18 Mayıs 2015 Pazartesi

Hadis ilmi

Sünneti zapt ve kayda itina ve rağbet o kadar çoğaldı,erbabı ilmin himmeti ulyası o kadar temerküz etti ki,o tarihlerdeki seyehat müşkilatını iktiham ederek bazen tek bir hadisi sika olan bir zatten ahzeylemek yahud bir hadisi bir alimin ağzından dinlemek için biladı İslamiyyenin şarkından garbına garbından şarkına kadar sefer külfetini ihtiyar etmek işden bile sayılmıyordu.Mekhul r.a:Talebi ilm için memleket memleket dolaştım.derdi.
Said Müseyyeb r.a:Tek bir hadisi aramak için günlerce mesafe kat ederdim.

Cabir b Abdullah ra tek bir hadis için Abdullah b üneys ra ın yanına bir aylık mesafede olan Şama gitmiştir.
Ömer b Abdülaziz ra,Ebubekir b Hazm'a ra şunu yazdı:Bak,Allah Rasûlü (S.A.V.)'ne dair hadislerden her ne varsa yaz. Zira ben ilmin yok olmasından ve ulemanın göçüp gitmesinden korkar oldum. Sa­dece Peygamber (S.A.V.)'e ait olan hadisleri kabul edin. Alimler ilmi ifşa etsinler, [belirli yerlerde] oturup ders versinler. Ta ki bilmeyenler öğrensin. Zira ilim gizli bir şey haline gelmedikçe yok olmaz.
İbn-i Şihab ez-Zührî r.a
Gerek Sahabenin gerek Tabiin ve Etbai tabiinin bir çoğu sadırlarında mahfuz olan ilmi yalnız vakti hacette izhar edip başka zamanlarda sakit kalmayı tercih ederlerdi.İbrahim Yezid Nehai ra (47-96)-ecillei Tabiindendir-kendisinden sual vaki olmadıkça hadis ve fetvaya dair ağzını açmazdı(Tezkiretul Huffaz,Zehebi)
Sahabe ile kibarı Tabiin malumları olan güzel ve hoş şeyleri kendiliklerinden ortaya dökmekten hoşlanmazlardı.İbrahim Nehai r.a
Buhari r.a 600 000 hadisden kendi şartına muvafık olanlardan yalnız 4 000 hadisi Sahihi Camisine 
dercetmiştir.'Kitabıma dercetmediğim sahih hadisler,dercettiklerimden daha fazladır.'Buhari r.a
Buhari r.a ın meşayihinden İmam Ahmed b Hanbelin r.a 40 000 hadisi muhtevi olan Müsnedini 1 milyon hadisden seçtiği söyleniyor.
Hadîsler, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi,7 Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüz sene sonra Ömer İbn Abdülaziz'in emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat tâ Efendimiz zamanında kaydedildi, ezberlendi ve bu metinler daha sonra da gerek yazılı gerekse sözlü olarak arkadan gelen nesillere aktarıldı. Hemmâm b. Münebbih'in "es-Sahîfetü's-Sahîha"sı aynı dönemden kalma en mühim hadîs kaynaklarından biri olma özelliğini taşır. 
ŞA'BÎ (Âmir bin Şerâhîl) (Radıyallahü Anh) Tâbiîni...
Hadîsler daha ilk dönemde kaydedildikten sonra, İkinci Ömer diye anılan Ömer b. Abdülaziz zamanında resmen tedvin edildi. 
Ebû Hüreyre ra En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden s...
Değişik yerlerde, değişik şahısların ellerinde sahifeler vardı. Çok defa da bu hadîsler, ağızdan ağza naklediliyordu. 
Hadislerin çoğunun Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve...
Hattâ bu yüzden Hz. Ömer, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd b. Sâbit gibi sahabiler, hadîslerin hâfızalarda kalması ve ezberlenmesi gerektiği üzerinde durmuşlar; Şa'bî, Nehâî gibi tabiîn âlimleri de ilk başta yazmaya taraftar olmamışlardı. 


    Bununla birlikte, hem kaydedilen, hem de şifahî olarak nakledilen hadîsler, Ömer b. Abdülaziz döneminde resmen tedvin edilmeye başlandı. Nasıl Yemâme'de çok sayıda Kur'ân hafızının şehit olması, Kur'ân'ın resmen toplanması hususunda Hz. Ömer'i harekete geçirmişse, aynı şekilde hadîslerin tedvin işi de Ömer b. Abdülaziz'in Sünnet'e ait gayretini coşturmuştu. Ömer b. Abdülaziz, tefsirde, rical tenkidinde söz sahibiydi. 
    İbni Şihâb ez-Zührî der ki: "Ömer b. Abdülaziz, sünnet­leri toplamamızı emretti. Biz de onları defterler halinde yazdık. Ömer, başında yönetici {sultan) bulunan her bölgeye bir defter gönderdi.
    İmam Malik'ten şöy­le söylediğini nakleder: "İlmi ilk olarak tedvin eden kişi İbni Şihabez-Zührî'dir.

    Vali de, tâbiunun gençlerinden Muhammed b. Şihâb ez-Zührî'yi bu işle vazifelendirdi. Zührî, "resmî tedvin" diyebileceğimiz bu mühim işe hemen koyuldu.. ve İslâm hadîs tarihinde ilk resmî "müdevvin" olma şerefini kazandı. İmam Malik de " Evvelu men devvene'l-hadîse İbn Şihab (Hadîsi ilk tedvin eden İbn Şihab'dır)" diyerek bu hususu teyit etmiştir. Vali Ebû Bekir b. Hazm, aynı işle bizzat kendisi de uğraşmasına rağmen, derlediklerini gönderemeden Ömer b. Abdülaziz vefat etmişti. Ömer b. Abdülaziz'in başlattığı bu tedvin faaliyeti, yalnız Medine'de İmam Zührî ile de sınırlı kalmamış, Mekke'de Abdülmelik İbn Abdülaziz İbn Cüreyc, Irak'ta Saîd İbn Ebî Arûbe, Şam'da Evzâî, yine Medine'de Muhammed b. Abdirrahman, Kûfe'de Zâide b. Kudâme ve Süfyân es-Sevrî, Basra'da Hammâd b. Seleme ve Horasan'da Abdullah b. Mübârek, bu işi sürdürmüş ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme bırakmışlardı.
    İbn Şihab ez-Zühri (h.124)
    H. 50–51 senelerinde Medine'de doğmuş, h.124'te Şam'da vefat etmiştir. O'nun yazdığı hadîslerin azameti hakkında Mamer b. Raşid'in (h.152) şu sözü yeterli derecede bilgi vermektedir: "Biz kendimizi Zühri'den daha çok hadîs rivayet eden bir kimse zannederdik. Fakat Halife Velid öldürülüp de, hazinelerinden Zühri'ye ait yüklerle kitap çıkarıldığı zaman, yanıldığımızı gördük." Zühri'nin yazdığı hadîslerin muhtevası ile ilgili olarak da Ebu'z-Zinad (h.130) şöyle demiştir: "Biz sadece haram ve helâlle ilgili hadîsleri yazardık. Zühri ise her işittiğini not ederdi. Kendisine ihtiyaç duyulunca anlardım ki, o insanların en bilgilisi idi." Yine onun akranları arasında nasıl temayüz ettiğini görmek için şu örneğe bakalım: Salih b. Keysan anlatır: "Ben ve Zühri, talebu'l-hadîs için bir araya geldik ve süneni yazalım dedik. Hz. Peygamber'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelenleri yazdık. Sonra Zühri: 'Sahabe'den gelenleri de yazalım, onlar da Sünnet'tendir.' dedi. Ben, değildir, dedim. O, yazdı ben yazmadım. O muvaffak oldu, ben kaybettim."

