17 Mayıs 2015 Pazar

HÂLİD BİN SAÎD BİN ÂS (Radıyallahü Anh),hayatı,şehadeti

Hz Hâlid b Said Müslüman olduktan sonra babasından çok eziyet gördü Yermük harbînde şehîd oldu (m. 634)
HÂLİD BİN SAÎD BİN ÂS (ra)
Peygamberimizin Eshâbı içinde İslâmiyyeti ilk olarak kabul edenlerden. Dördüncü veya beşinci müslüman olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. “Sâbikûn-ı evvelin” adı verilen ilk müslümanlardan olduğu kesindir. Künyesi “Ebû Saîd dir. Habeşistan’a hicret edip, Hayber kalesinin fethine kadar orada kaldı. Medine’ye döndükten sonra Resûlullah(s.a.v) efendimizin mektûblarını yazdı.

Hz Hâlid b Said’in müslüman oluşu, bir rüya sebebiyledir. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, İslâmiyeti gizli olarak açıklamaya yeni başlamıştı. Daha birkaç kişi müslüman olmuştu. İslâma davetin ilk günlerinde Hz. Hâlid bin Saîd bir rüya gördü. Rüyasında, Cehennemin kenarında dururken babası gelip; kendisini oraya itip düşürmek istedi. Tam bu sırada, Peygamberimiz belinden yakalayıp, Cehennemin içine düşmekten koruduğunu gördU. Feryat ederek uyandı. Kendi kendine: “Vallahi bu rüya gerçektir.” dedi. Dışarı çılanca Hz. Ebû Bekir ile karşılaştı. O’na rüyasını anlattı: Ebû Bekir (r.a.) ona dedi ki: “Hakkında hayırlı olsun! Bu kimse, Allahü teâlânın peygamberidir. Hemen git, O’na tâbi ol! Sen, O’na tâbi olacak, İslâm dinine girecek ve O’nunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rüyada gördüğün üzere Cehenneme girmekten koruyacaktır. Baban ise Cehennemde kalacaktır!” H.z. Hâlid bin Saîd, rüyasının etkisinden kurtulamamıştı. Vakit kaybetmeden hemen, Ecyâd denilen yerde bulunan Muhammed aleyhisselânun yanına gitti. Onun huzuruna varıp: “Yâ Muhammed! Sen, insanları neye davet ediyorsun?” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) cevabında: “Ben, insanı, eşi ve benzeri olmayan tek Allah’a ve Muhammed aleyhisselâmın da O’nun kulu ve peygamberi olduğuna inanmaya ve işitmeyen, görmeyen, hiçbir zarar ve fayda vermeyen, kendisine tapınanları da, tapınmayanları da bilmeyen bir takım taş parçalarına ki, sen de onlara tapınmaktasın, tapınmaktan vazgeçmeye davet ediyorum.” buyurdu. Bunun üzerine, Hâlid bin Saîd (r.a.) da hemen, “Ben de şehâdet ederim ki, Allah’tan başka tapılacak ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Sen Allahü teâlâ’nın peygamberisin!” diyerek müslüman oldu. Onun müslüman olması, Peygamberimizi çok sevindirdi. Hanımı Ümeyye’ye de gelip, İslâmiyeti anlattı. O da hemen müslüman oldu.

Hz. Hâlid bin Saîd, kardeşlerinin de müslüman olmaları için davette bulundu. Kardeşi Ömer bin Saîd de, müslüman olmuştu. Şiddetli bir İslâm düşmanı olan babası Ebû Uhayha, Hâlid bin Saîd’in (r.a.) müslüman olduğunu öğrenip, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kıldığını haber alınca, çocuklarından müslüman olmayanları gönderip onu huzuruna getirtti. O’na yeni girdiği dinden ayrılmasını söyledi. Azarlayıp dövmeye başladı. Sonra: “Sen, Muhammed’e mi tâbi oldun? Halbuki sen, Onun kavmine aykırı hareket ettiğini ve getirdiği şeyle onların putlarını ve geçmiş atalarını ayıpladığını görüyorsun!” dedi. Hz. Hâlid bin Saîd de “Allah’a yemin ederim ki, Muhammed (s.a.v.) doğru söylüyor. Ona tâbi oldum, ölürüm de onun dininden dönmem!” deyince, babası Ebû Uhayha’nın kızgınlığı daha çok arttı. Sopa, başında kırılıncaya kadar vurdu ve sonra; “Ey zelil, yaramaz oğlum! İstediğin yere git. Yemin olsun ki, sana ekmek vermeyeceğim!” Hz. Hâlid de: “Sen benim nafakamı kesersen, Allahü teâlâ da, elbette bana geçineceğim rızkımı ihsan eder” dedi. Babası, Hz. Hâlid’i evinden çıkarttı ve diğer çocuklarına da: “Eğer sizden biriniz, onunla konuşacak olursa, ona yapmadığım şeyi yaparım.” dedi. Hz. Hâlid’i tutup evinin mahzenine hapsettirdi. Üç gün O’nu Mekke’nin sıcağında aç ve susuz bıraktırdı. Hz. Hâlid bin Said bir kolayını bulup, babasının elinden kurtuldu. Habeşistan’a hicret edinceye kadar, babasına görünmedi. Mekke’nin kenarında bir yerde gizlendi. Peygamberimizin yanından ayrılmadı.

Hz. Hâlid bin Saîd, Medine-i Münevvere’ye döndükten sonra Resûl-i Ekrem (s.a.v.) yazışma ve mektûblaşma işlerini ona verdi. Eshâb-ı kirâmın içinde okuma-yazma bilenlerden biriydi. Mekke’de iken de bu işleri, o yürütürdü. O, yazılacak çeşitli mektûbları yazar, gönderir ve yabancılarla yapılan anlaşmaları kaleme alır, gelen heyetlerle yapılan görüşmeleri kaydeder ve buna benzer her türlü işleri o yerine getirirdi. Resûlullah’ın özel kalem müdürü vazifesini îfa ediyordu. Hicretin dokuzuncu (m. 631) senesinde Taif te oturan Benî Sakif’ten gelen heyet, Resûlullah ile görüşme yaptı. Bu heyet ile Resûlullah efendimiz arasındaki yazışma işlerini ve sulh anlaşmasını Hz. Hâlid bin Saîd kaleme almıştı.
Allah Resûlü (sav) vefat ettiğinde, Yemen’de bulunan sahabelerden Hâlid b. Said (ra), Efendimizin vefatını duyunca hemen Medine’ye geldi. Bir süre Medine’de ailesi ile birlikte kalan Hâlid b. Said Müslümanların Rumlarla yaptığı savaşa katılmak istiyordu. Bunun için Hz. Ebû Bekir (ra)ın yanına giderek, orduya katılmak istediğini söyledi. Hz. Ebû Bekir:
- Olur. İstersen Amr b. As’ın ordusuna katıl, istersen Şürahbil b. Hasene’nin ordusuna katıl, dedi. Takvaya çok önem veren Hâlid b. Said:
- Amr b. As, benim yakın akrabam, bunun için onunla birlikte olmayı isterdim. Ancak ben takvayı tercih ederek Şürahbil b. Hasene’nin ordusuna katılmak istiyorum, dedi. İslam ordusuna katılan Said b. As cepheden cepheye koştu. Sonunda Merci Sıfr savaşında şehid olurken, kendisini şehid edenin hidayetine vesile oldu. Şehid eden kişi, onun ruhunun göğe çekildiğini görünce, hemen Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra çevresindekilere.
-Onu bir nur olarak göğe yükselirken gördüm, dedi.

