çelebi Abid (Allah onun ruhunu
rahat ettirsin) Moğol karargahına (orduya) gitmişti. Bizim
Hüdavendigar zade olan Şahzadeyi de (Allah onun gölgesini
uzun etsin) Tebriz'de buldu. Sahib azam Hoca Reşideddin
Emir Muhammed'in yanına girdi ve dervişlerin onunla
onarılması lazım gelen bazı işlerini arzettiler. Fakat Hoca Şemseddin
gaflet gösterip kendilerine layık olduğu kadar iltifatta
bulunmadı ve onların işleriyle meşgul olmadı. Tekebbür ve
ululuğundan hepsini yarınlara saldı. Emir Abid Çelebi'nin
ve Şahzade'nin fena halde canı sıkıldı. Onlardan (yani Moğollardan)
yüz çevirerek gönülleri incinmiş bir halde hiddetle
Rum diyarına gitmeğe karar verdiler ve şu beyti yazarak vezirin
naibinin yanına bıraktılar.
Şiir:
Bize kin besleyen ve düşmanlık edeni hiçe sayarız.
Güler yüz gösterenleri de güler yüzle karşılarız.
Çelebi Abid, Konya'ya geldi. Şahzade de onun arkasından
Sinop limanından gemi ile denizi geçip Türkistan ve Deşt
seyahatine çıktı. İşte bunun için bunların memleket ve devletleri
zeval buldu; talihleri tersine döndü ve onlardan kimse kalmadı.
O ülkenin gürbüzleri birbirine düştüler, birbirlerini alt­
üst ettiler. Onlar hala da bu durumdadırlar. Onların cemiyetleri
dağılmış ve o büyük zatlardan kimse kalmamıştır:
Allah erlerinin gazabı bulutlan kumtur. Onların
kalplerinin hiddet ve gazabı ise, alemleri yıkar.137
Bir Allah erinin kalbi müteessir olmadan, Allah
biç bir kavmi rüsva etmemiştir.
332 AHMET EFLAKİ
Her devirde bir veli bulunur. Deneme kıyamete
kadar devam eder.138
9/5
Her devirde bir veli kaim ve kıyamete kadar da imtihan
daim olur.
(5) H i k ay e : Dostların ileri gelenlerinden nakledilmiştir
ki: Bir gün Muineddin Pervane (Allah rahmet etsin),
Mevlana'dan (Allah onun aziz olan sırrını kutlasın): "Bizim
askerimiz diye buyurduğunuz Cengizhan sülalesinin devleti ne
zaman sona erecek ve onların akibeti ne olacak?" diye sordu.
Mevlana: "Mevlana'yı Buzurg (yani Bahaeddin Veled) (Allah
ondan razı olsun), Harizm şah'ın kötülüğe yüz tutan hal ve
h areketinden çok incinip Belh'den çıkmağa karar verdiği vakit
Allah'dan, 'müntekim' adıyla, şeriatte olmıyan şeyleri icad
eden bu adamdan intikam alması için dua etmişti. Çünkü 'Allah
intikam sahibi bir azizdir' {K., ili, 3; V, 96). Bunun üzerine
Allah ucu bucağı olmıyan Moğol ordusunu Doğu tarafından
çıkartıp getirdi. Bunlar Belh ve Horasan tahtını harab ettiler.
Bu hikaye uzundur," buyurdular. Ve şu ilahi hadisi şahit olarak
getirdiler: Allah vahy yoluyla Muhammed'e "Benim bir
takım askerlerim vardır. Ben onları Doğu tarafında yerleştirdim
ve onlara Türk adını verdim. Onları hiddet ve gazab arasında
yarattım. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi
yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar
vasıtasiyle onlardan intikam alırım. tıah ... " diye bildirdi. O
tayfanın devleti, bizim çocuklarımıza, çocuklarımızın çocuklarına,
torunlarımıza kötü muamele ettiği ve onlara karşı cefa
ve eziyette bulunduğu, saygısızlık gösterdiği, zorbalıklardan
ve kibirlerinden ötürü bizim neslimizi Iayıkiyle ağırlamadığı
zaman zeval bulur ve Allah'nın gayreti mutlaka onları basiret
sahiplerine ibret yapar, "Zalimlerin yardımcıları yoktur." (K.,
il, 273; ili, 1 89; V, 76) ayeti bunlar hakkında okunur. Herkes
zalimlerin nasıl ceza gördüklerini görürler. Sonra şu şiiri
okudu:
Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur. Bütün
bilginler böyle demişlerdir.
Bir insan ne kadar zalimse, kuyusu da o kadar
9/5 ARiFLERiN MENKIBELER!
korkunçtur. Adalet, beterin beteri olduğunu söylüyor.
Sen düşmanlarını korkutan bir alsin, fakat işte
Ebabil kuşları (sana) ceza olarak gelip yetiştiler.
333
Eğer yer yüzünde bir zayıf, bir mazlum "aman aman!"
dese bundan gök sakinleri arasına bir gürültü düşer.139
(Bunu işiten) Pervane ağlıyarak baş koydu ve çıkıp gitti.
lşte bunun gibi acayip kerametler olgun velilerin ve ariflerin
özelliklerindendir. '"Onun ilminden ancak onun istediği kadar
alabilirler." (K., il, 256). Gerçekten şunu bilmek lazımdır ki,
Sıddık-ı Ekber'in mübarek vücudu, Allah'nın nurlu elçisinin
peygamberliğinin arkasından giden yavrusu ve öyle bir muktedaya
uyandı. Her bakımdan iktida ve ihtida ona (Peygambere)
idi. İşte bunun gibi yerin ve gökün halifeleri olan onun
haleflerinin kerametleri de, Allah'nın elçisini mucizelerinin
arkasından giden yavrusudur. Bu hal, aşıkların sultanı, ma­
şukların maşuku Mevlana Celaleddin'e mahsustur (Allah onun
aziz olan sırrını kutlasın). Allah elçilerinin efendisinin: "Ben
dinde kardeşlerimi ve yardımcılarımı ne kadar özlüyorum"
sözü ile gösterdiği iştiyak ve hasretin maksadı da Mevlana'nın
mübarek vücududur. Nitekim Mevlana, Mesnevi''sinde maşukun
yakınlığının yüceliğini şu beyitlerle anlatıyor. Eğer kula­
ğın varsa dinle, gözün varsa gör.
Şiir:
Maşuk, gönlün kendisine ortak bulamadığı n senin
başlangıcın ve sonun olan tek kimsedir.
O maşuku bulunca, başka bir şey beklemezsin.
Gizli ve aşikar olan da o maşuktur.
O, hallerin emiridir; halin alıkoyup durdurduğıı
kadı hükmü altına aldığı kimselerden değildir. Ay
ve yıllar onun kulu olur.
İstediği yere ta'ziyetlerini, istediği yere de tebriklerini
sunar.
Konuştuğıı zaman bale emreder, istediği vakit te
cisimlere can verir.
Onun eli bal kimyası ve elini oynatsa bakır onun
334 AHMET EFLAKİ
mest ve aşıkı olur.
O isterse ölüm tatlı; diken ve neşter, nergis ve
Van gölü olur.
Hale bağlı kalmış kimse azlık ve bolluk içinde
kalan bir adam gibidir.
Sofi halden hale nail olmakta tbn-ül-vakt olursa
da o, hal ve vaktin dışındadır.
Bütün haller onun karar ve düşüncesinin mahkumudur.
Onlar, onun İsa'mn nefesi gibi olan nefesiyle
diridirler.
Bazan kusurlu, hazan da olgun olan kimse Halil'in
mabudu değildir; çünkü o zail olur.
Zail olan ve bazan böyle, hazan şöyle olan kimse
dilber değildir. Ben, zail olanları sevmem.
Bazan hoş, bazan nahoş; bir an ateş olan, ayın
burcu olur, fakat bizzat ay değildir. Putun süsü
olur, fakat haberdar değildir.
Temiz sofi tbn-ül-vakt (vaktin oğlu) olduğu için
(çocuğun babasına sarıldığı gibi) temiz sofi de
vakte sarılır.
Temiz sofi Celal Sahibinin (Allah'nın) aşkına gö­
mülmüştür. Böylece bir kimse vakit ve hallerin dı­
şında değildir.
O, doğurulmayan (K., CXIl, 3) bir nura gömülmüş­
tür. Doğurulmamak ve doğurmamak Allah'ya yakışır.

Eğer gerçekten diri isen, git, böyle bir aşkı ara;
yoksa sen muhtelif olan vaktin kulusun.140
9/5
Allah'nın elçisinin (Selat ve selam onun üzerine olsun)
son zamandaki maşuku onun mübarek zatıdır. Nasıl ki, Allah'nın
habibi olan Muhammed, Halil'in duası ile celil olan
Allah'nın nurundan zuhur etmiştir. Nitekim Peygamber: "Ben
sizin babanız İbrahim (aleyhisselam)'in davetiyle gönderildim"
buyurmuştur. İbrahim de: "Ey Allahm! sen onlara yıne onlardan
bir elçi gönder. O, onlara senin ayetlerini okusun, hikmet
ve Kitabı öğretsin, onları fena sıfatlardan temizlesin" (K., II,
9/6 ARiFLERiN MENKIBELERİ 335
1 29) diye dua etmişti. İşte böylece Mevlana hazretleri de, Allah'nın
elçisinin duası ile zuhur etmişti. Nitekim Mesnevide şöyle
buyurmuştur:
Peygamber: "Benim ümmetimin içinde, benim
cevher ve himmetimden yaratılmış insanlar vardır.
Onlar o nurla beni görürler. Ben de onları o nurla
görürüm.1
41
(6) Başlangıçta Moğolların zuhuru, Baha Veled hazretlerinin
duası ile olmuştu. Çünkü onun mübarek kalbi Harizm­
şah'tan ve onun tabilerinden incinmişti. Zira bunlar akıl ile
hareket edenlere uymuş ve akıl bağlariyle bağlanmıştılar. Bunlar,
velilerin mükaşefe aleminden mahrum kaldıkları için kibirlendiler
ve inad gösterdiler. Nitekim bunlar kitabın baş
tarafında zikrolunmuştur. Cengiz devletinin inkılabı ve saltanatlarının
zevali, yine onların mübarek hatırlarının incinmesinden
olmuş ve Mevlana'nın Pervane'ye verdiği cevap tahakkuk
etmiştir. Bu, dünyada vaki olmuş çok acayip bir keramettir.
