26 Mart 2016 Cumartesi



Kanaat etmek

Sual: Kanaat edilmesi söyleniyor. Kanaat ne demektir?
CEVAPKanaat, çalışmayıp tesadüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir. Kanaat, bileğin emeği, alın teri karşılığı kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demektir. Başkasının daha çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir.

Kanaat demek, ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek; fakirlere, kimsesizlere, hastalara; cihad edenlere yardım etmek demektir.

Kanaat, böylece iyi ahlakın kaynağı olduğu gibi, insana mahrumiyetler içinde kaldığı zaman saadet temin eden sarsılmaz bir kale gibidir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]

(Kıyamette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü kârda Allahü teâlâya şükredenlerdir.)
 [İ.Gazali]

Sual: Bazıları İslamiyet’i bir lokma, bir hırka sözü ile kanaat etmekle suçlamaktadır. Böylece dinin çalışmaya mani olduğunu söylüyorlar. Dinimiz çalışmayı emretmiyor mu?
CEVAPEvet din, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader, çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demektir. Allahü teâlâ, çalışmayı emrediyor. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde ibadet edip cihad etmeyenlerden daha üstündürler, daha kıymetlidirler.) [Nisa 95]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]

(İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı.) [Beyheki]

(İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz.) 
[İ. Gazali]

(Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) [Faideli Bilgiler]

Müslümanlık, çalışıp kazanmayı emrediyor. Kanaat demek, bir hırkaya razı olup tembel oturmak demek değildir. Müslümanlar, asla böyle değildir. Kanaat demek, kendi kazandığına razı olup, başkasının kazancına göz dikmemek demektir.

Kanaat, sinir hastalıklarını önleyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlayan bir faktördür. Kanaat, İslamiyet’in dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmayı sağlamıştır.(Çalışan kazanır) ve (Herkes yaptığını bulur) meal-i âlisinden olan âyet-i kerimeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever) veMünavideki (Allahü teâlâ çalışmayan gençleri elbette sevmez)gibi, nice hadis-i şerifler, çalışıp ilerlemeyi mi, yoksa uyuşukluğu mu emrediyor?

Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Gaznevi, Hind Timurları ve Endülüs ve Osmanlı medeniyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa uyuşukluğu mu gösteriyor?

Bir dervişin, bir lokma, bir hırka sözü, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin emirlerini değiştirebilir mi?
Canlara; "Neden asıl evinize, gerçek yurdunuza dönmek istemiyorsunuz? Neden bu dertlerle, kederlerle, acılarla
dolu dünyada kalmak için ayak diriyorsunuz?" diye bir ses geldi. 
• Balçıktan yaratılmış bedenlerinizle ayaklarınıza öyle ağır zincirler vurulmuş ki, çalışıp çabalayarak onları
kırmadan, parçalamadan kurtulmanıza imkan yok!
• "Artık bu gurbetten, bu ayrılıktan bıktık usandık!" deyin! Sürgün olarak geldiğiniz bu dünya gurbetinden sefere
çıkın! Evinize, barkınıza geri dönün!
• Kokmuş, ekşimiz ayranla, çöllerdeki kuyuların acı suları ile neden hayatınızı boş yere harcıyorsunuz?
• Allah kanatlarınızı gayretten, çalışıp çabalamadan yaratmıştır. Madem ki canlısınız, yaşıyorsunuz; harekete geçin!
Gayret gösterin!
• Tenbellikle, ümidin kolu kanadı pörsür, çürür. Kolunuz kanadınız kırılıp dökülünce, artık ne olursunuz bir düşünün!
• Gayret sarfederek, çalışarak, çabalayarak kurtulmak size zor geliyor. Sanki sıkılıyor da bu sıkıntılı dünyada, bu
kuyu dibinde kalmaktan sıkılmıyorsunuz. Peki öyleyse, kuyu dibinde kalın!

262. Aşk bazan dost olur, bazan da baştan başa ayıp kesilir.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
 (c. II, 941)
• Mezarda toprak olduktan sonra insan için ya ziyan vardır yahut kar! Bari ölmeden evvel toprak olayım da,
göreyim bakayım neler olacak?
• Toprak olmak aşıkların işidir. Çünkü açıklara; hayata, dünyaya ait olan bağlılıklarını koparmayı Hakk gösterdi.
• Haydi biz de; "Ölmeden evvel ölelim!" emrine uyarak Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi şu mel'un nefisle savaşa
girişelim!
• Aşk bazan tamamıyla toprak kesilir, bazan tamamıyla su olur. Bazan büsbütün ateş kesilir. Yakar, yandınr. Bazan
da hep duman!
• Bazan dost olur. Bazan baştan başa ayıp ve ar kesilir.
• Şu oturup kalkan halkın gözüne binlerce süret halinde görünür. Fakat senin gözünde ne artar, ne de eksilir.

263. Aşk uykumu aldı götürdü. Uyku da aşkı götürdü.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c. II, 919)
• Aşk benim uykumu aldı götürdü. Uyku da aşkı götürdü. Zaten gerçek aşık , uyuyamaz. Aşk canı da, aklı da yarım
arpaya bile almaya tenezzül etmez.
• Aşk kana susamış siyah bir arslandır! 0 aşıkların gönül kanından başka bir şey içmez!
• Aşk sevgi ile sana yaklaşır, seni tuzağa düşürür. Sen onun tuzağına düşünce o senden uzaklaşır. Uzaktan senin
halini, ayrılık ateşi ile yanışını seyre başlar.
• 0 çok güçlü, çok kuvvetli bir emîrdir, korku nedir bilmez. îşkenceler yapar. Suçsuz olduğun halde seni ezer,
hırpalar durur.
• Aşkın eline avucuna düşen, bulutlar gibi ağlar, gözyaşları döker. Fakat onlardan uzak duran da asık suratlı,
duygusuz, soğuk bir kişi olur. Kar gibi donar, buz kesilir.
• Aşk her an binlerce kadeh şarap içer, sonra o kadehleri kırar, döker. Her an binlerce kat elbise diker, sonra onları
yırtar, atar!
• Aşk binlerce gözü ağlatır, sonra da ağlattıklarını güldürür. Binlerce kişiyi ağlatıp inleterek öldürür de hepsini bir
sayar.
• Zümrüd-i anka Kaf dağına doğru hoşça uçar gider. Ama aşk tuzağını görünce artık uçamaz olur. Gelir, aşkın
tuzağına düşer.
• Aşkın bağlan ile bağlanan kişi hile ile yahut işi deliliğe vurarak, o bağlardan kurtulamaz. Onun tuzağına düşmüş
olan hiç bir akıllı aklı fikri ile bir çare bulup halas olamaz.
• Onun yüzünden aklım perişan, darmadağın. Yoksa onun yaptıklarını, tuttuğu yolları, ettiği işleri bir bir sayar,
döker, sana gösterirdim.
• Aşkın arslanları nasıl avladığını, onlan nasıl yakaladığını, onlara neler ettiğini sana gösterirdim.

264. Ayrı ayrı bedenlerde yaşadıkları halde iki can bir olmadıkça
 sevenle sevilenin arasında ayrılık vardır.
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Pa'îlün
 (c. II, 939)
• Senin huzurunda canın ne değeri vardır? Canın sözü mü olur? Can sensin, senden başka ne varsa hepsi de beden,
hepsi de bir kuru ad, san!.. 
• Aşık olmak, aşk, işlerin en iyisi ama, şunu bil ki bizim sevgilimizin yüzü olmaksızın aşk haramdır!
• Aşkın canına andolsun ki, iki can birbirine kavuşmadıkça, ayrı ayrı bedenlerde yaşadıkları halde iki can bir
olmadıkça, sevenle sevilenin arasında aynlık Yardır. Buluşmanın bir manası yoktur. Bu, düzensiz bir kavuşmadır.
• Ayın ışığı her tarafa yayılır. Doğuyu da, batıyı da kaplarsa da nüru pencerenin genişliğine göre eve girer.
• Sen git de, kendi varlık kadehine sağlamlık vermeye bak. Çünkü o şarap Pek kıvamlıdır, pek eskidir, onun
evveline evvel yoktur.
• 0 benden binlerce can istedi ama ben onun huzuruna bir tanesini götürdüm. Geri nerede diye sordu:
Ben de dedim ki: "Onları bırak, sana borcum olsun, şimdilik bir tane getirdim, ilerde onları da getiririm."
•0 meşhur ressamın yaptığı resimler evin içinde bulunuyor ama, o resimleri apanı evin içinde bulamazsın. Ay'ı
görmek için yükseklere doğru bak! Ay yükseklerdedir. Dama doğru bak!