İslâm ordusu ile Bizans Rum ordusu arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu muharebelerde müslüman kadınlar da harp etti. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid ile bir Kolun komutanı Hz. İkrime’nin şaşılacak kahramanlıkları görüldü. Hz. Hâlid bin Saîd de, büyük bir cesaret örneği göstererek kahramanca dövüştü. Onun bu halini gören ordunun diğer askerlerine büyük bir canlılık ve cesaret geldi. Şam şehrinin alınmasında ve Fihl muharebesinde canını ortaya koyarak kahramanca çarpışan Hz. Hâlid bin Saîd, 14 (m. 635) yılında İslâm orduları ile birlikte Merc-i Safer denilen yere geldi. Bir sene önce Hz. İkrime’nin şehîd olması ile dul kalan hanımı ile evlendi. O gece bütün askerlere düğün ziyafeti verildi. Ertesi gün, düşman üzerine saldırıya geçildi. Hz. Hâlid bin Said hemen ön saflara geçerek dövüşmeye başladı. Düşman askerinden birisi, kendisi ile yeke yek döğüşecek bir er istedi. Hz. Hâlid hemen ortaya; çıkıp vuruşmaya başladı. Burada kendisi şehîd oldu. Kocasının şehîd edildiğini gören bir günlük evli hanımı Ümmü Hakîm, hiç feryat ve figan etmeyerek, eline aldığı bir kılıçla düşman üzerine yürüdü. Kahramanca vuruşmaya başladı. Onun bu halini gören İslâm askerleri büyük bir şevk ve arzu ile saldırıya geçtiler. Bizanslıları kılıçtan geçirmeye başladılar. Bu arada Ümmü Hakîm (r.anha) de bir kâfir askerini öldürmüştü.