Bunu anla ve Allah'dan yardım dile. Bununla, bütün
alem Sıddık Ailesinin Allah'ya ne kadar yakın olduğunu bilsin
ve dualarının nasıl mutlaka kabul edildiğini görsün. Onların
bu özel yakınlıklarını ve sonsuz özelliklerini gösteren ayetler
ve alametler çok açıktır. Bu haberlerin hüccetleri, Peygamberden
naklolunmuş ve güvenilen ravilerin adları bütün kitablar
da yazılmıştır. Geçmiş velilerin keşif ve kerametleri herkesce
meşhurdur. Bununla beraber böyle bir bilgelik, kuvvet, kudret,
yakınlık, kadem, nefes, hilm ve ilm gelmemiş ve zuhur etmemiştir.
Nitekim buyurmuşlardır:
Şiir:
Felekler, Adem devrinden şimdiye kadar çok dolaşmış,
fakat bu devirlerin hepsi bizim devirlerimize
hayran kalmıştır.
Peygamberden sonra aşkın en temiz mazharı, onun mü­
barek zatı idi. Peygambere uymanın hakikatı zahirdı:: ve batında
ona mahsus olmuştur.
336 AHMET EFLAK!
Şiir:
Başka bir sır vardır, fakat bunu anlayıp dinleye·
cek başka bir kulak nerede? Bu şekeri yemek istidadını
haiz papağan nerede?
Has papağanlar için hususi surette hazırlanmış
kocaman bir şeker vardır. Alelade papağanların
ondan nasibi azdır.
Yani "Biz onların ağzını mühürledik" (K.,
xxxvı, 65) ayetinin ne demek olduğunu anla.
(Tarikat) yolcusu için önemli olan budur.142
9/7
(7) H i k a y e : Yine bu toprağa mensup olan kul (Eflaki)
r i v ay e t eder ki: Konya' da zahid bir adam zuhur etmiş­
ti. Bu adama, Şeyh Paşa derlerdi. Bu zavallı, riya denizine batmıştı.
Gerçek itikaddan hiç nasibi yoktu. Riya ve hilekarlığından
ve gizliliğinden, arkadaşlara hiç selam vermezdi. Sema'ı
reddetmek hususunda başından zoru vardı. Toplantılara gitti­
ği vakit de kimsenin yemeğini yemezdi. Hayvanlar mesabesinde
olan aşağı tabakadan insanlar ona uymuştular. O, kör taklitçileri
kendine adamakıllı bağlamıştı. Altmış günde bir kilo arpa
unu yer ve ikiyüzlülük ederdi. Basiret gözünün perdelerle kapalı
olmasından dolayı daima acı ve ekşi bir surat gösterirdi. Kendı
maJUm olmayan mevhum seyrine daldığından, "tymanın
hepsi şevk ve zevktir" sözünün hakikatinden zerre kadar nasibi
yoktu. Mana aşıklarının neşelenmesinden onun yüzü daima
eicşiydi. Kendini riyazet sahibi ve vaktin Bayezidi sanırdı ve
nefs-ı emmarenin çuvalı içine düşerdi. Onun kafası bu latif
beytin sırrından habersizdi:
Eğer ekşi yüzle zahidin işi tamam olsaydı, sirke
kabı Bayezid-i Bistami olurdu.
Çelebi Abid hazretleri (Allah onun kadrini yüceltsin),
tahta oturduktan sonra birgün müridleriyle birlikte mübarek
türbeden dışarı çıkmıştı. Yolda bu Şeyh Paşa ile karşılaştı. Bu
zavallı adam, başını çevirip selam vermedi ve hemen oradan
9/8 AR1FLERiN MENKIBELERİ 337
geçip gitti. O, bu hareketini birkaç defa tekrarladı. B ir gün
Çelebi, ona Kaliçe Hamamının önünde yine rastladı ve onun
başına kamçı ile üç defa adamakıllı vurdu. Bu başı yaralanan
beyinsiz herif, hastalanıp yatağa düştü ve dili tutuldu. Bunun
üzerine onun muhipleri, kadıların sultanı Taceddin Kalem­
şah'a gidip cereyan eden hadiseyi anlatıp üşüştüler. Şehrin kadısı,
Çelebi'nin llıtuf ve velayeti icabı merhamet ederek, bu
gönlü yaralı dervişin hastalığını sormağa gitmesini ve kabahatini
affetmesini uygun gördü. Çelebi, bu hastalığı sorma
ibadetini yerine getiripte dışarı çıkar çıkmaz derviş öldü. Çelebi
Abid, onun cenazesinde hazır bulundu. Onu Bağçe-i Sultan'a
gömdüler (Allah'nın rahmetine ulaşsın). Çelebi Abid. Çelebi
Arif'in birçok münkirlerini, böyle bir takım felfıketlere uğratarak
yokluk alemine gönderdi.
(8) H i k ay e : Yine nakledilmiştir ki: Tac-ı Kızıl'ın oğ­
lu, emirlerin kendisiyle övündüğü Zahireddin, bir zaman Konva
'nın hakimi olmuştu. Hükumeti idare etmek ve halka bakmakta
eşi yoktu. Birgün bu toprağa mensup olan kul, Çelebi
Abidle birlikte, adı geçen bu adamı ziyarete gitmiştik. Bu
adam, Çelebi'ye baktı, Çelebi'nin bıyıklarının biraz uzun olduğunu
gördü. Buna kızarak: "Bu uzun bıyıklarını niçin kesmiyorsun?
Sen sipahi şeyhi misin?" dedi. Çelebi Abid de : "Benim
bıyıklarım uzundur, fakat senin de hırs gözüne perde gelmiştir.
Bu bıyığı kısaltmak çok kolaydır, amma senin gözündeki
hastalığın dermanı yoktur," buyurdular. Bunun üzerine
Zahireddin son derecede utandı ve hiç bir şey söylemedi. O
sırada da onun için şişde bir kuş kızartmışlardı. Tam bu esnada
biri kapıdan içeri girdi ve Şeyh Hasan Timurtaş'dan acaip
bir haber getirdi. Bunun üzerine hemen Zahlreddin'in rengi de­
ği?ti , hiç yemek yemeden atına bindi, Çelebi'den öziirler dileyip
himmet taleb ettikten sonra geçip gitti. O günü Perşembe
idi. Pazartesi günü onun, ağzından merhametsiz bir ok yarası
aldığına ve cehaletten kurtulup kendi ayağına balta vurduğuna
(yani) bu dünyadan geçip gittiğine, ettiğinin cezasını kendi
kendinden bulduğuna dair bir h aber geldi (Yüce Allah'nın rahmetine
ulaşsın).
F: 22
338 AHMET EFLAKİ
Şiir:
Varlık iddiasında bulunan, varlığından geçmiş bir
veliye çattı; kendi eliyle kendi gözüne diken soktu.
Ey kendinden geçmiş velilere Zülfikar çeken kimse,
dikkat et! sen onu kendi vücuduna vuruyorsun.1<13

Ey saf yürekli kişi sen kendi kendine saldıran
aslan gibi, kendine saldırıyorsun.144
9/9
İşte bundan anlaşılıyor ki Allah erlerinden yüz çevirmek
onların sözlerine, dediklerine itiraz etmek uğursuz ve
çok tehlikelidir.
Şiir:
Benden şu garazsız sözü işidiniz: Tehlikeden sakınmak
farzdır.
(9) H .i k :1 y e : Toprağa mensub olan bu kul hikaye
eder ki: Biz, Uc vilayetleri seyahatinde Ladik şehrine yaklaş­
mıştık, arkadaşların arasında Said adında şeyyad bir derviş
vardı. Bu derviş, arkadaşların sohbetinde uzun zaman bulunmuş
ve çok hizmetler de etmiştı. O, birdenbire küstahlığından
şeyhimiz hakkında bir takım şeyler söyledi ve bana dönerek:
"Eflaki hazır ol, senin de helvanı yiyeceğim; bugünlerde öleceksin.
Ben Arife bile çarpmış bir kimseyim. Arif'e mensub
olanlar da ne oluyor?" dedi. Ben, onun bu sözüne cevap vermeğe
uğraşmadan atımı sürdüm. O anda, Çelebi Abid, bu dervişe:
"Şimdi, Arif'e mensub olanlanfan biri de benim. Sana
diyorum: senin ömründen üç gün kalmıştır, fazla değil. Senin
helvanı Eflaki pisirecek," buyurdu. O günü biz Ladik şehrine
ulaşır ulaşmaz bu derviş hastalandı ve üçüncü günü öldü.
Çelebi: "Bunun teçhiz ve tekfinini yapmalı, helvasını pişirmeli;
uzun zaman bize hizmet etmiştir, fakat terbiyesizliğinden
bizim yumuşaklığımıza güvenerek bir lfıtife yapmak istediyse
de, Allah'nın gayreti harekete geldi; bir kaza okunun
darbesini yedi. inşallah imanla gitmiştir," dedi ve çok ağladı.
Sonra: "Hiç kimse velilere yaptığı hizmetinin çokluğuna ve
9/10 AR1FLER1N MENKIBELER! 339
onların sohbetindeki yakınlığına güvenip öğünmesin, edep ve
terbiye yolundan çıkmasın; yoksa başını ve sırrını yele verir,"
buyurdu.
Şiir:
Ayağını kilimine göre uzatan, yükünü Kelim'in
tarafına götürür.