265. Akşam olunca bu duygu yolu kapanır da
 gayb aleminin kapısı açılır.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c. II, 943)
• Akşam namazı vakti gelip de güneş batınca bu his yolu, şu duygu yolu kapanır da gayb aleminin kapısı açılır ve
insan ötelerden gelen duygulara aşina olur.
• Çoban nasıl sürüsünü önüne katar da güderse, uyku meleği de ruhları önüne katar, gütmeğe başlar.
• Onları mekansızlık alemine sürer. Ruhanî çayırlığa götürür. Orada onlara ne manevî şehirler, ne manevî bahçeler
seyrettirir.
• Uyku üstünde yaşadığımız şu yeryüzünün nakşını, süretini insanın gönlünden silince gökyüzünün kapısı açılır. Ruh
orada nice nice süretler, nice nice acayip adamlar görür.
• Sanki can hep orada yaşıyormuş, orada oturuyormuş gibi bu alemi asla hatırlamaz. Bu dünyaya ait derdi, elemi
de kalmaz.
• Burada üstüne titrediği malının, mülkünün derdinden kurtulur da, onlar aklına bile gelmez. Gamı da kalmaz,
kederi de!..

266. Aşk şarabının tortusuz olanını ruhlar içti;
şarapla bulaşmış kaseyi de bedene verdi.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
 (c. II, 995)
• Sabahleyin senin güzel yüzünü görmek, benim derdimi nasıl yatıştırdı, beni nasıl huzura kavuşturdu, bak da gör!
• Senin güzel yüzün aşıkların gönüllerine ne çeşit bir ateş düşürdü? Aşk sırlarına ne biçim bir haber ulaştırdı;
• Lütfetti, kerem buyurdu da tenezzülen beni yanına çağırdı. Canıma kadehsiz bir şarap sundu...
• 0 şarabın safını, tortusuz olanını ruhlar içti. Şarapla bulaşmış kaseyi de bedenlere verdi.
• Sen şarabın saflığını rühlarda ara! Çünkü bedenlere ancak o "beden" adını taktı.
• Senin gönül tuzağın Tebriz'dedir. Rahmeti daima o tuzakta ara!

267. Gönlümün güvercini yine av avlamak için uçtu.
Mefa'îlün, Fe'ilatün. Mefa'îlün,
(c. II, 952)
• Şemseddin'den yine ilkbaharın sesleri, ilkbahar sevinçleri, zevkleri, safaları geliyor. Kadehlere dökülen şarabın
çıkardığı neşeli sesler, yeşilliklerden baygın nameler geliyor.
• Gönlüm sevinçten, sakînin verdiği neşelerden dolup taşıyor. Onun visali kucak açınca, kucaklaşmak zamanı
geliyor.
• Gönlümün güvercini yine av avlamak için uçtu. Onun avdan dönüp gelişi ne mutlu andır.
• Davet davulunu çalıp duruyorum. Sevgilim duyarsa gelir de, şu sararmış yüzüm yüzbinlerce defa güzelleşir.
• Madem ki güzellik saltanatı geldi. Ay yüzlü sevgilimin yüzüne yerleşti. Bu durup dinlenmeyen gönlüme o yüzden
rahatlık geleceği umulur.
• Gül bahçesi açılır saçılır da şu dikenin kucağına gelir diyorum. Bu hevesle yüreğimin çarpıntısı duruyor,
heyecanım yatışıyor.
• Bir gün olup da o kıvılcımlar saçan kadeh, yine elime geçerse artık bana bu mahmurluktan gam yoktur. 

268. Dünyaya gönül veren bir zavallı bir hayal yüzünden hayale döner.
Fe'ülün, Fe'ülün, Fe'ulün, Fe'ül
(c. II, 961)
• Dünyayı gördüm; vefası yoktur. Dünya da gökyüzünde bizim gibi yalnızdır. Onun da halden anlar gerçek bir arkadaşı,
candan bir bildiği, bir dostu yoktur.
"Ömer Hayyam bir ruıba'îsinde: "Feleke etme şe'amet isnat / Ki onun talihi senden beter'"
• Sen göklerdeki altın değirmisi olan ışıklar saçan aya bakma! Onun içinde bir hasın bile yoktur.
• Nice ahmak kişi elinde asası olmayan kör gibi koşa koşa gitti. Dünyanın tuzağına düştü.
• İnsanlar onun nimetlerini kaybedeceklerinden korkarlar, onun üstüne titrerler. Bu hastalık, ilacı olmayan bir
hastalıktır.
• 0 çarşaf ve peçe altında çok güzel bir kadın gibi görünür. Halbuki o, binlerce kocadan arta kalmış çirkin bir ihtiyar
kadındır.
• Cana canlar katan gerçek sevgiliyi bulamayanlar zavallılıkları yüzünden giderler de, onun yolunda can verirler.
• Dünyaya gönül veren bir zavallı, bir hayal yüzünden hayale döner. Dertten, zahmetten, sıkıntıdan başka birşey
elde edemez!
• Nice padişahlar dünyaya sırtlarını dönerler. îlahî aşka yüzlerini tuttular da nice rnemleketler elde ettiler. Aşk öyle
bir sultanlıktır ki onun sonu yoktur.
• Bu aşk sana bir kötülük mü etti ki, onu inkar ettin: "Onun hiçbir vergisi, hiçbir lütfu, ihsanı yoktur!" dedin.
• Bir baş ağrısı ile ondan ayağını çektin. Dünyada sıkıntısı, belası olmayan bir yol var mıdır?
• Artık sen sus! Aşıklara öyle mana incileri saçılmakta ki, bir tanesine bile değer biçilemez.

269. Seninle buluşmadıktan sonra ömrün sürüp gitmesinde ne fayda vardır?
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
 (c. II, 936)
• Bana senin akîk renginde olan dudakların gerek; şeker ne işe yarar? Bana senin yüzün gerek; parlak, nürlu yüzün
varken ayın bana ne faydası olacak?
• Senin mahmur gözlerin olmayınca şarap bana zevk vermez, beni mest edemez. Sen benim yol arkadaşım
olmazsan ben o yolculuğu ne yapayım?
• Senin güneş gibi nurlu olan yüzün olmayınca güneşin ışığı benim ne işime yarar? Gördüğüm sen değilsen bana
görüşün, gözün ne faydası vardır?
• Seninle buluşmadıktan sonra ömrün sürüp gitmesinde ne kar vardır? Sana sığınmadıktan sonra kalkanın ne
faydası vardır.
• Gecem kıyamet günü gibi uzadı, gitti. Ama gönlüm sana secde etmek istiyor. Seher vaktini beklememe lüzum var
mı?
• Ayın bulunmadığı bir gecede yıldızlar ne yapabilir? Kuşun başı olmadıktan sonra iki kanadı ne işe yarar?
• Sen benim ruhum olmadıkça ben ruhtan ne elde edebilirim? Sen bana gönül gözü bağışlamadıkça ben bu baş
gözünü ne yapayım?
• Dünya bir ağaca benzer. Yaprağı, meyvesi senden biter, senden gelir. Yaprağı ve meyvesi olmayan bir ağaç ne
işe yarar?
• Ey gönül; beşeriyet halinden, insanlıktan vazgeç de melek ol! Melek huylu olmazsa insanın hayvandan ne farkı
vardır?
• Madem ki haber ona mahrem değil! Hiç bir şeyden haberin olmasın; mest ol kal! Zaten haber vericisi sen
olmadıktan sonra, haberden ne fayda beklenir?

270. Gönlüm senin aşkının çeşmesinden su içince, gark oldu gitti.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. II, 1001)
• Ah o nurlar saçan mumda ne vardı ki gönüle ateş düşürdü? Gönlü kaptı, gitti.
• Ey gönlüme ateş düşüren! Ateşin beni yaktı, yandırdı. Ey dost! Çabuk gel, çabuk gel! Ben yanıyorum.
• Gönül şekil olarak mahlük yani yaratılmış bir varlık değildir. Gönlün yurdundan Hakk'ın cemali yüz göstermiştir. 
• Onun şekerinden başka bana bir çare yoktur. Bana onun dudağından başka birşey fayda vermez.
• Hatırlar mısın, bir seher vakti şu gönlüm senin saçının bir örgüsünü çözmüştü?
• Hatırlıyor mu? Canım ilk önce seni görmüştü de, senin canından bir söz işitmişti.
• Gönlüm senin aşkının çeşmesinden su içince gark oldu gitti. Beni sel götürdü, sel!gölge varlığa varlık katar? 