HZ. OSMAN, MÜSLÜMANLAR SAFINDA
Resûli Ekrem Efendimiz, henüz açıktan halka peygamberliğini ilân etmemişti.
Bu devrede de, Hz. Bekir, son derece büyük bir cehd ve gayretle samimî dostlarına İslâmiyeti anlatıyordu.
Bir gün, Hz. Osman'a da Müslümanlıktan bahis açtı ve onu alarak Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna getirdi.
Hz. Resûlullah, dâima tebessüm eden parlak bir sîmaya sahip Hz. Osman'a, "Allah'ın ihsanı olan Cennet'e rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim!" dedi.
Resûlullah'ın bu sâde, bu samimî ve bu i'câzkâr sözleri karşısında Hz. Osman, âdeta kendinden geçer gibi oldu ve şehâdet kelimesi kendi kendine mübâret dudaklarından döküldü: "Eşhedü en lâ İlahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!"2'3 Sonra da, daha önce Şam'dan dönerken gördüğü bir rüyasını Kâinatın Efendisine anlattı. "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Biz Muan ile Zerka arasında bulunduğumuz ve uyuduğumuz sırada bir münâdî, 'Ey uyuyanlar, uyanın! Ahmed, Mekke'de zuhur etti!' diye seslenmişti. Mekke'ye gelince sizi işittik!"214
işkence
Yumuşak huylu, edeb ve haya sahibi ve cömert bir zât olan Hz. Osman'ın da Müslümanlar safına katılması, müşrikleri fazlasıyla tedirgin etti. Kabilesi ferdleri ona eza ve cefaya yeltendiler. Fakat o, her türlü eza ve cefaya göğüs gerdi ve hak bildiği yoldan zerre kadar inhiraf göstermedi.
Amcası Hakem b. Ebû'lÂs, kendisini bir urganla bir direğe bağlar ve döverek şöyle derdi:
"Sen, atalarının dinini bırakır da sonradan çıkma bir dine özenirsin, öyle mi? Andolsun ki, tuttuğun bu dini bırakıp tekrar atalarının dinine dönmedikçe seni salıvermeyeceğim!"
Metanet âbidesi Hz. Osman'ın cevabı şu olurdu: "Vallahi, ben hak ve hakikat dinini asla bırakmam!"
O, günlerce bu cefa ve eziyetle karşı karşıya bırakıldı. Fakat zerre kadar îmanından tâviz vermedi. Onun bu metaneti ve büyüklüğü karşısında sonunda amcası küçüldü ve onu salıvermekten başka çâre bulamadı.215
Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sık sakallı, gür saçlı ve iri yapılı olan Hz. Osman, fıtraten temiz ve nezih bir insandı. İçki içmeyi Câhiliyye devrinde kendisine haram kılmıştı. Servetini Allah yolunda ve din uğrunda sarfetmekten zevk alan bahtiyarlardandı. Hâfızı Kur'ân'dı. Geceleri, namazında bütün Kur'ân'ı hatmederdi.
Cennet'le müdelenen 10 sahabîden biri olan Hz. Osman, aynı zamanda Resûli Ekrem Efendimizin damadıdır. Önce Peygamberimizin kerîmesi Rukiyye'yi aldı. O vefat edince, Resûlullah, onu bu sefer kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Bu sebeple de "Zinnureyn" lâkabını aldı.
TALHA B. UBEYDULLAH'IN MÜSLÜMAN OLUŞU
Hz. Osman'ın İslâm'ın saadet dolu sinesine koşusunu, Hz. Talha b. Ubeydullah takib etti.
Ticaret maksadıyla bir seyahate çıkmıştı. Busra Panayırında bulunduğu bir sırada, oradaki manastırda yaşayan bir râhib, "Bu pazar halkı içinde Mekke'den kimse var mı?" diye seslendi.
Hz. Talha, "Evet, ben Mekkeliyim." deyince, râhib, "Ahmed zuhur etti mi?" diye sordu.
Hz. Talha, "Ahmed kim?" deyince de râhib, "Abdullah b. Abdûlmuttâlib'in oğludur! Mekke, onun zuhur edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur! Kendisi, Haremi Şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicrete mecbur bırakılacaktır." cevabını verdi.
Rahibin bu sözleri Talha'nın dikkatini çekmişti. Mekke'ye gelir gelmez halka, "Yeni bir haber var mı?" diye sordu.
"Evet..." dediler, "Abdullah'ın oğlu Muhammedû'IEmin, peygamber olduğunu iddia etti. Ebû Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekir de, ona tâbi oldu!"
Bunun üzerine derhâl Hz. Ebû Bekir'in yanına vardı ve, "Sen, Muhammed'e tâbi oldun mu?" diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, "Evet..." dedi, "Ben ona tâbi oldum. Sen de git, ona tâbi ol! Zîra o, insanları hak ve gerçek olana davet ediyor!"
Hz. Talha da rahibten duyduklarını Hz. Ebû Bekir'e anlattıktan sonra, beraberce Allah Resulünün huzuruna geldiler. Derhâl Müslüman olan Hz. Talha, rahibin söylediklerini anlatınca da Peygamber Efendimiz gülümsedi.216
Müşrikler, Hz. Talha gibi faziletli bir insanın da Müslüman olmasına tahammül edemediler. Kureyş'in azılı pehlivanlarından Nevfel b. Adviye, onu bir ipe bağlayıp işkenceye uğrattı.
Genç yaşta İslâmiyetle şereflenen Hz. Talha, Cennet'le müjdelenen 10 sahabîden biridir. Resûli Ekrem Efendimiz, onun hakkında, "Yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmak isteyen, Talha'ya baksın!" buyurmuşlardır.217
Son derece cömert ve cesur bir sahabî idi. Uhud Harbinde Peygamber Efendimize atılan oklara elini tutmuş ve bu yüzden parmakları çolak kalmıştı. Aynı harbte 80'e yakın yara aldığı hâlde Resûlullah'ın yanından ayrılmamıştı.218
HÂLİD B. SAİD'İN İSLÂM'A GİRİŞİ
İslâm'a gizli davet devri henüz devam ediyordu.
Bu sırada Müslümanlar safına Kureyş'in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Hâlid b. Said. Hz. Hâlid, Kureyş'in ileri gelen ve zengin bir ailesine mensuptu.
Arap edebiyat ve ilmini gayet.iyi bilen Hz. Hâlid, bir gece rüyasında, babasının kendisini tutup Cehennem'e atmak istediğini, fakat Resûlullah'ın yetişip kendisini Cehennem'e düşmekten kurtardığını gördü.
Feryad ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyanın mânâsız olamayacağını idrak eden Hz. Hâlid, kendi kendine, "Vallahi, bu rüya gerçektir!" dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir'e koştu. Rüyasını anlatınca, Sıddıkı Ekber, "Hakkında hayırlı olmasını dilerim!" dedi, "Seni, o, Resûlullah kurtaracaktır. Hemen git, ona tâbi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslâm Dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksın! O da seni, rüyada gördüğün gibi Cehennem'e düşmekten kurtaracaktır."
Hz. Hâlid, hemen Resûlullah'ın yanına vardı ve, "Yâ Muhammed!.. Sen, insanları hangi şeylere davet ediyorsun?" diye sordu.
Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben," dedi, "halkı, tek olan ve şeriki bulunmayan Allah'a, Muhammed'in de O'nun kulu ve resulü olduğuna îman etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapınmayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye davet ediyorum!"
Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Hâlid, derhâl şehâdet getirdi: "Ben, şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, sen, Allah'ın Resulüsün!"219
Resûli Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslâm dairesine girmesine fazlasıyla sevindi.
Hz. Hâlid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslâmiyetten bahsetmeye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safında yer aldı.
İşkence
Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Kureyş'in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasıyla hiddetlendi.
Hz. Hâlid'in bir gün, Mekke'nin tenha bir yerinde namaz kılmakta olduğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti. Hiddetli hiddetli, "Sen," dedi, "Muhammed'in, kavmine muhalefet ettiğini, getirdiği itikadlarla kavminin ilâhlarını ve geçmiş atalarını kötülediğini görüp durduğun hâlde ona tâbi oldun, öyle mi?" Sonra, İslâmiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti.
Ancak, gönlünü îman nuruyla aydınlatan Hz. Hâl id'in zerre kadar tereddüdü yoktu ve asla pişmanlık duymuyordu. Çatık kaşlarla bakan babasına, "Vallahi, Muhammed (s.a.v.) hak söylüyor! Ona tâbi oldum. Ölümü göze alırım da onun dinini asla bırakmam!" diye cevap verdi.
Bu sözlere fena hâlde kızan Ebû Uhayha, elindeki değnekle, kırılıncaya kadar onu dövdü.
Fakat nafile! Sebat ve metanetin menbaı olan îman, artık Hz. Hâlid'in kalbinde yer etmişti ve o, bu îman nuruyla mutmain olmuştu. Eza, cefa, bu îman karşısında zerre kadar menfî tesir icra edemiyordu.
Dayağın kâr etmediğini gören zâlim baba, bu sefer, "Git!" dedi, "Senin iaşeni, rızkını keseceğim! İstediğin yere git!"
Rızkını verenin Allah olduğunu bilen Hz. Hâlid, yine aldırmadı ve, "Ey babacığım!.." dedi, "Sen benim rızkımı kesersen, elbette Allah, bana geçineceğim şeyi verir!"
Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Ev halkına tehdidi ise şu oldu:
"Eğer biriniz onunla konuşacak olursa, onu perişan ederim!" Hz. Hâlid, günlerce aç ve susuz bırakıldı.220
İnancı uğrunda kendisine böylesine eza ve cefayı reva gören babanın yanında kalmak artık manasızdı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.221
Habeşistan'a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katılarak Mekke'den ayrıldı.
Hz. Hâlid, Câhiliyye devrinde mükemmel yazı yazan birkaç şahsîyetten biriydi. Rivayete göre, Resûli Ekrem Efendimizin Yemen Hükümdarına verdiği emannâmenin metnini ve diğer birçok muahedenâmeyi de Hz. Hâlid kaleme almıştır.222
213 ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 55.
214 İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 55.
215 İbni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 55.
216 ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 214216; Ibni Hacer, elisabe, c. 2, s. 220221.
217 Buharî, Sahih, c. 2, s. 107, c. 4, s. 211212.
218 ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 219; ibni Hacer, A.g.e., c. 2, s. 221.
219 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 94; ibni Hacer, elİsabe, c. 1, s. 406.
220 ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 95.
221 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 95; Halebî, İnsanû'lUyun, c. 1, s. 282.
222 ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 265; İbni Abdi'lBerr, elİstiab, c. 2, s. 421.

Hz. Halid Bin Said El-As (R.Anh)


Rasûlüllah efendimiz, İslâmiyeti gizli olarak açıklamaya yeni bağlamıştı. Daha birkaç kişi Müslüman olmuştu. Bu sırada Hâlid 'bin Sa'îd bir rüya gördü. Rüyasında, Cehennemin kenarında dururken, babası gelip, kendisini oraya itip düşürmek istedi. Tam o sırada, Peygamberimiz belinden yakalayıp, Cehennemin içine düşmekten koruduğunu gördü.

Feryat ederek uyandı. Kendi kendine dedi ki:

"Vallahi bu rü'yâ gerçektir. "

Dışarı çıkınca Hz. Ebû Bekir ile karşılaştı. O'na rüyasını anlattı. Hz. Ebû Bekir ona dedi ki:

"Hakkında hayırlı olsun! Bu kimse, Allahû Teâlanın peygamberidir. Hemen git, O'na tâbi ol! Sen, O'na tâbi olacak, İslâm dînine girecek ve O'nunla birlikte  bulunacaksın. O da  seni, rü'yâda  gördüğün  üzere Cehenneme girmekten koruyacaktır. Baban ise Cehennemde kalacaktır!"

Hâlid bin Said, rüyasının etkisinden kurtulamamıştı. Vakit kay­betmeden hemen, Ecyâd denilen yerde bulunan Peygamber efendimizin yanına gitti. Onun huzuruna varıp dedi ki:

Yâ Muhammed! Sen, insanları neye da'vet ediyorsun? Peygamberimiz cevaben şöyle buyurdu:

"Ben, insanı, eşi ve benzeri olmayan tek Allah'a ve benim de O'mın kulu ve peygamberi olduğuma inanmaya ve işitmeyen, görmeyen, hiçbir zarar ve fayda vermeyen, kendisine tapınanları da, tapınmayanlan da bi­linemeyen birtakım taş parçalarına tapınmaktan vazgeçmeye davet edi­yorum."

