Mevlana hazretleri şeyhlerin şeyhi ve zamanın az yetiştirdiği
insanlardan olan muhaddislerin sultanı şeyh Sadreddin'i (Allah
ona rahmet etsin) görmeye gitmişti. Şeyh Sadreddin, Mevlana'yı
tam bir ağırlama ile karşılayıp kendi seccadesi üzerine
oturttu. Kendisi de onun karşısında iki dizi üzerine edeple
oturup mürakabeye daldılar ve nurla dolu olan huzur deryasında
bir zaman yüzüp gezdiler. Meğer, Şeyh Sadreddin'in hizmetinde
bulunan ve birkaç defa Kabe'yi ziyaret eden dünyanın
insanla şenelmiş dörtte birinin şeyhlerinin sohbetine kavuşmuş
olan bir derviş vardı. Ona Haci-i Kaşi derlerdi. Mevlana
hazretlerinden: "Fakirlik nedir?" diye sordu. Mevlana
hiç cevap vermedi. Şeyh Sadreddin çok incindi. Derviş sualini
üç defa tekrar etti. Mevlana yine hiç bir şey söylemedi ve hemen
kalkıp yürüdü. Şeyh Sadreddin onu dış kapıya kadar
uğurlayıp döndü ve son derecede kızarak: "Ey kemale ermemiş
ihtiyar ve ey vakitsiz öten kuş! O sırada sual sorma ve
konuşmanın yeri miydi ki, terbiyesizlik ettin. Mevlana senin
sualine doğru cevap verdi. Şimdi sen, habersiz, vaktine hazır
ol, çünkü gayb aleminden darbe yedin," dedi. Kaşi: "Cevabın
ne idi?" dedi. Şeyh: Fakir, Allah'yı bilince, dili tutulur (ağırlaşır).
Yani tam derviş, velilerin huzurunda dille ve kalple
hiç bir şey söylemez. Nitekim demiştir,
Şiir:
"(Hakikati) görenlerin önünde söz söylemek
hatadır. Çünkü o, bizim gaflet ve noksanımızın
delilidir."
"Senin faydan, görenin önünde susmakhr. 'Susunuz'
(K., XL VI, 28) hitabı bunun için geldi,"
üç gün sonra ayaktakımı (rindan) onu bağının yolunda giderken
öldürdüler ve nesi var nesi yoksa alıp götürdüler. Velilerin
kahır ve gazabından Allah'ya sığın•rız.
Yine bir derviş Mevlana hazretlerinden: "Arif kimdir?"
diye sordu. Mevlana: Arif, hiç bir bulanıklığın temiz olan meşrebini bulandırmayan kimsedir. Çünkü arif değişmez ve ona gelen her bulanıklık durulur." Buyurdu. Nitekim demiştir.
Şiir:
"Akan suda çörçöp nasıl bulunabilir? Ey can!
canda ve ruhta kin nasıl yer edinebilir?''
(191) Yine bir aziz riva yet etti ki: Bir
gün Mevlana hazretleri dostlardan mürekkep ve kalem isteyip
medresenin duvarına iri harflerle "Ruhun gıdasından oruç
tutmak (yememek) haramdır. Allah en iyi bilicidir," diye bir
satır yazdı ve tekrar bir kitabın bir sahifesine "Maşukun lezzetinin
delili, aşıkın göz yaşıdır ve bu peygamberlerin mucizesidir
(Selam onların üzerine olsun)" diye yazılmasını buyurdu.
"Seni seveni ara, seni arayanı ara."
Derler ki, bir gün Mevlana hazretleri 'O, beni yarattı ve
beni hidayete mazhar etti' (K., XXVI, 78) ayetinin manası, yani
o beni kendi hizmeti için yarattı ve hizmet adabını öğrenmek
için bana yol gösterdi, demektir ve babaların sulbünde,
çocukların dillerinde ve annelerin rahimlerinde 've secde edenler
arasında secde edişini de görür' (K., XXVI, 819) buyurdu.
( 192) Y in e fazıl arkadaşlardan Mevlana Fahreddin-i
Edip (Allah ona rahmet etsin) r iv a y e t e t ti k i : Bir
gün Mevlana hazretleri büyük bir mahfilde Peygamberin
"Ben, Allah'yı daima kırmızı elbise ile gördüm," hadisini açıklıyordu.
Kimsenin nefes almağa mecali yoktu. Herkes bu açıklamaya
şaşmışlardı. "Ben, Allah'yı daima kırmızı hulle içerisinde
gördüm," şeklinde başka bir rivayet daha buyurdu ve
heyecanlar gösterip şu gazeli söyledi.
Şiir:
"Kırmızı hullenin kılları içinde gözden ve
ruhtan daha yüksek olan bir nur vardır. Kendini ona
ulaştırmak istersen kalk, nefis perdesini yırt.
O ruh, kaşı, gözü ve esmer rengi ile latif bir
suret oldu. "Keyfiyetten münezzeh olan Allah,
Peygamber Mustafa'nın suretinde göründü.
Onun o sureti, suretin yok olmasıdır. O gözler
bir kıyamettir. Ne zaman halka baksan, Allah'dan
sana yüz kapı açılır. Mustafa'nm sureti
yok olduğu vakit her şeyden büyük olan Allah
dünyayı kapladı."
Ve buyurdular ki: rüyada kırmızı elbise giymek yahut
kırmızı görmek dirlik ve sevinmeğe; yeşillik zühte, beyazlık
takvaya, mavi ve siyah matem ve gama delalet eder. Allah
daha iyi bilicidir.
(193) Yine na k 1edi1 mi ş tir ki: Bir gün
Mevlana, Pervane'nin meclisinde ileri gelenlerin ve uluların
yanında ilahi ilimler saçtığı sırada: "Allah, kendi eserine bakanın
yanında mevcut, zatına bakanın yanında ise namevcuddur.
Allah'dan başkasına kavuşmak ona doğru gitmekle olur.
Halbuki Allah'ya ancak sabır ile ulaşılabilir. Allah güneşten
daha çok görünendir. Kim gördükten sonra anlatılmayı ararsa
o kayıptadır.
Şiir:
"Hakkın varlığına delil arayan kimse kördür,
zelildir ve zarardadır."
Bir maksadı olmayanın varlığı da yoktur. Eğer varsa,
onun varlığı yalnız eza, cefa çekmeğe maruz kalmak içindir.
Zahit, hizmet ve ibadet etmeği sever; arif ise, hizmet edileni
sever. Zahit yaralıdır, arif ise cerrahtır," buyurdu.
( 194) D e r l e r k i : Bir gün Mevlana hazretleri (Allah
onun sırrını kutlasın) sema hakkında bir söz söylüyordu.
Buyurdular ki: "Evvelii sema ehliyetini elde et, ondan sonra
sema yap. Nitekim ben, dün şekeri burnuma tuttum, burnum
şekerden bir şey anlamadı; çünkü o anlamağa istidatlı değildi,"
buyurdu.
Şiir:
"Cennetin sana bir hayat vermesi için sende
evvela bir cennet istidadı olması lazımdır. Eğer
istidadın olmadan madenin içine girsen, ondan
bir zerre bile elde edemezsin."40
Toprağın altına gitmek istemiyorsan, nurun içine kaç.
çünkü nur toprağa gitmez.
Şiir:
"Nuru istiyorsan ona istidatlı ol. Huri istiyorsan
ondan daha temiz ol,41 Cebrail gibi temiz gönüllü
olmazsan Allah velilerinin yanına nereden yol bulursun?"
Buyurdu ki: Allah bana baksın da ben ölü olayım. Bu,
Allah'nın nazarından mahrum bir diri olınaktan daha iyidir.
Şiir:
"Allah, bana baksın da ben bir ölü olayım. Bu,
(Allah'nın nazarında) uzak ve reddedilen o diriden
daha iyidir."42
( 195) N a kle d i 1 mi ş tir ki: Hudavendigar daima
dostlara: "Allah sizi görünen kazadan saklasın," diye dua
ederdi. Dostlar bunun manasını sordular. Mevlana: "Görünen
kaza, ağyar ve sizden olmayanlarla sohbettir. hakikaten sohbet
azizdir. Kendi cinsinizden başkası ile sohbet etmeyiniz,"
buyurdu. Nitekim dedi.
Şiir:
"Feryat! Aynı cinsten olmayan dosta feryat!
Ey ulular! İyi bir arkadaş arayınız. Sizden
olanlara hizmet etmek istemezsen, ejderhanın
ağzındaki ayıya dönersin."43
Yine buyurdu ki: Bu manada efendim ve fakirlerin sultanı
Mevlana Şemseddin-i Tebrizi (Allah zikrini yüceltsin): "Bir
kimsenin müritliğe kabul edilmesinin alameti, onun yabancı
larla sohbet edememesidir ve eğer o kimse bir yabancının sohbetine
tesadüf ederse, onun yanında münafıkın mescitte, çocuğun mektepte ve esirin zindanda oturduğu gibi oturmalıdır," buyurdu.
( 1 96) Y i n e bir gün Mevlana medresede ilimler sa
çıyordu. Şehrin büyükleri de orada idiler. Mevlana: "Garazla
sevinmemiş ve ivazla da mağrur olmamışım," dedi.
Şiir:
"Fakirlik ve zaruret beni ölümle korkutsa da,
ben bu hürriyeti esirliğe değişmem."
Tamahın tadını tatmamışım. Kırk sene vardır ki, kanaat azığım,
fakirlik de sanatım olınuştur.
Şiir:
"Haşa ki gönlümde tamah olmasın. Kanaatten
gönlümde bir alem vardır.44 Bana ayran verdi·
ğinden beri balın yüzüne bakmıyorum; çünkü
her nimetin bir üzüntüsü vardır."
Ondan sonra buyurdu ki: kemal ve güzellik iddiasında bulunan
kimse, ya fiiliyle veya sözle böbürlenir, nazlanır; kendi
halinin ölçüsü ile: "Ben Allahyım," der. Ancak bu sıfatta yalancı
olanlar Firavun'a ve onun cinsine katılırlar; fakat kendilerine
bu iddia ulaşan azizler ve sadıklar bir gün iddia ettikleri
kemalden ötürü baş kaldırırlar. Şöyle ki: İnsanlara onların
Allah'lık hakikati hakikileşir. Nitekim (bu iki zümre hakkında)
demiştir:
Şiir:
"Ey muhip! O ''ben"in arkasında Allah'nın laneti,
bu "ben" in arkasında ise Allah'mnı rahmeti vardır.45
"O yapılan harekete Allah'nın rahmeti vefa eder.