Allah'ım; şu dünyada senin emrine boyun eğmeyen; kul, köle olmayan var mıdır? Senin lütuflarını, ihsanlarını,
güzelliklerini görüp de hayran olmayan, mest olmayan var mıdır?
• Herşey, herkes senin emrindedir. Bir cimrinin hasisliği senden olduğu gibi,ona buna iyilik eden, kerem sahibinin
cömertliği, ihsanlarda bulunması da sendendir.
• Her ruh senin güzel isimlerinden birinin vasfı ile sana bağlıdır. Bedenimizde bir tek damar bile yoktur ki senin
emrinle atmasın.
• îki dünya, iki ele benzer. Sen de onları hareket ettiren ruh gibisin. Onların verdikleri her şeyi, gösterdikleri
cömertliği, yaptıkları iyiliği onlar yapmıyor, sen yaptırıyorsun.
• Şu varlık dünyasında kimin gözü, senin rüzgarından başka bir rüzgarla sallanan bir gül görmüştür?
• Gaflet içinde yaşayan zavallı kişi halkın cevr u cefasından, kötü davranışlarından sızlanır durur. Düşünmez ki halk,
Hakk'ın elinde bir sopadan başka bir şey değildir.
• Allah'ım bütün bu sopalar, senin yüzünden, senin emrinle oynar durur. Herbiri de ancak senin verdiğin derttir,
senin verdiğin dermandır.
• Allah'ım; anlıyorum ki, başımıza, bedenlerimize gelip çatan dertleri, belaları savuşturmak, halkın cefalarından
kurtulmak ancak sana yalvarmakla, ancak seni sena etmekle, övmekle mümkündür.

252. Yok ol da şu dedidokudan kurtul!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.I, 512)
• Bu aşk şehrinde oturduğu halde mest olmayan var mıdır? Bu şehirde aşık olmayan bir kişi görülmüş müdür?
• Şarap bırakmıyor ki akıl durmadan söylensin dursun da, kimsecikler bunun sonu gelmeyecek demesin!
• Can ona bağlandı ama topal kaldı. Zaten canın buradan dışarıya sıçrayacak bir yeri de yok ki!..
• Sen şimdi şaşılacak şeyleri seyret! Sen hem var olan, hem de yok olan birini gördün mü?
• Padişah tarafından kolu, kanadı kırılmış olan kuş, uçtukça uçar. Şu gökkubbenin üstünde artık onun için kırılmak
olamaz. 
• Yok ol da şu dedikodudan kurtul! Sözden kurtulan kimdir? Yok olan kişi!..

253. Öldün; mana gözün açıldı, can alemini seyre başladın.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mef'îlün, Fa'ilün
(c.I, 492)
• Sen beden hapishanesinden kurtuldun, öldün. Mana gözün açıldı. Şu anda can alemini seyretmedesin, o alemi
görüyorsun. Çünkü sen dünya hayatını yaşarken ölü idin. Ama durumdan haberin yoktu. Şimdi tekrar dirildin, elbette
bundan sonra nasıl yaşayacağını bilirsin.
• İdris (a.s.) gibi ölüp tekrar bu aleme gelen, meleküt aleminin müderrisi kesilir. 0 gayb alemindekilerden bile
gizlidir!
"Hz. Nuh'un babasının dedesi olan İdris(a.s.)'ın Hz. îsa gibi daha yaşarken dördüncü kat göğe çıkarıldığından
bahsederler. Tefsîr-i Kebîr sahibi Fahreddin Razî hazretleri: "Biz onu yüce bir makama yükselttik." Meryem Süresi
19/56-57 ayetlerini tefsir ederken, bu yükselmenin bedenle değil, manen olduğunu yazar. Sonra ayete ikinci bir mana
vererek Cenab-ı Hakk'ın onu bedenen dördüncü kat göğe çıkardığından bahseder. Peygamber Efendimizin Buharîde.
bulunan bir hadîslerinde; "Miraca çıkarken dördüncü kat gökte İdris(a.s.)a rastladığını ve onunla selamlaştığını haber
verir." İdris(a.s.)'ın hala sağ olduğunu iddia edenler olduğu gibi, Azrail(a.s.)'in onu gökte bulup aldığından da
bahsedenler vardır.
• Söyle bakalım! Bu dünyadan giderken hangi yoldan gittin? 0 taraftan gelirken de hangi gizli yoldan geldin?
• 0 yol öyle bir yol ki, bütün canlılar her gece o yola uçup gidiyorlar. Herkes uykuya dalmışken, duygularımız bizi
terkeder giderler. Şehir şehir bütün bedenler boş kafesler gibi. Hiç bir kafeste kuş yok!
• Kuşun ayağı bağlı olursa, uzak yerlere uçamaz. Yeryüzünde döne döne alçaklarda uçar. Çünkü uçuşta acemidir.
• Fakat ölümle, beden hapishanesinden kurtulur, ayağındaki bağı koparır atarsa, uçacağı yerleri de görür, her şeyin
sırrının ne olduğunu anlar.

254. Seni dosttan uzaklaştıran herşey kötüdür.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
 (c,I, 483)
• Seni dosttan uzaklaştıran herşey kötüdür. Dosttan başka her nereye yüzünü çevirsen, o şey iyi bile olsa fenadır,
kötüdür.
• Meyve ham oldukça, kabuğun içinde kalması iyidir. Fakat olgunlaştıktan sonra kabuk artık onun için kötüdür.
Onun meydana çıkmasına engeldir, bir perdedir.
• Kuş da, yumurtanın içinde gelişir, kanatlanırsa, yumurta artık onu hapseden, onun dışarı çıkmasına engel bir
perde olduğu için kötüdür. Onu kırmak, parçalamak gerekir.
• Bir insan da güzel huyu ile etrafındakilerle uzlaşırsa, halk hakkı tanımazsa, işin hakîkatine vakıf olamazsa, gözü
perdeli ise; o iyi, güzel huy halka kötü görünür.
• însan dostundan pek az bir zaman dahi olsa ayrılsa, o ayrılık zamanı az sayılmaz. Çok uzun bir zaman gibi
görünür. Gözün içinde yarım kıl bile olsa kötüdür, hoşa gitmez.
• Sen zavallı! Ötelerden dünyaya sürgün edildin, ayrılığa düştün. Bütün ömrün dostu aramakla geçti gitti. Gaflet
içinde olduğun için onu gereği gibi arayarak bulamadınsa ve ölüm zamanı gelip çatınca onu arayacaksan, bu iş kötü bir
iştir. Aklını başına al da, yaşarken onu bulmağa çalış!

255. Gam, sevgilinin hayali bulunmayan bir gönüle girer, yerleşir.
Müfte'ilün, Fa'ilatü, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.I, 468)
• Ey gam! Bedenimin tüyleri sayısınca beni kaplasan yine de bana ağır gelmezsin. Çünkü bu aşk meydanı, aşk
makamı neşelerle, tatlılıklarla dolu. Burada senin bir işin yok. Sen bu meydanı terket, başka meydanlara git.
• Gam, keder boş şeylere heves etmiş bir gönülde bulunur. Sevgilinin hayali bulunmayan bir gönüle girer, yerleşir.
" Şeyh Galip merhüm; "Aşıkta keder neyler, gam halk-ı cihanındır." diyordu."
• Ey gam! Sen baştan başa altın olsan, baştan başa şeker olsan, ağzımı yumarım da ben sana: "Şeker yemem."
demek isterim.
• Aşığın gönlünde bir denk varsa, o ancak sevgilinin şeker dengidir. Gönülde bir yolculuk düşüncesi varsa, ancak
sevgiliye gitme, ona kavuşma düşüncesidir.
• Ey gamdan kurtulmayan, kederden yakasını kurtaramayan! Sen kendi gamınla kederini bırak da onun gamını,
kederini defet gitsin. Sevgiliyi görecek gözün yoksa hiç olmazsa onun kokusunu duy! Neşelen!
"Nef'î merhumda; 
"Çalış gamgînleri şad etmeye şad olmak istersen!
Sevindir kalb-i nası gamdan azad olmak istersen!"
(Sen neşeli olmak istiyorsan gamlı insanları neşelendirmeğe çalış, onların gamlarına ortak ol. Gamdan kurtulmak
istersen, insanların gönlünü sevindir!) demişti.


256. Kesret-Vahdet
Mef'ulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 458)
• Bugün, gökyüzü bizim ay yüzlü sevgilimizin güzelliğine hayran olmuştur. Güneş bile onun yüzünün parlaklığını
görmüş de kıskanmış, rengi solmuştur.
• Varlık sabahında bu mana güneşinden başka güneş yoktur. Zerre zerre her var olanı, herşeyi onun vahdet
(=birlik) güneşi aydınlatıyor. 0 güneş her yere düşüyor, kral sarayını da, dilencinin kıblesini de o aydınlatıyor.
• Her akşam, her sabah türlü türlü şekillere bürünmede. Bu yüzden herbiri öbüründen başka sanılmaktadır.
• Halil'de lütuf vardı da, bu sebeple ateş kendisine su gibi göründü. Nemrut da kahırdan ibaret olduğu için, ona da
su, ateş kesildi.
• Yusuf, kardeşlerinin gözlerine kurt gibi göründü. Güzel bir kardeş olduğu gizli kaldı.
• Bu; onun yüzünü seyrederken, güzelliğine hayran olur. Parmaklarını keser. Öbürü; "Bu ne kötü kişidir!" der; onun
canına kasdeder.