"Hususiyle hakikatın özü, şeriatın canı olan bu tarikatte
gaal yaşamanın, Allah'nın emirlerinden habersiz olmanın heva
ve hevesi serbest bırakmanın büyük tehlikesi vardır. Bundan
Allah'ya sığınırız," buyurdu ve şu beyitleri okudular:
Şiir:
Ey (hakikatten) nasibi olmayan gönül! sen Beh·
ramdan ve sana lôtuf ve ihsanda hulunduklan va·
kit de Padişahlardan kork. Padişahların liıtuf ve
ihsanı seni şımartırsa da, sen vakitsiz şımanklıktan
kork.
(Allah'nın rahmetine ulaşsın).
(1 O) Y i n e bütün insanların bilginlerinin malumudur
ki, bu mana, fetva, tekva hanedanının erkek kadın bütün evlat
ve ahfadı nur unsurundan yaratılmış, temiz su ile yuğurulmu-;tur.
Onlar daima gözüküyorlarsa da gözü perdelilerden
saklıdırlar. Mahrem olmayanlar bu nuru görmekten çok uzaktırlar.
Nitekim Mevlana buyurmuştur:
O hayvanlar, bitki ve madenler (mevalid) tecelli
çocuklandırlar. Onun için onlar sadelik perdesi altında
gizli ve bu dört unsurdan yaratılmışlardır.
Bundan dolayı onlar bu gözlerle görünmezler.
Taun, "benim velilerim benim kubbelerimin altında
emin bir halde bulunuyorlar" buyurmuştur. Bu iti·
barla onların sırrını Allah'dan başka kimse bil·
mez.ı4s
Kudreti ve kelimesi yüce olan Allah'nın zatının nurları
340 AHMET EFLAKİ 9/1 1
bütün eşya üzerine genel ve özel olarak daima dökülmektedir.
Nebilerin ve velilerin görünüşteki mazharlarından zuhur eden
kerametler ve mucizeler de, her zaman ve her yerde zuhuru
daim olan o feyzin eserleridir. Ve bunların hepsi "Onun
kökü yerde sabittir, dalları göktedir. Her zaman da meyvası
vardır" (K., XIV, 24-25) ayetinde buyrulduğu veçhile alemin
sonuna kadar cömertliği eksik olmayan o mübarek vücudun
ağacının yemişleridir. Bunlar onun varlığına kudretli delildirler.
Eğer bunların hepsinin menkıbe ve mertebesi hakkında
yazılsa, bu, şerhe sığmaz, defterlere girmez.
Şiir:
O fetihlerin şerhini söylemem için bana Nuh'un
ömrü gibi uzun bir ömür lazımdır.
(1 1) Y i n e Çelebi Abid hazretleri (Allah onun ruhunu
rahatlandırsın) 739 h. yılının Muharrem ayının beşinci, Per­
şembe günü bu dünyadan göçüp (23. Yii. 1338) cennete yerleşti.

Dinin ve şeriatin kılıcı, ariflerin ve şeyhlerin sultanı Emir
Vacid, zengin ve şerefli olan Allah'nın inayetiyle şeyhlik etmeğe
ve mukaddes türbenin (Allah onun içinde yatanın ru:..
huyle bizi kutlasın) hizmetiyle meşgul olmağa başladı. Bir
müddet ömür :;ürdükten sonra 742 h. yılının Şaban ayının
sonunda illiyin sakinleri civarında, yerleşti ve verasetle tılde
ettiği velayet ve saltanatı, padişahlığın devlet tacı, saf kişilerin
halefi, velilerin sülalesi, irfan denizinin incisi Mevlana Bahaeddin
yüce Şahzade (Allah onun kadrini yüceltsin) erişti. Şahzade
yaptığı uzun seyahatler sebebiyle yıllarca gurbet alemlerinde
yandığı, Allah'ya yakınlaşmağa çalıştığı için halifelik
anne ve baba kardeşi olan Emir Adil Çelebi'ye (Allah onun
gölgesini uzatsın) geçti. Emir Adil, mübarek tahta oturup
her tarafa süs verdi "Allah istediğine mülkünü verir" (K., il,
248).
9/11 ARtFLERiN MENKIBELER!
Şiir:
Dünyada saadet sabahı oldu. Süleyman'm mülkü
Süleyman'a kavuştu.
Allah'ya hamdolsun hakikat ehline ulaştı.
Şiir:
Bir saat senin kapında hizmet eden kimseye gökler
kıyamete kadar köle gibi hizmet ederler.
341
ONUNCU BÖLÜM
Büyük Mevlana Bahaeddin Veled el-Belhi
(Allah aziz olan ruhunu kutlasın) hazretlerinin
eviad ve ahfadının adları, Mevlana
ve Sultan Veled Hazretlerinin evıad
ve ahfadının erkek ve kadın sayılarının
anılması hakkındadır.
(1) Yine kerim arkadaşlar (Allah onların benzerlerini
kıyamete kadar çoğaltsın) şöyle r i v ay e t e t ti 1 er ki:
Baha Veled Hazretlerinin iki erkek bir kız çocuğu vardı. Bü­
yük oğlunun adı Aiaeddin Muhammed ve küçük oğlunun adı
da Muhammed Celaleddin idi. Belh'den birçok yürek acılariyle
ayrıldıkları vakit, büyük oğlu yedi, küçüğü beş yaşında
ve dünyanın bilgini olan kızı Ffıtime Hatun da kocada idi
ve fetva veriyordu. Kocasiyle orada kalıp öldü.
(2) Y in e Mevlana Celaleddin hazretlerinin (Allah
ruhunu kutlasın) üç erkek bir de kız çocuğu vardı.
Bunlardan büyüğünün adı Bahaeddin Muhammed Veled, ikincisinin
adı Alfteddin Muhammeddi. Bu ikincisi, bir takım cahillerle
birleşerek Mevlana Şems-i Tebrizi'ye kasdedip babasına
asi oldu. üçüncü oğlunun adı Muzaffereddin Emir Alimdi.
Kızının adı ise Melike hatundu. Bu kız, efendipula yani
Hiidavendigarzade diye anılırdı. Sultan Veled ve Alfteddin Muhammed,
Hoca Şerefeddin Lfüa-yi Semerkandl'nin kızı ahiretlik
Hatun, Gevher hatundan dünyaya gelmişlerdir. Melike Ha-
10/3-6 ARiFLERiN MENKIBELERi 343
tun ve Emir Alim Çelebi Konya'lı Kira Hatundan dünyaya
gelmişlerdir.
(3) Yine Sultan Veled'in Şeyh Selahaddin'in kızı Fatime
Fatundan üç akıllı ve kuvvetli çocuğu olmuştur. Bunlardan
biri, Çelebi Celaleddin Emir Arif, diğer iki kızdan büyü­
ğünün adı Mutahhara Hatun küçüğünün ise Şeref Hatundu.
Mevlana bu iki kızdan birine Abide diğerine Arife adını vermişti.
Bunların her ikisi de keramet ve velayet sahibi idiler.
Rum ülkeleri kadınlarının çoğu bunlara mürid olmuşlardı.
( 4) Y i n e Sultan Veled'in iki cariyesi vardı. Sultan
Veled bu cariyelerin yüzlerinde hakikat sırrını gördüğü için
onları Halil Hazretlerinin Haceri, Mustafa Hazretlerinin Mariyet-ül-Kıptiye'yi
nikahladıkları gibi nikahı altına aldı. İsmail
(Selam onun üzerine olsun) Hacer'den dünyaya gelmiştir.
Peygamber (Selam onun üzerine olsun) daima: "Cariyelerden
ayrılmayınız; çünkü onların rahimlerinde bereket vardır. İsmail
(Selam onun üzerine olmn) Hacer'den dünyaya gelmiş­
tir. Hacer de bir cariye'dir" diyerek evlerde güzel yüzlü cariyeler
bulundurmağı tavsiye ederdi. Allah'nın elçisi doğru
söyledi. Sultan Veled'in bu cariyelerden üç çocuğu oldu. Bunlardan
Çelebi Şemseddin Emir Abid, Nusret Hatundan; Çelebi
Selahaddin Emir Zahid ve Hüsamettin Emir Vacid de Sünbüle
Hatundan dünyaya gelmiştir.
(5) Y i n e Çelebi Celaleddin Emir Arif'in Emir Kayser-i
Tebrizi'nin kızı Devlet Hatundan iki erkek ve bir kız
çocuğu vardı. Büyük oğlunun adı Şahzade Emir Alim, kü­
çük oğlunun adı Emir Adil ve kızının adı da Melike Hatundu.
Melike Hatun, Despina denilmekle meşhurdu (Allah onun
ve geçmişlerinin ruhunu rahatlandırsın ve sağ olanların ömrünü
uzatsın).
(6) Y in e Çelebi Abid'in bir kadından üçü erkek ve
biri kız olmak üzere dört çocuğu oldu. Erkeklerin adı Çelebi
Muhammed, Çelebi Emir Alim, Çelebi Şah Melik'di (Allah onları
sevdikleri ve razı oldukları şeylerde muvaffak etsin). Çelebi
Abid zamanında kardeşi Selahaddin Emir Zahid 734 h. senesinin
Şaban ayında Allah'nın yanına göçtü ve ondan bir zürriyet
kalmadı. Aynı şekilde Mehmed Çelebi'nin iki oğlu oldu.
344 AHMET EFLAKİ 10-/7-9
Birinin adı Mahmud Çelebi idi. Mahmud Çelebi'nin Vefatlar
diye tanınan Musliheddin b. Ahmed'in damadı olan Ali Çelebi
adında bir oğlu vardı.
(7) Sultan Vfıcid'in biri erkek, biri kız olmak üzere iki
çocuğu vardı. Büyük oğlunun adı Ahmed Selçuk ve kızın adı
ise, Cihan Melek'di.
(8) Sultan Veledin, kızından iki torunu oldu. Bunlardan
biri Burhaneddin llyas Paşa, ikincisi Hızır Paşa'dır. Şeref
Hatundan da iki oğlu dünyaya geldi. Bunlardan biri Muzaffereddin
Ahmed Paşa, diğeri ise Emir Şah'dır. Allah'ya hamd
ve minnet olsun ki o hanedanın çocuklarının çocuklarının çocukları
erkek ve kadın artmadalar. Onların temiz olan neslinin
aslı, Ademin neslinin aslı son buluncaya kadar yeryüzünden
eksik olmasın. Ey alemlerin Rabbi! Amin.