    Vücudunun ağrıyan yerine elini koy ve üç defa Bismillah dedikten sonra yedi kere şöyle de

    Vücudunun ağrıyan yerine elini koy ve üç defa Bismillah dedikten sonra yedi kere şöyle de
    "Hissettiğim hastalığın zararından ve tehlikesinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım.

    Hz.Muhammed(sav),Müslim



    Besmele

    Sual: Besmele çekmenin hükmü nedir?
    CEVAPYerine göre, Besmelenin hükmü değişir. Birkaç örnek verelim:
    Farz olduğu yerler: Hayvan keserken Besmele çekmek farzdır. Besmelesiz kesileni yemek haramdır.

    Vacib olduğu yerler: Namaz dışında Fatiha okumaya başlarken Besmele çekmek vacibdir. Şafii mezhebindeyse, her zaman Fatiha okurken Besmele çekmek farzdır.

    Sünnet olduğu yerler: Namazda her rekâtta Fatiha’dan önce, gusletmeye ve abdest almaya, yiyip içmeye, mektup yazmaya ve her faydalı işe başlarken Besmele çekmek sünnettir. Namaz dışında, Fatiha’dan başka bir sure okumaya başlarken de Besmele çekmek sünnettir.

    Müstehab olduğu yerler: Namazda, Fatiha ile zamm-ı sure arasında Besmele çekmek, caiz veya müstehabdır.

    Mubah olduğu yerler: Yürümeye, oturmaya, kalkmaya ve her mubah işe başlarken Besmele çekmek mubahtır.

    Mekruh olduğu yerler: Avret yerini açarken, necaset bulunan yere girerken, Berae suresini önceki sureye bitişik okurken, sigara içmeye ve bunun gibi kötü kokulu, mesela soğan, sarımsak gibi şeyleri yemeye başlarken ve sakal tıraşı olmaya başlarken Besmele çekmek mekruhtur.

    Haram olduğu yerler: Haram işlemeye başlarken Besmele çekmek haramdır. Haramlığını kabul ederek yaparsa haram olur, harama önem vermeden veya helal kabul ederek yaparsa küfür olur.

    Küfür olduğu yerler: Bizzat kendisi haram olan mesela, şarap içmek, zina etmek, domuz eti yemek gibi haram olan işleri yapmaya başlarken, Besmele çekmek küfür olur. Burada, haramı helal saydığından veya harama önem vermediğinden dolayı küfür oluyor.

    Sual: Besmelesiz kesilen hayvanı yemek caiz mi?
    CEVAPŞafii’de besmelesiz kesilen hayvanı yemek caizdir, diğer üç mezhepte kasten Besmelesiz kesmek haramdır.

    Hayvanın boğazındaki yemek borusu, hava borusu ve boynunun iki yanında birer kan damarı vardır. Maliki’de hepsini kesmek gerekir. Hanefi’de bu dört borudan üçünü kesmek kâfidir. Şafii’de ise yemek borusu ile nefes borusu kesilirse kâfidir. Ancak gırtlak düğümü baş tarafında kalmalıdır! Gırtlak düğümünün tamamı vücut tarafında kalırsa, kesilen hayvan yenmez. Hayvanı ensesinden kesmek haram ise de, ensesinden kesilen hayvan, Hanefi ve Şafii’de yenir, diğer iki mezhepte yenmez.

    Sual: Besmele unutulursa, kesilen hayvan yenir mi?
    CEVAPBesmele çekmek unutulursa yenir. Maliki’de yenmez.

    Sual: 
    Besmelesiz olarak kesildiği bilinen bir hayvanın etini yerken Şafii’yi taklit gerekir mi?
    CEVAPEvet gerekir. (Hulasat-üt-tahkik)

    Sual: 
    Mezbahada sabah bir besmele çekiliyor. Diğerleri besmelesiz kesiliyor. Etleri yenir mi?
    CEVAPEtleri yerken Şafii’yi taklit lazımdır.

    Sual: 
    Tavuklar, bir anda kesiliyor. Hepsine bir besmele kâfi mi?
    CEVAPHer tavuğu, kesim makinesine koyarken, besmele çekilir. Keserken de, müşterek bir besmele kâfidir.

    Sual:
     Yemek yerken besmeleyi unutan kimse, sonunda hatırlarsa ne yapmalıdır?
    CEVAPBir hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Yemeğe başlarken Allahü teâlânın adını anın, yani Besmele çekin. Başında besmele çekmeyi unutan, hatırladığı zaman, “Bismillâhi alâ evvelihi ve ahirihi” desin.)
     [Ebu Davud, Tirmizi, Hâkim]

    Sual: 
    Doyduktan sonra yerken, Besmele çekmek haram mı?
    CEVAPHayır. Çünkü yemeğin kendi haram değildir.

    Sual: 
    Besmele çekince veya ezan okununca şeytanların kaçtıklarını ve bir daha oraya uğramadıklarını söylüyorlar bu doğru mudur?
    CEVAPBesmele çekince ve ezan okunurken şeytan kaçar. Fakat ezan bitince geri gelir. Yemekte Besmele çekince o yemeği yiyemez. Devamlı Allah zikredilirse, vesvese veremez, zikri bırakınca hemen gelir.

    Sual: Soğan veya soğanlı yemek, salata, turşu yerken besmele çekmek caiz mi?
    CEVAPTam İlmihal'de diyor ki:
    Kötü kokulu şeyleri, mesela soğan, sarmısak gibi şeyleri yemeye [ve sakal tıraşı olmaya başlarken], Besmele çekmek mekruhtur.

    Sarmısaklı, soğanlı yemekleri, salatayı, turşuyu yerken Besmele çekilir.

    Meyhaneye girerken
    Sual:
     Bir iş için meyhaneye, kumarhaneye girerken Besmele çekmek caiz olur mu?
    CEVAP
    Evet caiz olur. Haram işlerken Besmele çekilmez. Bir iş için günah işlenen yere girmek günah olmaz.

    Sual: Bir mekruha dalgınlıkla besmele çeken mazur olur mu?
    CEVAPEvet.

    Besmele çekerken
    Sual: 
    Besmele çekerken, Bismillah demek yeterli midir?
    CEVAPEvet, yeterli olur, ancak he harfini belli olacak şekilde çıkarmalı, (Bismilla) dememeli. Yani (Bismillah) denirse, besmele çekilmiş olur.(Bismillahi) demek daha uygundur.

    Besmelesiz hayvan kesmek
    Sual
    (Kur’anda, hayvan keserken değil, sadece kurban keserken, Besmele çekmek farzdır) deniyor. Yemek için hayvanları keserken Besmele farz değil midir?
    CEVAPEvet, farzdırO âyet-i kerimenin meali şöyledir:
    (Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği dört ayaklı hayvanları belli günlerde [kurban ederken] Onun adını anarak kessinler.) [Hac 28]

    Hayvan keserken Besmele çekilmesi yalnız kurban kesmeye mahsus değildir. Resulullah efendimiz buyuruyor ki:
    (Hayvanı keserken Besmele çekip tekbir getirin!) [Taberanî] (Yani Bismillahi Allahü ekber demeli.)

