18 Eylül 2016 Pazar

Selahaddin Eyyübi,Haçlıların Müslümanların ticaret kervanlarına saldırması ve huzuru bozması üzerine,Haçlılar üzerine sefer başlatmıştır.
Hittin Muharebesi'nde Haçlıları büyük bir bozguna uğratmış ve 1187 tarihinde Kudüs şehri bir Miraç kandilinde tekrar Müslümanların eline geçmiştir.
Selahaddin Eyyübi şehri aldıktan sonra şehirde bulunan Haçlılara ve özellikle de kadınlara,çocuklara ve din adamlarına çok iyi davranmıştır.Onlara her türlü kolaylığı göstermiş,hatta birçoklarını fidye almadan gidecekleri yere göndermiştir.Gayr-i müslimlere Hz. Ömer zamanından beri verilegelen hakları aynen verdiği gibi eskiden sürülmüş bir kısım Yahudilerin geri dönmesine de izin vermiştir.

Hazret-i Ömer bir gün hutbe irâd ederken: “Şâyed benim bir eğriliğim görülürse düzeltilsin...” demiş idi. Sâmi’înden biri kalkıp; “Senin eğriliğin görür isek kılıç ile düzeltiriz...” demesiyle; Hazret-i Ömer: “Şükür Allah’a ki bu ümmetde Ömer’in eğriliğini kılıcıyla düzeltecek kimseler yarattı!..” diye senâ-hân oldu. Nakl olunur ki mulûk-i Emeviyye’den Abdülmelik oğlu Müslime kibâr-ı tâbi’înden Ebû Hâzım hazretlerine: “Siz bize 1 ülil emri minküm
nazm-ı celîli hükmünce itâ’at ile me’mûr değil misiniz?..” dedi. Ebû Hâzım hazretleri; “Evet, fakat Hakk’a muhâlefet ettiğiniz zaman 2 sizden ile şerîfi i-emr) فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِْ) hilye-i mutâ’iyyet nez’ olunmuştur, değil mi?..” diye cevâb verdi. Bu hakk-ı mukāvemet ve usûl-i murâkabe-i ümmet sâyesinde idi ki Devlet-i Muhammediyye ikāb-ı satvet ve azametinin iki cenâhını şark u garb-ı âleme yaydı. Kuteybe ve Mûsâ bin Nasîr ve Abdurrahman ve Ukbe gibi kahramanların dest-bürd-i gayretleriyle takrîben bir asır içinde hudûd-ı dârü’l-İslâm kâmilen Afrika sevâhili ile Avrupa’nın cenûb-ı garbîsine ve Asya’nın hemen bütün memâlik-i ma’- mûresine yayılarak âlemin iki ucuna dayandı. Çin’den tâ Fransa içinden geçen Loire nehrine kadar rub’-ı meskûnu ihâta etti. Bu feth olunan yerler Romalıların sekiz yüz sene zarfında kabza-i teshîre aldıkları memâlik ve büldândan aded ve vüs’atçe pek çok ziyâde idi. Müslümanlar feth ettikleri yerlerde câzibe-i fazîlet ve adl ü hakkāniyetleri ile kulûb-i nâsı celb ediyor ve nâs kendilerine an-samîmi’l-kalb muhibb ü mutî’ tebe’a ve hattâ asker ve leşker oluyorlar idi.

