13 Ağustos 2016 Cumartesi

HARÂM b. MİLHÂN r.a
Bi’ri maûne hadisesinde ilk şehid olan sahâbî.
Ensardan  olan Harâm b. Milhân Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı. 4. yılın Safer ayında Âmir b. Sasaa kabilesi reisi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik’in isteği üzerine Hz. Peygamber, çoğu ensara mensup ehl-i Suffe’den yetmiş kadar sahâbîyi adı geçen kabile halkına İslâmiyet’i öğretmekle görevlendirdi. Yola çıkan sahâbîler Bi’rimaûne’ye varınca bir mağarada konakladılar. Başkanları olan Münzir b. Amr el-Hazrecî, Harâm b. Milhân ile iki arkadaşını Resûl-i Ekrem’in mektubunu Âmir b. Sa‘saa kabilesinin reisine götürmekle vazifelendirdi. Harâm b. Milhân ile arkadaşları Kâ‘b b. Zeyd ve Münzir b. Muhammed b. Ukbe el-Hazrecî yolda, baştan beri İslâmiyet’e ve Hz. Peygamber’e karşı kin besleyen ve Ebû Berâ’nın yeğeni olan Âmir b. Tufeyl’in emrindeki birkaç kişi ile karşılaştılar. Harâm, onların niyetini bilmediği için arkadaşlarına kendisinden ayrı durmalarını, eman verirlerse yaklaşmalarını, eğer kendisini öldürürlerse dönüp arkadaşlarına haber vermelerini söyledi. Âmir’e de Resûl-i Ekrem’in elçileri olduklarını bildirerek ondan eman istedi. Ancak Âmir adamlarından birine işaret edip onu arkasından mızrakla öldürttü.
Harâm b. Milhân r.a,mızrağın açtığı yaradan fışkıran kana ellerini bulayıp yüzüne ve başına sürerek,“Kâbe’nin rabbine yemin ederim ki ben kazandım” diye bağırdı (Buhârî, “Cihâd”, 9, “Meġāzî”, 28; Müslim, “İmâre”, 147). Harâm’ın kardeşi Süleym  de Bi’rimaûne’de şehid düştü. Ölü zannedilerek bırakılan arkadaşı Kâ‘b b. Zeyd ise yaralı olarak dağa kaçıp canını kurtardı.


Ashab-ı Suffe
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mescidine bitişik sofada barınan ve islâmî tedrisatla meşgul olan sahabiler.
İslâm tarihinde "suffe" denilince, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'deki mescidinin bitişiğindeki bu isimle anılan yer anlaşılır. Burada barınan sahabîlere de "ashab-ı suffe" veya "ehl-i suffe" denir. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII, 46).
Kurra,Ehl-i Suffeden olup,odun toplayıp satıp Ashab-ı Suffeyi doyururlardı.Kur'anı hıfz ve talim ile meşgul olurlardı.


11 Ağustos 2016 Perşembe

ESMÂ bint YEZÎD ra
Kadın sahâbî. 
Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni bütün erkek ve kadınlara peygamber göndermiştir. Biz sana ve senin rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz için evlerinizde kapanıp kalmış, nefislerinizi tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda taşımışızdır. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz. Bütün bunların en önemlisi Allah yolunda cihad etmektir. Fakat siz hac veya umre için yahut düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız zaman mallarınızı biz koruruz, iplik eğirip size elbise yaparız, çocuklarınızı besleriz. Buna göre bizler sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?” Esmâ’nın bu sözlerini takdir eden Resûl-i Ekrem ashabına, “Siz bir kadından, din konusunda sorduğu bir soruda bundan daha güzel söz işittiniz mi?” dedikten sonra Esmâ’ya dönerek şunları söyledi: “Ey hanım, iyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara da iyice anlat ki bir kadının kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu kazanması sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin hepsine denktir” (İbnü’l-Esîr, VII, 19).
 Esmâ bir başka gün de Hz. Peygamber’e giderek kadınların hayızdan ve cünüplükten nasıl temizleneceklerini sormuş, onun bu tavrını takdir eden Hz. Âişe, utanma duygusunun ensar kadınlarının dinlerini öğrenmesine engel olmadığını belirtmiştir.
Esmâ bint Yezîd’in Hayber Gazvesi ile Mekke’nin fethine katıldığı, Yermük Savaşı’nda çadırının direğiyle dokuz Bizans askerini öldürdüğü rivayet edilmektedir.