    (Hayvan keserken Allah’ın ismini söylemek [Bismillahi demek veya Allahü ekber demek] kâfidir.) [Beyhekî]

    (Şu üç yerde ismimi söylemeyin: Yemeğe Besmele çekerken, hayvanı Besmeleyle keserken ve aksırınca.) [Beyhekî]

    Şâfiî’de Besmelesiz kesilen hayvanı yemek caizdir, diğer üç mezhepteyse kasten Besmelesiz kesmek haramdır. İbni Abbas hazretleri de buyuruyor ki:
    Hayvanı keserken Besmele çekmeyi bir kimse unutmuşsa bir mahzuru yoktur, ancak Besmele kasten terk edilmişse, kesilen yenmez. (Rezin)

    Besmelesiz olarak kesildiği bilinen bir hayvanın etini yerken Şafii’yi taklit etmelidir. (Hulasat-üt-tahkik)

    Besmele çekmek
    Sual: 
    Hadis-i şeriflerde, (Besmeleyle başlanmayan her önemli iş noksan kalır) ve (İşe Besmeleyle başlayanın günahları affolur)buyuruluyor. Eûzü çekmek de gerekli mi, yoksa sadece Besmele çekmek yeterli midir?
    CEVAPEvet, yeterlidir. Bir işe başlarken Eûzü okunmaz, sadeceBismillâhirrahmanirrahîm denir. (Hindiyye)

    Sual: Yiyip içmekte sünnet şekli nedir?
    CEVAPDoymadan sofradan kalkılır, acıkmadan ve sofra haricinde yemek yenmez. Su her zaman içilir.

    Sual:
     Yemek yerken besmeleyi unutan kimse, sonunda hatırlarsa ne yapmalıdır?
    CEVAPBir hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Yemeğe başlarken Allahü teâlânın adını anın, yani Besmele çekin. Başında besmele çekmeyi unutan, hatırladığı zaman, “Bismillâhi alâ evvelihi ve ahirihi” desin.)
     [Ebu Davud, Tirmizi, Hâkim]

    Sual: 
    Doyduktan sonra yerken, Besmele çekmek haram mı?
    CEVAPHayır. Çünkü yemeğin kendi haram değildir.

    Sual: 
    Besmele çekince veya ezan okununca şeytanların kaçtıklarını ve bir daha oraya uğramadıklarını söylüyorlar bu doğru mudur?
    CEVAPBesmele çekince ve ezan okunurken şeytan kaçar. Fakat ezan bitince geri gelir. Yemekte Besmele çekince o yemeği yiyemez. Devamlı Allah zikredilirse, vesvese veremez, zikri bırakınca hemen gelir.

    Sual: Soğan veya soğanlı yemek, salata, turşu yerken besmele çekmek caiz mi?
    CEVAPTam İlmihal'de diyor ki:
    Kötü kokulu şeyleri, mesela soğan, sarmısak gibi şeyleri yemeye [ve sakal tıraşı olmaya başlarken], Besmele çekmek mekruhtur.

    Sarmısaklı, soğanlı yemekleri, salatayı, turşuyu yerken Besmele çekilir.

    Sual: Yemeye, içmeye, abdest almaya başlarken besmeleyi unutan, başladıktan sonra besmele çekse sünnet yerine gelir mi?
    CEVAPYemeğe başlarken besmele çekmeyi unutan, sonra çekse de, baştan çekilmiş sayılır. Ama, abdeste başlarken unutulunca, sonra besmele çekilse de, baştan çekilmiş sayılmaz. (Nimet-i İslam)

    Sual: 
    Besmele çekerken, Bismillah demek yeterli midir?
    CEVAPEvet, yeterli olur; ancak he harfini belli olacak şekilde çıkarmalı (Bismilla) dememeli. Yani (Bismillah) denirse, besmele çekilmiş olur. Daha uygunu ise(Bismillahi) demektir.

    Sual:
     Euzü ve Besmele’nin manası nedir? 
    CEVAP
    Euzübillahimineşşeytanirracim 
    demek, Allah'ın rahmetinden uzak olan ve gazabına uğrayarak dünyada ve ahirette helak olan şeytandan, Allahü teâlâya sığınırım, korunurum, yardım beklerim. Ona haykırır, feryat ederim demektir.

    Bismillahirrahmanirrahim demek ise, her var olana, onu yaratmakla ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile, bu işimi yapabiliyorum demektir. 

    Sual: 
    Yemeğe tuz ile başlamak sünnet midir?
    CEVAPYemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmek sünnettir. Ekmekteki tuza niyet edince de bu sünnet yerine getirilmiş olur. (Gunye)
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Ya Ali, yemeğe tuz ile başla!) [Şir’a]

    (Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirenin vücudundan Allahü teâlâ yetmiş hastalığı giderir.) [R.Nasıhin] 

    Sual: Kitaplarda, (Yemeğe, tuzla başlamak ve tuzla bitirmek sünnettir)deniyor. Yemeğe başlarken ve son lokmayı alırken, ekmekteki veya zeytindeki tuza niyet edilerek yenilse, tuzla başlama ve bitirme sünneti yerine getirilmiş olur mu? 
    CEVAPEvet.

    Sual: Kefaretlere bakınca, hep fakirin sabah ve akşam doyurulmasından bahsediyor. Acaba sağlık açısından evla olan iki öğün yemek midir yoksa iki günde üç öğün yemek midir?
    CEVAPGünde iki öğün yemek caizdir. Evla olanı ise iki günde üç öğün yemektir. Ancak ihtiyaca ve çalışma şartlarına göre yemek de caizdir. 

    Sual: 
    Yemekleri tez mi, yoksa yavaş yavaş mı yemek daha uygundur?
    CEVAPİyi hazmetmek için çok çiğnemek, yani ağır ağır yemek gerekir. Yemeği iyi çiğneyerek yemek sünnettir. Bu sünnete uyunca, mide ağrısı, gaz gibi şikâyetler görülmez. 

    Sual: Su veya çay içerken bir kısmını bırakmak veya yemek yenince az bir şey bırakmak doğru mudur?
    CEVAPDoğru değildir. Hepsini yiyip içmelidir. Çünkü Resulullah efendimizin önüne konan yemekten hiç artmazdı. (İ.Ebiddünya) 

    Sual: Çatalı ekmeğe ve diğer unlu mamüllere batırmakta mahzur var mıdır? Ekmeğe hakaret olur mu?
    CEVAPBunlar âdettir, mahzuru yoktur. Fakat lüzumsuz, keyf için batırılmaz. İhtiyaç halinde caiz olur. Çatalı ekmeğe batırmayı âdet haline getirmemelidir.

    Sual: Sandalyenin arkasına yaslanıp yemek yemek uygun mudur? Yaslanmayıp yemek daha mı efdaldir?
    CEVAPSofraya edepli bir şekilde oturmalı ve bu edebi sonuna kadar muhafaza etmelidir! Resulullah efendimiz yer sofrasına bazen diz çöker, bazen de sağ ayağını bükerek sol ayağı üzerine oturup buyururdu ki:
    (Yaslanarak yemek yemem! Ben ancak, Allahü teâlânın bir kuluyum; köle nasıl yerse öyle yer, nasıl oturursa öyle otururum.) [Buhari] 

    Yaslanarak yemek yemek haram veya mekruh değildir. Başkalarının yanında mazeretsiz yaslanmak edebe aykırıdır. Sandalyede dayanarak yemekte de mahzur yoktur. Kibirli şekilde yemek uygun değildir. Dayanınca rahat ediliyorsa dayanılır. Önemli olan başkalarına hava atmamalı, kibirli oturmamalı, rahat oturmalı.

    Sual: Sağdan başlamamak, suyu ayakta içmek bid’at değil midir?
    CEVAPPeygamber efendimizin, sağdan başlamak, entari giymek gibi âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de, zevaid sünnetlerde de [bir mazeret yoksa] Resulullah efendimize tâbi olmak, dünya ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar. (Mektubat-ı Rabbani 2/55) 

    Âdetlerle ilgili sünnetlere elimizden geldiği kadar uymaya çalışacağız, fakat unutursak veya tembellikle yapamazsak mekruh bile olmaz. Solak kimsenin sol el ile iş yapması mekruh değildir. 

