30 Mart 2016 Çarşamba

Ölmek istemeyiniz.Kabir azâbı çok acıdır. Ömrü uzun olup İslâmiyet'e uymak büyük saâdettir. Hadîs-i Şerîf

Ölmek istemeyiniz.Kabir azâbı çok acıdır.
Ömrü uzun olup İslâmiyet'e uymak büyük saâdettir.
Hz Muhammed sav
Kabirlerinde azab gören iki insanın sesini duydu.Nebiyy-i Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem:
Biri,bevlinden sakınmazdı,diğeri de koğuculuk ederdi. buyurdu.Ondan sonra yaprakları soyulmuş tâze bir hurma dalı istedi. Dalı iki parça etti. Her birinin kabri üzerine birer parça dikti. "Yâ Resûlâ`llâh, bunu ne için yaptın!" diye sordular. "Bunlar tâze kaldıkca belki (azapları) hafifler." cevâbını verdiler.
Buhari 163

Peygamberimiz(sav) “Üveys-i Karnî ihsân ve iyilikte tabiînin hayırlısıdır” buyurdu.
Resûlullah(sav) zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum” buyururdu. “Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmişbin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennete gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği) nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabilelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefaat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabilenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kiram: “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. “Allahın kullarından biri” buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir dediler. “Üveys” buyurdu. Nerelidir dediler. “Karn’lıdır”buyurdu. O sizi gördü mü dediler. “Baş gözü ile görmedi” buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin dediler. “İki sebepden: Biri hâllerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyâr bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar” buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazreti Ebû Bekir’e “Sen onu kendi zamanında göremezsin”, ama Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’ye “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin” buyurdu.







Veysel Karani,aşkı Resulullah ile yanıp tutuşmuştur.Tek emeli,biricik gayesi Resulullah'ın mübarek cemalini görmekti.Bu aşk ile günler gelip geçiyordu.Bir gün annesine:
- Anneciğim! Eğer müsaade edersen gidip sevgili Peygamberimizin mübarek yüzünü göreyim. Gidip Medine'de ziyaret edeyim, dedi.
Veysel Karani'nin anası uzun uzun düşündü.
Sonra:
- Bir şartla izin veririm. Resulullah'ı hane-i saadetlerinde (mübarek evinde) ziyaret edeceksin. Başka yerde değil, dedi.
Aşık-ı Resul olan Veysel Karani anam izin verdi diye sevinç içinde Medine yoluna düştü. Günlerce yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Peygamberimizin evini sordu. Gösterdiler. Hane-i Saadetin kapısını çaldı. İçeriden Hz. Aişe validemiz:
- Kim o? diye seslendi. Veysel Karani:
- Benim, ben, Veysel, Yemen'in Karan köyünden geldim. Resulullahı ziyaret için geldim dedi. Hz. Aişe validemiz:
Resulü Ekrem mescide gitti. Hemen oracıkta görebilirsin dedi. Veysel Karani:
- Ah! dedi. Gidemem, anamın izni buraya kadar dedi.
Hz. Aişe (R.A.) validemiz:
- Ey Allah'ın kulu! Kimsin sen? dedi. Veysel:
- Adım Veysel'dir. Yemen'in Karan Köyündenim. Çobanlık yaparım. Sevgili Efendimizi ziyaret için buraya kadar anacığımdan izin almıştım. Demek ki görmek nasip değilmiş diyerek gerisin geriye döndü.
Resulullah, mescidden döndüklerinde:
-Ya Aişe! Buraya Üveys (Veysel) mi geldi?
Onun beni bu dünyada görmesi nasip olmayacak. Allah onu imtihan ediyor. Annesine olan itaatının derecesini ölçüyor, dedi.
Veysel Karani anasına geldi, olanları derin bir ah çekerek anlattı. Üzüntü ve kederinden sararıp solmuştu. Anası:
- Üzülme oğlum, üzülme dedi. Sen beni memnun ettin ya, Allah'ta seni memnun edecek. Sevgili Efendimizi öbür dünyada göreceksin dedi.



Allah Teala bir kulunun iyiliğini dilerse,ona cezasını dünyada çektirir.Eğer bir kuluna fenalık dilerse,günahından dolayı,ona dünyada hiçbir üzüntü ve acı vermez.Ta ki o kul,kıyamet gününde huzuruna günah yükü ile gelsin.


Hz Muhammed sav

Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz,ben kendisine babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.
Hz Muhammed sav
Buhari, İman 7
Bu hadis, şu ayetin bir açıklaması mahiyetindedir:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)
Görüldüğü gibi Peygamber sevgisi ile ilgili ayet ve hadis tam bir bütünlük arz etmektedir. Bir Müslüman için Allah ve Resulünün sevgisi her şeyden önce gelir. Çünkü bu sevgiyi isteyen Allah’tır.


Hz. Muhammed de Elçi olarak Allah’ın indirdiği ayetleriyle bildirdiği gibi, hadisleriyle de açıklamaktadır.
- Hz. Peygamberin şahsının sevilmesini istemesi, kendi nefsi için değildir. Onun -zaten her mümin tarafından sevilen sayılan- şahsına karşı böyle bir sevgi istemesi, peygamberlik şahsiyeti ile ilgilidir. İnsanları Allah’a iman etmeye davet eden, her türlü şirkten uzaklaştıran, kula kul olmaktan kurtaran, cennet gibi ebedî bir mükâfatı vad eden, dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren bir din ortaya koyan onun bu peygamber olan şahsiyetidir. İnsanları -tek kelimeyle- hakiki insanlık mertebesine yükselten onun bu mânevî şahsiyetinin sevilmesinin, imanla yakından bir bağlantısı vardır. İnsan onu sevdikçe imanını pekiştirmiş olur.
Evet, Hz. Peygamberi sevmek Allah namına olduğu için doğrudan Allah’ı sevmek demektir. Allah’ı sevmek her şeyden üstün olduğuna göre, o sevgiyi gösteren peygamberi sevmek de her şeye tercih edilmelidir.
Hz. Muhammed müminlerin hayat modelidir. Onlar için canlı bir örnektir. Bu modelliğin güçlü olması, onu sevmekle doğru orantılıdır. “Ey Resulüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir! /çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir”(Ali İmran, 3/31) mealindeki ayette Hz. Muhammed’i sevmenin, ona tabi olmanın mahiyetini görebiliriz.




'Namaz kılınız namaz! Muhakkak cemaatla namaz kıldıkça birlik ve beraberliğiniz bozulmaz! Namaz! Namaz!' diyordu.
Hz Peygamber ölünceye kadar namazı tavsiye etti. 
Hz. Peygamberin hayatında, ölümünde,sözünde, fiilinde, bütün durumlarında düşünenler için ibret ve güzel bir örnek mevcuttur. Basireti açık olanlar için o bir ışıktır; zira Allah'ın katında ondan daha şerefli bir kimse yoktur. Çünkü o, Allah'ın dostu, habibi, Allah'ın kelâmına muhatap olan, kulları arasından seçilen, Allah'ın peygamberi ve nebisidir. Müddeti bittiğinde acaba Allah ona bir an dahi mühlet vermiş midir? Eceli geldikten sonra acaba bir lâhza dahi tehir olunmuş mudur? Hayır! İnsanların ruhlarını kabzetmekle görevli melekler göndererek onun şerefli ve pak ru-hunu Allah'ın huzuruna götürmek, onun temiz bedeninden çıkarıp rahmete, rıdvan ve güzel hayırlara daldırmak için götür-meye geldiler. Rahmân olan Allah'ın manevî komşuluğunda doğruluk merkezine götürdüler. Bununla beraber ölüm anında Hz. Peygamberin üzüntüsü arttı. Izdırabı kesintisiz devam etti. İnlediği görüldü. Allah'ın mülakatına karşı olan isteği yükseldi, benzi sarardı, alnı terledi. Sağı ve solu inkıbaz ve inbisat hususunda sarsıldı. Hatta o mecliste hazır bulunanlar Hz. Peygamberin bu ızdırabından ötürü ağladılar. Onun acı çektiğini müşahede edenler sızlandılar. Acaba peygamberlik mertebesi Hz. Peygamberden Allah'ın takdirini uzaklaştırdı mı? Ölüm meleği, onun aile efradını ve aşiretini gözetti mi? Hakkın yardımcısıdır. Halkı uyarıyor ve müjdeliyor diye ona bir müsamaha gösterdi mi? Heyhat nerede! Ölüm meleği vazifesini yerine getirdi. Levh-i Mahfuz Adı yazılı olarak gördüğünü harfîyyen tatbik etti.

İşte Hz. Peygamberin hali buydu. Oysa Hz. Peygamber Makâm-ı Mahmud'un ve insanların varacağı kevser havuzunun sahibidir. Kabirden ilk çıkan insan ve mahşer gününde şefaat-i uzmâ (en büyük şefaat) sahibi olandır. Bu bakımdan onun halinden ibret almamamız ne kadar hayret verici bir şeydir. Halbuki ileride karşılaşacağımız şeylerden de emin değiliz. Hatta biz şehvetlerimizin esirleri, günahların arkadaşlarıyız. O halde, neden muttakîlerin imamı, rabb'ül-âlemîn'in habibi ve peygamberlerin efendisi olan Hz. Peygamber'in ölümünden ibret almıyoruz?!