Bunun ise, arkasında Allah'nın laneti vardır.
(197) Y i n e her bakımdan kamil olan müritler r i -
v a y e t e t t i l e r k i : Bir gün Mevlana hazretleri ilimler
ve sırlar saçmakta çok hararetlenmişti. Hallaci Mansur'un
(Allah onun aziz olan sırrım kutlasın) menkıbeleri hakkında
bir şeyler söylüyordu. Sonunda: Mansur'un asılmasına sebep
şu idi: Mansur, bir gün, "Eğer Muhammed sav'i elime geçirseydim,
muhakkak onun yakasına yapışırdım. Miraç gecesinde
Allah'nın huzuruna çıktığı vakit, yalnız kendi ümmetini dü
şündü. Niçin bütün insanlar için rahmet dilemedi ve niçin
cümlesini bana bağışla, demedi de (sadece) müminleri bağışla,
dedi," der. Bunun üzerine derhal Mustafa hazretleri (selam
üzerine olsun) temessül ve tecessüd edip kapıdan içeri girdi
ve "işte geldim, bakalım nasıl alacaklı gibi yakama sarılacaksın.
sarıl!" dedi ve: "Biz ne istiyorsak Allah'nın emriyle istiyoruz.
Kalbimiz onun buyruğunun evidir. Bu ev Allah'nın irade
ve fermanından başka her şeyden arınmıştır. Eğer cümlesi
için rahmet isteseydi, cümlesi için isterdim; fakat cümlesi için de
ğil, yalnız müminler için buyurdu," diye ilave etti. Mansur:
"Borcumu ödemeye hazırım," diye sarığını indirdi. Peygamber:
"senin başını isterim, sarığınla razı olmam," dedi.
Nihayet ikinci gün o olay vakı oldu (yani idam edildi). O da
bahane oldu. Mansur darağacında: "Bunun nereden geldiğini
ve bunun kimin isteği olduğunu biliyorum; onun isteğinden
de yüz çevirmem," dedi. öylece başını verdi ve alemin o sırrından
yüz çevirmedi. Sadık aşıklar din büyüklerinin ve yakin
sırrı ariflerinin emrinden asla yüz çevirmezler. Arif, Allah
ilminin madeni, nefsi ile taliplerin ruhlarının sütannesi ve ruhu
ile de alemlerin Rabbi'nin sırlarının kitabıdır. O vahşi bir
bedevi olsa da yine akıl ve edep madenidir.
( 198) Y i ne n ak 1 e d il m i ş t i r ki : Mevlana,
mübarek medresenin sahanlığında dolaşıyor ve "O Allah'nın
ismi ile başlarım ki ona yapışan yenilmez, ona tevekkül eden
zarar etmez. Kesin kararım, tövbem üzerine bismillah. Kalbimin
sevinci üzerine bismillah, sarhoşluk ve şükrün üzerine
bismillah," diyordu.
(199) Hikaye: Yine halifelerin sultanı, yeryüzünde
Allah'nın velisi, ulu dostlardan ve kıymetli pehlivanlardan
olan şeyh Mevla'l-Kabi (Allah'nın rahmeti onun üzerine olsun)
Danişmendiye vilayetinde rivayet etti ki: Mevlana Şemseddin-i
Mardin! ile birlikte sabah namazında Mevlana'nın medresesinde
bulunduk. Arkadaşlar, Mevlana'nın imamlık etmesini
rica ettiler; çünkü · Allah'dan korkan imamın arkasında
namaz kılan, Peygamberin arkasında namaz kılmış gibidir.
Mevlana bu arzuya icabet edip, hiç bir şeyhten işitilmeyen
nadir virtler ve işitilmedik dualar okudu. Onların cümlesinden,
hazretin yadigarı olarak bu on sözü hatırımda tuttum:
"Her korku için: "La ilahe illa'llah = Allah'dan başka Allah
yoktur", bütün keder ve elem için maşallah = Allah ne isterse",
her niyet için: "elhamdülillah = Allahya hamd" ve
her nimet bolluğu için: "eş-şükrü lillah = Allah'ya şükrolsun",
her şaşılacak şey için: "subhan Allah = Allah'yı her türlü
eksikten tenzih ederiz" her günah için: "estağfirullah =
Allah'dan mağfiret dilerim", her darlık için "hasbiy'Allah
= Allah bana yeter', her kaza. ve kader için: "tevekkeltü
ala'llah = Allah'ya tevekkül ettim," her musibet için: "Biz
Allahdanız, yine Allah'ya döneceği" (K., II, 1 56) ayetini, her
taat ve ma'siyet için: "la havle ve la kuvvete illa billahil'-aliyyi'l-azim
= kuvvet ve kudret ancak yüce ve ulu Allah'dadır"ı
hazırladım." Ve yine buyurdular ki: Sultanımız sabah namaznın farzını edadan sonra daima şu duayı okurdu: "Yarabbi,sen bu namazı kalbimde, kulağımda. saç, deri, et, kemiklerimde,
önümde, arkamda, altımda, üstümde, sağımda solumda
bir nur yap. Yarabbi, sen benim nurumu artır, bana nur
ver. beni nur yap. Ey nurların nuru, ey merhametlilerin en
merhametlisi bu duayı kabul et."
(200) Hikaye : Yine nazar sahipleri ve ibret kardeşleri
şöyle haber verdiler ki: Mevlana hazretlerinin zamanında
Konya şehrinde veli ve kamil bir kadın vardı. Ona umumiyetle
Fahrü'n-nisa derlerdi (Allah ondan razı olsun). Dindar
ve çok sadık bir hanımdı. Zamanın Rabiası idi. Dünyanın
uluları ve gönül sahibi arifler adı geçenin mutekidi idiler. Gö
rünen kerametleri haddi aşmıştı. O daima Mevlana hazretleri-
nin sohbetinde bulunurdu. Mevlana da çok defa onu görme
ğe giderdi. Fahrü'n-nisa'nın muhipleri: "Muhakkak hacca
gitmek lazımdır," diye kendisini teşvik etmişler ve kendi içinde
de böyle şiddetli bir arzu uyanmıştı. Fahrü'n-nisa: "Mevlana
hazretlerine bir danışayım, çünkü onun icazet ve işareti
olmadan benim hareket etmeme imkan yoktur. O ne buyurursa
onu yaparım," demiş ve kalkıp Mevlana'nın ziyaretine
gelmişti. Daha kendisi (bu arzusundan) bahsetmeden, Mevlana:
"Çok iyi bir niyettir ve mübarek bir yolculuktur. Belki biz
de sizinle birlikte oluruz," buyurdu. Fahrü'n-nisa baş koydu
ve hiç bir şey söylemedi. Dostlar onların aralarındaki maceranın
ve durumun ne olduğuna şaşıp kaldılar. O gece Fahrü'nnisa
hazretleri Mevlana'nın evinde kaldı, sohbet ettiler. Gece
yarısından sonra Hudavendigar hazretleri medresenin damı
na çıkıp teheccüt namazı ile meşgul oldu. Namazdan sonra
bağırıp çağırdı ve heyecanlar gösterdi. Damın penceresinden
Fahrü'n-nisa'nın yukarı gelmesi için işaret etti. Fahrü'n-nisa'
medresenin damına çıkınca Mevlana: "Yukarıya bak, maksudun
hasıl olmuştur," buyurdu. Fahrü'n-nisa Kabe-i muazzamanın
Mevlana'nın üzerinde döndüğünü bizzat gözleriyle şeksiz,
şüphesiz gördü. Zavallı Fahrü'n-nisa bir çığlık kopardı, içini
garip bir hal ve şaşkınlık kapladı. Bir zaman sonra aklı başına
gelince, baş koyup o iştiyakten tamamiyle vazgeçti.
Ey Merhamet Tebriz'i, binlerce keremin güneşi
(şemsi)! Senin sonsuz denizine nispetie sözlerimiz
bir testi gibi oldu."
(204 )46 Y i n e dostların ulularından ve o sırrın fakiri
olan Fakıh Sıraceddin-i Tatar! (Allah'nın rahmeti üzerine olsun)
r i v a y e t e t t i k i : Bir gün Mevlana hazretleri bana:
"Hazır ol, bu gece seni yanıma alacağım," buyurdu. Sıraceddin fakih bu haberin verdiği sevinçten nesi varsa cümlesini ve giydiği elbiselerini şükrane olarak müritlere ve fakirlere
verdi. Gece olunca, belki Hudavendigar gelir dinlenir ümidiyle
güzel bir yatak serdim. Çünkü gece ibadetlerinin ve gündüzkü
sema'ların yorgunluğundan ve bir şey yememekten mü
barek vücudu bir kadehin dudağı gibi incelmişti. Birdenbire
geldi bana: "Sıraceddin, sen yatağa gir," dedi. Ben yatağa girdim.
Belki gelir ümidiyle sabah ağarıncaya kadar uyumadan
yatakta dönüp durdum. Mevlana'nın namazla meşgul oldu
ğunu gördüm. Bu uzun sürdü. Ben: "Ey din sultanı, bir an
dinlen, sabah yakındır. Bu kul seni beklemekten öldü," diye
bağırdım. O: "Siraceddin, eğer biz uyusak bu kadar zavallı
uyuyana kim dava eder Çünkü cümlesini Allah'dan istemeği,
kemale ulaştırmağı ve cümlesini cezalardan kurtarmağı, cennet
derecelerine ulaştırınağı (yalnız aziz olan Allah isterse) ben
üzerime alınışım." buyurup şu gazeli okudu:
"Eğer sen bir iş işlememiş ve hayırdan iflas
etmişsen, yine gel. Biz senin gibi yüz bin tanesinin
işini gördük."
Siraceddin bu haberi dostlara eriştirince, cümlesi neşelerinden
secdeye kapanıp Allah'ya şükrettiler.
(205) Y i n e n a k 1 e d i 1 ın i ş t i r k i : Bir gün
Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama: Danişmentler Mevlana Mesnevi'ye niçin Kur'an diyor, diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz, onlara cevaben: "Mesnevi
Kur'an'm tefsiridir dedim," diye şikayette bulundu. Babam
bunu işitince bir müddet sustu, sonra: Ey köpek! Niçin Kur'an
olmasın? Ey eşek! Niçin Kur'an olmasın? Ey kahpenin kardeşi!
