31 Mayıs 2016 Salı

Nesh Nesih Nasih Mensuh

Nesh idari ve ictimai bir hikmet ve maslahata binaen olur.
Nesh akaidi asliyede Allah Tealanın zikrettiği haber ve kıssalarda olmaz.Ancak emir ve yasaklarda olur.
Kur’an-ı kerimde nesh vardır
Sual: Kur’anda nesh var mıdır?
CEVAP
Elbette vardır. Nesh, emir ve yasakların yürürlükten kaldırılması veya değiştirilmesi demektir. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem’den itibaren gönderdiği dinlerin hepsi itikatta aynı, amelde ise farklıydı. Sonra bütün dinleri nesh edip, İslamiyet’i göndermiştir. Kur’an-ı kerim 23 senede indi. Bu zaman zarfında bazı hükümler tedrici olarak indi. Mesela, içki önce haram değildi. Bir âyet inip fayda ve zararından bahsedilmiş, zararı daha fazladır denilerek bırakılması istenmiş; fakat kesin olarak haram edilmemişti. Daha sonra kesin olarak haram edildi. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden, bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]

Hâşâ, bu âyet-i kerime lüzumsuz yere inmemiştir. Nesh var ki, böyle bildirilmiştir. İslam âlimlerinin kitaplarında bu hususta çok açıklama vardır. Türedilerin, nesh yok demelerine itibar etmemelidir.

Sual: Allah’ın, koyduğu bir hükmü, daha sonra değiştirmesi, akla uygun mudur? Nesh var mıdır?
CEVAP
Bütün hak dinlerde, iman bilgileri yani Amentü’nün esasları bozulmadan önce aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. İki âyet meali:
(Kur’an, önce gelmiş olan kitapları tasdik edicidir.) [Bekara 97]

(Tevrat’ı tasdik eden Kur’ana inanın!) [Bekara 41]

Nesh, Peygamber kıssaları ile Cennet ve Cehennemi bildiren âyetlerde olmaz. Yalnız, emir ve yasaklarda olur. Nesh; emir ve yasakları değiştirmek demek değil, bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermektir. Kur’an-ı kerim, Tevrat ve İncil’i nesh edip yürürlükten kaldırdı. (Beyan-ül-hak)

Dinin emir ve yasakları tedrici olarak bildirildi. Mesela Bekara sûresinin 219. âyetinde, önce içkinin büyük günahı yanında, bazı faydalarının da bulunduğu bildirildi. Daha sonra haram edildi. (Maide 91)

Nesh hakkında iki âyet meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]

(Ya bize bundan başka bir Kur’an getir, yahut onu değiştir diyenlere de ki, Onu kendiliğimden değiştiremem.) [Yunus 15]

Demek ki nesh edilen ve unutturulan âyetler vardır. Hadis-i şerifle de olsa, nesh yine Allahü teâlânın emri iledir. Çünkü Resulullahın dine ait sözleri vahiydir:
(Onun sözü vahiyden başka değildir.) [Necm 4]

Neshin çeşitleri şunlardır:
1- Âyetin, âyet ile neshi:
Bekara sûresinin 180. âyetinde, ölüm hastasının ana, baba ve yakınları için vasiyette bulunma şartı vardı. Nisa sûresinin 11. âyetinde, herkesin ne kadar miras alacağı bildirilmiş ve böylece vasiyet şartı kaldırılmıştır. Nisa sûresinin, (Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini veriniz) mealindeki 33. âyetine göre, akraba olmayan iki kişi yeminleşir ve biri diğerine mirasçı olurdu. Ama Enfal sûresinin, (Yakın akrabalar vâris olmaya daha uygundur) mealindeki 75. âyeti ile neshedildi. (Ebu Davud)

Nur suresinin, (Zina eden kadını, başka erkekler nikah edemezler) mealindeki 3. âyet-i kerimesi, Nisa sûresinin üçüncü âyeti ile nesh edilmiş ve hadis-i şerif ile bildirilmiştir. (S. Ebediyye)

2- Âyetin, sünnet ile neshi:
Bekara sûresinin (Ölüm gelince, ana baba ve yakınlara vasiyet farzdır) mealindeki 180. âyeti, [Buhari’deki] (Vârise vasiyet yoktur) hadis-i şerifi ile nesh edildi.

Zekât verilmesi bildirilen 8 sınıftan biri olan Müellefe-i kulub, iman etmesi veya kötülükleri önlenmek istenilen kâfirler ve yeni iman etmiş olan zayıf Müslümanlar idi. Hazret-i Ebu Bekir zamanında, Beyt-ül-mal emini olan Hazret-i Ömer, [Kütüb-i sittenin hepsinde bulunan] (Zekâtı Müslümanların zenginlerinden al, fakirlerine ver) mealindeki Muaz hadisini bildirip, (Müellefe-i kulub’a zekât verilmesini Resulullah nesh etti) dedi. Eshab-ı kiramın hepsi, bunu kabul etti. Nesh edilmiş olduğuna ve bunlara zekât verilmemesi gerektiğine icma hasıl oldu. (Redd-ül Muhtar)

3- Sünnetin âyet ile neshi:
Beyt-ül-makdis’e doğru namaz kılınırken, Bekara sûresinin, (Yüzünü artık Mescid-i Haram [Kâbe] tarafına çevir) mealindeki 144. âyeti ile nesh edildi. Kıble Kâbe oldu.

4- Sünnetin sünnet ile neshi:
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabir ziyaretini yasaklamıştım, bundan sonra ziyaret edin!) [İbni Mace]

(Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ayaklarında ateşten iki nalın olacak, bunların sıcaklığından beyni kaynayacaktır.) [Müslim]
Bu hadis-i şerif, imam-ı Kurtubi ve imam-ı Süyuti’nin bildirdiği (Amcam Ebu Talib, diriltildi ve iman etti) mealindeki hadis-i şerif ile nesh edilmiştir.