Yoksa kendimizi dünyada ebedî kalıcı mı sanıyoruz veya kötü fiillerimize rağmen Allah'ın katında kendimizi şerefli mi sanıyoruz? Nerede, nerede! Aksine biliyoruz ki hepimiz ateşe varacağız. Sonra o ateşten ancak muttakîler kurtulacaktır. Bu bakımdan ateşe varmak hususunda kesin bir bilgiye sahibiz. Fakat ateşten çıkmak hususunda sadece zanna sahibiz. Biz nefislerimize zulmettik; zira zannın peşine düştük. Yemin olsun, biz muttakîlerden de değiliz!

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra sakınanları kurtaracağız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.(Meryem/71-72)

Bu bakımdan her kul kendi nefsinin zâlimlere mi yoksa muttakîlere mi daha yakın olduğunu kontrol etmelidir. Sen de selef-i salihînin gidişatına baktıktan sonra kendi nefsini kontrol et! Onlar muvaffak olmalarına rağmen Allah'tan korkan kimseler idiler. Sonra peygamberlerin efendisi Hz. Peygamberin durumunu dikkatle izle! O, peygamberlerin efendisi, muttakîlerin önderi olduğundan dolayı işinde yakîn üzerinde idi. Fakat dünyadan ayrıldığı sırada çektiği zahmet ve şiddetten ibret al! Cennet-i Me'va'ya göçüp gideceği anda durumu nasıl ağırlaşmıştı?

İbn Mes'ud (r.a) der ki: Hz. Âişe'nin odasında bulunduğu ve eceli yaklaştığı bir sırada Allah Rasûlü'nün huzuruna vardık. Bize bakınca gözlerinden yaşlar aktı. Sonra şöyle buyurdu: Sizlere merhaba! Allah, sizi selâmla diriltsin, sizi himayesine kabul buyursun, size yardım etsin! Sizlere takvayı tavsiye ediyorum, sizi Allah'a emanet ediyorum. Muhakkak ki ben sizin için Allah'tan gelen apaçık bir uyarıcıyım. Allah'ın arzında ve kulları arasında Allah'a karşı yücelik taslamayın! Ecel yaklaşmıştır, dönüş Allah'adır, Sidretü'l-Münteha'ya cennet'ul-me'vâ'ya ve en dolgun kadehedir. Bu bakımdan hem kendi nefislerinize, hem de benden sonra dininize girecek kimselere benden selâm edin ve Allah'ın rahmetini tebliğ edin!73

Rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber (s.a) vefat edeceği anda Cebrail'e (a.s) 'Benden sonra ümmetimin durumu nasıl olacak?' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ (ce) Cebrail'e vahiy göndererek şöyle buyurdu:

Habibime müjde ver! Onu, ümmeti hususunda mahcup etmeyeceğim. Ona müjde ver ki insanlar haşre gönde-rildiğinde herkesten daha önce haşre gönderilen o olacaktır. Haşre gelenler mahşerde toplandıklarında önderleri o olacaktır. Onun ümmeti cennete girmeden önce diğer ümmetlere cennete girmek haram olacaktır.

Bu müjde, Hz. Peygamber'e tebliğ edildikten sonra İşte şimdi gözüm arkada kalmaz' buyurmuştur.

Hz. Aişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) hastalığında yedi kuyudan getirilmiş yedi kırba su ile yıkanmak istedi. Biz de bunu yaptık. Hz. Peygamber biraz rahatladı. Çıkıp ashabına imamlık yapıp Uhud şehitleri için Allah'dan af talep ederek onlara dua etti. Ensâr hakkında şunları tavsiye etti:
Ey muhacirler topluluğu! Siz zaman geçtikçe fazlalaşırsınız. Ensâr-ı kirâm ise, bugünkü durumlarında kalıp artmazlar. Ensâr, benim sığındığım, sır sandığımdır.

Bu bakımdan onların iyilik yapanlarına ikramda bulunun! Onlardan kötülük yapanın hatasını affedin!

Bir kul dünya ile Allah katındaki nimetler arasında muhayyer bırakılmıştır. O kul da Allah'ın nezdindekini tercih etmiştir.

Bu sözler üzerine Hz. Ebubekir (r.a) Hz. Peygamber'in, kul kelimesiyle kendi nefsini kasdettiğini anladı ve ağlamaya başladı. Hz. Peygamber ona şöyle hitap etti:
Ey Ebubekir, sabırlı ol! Mescide açılan bütün kapılar kapatılsın. Sadece Ebubekir'in kapısı açık bırakılsın; çünkü benim katımda Ebubekir'den daha üstün bir kişi yoktur!74
Hz. Âişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber benim odamda, benim günümde, kollarım arasında ruhunu teslim etti. Ölüm anında Allah benimle onun tükrüğünü bir araya getirdi. Hz. Peygamber yatarken kardeşim Abdurrahman içeri girdi. Elinde bir misvak bulunuyordu. Hz. Peygamber'in misvağa baktığını gördüm. 'Senin için misvağı alayım mı? dedim. Başıyla evet! diye işaret etti. Bunun üzerine misvağı Abdurrahman'm elinden alarak ağzına koydum. Fakat misvak ona katı geldi. 'Senin için yumuşatayım mı?' dedim. Yine başıyla evet! diye işaret etti. Bunun üzerine, misvağı ağzımda güzelce yumuşatarak ona verdim. Yanımda bir ibrik su bulunuyordu. Zaman zaman elini suya daldırıp şöyle diyordu: 'Lâ ilâhe ilâhe Allah'tan başka ilah yoktur, muhakkak ki ölümün dehşet ve acıları vardır!' Sonra elini yukarı kaldırıp şöyle dedi: 'En yüce arkadaş en yüce arkadaş! (En yüce arkadaşı istiyorum)'. Ben o zaman dedim ki: 'Yemin olsun! Artık Hz. Peygamber bizi istemiyor'.

Said b. Abdullah babasından şöyle rivayet ediyor: Ensâr-ı kirâm, Hz. Peygamber'in gittikçe ağırlaştığını gördüklerinde mesci-din etrafında dolaştılar. Hz. Abbas, Hz. Peygamber'in yattığı odaya girdi. Ensâr'ın üzüntüsünü Hz. Peygamber'e haber verdi. Sonra Fadl b. Abbas içeri girdi ve o da babasının söylediklerini söyledi. Sonra Hz. Ali içeri girdi. O da aynı haberi verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber elini uzattı ve 'Ha!' dedi. Onlar Hz. Peygamber'in elinden tuttuklarından Hz. Peygamber 'Siz ne diyorsunuz?' diye sordu.
Dediler ki: 'Senin ölmenden korkuyoruz!' Kocaları Hz. Peygamber'in yanında toplandıkları için kadınlar dışarda vaveyla kopardılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ali ve Hz. Fadl'ın kolları arasında (amcası) Hz. Abbas önünde olduğu halde dışarı çıktı. Hz. Peygamber'in başı bağlıydı. Ayakları yerde sürünüyordu. Gelip minberinin ilk basamağına oturdu. Halk Hz. Peygamber'in etrafını çevirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Kulağıma geldi ki benim için ölümden korkuyorsunuz! Sizin bu korkunuz ölümü hoş karşılamamanıza ve peygamberinizin ölümünden hoşlanmamanıza delâlet eder. Acaba benim ve nefislerinizin ölüm haberi size verilmedi mi? Acaba benden önce gönderilmiş milletler arasında herhangi bir peygamber ebedî kalmış mıdır ki ben de sizin aranızda ebedî kalayım! İyi bilin ki muhakkak ben, rabbime iltihak edeceğim. Siz de ona mülâki olacaksınız. Size ilk muhacirler hakkında hayırlı davranmanızı tavsiye ediyorum. Muhacirlerin de birbirlerine karşı öyle davranmalarını tavsiye ediyorum.

Çünkü Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:
Asra andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve bir-birine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.(Asr Sûresi)

Muhakkak ki işler Allah'ın izniyle cereyan eder. Sakın herhangi bir işin gecikmesi sizi onu acelece yapmaya itmesin.