Niçin Kur'an olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz
kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur.
Allah'nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış
ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.
Şiir:
"Söz kalpdedir. Dil, söz üzerine bir delil yapılmıştır."
Bu ister Süryani olsun, ister Seb'el-mesani olsun, ister ibrani,
isterse Arapça olsun.
Şiir:
"Sen ister öyle ol, ister böyle. Sen canların canısın.
Ey padişah, hangi dille buyurursan buyur,
tatlı dillisin."
(Hakikatı) görenlerin (eshab-ı i'yan) dilinden bu beyan danişmentlerin
kulağına erişince cümlesi aptallıklarını ve cehaletlerini
itirafla özür dileyip dostlar dizisinden oldular.
(206) Y i n e Allah'nın gizli velilerinden bir aziz şöyle
r i v a y e t e t t i k i : Bir gün Mevlana kalenin hendeğinin
kenarında duruyordu. Birkaç fakih Karatay medresesinden
çıktı ve imtihan maksadiyle Mevlana'ya: "Eshab-ı Kehfin
köpeği ne renkte idi?" diye sordular. Mevlana: "Rengi sarı
idi; çünkü aşıktı. Aşıkların rengi daima benim rengim gibi
sarı olur," buyurdu. Bunun üzerine bu fakihler baş koyup mü
rit oldular.
(207) Hikaye : Emin raviler şöyle hikaye ettiler
ki: Bir gece Muineddin Pervane Mevlana için büyük bir sema
tertip edip birçok büyük kimseleri çağırmıştı. Sema bittikten
sonra büyükler sofraya oturup yemek yeyip dağıldılar. Mevlana
hiç elini yemeğe uzatmadı. Bundan Pervane'nin kalbine
bir ateş düştü, Mevlana'nın mumu karşısında pervane gibi yandı.
Pervane adamlarına mayhoş hoşaf yapıp bir çini kase içine
koymalarını emretti. Pervane kaseyi eline aldı bir kaşık olsun
yemesi için Mevlana'ya sundu ve tekrar tekrar: "Bu helalinden
yapılmıştır," dedi. Mevlana bundan bir kaşık alıyor,
ağzına kadar götürüp tekrar kasenin içine koyuyordu. Bunu
birkaç defa tekrar edip yine ilimler saçmakla meşgul oluyordu.
Pervane de Mevlana'nın bu hareketinden eriyen bir mum
gibi göz yaşları döktü. Mevlana'nın bu hareketi seher vaktine
kadar devam etti. Nihayet Mevlana, kendi mübarek sakalını
tutarak: "Ey Emir Muineddin! Sakalımdan utanmı
yor musun beni ayakyoluna gitmeğe mecbur ediyorsun," buyurdu
ve dedi:
Şiir:
"Cismani yağlı, tatlı şeyler temiz ve hoş görü
nür. Fakat bir gece geçtikten sonra bunlar sende
pislik olur."
"Sen, cisme değil, ruha gıda olabilecek yağlı ve
tatlı şeyler ye ki kanadların bitsin ve uçmağı öğ
renesin.''
Bunun üzerine dostlar hep birden kendilerinden geçip
naralar attılar ve tekrar sema'a başladılar.
Aziz dostlar şöyle dediler ki: Mevlana bu sema'dan fariğ
olduktan sonra çıkıp hamama girdi. Hamamın hazinesinde
yedi gün, yedi gece oturdu. Hiç kimsenin hamamın soğuklu
ğundan içeri girmeğe takatı yoktu. Arkadaşların: "Bu ne riyazet
ve bu ne mücahededir?" diyerek feryat ve figandan takatleri
kesildi ve hep birden, babasını bu istiğrak aleminden
geri çeksin diye Sultan Veled'e yalvardılar; çünkü Peygamberin:
"Benim Allah ile bazı zamanım olur ki, o zamanda benimle
Allah arasına ne en yakın bir melek ve ne de Allah
tarafından gönderilmiş bir elçi girebilir," buyurduğu veçhile
Mevlana'nın da böyle zamanlarında onunla, Sultan Veled'den
başka hiç kimse konuşmağa cesaret edemezdi. Sultan Veled
hamama girince, hazinenin önünde ağlayıp sızladı. Mevlana
hazinenin penceresinden başını çıkararak: "Hayrola, Bahaeddin müritlerin bizi göreceği mi geldı?" dedi. Sultan Veled bunun üzerine baş koyup yüzünü babasının ayaklarına sürdü,
yalvarıp yakardı; hayır hayır, belki de boy bos sürdü. Bunun
üzerine dostlar mesud olduler ve neşelerinden kavallere fereciler
bağışladılar. Mevlana oradan medreseye doğru yürüdü ve
bütün halk arkasında olduğu halde şu beyti söyledi:
"Benim ateş gibi olan yüzümden dünya hamamı
kızdı. Bu hamam gibi olan kızgın yüze çocuklar
gibi ağlama."
Medreseye ulaşınca, tekrar sema ile meşgul oldular ve
bu sema tam kırk gün devam etti.
(208) Hikaye : Deyr-i Eflatun ( =Eflatun manastırı)
nun başpapazı, bütün papazların ileri gelenlerinden yaşlı bir adamdı. Istanbul, Frenk, Sis, Canik ve daha başka vilayetlerden (kendi dinlerinin) ilmini öğrenmek için
ona gelir, ondan (din) ahkamını öğrenirlerdi. işte bu başpapaz
hikaye etti ki: "Mevlana bir gün bir dağın eteğinde bulunan
bu Deyr-i Eflatun'a gelmişti. Soğuk su çıkan mağaranın dibine
kadar gitti, ben de mağaranın haricinde durmuş, ne olacak diye
bakıyordum. Mevlana yedi gün, yedi gece o soğuk su içerisine
oturdu. Ondan sonra kendinden geçmiş bir halde dışarı çı
kıp yola revan oldu. hakikaten onun mübarek vücudunda hiç bir
değişiklik olmamıştı."
Bu rahip yeminler ederek: "isa'nın sıfatı hakkında okuduğum,
İbrahim ve Musa'nın kitaplarında (suhuf) mütalaa
ettiğim ve geçmiş tarihlerde peygamberlerin nefis terbiyelerinin
büyüklüğüne dair gördüğüm şeylerin cümlesi Mevlana'da
fazlasiylc vardı," dedi. Nitekim kendi sırları hakkında buyurmuştur.
Şiir:
"Ey aşk yolunda mahvolan! Sen cansın ve başka
bir şeysin. Sen malik olduğun şeysin ve başka
bir şeysin."
(209) Yine na k 1edi1 mi ş tir ki: Bir gün
Mevlana Şemseddin-i Tebrizi hazretleri (Allah onun zikrıni
yüceltsin) mübarek medresede dedi ki: Kim peygamberleri
görmek isterse, Mevlana'ya baksın. Peygamberlerin hal ve hareketleri ondadır. O peygamberler ki, onlara rüya ve ilham de
ğil, vahiy geldi.
Eğer: ''alimler peygamberlerin varisleridir," sözünün
manasını ve daha açıklamadığı başka bir şeyi bilmek istiyorsan,
git Mevli'ina'yı gör. Eğer şeyhsiz kalsaydım, kalırdım (gayeye
ulaşamazdım.) Senin ruhuna binlerce rahmet olsun. Yüce
Allah Mevlana'ya uzun ömür versin. Ey Allah! Onu bize, bizi
de ona bağışla. Amin.
(210) Yine bir gün buyurdu ki : Bu anda
dünyanın şenelmiş dörtte birinde onun benzeri yoktur. O, ister
usul olsun, ister füru olsun, ister nahiv olsun, ister mantık
olsun, bütün fenlerde bu fenlerin erbabı ile boy ölçüşebilir.
Bu hususta o, onlardan daha iyi ve daha zevki selim sahibidir.
Eğer ben, akılla yüz sene çalışsam, onun ilim ve hünerinın
onda birini elde edemem. O, lütfunun kemalindan ötü
rü benim yanımda onları bilmiyor gibi gözüküyor.
(2 1 1) Hikaye : Arkadaşların ileri gelenlerinden nakledilmiştir
ki: Mevlana Safiyyüddin-i Hindi (Allah ona rahmet
etsin) kendi zamanının allamesi olup Penbefüruşan (Pamukçular)
medresesinde müderristi. Onun zahit ve dindar bir
adam olduğunu söylerler. O, bir gün medresenin damına çıkmıştı.
Abdest alıyordu, ilim talipleri onun etrafında halka
olmuştular. Birdenbire kulağına bir rebap sesi geldi. Bunun
üzerine o: "Bu rebap gittikçe çoğaldı. Bu bid'at, sünneti de
geçti. Bunu men etmek için bir çare bulmak lazımdır," dedi.
Bunu söyler söylemez Mevlana gözlerinde tecessüm etti ve:
"Hayır, hayır olamaz", buyurdu. Safiyyü' d-din derhal bir nara
atıp kendinden geçti. Kendisinin köleleri olan ilim talipleri
onu bir kilime sarıp aşağı indirdiler. Kendine geldikten
sonra bu terbiyesizliğin affını Mevlana'dan dilemek üzere
Sultan Veled'i şefaatçı yaptı. Sultan Veled babasının önünde
yere kapanıp ne kadar şefaatte bulundu ise de, Mevlana bir
türlü razı olmadı ve: "Saf-i Hindi'nin kalbini temizlemek ve
ona doğru yolu göstermek, yetmiş Rum mecusisini Müslüman
etmekten daha güçtür. Çünkü onun can levhası çocukların
meşk tahtası gibi kapkara olmuştur," buyurdu. Bunun üzerine
Sultan Veled o kadar çalıştı ki, nihayet Mevlana'nın şefkati
galeyana geldi ve razı oldu. Bütün medrese halkı ayağa kalktı,
Mevlana'nın huzuruna gelip mürit oldular ve Safiyyeddin'in
din ilimlerindeki müşkülleri, söylemeden günden güne halloldu
ve çok defa Mevlana kendisine bunları rüyada açıklıyordu.