257. Ben geldiğim yere dönmem için hangi yola düşmeliyim?
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ilün
(c.1, 381)
• Burada, bu dünyada yaşamak, ham adamın işidir. Ben geldiğim yere dönmek istiyorum. Geldiğim yer nerede
kaldı? Ben oraya geri dönmem için hangi yola düşmeliyim?
• Dostun yurdundan bir an bile uzak kalmak, aşıklar mezhebinde haramdır, günahtır.
• Bu acayip tuzağa, dünya tuzağına, zümrüt-i ankanın bile ayağı tutulmuş kalmış iken, benim gibi bir serçe bu
tuzaktan nasıl kurtulabilir?
• Ey avare gönül yolunu şaşırıp boşuna bu tarafa, bu dünyaya gelme! Orada, o mana aleminde otur, orası çok hoş
bir yerdir.
• Sana manevî hayat veren, senin bedenini değil de rühunu kuvvetlendirecek canına can katacak mezeyi, yiyeceği
seç; seni mest ederek madde aleminin üzüntülerinden, dertlerinden kurtaran; bozulmamış, tam kıvamında olan şarabı
iste!
• Bundan başkası bütün kokudur, nakıştır, renktir, savaştır, ardır.
• Fazla söyleme sus! Ayakta durma, otur! Çünkü mest olmuşsun; damın da tam kenarında bulunuyorsun!

258. Hakk'tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak kabul et!
Müstef'ilü, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün
 (c. 1,518)
• Ey gönül! Hakk'tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de, ondan yüz çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır
sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde açtığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır,
ızdırabın, acının anahtarıdır.
• Deıtlerin, kederlerin içine öyle bir aşkla dal ki, sonunda hiç beklemediğin bir zamanda ansızın Hakk'ın kürsüsü ve
arş-ı azamı senin önüne gelsin. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır.
• Cihanın nüru ile gül de, cihanın düğünü, derneği ol! Onun mateminden, acılarından kurtul, emniyete ulaş! Çünkü
sabır sıkıntının anahtarıdır.
• Kibirden, kinden kurtulur da gönlünü ayna gibi parlak, lekesiz bir hale getirirsen, her an onu gönül aynasında
görürsün. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır.
• Kibri, kini yok edersen hem benlikten yakanı sıyırırsın, hem de şeytanın saçından tutar, boynunu vurursun. Sabır
sıkıntının anahtarıdır.
• 0 zaman bahtın, talihin, devlet, varlık kendiliğinden kalkar senin ayağına gelirler. Onların gelişi ile mutlu olursun.
Sabır sıkıntının anahtarıdır.
• Sus! Artık sırları söyleme, söyleme ki: " (=Min ledün) sırrına yabancılar, ham kişiler, nasıl erebilirler? Sabır
sıkıntının anahtarıdır. 
"Kehf Suresi 18/65. ayette, Hz. Musa'ya, kendisine Allah tarafından bilgi verilmiş bir arkadaşla karşılaşacağı
bildirilmiştir. Bu arkadaşın Hızır (a.s.)olduğu rivayet edilir."
259. Ben güle kırmızı elbiseleri kimin giydirdiğini biliyorum!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
 (c. II, 1000)
• îlkbahar gelince gül uykudan uyanır, kırmızı elbiseler giyer. Ben güle o elbiseleri kimin giydirdiğini biliyorum.
• Bahar gelince söğütler de uyanır, yaya olarak gelirler, ırmağın kenarında namaz kılacaklarmış gibi saf haline
girerler. Onlar da bütün varlıklar gibi kadere boyun eğmişlerdir. Kaza ve kader neyi takdir etmişse ancak onu yaparlar.
• Süsen kılıcını çeker, yasemin sipere girer. Her biri savaş tekbirini getirirler.
• îlkbaharda kırmızı elbiseler giyerek süslenen gül, kendini beğenir de o aciz bülbüle neler eder, neler eder!
• Bahçe gelinlerinin herbiri, bahçede bulunan bütün çiçekler; "0 vefasız gül bize işaret ediyor!" derler.
• Burada aşık bülbül de seslenir, der ki: "Bakın arkadaşlar, başsız ve ayaksız gibi olan ben zavallıya gül ne cilveler
yapıyor?"
• Bu hali gören çınar ağlayarak, inleyerek el kaldırmıştır. Dua etmektedir. Ne dua ettiğini ben sana söyleyeyim.
• Goncanın başı ucunda durup ömrün az olduğundan şikayet eden kim? Menekşenin sırtını iki büklüm eden kim?
Sana anlatayım.
• Sonbahar bağlara, bahçelere çok cefalar etti. Ama şimdi dikkat et de bak! îlkbahar ne vefalar etmede.
• Sonbaharın yağmalayıp götürdüğü her şeyi ilkbahar birer birer geri vermede.
• Gülü de, bülbülü de, bahçe güzellerini de hatırlamak, onlardan bahsetmek birer bahanedir. Neden bunu
yapıyorlar? Neden güllerden, bülbüllerden, bahçe güzellerinden söz açıyorlar da, onları yaratandan söz açmıyorlar.
"Hz. Mevlana bir ruba'îsinde şöyle buyurur:
Bağ. gül, bülbül, güzeller hepsi birer bahanedir.
Bunların hepsinden maksat odur "
• Bu hal aşkın gayretinden, kıskanmasındandır. Yoksa, dil Allah'ın inayetlerini, ihsanlarını, lütuflarını nasıl
anlatabilir?

260. Kendini nasıl, niçin, neden dikenliğinden kurtarırsan ona kavuşursun.
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa-îlün
 (c. II, 959)
• Gönlünü dünya gamından ayırabilirsen, beka bağında, ölümsüzlük bağında neşelenmene, safa sürmene imkan
vardır.
 •Riyazet suyu ile yıkanırsan bütün gönül kirlerinden temizlenirsin.
• Hevesler ve nefsanî istekler menzilinden bir iki adım ilerlersen, şeref ululuk haremine konabilirsin.
• Ey gönül! Manalar denizinde bulunan o eşsiz inciye, değer bakımından paha biçemezsin.
• Himmet eder de, bu toprak durağını (yani dünyayı) kendine mekan edinmezsen yücelerin yücesinde, ötelerin
ötesinde, mana aleminde kendine bir yer edinirsin.
• Yalnız başına oturup başını önüne eğer de düşüncelere dalarsan, geçmiş zamanlardaki hatalarını, yanlış
görüşlerini anlar da onları düzeltebilirsin.
• Fakat bu yola düşenlerin vasıfları uyuyup kalmak değil, çevik davranarak, acele ederek işleri yoluna koymaktır.
Sense bu cihanın nazenînisin. 0 çevikliği nasıl elde edebilirsin?
• Sen ne ecelin elini ayağını bağlayabilirsin, ne de dünyanın renginden, kokusundan, nimetlerinden vazgeçer,
kendini kurtarabilirsin.
• Eğer sen bu alçak nefisle, benlikle savaşabilirsen; gönlün, canın Rüstem'i, kahramanlar kahramanı olursun.
• Eğer aşk derdine tutulursan, eğer yaratıcıya aşık olursan, imtihan için onun verdiği belalara sabredersen; o
zaman gönlün huzura kavuşur.
• Şu anda; nasıl, niçin, neden dikenliğinden kendini kurtarabilirsen ona kavuşursun. Daha dünyadayken cennette
yaşamağa başlarsın. 