    Sünnet-i zevaid:Resulullah efendimizin, ibadet olarak değil de âdet olarak devamlı yaptığı şeylere denir. Zevaid sünnetleri terk etmek mekruh değildir. Peygamber efendimizin giyiniş şekli, entari giyinmesi gibi, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması gibi, sağ el ile yiyip içmek gibi, suyu oturarak içmek gibi şeyler sünnet-i zevaiddir. (Redd-ül Muhtar)

    Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 
    (Âdetlerle ilgili sünnete uymak bir fazilettir, terki ise hata değildir.)[Muhtar-ül ehadis]

    Sual: Yemekten önce dua etmek caiz midir?
    CEVAPEvet, yemekten önce de dua etmek caizdir. Besmele çekmek ve hayır bereket için dua etmek de yiyip içmenin sünnetlerindendir. İbni Abbas hazretleri, Resulullah efendimizin (Yemeğe başladığınız zaman, Allahümme barik lena fihi ve etimna hayren minhü deyiniz) buyurduğunu rivayet etmiştir. Enam suresinin(Üzerlerine Allah’ın ismi anılmayanlardan yemeyin) mealindeki 121. âyetin, Besmelesiz kesilen hayvanların leş olacağını, yenmeyeceğini bildirmektedir. Bazı âlimler, (Diğer yiyecekleri yerken de Besmele çekiniz) manasının da bulunduğunu bildirmişlerdir. Burada Allah’ın adının anılması, yenecek yemeğin kudsiyetini, iyiliğini ve devamlılığını sürdürmek içindir. Böylece Allahü teâlâyı hatırlamış ve bu nimetlerin devamlılığını ve hayrını elde etmiş oluruz. Yemek yeme anı, insanların en çok gaflete düşeceği andır. Zira yemek, acıkan nefsi kendine en çok çeken, ona her şeyi unutturan nesnedir.

    Yemekten önce elleri yıkamayı da ihmal etmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra elini yıkasın.) [İbni Mace]

    Sual: Yemekten sonra nasıl dua edilir?
    CEVAPYemeğe başlarken besmele çekmek yani (Bismillahirrahmanirrahim) demek ve sonunda (Elhamdülillah) demek sünnettir. 

    Yemeklerden sonra, bazı hadis-i şeriflerde bildirilen duaları da içine alan şu duayı okumak daha uygundur:
    (El-hamdü-lillahillezi eşbeana ve ervana min-gayrı-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme at'imhüm kema at'amuna. Allahümmerzukna kalben takiyyen, mineşşirki beriyyen la kâfiren ve şakiyyen velhamdülillahi rabbilalemin)
    (Allahümme mâ esbaha [mâ emsâ] bi min nimetin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükür) Akşam okurken (mâ esbaha) yerine (mâ emsâ) diyerek, hepsini aynen okumalıdır. 



    İslâm dîni garîb olarak başladı.Bu garîb insanlara müjdeler olsun

    İslâm dîni garîb olarak başladı.Son zamanlarda da garib olacaktır. 
    Bu garîb insanlara müjdeler olsun.Bunlar,insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler.
    Hazreti Muhammed
    Sallallahu Aleyhi ve Sellem
    İslamiyetin başlangıcında,insanların çoğu,müslümanlığı bilmedikleri,onu yadırgadıkları gibi,âhır zamanda da,dini bilenler azalır.Bunlar,bozulmuş olan sünneti ıslâh ederler.
    Bunun için,emr-i ma’rûf ve nehy-i anil münker yaparlar.Sünnete,
    yanî İslamiyete uymakta başkalarına örnek olurlar.
    İmâm-ı Kastalânî hazretleri,Mevâhib-ül-ledünniyye kitabında buyuruyor ki:“Resûlullah efendimizin(aleyhisselâm) sünnet-i seniyyesini sevmek ve O’nun mübârek sözleri olduğu için hadîs-i şerîfleri okumayı istemek,O’nu sevmenin alâmetlerindendir.Çünkü îmânın tadı kalbine girmiş olan bir kimse Allahü teâlânın veya Resûlullahın(aleyhisselâm) kelâmından 
    bir harf işittiği zaman,rûhu ve kalbi ondan zevk alır.

    Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ifadeleriyle dikkat çekmektedir: Abdullah bin Amr (r.a) anlatıyor: "Bir gün Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında bulunuyorduk. Kendisi 'gariplere müjdeler olsun' buyurdu. Kendisine 'garipler kimlerdir ey Allah'ın Resulü' diye soruldu. O da şöyle cevap verdi: 'Onlar salih insanlardır. Kalabalıklar içinde azdırlar. Onlara isyan edenler, itaat edenlerden daha çoktur."

    Gariplerin kimler olduğu Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bazı vasıflarıyla bizlere açıklanmıştır. Zîrâ Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) garipleri müjdeleyince, sahabe-i kiram onların kimler olduğunu merak etmiş ve sormuşlardır. Kaldı ki böyle güzel bir muştuyu hak etmiş olanların kim olduğunu merak etmemeleri ve bunu sormamaları ve bu konuda bir açıklama istememeleri düşünülemez. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselâm) de bu sorulara farklı zamanlarda farklı durum ve ihtiyaca göre farklı cevaplar vermiştir. Fakat bu izahlar birbirinden kopuk cevaplar değil birbirini açan ve tamamlayan cevaplardır. İşte Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sorulardan birinde gariplerin muhacirler olduğunu şöyle beyan buyurmaktadır: "İslâm garip olarak başladı ve başladığı gibi tekrar garip olarak dönecektir. Gariplere müjdeler olsun." buyurunca, kendisine; "Garipler kimlerdir?' diye sorulmuş, O (sallallahu aleyhi ve sellem) da şöyle cevap vermiştir: "Kabilelerinden uzak yaşayanlardır!" 7 Hadîs-i şerîfte geçen "en-Nuzza' " kelimesi "nâzi' " veya "nezi' " kelimesinin çoğuludur. Nâzi' veya nezi', garip mânâsına gelmektedir. Yani ailesi ve aşiretinden uzaklaşan demektir. Buna göre burada kastedilen mânâ "dinlerini yaşamak için yurtlarını ve aşiretlerini terk eden, Allah için hicret eden kimseler yani muhacirlerdir.8 Aslında (n-z-a') kelimesine kök olarak baktığımızda kelimenin "bir şeyi yerinden koparıp çekme, sökme"9 mânâsına geldiğini görmekteyiz. Bu yönüyle kelime hicretin zorluğuna da işaret ederken aslında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), dinlerini yaşama adına bu zoru başaran kimselerin yani muhacirlerin, gerçekten müjdeyi hak etmiş garipler olduğunu da ifade etmektedir. Bu açıdan baktığımızda hadîste hicret kelimesinin değil de "n-z-a" kelimesinin seçilmiş olması bu mânâyı vurgulaması adına önemlidir.

    Islam garib geldi garib gidecek

    2629- Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İslam garib bir halde başladı ve yine garib bir hale dönecektir. Ne mutlu o gariblere.” (İbn Mâce, Fiten: 15; Dârimî, Rikak: 42)

     Bu konuda Sa’d, İbn Ömer, Câbir, Enes ve Abdullah b. Amr’dan da hadis rivâyet edilmiştir.

    Tirmizî: İbn Mes’ûd rivâyeti olarak bu hadis hasen sahih garibtir.

    Bu hadisi Hafs b. Gays’ın A’meş’den rivâyetiyle bilmekteyiz. Ebû’l Ahvas’ın ismi: Avf b. Mâlik b. Nadle el Cûşemî’dir. Kendisinden sadece Hafs rivâyet etmiştir.