(212) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Bir
gün babam bana: Bahaeddin, senin düşmanını sevmeni, düş
manının da ?eni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını
ve iyiliğini söyle. O düşman senin dostun olur; çünkü gönülden
dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır. Allah'
nın sevgisini de onun aziz olan isimleriyle elde etmek mümkündür.
Allah buyurdu ki: Ey kullar, kalbinizde tasfiye olması
için daima beni çok anmaktan geri durmayın. Kalbinizde
tasfiye ne kadar olursa, Allah'nın nurunun parlaklığı da kalpde
o nispette fazla olur. Nitekim ekmekçinin tandırı ne kadar
sıcak olursa, o kadar çok ekmek alır. Soğuk olunca ekmek
almaz.
(21 3) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Bir gün babam
medresede ilimler saçıyordu. (Bu arada): hakiki mü
rit, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.
öyle ki, bir adam Bayezid'in müritlerinden birine "Şeyhin mi
büyük, yoksa Ebu Hanife mi?" diye sordu.
Şiir:
"Allah görünmediği için peygamberler onun
naibi olmuşlardır.
Hayır, hayır böyle de değil. Bu naiple, naibin
naipliğinde bulunduğu kimseyi biribirinden ayırmak
çirkin şeydir. Burada ikilik yoktur."47
(2 14) Yine Sultan Veled'den n a kledilmi ştir
k i : Bir gün Mevlana, Şuca'ın oğlunun taziyesinde bulundu.
Bütün kadılar, şeyhler, emirler ve ahiler bu toplantıda hazırdılar.
Bunlardan her biri o mecliste biribiriyle üstünlük peşinde
ve bu sevda ile malüldüler. Mevlana: "Yükseklik, Allah tarafına
olandır, dünya ve halk tarafına olan değil. Dünya yüksekliği
aşağıya düşmek içindir. Çünkü insan ne kadar yükselirse
o nispette aşağı düşer ve parça parça olur. Yükseklik,
Allah yüksekliğidir, dünya yüksekliği değildir," buyurdu ve
dedi:
Şiir:
"Halkın çıkmak istediği merdiven "Biz" ve
"ben" liktir. Sonunda bu merdivenden düşmek
mukadderdir.
"Kim ne kadar yükselirse o nispette ahmaktır.
Çünkıi (düştüğü vakit) onun kemikleri o nispette
kınlacaktır."48
(Ve ilave etti): Ne mutlu o kimseye ki, nefsi küçülmüş, huyu
güzelleşmiş ve iç alemi iyileşmiştir. Bunun üzerine cümlesi utandı
ve baş koydular.
(215) Yine Sultan Veled hazretleri buyurdu ki:
Büyük Mevlana (Baba Veled)'in tecellisi yücelik ve ululuk
ile, babamın tecellisi ise tevazu ve lütuf ile idi. Allah velisinin
kibri de ilahidir, lütfu da ve yine buyurdu ki, bir gün babam:
"Allah'nın velisi bu dünyadan göçtüğü vakit onun seyri, sağ
lığı zamanındaki seyrinden yüz bin kere fazla olur. Çünkü
o, Allah'da seyreder. Bunun ise, nihayeti yoktur. Bu Allah velisinin,
müritler ve aşıklar üzerindeki tasarrufu kıyamete kadar
kalır. Nitekim buyurmuşlardır:
Şiir (Türkçe):
"Allah itti, ne kim anlar ittiler
Allah hazırdır, ger anlar gittiler49
Allah'nın kullardaki tasarrufu, ebediyetlere kadar bakidir. Bu
kadar kafidir.
(21 6) Yine Sultan Veled buyurd u ki: Bir
gün babam mest olmuştu, bana: "Bahaeddin! Allah bu alemin
icadının esasını, bu alemin ne zaman ve nasıl yaratılmış
olduğunu ve ne zamana kadar devam edeceğini bana göstermiştir,"
buyurdu. Allah hakikati daha iyi bilir.
(2 1 7) Y i n e Sultan Veled b u y u r d u k i : Bir gün
Muineddin Pervane, Mevlana'yı ziyarete gelmisti. Babam hazretlerine
haber verdim. Pervane'nin yanında uzun müddet
oturdum. Pervane, babamın gelmesini bekliyordu. Ben kendisine
mazeretler beyan edip: "Mevlana, çok defa benim birçok
işlerim, hallerim ve Allah ile istiğraklarım olur. Emirler ve
dostlar beni her zaman göremezler, onlar kendi halleri ve halkın
işleriyle meşgul olsunlar. Biz gider kendilerini görürüz, buyurmuştur."
dedim. Pervane tevazu gösterdi, (fakat) bu sırada
birdenbire Mevlana çıkıp geldi. Pervane baş koydu ve:
"Bahaeddin hazretleri, benden son derece özürler diledi. Ben
kulunuz Mevlana Hudavendigar'ın bize geç gelmesinden bana
şöyle bir işaret olduğunu sezdim: Bununla siz demek istediniz
ki, ey Pervane muhtaç bir kimsenin beklemesi ne kadar
büyük bir zahmettir. İşte sizin geç gelmenizden benim bu faydam
oldu," dedi. Bunun üzerine Mevlana: "Bu düşünceniz
çok güzeldir. Fakat öteden beri kaide ve adettir; mesela, birisinin
kapısına çirkin kılıklı ve çirkin sesli bir dilenci gelse, çevirip
yolcu ederler. Fakat güzel yüzlü, güzel sesli ve istenilen
bir dilenci gelse, ona hemen bir ekmek parçası verip yolcu
etmezler. Belki, onun güzel sesini işitmek için kendisine yalvarıp
yakarma ile: 'Ekmek pişinceye kadar biraz sabredip dur,'
derler. Bizim de geç gelmemizin sebebi, sizin yalvarmanızın,
aşkınız ve niyazınızın Allah velilerine hoş gelmesi ve bunları
daha ziyade işitmek istemeleridir ve istedik ki bu ziyaretin,
Allah yanında daha çok kabul edilsin," buyurdu. Bunun üzerine
Pervane yerlere kapandı, mesud oldu ve Mevlana'ya: "Bu kulunuzun Hudavendigar'ın kapısına gelmesi, herkesin benim de
kullarınızdan ve kapınızın hizmetçilerinden olduğumu bilmesi
içindir," dedi. Pervane huzurdan çıktıktan sonra mazhar
olduğu bu rahmet ve merhametin şükranesi olarak altı bin
aded-i sultani müritlere verdi ve bunun Hüsameddin Çelebi'
nin evine götürülüp orada taksim olunmasını emretti.
(218) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Bir gün
Babam doğruluğun ve temiz imanın tadı hakkında ilimler
saçıyordu. Bu sırada: "Bütün dünya alimlerinin dünyada
kazandıkları ilim, mezarın kenarına kadardır. Ondan ileriye
geçmez.
Siir:
"Senin bu kazandığın ilim de mal gibi senden
artakalır. Ne sen, ne de senin öğrendiğin ilim
kalır."
Fakat iman. öteki dünyadan gelen, yine o dünyaya insanla
birlikte giden, şey nedir?" buyurdu ve misal olarak ta şu hikayeyi
anlattı: Gençliğimde Şam'da bir arkadaşım vardı. Hidaye
dersini birlikte okurduk. Nihayet onu Malatya'da kadı
yaptılar. Bahadır adlı birisi Malatya'yı aldı. Şehri yağma ettiler
ve bu kadının malını da birlikte alıp gittiler. Sonunda da
Bahadır bu kadının husyelerinin çıkartılıp hadım edilmesini
emretti. Kadı: "Ey ulu emir! (Allah seni kuvvetlendirsin) ben
burada ne kazandımsa cümlesini alıp götürdüler, elimde bir şey
kalmadı. Fakat bu husyelerimi kendi memleketimden birlikte
getirdim. Bunları niçin çıkarıyor ve alıp götürüyorlar?" dedi.
Bu söz, emirin hoşuna gitti. Ona olduğu gibi hürmet gösterip
gönlünü aldı ve ilin kadılığını yine kendine verdi. İşte sen şunu
bil ki erlik ve insanlık dedikleri şey, onun temiz imanıdır.
Bu, onu Elest aleminin çok eski olan ilinden birlikte getirmiş
tir ve bunu yine o aleme götürmeğe cehdetmesi lazımdır ki,
tarikatin gevşek insanlarının sohbeti ile bu erliği kaydedip iktidarsız
(innin) olmasın ve cennet bakirelerinden mahrum kalmasın.
Siir:
"Sakalla ve zekerle erlik olamaz. Böyle olsaydı
merkep insanların şahı olurdu.
"Dostun yolunda namertlik eden, Allah velilerinin
yolunu keser ve namert de odur."
(219) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Büyükbabam
Büyük Mevlana (Allah onun zikrini yüceltsin) müritlerine
ve arkadaşlara: "Oğlum Mevlana Celaleddin'e hürmet
gösterip değer verin, büyük ağırlamada bulunun. Çünkü o,
asıldır ve aslı da hayli büyüktür. Onun asaleti de ezelidir. Bü
yük annesi, Şemsü'l-E'imme-i Sarahsinin bir kızıdır ve o Hüseyni'in neslindendi. Şemsü'l-E'imme her fende hiç bir alimin rüyasında bile görmediği nefis birkaç kitap yazmıştır.
O asrın büyükleri, peygamberleri katledenlerin ve velilerin
deccallerinin ellerine düşmesinler ve bir kötülük kopmasın diye
o kitapları meydana çıkartmamayı muvafık buldular," buyurdu.
Nitekim demişlerdir.
Şiir:
:'Cahiller cehalet ve körlüklerinden bilmedikleri
ilmi inkar ederler.
"Tam ve tertemiz bir imanı bile bilmedikleri
için küfür zannederler.
Bu kitapların bazılarını gösterdiler, bazısını da halifeliğini baş
kenti (Dar-ül-Hilafe) olan Bağdad'da mühürleyerek bıraktı
lar. bu kitaplar orada hala duruyor. Derler ki, o ulu kişinin
zeka ve akıllılığı o derecede idi ki bir gün hükümdar caminin
kapısına bütün halkın ve babalarının isimlerinı yazsınlar diye
katipler oturtturmuştu, Cuma namazından sonra ilk önce Şemsü'l-E'imme
baştan başlayıp son ismine kadar cetlerinin isimlerini
birer birer saydı ve bu, onun velilik ve seyyidliği üzerine
kurulmuştur.