Çünkü Allah Teâlâ hiç kimsenin aceleciliği için acele etmez. Kim Allah ile pençeleşirse Allah ona mağlup eder. Kim Allah'ı kandırmaya çalışırsa Allah onu kandırır. Yeryüzünde ifsâd etmek, sıla-yı rahimleri kesmek husu-sunda birbirinize yardımcı olursanız muvaffak olacağınızı sanır mısınız? Ensâr hakkında size tavsiyede bulunuyorum. Çünkü onlar sizden önce Medine'yi yurd ve iman evi edindi-ler. Onlara iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Meyvelerini sizinle paylaşan onlar değil miydiler? Size evler hususunda genişlik getirmediler mi? Fakir oldukları halde sizi nefislerine tercih etmediler mi? Kim iki kişi arasında hükmetmek için vazifelendirilirse, Ensar'ın iyilik yapanlarından iyiliği kabul edip onların kötülerini affetsin. Kimseyi onlara tercih etmeyiniz. Ben sizin için öncüyüm. Siz de bana iltihak edeceksiniz. Benim havuzum, Şam memleketinin Bisra şehrinden Yemen'in San'asına kadar geniştir. O havuza sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşak ve baldan daha tatlı bir su akar. O havuzdan içen bir kimse ebediyyen susamaz. O havuzun çakılları incidendir yeri misktendir. Kim yarın mahşer yerinde ve havuzdan mahrum kalırsa o, bütün hayırlardan mahrum edilir. Kim mahşer gününde, benimle havuz başında buluşmak istiyorsa, dilini ve elini yapılması gereken şeyler hariç herşeyden tutsun! Bu esnada Hz. Abbas, Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyşliler hakkında da vasiyette bulun!' dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Ben bu hususu başta Kureyşlilere tavsiye ediyorum. Diğer insanlar da onlara tabidirler. İnsanların iyileri Kureyş'in iyilerine, kötüleri de onların kötülerine tabidirler. Ey Kureyşliler! Halk hakkında size hayırlı davranmayı tavsiye ediyorum. Ey insanlar! Muhakkak ki günahlar nimetleri bo-zar, nasibi değiştirir. Bu bakımdan halk, iyilik yaptığında idarecileri de onlara iyilik yapar. Halk fısk ve fücura daldığında idarecileri de isyan ederler.

Nitekim Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:
İşte kazandıkları (günahlar)dan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız;75 (En'âm/129)

İbn Mes'ud (r.a) şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a), Ebubekir'e 'Ey Ebubekir! Sor!' deyince Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ecel yaklaştı mı?' dedi. Hz. Peygamber 'Ecel yaklaştı ve sarktı' dedi. Bunun üzerine Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah katındaki nimet sana afiyet olsun! Keşke ben gideceğimizden haberdar olsaydım' dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki:

Allah'a, Sidretu'l-Müntehaya, sonra Ceimet'ül-Me'vâ'ya ve Firdevs-i A'lâ'ya, en dolgun kadehe ve en yüce arkadaşa, en afîyetli hayat ve nasibe doğru gideceksiniz!
Bunun üzerine Ebubekir şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Seni kim yıkayacak?
- Ailemin en yakın erkekleri ve yakınlıkta onları takip edenler.
- Seni hangi kefenlere saralım?
- Bu elbiseme, Yemen mamulü olan bir kürke ve süt beyaz bir kefene.
- Senin namazını nasıl kılacağız?
Böylece biz ağladık, o da ağladı. Sonra şöyle buyurdular:
Sabredin! Allah sizi affetsin, peygamberinizden dolayı size mükâfat versin. Beni yıkayıp kefenlediğinizde şu odada kab-rimin kıyısına tahtanın üzerine cenazemi koyduktan sonra bir saat cenazemi yalnız bırakın. Çünkü önce benim namazımı Allah Teâlâ kılacaktır; (rahmetini indirecektir)!
O (Allah) ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet etmektedir. (Ahzab/43)

Sonra Allah, meleklerine, üzerime namaz kılmak için izin verir. Benim üzerime Allah'ın mahlukâtından ilk girip namaz kılan Cebrâil, sonra Mikâil, sonra İsrâfil, sonra birçok askerlerle beraber ölüm meleği, sonra birçok melekler olur. Allah onların hepsine rahmet etsin! Sonra sizler! Bu bakımdan siz kısım kısım içeri girip namaz kılın, çokça selâm verin, bağırmak çağırmak suretiyle bana eziyet vermeyin! Sizden sonra kadınlar, sonra çocuklar girip namaz kılsınlar.
- Seni kabre indirmek için kabrine kim girsin?
- Ailemin en yakınları, sonra onları takip edenler girsinler. Onlarla beraber bir çök melek de girer, onlar sizi görürler fakat siz onları göremezsiniz. Kalkın! Benden sonra gelenlere dininizi iletin!76

Abdullah b. Zem'a77 der ki: Rebiulevvel ayının başında Bilâl gelip namaz için ezan okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Ebubekir'e söyleyin halka imamlık yapsın!' dedi. Kapının önünde, içinde Hz. Ömer'in bulunduğu birkaç kişiyi görünce 'Ey Ömer! Kalk halka namaz kıldır!' dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer kalktı. Yüksek sesli olan Ömer tekbir getirdiğinde, Hz. Peygamber onun sesini tanıyıp şöyle dedi: 'Ebubekir nerededir? Allah da müslü-manlar da Ebubekir'den başkasının imam olmasını istemez'. Bu sözünü üç defa tekrarladı. (Sonra) 'Ebubekir'e söyleyin, halka na-maz kıldırsın!' dedi.
Bunun üzerine Âişe (r.a) dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ebubekir ince kalpli bir kişidir. Senin yerine geçtiğinde kendini tutamaz'.

Bu söz üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi.
Muhakkak ki siz kadınlar, Yusuf un kadınları gibisiniz! Ebubekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın!78

Hz. Ömer'in kıldırdığı namazdan sonra Hz. Ebubekir (on yedi) namazı kıldırdı.

Ömer, Abdullah b. Zem'a'ya dedi ki: Rahmet olasıca! Başıma ne getirdin? Allah'a yemin ederim, ' eğer Hz. Peygamberin (s.a) sana böyle yapmanı emrettiğini sanmasaydım yapmazdım'.
Buna karşılık Abdullah dedi ki: "Orada imamlığa senden daha uygununu görmediğim için sana 'imam ol" dedim.

Âişe (r.a) şöyle diyor: 'O sözü, Hz. Peygamber'e söylememin ve Ebubekir'i imamlıktan uzaklaştırmasını istememin sebebi; dünyadan kaçınmak ve idarecilikte Allah'ın selâmet bıraktığı hariç tehlike olduğu içindi. Halkın Hz. Peygamber daha hayattayken onun yerine geçen bir kişiyi ebediyyen sevmeyeceğinden korktum. Ancak Allah sevmelerini dilerse mesele değişir. Ebubekir'i kıskanıp ona zulmetmelerinden, onu uğursuz saymalarından korktum. Fakat emir ve hüküm Allah'ındır. Allah Teâlâ, Ebubekir hakkında korktuğumun hepsinden onu korudu'.

Hz. Âişe (r. a) şöyle atıl atıyor: Hz. Peygamberin vefat edeceği gün geldiğinde, o günün öncesinde Hz. Peygamberin hastalığında hafifleme görüldü. Bunun üzerine ashabın erkekleri sevinç içinde evlerine yeislerine dağıldılar. Hz. Peygamberi (s.a) ziyaret etmek için, kadınlara fırsat verdiler. Biz Hz. Peygamberin yanında bulunduğumuz bir anda ki hiçbir zaman Hz. Peygamberin yaşamasından bu kadar ümitli ve sevinçli değildik. Hz. Peygamber bize 'Yanımdan çıkın! İşte şu melek gelmiş, huzuruma girmek için izin istiyor!'diye emir verdi.

Benden başka bütün kadınlar çıktı. Hz. Peygamberin başı göğsümde bulunuyordu. Hz. Peygamber, kalkıp oturdu. Ben de evin bir köşesine çekilmek için uzaklaştım. Melekle uzun uzun münâcât edip fısıldaştıktan sonra beni çağirarak başını göğsüme koydu ve kadınlara 'Girin!' dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygambere 'Bu, Cebrâil'gelişine benzemiyor'dedik.

Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet, ey Aişe! Bu ölüm meleğidir. Bana gelip dedi ki: "Allah ancak izin almak suretiyle huzuruna girmemi bana emretti. Eğer bana izin vermezsen huzuruna girmeyecek, dönüp gideceğim. İzin verirsen gireceğim. Allah bana ancak sen istersen ruhunu kabzetmem için emir verdi. Bu bakımdan bana ne emrediyorsun?"79
Bunun üzerine, ölüm meleğine 'Cerâil (a.s) bana gelinceye kadar bana dokunma! İşte bu saat Cebrail'in geliş saatidir' dedim.

Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Biz öyle bir şeyle karşılaştık ki bizim ne ona bir cevap, ne de ona bir fikir belirtme imkânımız yoktu. Dehşete kapıldık, sanki şiddetli bir felâkete uğradık. Ona birşey söylemiyorduk. Ehl-i Beyt'ten hiç kimse bu işin büyüklüğünden ve içimizi dolduran heybetten ötürü konuşamıyordu'.

Hz. Aişe der ki: Cebrâil (a.s) o sırada geldi. Onun geldiğini hissettim. Ehl-i Beyt çıktılar. Cebrâil girdi ve şöyle dedi: "Allah Teâlâ sana selâm ediyor ve diyor ki: 'Kendini nasıl hissediyorsun!' Oysa Allah senin ne hissettiğini senden daha iyi bilir.