    2630- Amr b. Avf b. Zeyd b. Milha (r.a.)’ın babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yılanın toplanıp deliğine girdiği gibi din de toplanıp hicaz bölgesine çekilecektir. Dağ keçilerinin dağların başında toplandıkları gibi din de yani dini yaşayanlar da Hicaz bölgesinde toplanacaktır. Allah’ın dini yani İslam dini, toplumlar arasında yabancı bir sistem olarak başlamıştır ve ileride tekrar yabancı hale gelecektir. Ne mutlu o gariblere ki insanların bozdukları şeyleri benim sünnetim ve yolumla değiştirip düzelteceklerdir.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

     Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

    Ebû Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem'in şöyle bu-yurduğunu haber vermiştir:
    "İslam ğarîb başladı, (ileride) başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu gariblere!" (l)
    GURBET
    Garib veya bizim söyleyişimizle garîp, bütün yalnızlığı, terkedilmişliği, dışlanmışlığı, hasreti ve acısıyla nasıl mutlu olabilir, diye itiraz etmek; bu iki kelimenin yanyana gelemeyeceğini savunmak ilk anda oldukça mantıklı bir tavır gibi görünmektedir. Ancak görüldüğü gibi hadisimizde mutluluk, gurbetin şerefi olarak yeni bir mana kazanmış bulunmaktadır. Bu noktanın iyice açıklanabilmesi için garîb'in kimliği ile ilgili tesbitlere göz atmak gerekmektedir. Abdullah b. Mes'ud'un rivayetinde, "garibler kimlerdir?" sorusuna Hz. Peygamber; "Kavm ve kabilelerinden (İslam adına) ayrılıp uzaklaşanlardır" cevabını vermiştir. Bu cevaptan, dînî kaygular ve duygular uğruna aile ocağından ve memleketinden uzak düşen muhacirlerin garibler olduğu anlaşılmaktadır.
    Tirmizî'nin Amr b. Avf (r.a.) den rivayet ettiği hadiste ise Hz. Peygamber, "Halkın benden sonra sünnetimden bozduklarını düzeltmeye, diriltmeye çalışanlar" buyurmuştur. "Müjdeler olsun" ya da "ne mutlu" diye tebrik ve takdir edilen mutlu garibler'in, bozulmuş bir sünneti ihyaya gayret edenler olduğunu duyurmuş; sünnet-i seniyyeyi ayakta ve canlı tutmaya, Muhammedî yorumu içinde İslam'ı yaşamaya çalışanlar olduğunu haber vermiştir. Bize göre bu iki cevap arasında tam bir uyum bulunmaktadır. Şöyle ki; toplumun hazımsızlığı sonucu dinini yaşamak için aile ocağından uzaklaşma durumunda kalan veya bırakılan muhacir'in, gittiği yerde çekeceği gurbet sıkıntısı ve dinini yaşamak maksadıyla verdiği mücadele ile, kendi toplumu içinde yozlaştırılmış hayat tarzını sünnet-i seniyye çizgisine çekmek için gayret gösterdiği için yalnız kalmış, garibsenmiş, horlanmış, hurafeler ve bid'atlar adına toplumdan dışlanmış bir müslümanın yaşadığı gurbet herhalde aynıdır, hatta ikincisininki daha da acıdır. Ya da şöyle düşünebiliriz; birinci cevabında Hz. Peygamber, garib'i kelime olarak açıklamış; ikincisinde ise, sosyal bir gerçek olarak belli bir kesimin öz yurdunda garib muamelesi göreceğini belirtmiştir. Tabiî bundan şu sonucu çıkarmak mümkündür:
    Sünnet-i seniyyeye sarılmak onu yaşamak ve yaşatmak isteyenler peşinen öz yurtlarından hicreti veya öz yurtlarında gurbeti göze almalıdırlar. Zira yabancı toplum nasıl gurbet toplumu ise, yabancılaşmış toplum da aynı şekilde bir gurbet toplumudur. Kendisine, özüne, değerlerine, tarihine yabancılaşmış veya yabancılaştırılmış toplumlar, çoğu kere yabancı bir toplumdan daha ağır acımasızlıkları sergileyebilmektedirler. Özenti ve yenilikler adına kendine has dünyasından kopmuş milletler çifte gurbeti yaşamanın rahatsızlığı içindedirler. Çünkü böylesi toplumun hem kendisi gurbettedir hem de bizzat kendisi gurbettir.
    YABANCILAŞMA
    Hadisimiz, İslam ümmetinin kendi kendisine yabancılaşacağını, Hz. Peygamberin şekillendirdiği yaşayış tarzından uzaklaşacağını, sünnetlerin terkine alışacağını tesbit etmekte; bid'atların egemenliğine gireceğini anlatmaktadır. Bu yabancılaşmanın oluş biçimini ise, bir başka hadis şöyle belirlemektedir: "İsrailoğullarının başına gelen herşey aynen ümmetimin başına da gelecektir. Hatta onlardan biri sokak ortasında annesiyle zina edecek olsa, ümmetimden de bunu yapmaya kalkışacaklar çıkacaktır." Bir başka hadiste de "onlar bir keler deliğine girecek olsalar, siz de arkalarından girmeye çalışacaksınız"buyurulmaktadır.
    Hz, Peygamber'in bu ifadeleri, ne derece kişilik ve kimlik kaybına uğranacağını, yani ümmetin kendi kendisine ne kadar yabancılaşacağını pek çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir. Teker teker başlayıp şimdi bir bütün halinde yaşadığımız batı yaşantısı, hadisteki tesbiti yani yozlaşmayı, yabancılaşmayı fiilen isbat etmektedir.
    CAHİLİYE TOPLUMU
    Aslında dikkat edilirse, İslam'ın doğuşu sırasındaki Mekke arap toplumu böyle bir yozlaşmış hayatı yaşamaktaydı. Cahiliye toplumu, günümüzün lakaydî çağdaş toplumları gibiydi. O toplumda İslam garibsenmiş, müslümanlar çağdışı ilan edilmiş, öz yurtlarında, aile ocaklarında gurbet hayatına mahkum edilmişlerdi. Bu gerçeği hatırlayınca, çağdaş cahiliye toplumlarının dindar müslümanları garibsemelerini, onları çok çapraşık, haksız ve fakat yüksek perdeden suçlamalarla geri plana atmaya çalışmalarını anlamak kolay olmaktadır. İnancının gereği olduğu için örtünen ve başını açmadığı gerekçesiyle tahsil hakkından mahrum bırakılan üniversiteli kızın yaşadığı hayat, gurbet hayatından daha acı, daha kahredici değil midir? Hadisimiz, sünneti ihya etmeye çalışanların garibseneceğini haber verirken, toplumun, bir farzı yerine getirmeye gayret edenleri dışlamaya kalkışması, yabancılaşmada ne derece ilerlemiş olduğumuzu göstermektedir. Bu muazzam inişin sonunu görmek değil, düşünmek bile bir büyük azab, bir izdırabtır.
    FAZİLET AĞIR YÜKTÜR
    Fazilet kıymetli, ve ağır yüktür, herkes taşıyamaz... Güçlü, kuvvetli, şuurlu, iradeli ve inançlı olmak gerekir.
    Dünyanın tanıdığı en üstün fazilet, Hz. Peyamber'in nezih yaşayışı ile şekillendirdiği yaşama biçimidir. Sünnet'in bütünüdür. Onu yaşayacak, hakka sonuna kadar yandaş olacak bir gurub kıyamete kadar bulunacaktır. Bu da bir Muhammedi beyandır. Ama işte sadece bir güruh... Garibler gurubu...
    Sünneti, insanların çeşitli sebeplerle öldürdüğü herhangi bir sünneti, bid'atlara batıllara kurban edilmiş bir sünneti diriltmek, fevkalade zor fakat şerefli ve soylu bir harekettir. Zorluğu, toplumun yozluğundan; şeref ve soyluluğu ise, Hz. Muhammed (s.a.)in yoluna sahip çıkma teşebbüsünden kaynaklanmaktadır. Böyle bir şerefe sahip olmanın bedeli gurbettir, garibliktir, toplum tarafından dışlanmaktır. Bu çok büyük ve ciddi bir bedeldir. Ama gerçek mutluluk da böylesi durumların -kimsenin beklemediği- bir başka bedelidir. Bunu bizzat Hz. Peygamber haber vermiştir, müjdelemiştir. Bu, hiç şüphesiz büyük bir teşviktir: Ne mutlu ga-riblere...
    İSLAMIN İSTİKBALİ
    Zaten hadisimize iyice dikkat edilince, müslümanlığın başlangıçta olduğu gibi pek az kimsenin sahip çıkacağı garip bir duruma geleceği bildirildikten sonra, yine başlangıçta olduğu gibi bu bir avuç garibin gayretleri ile yeniden doğuş hamlesine geçeceği, bu hizmeti göreceklere yönelik olan "ne mutlu" müjdesiyle ifade edilmiş bulunmaktadır. Elmalılı merhumun ifadesiyle, "islamın istikbali gece değil gündüzdür. Sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mana ma'ruf bir hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmuştur. İslam garib olarak başladı, (ileride) yine başladığı hale dönecektir. Gariblere ne mutlu". Yani "islam garib olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi garib olarak tekrar başlayacak (yahud zuhur edecek) ne mutlu o gariblere" demektir. Hadisin sonundaki fetûbâ, onun inzar için değil, tebşir için sevk buyurulduğunu gösterir. (2)
    GERÇEK
    Tarih içinde meseleye baktığımızda, İslam'ın özüne ters fikirler taşıyan güruhlar, daima sünneti asli safiyeti ile yansıtanlara karşı çıkmış, onları çeşitli şekillerde karalamaya çalışmışlardır. "Ehl-i bid'at" fırkalarının "ehl-i hadîs" ile yıldızları barışmamıştır. Özellikle hadislerde yani sünnette, kendi prensipleri ve düşünceleri aleyhinde bilgi ve belgeler gören fırkalar öncelikle sünnete sahip çıkan hadisçilere hücum etmişler, böylece onların şahsında sünnet düşmanlıklarını hem yürütmeye hem de gizlemeye ve kendi bid'atlarına yaşama şansı kazandırmaya çalışmışlardır. Bugün de aynı tutumun değişik tezahürlerini daha ileri derecede görmekteyiz. Kendi düşünce ve anlayışlarına ters düşen kesin dinî nasslar ve bunları hatırlatanları çağdışılık ve cahillikle açıktan açığa suçlayan talihsiz beyanlara sık sık basın-yayın organlarında rastlıyoruz. Aynı kişilerin hakim düşünce paralelinde görüş beyan ettikleri ya da dinî nassları öyle yorumladıklarını düşünelim, aynı ağızların aynı esas ve kişiler için "aydın din adamı", "dinimiz zaten çağdaş ve ileri esaslara sahiptir" gibi, -yine kendi haklılıklarını isbat maksadı ile- beyanlarda bulundukları görülecektir.
    Unutulmaması gereken husus batılın haktan, bid'atın sünnetten hoşlanmayacağı; sünneti yaşamak ve yaşatmak isteyenlerin şu veya bu şekil ve gerekçelerle garipseneceğidir. Böyle bir garabet bilenler için elbette gerçek mutluluktur. Gerçeğe, yegane gerçeğe sahip çıkma garipliği ve mutluluğu.