9 Ağustos 2016 Salı

Dımad bin Salebe ra

Dımâd bin Sa’lebe (r.a.),Hz Muhammed’i sav arayıp bulmaya,derdini öğrenip onu iyileştirmeye karar verdi. Çünkü Mekke’nin ve o havalinin yegâne ruh doktoru o idi. Doğruca yola koyuldu ve o gün akşama kadar araştırdı. Muhammed’i (a.s.m.) bulamadı.
Sonunda onu Kâbe’de namaz kılarken buldu. Makam-ı İbrâhim’in arkasında tahiyyatta idi. Namazını bitirip selam verince yanına yaklaştı. Tedbirli bir tavırla ona doğru yürüdü.
“Ey Abdülmuttâlib’in torunu, bana dön bakalım!” dedi.
Re­sûlullah (a.s.m.) yönünü döndü ve ”Ne istiyorsun?” dedi.
“Ruh hastalıklarını tedavi ederim. İstersen senin derdine de bir çare bulayım. Hastalığını büyütme. Senden daha ağır hasta olanlarını iyileştirdim. Kavmin sendeki birtakım kötü hasletlerden bahsediyor. Ümitlerini iyice kırmışsın, cemaatlerini parçalamışsın. Ölenlerini sapıklıkla itham etmişsin, İlahlarını kınamışsın… Bunları ancak cinnet getiren bir kimse yapar!”
Resûlullah (a.s.m.), Dımâd’ı sabır ve sükûtla dinledi. Çünkü o, önce konuşanı dinler, sonra ne söylemek gerekiyor, nasıl davranmak icap ediyorsa en güzelini yapardı. Henüz cehalet bataklığında olup kafasında putların inancını taşıyan Dımâd’a da şöyle hitap etti:
“Hamd Allah’a mahsustur. Yalnız O’nu medheder ve O’ndan yardım isterim. Allah kime hidayet ederse, kimse onu saptıramaz. Kimi de saptırırsa, onu kimse hidayete erdiremez. Tek olup hiçbir ortağı olmayan Allah’tan başka ilah olma­dığına şehadet ederim.” diye sözlerine başladı ve kendisine isnat edilenlere cevap verdi.
Dımâd şaşırmıştı. Çünkü dinlediği sözler, değil cinnet eseri, dünyanın en akıllı insanının dahi söyleyemeyeceği kadar veciz ve güzeldi. Beyninden vurulmuşa döndü. Nasıl olur da, Kureyş’in en uluları onu “delilik”le itham edebilirlerdi? Yoksa kendisi mi deli olmuştu ki, onun saçma sözlerini çok mükemmel görüyordu? Dayanamadı:
“N’olur, bu söylediklerini bir kere daha tekrar et!” dedi.
“Ben kâhinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini işittim. Vallahi bu sözlerin benzerini hiç duymadım! Senin sözlerin, deryaların enginliklerine nüfuz etti. Bu sözlerin sahibi bir mecnun, bir sihirbaz ve bir şair olamaz. Haydi uzat elini, İslam’a girmek üzere sana biat edeyim.” dedi.


8 Ağustos 2016 Pazartesi

Selman Farisi ra

İslama girdikten sonra nesep soy tanımam.
Ben Selman b. İslamım.
Selman-ı Farisi ra
Selman b. İslamın kardeşi Ömer b. İslamım.
Hz Ömer ra
Selman-ı Farisi hazretleri, eshab-ı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Ehl-i beytten sayılmıştır.
Medayin'de vali iken Şam'dan bir kimse geldi. Yanında bir çuval incir vardı. Selman-ı Farisi hazretlerini tek bir hırka ile görünce işçi zannetti. "Gel şunu taşı" dedi. O da çuvalı yüklendi ve yürümeye başladı. Bunu görenler, adama, "Sen ne yapıyorsun bu validir" dediler. Adam, "Kusurumu bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı indirin" dedi. Hazret-i Selman; "Hayır niyet ettim gideceğin yere kadar götüreceğim" dedi ve adamın evine kadar götürdü.