Şiir:
Benim güzel huylu sultanım, yuzume güldüğü için,
benim neslim çocuklarımın çocuk.lan hep mübarek
oldular.
(9) Bu kitabı onların zikir silsilesini zikretmekle bitiriyoruz.
Onların ''La tlahe illallah" zikrinin açıklanması şudur:
Muktedir Raviler müminlerin Emlri, Allah'nın yenilmeyen aslanı,
Ebu Talibin oğlu Ali (Allah onun yüzünü kerim etsin)
den şöyle rivayet ettiler: Birgün Ali, Peygambere: "Ey Allah'nın
elçisi bana, Allah'ya ve Allah erlerine gidilmesi en kolay
ve en faziletli olan yolu göster," diye ricada bulundu. Peygamber:
"Ey Ali, benim bereketiyle peygamberliğe ulaştı­
ğım şeyi sen de elden bırakma" dedi. Bunun üzerine Ali:
"Ey Allah'nın elçisi! Bereketiyle peygamberliğe ulaştığın
o şey nedir?" diye sordu. Peygamber de (Selam onun üzerine
olsun): ''O, halvette Allah'yı zikretmektir," dedi. Sonra Ali:
"Allah'yı zikreden bütün mahlukatın zikrinin fazileti böyle
mi olur?" diye sordu. Bunun üzerine Peygamber: "Sus ey Aii!
Yeryüzünde Taım'nın adı zikredildikçe kıyamet kaim olmaz,"
dedi ve sonra "La İlahe tııallah" kelimesini telkin edip Ali'
nin üzerine okudu ve: "Ey Ali! Sen, ben bunu üç kere tekrar
edinceye kadar sus ve dinle. Sonra da sen tekrar et, ben din-
10/9 ARtFLERiN MENKIBELER! 345
liyeyim," buyurdu. Böylece müminlerin Em\'ri Ali, Hasan-ı
Basri'ye, Hasan-ı Basri Hab'lb-i Acemi'ye, Habib-i Acemi,
Davud-i Ta'i'ye, Davud-i Ta'ı, Mfıruf-i Kerhl'ye, Maruf-i
Kerhi, Seriyy-i Sakati'ye, Seriyy-i Sakat!, Cüneyd-i Bağdadi'­
ye, Cüneyd-i Bağdadi, Şibli'ye, Şibli Muhammed Zeccac'a,
Zeccac Ebubekr-i Nessac'a, Ebubekr-i Nessac, Ahmed Gazzfıli'ye,
Ahmed Gazzali, Hatib-i Belhi'ye, Hatib-i Belhi Şemsü'l-E'imme-i
Abdillah-i Serahsi'ye, Şemsli'! E'imme-i Serahsi,
Baha Veled adıyla anılan Mevlana Bahaeddin Muhammed'e,
Baha Veled Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizi'ye, Seyyid
Burhaneddin Ml'ıhakkik-i Tirmizi, Mevlana Celfıleddin-i
Muhammed'e Peygamber'in bu zikrini telkin ettiler (Allah onların
aziz olan sırrı ile bizi kutlasın). Ey alemlerin Rabbi olan
Allah, amin!
S O N
NOTLAR
1 Mesnevi, c. VI, s. 540/4618, 4619.
2 Mesnevi, c. NI, s. 280/168.
3 Mesnevi, c. III, s. 39/682.
4 Mesnevi, c. II, s. 432/3308-3310.
s Mesnevi, c. I, s. 10/123.
6 Mesnevi, c. I, s. 130/2128.
7 Mesnevi, c. Il, s. 460/2776-2777.
a Mesnevi, c. V, s. 99/1542.
9 Mesnevi, c. I, s. 225/3665.
10 Mesnevi, c. VI, s. 365/1632.
11 Mesnevi, c. III, s. 168/2947.
12 Mesnevi, c. V. s. 405/2174.
13 Mesnevi, c. IV, s. 328/835, 837.
14 Mesnevi, c. IV, s. 466/3177.
1s Mesnevi, c. VI, 443-442/2992-2981.
16 Mesnevi, c. VI, 341/1175.
17 Bu cümle kitabın diğer tercümelerinde de anlaşılma..
maktadır ( bk. Ayasofya Kütüphanesi Nr. 3456, vrk. 201 b;
Topkapı Sarayı Kütüphanesi No. 1205, vrk. 298 b; Cl. Huart,
II, 204).
ıs Mesnevi, c. V, s. 255/4010.
19 Buradaki türklerden maksat, o sırada Anadolu'yu yakıp
yıkan moğollardır. Esasen "mamureleri harabeye çeviren"
bir moğol akınından kaçarak, yerleşmek için Türk Anadolu'yu
seçen bir ailenin çocuğu olan ve meşhur kıt'asında "aslem
türkest: aslım türktilr" diyerek türklüğü ile övünen Mevlil.­
na'nın böyle bir kanaat taşıdığı düşünülemez. Ayrıca bazı ba-
ARiFLERiN MENKIBELER! 347
kımlardan türkleşmiş olan moğollarm umumiyetle türklere
karıştırıldıkları da açıkça anlaşılmaktadır.
2iı Mesnevi, c. I, s. 123/2034.
21 Mesnevi, c. I, s. 124/2035-2036.
22 Mesnevi, c. I, s. 3/1.
23 Mesnevi, c. I, s. 3/18.
24 Mesnevi, c. IV, s. 278/1-6.
:ıs Mesnevi, c. VI, s. 271/1-3.
26 Mesnevi, c. II, s. 247/1-9.
ZT Mesnevi, c. IV, s. 279/34-35.
:ıa Mesnevi, c. I, s. 178/2880-2882.
ZI Mesnevi, c. II, s. 461-462/3805-3806.
30 Mesnevi, c. III, 147/2594; s. 175/3074.
3
1 Mesnevi, c. l, s. 36/564.
32 Mesnevi, c. I, s. 160/2603, s. 99/1609.
33 Mesnevi, c. IV, s. 405/2175.
34 Mesnevi, c. I, s. 243/3962-3963.
35 Mesnevi, c. l, s. 243/3952.
36 Mesnevi, c. UI, s. 244/4276.
!!! Mesnevi, c. IV, s. 283/1781.
:ıs Mesnevi, c. III, s. 244/4277.
39 Mesnevi, c. l, s. 99/1613.
40 Mesnevi, c. VI, s. 539/4605-4606.
41 Mesnevi, c. II, s. 434, 438/3325, 3322.
42 Mesnevi, c. IV, s. 280/35.
43 Mesnevi, c. III, s. 200/3523-24.
44 Mesnevi, c. V, s. 39/588.
45 Mesnevi, c. II, s. 343/1763.
46 Mesnevi, c, I, s. 147 /2378.
47 Mesnevi, c. I, s. 16/226.
48 Mesnevi, c. s. 183/2973.
49 Mesnevi, c. II, s. 377 /2347.
so Mesnevi, c. I, s. 43/685.
sı Mesnevi, c. III, s. 224/3934, 3936.
s2 Mesnevi, c. I, s. 241/3935.
53 Mesnevi, c. III, s. 64/1118.
54 Mesnevi, c. III, s. 127 /2222.
348 AHMET EFLAKİ
55 Mesnevi, s. II, s. 265/335.
56 Mesııevi, c. V, s. 119/1866.
57 Mesnevi, c. VI, s. 339/1142.
ss Mesnevi, c. II, s. 332/1567.
59 Mesnevi, c. V, s. 376/1663-64.
60 Mesnevi, c. III, s. 4/20.
61 Mesnevi, c. VI, s. 280/162.
62 Mesnevi, c. IV, s. 465/3162.
62 Mesnevi, c. V, s. 201/3155. 3154, 3 153.
64 Mesnevi, c. V, s. 33/498-499.
65 Mesnevi, c. I, s. 121/1998-1999.
66 Mesnevi, c. I, s. 43/692.
67 Mesnevi, c. III, s. 249/4362.
68 Mesnevi, c. II, s. 433/3315.
69 Mesnevi, c. IV, s. 431/2577.
70 Mesnevi, c. IV, s. 319/6!;15-696.
71 Mesnevi, c. IV, s. 320/717.
72 Mesnevi, c. VI, s. 452/3161.
73 Mesnevi, c. VI, s. 455/4872-73.
74 Mesnevi, c. I, s. 155/2519-2521.
75 Mesnevi, c. III, s. 155/2735.
76 Mesnevi, c. III, s. 39/694.
77 Mesnevi, c. IV, s. 378/1692-1694.
78 Mesnevi, c. II, s. 377 /2349.
79 Mesnevi, c. III, s. 142/2503.
sa Mesnevi, c. V, s. 147/2315.
81 Mesnevi, c. s.
82 Mesnevi, c. I, s. 244/3985.
83 Mesnevi, c. III, s. 103/1804.
84 Mesnevi, c. VI, s. 548/4771.
s5 Mesnevi, c. III, s. 103/1804.
86 Mesnevi, c. III, s. 193/3378-3379, 3381-3382.
87 Mesnevi, c. VI, s. 524/4350.
as Mesnevi, c. I, s. 201/3558.
a9 Mesnevi, c. I, s. 185/3004.
90 Mesnevi, c. III, s. 108/1886, 1888.
91 Mesnevi, c. I, s. 193/3143-3142.
A.füFLERiN MENKIBELER! 349
92 Mesnevi, c. I, s. 155/2519
93 Mesnevi, c. I, s. 1 7 /246.
94 Mesnevi, IV, s. 360/1387.
95 Mesnevi, c. III, s. 64/1 130.
96 Mesnevi, 1, s. 203/3305-3306.
Vl Mesnevi, c. II, s. 265/341.