(220) Yine Sultan Veled hazretleri buyurdu ki:
Bir gece arkadaşlar babamın hizmetinde oturmuşlardı. Birinin
sünnet düğünü hikayesi geçti. Mevlana: Bizim Bahaeddin
yedi yaşında, kardeşi Alaeddin ise altı yaşında idi. Karahisar-ı
Devle de kale muhafızı Bedreddin Gevhertaş onları sünnet
etti. Büyük Mevlana: "Bunların anneleri burada değil, çocuklar
ağlarlar ve bu kadının da buna canı sıkılır," buyurdu. Kale
muhafızı: "Kendisine türlü cevaplar veririz," dedi. Düğün
yaptıkları vakit Sultan Alaeddin'in emirleri ve naipleri orada
bulunuyorlardı. Bütün kaleyi nefis kumaşlar ve silahlarla baş
tan aşağı süslediler. İslam padişahı da bu toplantıda hazırdı.
Oyle bir düğün yaptılar ki hiç bir devirde misli görülmemişti.
Padişah da babama o kadar hürmet gösterdi ki sorma.
(221) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Büyükbabamı,
Sultan Konya'ya davet ettikten bir yıl sonra Emir Musa
tekrar Larende'ye çağırdı. Babam hazretlerini evlendirdiler.
Ben de orada dünyaya geldim.
(222) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Bir gün
iki Türk fakih babamı ziyarete gelmişler ve hediye olarak da
bir parça mercimek getirmişlerdi. Onlar, bu hediyenin azlı
ğından ötürü utanıyorlardı. Babam (bunun için) şu hikayeyi
söyledi: Bir gün yüce Allah, Mustafa'ya (Selam onun üzerine
olsun): "Eshab benim için mal ve para versinler," diye vahyde
bulundu. Peygamber, bunu Eshab'a bildirdi. Eshab'ın her
biri kendi takat ve kudreti nispetinde mal getirdiler. Bunlardan
bazısı malının yarısını, bazısı üçte birini ve bizim Ebubekri'miz
de bütün malını getirdi. Bu suretle sayısız mal toplandı.
Bunların bazısı deve, bazısı altın, bazısı da harp aletleri
hediye etmişti. Eshabdan biri fakir ve çoluk çocuk sahibi idi.
Bunun üç hurma ve bir arpa ekmeğinden başka bir şeyi yoktu.
(Ayrıca) yaşlı ve çoluk çocuk sahibi idi. Bu yiyecek de
ailesinin geçim vasıtası idi. Ayağa kalkıp bu naçiz hediyesini
Peygamber'in yanına getirdi ve utanarak yerine oturdu. Esbabı
bir gülme tuttu, içten içe güldüler. Peygamber, onların buna
güldüklerini anladı ve esbaba: "Size gayb aleminin sırlarından
bir şeyler söyleyeyim mi?" diye sordu. Bütün eshab dua
ve senadan sonra: "Buyurun, ey Allah'nın elçisi," dediler. Peygamber
buyurdu ki, Allah (gayb aleminin) perdelerini gözü
mün önünden kaldırdı. Ben, (orada kurulmuş bir) terazinin
bir gözüne sizin getirdiğiniz bütün malların ve öteki gözüne
de bu fakirin üç hurması ile arpa ekmeğinin konulmuş oldu-"
ğunu gördüm. Bu pek az görünen şey onların cümlesinden ağır
geliyordu. Bunun üzerine Eshab'ın cümlesi baş koydular. Bu
sırrın seyrinden ötürü Peygamberi alkışladılar ve bu sırrın sebebini
sordular. Peygamber: "Bu fakirin malının daha ziyade
makbule geçmesinin sebebi şudur: çünkü o, bütün varını yo
ğunu vermiştir. Bundan başka bir şeyi yoktur. Halbuki diğer
Eshab'ın geride biraz malları kalmıştır." buyurdu. Ve sözüne
devam ederek: "Celil olan Allah'nın uğrunda verilen az şey,
onun yanında, çok kabul olunur. Mesela: küçük bir taneyi yere
gömüyor ve Allah'ya havale ediyorlar. Yüce Allah, o taneyi
bir ağaç yapıyor, bu ağaç sayısız meyveler veriyor; çünkü
onu Allah'ya terk ediyorlar. Verilmesi lazım gelen şeyi bir
fakire, bir Allah kuluna vermeli, zira bu Allah'ya vermek demektir.
Çünkü: "Fakirin eline konulan sadaka, ondan önce
Allah'nın eline düşer,", "Sadakalar fakirlerin ve hiç bir şeyi
bulunmayanların ... hakkıdır" (K., IX, 61) buyurdu. Bunun
üzerine muhacirlerin bütün fakirleri ve Ensar mesud olduler. Bu
hikaye üzerine bu iki fakih mürit oldular.
(223) Hikaye: Yine Sultan Veled buyurdu ki:
Atabekiye medresesinde bir posta oturtma töreni olmuştu.
Bütün ileri gelen şeyhler ulu alimler ve dindar emirler orada
idiler. Aslan doğmuş Atabek de belini bağlamış hizmet ediyordu.
Müderris, Şemseddın-i Mardin! idi. O, öğretim makamına
oturmu?. sağında Sıraceddin, solunda da Şeyh Sadreddin
vardı, diğer büyiıkler de dopdolu oturmuşlardı. Sonunda
babam yalnız olarak geldi, içeri girip selam verdi. Sekinin kenarındaki
nakiplerin bulunduğu yerin ortasına oturdu. O ka
dar aşağıda oturmuştu ki etegi sekiden aşağı sarkıyordu. Bu
hali gören Pervane, sahip, naip ve Mecdeddin Atabek kalkıp
Mevlana'nın yanına geldiler. Babam ise başını aşağıya eğmiş
hiç kimse ile meşgul olmuyordu. Kadı Sıraceddin de geldi,
Mevlana'nın elini öperek onu aldı ve yalvararak kendi üst
tarafına oturttu. Müderris Şemseddin-i Mardini: "Bütün bu
cemiyet sizin kulunuz ve müridiniz içindir. Şüphesiz Hudavendigar'ın
cemiyeti Melekut aleminin üstündedir," diye özürler
diledi. Mevlana öğle namazına kadar öyle ilahi ilimler saçtı
ki, emirler ve alimler elbiselerini yırttılar. Bundan sonra gece
vaktine kadar sema oldu.
(224) Yine Sultan Veled n a kletti ki: Şeyh
Sadreddin'in başlangıçta Mevlana hakkında çok inkarı vardı.
Bir gece rüyasında kendisinin Mevlana'nın mübarek ayağını
ovduğunu gördü. Uykudan uyanıp Allah'dan mağfiret diledi.
1kinci defa aynı rüyayı tekrar gördü. üç defaya kadar Allah'
dan mağfiret diledi. Son defasında yine uyandı. Işığı yakmalarını
emretti, sonra köleye: "Git kütüphaneden filan kitabı
getir," dedi. Köle aşağı inerken Mevlana nın merdivenin ortasında
oturmuş olduğunu gördü. Gelip şeyhe haber verdi.
Şeyh de geldi, Mevlana'yı orada oturmuş gördü. Mevlana şeyhi
görünce ayağa kalktı, birbirleriyle kucaklaştılar ve şeyhe:
"Canın sıkılmasın, Allahdan mağfiret dileme; bu böyledir. Bazen
siz bizim ayağımızı, bazen de biz sizin ayağınızı ovarız.
Bizim aramızda birlik vardır. Yabancılık yoktur," deyip hemen
kayboldu. Şeyh (bundan) hayrette kaldı. Ertesi günü Kadı
Sıraceddin'in yanına gidip meseleyi tamamiyle ona anlattı.
Kadı Sıraceddin'le birlikte oradan kalktılar ve özür dilemek
üzere Mevlana'nın yanına geldiler. Mevlana bunlara çok sevgi
gösterdi. Dışarı çıktıktan sonra şeyh Sadreddin: "Bu adam
Allah tarafından kuvvetlendirilmiştir ve bu, Allah'nın kubbeleri
altında gizli bulunan velilerdendir. Onun işleri, sözleri
ve hallerinde akıllıların akılları hayrette kalıyor. Ona bugünden
sonra başka bir gözle bakmak, başka şekilde hürmet göstermek
gerekir," dedi. Nitekim buyurmuştur:
Şiir:
"Ben her ne kadar sefil görünüyorsam da yükseğim.
Ben ancak mest olduğum zamanda akıllı
yıın. Ey dost! Bize daha iyi bak; çünkü biz kolayca
görünemeyiz."
Kadı Sıraceddin buyurdu ki Mevlana hakikaten şeyhin buyurduğu
gibidir. Bundan sonra gittikçe gerek huzurda ve gerek
gıyaben onun hakkındaki inançlarını artırdılar. ölünceye kadar
onun en halis muhiblerinden oldular.
(225) Y i n e Sultan Veled hazretleri b u y u r d u k i :
Bir gün hafızların sultanı Hafız İshak Mevlana'nın yanına gelmişti.
Mevlana büyük bir hürmet gösterip ayağa kalktı, üst ba
şa oturmasını söyledi ve: "Mushaf'ı nasıl aziz tutmak, nasıl
rahle ve kürsülerin üzerine koymak lazımsa hafızları da o şekilde
aziz tutmak ve üst başa oturtmak Iazımdır. Çünkü on-
lar Allah'nın kelamını taşırlar. İçinde Kur'an'ının nuru bulunan
bir gönlün cehennem'in yüzünü görmesi muvafık düşmez.
Bir kağıt parçasına Kur'an yazılı olsa onu ateşe atmazlar, ona
hürmet gösterirler ve onda: 'Kur'an yazılıdır,' derler. O halde
bir kalpte bütün bir Kur'an bulunursa onu nasıl cehenneme
atarlar?" buyurdu. Bu müjdenin şükranesi olmak üzere şehrin
bütün hafızları mürit ve kul oldular.
(226) Yine Sultan Veled buyurdu ki : Bir gün
babam: "Ey Bahaeddin! Bana iyi bak, benim çekirdeğim ağaç
olunca beni görebilir ve anlayabilirsin. Bizim manamızı iyi
anla ve çok çiğne ki ondan bir tat alasın ve haz duyasın. Şunu
bil ki peygamberlerin, velilerin ve onları sevenlerin vücudu
telef olmaz. Yere attıkları her çekirdek ve her bir tohum şeklen
ölür ve kaybolursa da bir müddet sonra dirilip ağaç olur.