Butterfly in Tangerang, Banten province, Java, Indonesia

Resûlullah(sav) beraberinde Ebû Bekr-i Sıddîk ra ve onun azadlı kölesi Âmir bin Fuheyre (ra) olduğu halde Medine-i Münevvere’ye doğru gidiyorlardı

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beraberinde Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anh ve onun azadlı kölesi Âmir bin Fuheyre r.a olduğu halde Medine-i Münevvere’ye doğru gidiyorlardı.Bu sırada Mekke müşrikleri,onları yakalamak için harekete geçtiler.Her tarafı aramaya başladılar.Yakalayıp getirene büyük mükafatlar vaad ediyorlardı.Hicret yolu üzerinde bulunan kabileler,bu iş için tam seferber olmuşlardı.Büreyde bin Eslem de kendi kabilesinden yetmiş kişiyle beraber bu işin peşine düşmüştü.Karşılaştıkları zaman,Resûlullah ( aleyhisselâm ) ona:“Sen kimsin” diye sordular.“Büreyde” cevabını alınca Resûlullah (aleyhisselâm ) Hazreti Ebû Bekir’e (radıyallahü anh ) dönüp “Yâ Ebâ Bekir içimiz serinledi ve iyi oldu” buyurdular.Sonra “Kimlerdensin” diye suâl ettiler.“Eslem kabilesindenim” deyince,“Selâmetteyiz” buyurdular.Tekrar “Eslem’in hangi kolundan” diye sordular.“Sehm kolundan” cevabını alınca,“Yâ Ebâ Bekir senin nasîbin çıktı” buyurmuşlardır.Bu sefer Büreyde, Resûlullaha “Ya sen kimsin” dedi.Resûlullah (aleyhisselâm ) “Allahü teâlânın Resûlü Muhammed” buyurunca,Büreyde “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh:Ben şehâdet ederim ki,Allahü teâlâ’dan başka ilâh yoktur.Muhammed ( aleyhisselâm ) O’nun kulu ve Resûlüdür” diyerek o ve yanındakiler de îmân ettiler.Büreyde (radıyallahü anh ) “Allahü teâlâya hamd ve senalar olsun ki bizler zorla değil, isteyerek müslüman olduk” buyurdu.Büreyde (radıyallahü anh ) ertesi gün,“Yâ Resûlallah! Yanınızda sancak olmadan Medine’ye teşrîf etmeniz uygun değildir” diyerek başındaki sarığı,sancak gibi mızrağın ucuna bağlamıştır.Büreyde hazretleri Medîne-i Münevvere’ye kadar Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) önlerinde,livâ-i Muhammedi’yi (sancağı) taşımıştır.


Sürâka Bin Mâlik

Eshâb-ı kirâmın süvârilerinden.

Peygamber efendimize, Peygamberliğinin bildirildiğinin 13. senesinde, Kureyş müşrikleri, Peygamber efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kesin karar almışlardı. Bu hususta ısrarlı idiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Habîbine hicret etmesi için izin verdi.

Beraber hicret edecekler
Resûlullah efendimiz Hazret-i Ebû Bekir’e, beraber hicret edeceklerini bildirince, Hazret-i Ebû Bekir’in gözlerinden sevinç yaşları aktı. Çünkü Kâinatin efendisiyle böyle bir yolculuk yapmak, herkese nasip olmazdı. Hazret-i Âişe vâlidemiz buyurmuştur ki:
- O güne kadar, bir kimsenin, sevincinden dolayı bu derece ağladığına şâhit olmamıştım.

Resûlullah efendimiz ile Hazret-i Ebû Bekir hicret için yola çıktıktan sonra, müşrikler arzularını yerine getirmek için, Peygamberimizin hâne-i saadetlerine uğramışlardı. Fakat, Peygamberimizi evde bulamayınca, şaşkına döndüler. Derhal her tarafı aramaya başladılar. Ancak Mekke’de olmadığını anlayınca, dışarıda aramaya karar verdiler. Bunun için herşeylerini ortaya koydular.

Peygamber efendimizle, Hazret-i Ebû Bekir’i öldürene veya esir edene çok miktarda mal, para vereceklerini vâdettiler. Miktarını da 100 deve olarak bildirdiler.

Bu haber, Sürâka bin Mâlik’in bağlı olduğu Müdlicoğulları arasında da yayıldı. Sürâka bin Mâlik iyi iz takibi yapan biriydi. Bu yüzden bu haberle yakından ilgilendi.

Bir salı günü Sürâka bin Mâlik’in oturduğu bölge olan Kudeyd’de, Müdlicoğulları toplantıda bulunuyorlardı. Bu toplantıya Sürâka bin Mâlik de katılmıştı. O sırada Kureyş’in adamlarından biri gelip, Sürâka’ya dedi ki:
- Ey Sürâka! Vallahi ben az önce, sâhile doğru giden üç kişilik bir yolcu kâfilesi gördüm. Onlar herhalde Muhammed ile arkadaşıdır.

Sürâka, durumu anladı. Ancak, ortada çok fazla miktarda mükâfat vardı. Bunu kendisi elde etmek istiyordu. Onun için başkasının bundan haberdar olmasını istemiyordu. Bu yüzden, ortada önemli bir şey yokmuş gibi konuştu:
- Hayır, o senin gördüğün kimseler, filân kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi. Onları biz de gördük.

Fal oklarına baktı
Sürâka bin Mâlik biraz daha orada kaldı. Dikkat çekmeden evine geldi. Hizmetçisine, atını ve silâhını alıp vâdinin arkasında kendisini beklemesini söyledi. Kendisi de kargısını almış, ucunun parlaklığının, başkalarının dikkatlerini çekmesini önlemek için de, kargının ucunu aşağıya çevirmişti.

Müşriklerin bâtıl bir âdetleri vardı. Bir işi yapmadan evvel, oklarla fala bakarlardı. Sürâka da yanına aldığı çantadan fal oklarını çıkardı. Peygamber efendimiz ile arkadaşına zarar verip veremeyeceğini, fal oklarından anlayacaktı.

Sürâka oklarla fala baktığında, oklar, Hazret-i Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyeceğini gösteriyordu. Sürâka’nın buna çok canı sıkıldı. Fakat bütün düşüncesi vadedilen yüz deveyi almaktı.

Yüz deveyi almak aşkıyla yanan Sürâka, başka bir şeye aldırmadan atına bindi. Falının ters göstermesi bile, onu bu takibinden vazgeçiremedi. Atını koşturmaya başladı. Fakat Sürâka’nın atı tökezlenerek yere düştü ve kendisi de yuvarlandı. Acaba yanlış mı fala baktığını öğrenmek için, tekrar birkaç defa daha aynı işi yaptı.

Netice hep aynı çıkıyordu. Muhammed ve arkadaşına zarar veremeyecekti. Buna rağmen, yine yoluna devamda ısrar etti. Aldığı bir haber üzerine Resûlullahın ve Hazret-i Ebû Bekir’in izlerini yine buldu.

Telâşa kapıldı 
Nihayet Sürâka yaklaşmıştı. Artık onları iyice görebiliyordu. Hatta, o sırada Resûlullahın okuduğu Kur’an-ı kerimi dahî işitiyordu. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz arkalarına hiç bakmıyorlardı.

Hazret-i Ebû Bekir arkasına bakınca, Sürâka’yi görüp, telâşa kapılmıştı. Peygamber efendimiz ona, mağaradaki gibi buyurdu ki:
- Üzülme, Allahü teâlâ bizimle beraberdir!

Sürâka yanlarına iyice yaklaşınca, Hazret-i Ebû Bekir, ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz, ona niçin ağladığını sordu. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:
- Vallahi kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelirse diye ağlıyorum.

Sürâka, Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaşmıştı ki, seslendi:
- Yâ Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak?

Resûl-i Ekrem efendimiz de buyurdu ki:
- Beni Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur.

O sırada Sürâka’nın atının iki ön ayakları, dizlerine kadar yere battı. Bundan kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Atını bu durumdan bir türlü kurtaramadı. Başka yapacağı hiçbir şey yoktu.

Bunun üzerine çâresiz kalan Sürâka, âlemlere rahmet olarak gönderilen şefkat ve merhamet sahibi Resûlullaha yalvardı:
- Yâ Muhammed! Bu işin, senin sebebinle olduğunu anladım. Duâ et de kurtulayım. Bundan sonra sana asla zarar vermem. Senin peşine düşenlere de senden hiç bahsetmeyeceğim.

Bütün olgunlukları ve iyi ahlâkı kendisinde toplayan, üstün ahlâk ve yaratılış üzere olan Peygamber efendimiz, onun bu dileğini kabûl etti ve Allahü teâlâya şöyle duâ etti:

Onun atını kurtar!
Yâ Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmî ise, onun atını kurtar.

Allahü teâlâ bu duâyı kabûl buyurdu. Sürâka bin Mâlik’in atı bir hayli çaba sarfettikten sonra ayağını çukurdan çıkarabilmişti. Bu sırada atın ayağının çıktığı yerden, ateş dumanı gibi bir şey göğe doğru yükseliyordu. Bu manzarayı gören Sürâka hayretler içerisinde kaldı.

Resûlullah efendimiz ile arkadaşları, Sürâka’nın atını kurtarmasını beklediler. Sürâka, bütün bu olup bitenleri dikkatle düşünüyordu. Anladı ki, Hazret-i Muhammed bu hâdiselerde dâima korunuyordu. Bütün bunları gördükten sonra Sürâka dedi ki:
- Yâ Muhammed, ben Sürâka bin Mâlik’im, benden asla şüpheniz olmasın! Size söz veriyorum. Bundan sonra beğenmediğiniz hiçbir işi yapmayacağım.