Bunun üzerine, Hâlid bin Said hemen, "Ben de şehâdet ederim ki, Allah'tan başka tapılacak ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Sen Allahü Teâlânın peygamberisin!" diyerek Müslüman oldu.

Onun Müslüman olması Peygamberimizi çok sevindirdi. Hanımı Ümeyye'ye de gelip îslâmiyeti anlattı. O da hemen severek Müslüman oldu.

Hz. Hâlid bin Said, kardeşlerinin de Müslüman olmaları için da'vette bulundu. Kardeşi Amr bin Sa'îd de, Müslüman olmuştu.

Şiddetli bir İslâm düşmanı olan babası Ebû Uhayha, Hâlid bin Said'in Müslüman olduğunu öğrenip, Mekke'nin tenhâ bir yerinde namaz kıldığını haber alınca, çocuklarından Müslüman olmayanları gönderip onu huzuruna getirtti. Ona yeni girdiği dinden ayrılmasını söyledi. Azarlayıp dövmeye başladı. Sonra dedi ki:

"Sen Muhammed'e mi tâbi oldun? Halbuki sen, Onun kavmine aykırı hareket ettiğini ve getirdiği şeyle onların putlarını ve geçmiş atalarını ayı­pladığını görüyorsun!"

Hâlid bin Said de dedi ki:

"Allaha yemîn ederim ki, Muhammed aleyhisselâm doğru söylü­yor. Ona tâbi oldum. Ölürüm de onun dîninden dönmem!"

Bunun üzerine babası Ebû Uhayha'nın kızgınlığı daha çok arttı. Sopa, başında kınlıncaya kadar vurdu ve sonra bağırdı:       

"Ey zelil yaramaz oğlum! İstediğin git! Yemîn olsun ki, sana ekmek vermeyeceğim!" Hz. Hâlid cevap verdi:

"Sen benim nafakamı keser Allahû Teâla da,  elbette bana geçineceğim rızkımı ihsan eder."

Bunun üzerine, babası, Hz. Hâlid'i evinden çıkarttı ve diğer çocukları­na da dedi ki:

"Eğer sizden biriniz, onunla konuşacak olursa, ona yapmadığım şeyi yaparım."

Sonra, Hz. Hâlid'i tutup evinin mahzenine hapsettirdi. Üç gün onu Mekke'nin sıcağında aç ve susuz bıraktırdı. Hz. Hâlid bin Sa'îd bir kolayını bulup, babasının elinden kurtuldu. Mekke'nin kenarında bir yerde gizlendi. Peygamberimizin yanından ayrılmadı.

Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara zulüm ve işkenceleri her gün artıyordu. Bitmek, tükenmek bilmeyen bu eziyetleri, dayanılmaz hâle gelince, Rasûlullah efendimiz, Müslümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi. Orada rahat edebileceklerdi.

Hâlid bin Sa'îd hanımı ile birlikte hicrete çıkacakları sırada, babası çok hastalandı. Yatağa düştü. Bu hâlinde bile, Bu hastalığımdan kurtulup ayağa kalkarsam, Mekke'de bir tek kimse putlardan başkasına ibâdet edemiyecektir" diyordu.

Hz. Hâlid, babasının, hak dîne olan bu düşmanlığının sona ermesi için, "Ey Allahım! Onu yataktan kaldırma!" diye duâ etti. Nitekim bu hastalıktan ayağa kalkamadan öldü.

Habeşistan'a hicret için, ilk olarak Mekke'den çıkan Hâlid bin Sa'îd ve hanımı oldu. Kendisi ile beraber Kureşli Müslümanlardan bir grup da Habeşistan'a hareket etti. On seneden fazla orada kaldı. Oğlu Sa'îd ve kızı Ümmü Hâlid orada doğup büyüdü.

Hâlid bin Sa'îd, kardeşi Amr bin Sa'îd ve Hz. Ca'fer bin Ebî Tâlib ile beraber, Habeşistan'dan Rasûlullahın yanına Medîne'ye geldi. Hicretin altıncı yılına rastlayan bu dönüşte, Hayber'in fethi gerçekleşmişti. Ganimetlerinden bir hisse de Hz. Hâlid'e ayrıldı.

Bundan sonra Hâlid bin Sa'îd önce Umretül-kazaya, sonra sırası ile Mekke'nin fethine, Huneyn harbine, Tâif ve Tebük seferlerine ve bunların yanında, ba'zı küçük seriyyelere iştirak etti. Fakat Bedir ve Uhud harblerine katılmadığı için çok üzgündü. Bu üzüntüsünü, bir ara Resûlullah efendimize açıkladığında, Peygamberimiz ona:

Üzülecek bir durum yok! Başkaları bir hicret etti. Fakat siz, iki hicrete katılmış oldunuz, buyurarak, gönlünü aldı.

Hz. Hâlid bin Saîd, ilk Müslümanlardan olmak şerefinin yanında, Resûlullahın kâtiplik hizmetini de yapmıştır. Kızı Ümmü Hâlid de, Hz. Hadice, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Hz. Zeyd bin Harise ve Sa'd bin Ebî Vakkâs'tan sonra altıncı Müslüman olduğunu bildirmektedir.

Hz. Hâlid bin Said, Medîne-i münevvereye döndükten sonra, Resûl-i ekrem efendimiz yazışma ve mektuplaşma işlerini ona verdi. Ashâb-ı kiramın içinde okuma-yazma bilenlerden biriydi. Mekke'de iken de bu işleri, o yürütürdü. O, yazılacak çeşitli mektupları yazar, gönderir ve yabancılarla yapılan görüşmeleri kaydeder ve buna benzer her türlü işleri yerine getirirdi. Rasûlullahın özel kalem müdürü vazifesini îfa ediyordu.

Hicretin dokuzuncu senesinde Tâif'te oturan Benî Sakif'ten gelen heyetle, Resûlüllah efendimiz arasındaki yazışma işlerini ve sulh antlaş­masını Hâlid bin Sa'îd kaleme almıştı.

Hz. Hâlid'in Müslümanlığı kabulünden ve Habeşistan'dan Medine'ye gelerek orada ikâmetinden sonra, onu zekât memuru, sonra da vali olarak tâyin etti.

Hz. Hâlid Yemen'deki görevine, Rasûlullahın vefatına kadar devam etti. Hz. Ebû Bekir'in halifeliğinin ilk yıllarında, İslâmiyetten ayrılan ve "Namaz kılarız, fakat zekât vermeyiz" diyenlerle yapılan muharebelere katılarak mürtecilerin, bozguncuların bastırılmasında vazife aldı.

Bu temizlik harekâtı tamamlandıktan sonra, İslâm ordusu şam taraflarına sevkedildi. Bizans ile Yermük'te çetin savaşlar yapıldı. 46.000 kişilik İslâm ordusunun karşısında 240.000 kişilik Rum ordusu vardı. 100.000 düşman askeri öldürüldü; 3.000 Müslüman şehid oldu.