Fakat sormakla kerem bakımından seni geliştirmeyi, şeref ve kerametini tamamlamayı ve bu adetin ümmetine bir sünnet olmasını diledi". Bunun üzerine, Hz. Peygamber 'Kendimi hasta hissediyorum!' dedi. Bu cevaba karşı, Cebrâil 'Sana müjde olsun! Muhakkak ki Allah Teâlâ, senin için hazırlamış makama seni vardırmak istiyor!' dedi. Hz. Peygamber Cemil'e 'Ey Cebrâil! Ölüm meleği huzuruma girmek için izin istedi' diyerek olanları Cebrail'e anlattı. Cebrâil (a.s) 'Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak rabbin sana müştaktır. Sana karşı irade ettiğini sarife bildirmemiş midir? Yemin ederim! Ölüm meleği senden önce hiçbir kimseden izin almamış ve hiçbir kimseden de senden sonra izin almayacaktır. Ancak rabbin senin şerefini tamamlamak istiyor. O sana mânen müştaktır' dedi. Hz. Peygamber 'Mâdem ki durum budur, ölüm meleği gelinceye kadar sen gitme!' dedi. Böylece, içeri girmeleri için kadınlara izin verdi ve 'Ey Fâtıma! Bana yaklaş!' dedi. Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in üzerine eğildi. Hz. Peygamber onunla, fısıltı halinde birşeyler konuştu. Bunun üzerine Hz. Fâtıma gözlerinden yaşlar akarak ve konuşamayacak halde başını kaldırdı. Sonra Hz. Peygamber 'Başını bana yaklaştır!' dedi. Bunun üzerine Fâtıma, kulağını Hz. Peygamberin ağzına tuttu. Hz. Peygamber ona birşeyler fısıldadı. Bu sefer güldü ve gülmekten konuşamayacak bir halde başını kaldırdı. Biz Fâtıma'nın durumuna hayret ettik. Daha sonra Fâtıma'ya o durumu sorduğumda şöyle dedi: "Hz. Peygamber önce 'Ben bugün ölüyorum!' dedi. Bunun üzerine ağladım. Sonra şöyle buyurdu:
Allah'a aile efradımdan ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.
Bunun üzerine sevincimden güldüm".

Bu esnada Fâtıma (r.a), iki oğlunu (Hasan ile Hüseyn'i) Hz. Peygambere yaklaştırdı. Hz. Peygamber onları kokladı.80 Âişe der ki: Ölüm meleği geldi. Selâm verdi. İçeri girmek için izin istedi. Hz. Peygamber kendisine izin verdi. Melek sordu:
- Yâ Muhammed! Bize ne emredersin?
- Artık beni rabbime ulaştır!
- Evet! Bugün seni götüreceğim. Muhakkak ki rabbin sana müştaktır. Senin hakkındaki tereddüdü hiç kimse hakkında göstermemiştir.81 Senden başka hiç kimsenin huzuruna izinsiz girmemi yasaklamamıştı. Fakat senin önünde saatin vardır!

Hz. Âişe şöyle devam ediyor: Cebrâil (a.s) geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana! Bu gelişim, yeryüzüne son inişimdir. Artık ebediyyen inmeyeceğim.82 Vahiy kesildi Artık benim yeryüzünde bir işim kalmadı. Yeryüzünde senin huzuruna girmekten başka bir ihtiyacım yoktur. Sonra yerime çekileceğim' dedi.

Hz. Âişe der ki: Muhammed'i hak peygamber olarak gönderene yemin ederim! Evde hiçbir fert bu hususta Hz. Peygamber'e bir kelime bile söyleyemedi. İşittiğimiz şeyin azametinden ötürü
hiçbir fert, dışarda bulunan erkeklerden herhangi birine bir haber gönderemeyecek kadar dehşet ve korku içinde idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in yanına vardım, onun başını göğsüme koydum, onun göğsünü tuttum. Kendisinden geçecek derecede baygınlık geçiriyordu; alnı hiçbir insanda görmediğim şekilde ter döküyordu. Ben durmadan o teri siliyordum. Ondan daha güzel kokulu hiçbir şeyi görmemişimdir. Ayıldığmda ona 'Annem, babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Senin alnında gördüğüm ter neredendir?' dedim. Bunun üzerine dedi ki:

Ey Âişe! Mü'min kişinin canı terle, kâfirin canı da merkep canı gibi, havurtlarından çıkar!
Bu manzara karşısında korkup aile efradımızı çağırdık. Bize ilk gelen kardeşim Abdurrahman idi. Onu babam bana göndermişti. Bu bakımdan Hz.Peygamber erkeklerden bir kimse gelmeden önce vefat etti. Erkeklerin, Hz. Peygamber'in son anına yetişmemeleri Cebrâil ile Mikâl'in onun durumunu idare etmeleri içindir.

Hz. Peygamber her baygınlık geçirdiğinde (şunları) söylerdi: 'Hayır! En yüce arkadaşı (istiyorum!)'

Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber (s.a) pazartesi günü büyük kuşluk ile öğle arası vefat etti'.

Fâtıma (r.a) şöyle demiştir: 'Pazartesi gününde neye rast-ladım! Allah'a yemin ederim! Ümmet durmadan pazartesi günü büyük felaketlere dûçar olur'.

Ümmü Gülsüm de pederi Hz. Ali 'nin Kûfe'de vurulduğu gün, annesi Hz. Fâtıma'nın (r.a) dediği gibi dedi: 'Pazartesi gününde neye rastladım. O günde dedem Hz. Peygamber vefat etti. O günde kocam Ömer (r.a) öldürüldü. O günde babam Ali öldürüldü. Pazartesi gününde başıma gelenler nedir?'84

Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber vefat ettiğinde, içeride figan yükselince halk içeri daldı. Melekler Hz. Peygamberin elbiseleriyle onun bedenini örttüler. Manzarayı görenler ihtilafa düştü, kimi 'Hz. Peygamber ölmüştür' diyenleri yalanladı, kiminin dili konuşamaz oldu. Ancak uzun zaman sonra konuşabildi. Kimi de konuşmayı karıştırıp anlaşılamayacak şekilde kekelemeye başladı. Başka bir grubun ise aklı yerinde kaldı, kimi de şaşkına dönüp yerinde oturdu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in ölümünü yalanlayanların arasındaydı. Hz. Ali (r.a) şaşkınlıktan oturanların arasındaydı. Hz. Osman dili çekilenlerin arasındaydı. Bunun üzerine Hz. Ömer, halkın arasına çıkıp haykırdı: 'Hz. Peygamber ölmemiştir! Allah onu geri gönderecektir. Hz. Peygamber için ölümü temenni eden münafıklardan bazılarının el ve ayakları ke-silecektir. Nasıl ki Allah, Hz. Musa'ya (a.s) vâde tanımışsa Hz. Peygambere de vâde tanımıştır. O size gelecektir!'

Bir rivayette Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey insanlar! Dilinizi Hz. Peygamber hakkında konuşmaktan alıkoyun! O ölmemiştir. Allah'a yemin ederim. Hz. Peygamber'in öldüğünü söyleyen bir kişiyi işitirsem şu kılıcımla onun boynunu keserim'.
Hz. Ali ise evden çıkmadı.

Hz. Osman, hiç kimse ile konuşamıyordu. Onun elinden tutu-lur, getirilir, götürülürdü. Müslümanlardan hiç kimse Hz, Ebubekir ile Hz. Abbas'ın halinde değildi. Çünkü Allah Teâlâ on-ları tevfîk ve doğrulukla takviye etmişti. Her ne kadar halk ancak Hz. Ebubekir'in sözüyle coşkunluklarını zaptetmişse de! Hz. Abbas gelip şöyle demiştir: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ediyorum. Hz. Peygamber ölümü tattı. Çünkü aramızda diri iken şu ayeti okumuştu:
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü rabbinizin divanında dâvâlaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Benî Hâris b. Hazrec kabilesi arasında bulunuyordu. Gelip Hz. Peygamber'in cenazesinin bulunduğu hücreye girdi. Cenazeye baktı. Sonra üzerine eğilip Hz. Peygamber'in yüzünü öptü, sonra dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Anam ve babam sana feda olsun! Allah sana ölümü iki defa tattırmaz. Allah'a yemin ederim! Muhakkak Hz. Peygamber vefat etmiştir'.85

Sonra halka çıkıp 'Ey insanlar! Muhammed'e ibadet eden (bilsin ki) muhakkak Hz. Peygamber ölmüştür. Muhammed'in rabbine ibadet eden bilsin ki O diri ve ölümsüzdür' dedi ve şu ayeti okudu:

Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ökçeleriniz üze-rinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.
(Âl-i İmran/144) Sanki halk bu ayeti o günden önce hiç işitmemiş ti.