Allah,bir kulu,zelil rezil etmek istediği zaman onu borçladırır.Hz Muhammed sav

Allah,bir kulu,zelil rezil etmek istediği zaman onu borçlandırır.Hz Muhammed sav
 Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in zevce(-i pâkize)si Âişe(-i Sıddîka) radiya`llâhu anhâ`dan sened-i muttasıl ile rivâyet olunuyor ki, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem namaz(ın sonun)da: Allahım,Kabir azabından, Deccalden,hayat ve ölüm fitnesinden, günah ve borçtan sana sığınırım diye duâ buyururdu. Biri kendisine: "Mağremden (yâni borçtan) ne de çok istiâze ediyorsun!" dedi. Bunun üzerinde: "İnsan borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde duramaz" buyurdu.



5 Ağustos 2016 Cuma

Ali Uvi Kurucu Hatıralar

Tahsildarla polis ayakkabılarıyla
camiye girdiler.Tahsildar:demek
şehrin merkezinde Arap harfleri
okutuluyor,irticai hareket öylemi,
polis efendi zabıt tut.Merhum
babamın o gün o zalime bir
yalvarması var.O günden kalan
yara hala içimde kanar.

Ali Uvi Kurucu

Ezan ve Kamet in aslını okuyanlar işkence gördükten sonra hapsediliyordu 
1930 başlarında,jandarmaların tasallutundan,babam köyde Kur'an okutamaz hale gelmişti.
1932 de ezan Türkçe okunması resmen mecbur tutulunca Medineye hicret etti (Zekai Efendi) 
Yunan gelirse,dinimi değiştirir ezanımı değiştirir yazımı değiştirir kıyafetimi değiştirir diye 
harp etmedimi? Hepsini sen yaptıktan sonra sen daha mı gavursun yahu? 
Dedem Konya da Ulu Camide 50 yıla yakın ücretsiz imamlık etti.
Ali Ulvi Kurucu 

1932 de Caminin halıları çalınmış,polise şikayet edilmiş,zabıt tutulmuş cami kapanıp mühürlenmiş
Dedemin takkeyle dolaştığını gören albay 'sen niçin şapka giymiyorsun' diye musallat olmuş 
Seni bir daha takkeyle görürsem,seni bu atla çiğnerim.Kaç defa dedim şapka giy diye 
Üç gün sonra,o subaya buğday kamyonu çarpmış,gebermiş 
Dedemin camii ot deposu oldu.Elinden anahtar alındı.Camiye ot dolduruldu. 
Evkaf-Vakıflar İdaresi 'ihtiyaç fazlası' diyerek camiyi kiraya veriyor-satıyordu 
Halk Partisi inkar üzerine temeli atılmış bir teşekküldür.Allah dostlarından beddua almıştır.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi

4 Ağustos 2016 Perşembe

Cübeyr İbni Mut’ım ra Tur Suresi’nden Etkilenip müslüman oldu

Tur Suresi’nden Etkilenen; Cübeyr İbni Mut’ım radıyallahu anh
Hazreti Ömer radıyallahu anh gibi Kur’ân-ı Kerîm’in engin, derin mânâsının tesirinde kalarak İslâm’la şereflenen yiğitlerden!..
O, uzun süre Allah Rasûlü’nden uzak kaldı. İslâm’ın nurundan kendini mahrum bıraktı. Hicretten önce Dârü’n-nedve’de Efendimizi öldürmeye karar veren heyette bulundu. Bedir Gazvesi’nde müşriklerin arasında yer aldı. Fakat Hudeybiye antlaşmasından sonra Cübeyr ibni Mut’ım’de çok büyük değişiklikler oldu. Gönlü İslâm’a ısındı ve müslümanlara düşmanlıktan vazgeçti. Yaptıklarından pişman olup İslâm’ın nuruna koştu. (628 yılında) İslâmiyet’i kabul etti ve çok samimi bir müslüman oldu.
O, Hazreti Ömer radıyallahu anh gibi Kur’an-ı Kerim’in engin, derin mânâsının tesirinde kalarak İslâm’la şereflendi. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mübarek fem-i seâdetlerinden Tûr Sûresi’ni dinledi. Bu sûrenin âyetlerini dinlerken kalbi ürperdi ve hissiyâtını; “Sanki kalbim çatlayacak sandım” diyerek ifâde etti. (Ahmed, IV, 83, 85)
Cübeyr ibni Mut’ım radıyallahu anh İslâm’la şereflenişini kendisi şöyle anlatır:
“-Bir görüşme yapmak üzere Medine’ye gitmiştim. Sabah namazı vakti Mescide vardım. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda Tûr Sûresi’ni okuyordu. Bir kenarda oturdum ve sonuna kadar dinledim. Bu suredeki ilâhî, derin mânâlar gönlümü adeta yıkadı. “Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.” (Tur: 7-8) âyeti beni korkutup ürpertti. Kendi kendime düşünmeye başladım. O güne kadar yaptığım düşmanlıklar, kin ve nefretler bir anda içimden silindi. Kalbime bir huzur hali geldi. Gönül dünyam ışıyıverdi.Namazdan sonra hemen Rasulullah’ın huzurunda diz çöküp kelime-i şehadet getirdim.”
Alvarlı Mehmet Efe Hz bir taraftan imâmlık yaparken diğer taraftan gönlüne girdiği herkesi Rus zâlimlerine karşı silahlandırdı.1917'de Rusya'da bolşevik ihtilâlinin vukû bulmasından sonra Ruslar, Osmanlı topraklarından çekilirken silahlarını Ermenilere vererek onları mâsum ve savunmasız Türkler üzerine kışkırttılar. Ermenilerin hedefi, Doğu Anadolu'yu da içine alan büyük Ermenistan devletini kurmaktı. Bunun için Türk ve Müslüman olan halkın bölgeyi terketmesini istiyorlardı. Bu gâyeleri tahakkuk ettirmek üzere görülmemiş bir kıyım ve imhâ hareketine başladılar. Beşikteki bebeklere ve yatalak hastalara varıncaya kadar öldürdüler. Bâzılarını câmi, ev ve ahırlara toplayarak sonra ateşe verdiler. Bu mezâlim, doğudan batıya doğru büyük bir göç dalgasının başlamasına sebep oldu.
Ermenilerin bu insanlık dışı fiillerine karşı, Alvarlı Mehmet Efe Hz, Yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle harekete geçti. Önce Oyuklu köyü yakınında Rusların karargâh deposu olan ve Ermenilerin elinde bulunan bir silah deposunu bastı. Bu silah ve malzemeleri Haydari Boğazı'ndaki Zergide köyünde bulunan Türk ordusuna ulaştırdı. 12 Mart 1918'de Türk ordusu ile birlikte Erzurum'a girdi.Ancak aynı gün babası Hâce Hüseyin Efendi şehîd düştü.
Dünyâyı hiç sevmezdi. Dünyâ malıyla hiç ilgilenmedi. Doksan senelik hayâtında taş taş üstüne koymadı. Bir evi yoktu. Cenâb-ı Hakka hamdederek; "Elhamdülillah,tapuda kaydım dünyâlık şeyim yok.Babam bu dünyâya bir çivi çakmamıştı.Benim de bir çivim yok." derdi.

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Ümmü Eymen r.a savaş alanına koşmuş, yaralılara su vermeye başlamıştı. Hıbban b. Araka Ümmü Eymen’e ok atmış,o da yere düşüp üstü-başı açılmıştı.Allah düşmanı katıla katıla gülüyordu. Bu durum Peygamberimiz’e (sav) ağır gelmişti. Sa’d b. Ebi Vakkas’a r.a bir ok vermiş ve: “At!” demişti. Sa’d’ın attığı ok Hıbban’ın boğazına saplandı. Yüzüstü yere düşüp üstü-başı açıldı. Peygamberimiz (sav) “Sa’d Ümmü Eymenin öcünü aldı. Allah Sa’d’ın duasını kabul etti.” dedi.”
Bir gün Ashâbına hitaben, “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen, Ümmü Eymen’le evlensin.” buyurdu. Böylece onun cennetlik bir kadın olduğuna işaret ediyordu. Ümmü Eymen, Resûlullah’ın kendisi hakkındaki bu sözünü duyunca sevinçten ne yapacağını şa­şırdı. Resûlullah’ın davetine ilk icabet eden, evlatlığı Zeyd bin Hârise (r.a.) oldu. Hz. Zeyd genç bir sahabiydi. Ümmü Eymen gibi yaşlı bir kadınla evlenmeye sırf Allah’ın Resûl’ünü memnun edebilmek için talip olmuştu. Peygamberimizin rızasını dünyevi lezzete tercih etti. Bundan sonra Resûlullah (a.s.m.) bu büyük sahabisi ile sevgili dadısını nikâhladı. İşte, babası gibi büyük bir sahabi olan İslam kumandanı Üsâme bin Zeyd (r.a.) bu evlilikten dünyaya geldi.