Peygamberlerin ve velilerin cisimleri de böyledir."
(227) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Bır gün
divan memurlarından biri babamı ziyarete gelip vazifesinden
istifa edeceğini ve başka bir işle meşgul olacağını söyledi. Babam
ona şu hikayeyi anlattı: Harunu'r-Reşid zamanında bir
şahne vardı. Her gün Hızır (Selam onun üzerine olsun) onu
zıyarete gelirdi. Bir gün bu şahne birdenbire işinden elini çekip
tekaüt oldu. Fakat artık Hızır (Selam onun üzerine olsun)
onun ziyaretine gelmedi ve tamamiyle ondan ayağını kesti.
Biçare şahne telaşa düştü ve o gece ağlayıp sızladı. Rüyasında
ona: "Senin derecenin yüksekliği o işte idi," dediler. Sabahleyin
kalktı, halifenin yanına giderek vazifesinin yine kendisine
verilmesini istedi. Halife: "Ne oldu?" diye sordu. O da ba
şına gelen olayı olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine halife, şahnelik
vazifesini yine ona verdi. Hızır'ın yine kendisini ziyarete
geldiğini gördii. Şahne bunun sırrını ondan sordu. Hızır: "Senın
derecenin yükselmesi, divanda oturup miskinleri, zayıfları
korumanda ve mazlumları zalimlerin pençesinden kurtarmandadır.
Bunu da binlerce halvete çekilmekten ve çile çekmekten
daha yüksek bil ve: 'Bir işte (kendisine) bereket verilen
kimse o işe devam etsin' hadisi gereğince, daima önemli
ve tehlikeli işte ol,'' dedi. İşte bu adam da eski mansıbını tekrar
kabul etti ve şeyhin inayetine riayet gösterdi.
(228) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Mevlana
Şemseddin-i Tebrizi babamı anlatıyor ve: "Mevlana'nın
sırrı, İslamın sırrı gibi örtülüdür, o İslam gibi garip gelmiş
tir. Onun sırrının nasıl olduğunu gör. İslam garip olarak baş
lar ve yine garip olarak geriye döner. Ne mutlu gariplere,"
diyordu. Sultan Veled, buyurdu ki: Mevlana Şems-i Tebrizi,
Mevlana'ya: "Benim Tebriz'de Ebubekir isminde bir şeyhim
vardı. Sepet örerdi. Ben ondan birçok velayetlere mazhar oldum.
Fakat bende bir şey vardı ki, onu şeyhim göremediği için,
hiç kimse de görmemişti. O şeyi Hudavendigarın Mevlana
gördü," diyordu.
(229) Yine Sultan Veled buyurdu ki: Mevlana,
Şems-i Tebrizi'ye ne kadar aşık ise, Seyyid de Senai'ye o kadar
aşıktır.
Babamın, fakirliğe teveccüh etmeden önce adeti şöyle
idi: Medresede ders verirdi, her hücrede de iki üç ilim talibi
vardı. Her defasında gider liyakat derecelerine göre her birinin
keçesi altına on, yirmi, otuz adet para kordu. Fakihler içeri
girdikleri vakıt, keçeyi kaldırıp silktiklerinde o paralar dökü
lürdü, onlar da şaşakalır, Mevlana'nın bu inayet ve lutfu kar
şısında baş koyarlardı. Buyurdu ki: Babam başlangıçtan ömrünün
nihayetine kadar her ne yaptı ise halk ve riya için değil,
Ömer gibi Allah için yaptı.
Buyurdu ki: Bir gün Konya'lı Hafız Yusuf mukaddes
türbede Kur'an okuyordu. Dostlar naralar atıyor ve onun sesinden
hoşhal oluyorlardı. Onun üzerine babam şu hikayeyi
anlattı: Bir şeyh vaaz veriyordu, adamlar onun müritlerinden
birini yolda gördüler. Ona senin şeyhin mesçitte vaaz veriyor,
sen niçin orada değilsin?" dediler. Mürit bu sözü işitince feryat
edip naralar attı. Bunun üzerine: "Vaazı işitmeden ne nara
atıp feryat ediyorsun?" dediler. Mürit: "Ben şeyhimin söylediklerinin
cümlesinin güzel ve doğru olacağını biliyorum," dedi.
Bundan· sonra Mevlana: "Şimdi Allah velileri her ne kadar
Kur'an'ın manasını bilmiyorlarsa da Kur'an'ın Allah'dan geldiğini
ve onun için olduğunu biliyorlar ve o aşkla naralar atıp,
hesapsız sevaba gark oluyorlar. Çünkü, okuyanla dinleyen
ecirde eşittir." buyurdu.
(230) Hikaye : Yine Sultan Veled buyurdu ki: Sırlar
kitaplarının derleyicisi olan Fahreddin-i Sivasi, Sıvas'tan
gelmişti. Aynı günde de Pervane ve emirler babamı ziyarete
gelmişlerdi. Birdenbire Fahreddin içeri girdi. Mevlana hazretleri
ikram edip ondan dün gece nerede konakladığını sordu.
Fahreddin: ·'Pervane'nin hanında konakladım", dedi. Mevlana:
"Yani emir Pervane'nin bu yolda hanı mı var?" dedi. Fahreddin:
"Evet, onun zamanında emniyet o derecededir ki, kervan
ulaştığı her makam ve sahrada endişesiz ve korkusuz konaklayabilir
(yani her yer han gibi emindir)" dedi. Bu cevap
Pervane'nin hoşuna gitti. Ondan sonra babam buyurdu ki:
"Beni lsrail zamanında boynuna bir muska asılmış olan bir
deve varmış. Her kim onu görürse itibar edermiş. Bahçelerden
meyva verirlermiş. Bir gün biri o muskayı devenin boynundan
koparmış, ondan sonra deveyi zorla yakalayıp yük yüklemişler.
Şimdi ey fakir mizaçlı ulu emir! Bil ki, o muska biziz
ve dünya devesinin boynuna asılmışız. Bu çok aldatıcı ve atlatıcı
dünyadan, iyilerin huzur ve karar evi olan ahirete göçtü
ğümüz zaman durumun nasıl olacağı belli olur." Pervane ağ
ladı ve: "Allah Hudavendigar'dan sonra bize gün göstermesin,"
dedi. Mevlana: "Hayır, hayır siz az bir zaman kalacaksınız
yalnız huzur ve rahat olmayacak," buyurdu. Nitekim buyurduğu
gibi oldu. Mevlana hazretleri öleceği vakit eski mü
ritlere: "Benden sonra sizin huzurunuz olmayacak; fakat çocuklarınız
rahat edeceklerdir," buyurdu.
(231) D e r 1 e r k i : Bir gün bazı müritler "Biz, zavallı
günahkar insanlarız. Mevlana'nın hizmetine gelemiyoruz,"
dediler. Mevlana "Gelmeniz lazımdır, çünkü siz muhtaç
ve günahkarsınız," buyurdu. Ve ilave etti:
"Her kim Mesnevinin manasını dinler ve onunla amel
etmezse 'işittik ve isyan ettik' (K., II, 93; iV, 48) ayetindekilerden
olur, 'lşittk ve itaat ettik' (K., II, 285; iV, 49; V, 1 0)
ayetindekilerden olmaz.
Buyurdu ki: "Bir gece babam namazla meşguldü. Ben
onun yanında oturmuştum. Babam kıyam halinde 'Allah, Allah'
diyordu. Biraz sonra mübarek ağzının açık kaldığını ve
dudağının oynamadığını gördüm. Fakat göğsünden yine 'Allah
Allah!' sesi geliyordu."
Veled hazretleri buyurdu ki: Bir gün babam hazretlerine:
"Dostlar, biz Mevlana'yı görmediğimiz vakit keyfimiz kaçıyor
ve neşemiz gidiyor diyorlar," dedim. Babam: "Kimin bensiz
keyfi kaçıyorsa, beni tanımamış demektir. Benden bensiz
hoşlananlar yani benim manamla bildik oldukları vakit beni
tanımışlardır," buyurdu ve: "Bahaeddin, her ne vakit ki,
kendini keyifli ve hoşhal görürsen işte sendeki o hoşluk benim."
Nitekim demiştir.
Şiir:
"Fakat bizi aradığın vakit şenlik tarafında ara;
çünkü biz neşe dünyasının güzel mamuresinde
ikamet edenlerdeniz."
(232) Y i n e n a k 1 e d i 1 m i ş t i r k i : Hürmetli şeyh Evheded-din'i Hoyi (Allah rahmet etsin) Mevlana hazretlerinden: "Kafir kimdir? diye sordu. Mevlana: "Sen mümini göster, kafir belli olsun," buyurdu. Şeyh Evhedü'ddin:
"Mümin sizsiniz," dedi. Hudavendigar: "O halde her kim
bizim zıddımız ise, kafir odur," buyurdu.
Şiir:
"Kafir kimdir? Kafir şeyhin imanından haberi
olmayandır. ölü kimdir? ölü, şeyhin canından
haberi olmayandır."50
(233) Yine Allah’a veliler cümlesinden olan şeyh
izzeddin Köse hazretlerinden n a k 1 e d i 1 m i ş t i r k i :
Bir gün Mevlana hazretleri: "Yukarı uçan kuş göğe ulaşmasa
da hiç olmazsa yerdeki tuzaktan daha uzak olur ve kurtulur_
Bunun gibi eğer biri derviş olup kemale ermese de hiç
olmazsa halk ve pazar ahalisinden üstün olur ve dünyanın
zahmetlerinden kurtulur yükü hafifler." Çünkü: 'Hafifler kurtuldular
ve ağırlar helak oldular,' denilmiştir.
(234) Y in e bir gün Mevlana hazretlerinden, biri:
"Filan hoşa gitmeyecek işler yapıyor. Onun hali ne olacak?"
diye sordu. Mevlana: "üzülecek bir şey yoktur, çünkü o kanadı
bitmiş bir kuşa benzer, nereye isterse uçabilir. Fakat daha
kanatları tamamen bitmemiş olan kuş için üzülmek lazımdır,
(zira) bu kuş yuvasından uçarsa kedilere lokma olur," dedi.