Bunları söyledikten sonra, Kureyş müşriklerinin, kendilerini yakalayanlara çok mükâfat vereceklerini ve yapmak istedikleri şeyleri tek tek haber verdi.

Yetişmesine meydan verme!
Bu sırada Sürâka, onlara yol azığı ve binek deve vermek istediyse de, Peygamberimiz kabûl etmedi ve buyurdu ki:
- Ey Sürâka! Sen İslâm dînini kabûl etmedikçe, ben de senin deveni ve sığırını arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü gizli tut, hiç kimsenin bize yetişmesine meydan verme yeter.

Allahü teâlâ dileyince herşey oluyordu. O’na hâlis bir şekilde güvenilip, rızâsı yolunda yürüyünce, akıllara durgunluk veren hâdiseler meydana geliyordu. Resûlullahı öldürüp, büyük mükâfatlara kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan misâli yola çıkan Sürâka, şimdi munis, uysal, bir çocuk oluvermişti.

Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Habîbine zarar vermemesi için Sürâka’nın kalbini iyiliğe doğru çevirmişti. Elbette Allahü teâlâ, Habîbini yalnız bırakmayacaktı. Çünkü O, insanlara merhamet için, onların dünyada ve âhirette ebedî saadet ve mutluluğa kavuşması için gönderdiği Peygamberiydi.

Peygamber efendimiz, ayrılmadan önce, Hazret-i Ebû Bekir’e, Sürâka’nın bir isteği olup olmadığını sormasını emir buyurdular. Hazret-i Ebû Bekir sorunca, Sürâka dedi ki:
- Sizinle benim aramda emannâme olacak bir yazı verir misiniz?

Peygamberimiz emannâmenin verilmesini emretti. Hazret-i Ebû Bekir, hicrette yanlarında bulunan Âmir bin Füheyre’ye bu emannâme’yi yazdırıp, Sürâka’ya verdi. O da alıp çantasına koydu.

Peygamber olduğunu anlardın 
Sürâka bundan sonra izini takip ederek geri döndü. Karşılaştığı bu durumları yolda kimseye anlatmadı. Ebû Cehil, onun eli boş döndüğünü görünce, Müslüman olduğunu zannetti. Söylediği şiirlerle onu kötüleyip herkesin gözünden düşürmeye çalıştı.

Sürâka şâir biriydi. Onun için Ebû Cehil’e şiirle şöyle cevap verdi:
- Ey Ebû Cehil! Ben Muhammed’e iyice yaklaşmış, saldırmak üzereyken, atımın ayakları birdenbire yere batıverdi. Sen eğer bu hâli görmüş olsaydın şüphesiz, Muhammed’in apaçık Peygamber olduğunu anlardın.

Sen söyle, artık buna kim dayanabilir? Senin yapacağın, Kureyşlileri ona saldırmaya teşvik değil, bilâkis buna mâni olmandır. Ben inanıyorum ki, Onun dâvet ettiği İslâmiyet bir gün yerleşip, her tarafa yayılacaktır. Öyle olacak ki, herkes ona karşı gelmeyi değil, Onunla sulh içerisinde yaşamayı isteyecektir.

Sürâka, bundan sonraki senelerde, İslâmiyetin hızla ilerlediğine, karşısına çıkan küfür ve şirk engellerini bir bir aştığına şahit oluyordu. Sürâka anlatır:
“Tâif’ten Cirâne’ye indiği sırada, Resulullah efendimizle buluştum. Müslümanlar; Resulullahın önünde, aralıklı olarak; birbirlerinin ardınca, takım takım gidiyorlardı. Ensardan, otuz-kırk kişilik bir süvari birliğinin arasına girince, onlar, mızraklarını bana dürtmeye ve, "Sen, ne istiyorsun?" demeye başladılar. Beni, tanımadılar.

Ben Sürâka bin Mâlik’im 
Ben, Resulullah efendimizi görünce, tanıdım. Sesimi işiteceği kadar, yanına yaklaştım. Hicret sırasında, Hazret-i Ebû Bekir’in, benim için yazmış olduğu emannâmeyi, iki parmağımın arasında tutarak kaldırdım ve dedim ki:
- Ya Resulallah! Bu, benim için yazdırdığın yazıdır! Ben, Sürâka bin Mâlik’im. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Bugün, verilen sözde durma ve sözü yerine getirme günüdür. Yanıma, yaklaş! 

Hemen, yanına yaklaştım ve Müslüman oldum. Resulullah efendimize soracağım bir şeyi, hatırlamaya çalıştımsa da, hatırlayamadım. Onun yerine başka bir meseleyi sual ettim:
- Ya Resulallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın etrafını, yitik develer sararlar. Havuzumdan, onları da sularsam, bana ecir ve sevap var mı?

Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet! Her susamış canlıyı sulamakta, ecir ve sevap vardır!

Sonra Peygamber efendimiz tekrar bana buyurdular ki:
- Ey Sürâka! Kisrânın bileziklerini kollarında görür gibi oluyorum.

Ben, “Krallar kralı Kisrâ bin Hürmüz’ün mü?” diye hayretle sordum. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet, Kisrânın!” 

Aradan uzun zaman geçmişti. Hazret-i Ömer devrinde, ülkesi fethedilen Kisrânın kürk ve bilezikleri Medine’ye getirilmişti. O sırada Hazret-i Sürâka bin Mâlik de Medine’de idi.

Bilezikler Sürâka'ya verildi
Hazret-i Ömer bu gümüş bilezikleri Sürâka bin Mâlik’e verdi.

Sürâka, bu bilezikleri bileğine takmış çok geniş olduğu için, bilezikler dirseklerine kadar uzanmıştı.

Sürâka bu sırada Resul-i ekremin seneler önce buyurduğu mübârek sözü hatırlayıp, bu mucize karşısında ağladı.

Sürâka’nin bileğinde bu bilezikleri gören Hazret-i Ömer de buyurdu ki:
- Kisrânın iki bileziğinin, Müdlicoğullarından biri olan Sürâka bin Mâlik’in bileklerine takıldığı günü bize gösterdiği için, Allahü teâlâya şükürler olsun.

Sürâka’nın künyesi Ebû Süfyân’dır. Doğumu kesin olarak bilinmiyor. 645 senesinde, Hazret-i Osman zamanında vefat etti.
Canlar canları yaratana doğru gitmek arzusundadır. Fakat bu arzu, bu gidış. bilginlerin, akıllı kişilerin dillerindedir.
Aşıkların da gönüllerindedir.
• "Ben batanları sevmem"105 ayeti bilginlerin dillerindedir. "Kalıcı olan iyi şeylerdir."106 ayeti ise aşıklarm
gönüllerinde yer almıştır.
105- En'am Suresi 6/76. ayetten iktibas edilmiştir.
106- Kehf Suresi 18/46. ayetten iktibas edilmiştir.
• Gönül gökyüzüne, dil de yeryüzüne benzer. Yeryüzünden göğe yükselmek için çok, pek çok menziller geçmek
gerekir.
• Bir bakıma da gönül buluta benzer. însanların sîneleri, gönülleri de damlardır. Dillerimiz de damlardaki oluklardır.
Yağmur suları oluklardan aşağı akar.
• Yağmur suyu gönüllerden göğüslere tertemiz olarak yağar. Fakat adamın içi kirli ise, sözlerinde gerçeklik yoktur.
Onun sözleri de içi gibi kirlidir.
• Bu sözler; bulutu, yağmur yağdıran; damı, bulutu çeken; oluğu da, suyu akıtan adama göredir.
• Suyu başkalannın oluklarından alan adam hırsızdır. Başkalarının damlarındaki suyu aşıran, başkalarının sözünü
kendi sözü gibi nakledendir.
• Aşıkların gözyaşlarından nergisler biter, güller açar. Nergisleri toplayıp demet yapan kişi sadece bir iş başarandır.
• îsterse karanlık olsun, ayak, kendi ayakkabısını tanır. Gönül de zevk yolu ile ulaştığı menzilin hangi menzil
olduğunu anlar.
• Aklını başına al da, maddenin hüküm sürdüğü, imansızlığın arttığı şu tüfanda gönle gir ve kendini Nuh'un
gemisine at! Menzil korkulu, ama ey kardeş, senin gönlüne korku girmesin! Allah seni korusun!
• Sana yapılmasını istemediğin şeyleri, sen de başkasına yapma! Çünkü şu huy dedikleri, tabiat dedikleri sende de
var!
• Her sözü duymamak için kulağına pamuk tıka! Çünkü sen, tertemiz cansın. Kötü sözlerden kirlenmeyesin!.. 
• Hakk'a yaklaşmak istiyorsan ariflerle düş kalk! Hakk'a kavuşmayı, Hakk'a kavuşmuş kişilerden iste!