Hazret-i Ömer Efendimiz birgün sabah namazını kılarken, o hâin zehirli bir kılıcla arkasından saldırdı. Hazret-i Ömer Fâruk bir iki gün kadar yaşadı, sonra vefât etti. O esnâda kibâr-ı ümmet huzûr-ı Ömer’e geldiler. Sordular: – Ey Emire’l-mü’minîn! Ey Halîfe-i zîşân!. Artık hayâtdan ümîdini kestin. Her işi şûrâya bıraktın. Ayrıca tavsiyen yok mu? Sahîh-i Buharî’de musarrahdır bu. – Size en birinci tavsiyem, dedi, Allah’ın zimmetine, Resûl’ün zimmetine, yani şerî’atimizin verdiği ahde sığınan gayr-i müslim tebe’ayı hoş tutun. Onlara karşı kalbinizde bir hiyânet, bir garaz beslemeyin.Dikkat ediyor musunuz? Nasıl bir zamanda bu tavsiyeyi ediyor? Kendisini şehîd eden bir gayr-i müslim. Öyle iken onlara adâvet beslemiyor. Hamd ediyordu Allah’a, ki bir müslim üzerinde kanı kalmadı. – En birinci teşekkürüm Allah’a budur. Ya bir serkeşlik ederek bir müslüman kanıma girseydi. O da yanacaktı. Bu ise zâten müslüman değil..
Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: Cenâze (tabuta) konulup erkekler omuzlarına yüklendiklerinde o cenâze iyi bir kişi ise: Beni (sevâbıma) ulaştırınız, der. Eğer o cenâze kötü bir kişi ise: Eyvâh! Bu cenâze ile nereye gidiyorsunuz? diye feryâd eder. Cenâzenin bu sayhasını (gâfil) insandan başka her mevcûd işitir. İnsan da bunu duysa derhal bayılır.buhari 652
30 sene içinde bir vahşi kavmi,
hem de küçük bir insan topluluğunu, dünyanın en muazzam, en medeni,
en yüksek ahlaklı,en yüksek seciyeli,
en kahraman,en bilgili bir millet hâline getirmek, her hangi bir insanın, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak Allahü teâlânın resulünün, yani Muhammed aleyhisselamın bir mucizesidir.

“O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, evvela onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.”
Roma devletinin yüksek mevkilerini ele geçiren ve kendilerini hristiyan gibi gösteren münafıklar,şirk ve putperestliği Hristiyanlığa karıştırdı.Konstantin de bunlardan birisi idi.
John W. Drapper


Resûl-i Ekrem hâl-i seferde bulundukları bir günde ashâb-ı kirâma bir koyun zebh etmelerini emir buyurdular. Ashâbdan biri: “Koyunu ben keserim”, diğeri “Ben de yüzerim”, bir başkası dahi “Ben de pişiririm” dedi. Resûl-i Ekrem de: “Öyle ise ben de size odun ve yonga toplarım” buyurdular. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallâh! Siz istirâhat buyurun. Ne lâzımsa biz yaparız” dedilerse de; Resûl-i Ekrem: “Bilirim, yaparsınız; lâkin ben sizden mümtâz bir halde bulunmayı kabûl etmem. Siz çalışın, ben durayım... Böyle şey olmaz, olamaz. Çünki buna Allah râzı olmaz” buyurdular. 

Cenâb-ı Peygamber bir gün ashâbıyla otururken bakmışlar ki bir genç babayiğit erkenden kalkmış çalışıyor. Ashâb-ı kirâm; “Ne olurdu şu delikanlının mesâîsi Allah yolunda olsaydı...” demişler. Cenâb-ı Peygamber “Bu sözü söylemeyin. Eğer bu genç âhara arz-ı ihtiyâc zilletinden vâreste kalmak için çalışıyorsa, Allah yolunda çalışıyor demektir; say ü amelden kalmış ebeveyni için çalışarak onları infâk ediyorsa yine Allah için çalışıyor demektir; yok, iktisâb-ı servet ederek ötekine berikine kurulmak için uğraşıyorsa fî sebîli’ş-şeytân(şeytân için) çalışıyor demektir.” buyurmuşlar.

Hazret-i Fahri Âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz “Âr-ı züll-i suâlden kendisini vikāye, evlâd ü iyâlinin maîşetini temîn, konu komşusuna muâvenet ve bezl-i âtıfet için dünyâyı taleb ve cem-i emvâl ve emlâke
say ü gayret edenler yüzleri bedr-i münîr gibi münevver olduğu hâlde cennât-ı âliyâta dâhil, cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhîyi müşâhede şerefine nâil ve bu sûretle kendileri için ebedî bir nimet, sermedî bir izzet, dâimî bir saâdet hâsıl olur” buyuruyorlar.