Bir rivayette; Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Hz. Peygamber'in üzerine salât ve selâm getirdi ve iki gözünden yaşlar aktığı halde Hz. Peygamber'in yattığı odaya girdi. Yutkunması devenin gevişi gibi çoğalarak ağladı. Testinin sesi gibi boğazından hıçkırık sesi geliyordu. O buna rağmen, hem aklen hem de söz bakımından çok kuvvetliydi. Hz. Peygamber'in yüzüne eğilip mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Alnından ve yanaklarından öptü. Mübarek yüzünü meshetti. Ağlayarak şöyle dedi:
Anam babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Dirin de güzeldi, ölün de güzeldir. Hiçbir peygamberle kesilmeyen peygamberlik senin ölümünle kesilip sona erdi. Bu bakımdan sen her övgüden daha yüce, ağlamaktan yükseksin. Teselli olacak derecede özelsin. Bizimle eşit olacak derecede umûmîsin. Eğer Ölümün, senin tercihin olmasaydı, senin için nefislerimizi feda ederdik. Eğer sen ağlamayı nehyetmeseydin gözlerimizin suyunu senin için tamamen dökerdik. Kendimizden uzaklaştırmaya gücümüzün yetmediği şeye gelince, o birbirinden ayrılmayan üzüntü ve hatırlamaktır. Bunlar yakamızı bırakmazlar.

Ey Allahım! Bizden ona salât ve selâm tebliğ et! Ey Allah'ın Rasûlü! Rabbinin katında bizi hatırla! Senin kalbinde bu hatırlama olsun! Eğer geride bıraktığın sükûnet olmasaydı, hiç kimse arkada bıraktığından dolayı dehşetten kurtulamazdı.
Ey Allahım! Peygamberine bizden taraf salât ve selâm tebliğ buyur. Onun (yolunu) bizde koruyup daim kıl!

İbn Ömer'den şöyle rivayet edildi: Hz. Ebubekir eve girip sala-vat okuyup senâ yapınca, ev halkı musallada bulunanların işiteceği derecede figan kopardılar. O, birşey söylediğinde onların figanı daha arttı. Onların sesleri, kapının önünde durup sesli ve kuvvetli bir kişinin tesellisiyle sükûnet buldu. O kişi dedi ki: Her nefis ölümü tadacaktır. (Ankebût/57)

Muhakkak ki Allah'ın zatında sizin için herkesin yerine bir halef, her rağbet için bir yetişme ve her korkudan bir kurtuluş vardır. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan ümit edin, O'na güveniniz!'

Hane halkı onun sözünü dinlediler, fakat kendisini tanımadılar. Ağlamayı kestiler. Ağlama kesilince o ses de kay-boldu. Hane halkından biri bakıp kimseyi göremeyince tekrar ağlamaya başladı. Sesini tanımadıkları biri 'Ey ehl-i beyt! Allah'ı hatırlayın! Her hâl üzere hamdedin, o zaman muhlislerden olursunuz. Muhakak ki Allah'ın zatında, her musibette sizin için bir teselli vardır. Her rağbetten ötürü bir karşılık vardır. Bu bakımdan Allah'a itaat edin, onun emriyle amel edin!' diye seslendi. Bunun üzerine Ebubekir (r.a) şöyle dedi: 'Şu seslenenler Hızır ile İlyâs'tır. Hz. Peygamber'in cenazesine katılmışlardır'.

Kâ'kâ b. Amr (r.a) (ashabın meşhur bahadırlarıdandır) Hz. Ebubekir'in okuduğu hutbenin hikâyesini tamamen zikrettikten sonra dedi ki: Ebubekir, halka hutbe okumak üzere kalktı, halkın gözyaşlarını dökmesine vesile olan ve çoğu Hz. Peygamber'e salât ve selâm'dan ibaret olan bir hutbe okudu:

Biricik olduğu halde, Allah'dan başka ilah olmadığına şahidlik ediyorum. Allah va'dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Tek başına Medine'yi saran düşman ordularını püskürtüp mağlup etti. Bu bakımdan hamd, tek olan Allah'a mahsustur!

Şahidlik ediyorum ki Muhammed, Allah'ın kulu, Rasûlü, ve peygamberlerinin sonuncusudur.
Şahidlik ediyorum ki Kitab indiği gibidir. Din başladığı gibi, hadîs hak (sahibi)din Yârab! Kulun, peygamberin, habibin, eminin, halkın en hayırlısı, seçilmiş kulun Muhammed'in üzerine salât ve selâm et! Kullarına ettiğin salâtın en üstününü ona et! Yârab! Salavatlarının afiyetlerini, rahmet ve bereketlerini peygamberlerin efendisi, sonuncusu, muttakîlerin imamı, hayrın önderi, hayırlıların imamı, rahmet peygamberi Muhammed'in üzerine kıl!

Ey Allahım! Onun huzuruna olan yaklaşmasını artır, delilini büyüt, makamını keremli kıl! Onu, geçmişlerin ve geleceklerin gıpta ettiği makam-ı mahmûd'a. yükselt. Bizi kıyamet gününde onun makam-ı mahmud'u ile faydalandır. Dünya ve âhirette onu bize halife kıl! Onu derece'ye, vesileye ve cennet'e ulaştır.

Ey Allahım! Hz. Peygamber'e ve âline salât et. Hz. Peygamber'e ve âline bereket ver! İbrahim'e ve âline rahmet ettiğin gibi! Muhakkak ki sen çok övülen ve çok senası yapılansın!

Ey insanlar! Kim Muhammed'e ibadet ediyorsa, muhakkak ki Muhammad öldü! Kim Allah'a ibadet ediyorsa muhakkak ki Allah diridir, ölmez. Muhakkak ki Allah'ın emri size gelmiştir. Bu bakımdan üzüntüden dolayı onu bırakmayın; zira Allah, peygamberi için nezdindeki nimeti tercih etti ve onu sevabına doğru götürdü. Sizin içinizde kitabını Ve peygamberinin sünnetini bıraktı. Kim bu iki kaynağa yapışırsa o bilir, kim aralarını ayırırsa, o inkâra kaçar.
Ey mü'minler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahidlik edenler olun!(Nisâ/135)
Şeytan sizi peygamberinizin ölümünden ötürü meşgul etmesin, sizi dininizden caydırmasın! Hayırla şeytanın önüne geçmeye çalışın ki onu aciz bırakabilesiniz. Onu beklemeyiniz ki size yetişip sizi fitneye düşürmesin!

İbn Abbas (r.a) der ki: Ebubekir hutbesini bitirdikten sonra şöyle dedi: 'Ey Ömer! Nereden öğrendin de Peygamberin (s.a) ölmediğini söylüyorsun. Allah'ın peygamberinin filan günde şöyle şöyle söylediğini Allah Teâlâ'nın da kitabında şöyle dediğini hatırlamıyormusun?'
Sen de öleceksin, onlar da ölecekler! (Zümer/30)

Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: 'Başımıza gelen musibetin dehşetinden ötürü bu andan önce sanki bu ayeti hiç duymamıştım. Şehadet ederim ki Kitab indiği gibidir, Hadîs de söylendiği gibi! Allah ölümsüz ve diridir. Muhakkak biz, Allah içiniz ve ona döneceğiz. Allah'ın salâtı peygamberi üzerine olsun! Allah katında, peygamberini defterimize geçecek sevap olarak düşünürüz'. Bunları söyledikten sonra Hz. Ebubekir'in yanına oturdu.

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamberi yıkamak için geldiklerinde dediler ki: 'Yemin olsun! Hz. Peygamber'i nasıl yıkayacağımızı bilmiyoruz. Diğer ölülerimizi soyduğumuz gibi el-bisesini çıkaracak mıyız? Yoksa elbisesini çıkaramayacak mıyız?' Allah Teâlâ, onların gözlerine o anda uyku indirdi, herkesin sakalı (başı) göğsünün üzerine düşüverdi. Sonra kim olduğu bilinmeyen biri şöyle dedi: 'Hz. Peygamber'i elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!' Böylece uyandılar ve Hz. Peygamber'i o şekilde yıkadılar. Hz. Peygamber iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkandı. Yıkanması bitirildiği zaman kefene sarıldı".

Hz. Ali şöyle diyor: "Hz. Peygamber'in iç gömleğini çıkarmak istedik. Bunun üzerine 'Hz. Peygamberin elbisesini çıkarmayınız' diye bir ses duyduk. Böylece biz de gelen sesi kabul ettik. Hz. Peygamberi ölülerimizi yıkadığımız gibi sırt üstü teneşire uzatarak iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkadık. Onun bir azasını ki iyi yıkanmamıştır diye yıkamak istediğimizde kendiliğinden bizim için dönerdi. Yıkadıktan sonra eski durumuna dönerdi. Beraberimizde evde yumuşak rüzgâr gibi bir serinlik vardı. Bize 'Hz. Peygamber'e şefkat edin! Muhakkak ki (şefkat etmediğiniz ve avret mahalline baktığınız takdirde) gözleriniz kapanır!' diye sesleniliyordu".

İşte Hz. Peygamberin vefatı böyle oldu. Beraberinde defnedilmeyen hiçbir şey bırakılmadı.
Ebû Cafer der ki: 'Hz. Peygamberin lâhdi, üzerinde yattığı döşek ve yatarken üstüne attığı kadifesiyle döşendi. Hayatta iken giydiği elbiseler de o sergiler üzerine serildi. Sonra kefenlere sarılı olduğu halde Hz. Peygamber bunların üzerine bırakıldı. Ölümünden sonra geriye hiçbir servet bırakmadı. Hayatında ker-piç üzerine kerpiç, bir kamışı bir kamış üstüne koymadı. Bu bakımdan onun vefatında tam bir ibret vardır. Müslümanlar için Hz. Peygamber güzel bir örnektir!