242. Güzel hayalin, gönüller mahallesinden geçerken gönül;
"Can nerede?" diye kapıya koşar.
Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.1, 450)
• Senin yüzünü görmek bize hayattır. Ya Rabbî! 0 güzel yüz, bugün ne kadar da güzel, gönül alıcı bir hale gelmiş,
ne kadar da güzelleşmiş.
• Bugün yüzünde başka bir güzellik var. Bugün çılgın aşık ne yaparsa yeridir, doğrudur.
• Dün bana öğüt veren kişi, bugün senin yüzünü gördü de geldi benden özürler diledi.
" Fuzulî merhum bir beytinde şöyle söyler:
"Değildim ben sana mail, sen ettin aklımı zail,
Bana ta'n eyleyen gafıl, seni görgeç utanmaz mı?"
• Seni bu iki gözle görmem kafi değil! Seni görmek için yüzlerce göz borç almam gerekmektedir. Bu gözleri kimden
borç alabilirim? Seni görmeğe layık göz kimde vardır?
• Sana "beşer" (=insan) desem, seni insan olarak gördüğüm için aşktan utanıyorum. Güzelliğine hayran olup da
sana haşa "Allah" desem, fanî bir varlığa Allah dediğim için Allah'tan korkarım.
• "Gölge ağaçtan ayrıdır" diyen kişinin körlüğüne rağmen senin güneşinin meydana getirdiği gölgede dolaşıp
duruyorum.
• Senin güzel hayalin gönüller mahallesinden geçerken gönül heyecana kapılır da; "Can nerede?" diye bağırarak
yalınayak kapıya koşar. Senin hayalin gönlün canı olursa, acaba sen kendin kimin canı olursun; ey sevgili!...
• Yeryüzü senin ay gibi parlak ve güzel olan yüzünden öyle acayip bir nür alır, öyle aydınlanır ki; sanki gökyüzü
olurda orada binlerce zühre yıldızı, binlerce güneş parlar.
• Sevgilim, göklerin "0 ay yüzlü güzel vefasızmış" dememeleri için, ne olur gönül penceresinden başını çıkar da bir
bak! Güneş gibi nürlar saç! Her tarafı aydınlat!

243. 0 güzelliği görünce hayranlıktan ağzım açık kaldı.
Mefülü, Pa'ilatii, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 449)
• Sevgili; rühun yüzü çok güzeldir, çok parlaktır ama; senin yüzündeki güzellik büsbütün başka güzelliktir.
 • Ey yıllarca rühu, ruhun güzelliğini, vasıflarını medheden! Bana bir sıfat göster ki, o sıfat, ruhun zatına uygun
olsun.
• Onu hayal etmek gözdeki nüru artırır. Fakat göz onun kendisini görünce nur artıran hayali vuslata karşı pek
sönük, pek zavallı kalır.
• 0 yüzü, o güzelliği görünce hayranlıktan ağzım açık kaldı. Her an dilimde, gönlümde; "Allah'ım, sen pek
büyüksün. Allah'ım, sen ne güzeller yaratıyorsun?" diye o yüce yaratıcıya sena var!
• Gönlüm senin havanda, senin sevginde yer edinen, oradan bir türlü ayrılmayan bir göz oldu. Oh, o sevgi ne kadar
da hoş! 0 sevgi, gözü de, gönlü de beslemede, olgunlaştırmadadır.
• Sen artık ne hüriden bahset, ne aydan, ne ruhtan, ne de periden. Çünki bunların hiç biri ona benzemezler? 0
büsbütün bambaşka bir güzeldir.
• Senin aşkının yaptığı iş, kölesini okşamaktır. Lütuflarda bulunmaktır. Yoksa 0 aşka layık gönül nerede bulunur!
• Bır gece bile olsa senin havana kapılıp, seni hayal ederek uyumayan gönül, karanlık gece içinde nürlu bir gündüz
meydana getirir. Hava onun nüru ile ışıklanır, apaydın olur.
• Muradından, isteğinden geçen, sana mürid olur. Istemeden, dilemeden is-teğini bulur, dileğine erişir.
• Bu aşk ateşine düşüp yanan, yakılan cehennemlik kişi, kevsere düşmüştür. Çünkü ey sevgili, senin aşkın
kevserdir.
• Ayrılığının acısı ile içim yanıyor. Elimi çaresizlikten başıma vurup duruyo-rum. Ama sana kavuşmak, seninle
buluşmak ümidi ile ayağım yere basmıyor.

244. Rahattan, ızdıraptan, benlikten kurtulmadıkça
 vuslata erenlerin yanlanna gidemezsin.
Mef'ulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.I, 456) 
• Sen hududsuz, şefkatle dolu bir sevgilisin, bizi kucakla! Allah da bilir kı aşığı okşamak, onun gönlünü almak ayıp
değildir.
• Ay yüzünü aşıklara gösterdiğin geceden beri herkes kararı olmayan gökyüzüne döndü. Hiç kimsede karar ve
huzur kalmadı.
• Üstünlük, lütuf, ihsan denizinin feyzinden başka hiç bir şeyde ümidimiz yok! Seni övmeye, seni anlatmaya imkan
yoktur!
• Seni sevmenin zevkine vardık. îhtişamını, büyüklüğünü gördük de öyle §a-şırdık kaldık ki, elimiz hiç bir iş tutmaz
oldu.
• Bizler yüzlerce tuzaktan kahramanca sıçrayıp kurtulmuş kuşlar gibiyiz.
•Ama senin tuzağın öyle bir tuzak ki, oradan kurtulmanın, uçup kaçmanın imkanı yok!
• Aşkının elçisi, sabah şarabı sunan sakî gibi geldi de bize o mahmurluk vermeyen şarabı sundu.
• "Gücüm kuvvetim yok, ayrılık yüzünden perişanım, hastayım." dedim. Acele etme! Şimdi hemen özür getirilecek
zaman değil." dedi.
• "Bahaneler icat etmiyorum. Halim yok. Hıçkıra hıçkıra ağlamıyorsam, perişan bir halde değilsem özrümü kabul
etme!" dedim.
• Halini unut da aşk şarabını içmeye bak. Aşıkların ne iradeleri vardır, ne de ihtiyarları ellerindedir.
• Rahattan, ızdıraptan, benlikten kendini hatırlamaktan kurtulmadıkça seni vuslata erenlerin, manen Hakk'ı
bulanların yanına almazlar, oraya varmaya yol vermezler.

245. Sen bir dost ararsan, rahmeti sayıya sığmayan dostu ara!
Mefulii, Fa'ilatii, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 445)
• Bu çok tuhaf, hiç görülmemiş bir ateş! Bir an bile sabrı, kararı yok! Nasıl olabilir ki, hem sevgilinin yanında
alevlenmiş, hem sevgilinin yanmda yoktur!
• Şekil nasıl ayak diresin? Şeklin zaten sebatı yok! Mana nasıl onu ele geçir-sin ki apaçık ortada değil!
• Dünya bir av yeri; yaratılmış olanlann hepsi de av! Avlanan emîrden de bir nişane, bir belgeden başka ortada
birşey görülmüyor. Eseri meydanda, kendisi gizli!
• Her tarafta bir iş, bir çalışma var! Her tarafta yükler, denkler var. Her tarafta; "Biz emîriz, biz büyük insanlarız."
diyenler var. Fakat asıl emîrin konağında ne yük var, ne de denk!
• Ey rüh! Elini çek de yüzünün hoş rengi görülsün. Çünkü şu görünenlerin hepside köpük, şekil, resim!
• Ey iyi bahtlı, hoş talihli kişi! Sen dost ararsan rahmeti sayıya sığmayan dostu ara!

246. Aşk yüzünden kınanmak, ayıplanmak bir adettir!
Mef'Olü, Fa'ilat, Mefa'ilü, Fa'ilat
(c.I, 446)
• Sağdan, soldan çekiştirmeler, ayıplamalar duyulsa bile gönlünü bir güzele kaptırmış olan kişi aşkından dönmez!
• Aşk yüzünden kınanmak, ayıplanmak nasıl bir adet ise, aşığın kulağının sağır olması da bir adettir.
• Aşk uğrunda iki dünyanın yıkılması, viran olması; aslında mamur olmaktır, yeniden yapılmak, meydana gelmektir.
Aşk uğrunda, aşk yolunda bütün faydalardan vazgeçmekte fayda vardır!
• Hz. îsa dördüncü kat gökten; "Haydi ey aşıklar, elinizi, ağzınızı yıkayınız! Gök sofrası kuruluyor. Manevî yemekler
yeme zamanı geldi!" diye bağırıyor.
• Yürü! Yokluk meyhanesinde sevgiliye karşı yok ol! Nerede iki sarhoş varsa, orada kavga ve gürültü vardır.
• Sen şeytanların bulunduğu yere; "Yardım, yardım!" diye gelip giriyorsun. Aklını başına al da yardımı Allah'tan
iste! Buradakilerin hepsi de insan şeklinde birer şeytan, birer ifrittir.
• 0 kadar çok mana şarabı iç ki, mest olasın da dedikodudan kurtulasın. Sen aşık değil misin? Aşk da bir meyhane
değil mi?