98 Mesnevi, c. III, s. 47/839-840.
99 Mesnevi, c. I, s. 1 14/1879.
100 Mesnevi, c. VI, s. 489/3797.
101 Mesnevi, c. VI, s. 492/3842.
102 Mesnevi, c. VI, s. 348/1298-1300, 1309, 1301-1302.
103 Mesnevi, c. II, s. 439/3421.
104 Mesnevi, c. I, s. 105/l 733.
105 Mesnevi, c. V, s. 249/3927, 3927, 3926.
106 Mesnevi, c. II, s. 327/1481, 1479.
107 Mesnevi, c. I, s. 25/392-393.
108 Mesnev!, c. III, s. 105/1834.
109 Mesnevi, c. III, s. 182/324.
110 Mesnevi, c. IV, s. 345/1138.
111 Mesnevi, c. I, s. 243/3962.
112 Mesnevi, c. IV, s. 320/812.
1 13 Mesnevi. c. VI, s. 286/285.
114 Mesnevi, c. III, s. 109/1906.
115 Mesnevi, c. VI, s. 369/1695.
116 Mesnevi, c. I, s. 193/3133-3134.
117 Mesnevi, c. V, s. 264-266/4150-4178.
118 Mesnevi, c. V, s. 262-266/41 11-4192.
119 Mesnevi, c. III, s. 179/3149-3150.
120 Mesnevi, c. I, s. 6/57.
121 Mesnevi, c. V, s. 127/3009-3008.
122 Mesnevi, c. I, s. 64/1022.
123 Mesnevi, c. III, s. 33/576.
124 Mesnevi, c. II, s. 332-327 /1567-1479.
125 Mesnevi, c. V, s. 255/4010.
126 Mesnevi, c. III, s. 40/701-709.
127 Mesnevi, c. I, s. 90/1464.
128 Mesnevi, c. V, s. 99/1538.
350 AHMET EFLAKİ
129 Mesnevi, c. VI, s. 363/1592.
1:ıo Mesnevi, c. IV, s. 399/2072.
131 Mesnevi, c. VI, s. 307/613.
132 Mesnevi, c. III, s. 224/3934.
133 Mesnevi, c. V, s. 80/1256, 1262, 1264.
134 Mesnevi, c. V, s. 75/1192-1 193.
135 Mesnevi, c. III, s. 7 /79-80.
136 Mesnevi, c. IV, s. 291/233-34.
131 Mesnevi, c. III, s. 160/2816.
13a Mesnevi, c. II, s. 421-291/3 1 12, 8 15.
139 Mesnevi, c. I, s. 81/1309-1310,1314-1315.
140 Mesnevi, c. III, s. 80-81/1418-1436.
141 Mesnevi, c. !, s. 213/3462-3463.
142 Mesnevi, c. VI, s. 279/158-159, 163.
143 Mesnevi, c. IV, s. 403/2137-2138.
144 Mesnevi, c. I, s. 81/1323.
145 Mesnevi, c. VI, s. 376/1813-1812.'
A Ç IKLAM A
- A -
Abdal: Birinci cildin açıklamasına bk.
Aktab: Kutub kelimesinin çoğul şekli. Kendisinden manevi
bir yardım beklendiği için kutba GAVS da denir. Kutub,
kendisine en büyük tılsım verilen ve her zamanda Allah'nın
baktığı yer olan kimsedir. Bedende ruh ne ise, kainatta da
kutub odur. Soalere göre Allah'nın yeryüzünde bir halifesi
vardır; bu, dünyanın kalbi mesabesinde olan ve kutubların
kutbu manasına gelen "Kutbu'l-aktab"dır (Nefehat tercümesi,
s. 26 v.d.)
Ami: Aşağı tabakadan olan.
Anka: İsmi bilinen, cismi bilinmeyen efsanevi bir kuş.
Uzun boyunlu olduğu için kendisine uzun boyunlu manasına
Anka denilmiştir. Efsaneye göre, bu kuş son derece uzun boyunlu,
renk renk kanatlı, insan yüzlü, iri cüsseli bir yaratıkmış.
Çaylağın fare yutması gibi, o da al yutarmış. Anka çok eskiden
insanlar arasında yaşarmış, fakat bir gün bir gelini kapıp
götürmüş. Bunun üzerine halk o devirde, peygamber olan
Hanzele'ye şikayette bulunmuşlar. O da Anka'ya beddua etmiş.
Allah bu peygamberin duasını kabul edip Anka'yı hatt-i
üstüvanın ötesinde, deniz içinde bulunan bir adaya göndermiş.
Bu adaya insanlar gidemezmiş. Anka dağlar büyüklü­
ğünde yumurta yumurtlarmış (Damiri, Hayatü'l-hayavan, il,
s. 1 86).
352
Başka bir rivayete göre ise, Anka, Musa Peygamber zamanında
tek ve dişi olarak dünyada zuhur etmiş. Sonra Allah
ona bir erkek eş yaratmış. Zamanla bunlar çoğalmışlar. Musa
öldükten sonra Necd ve Hicaz'ı kaplamış ve o havalide bulunan
çocuklara musallat olmuşlar. Bunun üzerine zamanın
peygamberi Halid b. Sinan el- Absi'nin bedduası ile yok olmuşlardır.
(Kamus tere. 1. 4 10).
Kuşları, kız ve erkek çocukları yuttuğu için bu kuşa yut:ın,
yok eden manasına "Mugrib" sıfatı verilerek "Anka-i
Mugrib" de denilir. (Gıyas, s. 305).
Arş: Tasavvufta insanın kalbine denir. (Diğer m anaları
için birinci cildin açıklamasına bk.)
Asitane: Eşik manasına gelen bu kelime Mevlevilikte, tarikata
yeni giren dervişlerin terbiye gördükleri dergaha denir.
Dervişler burada matbah (mutfak) hizmeti yapmak suretiyle
terbiye edilirler. Bu işi, asitanede Çelebi efendi (Mevlana'nın
soyundan gelen) başta olmak üzere tarikatçı başı, aşçı başı,
türbedar dededen teşekkül eden bir heyet üzerine alır (Türk
yurdu, c. V, s. 27, 2 80). Asitane, zaviyeden büyük sayılır ve
çile de ancak burada çıkarılır. Mevlana'dan sonra ilk kurulan
ve Huzfır, Huzur-i Pir adlarını alan asitane, Konya'daki Mevlana
tekkesidir. Bu asitaneden sonra kurulan ve Osmanlı lmparatorluğunda
bulunan asitaneler şunlardır: 1 - Bursa, 2 -
Eskişehir, 3 - Gelibolu, 4 - Haleb, 5 - Kastamonu, 6 -
Karahisar, 7 - Kütahya, 8 - Manisa, 9 - Mısır, 10 -
Yenişehir (Rumeli) (Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlarui'dan sonra
Mevlevilik, Istanbul, 1 953, s. 230, 234).
Aşir: Aslında onda bir almak veya dokuza bir ilavesi ile
on yapmak, bir topluluğun onuncusu olmak gibi manalara gelirse
de (Kamus tercümesi, c. II, s. 537), eskiden Kur'an okutanların
(kaarilerin), her gün talebelerine, öğrenmeleri için
vazife olarak verdikleri Kur'andan on ayetlik parçalara denir.
(Gıyas, s. 297).
Ayetu'l-Kürsi: (Kur'an II., 255.) Bu ayetin manası şöyledir:
"Hayy ve kayyum (bu iki kelimeye bak) olan o Allah'tan
başka Allah yoktur. O'nu ne gaflet, uyuklama, ne derin uyku
tutar. Göklerde ve yerlerde ne varsa hep O'nundur. Allah'dan,
353
kendi izni olmaksızın, birisini bağışlayıp yargılamasını kim
diliyebilir? O, kullarının arkalarındakileri ve öndekilerini bilir.
Halbuki onlar, Hakk'ın bildiklerinden hiçbirini kavrıyamaz;
ancak O'nun dilediği kadarını idrak edebilirler. O'nun
Kürsisi bütün gökleri ve yeri kaplamıştır; bütün bunları korumak,
O'na en küçük bir yorgunluk vermez. O, öyle yücedir,
öyle büyüktür ... " (Nihad M. Çetin, Tercümeleriyle namaz
sureleri ve duaları, lstanbul, 1 954. Milli Tesfuıüd Birliği Yayını
No. 3).
- B -
Bahr-i Kulzum: Bugünkü Süveyş şehrinin bulunduğu
yerde Kulzum adında bir şehir vardı. Bu şehire izafeten Kızıl
Denize Bahr-i Kulzum: Kulzum denizi adı verilmiştir. Suyu
bol ve derin olan deniz ve göle kulzum denildiği gibi; Kulzum'un
yutmak manasına gelen Kalzeme'den geldiğini söyleyenler
de vardır. Firavun ve askerlerini yutan da bu denizdir
(c. I'in açıklamasındaki Musa kelimesine bk.) Kamus tercü·
mesi, iV. 454; Gıyas s. 344).
Baras tlleti: Abraşlık illeti. Bu hastalığa yakalananların
vücudunda yer yer beyazlıklar husule gelir. Kamus-i Türki, il.
289).
Bahr-i Remel Müseddes Mahziıf Maksôr: Aruz vezni
kalıplarından birinin adı. Türlü cevherleri, bitkileri ve canlı­
ları ihtiva ettiği ve içine düşüldüğü vakit insanın başı döndüğü
gibi, türlü şiirleri içine aldığı için aruz vezni kalıplarından her
birine de bahr (deniz) denir. Aruz vezni kalıplarından başlıcaları
şunlardır: Tavil, medid, basit, vafir, kamil, hezec, recez,
remel, munsarih, muzari, muktadab, müctes, seri', hafif, mü­
şakil, miitekarib, mütedarik.
Bu kalıpların da kırk ikiyi bulan zihafları (yorulmaları,
asıldan uzaklaşmaları) arasında, hazf'a uğramış manasına mahzuf
aruz vezninin kalıplarının cüzlerinden olan fü'ilfıtun, fe'
alun, mefü'ilun da bir sessiz ve kısa sesli ile bir sessiz harften
F: 23
354
ibaret olup sebeb-i hafif adını alan -tun, lun eklerinin kaldı­
rılmasından soma geriye kalan fa'ilfı, fe'ı1 ve mefü'i parçaları­
nın yerine sırasiyle fa'ilun, fe'il, ve fe'fılun koymağa derler.