    Dipnotlar: 1. Müslim, İman 232; Tirmizî, iman 13; İbn Mâce, fiten 15; Darimî, rikak 42; Ahmed b. Hanbel, I, 184,398; II, 177, 222, 389, IV, 73) 2. Hak Dini Kur'an Dili, V, 3713 (2. baskı, İstanbul 1960)

    “İslam garip başladı, başladığı gibi (bir hale) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” (1)


    “Garib” uzak olan demektir. Güneş, bizden uzaklaşıp kaybolduğu için “güneş gurub etti” denilir. Gurbet, vatandan uzaklaşmaktır. Gurubda, kaybolma, gitme, bir köşeye çekilme vardır. Anlaşılmayan söze, anlayıştan uzak olduğu için “garib” denir.(2)

    “Garib” kendi cemaatı, kavmi arasında olmayan, kendi beldesinde bulunmayan kimsedir. İlk müslümanlar kendi vatanlarında, kendi kavimleri arasında görünseler de gariptiler. Küfürle iman, akla kara, görmekle körlük(3), bilmekle cehalet kadar zıt ve uzaktı. Bu sebepten onlarla diğerleri arasında mekana bağlı olmayan bir uzaklık, hatta zıtlık sözkonusu idi.

    Alimler, cahil çoğunluk yanında gariptirler(4), Az olan müminler, çok müşrik arasında gariptirler. Kötülerin ve şerlerin çokluğu yanında hayırlar ve hayırlılar az olunca garip olurlar. Fıskın, isyanların, büyük günahların içinde takva, amel-i salih gariptir.

    Böyle kötü bir çevrede ve zamanda, iman ve salih amelin önemi pek büyüktür. İçinde yaşanılan çevrede, fısk, büyük günahlar, şer ve isyanlar ne kadar çoksa, orada barınabilen müminin, imanın, salih amelin, takvanın değeri o derece artmaktadır. İslam ve iman ilminin kalktığı, (5) müminin, müslümanın olmadığı veya çok az olduğu bir toplumda “garib” olmak, amellerin sevaplarını olabildiğince arttıracaktır. Müminin zelil, hakir edildiği, facirin yüksek tutulduğu, fıskın çok olduğu bir toplumda, imanın ve amellerin keyfiyeti çok büyüktür. Orada, din gariptir, müminler gariptirler.

    Bu hadis-i şerife göre:
    a) İslam garip başlamıştır. Başlangıcı tarih kitaplarında anlatılır. Bu işi ilk başlatanlar da bu bakımdan gariplerdir.
    b) Sonra İslam, deniz dalgaları gibi zuhur etmiş(6), hak, iman, ahkam-ı ilahi galib olmuştur. Bir zaman gelecek, İslam ilk başladığı duruma dönecek, anlaşılamamasından ve hükümlerinin toplumda hakim olmamasından dolayı toplumda garip düşecektir.

    Çoğu insanda bu menfi halin bulunması, bidatların ve cahiliye zihniyetinin toplumda yer etmesi ile toplumda genel bir bozulma olacaktır. Artık ilk garipler dönemi gibi son garipler dönemi de başlamıştır. İslamın başlangıcında müşrikler tarafından ashaba reva görülen şeyler; tahkirler, terziller, küçümsemeler, hafife almalar bu dönemde d ekendini gösterecektir. Toplumda onlara hayat hakkı tanımama, onların inançlarını, fikirlerini ve hayat anlayışlarını ortadan kaldırma yoluna gidilecektir.

    İlk gariplerin yaşadığı cemiyette, günahlar, isyanlar, fısk nasıl diz boyu ise, bu ikinci dönemde de adı müslüman olan bir toplumda günahkarların, fasıkların, kötülerin zihniyeti hakim olacaktır.