Savaş bittikten sonra vücudunda seksenden fazla kılıç yarası tesbit edildi.Onun mübarek bedeninden intikam almaya kalkan merhametsiz kâfirler burnunu

Savaş bittikten sonra vücudunda seksenden fazla kılıç yarası tesbit edildi.Onun mübarek bedeninden intikam almaya kalkan merhametsiz kâfirler burnunu, kulaklarını ve diğer bazı organlarını kesmişlerdi. Kız kardeşi Enes b. Nadr r.a’i zor tanıdı. İşte bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Müminlerden öyle erler (yiğit kahramanlar) vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini isbat ettiler.” (Ahzab, 23)
(Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 3/224; Kurtûbî, el-Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’an, 7/146; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/168.)






Nuh,tam dokuz yüz yıl kavmini davet edip durdu.
Her an da kavminin inkârı arttı.
Fakat söylemeden vazgeçti mi? Hiç sükût mağarasına
çekilmeye kalkıştı mı?
Köpeklerin havlaması ile kervan,hiç yolundan kalır mı? 
Ay ışığı olan gecede dolunay, köpeklerin havlaması ile
yürüyüşünü ağırlaştırır mı.
Ay,ışığını saçar,köpek de havlar durur.Herkes,
yaradılışına göre bir hizmette bulunur.
Mevlânâ Hz

Bu dünyada kırbaç yemek
ahirette ceza görmekten daha iyidir.
Valinin beni öldürmeye gücü yeter
fakat tekliflerini kabul ettirmeye asla!
İmam-ı Azam Ebu Hanife(ra)

Abdülhamîd Han:
Dünyânın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazînelerini kucağıma dökseler,size siyonistlik adına bir karış yer vermem.Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan para ile satılamaz.Derhâl burayı terk edin
Thedor Hertzel’in,Sultan’ın huzuruna son çıkışında,yanında hahambaşı Mûsâ Levi de vardı.Bu görüşmede de Filistin’den yahûdîlere toprak satılmasını istediler ve şu tekliflerde bulundular:
Yahudiler Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarını ödeyecek,Osmanlı Devleti’ne büyük yardımda bulunacaklardı.Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın siyâsetini Avrupa’da destekleyecekler, Osmanlı Devleti’nde inşâ edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a şahsı için büyük servet vereceklerdi. Ayrıca Filistin’de kurulacak büyük üniversitede Türk talebeleri de okuyacaktı
İngilterenin arabuluculuk yapmasıyla defalarca İstanbul’a geldi.1899,1900 ve 1901 târihlerinde sultan İkinci Abdülhamîd Han’a başvurdu ve isteklerini tekrarladı.Hepsinde de red cevâbı aldı

Recep,Şaban ve Ramazan aylarına “Üç Aylar” adı verilmektedir.Üç ayların birincisi olan Recep ayının ilk Cuma gecesine de Regaip gecesi denilmektedir. Ayrıca Recep ayının 27. gecesi de Peygamber Efendimizin (S.A.V) miraca çıktığı gecedir.
Recep ayı girince Peygamberimiz “Allah’ım Recep ve Şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur!” diye dua ederdi.


İlim öğrenmek her Müslümana farzdır. Hz Muhammed(sav)

İlim öğrenmek 
her Müslümana farzdır.
Hz Muhammed(sav)


Ustaların ustası Allah'ın tezgahı yokluktur. Yokluk,en yüksek derece olduğundan yoksullar, oraya vardılar,ödülü aldılar. Mevlânâ Hz

Ustaların ustası Allah'ın tezgahı yokluktur.
Yokluk,en yüksek derece olduğundan yoksullar,
oraya vardılar,ödülü aldılar.
Mevlânâ Hz


Abdullah bin Abbâs(r.anh) âlim olduğu hâlde, Zeyd bin Sâbit hazretlerinin evine kadar gidip, ondan istifâde ederdi.

Abdullah bin Abbâs(r.anh) âlim olduğu hâlde,
Zeyd bin Sâbit hazretlerinin evine kadar gidip,
ondan istifâde ederdi.
Abdullah bin Abbâsa(r.anh) haiz olduğu bu yüce ilim mertebesine nasıl nail olduğu sorulduğunda 'Soran lisan,muhakeme eden vicdan ile' diye cevap verdi.

Abdullah Bin Abbâs
Tefsîr âlimlerinin şâhı.
Resûlullah efendimiz Mekke’de iken, Abdullah ibni Abbâs’ın annesine buyurmuştu ki:
- Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!

Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, ismini Abdullah koydular. “Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret” diyerek duâ ettiler. Sonra annesinin kucağına verip buyurdular ki:
- Halîfelerin babasını al, götür!

Abbâs bunu işitip, bu durumu Peygamber efendimize gelip sorunca, “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır” buyurdu.

Hepsi onun soyundan oldu
Abbâsî devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu.

Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın duâsı bereketiyle, ilimde çok yüksek derecelere ulaştı. Daha küçük yaşta iken, Resûl-i ekrem efendimizin yanına giderdi. Teyzesi Meymûne binti Hâris Resûlullahın zevcesi idi. Bu sebeple pek çok defa Peygamberimizin evine gidip gelmiş, ba’zı geceler orada kalmıştır.

Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın abdest suyunu hazırlar, birlikte namaz kılarlardı. Abdest almayı, namaz kılmayı, Resûlullahtan görerek öğrendi. Devamlı hizmeti sebebiyle, Resûlullahın çok duâ ve iltifâtına kavuştu.

Bir defasında Peygamber efendimiz, mübârek elini Abdullah bin Abbâs’ın başına koyarak şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî! Bütün ilim ve hikmeti, bu başa ver! Onları te’vîl ve tefsîr edebilsin.

Bir başka gün de mübârek elini göğsü üzerine koyup:
- Allahım! İnsanoğluna ihsân ettiğin her ilim ve hikmet, bu güzel göğüste toplansın, buyurmuştur.

Peygamberimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Abdullah bin Abbâs, âilesi ile birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kaldı. Mekke’nin fethinden önce Medîne’ye hicret etti. Bu sıralarda henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu. Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışı ile dikkati çekiyor ve seviliyordu.

En derin âlim
Peygamberimiz vefât ettiği sırada, İbni Abbâs onüç veya ondört yaşında bulunuyordu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclisinde bulundu. Hazret-i Ömer’in sohbetlerine ve ilim meclisine devam edip, onun, Peygamberimizden aldığı ilme, feyze ve ma’rifetlere kavuştu.

Abdullah bin Abbâs, dört halîfe devrinde fetvâlar verdi. Hazret-i Osman devrinde yapılan Kuzey Afrika seferine katıldı. Bu seferde, İslâm ordusu adına kendisine elçilik vazîfesi verildi. Burada hükümdârlık eden Cercis ile görüştü. Cercis ve adamları onun aklını, zekâsını, fikrî kuvvetini ve ilmini görerek şaşırmışlardı. Hattâ onların, “Bu, Arabların en derin âlimidir” dedikleri bildirilmiştir.Dönüşlerinde Hazret-i Osman’ın emriyle, onun yerine hac emirliği yaptı. Bu vazîfeden döndüğü zaman, Hazret-i Osman şehit edilmişti. Hazret-i Ali’nin halîfeliği sırasında, Basra vâliliğinde bulundu.

Abdullah bin Abbâs, Eshâb-ı kirâm arasında, ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır. Übey bin Ka’b onun hakkında buyurdu ki:
- O, bu ümmetin âlimidir. Ona akıl ve anlayış verilmiştir. Resûlullah efendimiz, onun dinde fakîh olması için duâ etmiştir.

Bahr-ül ilim
Abdullah bin Abbâs hazretleri, Muhâcir ve Ensâr-ı kirâmdan birçoklarıyla görüşür, onlara Resûlullahın gazâları ve inzâl olan sûreler hakkında suâller sorardı. İlminin çokluğu sebebiyle kendisine lakab olarak Bahr-ül ilim, ya’nî ilim deryâsı denildi.

Çalışmaları, son derece muntazam ve belli bir plân dâhilinde idi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara aynen riâyet ederdi.

Dört büyük halîfe ve diğer Eshâb-ı kirâmdan çok iltifât gördü. Bu iltifâtlar karşısında aslâ hâlini değiştirmedi. Tevâzudan hiç ayrılmadı. Çok methedildiği zaman; “Bana bu ni’meti ihsân eden Allahü teâlâdır. Çünkü, Resûlullah efendimiz benim için duâ etti” derdi.

Abdullah bin Abbâs hazretleri, bilhassa Kur’ân-ı kerîmin tefsîri ve âyet-i kerîmelerin îzâhında yüksek bir ilme sahipti. Bu vasfından dolayı Tercümân-ül Kur’ân denilmiştir. Hazret-i Ömer, onu, ilim meclisinde bulundurur ve dâimâ ilme teşvîk ederdi. Yaşının küçüklüğüne rağmen İbni Abbâs’a hürmet eder, onunla istişârede bulunur, ilim ve irfânını takdîr ve tebrik ederdi.