247. Sevgili dedi ki: "Zerre zerre bütün dünya bana aşıktır."
Mef'fllü, Fa'ilatii, Mefa'îlü, Pa'ilat
(c,I, 448)
• Bugün sevgiliyi görme, onunla buluşma günü! Bugün en büyük güneşin doğduğu gün! 
• Hüriden, aydan, ruhdan, periden hiç bahs etme! Bunların hiç biri bizim sevgilimize benzemez! Bizim sevgilimiz
bambaşka bir şey!
• Kim onun yüzünü görüp harap olmadı ise o insan değildir! Cansız kayadır, mermerdir!
• Onun aşkından, ateşinden haberi olmayan mümin, aşk yoluna düşmüş, Hakk aşıklarının gözlerinde kafirdir!
• Rühu'l-Kudüs kapının halkasını çaldı. Ay yüzlü sevgilim; "Kapıyı çalan kimdir?" diye seslendi. 0 da; "Kapıdaki
senin eski kulun, eski kölen!" diye cevap verdi.
• Sevgili; "Yanında kim var? Bu kapıya kiminle geldin?" diye sordu. Ruhu'l Kudüs de; "Yanımda senin aşkın vardı."
Sevgili; "Aşk nerede?" dedi. 0 da;"Aşk gönlümde." dedi.
• Sevgili dedi ki: "Zerre zerre bütün dünya, bana aşıktır. Sen yürü git! Getirdiğin meta', mal bizce pek değersiz bir
şey."

248. Gönlündeki gamları sil süpür! Orası tertemiz olsun!
Çünkü gönül dostun hayalinin evidir.
Mef'fllü, Fa'ilatü, Mefa'îlii,
(c.I, 447)
• Ey gül senin çok nazik bir yanağın var! Fakat bu kadar nazik olduğu halde yanağını sevgilinin yanağına sakın
koyma! Onu incitirsin. Çünkü onun yanağı senin yanağından daha naziktir.
• Hatta ey gül, gönlünde bile onun nazik güzel yanağını, kendi yanağına koymayı hayal etme. Çünkü yanağını
yanağına koyunca gönülde olduğu için senin gönlündeki aşk sırrım anlar. Gönüller alan dost pek naziktir.
" Gül yanakların hayalen bile incinmeleri bendenize Nedîm'in şu beytini hatırlattı:
"Buy-ı gül taktîr olunmuş nazın işlenmiş ucu,
Birisi hoy, birisi destimal olmuş sana sevgilim!"
(Gülün kokusu imbikten geçirilmiş, nazın ucu işlenmiş, imbikten geçirilen gül kokusu sana ter olmuş. Naz denilen
manevî varlık da sana mendil olmuş.)
• Arzu, istek haddi aşınca gizlice kimseye belli etmeden ona secde et! Fakat fazla da üstüne düşme. Çünkü o pek
incedir, pek naziktir.
• Eğer sen kendinden geçmiş isen, zaman kaydından da kurtulduğun için bütün vakitler senindir. Senin vaktindir.
Fakat kendinde isen vaktini bil bekle! Çünkü pek incedir.
• Gönlündeki gamları sil, süpür! Orası tertemiz olsun. Çünkü gönül onun hayalinin evidir. 0 güzelin hayali ise pek
incedir, pek naziktir.
• Günün birinde gülün gölgesi dostun hayaline düştü de, dosta öyle bir iş etti ki, gerçekten de bu çok ince bir iştir.
" Hz. Mevlana'nın: "Gülün gölgesi dostun hayaline düştü." mısra'ı eski şairlerimizden Nailî-i Kadîm merhumun şu
beytini hatırlattı:
"Gül hare düştü, sîne-fikar oldu andelip,
Bir hare baktı bir güle zar oldu andelip."
(Gül dikenin üstüne düştü. Bu yüzden bülbülün göğsü yaralandı. Bülbül bir güle baktı, bir de dikene, feryada
başladı."

249. "Ney"in sesi kendinin değildir.
Ona üfleyenin "ney"den duyulan nağmeleridir.
Mef'dlü, Pa'ilatii, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.1, 444)
• Sakî şarap getir! Günler pek hoş, pek güzel! Bugün şarap içmek, sohbet otağı kurmak, gönülde aşk ateşini
uyandırmak günü! Onu manen bulmak, ona hayran olmak günü.
• Sakî nazik, şarap latif, günler değerli, şerefli günler! Meclis gökyüzü gibi aydınlık, sevgili de ay gibi giizel!
• Ney sesini dinle! Aslında o ses ney'in değildir. Ona üfleyenin duygularının ney'den duyulan nağmeleridir. Sen aşk
şarabını içmeğe bak! Gam kendi derdine düşmüş, çırpınıp duruyor.
• Bugün tövbeden başka bozulacak birşey yok! Bugün sevgilinin saçından başka dağınık, perişan bir şey yok!
""Bazı ariflere göre insanın "Ben bu işi bir daha yapmayacağım" diye tövbe etmesi, kendinde bir varlık, bir benlik
duymasının neticesidir. Bu davranış ( Allah'dan başka fail yoktur.) inancına aykırıdır. Bu sebeple "Tövbeden de tövbe
etmek gerekir" demişlerdir. Ama bu demek değildir ki, ne yaparsan yap bu senden değildir, Hakk'tandır. Bu görüş
Cebriye görüşüdür. Islamî değildir. Çünkü insan cüz'î iradesini kullanarak suçu bir daha işlememeye tövbe ederek
Hakk'ın yardımı ile kendini iyiye götürebilir. Mevlana "Bugün tövbeden başka bozulacak bir şey yoktur!" demekle bu
inanca işaret buyurmaktadır.
• Bütün dünyanın heves ettiği, aşkına kapıldığı o güzel, balçıktan yaratılmıştır. Fakat o, gizli olarak Hakk'ın kudreti,
yaratma gücü, san'atı ile süslenmiştir. 
• Bugün başka türlü bir gün, bugün nerede bir ölü varsa canlanır, dirilir. Bugün kör bile başka bir göze sahip olur.
• Nice beden vardır ki, toprak esiridir, mezarda çürümeğe mahkumdur.Fakat gönlü gökyüzünde emîr nice tohum
var ki, toprak altına düşmuş, ondan biten ağaç yücelmiş, boy atmış.
• Gönlü mücevher, inci hazinesi olan bir varlık nasıl olur da kirli toprakta yaşar? Sevgilisini bağrına basmış olan bir
kişinin nasıl olur da gönlü daralır, sıkılır?

250. Benim "Aşıklık"tan başka bir işim yok!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa-ilat
 (c.I, 505)
• Benim aşıklıktan başka bir işim yok. Ben aşığım, aşıklığı bir suç saymıyorum. Ve aşık olduğum için de
utanmıyorum.
• Sen şu aşk denizinin içinde ne kadar da değerli bir incisin! Senin yüzünden dalga gibi kararsızım, çırpınıp
duruyorum.
• Ben şimdi senin aşk denizinin kıyısında oturup duruyorum. Her ne kadar benim gönül denizimin kıyısı yoksa da,
ben aşk denizinin kıyısını seviyorum, o kıyının sarhoşuyum.
• Senin aşkının şarabı bana gökyüzünden gelmektedir. Bu sebepledir ki, yeryüzünde üzümleri sıkarak şarap
yapanlara benim minnetim, ihtiyacım yoktur.
• Senin aşk şarabın dağın bile sükünetini giderir, onu oynatırken; benim vakarım yoksa, ben yerimde
duramıyorsam beni kınama, ayıplama!
• Sevgilim ben senin oturduğun mahalleden bir türlü vazgeçemiyorum. Ne olur, bana mahallende bir ev tut!
• Sen güzelliğin ile, eşsizliğin ile dünyanın kutbusun. Herkes yüzünü sana doğru çevirmiş, seni görmek
istemektedir. Benim de senin çevrende dolaşmaktan başka bir işim yok!
• Benim akrabam, yakınım, eşim, dostum hep aşktan doğan kişilerdir. Bunlardan daha güzel yakınlarım, daha ala
soyum, sopum yoktur!
• Iki dünyadan da üstün, iki dünyadan da değerli ne vardır? Aşk şehri vardır. Benim bundan daha iyi bir şehrim,
daha iyi bir diyanm yoktur!