Bu arada halîfe, Hz. Hâlid bin Sa'îd'e, ordunun bir kısmının kuman­danlığını verdi. Askerlerin harbe hazırlanması ve ihtiyaçlarının gide­rilmesi ona aitti. Hz. Hâlid, yardımcı kuvvetlerin kumandanı olarak Filistin'de Remle şehrine yakın Ecnadeyn taraflarına gönderildi.

Yolda, askerleri arasında bazı ihtilaflar başgösterdi. Tam bu sırada, Bizans kumandanı Mahân da, ordusu ile Hz. Hâlid'e karşı taarruza geçti. Hâlid bu taarruzu geri püskürttü ve yardım istedi. İslâm ordusunun tamamı seferberlik hâlinde olduğundan, Hz. İkrime ve Hâlid bin Velîd derhal Hz. Hâlid'e yardıma geldiler.

Bizans ordusu üzerine tekrar hücum edildi ve Şam'a kadar sürüldü. Şam ile Vakusa arasında ordusunu düzenleyen Bizans kumandanı Mahân, Hz. Hâlid bin Sa'îd kumandasındaki İslâm ordusu üzerine tekrar saldırdı. Yapılan savaşta, Hz. Hâlid'in oğlu Sa'îd bin Hâlid şehîd oldu.

Tam bu sırada İkrime bin Ebû Cehil’in kuvvetleri yardıma geldi. Bizans komutanı Mahân kaçtı. Hâlid bin Sa'îd, ordusunu Zü'l-Merre'ye getirerek orada konakladılar. Ayrıca durumu, Medine'de bulunan halîfeye bildirdi.

İslâm ordusu ile Bizans Rum ordusu arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu muharebelerde Müslüman kadınlar da harp etti. Başkumandan Hz. Hâlid bin Velîd ile bir kolun komutanı Hz. İkrime'nin şaşılacak kahramanlıkları görüldü. Hz. Hâlid bin Sa'îd de, büyük bir cesaret örneği göstererek kahramanca dövüştü. Ordunun diğer askerleri, onun bu hâlini görünce, kendilerine bir canlılık ve cesaret geldi.

Şam şehrinin alınmasında ve Fihl muharebesinde canını ortaya koyarak kahramanca çarpışan Hz. Hâlid bin Sa'îd, 635 yılında İslâm orduları ile birlikte Merc-i Safer denilen yere geldi. Ertesi gün, düşman üzerine saldırıya geçildi. Hâlid bin Sa'îd hemen ön sallara geçerek dövüşmeye başladı. Düşman askerinden birisi, kendisi ile yeke yek dövüşecek bir er istedi.

Hâlid hemen oraya çıkıp vuruşmaya başladı. Burada kendisi şehîd oldu. Kocasının şehid edildiğini gören bir günlük evli hanımı Ümmü Hakîm, hiç feryat ve figân etmeyerek, eline aldığı bir kılıçla düşman üze­rine yürüdü. Kahramanca vuruşmaya başladı. Onun bu hâlini gören İslâm askerleri büyük bir şevk ve arzu ile saldırıya geçtiler. Bizanslıları kılıçtan geçirmeye başladılar. Bu arada Ümmü Hakîm de bir kâfir askerini öldürmüştü.[110]

Allah yolunda kiminin imtihanı barış olur, kiminin de savaş olur. Sahabeler, hem barış ve hem savaş imtihanını vermişlerdir. Elbetteki Al­lah yolunda sıvışanlar ile savaşanlar hiçbir zaman bir olmazlar. Sahabe­lerden İslâm ümmetine Allah yolunda sıvışmak değil, fiilen savaşmak miras kaldı.

Sahabelerin oluşturdukları aile, bir cihad ailesiydi. Sahabelerin eşleri onların aynı zamanda Allah yolundaki silah arkadaşlarıydı. Dikkat edilirse, Hz. Hâlid bin Sa'îd (R.a.)'in şehadetinden hemen sonra bir gün­lük evli hanımı Ümmü Hakîm (R.anha), eline aldığı bir kılıçla düşmanın üzerine yürümüştür. Bunun anlamı; İslâmî ailede cihad kesintiyi kabul etmeyen ve mekruh hiçbir vakti olmayan bir ibadettir. Allah yolunda cihad etmede mü'min erkek ile mü'min kadın birbirlerinin yardım­cılarıdır. Dolayısıyla aile ocağını, bir cihad ocağı haline getirmek, sahabe fıkhındandır.

Sahabeler topluluğu, Allah yolunda canlarını cihada adamışlar toplu­luğudur. Allah yolunda imanımız kadar haklı ve cihadımız kadar da can­lıyız.


[110] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetü'l Evliya; El- İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Ref at el-Başâ, Beyrut/ty

Henüz başlamıştı ki islam ilk yayılmaya,
Bir gün Halid bin Said gördü şöyle bir rüya.

Cehennem kenarında otururken bu kişi,
Babası, onu itip düşürmek istemişti.

O anda Resulullah, yakalayıp belinden,
Kurtardı kendisini Cehennem ateşinden.

Uyandı uykusundan, ederek hem de feryat,
Ve dedi ki: (Vallahi bu rüya bir hakikat.)

Evden çıkıp rastladı Hazret-i Ebu Bekr’e.
Rüyanın tabirini ona sordu ilk kere.

O dedi ki: (Bu rüyan, elbette hakikattır.
Allahü teâlânın Peygamberi o zattır.

Sen git Ona tâbi ol, bu rüyadaki gibi.
O, seni Cehennemden kurtaracak tabii.)

Rüyanın tesiriyle hemen Halid bin Said,
Gitti Resulullaha kaybetmeden hiç vakit.

Sordu ki: (Ya Muhammed, maksadın nedir senin?
Sen bu Kureyş halkını neye davet edersin?)

Buyurdu: (Tek Allah’a çağırırım ben halkı.
Ki, asla o Allah’ın yoktur eşi, ortağı.

Muhammed, o Allah’ın kulu ve Resulü'dür.
Bu taptığınız putlar ne işitir, ne görür.

Kendisine tapanla, tapmayanı bilemez.
Hiçkimseye ne fayda, ne de zarar veremez.

Bu taş parçalarına edilmez hiç ibadet.
İşte ben, insanları ederim buna davet.)

Bunları dinleyince Halid Resulullahtan,
Şehadeti söyleyip, oldu hemen müslüman.

Lakin onun babası olan Ebu Uhayha,
Kâfir olup, düşmandı Peygamber ve Allah’a.

Feci halde döverek Halid hazretlerini,
Dedi ki: (Terk et hemen Muhammed’in dinini.)

O dedi ki: (Versen de bana cefa ve elem,
Hazret-i Muhammed’in dinini terk edemem.)

Babası sinirlenip, daha da oldu gaddar.
Sopayla dövdü onu, kırılıncaya kadar.

Evinin mahzenine, aç susuz terkederek,
Dedi: (Vermeyeceğim sana ekmek ve yemek.)

O dedi: (Nafakamı kessen de, ne fark eder.
Hak teâlâ, rızkımı elbette ihsan eder.)

Hastalandı babası daha sonra aniden.
Lakin islamiyet’e olan adavetinden,

Dedi: (Bu hastalıktan kurtulursam ben şayet,
Herkes putlarımıza yapacaktır ibadet.)

Halid bunu duyunca, dua etti Allah’a:
(Ya Rabbi, kurtulmasın babam Ebu Uhayha!)