Abdullah bin Abbâs hazretleri, Hazret-i Ömer’in kendisini üstün tutup, meclisinde bulundurması hakkında şöyle demektedir:

“Hazret-i Ömer, beni, Eshâb-ı Bedir’in meclisinde bulundururdu. Onlardan ba’zıları Hazret-i Ömer’e, “Niçin bu genci yanında bulunduruyorsun” diye suâl ettiklerinde buyururdu ki:
- Bu, sizin bildiklerinizden değil.”

Âlimler meclisine gelirdi
Talebesi Atâ bin Ebî Rebâh der ki:
- İbni Abbâs’ın ilim meclisinden daha üstün ve daha faydalı bir meclis görmedim. Âlimler, sâlihler, şâirler onun meclisine devam ederler, her biri ilme doymuş olarak huzûrundan ayrılırlardı.

Abdullah bin Amr bin Âs da, İbni Abbâs’ı methederek der ki:
- Sünneti ve Kur’ân-ı kerîmdeki âyet-i kerîmelerin ihtivâ ettiği hükümlerin inceliklerini, en iyi bilenlerimizdendir.

Abdullah bin Abbâs hazretleri, devrinin ilim, irfân ve fazîlet bakımından önde gelenlerindendi.

İlimde canlı bir kütüphâne olup, bütün ilimleri kendisinde toplamış; tefsîr, hadîs, fıkıh, edebiyât ve sahâbenin ihtilâf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs olmuştu.

Kur’ân-ı kerîmle ilgili ilmini, isteyen ve soranlara öğretirdi. Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin toplanmasında ve neşrinde büyük hizmeti olmuştur.

Meşhûr velîlerden Şakîk, bir hac mevsiminde İbni Abbâs’ın bir hutbesini dinlemişti. İbni Abbâs, Nûr sûresinin tefsîrini yapmıştı. Şakîk buna hayrân olup dedi ki:
- Bu tefsîrin kadri, kıymeti yüksektir. Eğer Mecûsîler, Rumlar bunu duysalardı, hepsi Müslüman olurdu.

Tefsîr yazmadı
Abdullah bin Abbâs hazretlerinin, müstakil bir tefsîr kitabı yoktur. Fakat tefsîre dâir muhtelif rivâyetleri vardır. İslâm âlimleri, tefsîr kitaplarını onun rivâyetleriyle süslediler.

Abdullah bin Abbâs hazretlerinin nakledilegelen rivâyetlerinden bir kısmını, Fîrûzâbâdî, Tenvîr-ül-Mikbâs min Tefsîr-i İbni Abbâs adlı bir kitapta toplamıştır. Onun tefsîre dâir rivâyetleri çeşitli yollarla nakledilmiştir.

İbni Abbâs hazretlerinin verdiği fetvâlar, fıkıh ilminin en kuvvetli temellerindendir. Halîfe Me’mûn zamanında toplatılan fetvâları, yirmi cildi bulmakta idi. Kendisine havâle edilen mes’elelere gâyet açık ve isâbetli cevaplar vermesiyle meşhûr oldu. Bu sebeple müşkillerini sormak üzere kendisine çok sayıda gelen oluyordu. Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle, gelenleri ellişer kişilik gruplar hâlinde yanına alıp, suâllerine cevap verirdi.

Talebelerinden Ebû Sâlih anlatır:
“İnsanlar mes’elelerini sormak için Abdullah bin Abbâs’ın evi önünde toplanmışlardı. Yol, insanla dolup taşmıştı. Kimsenin gelip geçmesi mümkün değildi. Huzûruna girip, kapı önündeki durumu haber verdim. Bana, su getirmemi söyledi. Getirdiğim su ile, abdest aldı ve buyurdu ki:
- Şimdi çık ve dışardakilere söyle! Onlardan, Kur’ân-ı kerîm ve kırâat ilmine dâir soru sormak isteyenler gelsinler!

Dışarı çıkıp söyledim. O husûsta mes’elesi olanlar içeri girdiler. Ev doldu. Müşkillerini sordular ve cevaplarını fazlasıyla alıp dışarı çıktılar. Sonra tekrar buyurdu ki:
- Şimdi Kur’ân-ı kerîmin tefsîr ve te’vîli husûsunda bilgi edinmek isteyenler gelsin!

Söyledim. İçeri girdiler. Onlar da evin odalarını doldurdular. Onların da suâllerini cevaplandırdı. Doymuş olarak çıktılar. Arkasından tekrar buyurdu:
- Harâm, helâl ve fıkıhtan mes’elesi olanlar gelsinler!

Cevaplarını aldılar
Haber verdim, onlar da içeri girdiler. Evde yine boş yer kalmadı.

Gelenler de harâm, helâl ve fıkhî mevzûlarda çeşitli suâller sordular. Onlara da çok güzel cevaplar verdi.

Gelenler dışarı çıktılar. Sonra tekrar buyurdu ki:
- Ferâiz ya’nî mîrâs mes’elesine dâir suâlleri olanlar girsinler!

Onlar gelip evi doldurdular. Cevaplarını alıp çıktılar.

Onlar çıktıktan sonra yine buyurdu:
- Lügat ilminden ve edebiyattan sormak isteyenler girsinler.

Onlar da gelip suâllerini sorup cevaplarını aldılar. Böylece, suâli olanların hepsi, cevaplarını teferruatlı bir şekilde aldılar.

Bu duruma yakînen şâhit olduktan sonra anladım ki, Kureyş, Abdullah bin Abbâs hazretleri ile ne kadar iftihâr etse azdır. Hayatımda, kapısında böyle kalabalık insanların toplandığı bir başka kimse görmedim.”

İbni Abbâs hazretleri, hadîs ilminde bir deryâ idi. 2660 civârında hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs-i şerîfleri tedkîk ve araştırma ile öğrenirdi. Rivâyetleri Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almaktadır.

Abdullah bin Abbâs hazretleri, ömrünün son günlerinde 7-8 gün hasta yattıktan sonra, 687 senesinde Tâif’te vefât etti. Cenâze namazını, Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye kıldırdı ve buyurdu ki:
- Bugün, bu ümmetin en âlimi vefât etti. Onun vefâtı Müslümanları çok üzdü.

Gözleri görmez olmuştu
Abdullah bin Abbâs hazretleri, uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücutlu bir zât idi. Sakalını kına ile boyardı. Çok ağlaması sebebiyle, yanaklarında, gözyaşlarının bıraktığı izler görünürdü. Ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Bunun için şu beyti söylemişti:
Allah, gözlerimden görme nûrunu aldıysa, Dilimde ve kalbimde o nûr devam ediyor.

Abdullah bin Abbâs hazretleri buyurdu ki:
“Dağlar dahî birbirine karşı azsa, azgın cezâsını bulacaktır.”

“İçinde harâm olanın, ya’nî harâm yiyenin, namazını Allahü teâlâ kabûl etmez.”

“Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha sevimlidir.”

“İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey, Allahü teâlâdan magfiret diler.”

“Resûlullah efendimiz misvâk kullanmak husûsunda bize öyle emirler verirdi ki, bu husûsta bir âyet geleceğini zannederdik.”

“Her binânın bir temeli vardır. İslâm binâsının temeli de güzel ahlâktır.”

“Zengine ikrâm edip, fakîre ihânet eden mel’ûndur.”

“Kıyâmet günü Cennete ilk da’vet edilecek olanlar, her durumda Allahü teâlâya hamd edenlerdir.”

“Ey çok günâh işleyen! Yaptığın işin şerli sonucu seni bekliyor, onun için kendinden emîn olma! Gülmektesin, ama başına neler geleceğini anlamıyorsun. Bu hâlin, günâhların en büyüğüdür. Bir hatâlı işte başarı kazanır, sevinirsin. Bu sevinmen, yaptığın hatâdan daha büyüktür.”

Sabır üç çeşittir
“İşleyeceğin yanlış bir işin fırsatını kaçırınca, üzülürsün. Hâlbuki bu, o hatâdan daha tehlikelidir. Sen hatâdasın. Allahü teâlâ, seni dâimâ görmektedir. Bu görüş, kalbini titretmez. Bu hâlin, yaptığın hatâdan daha fenâdır.”

“Sabır üç çeşittir. Birincisi, farzların yapılmasında güçlüklere sabretmek. Bunun sevâbı üçyüz derecedir. İkincisi harâmlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma husûsunda sabır. Bunun altıyüz derece sevâbı vardır. Üçüncüsü, musîbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır. Bunun da fazîleti dokuzyüz derecedir.”

Talebesi Mücâhid bin Cebr, Abdullah bin Abbâs’ın şöyle buyurduğunu nakleder:

“Üzerine gerekmeyen ve sana faydası dokunmayan şeyler hakkında konuşma! Çünkü bu fuzûlî bir iştir, zararından da emîn değilsin.

Yerini bulmadıkça lüzûmlu olan sözü de konuşma! Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider.

Sen de öyle yap!
Sefîh ve ahmak kimselerle mücâdele etme! Çünkü sefîh, kalbinden sana buğzeder. Ahmak, âdî kimseler, dili ile sana eziyet ederler.