Kısaltılmış manasına gelen maksur ise, füilatun ve fe'fılun par­
çalarının sonlarındaki -un ekinin atılması ile kalan parçaya
denir. Mevlana'nın Mesnevisinin her beyitinde kullanılan vezin
de yukarıda adları geçen başlıca kalıplardan altılı (mü­
seddes) remel yani iki mısradan ibaret olan beyit içerisinde
altı defa füilatun geçmesi lfızımken birinci ve ikinci mısra'ın
sonlarındaki fü'ilfıtunlardaki -un eki atılmak suretiyle fa'ilat
veya -tun eki atılıp geriye kalan kısmın yerine failun getirilmek
suretiyle hem mahzuf ve hem de maksur olmuş olur.
(Muhammed b. Kays-i Harizmi, Behram-i Serehsi ve Abdallah-i
Karşi gibi müelliflerin eserlerinden tercüme edilip bir
araya getirilmek suretiyle Ahmet Hamdi tarafından hazırlanan
Teshifü'l-arôz ve'lkavafi ve'l-bedayi' Istanbul, 1 289 adlı eser,
s. 33, 37, 61, 1 04; Gıyas, s. 59, 292; A. Ateş Abdulvahhab
Tarzi, Farsça Grameri, İstanbul 1 954, s. 256; Reşideddin
Vatviit, Muhtasari der ilm-i aruz; İslam Ansiklopedisi, c. I,
625 ve c. IX, 684-687).
Behram: Eski Farsça'da bir zafer ilahının adı olup sonraları
Merih yıldızı ve her ayın yirminci gününe denilmiştir.
Ayrıca Sasani hükümdarlarından beş kişinin adı olup, bu beş
hükümdardan bilhassa 1slfrm edebiyatına geçmiş olanı ve hakkında
türlü menkıbeler teşekkül etmiş bulunanı 421 - 438 veya
439 m. yılları arasında hükümdarlık eden Behram-i Gar'
dur. Sertliğinden ve yaban merkebi öldürmesinden dolayı kendisine
Gor (yaban merkebi) lakabı verilmiştir (İslam Ansiklopedisi,
c. il, s. 452).
Beka: Allah'nın mutlak olan varlığı, hüviyeti ile ebediyete
kadar kalmağa denir. Bu makamda artık çokluk yok, birlik
vardır (Kuşeyri, Risale, s. 42).
Beyt'ullah: Allah'nın evi manasına gelen bu kelime ile
Kabe kastedilir. (Steingass, Pers. - Engl. dictionary, 215 a).
Beyt'ül-ına'mur: Eski bilginlere göre dördüncü kat gök-
355
te ve tam Kabe'nin karşısında zümrütten ve yakuttan yapılmış
bir mescidin adı. Eskilerin inancına göre, bu mescidden
aşağı bir taş bırakılsa imiş tam Kabe'nin damı üzerine düşermiş.
Bu mescid, Tufan'dan önce Kabe'nin yerinde imiş. Her
zaman Melekler ziyaret edip şenlendirdikleri için bu mescide
bayındır hale gelmiş şenlenmiş ev manasına Beyt-ül-ma'mur
denildiği de rivayet edilir. (Gıyas, s. 7 8).
Bid'at: Birinci cildin açıklamasına bk.
Burtasi: Vaktiyle İdil (Volga) havzasında yaşayan ve
Türk boylarından Bulgarlarla akrabalığı olan ve daha çok
kürk ticareti ile uğraşan Burtas adlı bir kabileye nisbetle buralardan
getirilen kırmızı ve siyah tilki postlarına burtasi denilmiştir.
Burtas kabilesi IX. asırda, tdil'in doğusunda ve
Hazer denizinin kuzeyinde bulunan ülkeleri işgal etmekte idi.
Doğu sınırları da Harizm'e kadar uzanıyordu. (İslam Ansiklopedisi,
c. II, s. 783, 820).
Burak: Kur'anda adı geçmeyip müfessirler tarafından,
Peygamberin Mi'rac gecesinde bindiği rivayet edilen, katırdan
küçük, merkepten büyük bir nevi binek hayvanı Kamus
tere, c. III, s. 784). Mi'rac'ı tasvir eden minyatürcülerin eserlerinde
ise, bu hayvan, kadın başlı, tavus kuyruklu bir kısrak
şeklinde gösterilmektedir (İslam Ansiklopedisi, c. II, s. 804).
Bu hayvana, yıldırım gibi süratli olduğu için bu adın verildiğini
söyleyenler olduğu gibi, renginin parıltısından dolayı bu adı
aldığını söyleyenler de vardır. (Kamus tere. III, s. 784).
Burhan: Açık ve kesin delil. Delil ile burhan arasındaki
fark delilin genel, burhanın ise özel olmasından ibarettir. Burhan
mantıkta bir nev'i kıyastır. Mesela: Her insan hayvandır;
her hayvan cisimdir; o halde her insan cisimdir gibi. .. (Gıyas,
s. 64).
Buri: Mısır'da Nil şehrinin denize döküldüğü yerde bulunan
Dimyat şehrine yakın, sarıkları ve balıkları ile meşhur
Buret adlı bir kasabaya (Mu'eam al-Buldan, c. 1, s. 755) nisbet
edilen bir nev'i kumaş.
356
- C -
Camedar: Selçuk hükümdarlarının elbiselerini muhafaza
eden memura denilir. Osmanlı İmparatorluğundaki çuhadar
ve daha sonraki asırlarda Esvapçıbaşıya benzer bir memur
(Osmanlı Devleti teşkilatına medhill, s. 3 8).
Cem: İnsanın kendi nefsinin ve halkın varlığını kabul etmekle
beraber, bunların mevcudiyetinin Allah ile kaim oldu­
ğunu müşahede etmesi cem; yalnız nefsin ve halkın varlığının,
Allah ile kaim oldukları nazarı itibara alınmadan müşahede
edilmesi ise, fark'tır. (Kuşeyri, Risale, s. 4 1).
Celvet: Kulun, Allah sıfatlar ile halvet'ten (bu kelimeye
bakınız) çıkmasına denilir. Bu sıfatlarla halvetten çıkan kulun
gözü ve diğer azaları, kulun dahli olmaksızın benliklerini tamamiyle
bırakmış, Allah'ya izafe olmuşlar ve " ... attığın vakit
sen atmadın, fakat Allah attı" (K., VIII, 17) ayetinde buyurulan
hale gelmişlerdir (Tarifat, s. 52).
Cennet'i Ala: Yedi cennetten sonuncusunun adı. Salih
kişilerin amellerine göre tertip edilen bu cennetler sıra ile
Cennet-ül-Firdevs, Cennet-ül-Adn, Cennet'ün-Naim, Darü'lHuld,
Cennet-ül Me'va, Darü's-seıam, Cennet-ül-Aiadır. Bu
yedi cennetin ağaç ve köşklerinin altında güzel ırmaklar akar.
(Cevdet Paşa, Lugat-ı Kur'aııiye, s. 4).
Cennet-i .Berin: Cennet-i Aia. Berin, çok yüksek, çok
yüce demektir.
Cüneyd: Birinci cildin açıklamasına bk.
- D -
Dahhilk: Aslında Aji dahaka (Uğursuz yılan, ejderha)
kelimesinin bozulmuş şekli olan Dahhak, efsanevi İran hü­
kümdarlarından zülmüyle tanınmış birinin adıdır. Dahhak
kelimesinin, işaret edilen bu manası, bilhassa İslamiyetten sonra
unutulduğu için muhtelif şekillerde tefsir edilmiştir: Bazıları
bunun, Arapça dalık (gülmek) mastarından yapılan ve daima
357
halkın sözlerine gülen kendini bilmez kişi manasına gelen dahhilk
olduğunu sanmış, bazıları da adı geçen hükümdara atfedilen:
1) çirkinlik, 2) bodurluk, 3) zulüm ve adaletsizlik, 4)
oburluk, 5) kötü dillilik, 6) yalancılık, 7) beceriksizlik, 8) akılsızlık,
9) korkaklık, 1 0) utanmazlık gibi on ayıp manasına
gelen Farsça deh ak'tan geldiğini, bazıları da, Dehhilk'in, iki
ön dişinin anadan doğma açık olduğunu ve bundan dolayı
daima güldü?ü zannedildiği için kendisine bu adın verildiğini
söylemişlerdir.
Dahhak hakkındaki malfrmat sadece Firdevsi'nin (ölm.
4 1 1 h./1020 m.'den sonra) Şehname'sine inhisar etmektedir.
Şehname'ye göre, Dehhilk, Mirdas adlı dini bütün bir Arap
hükümdarının oğludur. Emrinde on bin at bulunan çok cesur
ve çevik bir insanmış. Günün birinde şeytan, iyi bir insan kılı­
ğına girerek onun yamna gelmiş ve Dehhilk'i tatlı sözleri ile
kandırarak babasını öldürmeğe teşvik etmiş. Dehhilk da Şeytanın
sözüne uyarak, bahçede hazırladığı bir kuyuya düşürerek
babasını öldürüp hükümdarlığı eline geçirmiş. Bundan sonra
Şeytan yine insan kılığına girerek Dehhak'ın yanında aşçı
olmuş ve günün birinde onun omuzunu öpmeyi teklif etmiş.
Teklifi kabul edilince Dehhi'ık'in omuzunu öpmüş. Bu öpme
neticesinde Dehhilk'in omuzlarında iki kara yılan hasıl olmuş.