Duası kabul olup, kalkamadı yataktan.

Ve birkaç gün içinde, öldü o hastalıktan

Huzeyfe bin Yemân hazretleri,Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur.



Huzeyfe bin Yeman (r.a.):
“Resûlullah gecenin bir kısmını namazla geçirdikten sonra bize doğru yöneldi:‘Bizim için,gidip müşriklerin ne yaptığını gördükten sonra yanımıza dönecek biri var mı? Ki ben onun cennette bana arkadaş olmasını Yüce Allah’tan dileyeyim’ buyurdu.Cevap veren çıkmadı. Hepimiz korku,açlık ve şiddetli soğuk yüzünden ayağa kalkamaz durumdaydık.Sustuk,Resûlullah aynı daveti tekrarladı.Yine cevap veren çıkmadı.Resûlullah yavaş yavaş yanıma geldi.Üzerimde ne düşmandan korunabileceğim kalkanım ne de soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı.Boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir elbiseden başka üzerimde bir şey yoktu.Resûlullah yanıma gelince utancımdan dizlerimin üzerine çöküp büzüldüm.Resûlullah bana işaret ederek,‘Kimdir bu?’ deyince ben,‘Huzayfe’yim,yâ Resûlallah.’ dedim. ‘Beni duymadın mı? Niçin kalkmadın?’ diye sordu.‘Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki,açlık ve soğuktan dolayı davetine icabet edemedim’“
Resûlullah şu emri verdi:
“Git, müşrikler hakkında bilgi topla. Yanıma dönüp gelinceye kadar da onlara ne ok ne taş atacaksın, ne mızrak ne de kılıç kullanacaksın.”
Peygamberimiz (a.s.m.) teminat vermişti. Ona hiçbir zarar dokunmayacaktı. Ne açlık ne soğuk ve ne de öldürülme tehlikesi olmayacaktı. Huzeyfe kılıcını, yayını aldı, müşriklere doğru yola koyuldu. Endişe edecek hiçbir şey kalmamıştı.Sonra müşriklerin içine girdi, bütün malumatları alıp Resûlullah’a getirdi. Şiddetli açlık ve soğuğun onlara da isabet ettiğini; Ebû Süfyân’ın başında toplanmış birkaç kişiden başka hepsinin dağılıp gittiğini bildirdi. Peygamberimiz ona iltifatta bulundu.


Huzeyfe bin Yeman (r.a.):
“Fitnenin durak yeri olan yerlerden uzak durun!”
Bu ikazını duyanlar sordular:“Ey Abdullah’ın babası! Fitnenin çok olduğu durak yerleri nerelerdir?” Şu cevabı verdi:
“İdarecilerin kapılarıdır.Sizden biriniz bir emîrin [idarecinin] huzuruna girer,yalanı tevil ederek tasdik eder,onda bulunmayan şeyleri de ona mal ederek anlatır.”
Allah Resulü(sav) şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra size bir şahsı halife olarak tayin edebilirim,fakat siz ona itaat etmezseniz azaba çarpılırsınız! Ancak Huzeyfe ne söylerse onu tasdik edin,söylediklerini kabul edin.”
Huzeyfe bin Yeman (r.a.) zaman zaman Müslümanlara nasihatte bulunurdu. Bir defasında halka şöyle hitap etti:
“Fitnelerden sakınınız, herhangi biriniz fitneye bulaşmasın. Allah’a yemin ederim ki, kim fitneye doğru giderse, sellerin pislikleri sürükleyip götürdüğü gibi, fitne de o kimseyi öylece sürükleyip götürecektir. Fitne başlangıçta hak kisvesine bürünerek başlar; öyle ki cahil kimse onu hak zanneder. Şu hâlde, onu gördüğünüz zaman evlerinizde oturun, kılıçlarınızı kırın ve yaylarınızın ipini kesin.”







    Urve b. Mes´ud(r.a),hayatı,şehadeti

    Urve b. Mes´ud(r.a),Hicretin 9. yılı Rebiülevvel ayında Medine´ye,
    Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi Müslüman oldu.
    Peygamberimiz Aleyhisselam,onun Müslüman oluşuna çok sevindi.

    

    Urve b Mes´ud ra
    "Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de,kavmimin yanına gidip onları İslâmiyete davet edeyim.
    Peygamberimiz Aleyhisselam,Taif halkının öteden beri büyüklenip Müslümanlıktan kaçındıklarını bildiği için:
    "Onlar seni öldürürler!" buyurdu.
    Urve b. Mes´ud:
    "Yâ Rasûlallah! Ben onlara öz evlatlarından daha sevgiliyimdir!" dedi.
    Gerçekten de, Urve b. Mes´ud, Taif halkı içinde sevilir,sayılır,sözü dinlenir bir zât idi.
    Urve b. Mes´ud,Taiflileri İslâmiyete davet için izin verilmesi hakkındaki dileğini tekrarladı.
    Peygamberimiz Aleyhisselam da,yine:
    "Onlar seni öldürürler! Onlar seni öldürürler diye korkuyorum!" buyurdu.
    Urve b. Mes´ud:
    "Yâ Rasûlallah! Onlar, beni uykuda bulsalar uyandırmaz, uyandırmaya kıyamazlar!" dedi. Onların yanlarına gitmek üzere üç kez için istedi.
    Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
    "Gitmek istiyorsan, git!" buyurdu.
    Urve b. Mes´ud, aralarındaki mevkii sebebiyle Taiflilerin kendisine aykırı davranmayacaklarını, karşı koymayacaklarını umuyordu.
    Urve b. Mes´ud kalkıp Taife doğru yola çıktı. Beş gün gittikten sonra akşamleyin kavmine ulaştı, hemen evine girdi.
    Taifliler, Urve´nin Rabbe putuna uğramadan, onu ziyaret etmeden evine girişinden hoşlanmadılar, ondan kuşkulandılar.
    Sonra da, kendi kendilerine:
    "Yolculuk hali onu bundan alıkoymuş olabilir!" dediler.
    Sakîf kavmi Urve´nin evine geldiler, onu Cahiliye ve müşriklik devrinin selamıyla selamladılar.
    Urve b. Mes´ud, onlara karşı müşriklik selamını tanımayan, ondan hoşlanmayanların ilki oldu ve:
    "Bana ´Esselâmü aleyküm!´ diyerek,  Cennetliklerin selamıyla selam vermenizi size tavsiye ederim" dedi.
    Sonra da, onları Müslümanlığa davet etti:
    "Ey kavmim! Siz beni herhangi bir kötülükle suçlayabilir misiniz?
    Siz, benim soy sopça en seçkininiz, servetçe en zengininiz, cemaatçe de en güçlünüz olduğumu biliyor değil misiniz?
    Beni, İslâmiyete girmeye sevkeden, ancak, başkalarının göremediği şeyi benim onda görmüş olmamdır!
    Gelin, öğüdümü dinleyin! Bana aykırı davranmayın!
    Vallahi, benim size getirip sunduğum şeyden daha üstününü, hiçbir elçi kavmine getirip sunmamıştır!" dedi.
    Fakat, Sakîfler ona hakaret ettiler.Onun çevresini sardılar ve:
    "Lâta andolsun ki; zaten senin Rabbe´ye yaklaşmadığın ve onun yanında saçını kazıtmadığın zaman, dininden ayrılmış olduğun bizim içimize doğmuştu!" dediler.
    Urve b. Mes´ud onlara karşı çok yumuşak davrandı.
    Taifliler ise, toplanıp onun hakkında yapacakları şeyi kararlaştırmak üzere yanından ayrıldılar.
    Urve b. Mes´ud, tanyeri ağarmaya başladığı zaman, köşkünün üzerine çıktı. Namaz için ezan okudu.
    Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet etti.
    Kendisinin Müslüman olduğunu açıkladı ve Taif halkı olan Sakîfleri İslâmiyete davet etti.
    Taifliler, her köşeden, ona doğru vardılar.  Her taraftan, onu oka tuttular.
    Benî Maliklerden Benî Salim b. Malik´in kardeşi Evs b. Avfın attığı ok, Urveye isabet etti.
    Atılan ok Urve b. Mes´ud´un ra bilek damarını kesti. Kan dindirilemedi.Şehid oldu.