    Yine ilk devirde olduğu gibi bu menfi çevrede bozulan ümmet içinde, az olan bir takım garipler bulunur. Onlar çoğunluğu teşkil edenler karşısında azlık olmalarına rağmen imanlarına yapışırlar, çoğunluğun akıp gittiği mecradan farklı bir yönde yürürler, kafa yapıları, hayata bakışları, anlayışları diğerlerine uymaz. Sanki o toplumun insanı değillerdir. Kendilerine yapılan her türlü işkenceye sabrederler, zaten karşı koymaya güçleri de yoktur. Maddi mağlubiyet ve mahkumiyetlerine rağmen, manen kuvvetlidirler. Dinlerine sıkı bir şekilde yapışırlar. İnançlarından ve yaşayışlarından taviz vermezler. İşte bunlar ümmetin sonunda gelen “Ğuraba” dır.

    Son gariplerin yaşadığı bozulmuş cemiyetlerinde ne gibi kötü haller zuhur edeceğini Resulullah (SAV) hadis kitaplarının fitne ile ilgili bölümlerinde anlatmış, ümmetini önceden uyarmıştır. Onun için sahabelerin ilk devirde dinlerinde fitnelendikleri gibi ümmetin sonlarında da fitne pek büyük bir rol oynayacaktır.

    Son Gariplerin zamanı da ilk gariplerin zamanı gibi pek şiddetli, tehlikeli, fitneli olacaktır. Resulullah (SAV) ahir zamandan haber verirken genel hatları ile o zamanı bize tasvir etmiştir.

    Allah Rasülü’nün zaman zaman çeşitli şekillerde bize tablolaştırdığı bu fesat döneminde, bir bakıma ilk başladığı hale dönecektir. Dindarlar da çektikleri sıkıntılardan dolayı, amellerindeki sevap bakımından onlara benzeyeceklerdir.
    Fakat ilk gariplerle son gariplerin önemli bir farkı vardır. İlk Garipler müşrik bir toplumda mücadele etmişlerdir. Ahir zamanda gelen son garipler, fesad-ı ümmet zamanında, bozulmuş islam cemiyeti içinde cihat edeceklerdir. Son gariplerin işi, ilk gariplere göre daha kolaydır. Zahmetleri daha azdır. Bu sebeple sevapta, hayırda, külli fazilette ilk garipler olan sahabelere yetişmeleri mümkün değildir. İlerlemeden sonra gerilemekle, işe ilk başlamanın zorluğu bir değildir.

    Kaynaklar:

    1. el-Cami‘ li Ahkamil-Kuran IV, 172, Ayrıca bk. Sahihu’l-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mace II, 1319 (no: 3987, 3988).
    2. el-Müfredat, s. 359, el-Mu’cemu’l-Vasit, s. 647; el-Kamûsu’l-Muhit I, 107-108.
    3. Ayet-i kerimede “Görenle Görmeyen bir mi?” buyrulur. Ra’d 13/16.
    4. el-Cami‘li Ahkamil-Kuran IV, 172; Ayrıca bk. Sahihu’l-Müslim 232, 251. Hadisler, Sunenu İbn-i Mace II, 1319 (no: 3987, 3988).
    5. el-Mufredat s. 359; el-Kamûsu’l-Muhit I, 108. Ayrıca bk. Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis s. 107-108; el-‘Acluni Ali b. Muhammed Keşfu’l-Hafa, I-II, Kahire ty. 887 (islamın garip başlaması ile ilgili hadis-i şerif için bk.)

    6. Ramûzu’l-Ehadis s. 366; Sunenu İbn-i Mace II, 1331 (no: 4015), 1339 (no: 4036: boş adamlar nutuk atacaklar.) 1344 (no: 4047: İlim ve Kuran yani onu anlama azalacak.) 1335 (no: 4050-4052: ilim kalkacak cehalet yeryüzüne inecek, o hakim olacak. Burada ilimden maksat, gün geçtikce gelişen teknik, fen ilimleri, değil, dini ilimlerdir). Ayrıca bk. el-Buhari, Muğire b. Berdubeh, Sahihu’l-Buhari, I-VIII, İstanbul, ty. VIII, 89.


    Müslüman için zor asırlar

    Kıyamet yarın kopacak, öbür gün kopacak diye tarih verenlere itibar etmemelidir. Çünkü dünyada Müslüman bulunduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Allah diyen bir kimse kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz.)[Müslim]

    Ama kıyamet yaklaştıkça Müslümanlar çok garip olacak, çok zulüm görecek, çok sıkıntı çekecek, dinini rahatça yaşaması çok zor olacaktır. Bir hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir, sünnet unutulur, bid'atler meydana çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur)buyuruldu. O zamandaki Müslümanların nasıl yaşayacağı sorulduğunda, (Sudaki tuz, sirke içindeki kurt gibi) buyuruldu. Dinlerini nasıl koruyacağı sorulduğunda, (Avuçtaki ateş koru gibi. Bırakırsa söner, tutarsa elini yakar) buyuruldu. (Şir’a)

    Bir hadis-i şerif de şöyledir:
    (Öyle bir zaman gelir ki, sünnetime tutunmak, avucuna ateş almak gibi olur.) [Hakim]

    Müslümanlar, bütün dünyada garip olacaktır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
    (İslam dini, garip olarak başladı, sonu da garip olacaktır.) [Müslim, Tirmizi]

    Garip olmasının sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Bir hadis-i şerif de şöyledir:
    (En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buhari]

    Herbiri bir mucizeyi bildiren bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, günümüzdeki insanların sözlerine ve işlerine ihtiyatla yaklaşmak lazımdır. Kendi sözlerine değil, eski âlimlerden bildirdiklerine itimat etmelidir. Şayet eski âlimler kötülenirse asla itibar etmemelidir. Yine bir mucizeyi bildiren hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
    (Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]

    Peygamber efendimiz o zaman ne yapılacağını da bildirmiştir:
    (Bu ümmetin son zamanlarında gelenler, önceki âlimleri kötülediği zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace, İbni Adiy, İbni Asakir]

    Kıyamet alametini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
    (Haine itimat edilir, emine ihanet edilir.) [Harâiti]

    (Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkar.) [Ebu Ya’la]

    (Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkar.) 
    [Ebu Davud]

    (Doğru söyleyenler yalanlanır, yalancılar kabul görür.) [İ.Ahmed]

    (Gençler, çocuklar âmir olur.) 
    [Hakim]

    (Camilerde binden fazla kişi namaz kılar, içlerinde bir mümin bulunmaz.) [Deylemi]

    (Camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, hakiki âlim hiç bulunmaz.) 
    [Ebu Nuaym]

    (İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.)[Buhari]

    (İşler ehli olmayana verildiği zaman, kıyameti bekleyin.) 
    [Buhari]

    (Kıyamet kopmadan önce deccal çıkar, deccaldan önce de 30 veya daha fazla yalancı deccallar gelir.) 
    Bu yalancıların alametleri sorulduğunda buyuruldu ki: (Yeni âdetler çıkarıp dininizi değiştirenler çıkar, bunlardan sakının ve onlara düşman olun.)[Taberani]

    (Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) 
    [İbni Asakir]

    (Kötülerin arasında kalan salih kimse gariptir.) [Deylemi]

    Yüz şehit sevabı için
    Sual: 
    Müslümanlar arasında çeşitli ayrılıkların çıkacağını Peygamberimiz bildirmiş midir?
    CEVAPEvet, bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacak; bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İ. Mace]
    İslamiyet’in dışına çıkıldığı zaman, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda olanlara, kıyamette yüz şehit sevabı verilecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir!) [Hâkim]

    Peygamber Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki:
    İslam garip başladı tekrar yine garip olarak dönecektir!” (Müslim, İman 145) Ne anlıyorsunuz bundan?
    – Benim ilk duyduğumda anladığım veya bunu anlatan hocanın anlattığı şu: İslam, ilk başladığında fakirler, boynu bükükler, parası olmayanlar bu dine sarılmışlardı, onlarla yükseldi ve yücelmişti, şimdi yine günümüzde de aynı. Camiye gelenler fakir, boynu bükük adamlar. Garip geldi, garip gidiyor. Hadis böyle anlaşılıyor. Fakat bu anlayış yanlış. Hadisin devamında Gariblere müjdeler olsun deniyor!” diyor.
    – Ya Resulullah garipler kimlerdir?
    “İslam’a sarıldığı için, ailesinden, eşlerinden, dost ve arkadaşlarından uzak tutulmuş insanlardır! diyor.