Bu yılanları ne kadar kesmişlerse de, yine bitmişler. Bunun
üzerine Şeytan, bir doktor kılığına girmiş ve Dehhilk'a yılanları
kesmesini, onları insan beyni ile beslemesini tavsiye etmiş
ve dediği de yapılmış. Fakat Dehhilk'in yanında aşçılık eden
iki kişi yılanlara verilmek üzere sağlanan insan beyinlerinden
birinin yerine koyun beyni koymak suretiyle kesilecek genç­
lerden birini serbest bırakmışlar. Nihayet on sekiz çocuğundan
on yedisi yılanlara yedirilmiş ohm Kave adında bir demirci,
önlüğünü bayrak (drafş) yaparak isyan etmiş, etrafına
topladığı halkla birlikte Feridun'u aralarına alarak Dahhilk'i
tahttan indirmişler ve yerine Feridun'u getirmişler. Feridun
bir meleğin arzusu üzerine Dahhak'i öldürmeyip Dimavend
dağında zincire vurmuş (H. Ritter, Ders takrirleri; CI. Huart,
La Perse Antique, Paris 1 035, s. 256; Kamus tercümesi, c.
III, s. 1 096; Burhan-i kaati' s. 287; Gıyas, s. 267; Firdevs!,
358
Şehname, Necati Lfıgal tere., Şark - İslam Klfısiklcri 1 0, İstanbul
1 945, c. I, s. 46 v.d.,)
Dar-us-Selam: Selamet evi. Cennet ve Arabistan'da bir
yerin adı. Bağdat şehrine de bu ad verilir. Gıyas, 1 69).
Dikkat: Batını (içi) sağlam bir kimsenin tam manası ile
bakmasına ve kendi kendini idrak etmesine denir.
Dirhem: Bk. c. I, Açıklama.
Dört Unsur: Toprak, su, hava ve ateş. Eskilerin inancına
göre insan bu dört unsurdan teşekkül etmiştir. Bu dört unsurdan
da sıcaklık, soğukluk, rutubet ve kuruluk meydana
gelmiştir (İsmail Hakkı, Şerh-i usul-i-aşere).
- E -
Ebabil Kuşları: Aslında biribiri peşi sıra giden deve veya
kuş sürüsü manasına gelen Arapça ibbale kelimesinin çoğul
şekli olan ebabil kelimesi ile bir nev'i kırlangıç kastedilir (Gı­
yas, s. 11; Kamus tercümesi c. III, 1 144).
Ebabll kuşları, tslam edebiyatında bilhassa Al vak'asında
oynadıkları mühim rol dolayısiyle şöhret bulmuşlardır.
Kur'an'da da nakledilen (K., CV) bu vak'a, VT. asrın ortalarına
doğru Yemen'de Habeşistan valisi ve sonradan kıra! naibi
olup, el-Asram lfıkabım taşıyan Ebrehe'nin, 540 m. tarihinde
İranlılarla Bizanslılar arasında vukubulan savaşta, Bizanslı­
lar hesabına İranlılara karşı giriştiği savaşla ilgilidir. Menkı­
beleşen Arap rivayetlerine göre, Ebrehe, içerisinde büyük bir
al de bulunan ordusu ile Mekke üzerine yürüdüğü sırada Ebabil
kuşları ayakları ile taşıdıkları taşları onların Üzerlerine
atarak muhtelif yerlerinden yaralamış ve bu suretle Mekke'ye
girmelerine engel olmuşlardır. Arap menkıbelerinde, bu hadisenin
Peygamber'in doğduğu 570 m. yılında vukubulduğu
kabul edilirse de, Ebrehe'ye dair bulunan vesikalar. onun bu
tarihten oldukça önce cereyan ettiğini göstermektedir. Ayrıca
bu hadisede zikredilen alin de Habeşçe Aal adında bir ku- ,
mandanın adının tahrif edilmiş şekli olduğu tahmin edilmek-
359
tedir. (İslam Ansiklopedisi, c. IV, s. 9; Regis Blachere, Le
Cornn, traduction ?elon un essai de reclassement des sourates,
Paris 1 949, c. II, 111; Cevdet Paşa, Kısas el-Enbiya, İstanbul
1 331, c. I, s. 53 v.d.).
Ebrar: Dindar günahsız manasına gelen burr'in çoğul şekli.
Tasavvufta Ebrar kelimesiyle yedi kişi kastedilir. Soalerin
inancına göre kutubdan sonra veliler arasında üç yüz ahyar,
kırk abdfü, yedi ebrar, dört de nakib vardır. Hucviri, Keş·
fü'l-M&hçôb, s. 214).
Erhain Günleri: 9 arahkdan 17 ocak'a kadar olan 40
gün; karakış.
Esir: Yüksek, yüce, yükseklik ve yücelik manasına gelen
bu kelime ile felek kastedilir. Ayrıca ateş küresine de denir.
Çünkü, ateş küresi unsurların en yücesidir. Gıyas, s. 1 3).
- F -
Fas?k: Allah'ya itaat yolundan çıkan kişi, günahkar
(Kamus tere., III, 981). gerçeği görüp de amel ve itikad etmiycn
(Tarifat, s. 11 O) kimse. Yalnız zina ve katil gibi büyük
günah işliyenlere değil, şeri'at hükümlerini az çok gözetmiyenlere
de füsık denilir. Fasıkın her türlü tanıklığı muteber sayılmaz
(iA, c. IV, s. 516).
Fena: Salikin, kesret (çokluk) aleminden aldığı renklerden
yani kayıtlardan sıyrılıp çıkması ve yok olması.
Feridfm: İran hükümdarlarından birinin adı. Efsaneye
göre Cem'in soyundan gelen bu hükümdar, Dahhi'tk'in (bu kelimeye
bk.) hiikümdarlığı sırasında bir çoban tarafından bir
dağda yetiştirilmiş, Kave adındaki demircinin Dehhilk'e kar­
şı giriştiği isyanda dağdan getirilerek, padişahlık tahtına oturtulmuştur.
Feridun, padişah olur olmaz, Kave'yi ordu kumandanı
yapmış, Dehhilk, Feridun tarafından esir edilip, Demavend
dağında zincire vurulmuş. Feridfın'un Selm, Tur ve
İrec adlarında üç oğlu olmuştur. Feridun memleketini bu üç
oğlu arasında taksim etmiş. Fakat bu üç çocuktan ilk ikisi
360
kendilerine düşen ülkelerle yetinmemişler, kardeşleri İrec'ın
ülkesine göz koymuşlar ve bu ülkeyi ele geçirmek için onu öldürmüşler.
Bu hadise Feridfın'u çok üzmüş. Fakat İrec'ın karısı
bir kız çocuğu doğurmuş, o da bununla teselli bulmuş.
Bu kız buluğa erince kıral ailesinden gelen Peşeng adında biri
ile evlenmiş. Bu birleşmeden, sonradan gelecek olan İran hü­
kümdarlarından Menuçihr doğmuştur. Bu çocuk, dedesi Feridun
tarafından kuvvetle himaye edilmiş; amcalarının kendisine
karşı girişmiş oldukları teşebbüsler akim kalmış, neticede
Tur, üç gün süren bir muharebede öldürülmüş, Selm ise, Kafkasya'da
bir kaleye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu suretle
Feridun da saltanatını Minuçihr'e bırakarak huzur içinde
ölmüştür. (Cl. Huart, La Perse Antique, s. 257; Şehname tere.,
c. 1, s. 76 v.d.).
Ferkadan Yıldızı: Kuzey kutbuna yakın iki kardeş adı
verilen iki yıldızın adı. Geceleyin yolculukta yön tayinine yarar.
Bunlardan her birine Ferkad, ikisine birden Ferkadan
derler (Kamus tere., c. I, s. 1228).
Fetret: Gevşeklik, iki peygamber arasındaki zaman; iki
peygamber arasındaki zamanda vahy ve ilahi hüıcümler kesilip,
gevşeklik baş gösterdiği için, arada geçen zamana bu ad
verilmiştir(Kanıus tere., c. il, s. 597; (Gıyas s. 316). Bilhassa
İsa ile Peygamberimiz arasındaki devre, ve daha umumi
olarak, dini duygularda durgunluk, bir ülkede teessüs eden
devlet veya herhangi bir sahada zirve sayılan kişilerin zuhurundaki
fasıla (tA, c. iV, s. 582). Tasavvufta sulı1künün
başlangıcında, salikin sahip olduğu yakıcı ateşin sükunet bulmasıdır
(Tariüt).
Flori: O devirde kullanılan bir nev'i para.
Fütuhat: Fütôh'un çoğul şekli. Fütuh, tasavvufta bir kimseden
bcklenilmiyen bir şeyin hasıl olmasına denir. (Tarifat,
s. 1 10).
Fütüvvet: Yiğit bir delikanlıda (feta) bulunan övülmeğe
değer cömertlik ve kerem manasına gelen bu kelime tasavvufta
insanın, dünya ve ahiret hususunda halkı kendi nefsine tercih
etmesi manasında kullanılır. (Tarifat, s. 1 10). Bu vasıf, cö-
361
mertlik, menfaat düşüncesinden kurtulma, kendi nefsini unutmak,
kayıp karşısında huzur ve başkalarının kusurlarına göz
yummakla elde edilir(iA, c. IV, s. 700).
- G -
Gayb: Allah'mn insandan gizlediği her şey. (İbn-el-Arabi,
s. 8). Birlik nuruna dalıp bir daha çıkaınıyacak şekilde kaybolma
(Manevi şerhi, s. 1 54; aynca bk. I. cildin açıklaması).
Gark: İnsanın kendinden tamamen habersiz bir hale gelmesine
denir (Manevi şerhi, s. 1 54).
·
Gurbet: Sfılikin kendi halini bizzat kendisinin ve baş­
kalarının bilemiyeceği bir makam. Bu makam sfılik için gurbet
sayılır ve salik kendisini bu makamda dünya ve ahirette garip
hisseder.
Guyende: Saz çalan ve şarkı söyliyen, hikaye anlatan.
Gürbüz: Hilekar. Aslında bu kelime, gurk (kurt) + buz
(davar) yani "davar şeklinde kurt" idi (Gıyas, s. 324).
-- H -
Hadis-i Kutsi: Peygaınber'e uykuda vahyolan hadisler.
(Gıyas, s. 3 89).