    Hudeybiye Barış Antlaşması yapılmadan önce Mekkelileri temsilen gönderilen Urve b Mesud,dönüşünde Resûlullah'ın ashabında gördüklerini Mekkelilere şöyle anlatmıştır:
    "Bu ne tazim, bu ne hürmet! Vallahi Resûlullah  onlara bir şey emredince sahabeleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirleriyle yarışıyorlar Peygamber bir söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahabeler seslerini alçaltıyorlar O’nu tazim için yüzüne dikkatle bakmıyorlardı Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir (elçi) olarak çıktım Rûm meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin dîvânlarına elçilik sıfatıyla girdim Vallahi hiçbir melikin adamlarının, Muhammed'in sahabelerinin O’na tazim ettikleri gibi tazim gösterdiklerini görmedim."





    Hz.Peygamber ile namaz kılarken cemâatin içinde açlık ve yoksulluktan zor ayakta durabilen suffe ashâbı vardı.

    Ben, Suffe Ashâbı’ndandım. Suffeliler açlıktan şikâyet ettiler ve Resûlullah’a gidip yemek istememi söylediler. Ben de Resûlullah’a gidip Suffe Ashâbı’nın açlıktan şikâyetçi olduklarını söyledim. Resûlullah, Hz. Âişe’ye, yanında bir şey olup olmadığını sordu. Hz. Âişe, yanında “tirit” denen et suyundan başka bir şey olmadığını söyledi. Tiridi derin bir kapla Resûlullah’a getirdiler. Suffelileri 10’ar kişilik gruplar hâlinde çağırdım. 
    Resûlullah, kendilerine, “Oturunuz, Bismillah!” buyurdu. Suffe Ashâbı, 10 kişiye yetebilecek yemekten yediler, fakat hiç eksilmediğini gördüler. Resûlullah, sonunda bana ‘Yâ Vâsile, bunu böylece Hz. Âişe’ye götür.’ buyurdu.”


    Vâsile bin Eskâ (r.a.) 
    Hz Peygamber ile namaz kılarken cemâatin içinde açlık ve yoksulluktan zor ayakta durabilen suffe ashâbı vardı.
    Fudale b. Ubeyd(r.a)

    Bir gün ben (Resûlullah ile Ashâb`ının mescidden) çıkıp gittikleri yol uğrağı üzerine (aç ve mecalsiz) oturdum. Bu sırada Ebû Bekir geçti. Ona Allah Kitâbı`ndan bir âyet sordum. (Maksadım öğrenmek değildi, pek iyi biliyordum) ben yalnız karnımı doyurtmak istiyordum. Ömer de geçti gitti, beni doyurmadı. Sonra Ebu`l-Kasım Salla`llahu aleyhi ve sellem uğradı, ve beni görüp kendimdeki halsizliği, yüzümdeki açlık âsârını anlayınca, Resûlu`llah güldü. Sonra bana: Yâ Ebâ Hirr! Dedi. Ben de: Buyurunuz, emrinize hazırım Yâ Resûla`llah! Dedim. Resûl-i Ekrem: Ardım sıra gel, buyurdu, yürüdü. Ben de onu takip ettim. (Hâne-i saâdete) girdi. Ben de izin diledim. Bana da izin verildi. Resûlu`llah girdiğinde bir bardak içinde süt buldu. Bu süt nereden geldi? Diye sordu. Sana falan kişi veyâhut falan kadın hediye etti, dediler. Resûlu`llah da bana: Yâ Ebâ Hirr! Diye seslendi. Ben de: Buyurunuz yâ Resûla`llah! Emrinize hazırım, dedim. Haydi Ehl-i Suffe`ye git, onları bana çağır, buyurdu. Ebû Hüreyre der ki: Ehl-i Suffe İslâm konukları idiler. Ne sığınacak âileleri, ne malları, ne de bir dostları ve âşinâları vardı. Resûlu`llah, bir sadaka geldiğinde sadaka malını onlara gönderirdi. Sadaka malından kendisi bir şey yemezdi. Bir hediye geldiğinde de bunu da Ehl-i Suffe`ye gönderirdi. Hediyeden kendisi de alırdı. Fakat Ehl-i Suffe`yi hediyeyi ortak kılardı. Ebû Hüreyre der ki: Ehl-i Suffe`yi (Süt ziyâfetine) da`vet bana çok fenâ geldi. (Kendi kendime) dedim ki: "Suffe halkı içinde şu bir bardak süt nedir ki? Lâyık olan şu sütten bir yudum bana isâbet edebilmeli idi de, iktisâb-ı kuvvet etmeli idim. Da`vet edilmelerine memur olduğum Suffe halkı şimdi gelip onlara dağıttığımda bu bir bardak sütten bana ne düşecek?" diye endîşeleniyorum. Fakat Allah`a ve Resûlu`llah`a itâatten başka çâre yoktu. Bu cihetle gittim, halkı da`vet ettim. Geldiler, izin dilediler. Verilen müsâade üzerine Hâne-i Saâdet içinde baştan başa yer aldılar. Bunun üzerine Resûlu`llah: Yâ Ebâ Hirr! Diye bana seslendi Ben de: Emir buyur yâ Resûla`llah! Emrini beklerim, dedim. Şu süt bardağını al, misâfirlere ver, buyurdu. Ben de bardağı alıp vermeye başladım: Bir kişiye veriyorum. O, kanıncaya kadar içiyordu, sonra bardağı bana veriyordu. Ben de alıp diğer bir kişiye veriyordum. O da kanıncaya kadar içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Bu sûretle bütün halk kana kana içip bardağı bana vererek tâ Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem`e kadar gelib dağıtım sona erdi. Artık davetlilerin hepsi süte kanmışlardı. Şimdi süt bardağını Resûlu`llah aldı, elinde tutarak bana bakıp güldü ve: Yâ Ebâ Hirr! Buyurdu. Ben de: Emret yâ Resûla`llah! Emrinize hazırım, dedim. Süt içmedik ben kaldım, bir de sen, dedi. Ben de: Doğru buyurdunuz yâ Resûla`llah! Dedim. Resûlu`llah bana: Haydi otur da iç! Buyurdu. Ben de oturdum, içtim. Resûlu`llah tekrar iç! Buyurdu. Ben de içtim. Resûlu`llah tekrar tekrar iç! Diye emir ediyordu. (Ben de içiyordum) en sonu: Yâ Resûla`llah İçemeyeceğim. Seni Hak Peygamber gönderen Allah`a andolsun ki, süt gidecek yol bulamam, dedim. Öyle ise bardağı bana ver, buyurdu. Ben de verdim. Resûlu`llah da Allah`a hamdetti ve Besmele çekip geri kalan sütü içti.
    EBÛ HÜREYRE RADİYA`LLÂHU ANH buhari 2027


