Şu mu'cize-i şeceriyeyi daha ziyade takviye eden, mütevatir bir surette nakledilen حَنِينُ الْجِذْعِ 1 mu'cizesidir. Evet, Mescid-i Şerif-i Nebevîde, kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (a.s.m.) ağlaması, beyan ettiğimiz mu'cize-i şeceriyenin misallerini hem teyid eder, hem kuvvet verir. Çünkü o da ağaçtır, cinsi birdir. Fakat şunun şahsı mütevatirdir. Öteki kısımlar, herbirinin nev'i mütevatirdir; cüz'iyatları, misalleri, çoğu sarih tevatür derecesine çıkmıyor.
Evet, Mescid-i Şerifte, hurma ağacından olan kuru direk, Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâm hutbe okurken ona dayanıyordu. Sonra minber-i şerifyapıldığı vakit, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm minbere çıkıp hutbeye başladı. Okurken, direk deve gibi enin edip ağladı; bütün cemaat işitti. Tâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yanına geldi, elini üstüne koydu, onunla konuştu, teselli verdi, sonra durdu.2 Şu mu'cize-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, pek çok tariklerle, tevatür derecesinde nakledilmiştir.
Evet, حَنِينُ الْجِذْعِ 1 mu'cizesi çok münteşir ve meşhur ve hakikî mütevatirdir.2 Sahabelerin bir cemaat-i âlisinden on beş tarikle3 gelip, Tâbiînin yüzer imamları o mu'cizeyi, o tariklerle, arkadaki asırlara haber vermişler. Sahabenin o cemaatinden ulema-i Sahabe namdarları ve rivayet-i hadîsin reislerinden Hazret-i Enes ibni Malik (hâdim-i Nebevî),4 Hazret-i Câbir bin Abdullahi'l-Ensârî(hâdim-i Nebevî),5 Hazret-i Abdullah ibni Ömer,6 Hazret-i Abdullah bin Abbas,7 Hazret-i Sehl bin Sa'd,8 Hazret-i Ebu Saidi'l-Hudrî,9 Hazret-i Übey ibni'l-Kâ'b,10 Hazret-i Büreyde,11 Hazret-i Ümmü'l-mü'minîn Ümmü Seleme12 gibi meşâhir-i ulema-i Sahabe ve rivayet-i hadîsin rüesaları gibi, herbiri bir tarikin başında, aynı mu'cizeyi ümmete haber vermişler. Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha, arkalarındaki asırlara o mütevatir mu'cize-i kübrâyı tarikleriyle haber vermişler.
İşte, Hazret-i Câbir tarikinde der ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hutbe okurken, Mescid-i Şerifte جِذْعُ النَّخْلِ denilen kuru direğe dayanıp okurdu. Minber-i şerif yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit, direk tahammüledemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı. Hazret-i Enes, tarikinde der ki: Camus gibi ağladı, mescidi lerzeye getirdi. Sehl ibni Sa'd, tarikinde der: Hem onun ağlaması üzerine, halklarda ağlamak çoğaldı. Hazret-i Übeyy ibni'l-Kâ'b, tarikinde diyor: Hem öyle ağladı ki, inşikak etti.
Diğer bir tarikte,1 Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti:
اِنَّ هٰذَا بَكٰى لِمَا فَقَدَ مِنَ الذِّكْرِ Yani, "Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikr-i İlâhînin iftirakındandır ağlaması."
Diğer bir tarikte,2 ferman etmiş:
لَوْ لَمْ اَلْتَزِمْهُ لَمْ يَزَلْ هٰكَذَۤا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ تَحَزُّنًا عَلٰى رَسُولِ اللهِ
Yani, "Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullahın iftirakından kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti."
Hazret-i Büreyde, tarikinde der ki: Ciz' ağladıktan sonra, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm elini üstüne koyup ferman etti:
اِنْ شِئْتَ اَرُدُّكَ اِلَى الْحَۤائِطِ الَّذِى كُنْتَ فِيهِ تَنْبُتُ لَكَ عُرُوقُكَ وَيَكْمُلُ خَلْقُكَ وَيُجَدَّدُ خُوصُكَ وَثَمَرُكَ وَاِنْ شِئْتَ اَغْرِسُكَ فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلُ اَوْلِيَۤاءُ اللهِ مِنْ ثَمَرِكَ 3
Sonra o ciz'i dinledi, ne söylüyor. Ciz' söyledi; arkadaki adamlar da işitti:
اِغْرِسْنِى فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلْ مِنِّى اَوْلِيَۤاءُ اللهِ فِى مَكَانٍ لاَ يَبْلٰى
Yani, "Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakkın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada beka bulup, çürümek yoktur." Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: 4 قَدْ فَعَلْتُ Sonra ferman etti:
اِخْتَارَ دَارَ الْبَقَۤاءِ عَلٰى دَارِ الْفَنَۤاءِ 1
İlm-i kelâmın büyük imamlarından meşhur Ebu İshak-ı İsferânî naklediyor ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm direğin yanına gitmedi. Belki direk onun emriyle onun yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü.2
Hazret-i Übeyy ibni Kâ'b der ki: Şu hâdise-i harikadan sonra Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâm emretti ki, "Direk minberin altına konulsun." Minberin altına konuldu—tâ Mescid-i Şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übeyy ibni Kâ'b yanına aldı; çürüyünceye kadar muhafaza edildi.3Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hâdise-i mu'cizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: "Ağaç, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma meyil ve iştiyakgösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız."4
Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.