Tanıdığın kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anmasını istersen, sen de onu öyle an!

Sen, affedilmeni istediğin husûslarda, onu da affet! Kardeşinin sana ne şekilde muâmele yapmasını istersen, sen de ona o şekilde muâmele et!

Suçlu olarak yakalanıp da, ihsân ile mükâfât görenin ameli gibi amel et!”

Abdullah bin Abbâs bir dersinde şöyle buyurdu:
- Besmeleyi okuyan, Allahü teâlâyı zikretmiş olur. Elhamdülillah diyen, şükretmiş olur. Allahü ekber diyen, Allahü teâlâyı ta’zîm etmiş, büyük bilmiş olur. Lâ ilâhe illallah diyen, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş olur. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyen, Allahü teâlâya teslîm olmuş olur. Onun için Cennette yüksek bir derece ve hazîneler vardır.

Abdullah bin Abbâs hazretleri, farzlara çok önem verirdi. Nasîhat istiyenlere buyururdu ki:
- İlk önce farzları yapmalıdır. Allahü teâlânın emirlerini yerine getir ve O’ndan yardım iste! Allahü teâlâ bir kulunda, düzgün niyet ve katındaki sevâba kavuşma arzûsu görünce, onun istemediği şeyleri ondan men eder.

Allahü teâlâ, mü’min, fâcir, günâhkâr herkesin rızkını helâlden takdîr etmiştir. Helâl rızkı için sabrederse, Allahü teâlâ onu mutlaka gönderir. Sabırsızlık gösterip harâmdan bir şey yerse, helâl rızkından eksiltir.

O da seni gözetir
Abdullah bin Abbâs anlatır:
“Resûlullah efendimiz bana şöyle buyurdu:
- Ey oğlum! Sana faydalı olacak ve Allahü teâlânın râzı olduğu birkaç şey öğreteyim mi?

Sen Allahü teâlânın hakkını gözetirsen, O da seni gözetir. Genişlik vaktinde O’nu unutmazsan, sıkıntılı zamanında imdâdına yetişir.

İnsanlar sana bir şey vermek için bir araya gelseler, o şeyi Allahü teâlâ takdîr etmedi ise vermeye güçleri yetmez. Bir şeyden seni men ettiklerinde, eğer Allahü teâlâ o şeyi takdîr etti ise, mâni olamazlar.”

Yaptığını Allah için yap! Nefsinin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte, senin için çok hayır ve iyilikler vardır. Allahü teâlânın yardımı, sabırla birlikte gelir. Sıkıntıdan sonra rahatlık vardır.

Abdullah bin Abbâs, kâinâtın yaratılışıyla ilgili olarak bir dersinde buyurdu ki:
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

İblîs, Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu:
- Kullarına saâdet yolunu göstermek için, birçok kitap ve Peygamberler verdin. Kullarını azdırmak için, bana ne vereceksin?

- Senin kitâbın, nefsi azdıran şiirler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir. Aklı gideren, kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yenilen, içilen şeyler ve sarhoş eden içkilerdir. Nasîhatların, yalan; evin, oyun sahaları ve hamamlar; tuzakların, çıplak gezen kızlar; mescidlerin, fısk meclisleridir.

Ümmetine emret!
Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:
“Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma buyurdu:
- Yâ Îsâ! Muhammed aleyhisselâma îmân et! Senin ümmetinden, Onun zamanına yetişecek olanların, Ona îmân etmeleri için de ümmetine emret! Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Âdem Peygamberi yaratmazdım.

Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Cenneti, Cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattım. Hareket etti. Üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah yazınca durdu.”

Bir gün Abdullah bin Abbâs hazretlerine sordular:
- Beş vakit namazı emreden âyet-i kerîme, Kur’ân-ı kerîmin neresindedir?
Cevâbında buyurdu ki:
- Rûm sûresinin onyedinci ve onsekizinci âyetlerini oku! Bu iki âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:
(Akşam ve sabah vakitlerinde, Allahı tesbîh edin! Göklerde ve yeryüzünde olanların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir.)

Akşam yapılan tesbîh, akşam ve yatsı namazlarıdır. Sabah yapılan tesbîh, sabah namazıdır. İkindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, ikindi ve öğle namazlarıdır.

Bu âyet-i kerîmeler, beş vakit namazı emretmektedir.

Kabir azâbından kurtarır
Abdullah bin Abbâs anlatır:
“Birkaç Sahâbî yolculukta bir çadır kurduk. Burada kabir olduğunu bilmiyorduk. Birinin Mülk sûresini başından sonuna kadar okuduğunu işittik. Medîne’ye gelince, bunu Resûlullaha arz ettik. Buyurdular ki:
- Bu sûre, ölüyü kabirdeki azâbdan kurtarır.”

Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:
- Allahü teâlâ bütün emirleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özür saymıştır. Özür olanı affetmiştir. Yalnız, zikrediniz emri, böyle değildir.

Bunun için bir sınır ve özür tanımamıştır. Hiçbir özür ile zikir terkedilmez. Çünkü O, “Dururken, otururken ve yatarken de zikrediniz! Her yerde, her hâlde, dil ile ve kalb ile zikredin! Beni hiç unutmayın” buyurdu.

Bakara sûresinin yüzelliikinci âyetinde meâlen, “Beni zikredin! Ben de sizi zikrederim!” buyuruldu.
İbni Abbas (r.a.) devamlı olarak Re­sû­lul­lah ile birlikte bulunurdu. Bir gün yi­ne birlikte idiler. Re­sû­lul­lah’ın terkisine binmişti. Peygamberimiz (a.s.m.), “De­likanlı, sana bir şeyler öğreteyim.” dedi ve şöyle buyurdu:
“Sen Allah’ın emir ve yasaklarına riayet et ki, O’nun yardım ve inayetini daima yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste. Bir yardım di­leyeceğin zaman Allah’tan yardım dile. Ve şunu da bil ki, bir konuda yardım et­mek maksadıyla bütün millet bir araya gelse, Allah’ın senin için takdir etmiş ol­duğundan öte bir yardımda bulunamazlar. Sana zarar vermek maksadıyla hepsi bir araya gelseler, yine Allah’ın senin hakkında takdir ettiğinden öte bir zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sahifeler kurumuştur [Meydana gelecek her şey, önceden tespit ve takdir olunmuştur].
İbni Abbas (r.a.) ilmin en yüce mertebele­rine çıktı. Yaşının küçüklüğüne rağmen büyük ilmî meclislere katılır, en zor meseleleri hallederdi. Sahabiler arasında “Kur’ân Tercümanı,” “Hadis Denizi” unvanıyla anılıyordu.
Abdullah bin Abbas’ın (r.a.) ders halkası meşhurdu. Onun sohbet meclisleri zengin ve bereketliydi. Genç ihtiyar herkes katılır, Hz. Abdullah’ın ilminden is­tifade ederdi. Sohbetinin iki hususiyeti vardı: Derin ilim ve takva... Hz. Abdul­lah’ın ilim meclislerinde bu ikisi birleşmişti. İhlasla anlatırdı. Herkesin anlaya­bileceği şekilde açık konuşurdu. Herkes dikkat kesilerek can kulağıyla dinler­di.
Hz. Abdullah’ın faziletini, ilminin derinliğini dile getiren birçok âlim vardır. Bunlardan Ebû’l-Leys şöyle der:
“70 sahabinin üzerinde fikir beyan edip de halledemediği bir meseleyi, Hz. Abdullah bin Abbas’ın hallettiğini gözlerimle gördüm.”
Ubeydullah bin Abdullah Hazretleri ise, İbni Abbas’ın ilmiyle ilgili olarak şunları söyler:
“İbni Abbas’in bazı vasıfları diğer sahabilerden üstündü. O, geçmişi iyi bilir­di. Görüşüne başvurulan meselelerde içtihat ederdi. Halimdi, izzet ve ikram sa­hibiydi. Ben Re­sû­lul­lah’ın hadislerini ondan daha iyi bileni görmedim. Ebû Be­kir, Ömer ve Osman’ın (r.a.) verdiği hükümleri ondan dahi iyi bileni görmedim. Görüşlerinde ondan daha isabetli olanı da tanımıyorum. Tefsir ve fıkıh ilmindeki derin bilgisine herkes hayrandı. Bir gün fıkıhtan, bir gün tefsirden bahsederdi. Bir gün geçmiş savaşları anlatır, bir gün Arap tarihinden bahsederdi. Onun ilmi tükenmek bilmezdi. Yanında oturup da ilmî üstünlüğünü kabul etmeyen âlim görmedim.”
İbni Abbas (r.a.), ilim ve âlimle ilgili olarak da şöyle derdi:

“Eğer ilim sahiple­ri ilmi hakkıyla öğrenseler, ilimlerin gereğini yapsalardı, mutlaka Allah, me­lekler ve salih kimseler kendilerini severlerdi. İnsanlar da onlara saygı duyarlar­dı. Fakat âlimler ilimlerini dünya menfaati elde etmek için kullandılar. Bu se­beple Allah kendilerine gazap etti. İnsanlar nazarında da küçük düştüler.”