    Ömer'in adını yazdın-Sen halifenin bütün sartlarını haizsin, kendi adını yazabilirdin, fakat Ömer'in adını yazdın, Allah senden razı olsun

    Muhammed'e tapıyorsanız Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem öldü.
    ALLAH'a tapıyorsanız ALLAH (c.c) bâkidir ölmez.
    Hazreti Ebu Bekir (r.a)
    Övünmekten sakının.Topraktan gelip yine toprağa gidecek olanın,sonra böceklere yem olacak olanın övünmek neyine! {Hazreti Ebubekir}

    Üzerinize bir köle idareci olsa, 
    onu dinleyiniz ve itâat ediniz.
    Hazreti Muhammed
    Sallallahu Aleyhi ve Sellem
    buhari 401
     

    Hasta olarak yatan ve öleceğini bilen Hz.Ebu Bekir(r.a.),katibini çağırır, bu katip de Hz. Osman(r.a.)'dir.Hz.Ebu Bekir (r.a.),Hz.Osman(r.a.)'a «Benim söyleyeceklerimi yaz» diyor ve başlamak için besmele,Hz.Peygamber(s.a.v.)'e salavatlar yazdırmaya başlıyor. Devam ediyor:«Allah'ın kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve diğer dünyaya intikal edeceği ilk dakikada sizden,aşağıdaki hususları istiyor».Bu dünyadaki son dakika ile diğer dünyaya intikal olan ilk dakika,öyle bir andır ki kafirler bile inanır,tevbe eder.»Hz.Ebu Bekir(r.a.),bu ifadelerle bu anda yalan söyleyemeyecegini ifade etmek istiyor.«Ben sizin su şahsa biat etmenizi istiyorum...» diyor ve şahsın ismini söyleyemeden bayılıyor.Hz.Osman(r. a.) cümleyi tamamlayamıyor.Sonra Hz.Osman(r.a.) cümleyi kendiliğinden tamamlıyor «Ömer» adını yazıyor.Birkaç dakika sonra Hz.Ebu Bekir(r.a.) ayılıyor.Muhtemelen Hz.Osman(r.a.),Hz.Ebu Bekir(r.a.)'in vefat ettiğini sanmıştı.Hz.Osman devlet sekreteri olduğu için halifenin vasiyetnamesini tamamlamış ve onu mühürleyip,halka göstermeyi amaçlamıştı.Ve burada Hz.Osman(r.a.)'in karakterinin büyüklüğünü görüyoruz.Çünkü o kendi adını yazabilirdi.Hz.Ömer(r.a.)'in adını yazmıştır. 

    Hz. Ebu Bekir (r.a.), uyanınca Hz. Osman (r.a.)'a ne yazdığını sorar. Hz. Osman (r.a.) cümleyi okur: 

    «Ben ölürsem, Hz. Ömer (r.a.)'e biat edin.» Hz. Ebu Bekir bundan çok mütehassıs olur ve Hz. Osman (r.a.)'a, «Sen halifenin bütün sartlarını haizsin, kendi adını yazabilirdin, fakat Ömer'in adını yazdın, Allah senden razı olsun» der. Sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) vasiyetnameyi tamamlar ve Hz. Osman (r.a.)'a bunu hilafet mührü ile mühürlemesini söyler, vasiyetname, mühürlenir ve kapatılır. 

    Bundan sonra emniyet müdürünü çagirirlar. Emniyet müdürü geldiginde, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ona söyle der: «Bu zarfi al, disari çik ve müslümanlari çagirarak onlara de ki, bu kapali zarfla, Ebu Bekir'in vasiyetnamesi ve O'nun yerine geçecek olan halifenin adi yazilidir. Bu adi yazili olan halifeye biat edin» Filhakika, bu kagitta kimin adinin yazili oldugunu emniyet müdürü dahi bilmiyordu. Bunu sadece Halifenin sekreteri olan Hz.Osman (r.a.) biliyordu. Ve bu böyle oldu. Yani emniyet müdürü, Halifenin vasiyetim söyleyince, bütün müslümanlar, seçilen fakat ismi bilinmeyen Halifeye biat ettiler. Çünkü onu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçmisti. Ve o müslümanlar dediler ki: «Madem ki bunu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçti, o kim olursa olsun, o bizim halifemiz olacaktir»
    Hazreti Ebû Bekir’in halife seçilmesinde ilk bîat eden Hazreti Ömer’dir. Bundan sonra da her işinde halifeye yardım edip,vefâtına kadar O’nun hizmetinde bulundu.Üsâme ordusunun Suriye’ye gönderilmesinde, irtidat (dinden dönme) olaylarının önlenmesinde büyük hizmetler yaptı. Hazreti Ebû Bekir devrinin Beyt-ül-mal emîni,yani mâliye vekîli Hazreti Ömer idi.Bu husûsta da adâletle hizmet etmiştir.O zaman henüz toplanmamış sahifeler halinde bulunan Kur’ân-ı kerîm’in bir kitap haline getirilip iki kapak arasında toplanmasını ilk önce Hazreti Ömer istemiştir.Bu husûsta Hazreti Ebû Bekir ile görüştükten sonra,Hazreti Ebû Bekir Kur’ân-ı kerîm âyetlerini kitap halinde bir araya toplattı. Hazreti Ebû Bekir vefâtına yakın,Eshâb-ı kiramın (radıyallahü anh ) ileri gelenlerini çağırıp görüştükten sonra,Hazreti Ömer’i halife tayin etti. Hazreti Osman’ı çağırarak yaz buyurdu.O da yazmaya başladı.Önce besmele yazıldı.Sonra:“Bu Allah’ın Resûlünün (aleyhisselâm ) halifesi Ebû Bekir’in dünyâdaki son günü,ahiretteki ilk gününün vasiyetidir.” (Ben Ömer İbni Hattâb’ı halife seçtim.O’nu dinleyin.O’na itaat edin! Hayrı araştırmada kusur etmedim.Eğer sabır ve adâlet eylerse beni tasdîk etmiş olur.Yanılmışsam gaybı ancak Allah bilir.Ben hayrı istedim.) yazdırdı.Hazreti Ebû Bekir kendinden sonra Hazreti Ömer’i halife seçtiğini Eshâb-ı kirama bildirip yazdırdığı vasiyyetini de okuyunca Eshâb-ı kiram “Kabûl ettik ve itaat ettik” dediler.

    Allah'a ibadet etmenin tadına varayım diye müslüman olduğumdan beri doyasıya yemedim.Allah'a kavuşmak şevki ile kanasıya içmedim.Çünkü,çok yemek,az ibadete sebep olur,insan çok yiyince vücudu ağırlaşır,gözkapaklarına ağırlık çöker,azaları gevşer.Böyle bir kimsenin elinden,kendini ne kadar zorlarsa zorlasın uykudan başka bir şey gelmez.(Hz.Ebubekir(r.a))