(235) Yine Veled hazretlerinden na k 1 e di1 mi ş
t i r k i : Mevlana Şems-i Tebrizi bir toplantıda (birine):
"Eğer sen vefalı bir dost bulmadınsa, ben Mevlana'yı buldum.
(Allah Mevlana'nın gölgesini uzun etsin)" buyurdu ve
sonra yüzünü Mevlana'ya çevirerek: "Sen dünyaya tek geldin
ve bütün insanlar arasında meydandan topu kaptın, cümlesini
geçtin, bütün dünyayı aşkınla sarhoşa döndürdün," dedi.
(236) Yine b ti yur du ki: Azizlerden biri bir
cemaatin arasında Mevlana'yı: "Mevlana, son derecede bir
ululuk, bir nur ve bir heybete maliktir," diye övüyor ve Mevlana
Şemşeddin-i Tebrizi hakkında ise inkar gösteriyordu. (yani
bu sıfatlar onda yoktur diyordu). Bunun üzerine Mevlana
Şemseddin: "Bir kimse batıla uyar ve inanırsa, onda böyle
bir nur ve heybet nasıl bulunur? Bir insanda bu hallerin bulunması
için onun batıla değil, hakka inanması lazımdır. Bundan
başka 'Mevlana'nın üzengisinin yanında elli benzersiz velinin
gitmesi lazımdır,' diyorsun. Bir köre nasıl uyarlar? Bir
de: 'Velilerin alameti olur,' diyorsun. Sen kim, velilerin alametini
bilmek kim? İnsan aciz olduğu vakit onun bu aczinden
kalbinde ya bir ziya veya bir zülmet peyda olur; filhakika
şeytan aczinden zulmet, melekler ise acizlerinden ziya
içinde kaldılar. Mucize de bunu yapar. Allah ayetleri de
böyledir. tşte insanlar mucize karşısında aciz kaldıkları vakit
secdeye kapanırlar," dedi.
(23 7) Dostlardan bazıları Mevlana'nın huzurunda: "Mevlana
dünyadan el çekmiştir; fakat Şems-i Tebrizi dünyadan el
çekmemiştir," dediler. Mevlana hazretleri: "Sizin Şems hakkındaki
bu hükmünüz onu sevmediğinizdendir; zira eğer sevmiş
olsanız sizin gözünüze onda ne tamah edilecek bir şey,
ne de hoşa gitmeyecek bir hal görünür.
Şiir (arapça):
"Hoş görme gözü, her türlü ayıba karşı kördür,
Hoşgörmezlik, bütün fenalıkları meydana çı
karır."
'Bir şeye olan sevgin, seni kör ve sağır yapar,' sözündeki körlük
ve sağırlık, sevdiği şeyin ayıplarına karşı kör ve sağır yapar
demektir. Göz ayıpları görmeğe başlar başlamaz, muhabbetin
eksildiğini bil. Görmüyor musunuz ki, şefkatli bir ana sevgili
çocuğunun hiç bir şeyinden iğrenmez ve çekinmez. Halis
ve kalpten onun müşterisidir. Her ne kadar tekme atsa ve
pislese de o yine topal eşeğinden arlanmaz.
(238) Y in e Mevlana Şemseddin-i Tebrizi hazretleri
buyur d u ki : "Bugün mana denizinin dalgıcı Mevlana' dır
ve ben Şemseddin (Allah her ikisinin bereketini ebedi kılsın)
de tacirim. İnci bizim ikimizin arasındadır. Ben inciden bahsediyorum.
Sen ise hiç paraya yanaşmıyorsun. Allahnın yolu
budur. Mutlaka Aksaray'dan geçilir. Mutlaka köprünün üzerinden
geçilir. Allah: 'Mallarınızla ve nefislerinizle mücahede
ediniz' (K., IX, 20, 89; VIII, 72) buyuruyor. Evvela mal feda
etmek lazımdır. Ondan sonra işler çoktur. Evvela Aksaray'
dan geçmek gerekir. Yani önce Allah erini bulduktan sonra
Allah’a kavuşmak mümkün olabilir."
(239) Hikaye: Yine dostların ileri gelenlerinden
n ak 1 o l u n u r k i : Mevlana Şems-i Tebrizi (Allah onun
sözünü yüceltsin) Konya'yı şereflendirdiği günlerde, Konya'
nın ileri gelenleri arasında "Şems Hazretleri veli midir, de
ğil midir?" diye bir kıyamettir koptu. Bu hususta herkes bir
şey söylüyor onunla görüşmek ve onu layıkiyle anlamak istiyorlardı.
O ise, bütün toplantılardan daima çekinir ve halk
arasına karışmazdı. Bu toplantılarda tesadüfen bulunduğu
zamanlar da söz söylemek istese etraftan araya başka şeyler
karıştırırlardı. Bir gün Mevlana Şemseddin: Bizim sözümüze
söz karıştıranlar işte tıpkı Şeref-i Lahaveri gibi bulanık suya
dalar. O bir gün rüyasında büyük bir bulanık suya dalmıştı. İki
parmağını sudan dışarı çıkararak kımıldatıp: "Ey Mevlana
Şems elimi tut, elimi tut," diye aman dilemişti. Fakat o, bun-
dan ibret almadan gene bir gün benim yanımda peygamberlerin
mucizeleri ile velilerin kerametleri arasındaki farkı açıklı
yor ve: "Peygamberler istedikleri zaman mucizeler gösterebilirler,"
diyordu. Ben ona: "Velilerin halini anlamak nerede,
sen nerede?" dedim. O yine sözüne devamla: "Velilerin bazı
larında feyezan daimidir ve bazılarında değildir. Bazılarının ihtiyaridir.
Bazılarının ihtiyari değildir," dedi. Buna karşı ben:
"Sen velileri ve onların halini kendi hayalinde (istediğin gibi)
tasavvur etmişsin, dedim. Biz, onun hayrı için adamın sözlerinden
yüz çevirdiğimiz vakit de o: "Beni kıskanıyorlar, bana
garezleri vardır, diyordu," buyurdu. Halbuki ben kafirlere bile
dua ederim. Onlar için: "Yarabbi! Sen onları hidayete ulaş
tır," derim. Bana küfredene bile: "Yarabbi! Ona küfür etmekten
daha hayırlı bir iş ver de o küfredeceği yerde tesbih ve
tehlil etsin ve hakikat alemi ile meşgul olsun," diye duada bulunurum.
Bunlar da bana nereden sataştılar hakkımda "Velidir yahut
veli değildir," diye dedikodu yapıyorlar. Ben veli imişim
yahut değilmişim, sana ne? Bu tıpkı Cuha'nın dediğine benzer:
Bir gün Cuha'ya: "Bu tarafa bak, sofra ve yemekler gö
türüyorlar," derler. Cuha'da: "Bana ne?" diye cevap verir.
Bunun üzerine ona: "Onları senin evine götürüyorlar," dedikleri
zaman da, o: "O halde size ne?" cevabını verir.
lşte ben zikredilen sebeplerden dolayı halkla görüşüp
konuşmaktan çekiniyorum; ta ki, onlar taklit sebebiyle vesveselere
düşmesinler.
(240) Y i n e n a k 1 e d i 1 m i ş t i r k i : Biri Mevlana
Şemseddin'in huzurunda, Mevlana hazretlerine: "Ben seni
seviyorum, diğerlerini de senin için seviyorum," dedi ve şahit
olarak da Mecnun'un şu (arapça) şiirini getirdi:
"Onun sevgisi için zencileri, hatta siyah köpek·
leri bile seviyorum."
Mevlana: "Eğer bu başkalarından Mevlana Şemseddin'i kasdediyor
ve beni onun için seviyorsan bu daha yüksek ve daha
hoş bir iş olur. Eğer onu benim için seviyor ve sevgiliden baş
kası, sevgiliye uyulduğu için sevilir diyorsan, bu da ancak sevgilinin bu başkasının tabi tutulmasına razı olduğu vakit doğru olur," buyurdu. O adam, hiç bir şey söylemedi ve baş koyup kalkıp gitti.
(24 1) Y i n e Mevlana bir mecliste ilimler saçarken:
« Peygamberimiz (Selam onun üzerine olsun) "Altınını, hareketini
ve mezhebini gizle," ve diğer bir hadisde de "Sırrını gizleyen
işine hakim olur," buyurmuştur. Bu güzel bir adettir ve
öyledir ve hakikaten yerindedir. Evet, bir kula, niçin gizleyeyim,
Mevlana Şems-i Tebrizi'ye, "sırrını açıklarsa işine hakim
olur" sözü yerinde olur. Fakat nerede o kul?» dedi.
(242) Yin e na k 1edi1 mi ş tir ki: Bir gün
Mevlana Şemseddin arkadaşların huzurunda buyurdular ki:
Ben bu gece rüyada Mevlana'ya "Her şey helak olur, ancak
onun zatıdır kalan" (K., XXVIII, 88) ayetini okudum. Bunda
kalandan maksat, dostların yüzüdür ve o dost da sensin, dedim.
Şiir:
"Dostun ya yüzünü veya hayalini görmek lazımdır.
Arta kalanı cümlesi hayaldir."
Dünya ehli, hak ehli, ahiret ehli vardır. Şibli ahiret ehli, Mevlana
ise, hak ehlidir. Mevlana'dan bende olan şey, bana ve
benden başka üç kimseye yeter. Bunun üzerine Şemseddin'in
yakınları kendisinden bu üç kişinin kim olduğunu söylemesini
rica ettiler. O da: "Bunlar, Şeyh Selahaddin, şeyh Hüsameddin
ve benim Mevlana Bahaeddin'imdir," dedi. (Allah emin olan
Peygamberin hürmetine bunlardan ve bunlara tabi olanlardan
kıyamete kadar razı olsun).
(243) Hikaye: tleri gelenlerin sayılı kişilerinden
olan Bedr-i Kema1-i Horsaf (Allah rahmet etsin) şöyle r i v a -
yet etti ki: Ben başlangıçta Şeyh Sadreddin'e mürit olmustum.
Onun vaazlarını çok dinlerdim. O büyük adamın
hizmetine çok gidip geldim .. Şeyhin adeti şöyle idi: Cuma namazından
sonra: "Arzda dağılın ve Allah'nın fazlından kar
ve kazanç isteyin" (K., LXII, 1 O) ayeti gereğince bütün alimler,
fakirler ve emirler şeyhin zaviyesinde toplanırlardı.