    Peygamberimizin hayatına bakıyoruz. İlk müslümanlar arasında zenginler var. Köleler de var. Kadınlar da var. Her tipten insanlar var. Yani gariplerden kasıt yalnız Bilali Habeşi, Ammar Bin Yasir değil. Ayrıca Hz. Ebubekir de gariptir. Abdurrahman İbnül Avf da gariptir.
    Abdurrahman İbnül Avf müslüman olunca annesi çıkmış meydana İslam’ı bırakıp putlara dönmedikçe bu meydanda güneşin altında gece gündüz kalacağım ve yemek de yemeyeceğim!” demiş.
    Bizim tarihimizdeki ilk açlık grevini o kadın yapmıştır.
    Anne burada gavurluk adına en sevdiği oğlunu terk ediyor, yalnız bırakıyor ve oğlu garip kalıyor. Bizim Türkçe’de kullandığımız “Garip” de doğrudur. Bizde gurbete giden, sevdiklerinden ayrılan insana garip denmez mi?

    Bunlar da iman ettiğinden dolayı sevdikleri tarafından terk edilmiş ve garip kalmışlar. Kendi yurtlarında garipler. Herkes yakınından tepki görmüştür, işte bunlar gariptir. 20. asırda da bir genç, İslam’ı hakkıyla yaşamaya başlayınca annesinden, babasından tepki görür, yalnız kalır ve garip olur.
    İslam, tekrar garip olarak dönecektirin manası budur.
    İşte Allah bizi de gariplerden kılsın. Peygamber Efendimiz o garipler eliyle İslam devletini kurmuştur.

    Peygamber Efendimize, amcası Ebu Leheb’in yaptığını, Ebu Cehil yapmamıştır. Peygamberimizin başına gelenler, hiç birimizin başına gelmiyor. Düşünün, İslam’ı anlatmak için, bir dükkana girdiniz, arkanızdan da bir adam giriyor, siz bir şeyler anlatıyorsunuz, o yalanlıyor, İnanma diyor. Peygamberimize işte bu yapılıyor.
    Peygamberimiz tebliğini yapıyor, amcası peşinde, İnanmayın, yeğenimdir, delidir, hastadır, cinler onu hasta yaptı diyor, Sihirbazlar tedavi için uğraşıyorlar, inanmayın diyor.
    Aynı durumda biz olsak ne yaparız? Kaldırır amcamızı döver veya ağır sözler söyleriz. Peygamberimiz öyle yapmamış, anlatmış, adam etmek istemiş, o da peşinden gelmemiş, sonunda cehenneme yuvarlanmış. Cenazesini bile varisleri kaldırmamış. Ekonomik bakımdan çok güçlü olan Mekke, bir yetimin yönetiminde o gariplerin eliyle fetholunmuş.

    Bugün de Amerika ve şakşakçıları, hınk deyicileri, sahip oldukları bütün güçleriyle üzerimize yürüse, kendimizi Peygamberimizin garipleri gibi göreceğiz ve sonucun kesinlikle müttakilere ait olduğuna inanacağız.
    Yürü diyen Rabb’imiz. Onun için endişeye gerek yok. Biz Allah’a (c.c.) güveniyoruz. Tedbirimizi alıp üzerimize gelen düşmanlarımızın da Cehennemde yanmaması için yürüyeceğiz.
    Filistin’de müslümanların mücadelesi elli yıldır devam eder.
    Körfezdeki direniş hareketi de bir elli yıl devam eder. Çünkü batının zihninde hep İslam’ı yok etmek vardır. Onun için direniş halinde de İslami eğitime ağırlık verilmeli.
    Nisa Suresinin 102’nci ayetinde harp halinde iken cemaatle namazın nasıl kılınacağını, bir kısmının safa durup yarısının harp halinde olacağını dahi Kur’an tarif eder.
    Zor günlerde eğitim faaliyetlerinin durmaması için de ayeti kerimeyle Rabb’imiz bizi uyarır.
    İman edenlerin hepsinin sefere çıkmaları doğru değildir. Dini iyi anlamaları ve kavimleri (harpten) geri döndüğünde onları uyarmaları için her topluluktan bir grup (ilim tahsili için) toplanması gerekmez mi? Umulur ki onlar sakınırlar!” (Tevbe, 122)
    Gariplerin kıymeti

    Sual: Garibim diye yüzüme bakan yok. Hâlimi hatırımı soran yok. Aç mısın susuz musun diyen yok. N’oldu bize böyle? Garibiz diye ölelim mi?
    CEVAPGarip kimselerin genelde insanların yanında bir kıymeti yoksa da, Allahü teâlânın katında değeri büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Garip, gurbette, Allah yolundaki mücahid gibidir. Gariplere ikram ediniz. Çünkü, kıyamette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.) [Ebu Nuaym]

    (Garip, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıp da tanıdık birini görmediği vakit, Allahü teâlâ onun günahlarını mağfiret eder.) 
    [Deylemi]

    (Garip iken ölen şehittir.) 
    [İ. Asakir]

    (Garibe yardım eden Cenneti hak eder.)
     [Deylemi]

    (Müminin, doğduğu yerin dışında, garip olarak ölmesi nimettir.)
    [Taberani]

    (Gariplerin dost ve yardımcısı Allah ve Resulüdür.) [Tirmizi]

    (Garipler, çoğunlukta az olan salihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.) [İ. Ahmed]

    (Allahü teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allah’ı anmakla geçiren
    , [Allah’ın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istigfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, dua ederlerse, dualarını kabul ederim.) [Darekutni]

    (Mümin, dünyada gariptir.) 
    [Ebu Nuaym]

    Büyükler, (Mal, gurbette vatandır. Fakirlik vatanda gurbettir. Bir kimse, fakirse, nerede olursa olsun gariptir) buyuruyor. Şair de, "Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde" diyor. Bu garipliğin sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (İnsanların en iyisi benim asrımda bulunan müslümanlardır.
    [Eshab-ı kiramdır]. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. [Tabiindir]. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenlerdir. [Tebe-i tabiindir]. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buhari]

    (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) 
    [İbni Mace]

    (Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur. Halkın bozduğu sünnetimi düzelten gariplere müjdeler olsun!) 
    [Tirmizi]

    (Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, Avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.) 
    [Şir’a]

    (Garipler dörttür:Zalimin göğsündeki Kur'an,içinde namaz kılınmayan mescid,bir evdeki okunmayan mushaf,
    kötü kimseler arasında bulunan salih kişi.) [Deylemi]

    (İki garip şey var: Biri sefih 
    [keyfine düşkün] kimseden çıkan "hikmetli sözü" ki onu kabul edin. Diğeri hikmet ehlinden çıkan sefih sözü, ki onu affedin. Zira hiçbir hikmet ehli yoktur ki, ayağı sürçmesin ve tecrübe sahibi olmasın.) [Deylemi]

    (Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.)
     [İbni Asakir]