BİR NÜKTE-İ MÜHİMME: Eğer denilse: "Neden Gazve-i Hendek'te dört avuç taamla bin adamı doyurmak olan mu'cize-i taamiye; ve mübarek parmaklarından akan su ile, bin kişiye suyu doyuruncaya kadar içiren mu'cize-i mâiye, neden şu hanîn-i ciz' mu'cizesi gibi şâşaa ile, çok kesretli tariklerle nakledilmemiş? Halbuki o ikisi, bundan daha ziyade bir cemaatte vuku bulmuş."
Elcevap: Zuhur eden mu'cizeler iki kısımdır. Bir kısmı, nübüvveti tasdik ettirmek için, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm elinde izhar ediliyor. Hanîn-i ciz'şu nevidendir ki, sırf nübüvvetin tasdiki için bir hüccet olarak zuhura gelmiş ki, mü'minlerin imanını ziyadeleştirmek ve münafıkları ihlâsa ve imana sevk etmek ve küffârı imana getirmek için zâhir olmuş. Onun için, avam ve havas, herkes onu gördü; onun neşrine fazla ihtimam edildi.
Fakat şu mu'cize-i taamiye ve mu'cize-i mâiye ise, mu'cizeden ziyade bir keramettir; belki kerametten ziyade bir ikramdır; belki ikramdan ziyade, ihtiyaca binaen bir ziyafet-i Rahmâniyedir. Onun için, çendan dâvâ-yı nübüvvete delildir ve mu'cizedir; fakat asıl maksat, ordu aç kalmış, bir çekirdekten bin batman hurmayı halk ettiği gibi, Cenâb-ı Hak, hazine-i gaybdan bir sâ' taamdan bin adama ziyafet veriyor. Hem susuz kalmış mücahid bir orduya, kumandan-ı âzamın parmaklarından âb-ı kevser gibi su akıttırıp içiriyor.
İşte şu sır içindir ki, mu'cize-i taamiye ve mu'cize-i mâiyenin herbir misali, hanîn-i ciz' derecesine çıkmıyor. Fakat o iki mu'cizenin cinsleri ve nevileri, külliyetitibarıyla, hanîn-i ciz' gibi mütevatir ve kesretlidir. Hem taamın bereketini ve parmaklarından suyun akmasını herkes göremiyor, yalnız eserlerini görüyor. Direğin ağlamasını ise herkes işitiyor. Onun için fazla intişar etti.
Eğer denilse: "Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın her hal ve hareketini kemâl-i ihtimamla Sahabeler muhafaza ederek nakletmişler. Böyle mu'cizât-ı azîme, neden on, yirmi tarikle geliyor? Yüz tarikle gelmeliydi. Hem neden Hazret-i Enes, Câbir, Ebu Hüreyre'den çok geliyor; Hazret-i Ebu Bekir ve Ömer az rivayet ediyor?"
Elcevap: Birinci şıkkın cevabı, Dördüncü İşaretin Üçüncü Esasında geçmiş. İkinci şıkkın cevabı ise:
Nasıl ki insan bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mesele-i şer'iye müftüden haber alınır, ve hâkezâ Öyle de, Sahabe içinde, ehâdis-i Nebeviyeyi gelecek asırlara ders vermek için, ulema-i Sahabeden bir kısım, ona mânen muvazzaf idiler, bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebu Hüreyre bütün hayatını hadîsin hıfzına vermiş. Hazret-i Ömer siyaset âlemiyle ve hilâfet-i kübrâ ile meşgulmüş. Onun için, ehâdisi ümmete ders vermek için, Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi zâtlara itimad edip, ondan, rivayeti az ederdi. Hem madem sıddık, sadûk, sadık ve musaddak bir Sahabenin meşhur bir namdarı, bir tarikle bir hâdiseyi haber verse, yeter denilir, başkasının nakline ihtiyaç da kalmaz. Onun için bazı mühim hâdiseler iki üç tarikle geliyor.