Hakim: İran mutasavvıf şairlerinden Senayi'. Bu kitapta
bu kelime büyük harflerle yazıldığı yerlerde Senayi kastedilmiştir.
(Birinci cildin açıklamasına bk.)
Halilürrahman: İbrahim, İshak ve Yakub peygamberlerin
gömüli.i bulunduğu Alistin'in güneyinde bulunan Halil adlı
şehire bilhassa Türkler tarafından verilen ad (iA, c. V. s, 155.
1 46).
Halvet: Bir kimse ile yalnız kalmak manasına gelen halvet
kelimesi, tasavvufta Allah'dan başka hiçbir insan ve meleğin
bulunmadığı bomboş bir yerde ruhun gizlice Allah ile
konuşması manasına gelir. Bir odacık veya yer altında kazıl-
362
mış daracık bir mahzen içine girip, haftalarca orada ibadetle
meşgul olmak adetinin Soaler arasında hangi tarihten beri
var olduğu kesin olara.1<: bilinmiyorsa da, veliler hakkında yazılmış
biyografi kitaplarında bu adetin III, h. (X. m.) asırdan
önce de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Halvete girmeyi prensip
edinen ve halvetiye adını alan bir tarikatın ortaya çıkışı
ise, VIII. h. (XIII. m.) asırdadır. Bu tarikate mensup olanlar
nefislerini ancak halvetle öldürebilecekleri kanısındadırlar.
Bunun için dört elle halvete sarılırlar. Halvet, hücre veya
halvethane adı verilen, kapısı kıble tarafında bulunan, insan
boyu yüksekliğinde, namaz kılınacak kadar uzunlukta, hareket
edilebilecek genişlikte olan ve içerisine, dışarıdan hiç ışık
sızmayan bir odacıkta yerine getirilir. Mamafih nefislerine
fazla eziyet etmek için bazı şeyhler toprak altında hazırlanan
hücrelerde de halvete girerler. (Doktora tezimiz, s. 3 7).
Harinı: H;;-rkesin girmesi yasak olan masun ve muhterem
yer.
Hatim-i Ta'i: Araplar arasında cömertliği dillere destan
olmuş, meşhur bir Arap şairi ve asilzadesi olup, VI. asrın son
yarısı ile VII. asrın başlangıcı arasında yaşamıştır (tA, c. V.
s. 37 1).
Hakiki Hayat: Salikin kendi izafi varlığından kurtulup,
Allahnın sıfatı ile vasıflanmasıdır. Tıpkı denizden ayrılan bir
damlanın tekrar denize karışıp, denizin olgunluğunu kazanması
gibi.
Hcrise: Bir nev'i yemek.
Hikmet: İnsan gücü nisbetinde, dış eşyanın hakikatini
olduğu gibi bilip, ona göre hareket etmekten bahseden bir
ilim. Tabii, riyazi ve ilahi olmak üzere üç çeşittir. Hikmet-i
tabii; su, hava, basit ve bileşik cisimler gibi, akılla idrak edilen
ve hariçte de mevcut olan bir maddeye muhtaç şeylerden
bahseden bir ilimdir. Riyazi Hikmet; hariçte mevcut bir maddeye
ihtiyaç gösteren ve sadece bir sayıdan olmayan i5lerden
bahEeden ilimdir. Gerçekten hariçte bir maddeye deıalet etm
iyen sayı da vardır. Fakat bu sayılar riyazi hikmet'e girmez.
tlahi Hikmet ise; hareketler'de bulunma ve sanatlara çalışma-
363
dan bahseder. Nazari Hikmet üç kısımdır: 1) Metafizik, 2)
Riyazi ilim, 3) Tabiat ilmi.
1 - Metafizik: tki kısma ayrılır: a) tlahiyat, b) Felsefe,
2 - Riyazi ilimler: Bu ilmin çerçevesine, a) Hendese,
b) Matematik, c) Musiki, girer.
3 - Tabiat tlmi: a) Sema'ı tabii, b) Sema-ı Alem, c)
Kevn-ü fesat, d) Ulvi eserler, e) Madenler ilmi, f) Bitkiler ilmi,
g) Hayvanlar ilmi, h) Nefs ilmi.
Ameli Hikmet ise:
1 Tehzib-i ahlalc (Ahlakı süsleme).
2 - Tedbir-i Menazil (Ev geçimi bilgisi).
3 - Siyaset:._i beden (Sağlık bilgisi).
Yukarıdaki tasnif eski bilginler tarafından yapılmıştır.
(Gıyas, s. 145. Kelimenin diğer manaları için bk. Cilt, I, Açıklama).

Hikemiyat: Felsefi sözler.
Hitab: Allah tarafından kul'a dört türlü hitab gelir:
1 - Rabbani (Allahsal) hitap: Bu hitap hiçbir zaman
hata yapmaz, kudret, kuvvet ve önlemek imkansızlığı ile tanı­
nır.
2 - Mcleki (meleklere ait) hitap: Bu hitap bir kimseyi,
bir hizmeti yerine getirmeye, veya bir farzı sona erdirmeye
teşvik eder ve ilham adını alır.
3 - Nefsani (nefse ait) hitap, yahut hacis (kötü) hitap,
Nefse haz verir.
4 - Şeytani Hitap: İnsanı hakka muhalefete, fuhşa ve
günah işlemeye teşvik eder (Tarifat, s. 45).
HU: Allah'nın zfüma ait bir addır. Bu adla, görülmesi
mümkün olmayan, fakat kendisi ile bütün varlıkların zuhur
ettiği, gayba ait bir sır kastedilir. Hakkm hüviyetinin eşyadaki
dola5ması, bir meyve çekirdeğine benzetilir. Nasıl bir ağaç bir
çekirdekten vücuda geldikten sonra, o çekirdek o ağacın gövdesinde
sır olup, görünmez, fakat ağaç neşv ü nemasını bu
sırdan (çekirdekten) alıp meyva verirse, ve bu çekirdek de
bu suretle kendi 'hakikatini kesret (çokluk) mertebesfode gösterip,
bir iken yüz binlerce olursa, Allah'nın hüviyeti de eşya-
364
da öylece dolaşır ve bir iken binlerce şekilde gözükür. (Haririzade
Kemaleddin Efendi, Tıbyan, c. il, s. 226 a.).
Huld-i Berin: Cennet-i Ala.
Hüdlıüt: Ç0k renkli, çizgili ve fena kokan bir kuş. Mezbelede
açtığı bir çukur içinde yumurtlar. Yer altında bulunan
suları, sanki bir cam içinde imiş gibi gördüğü rivayet edilir.
Su bulmaktaki maharetinden ötürü, Süleyman Peygambere
kılavuzluk etmiş, kaybolduğu vakit, Süleyman onu aratmış.
Hüdhüt'ün kaybolmasının sebebi şu imiş: Rivayete göre Sü­
leyman, Beytül-Mukaddes'i yaptıktan sonra Mekke'ye gitmek
üzere hareket etmiş. Kendisine insanlar, cinler, şeytanlar, kuş­
lar ve vahşi hayvanlar arkadaşlık etmişler. Mekke'yi ziyaret
ettikten sonra Y emen'e doğru hareket edip, öğle vakti
San'a mevkiine ulaşmış. Burası güzel bir yermiş. Burada konup
namaz kılmak istemiş. Buraya konmak işi ile meşgul olurlarken
Hüdhüt, su bulmak için göğe doğru uçmuş, yükseklerden
arzın dört tarafına bakmış .
. Nihayet Belkis'in bahçesini
görmüş. Oraya doğru uçup konmuş. Tam o sırada oraya bir de
Yemen'li bir Hüdhüt gelmiş. Süleyman'ın Hüdhüt'ünün adı
Ya'fur'muş. , Y emen'li Hüdhüt, Süleyman'ın Hüdhüt'üne:
"Nerden geldin, nereye gidiyorsun?" diye sormuş. O da, Sü­
leyman ile birlikte Şam'dan geldiğini, söylemiş. Bunun üzerine
Y emen'li Hüdhüt: "Süleyman kimdir?" demiş. Y a'fur:
"Süleyman, insanların, cinlerin, şeytanların, kuşların, vahşi
hayvanların ve yelin padişahıdır," diye cevap vermiş ve Süleyman'ın
yüceliğinden ona uzun uzun bahsettikten sonra ondan:
"Peki, sen nerelisin?" diye sormuş. Bunun üzerine Yemen'li
Hüdhüt de: "Bu ülkeden," diye cevap vermiş ve Belkis'i ona
anlatmış. Sonra da: "Belkis'in ülkesini görmek için benimle
gelmez misin?" diye bir teklifte bulunmuş. Ya'fur: "Süleyman'ın
namaz kılmak için suya ihtiyacı olacağı zaman beni
aratacağından korkuyorum," demiş. Yemen'li Hüdhüt: "Eğer
sen bizim kraliçeden haber götürürsen padişahın sevinir," demiş.
Bunun üzerine Ya'för ile Y emen'li Hüdhüt, Belkis'in
ülkesine gitmişler. Ya'ffır, Belkis'in ülkesini gördükten sonra
Süleyman'ın yanına dönmüş. Fakat Süleyman su olmayan bir
yere konduğu için insanlardan, cinlerden, şeytanlardan su bul-
365
malarını emretmiş. Bunlar su bulamamışlar. Bunun üzerine
Süleyman kuşları aratmış, aralarında Hüdhüt'ü göremeyince
onların şefinden Hüdhüt'ü çağırıp getirmesini emretmiş.
O da Hüdhüt'ten haberi olmadığını söylemiş. Bunun
üzerine Süleyman, kuşların reisi kartalı çağırtmış ve bir
saat içinde Hüdhüt'ü bulmasını emretmiş. Kartal göğe yükselmiş,
etrafına bakınca Hüdhüt'ün Yemen tarafından geldiğini
görmüş. Onu alıp Süleyman'ın yanına getirmiş. Süleyman Hüdhüt'ten
niçin kaybolduğunu sorunca o da, ona Belkis meselesini
anlatmış Damiri, Hayatü'l-Hayavan, s. 436).