Şeyh ortaya bir mesele veya bir nükte atardı. Orada bulunan-
lar onu çözmek için birbirleriyle münakaşaya girişirlerdi. Bu
çok heyecanlı olurdu. Şeyh hiç bir şey söylemezdi. Sonunda
kendisi bu meseleleri çözer ve münakaşalar da sona ererdi.
Bir gün yine şeyhin meclisinde birçok büyükler oturmuşlardı.
Birdenbire uzaktan Mevlana gözüktü. Şeyh, ayağa kalktı, orada
bulunanlarla birlikte Mevlana'yı karşıladılar. Mevlana sekinin
kenarına oturdu. Şeyh, Mevlana'ya seccadede oturması
için çok ısrar etti. Mevlana: "Olmaz, Allah’a ne cevap vereyim?"
dedi. Şeyh ricasına devamla: "Seccadenin yarısında
efendimiz otursun, yarısında da kulunuz," dedi. Mevlana:
"Bunun cevabını Allah’a veremem," diyerek oturmadı. Bunun
üzerine şeyh: "Hüdavendigar hazretlerinin oturmak istemediği
seccadenin bize de lüzumu yok.' dedi ve seccadeyi toplayıp
attı. Mevlana hazretleri bu mecliste hiç bir şey söylemedi.
Derin bir sükuta daldı ve bu hal o kadar devam etti
ki, mecliste bulunanların cümlesi şaşırıp kendilerinden geçtiler.
Şeyh de başını yere eğmiş, alnını yere sürüyor ve buram buram
ter döküyordu. Birdenbire Mevlana: "Allah!" deyip yerinden
kalktı ve "Allah sizi muvaffak etsin," diyerek çekip
gitti. Şeyh ise, bu mestlikten üç gün üç gece kendine gelemedi.
Hiç kimseye de bir şey söylemedi. Mecliste bulunan büyük
adamlar da bu sonsuz ululuk karşısında hayrette kaldılar ve
cümlesi mürit oldular. Allah'nın nimetlerine şükrolsun, ben de
hemen Mevlana'ya mürit oldum ve ondan feyizlendim.
(244) Yine Horsaf'ın babası Nureddin (Allah rahmet
etsin) h ik a ye et ti ki: Oğlum Kemaleddin'i sünnet ettiriyordum.
Büyük bir sünnet düğünü yapmıştım. Mevlana
hazretleri tam on altı gün bizim düğünümüzde bulundu. Takım
takım büyük adamlara sema tertip edildi. Birtakım insanlar
gelir, birtakımı giderlerdi. Mevlana, sema'a o kadar dalmıştı
ki, on altı gün zarfında ne yemek yedi, ne su içti, ne de uyudu.
On altı gün sonra nefis yemekler getirdiler. Mevlana:
"Dostlar afiyetle yesinler. Benim tam iştahım yok," dedi. Sofrayı
kaldırdıktan sonra Emir Alim Çelebi kürsüye oturup Kemal'i
tuttu. Sünnetçiler sünnet ettiler. O gece Mevlana yemek
getirmelerini emretti. Her bir yemekten dörder kap getirdiler.
Cümlesini de tam bir iştiha ile yedi. Elli kaba yakın bir yemek
yedi, sonra tekrar sema'a kalktı. Dostlar hayretten hayrete
düştüler. Bunun üzerine Mevlana: "Allah eri, Musa'nın sihirbazların
develer yükü sihir aletlerini yuttuğu halde hiç karnı
şişmeyen ve hiç bir eser gözükmeyen asası veya evlerdeki karanlıkları
yok eden bir kandilin nuru gibidir," buyurdu. İşte
o zamanda bu kadar yemek yediği halde onun mübarek karnında
zerre kadar bir şişkinlik peyda olmadı. Yemeden evvel
nasılsa yine öyle idi. Bu da onun nadir ve görülmedik kerametlerindendir.
Şiir:
"Nükte ve lokma kamil kişiye helaldır. Madem·
ki sen kamil değilsin, yeme ve sus. 51
"Bir kimsede yediği lokma celal nuru olursa, o
kimse ne yese ona helaldır."52
(245) Hikaye (Hakikati) arayanların kendisi ile
iftihar ettiği ve guyendelerin tadı olan Şerefeddin-i Osman-ı Guyende, Mevlana'nın eski nedimlerindendi. O şöyle rivayet etti
ki: Bir gün zamanın veliyesi olan Kiramana Hatun'un ba
ğında idik. Mevlana üç gün üç gece sema etti, heyecanlar içinde
idi. üç takım hanende okumaktan ve uykusuzluktan aciz
kalmış ve bitkin bir hale gelmişti. Ben sema arasında kavval
Zeki'nin kulağına: "üç geceden beri eve gitmedim, acaba çoluk
çocuk ne oldu," dedim. Bu sırada Mevlana hemen mübarek
eteğinin altından elini çıkarıp bir avuç yeni basılmış gü
müş para çıkardı, Bizim defimizin içine öyle bir attı ki defin
derisi patladı, paralar yere döküldü. Biz bunları toplayıp saydık.
Bin yedi yüz sultani idi. Biz onun gösterdiği bu kudretten
hayrette kalmıştık ki, Mevlana sabahleyin erkenden evden
çıktı, bağın içine doğru yürüdü. Ben de nereye gidecek diye
hep arkasından gidiyordum. O hangi ağaca rastlasa, selam veriyor
ve bütün ağaçlar secde ediyorlardı ve bana Kur'an'daki
'Yıldız ve ağaç secde ederler' (K., LV, 6) ayetinin sırrından
hikmet gösterivordu. Ben bu hal karşısında feryat ve figan
edip heyecanlar gösteriyordum. O, bana: "Sus, bir şey söyleme,"
diye mübarek yeni ile işaret etti. Ben bu heybetten üç
giin üç gece kendimden geçmiş ve dili tutulmuş bir halde oldu-
ğum yerde düşüp kalmışım. Arkadaşlar beni aramışlar. Mevlana:
"Bizim Osman kendinden geçmiş, falan yerde uyuİnuş
yatıyor," demiş. Ben binlerce niyaz ve edep ile yerimden kalktım,
Mevlana'nın huzuruna gidip günahımın bağışlanmasını
istedim. Bütün ömrümde keder, fakirlik ve sıkıntı yüzü görmedim.
(246) Hikaye : Hoca Şerefeddin-i Semerkandi, Bü
yük Mevlana'nın evinin mahremlerinden ve çocuklarının lalası
idi. Kızı da Sultan Veled ve Alaaddin'in anneleridir. Şöyle rivayet
etti ki: Mevlana dokuz yaşında iken alimler ve nükte
söylemeği seven danişmendlerle münakaşalar yapar,onları cevap
veremez bir hale getirdi. Fakat tekrar lütuf göstererek
kendisini susturulmuş gibi yapardı. Tam bir lütufla sualler
sorar, cevaplar verirdi. Fakat konuşma ve münakaşalarla hiç
bir kimseye asla: "Senin bu fikrini kabul etmiyorum," demezdi.
Onlar ise, kendisine hücum ederler ve: "Senin bu fikrini kabul
etmiyoruz," derler ve ona mani olurlardı. Ben kendisini
azarlardım, "Niçin sen de onların fikirlerini kabul etmediğini
söylemiyor ve karşı koymuyorsun?" derdim. O da: "Onlar
benden yaşça büyüktürler, ben onların yüzüne karşı nasıl böyle
bir söz söyleyebilirim," derdi. Ben defalarca, düşmanları
nın mahcup olmamaları için kendisini mahsus cevap veremez
bir hale sokulmuş gibi gösterdiğini gördüm. Din. ulularına son
derecede riayet ederdi ve arkadaşlara: "Eğer dostlarınızın kö
tülüklerini size naklederlerse, sizin onları yetmiş kere hayırla
ve hüsnüniyetle tevil etmeniz gerekir. Onu yazmak ve izah etmektan
tamamiyle aciz kaldığınız vakit, "Bunun sırrını o bilir,"
diye tevil ediniz ve meseleyi kapatınız ki, dünyada dostsuz
kalmayasınız. Çünkü ayıpsız dost arayan dostsuz kalır,"
diye vasiyet ederdi.
Şiir:
"Dost, insanın hüzünlü zamanında canının aynasıdır.
Ey can, sen aynanın yüzüne doğru hohlama."53
(247) Y i n e dostların ulularından n a k 1 e d il m i ş
t i r k i: Bir gün zamanın şairlerinin sultanı olan Emir Kaani
Mevlana'dan: "Senai Müslüman mıydı?" diye sordu. Mevlana:
"Elbette. Hatta İslam dinini nurlandıran bir adamdı,"
buyurdu. Kaani'i bunun üzerine baş koyup gitti.
(248) Y i n e Mevlana ilimler saçtığı sırada buyurdu
ki: Kamil bir şeyh, hamama benzer, Hamama girdiğin vakit
nasıl elbiselerden ve bütün eşyadan sıyrılmazsan, zahiri temizlik
hasıl olmaz ve bedenin kirlerinden ve cenabetlikten
temizlenmezsen, kamil bir şeyhin yanına girdiğin vakit de kendini
varlıktan ve kendine tapmak duygusindan sıyırmazsan
hayata kavuşmaz, kıyamet temizliğine ulaşamaz ve nefsin hiyanetinden
ibaret olan hatmi cünüplükten de temizlenemezsin.
Bundan sonra: "Biz insanı şiddetli zahmet ve meşakkette
yarattık' (K., XC, 4) ayetini tefsire başlayarak: "Burada şiddetli
zahmet ve meşakkatten (kebedden) maksat zülmet ve cehalettir.
Sonra Allah onların üzerine nurundan serpti, bunun
üzerine insanın beşeri sıfatları kalmadı, zahmet ve meşakkat
ten rahata çıktı 'O, sarp yokuşa göğüs veremedi' (K., XC, 1 1)
ayetindeki sarp yokuşu geçip esirlikten kurtuldu. Sarp yokuştan
maksat, nefsidir. Esirlikten kurtulması da halkın esirliğinden,
kendi nefsinin işlerini ve nefsinin kurtulduğunu görmekten
kurtulması demektir."