(Bazı âyetlerde olduğu gibi, hadislerimden de birbirini nesh eden olur.) [Deylemi]

Şimdi, Allah’a ve Resulüne dün böyle diyordun bugün niye değiştirdin, çelişki içindesin mi denir?

Hatta, Allahü teâlâ öteki dinlerde haram olan bazı şeyi bu ümmete helal kılmış, helal olanları da haram kılmıştır. Hâşâ Allah’a niye böyle yaptın denebilir mi? Nitekim Âdem aleyhisselamın çocukları ikiz olmayan kız kardeşleri ile evlenmişlerdir. O zaman mubah kılmıştı, bugün ise yasakladı. Din Allah’ın değil mi? İstediğini yapamaz mı? Mesela, Mütayı da üç defa mubah kılmış, üç defa da yasaklamıştır. Buna çelişki denir mi? Mütayı sonradan yasakladı diye Allah ve Resulü suçlanır mı?

Sual: Nesh edilen ahkâmla amel edilir mi?
CEVAP
Hayır.

Neshin dinimizdeki yeri
Sual: Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram, Tâbiîn ve sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimdeki neshi kabul ettikleri hâlde, günümüzdeki bazı kimseler, neshi niye inkâr ediyorlar?
CEVAP
Ehl-i sünnet olmayanlar, Mutezile’ye inananlar ve aklı yanılmaz ölçü kabul edenler neshi inkâr ediyorlar. Neshi, bir yanlışı düzeltme olarak anladıkları için kabul etmiyorlar. Hâşâ nesh, yanlışı düzeltme değildir. Bir hükmün yürürlükten kaldırılması veya başka bir hükümle değiştirilmesidir. İki âyet-i kerime meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden, bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]

(Allah neyi indireceğini çok iyi bilir. Biz bir âyeti [nesh edip] diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit, “Sen ancak bir iftiracısın” dediler. Hayır, onların çoğu [Kur'ân'ın hakikatini ve hüküm değiştirmenin faydasını] bilmezler.) [Nahl 101]

Böyle bir âyet nazil olunca müşrikler, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için, (Bugün emrettiğini yarın yasaklayıp Eshabıyla eğleniyor. O, Kur’an’ı kendisi uyduran bir iftiracıdır) derlerdi. Cenâb-ı Hak bu âyetiyle onlara cevab veriyor. (Tefsir-i Şeyhzâde, Tefsir-i Râzî, Tefsir-i Medârik)

Nesh, ancak kulların ihtiyaçları sebebiyle olur. (Tefsir-i Râzî, Tefsir-i Hâzin)

Kurtubî tefsirinde nesh hakkında özetle deniyor ki:
Neshi bilmenin faydası çok büyüktür. Neshi, ahmak câhillerden başkası da inkâr etmez. Çünkü ahkâma dair karşılaşılan meselelerde helâli, haramı bilmek gibi neshi bilmeyi gerektiren pek çok husus vardır. Hazret-i Ali, camide insanlara vaaz ve nasihat veren birini çağırıp, (Sen nâsihi, mensuhu yani nesh eden ve nesh edilen âyetleri biliyor musun?) diye sorar. O da, (Hayır) deyince, Hazret-i Ali, (Kendini de, başkalarını da helâk ediyorsun) diyerek mescitten çıkarır.

Ubey bin Ka'b ve Hazret-i Âişe bildiriyor ki:
Ahzab sûresi, uzunluk itibarıyla Bekara sûresi'ne denk uzunluktaydı. [Nesh edilerek bu hâle geldi.]

Ebu Bekr el-Enbarî şunu zikreder:
Adamın biri geceleyin Kur'an-ı kerimden bir sûre okumak üzere kalktı, fakat o sûreden bir şey okuyamadı. Bir başkası kalktı, o da bir şey okumaya güç yetiremedi. Bir başkası da kalktı, o da o sûreden bir şey okuyamadı. Sabah Resulullah'ın huzuruna gittiler. (Yâ Resulallah, geceleyin Kur'ân-ı kerimden bir sûre okumak üzere kalktım da hiçbir şey okuyamadım) dedi. Bir diğeri de, (Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi) dedi. Öteki de, (Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi) dedi. Bunun üzerine Resulullah, (Bu, yüce Allah'ın dün nesh ettiği âyetlerdir) buyurdu. [Nitekim âyet-i kerimede, (Yenisini getirmeden eskisini unutturmayız) buyuruluyor. Ezberlenen âyetleri Allahü teâlânın unutturduğunu Peygamber efendimiz bildiriyor. Unutturma olmasaydı, (Eskisini unutturmayız) buyurulmazdı.]

Sonra gelen bazıları neshin caiz olduğunu kabul etmiyorlar. Hâlbuki Selef-i sâlihîn ismi verilen önceki âlimlerin şeriatta neshin olduğuna dair icma etmiş olmaları, susturucu bir delildir. [Bütün âlimlerce icma hâsıl olmuş iken, bu icmaya karşı direnmek, ilme aykırı, bâtıl bir davranıştır.]

Cumhur-u ulema bildiriyor ki:
Daha ağır bir hükmün hafifletilmesi caizdir. Cihadda on kişiye karşı sebat etme hükmünün iki kişiye karşı sebat etme hükmüyle değiştirilmesi gibi. (Enfal 65-66)

Daha hafif bir hükmün, daha ağır bir hükümle nesh edilmesi de caizdir. Aşûre günü orucunun Ramazan ayında oruç tutma hükmü ile nesh edilmesi gibi.

Ağırlık veya hafiflik itibarıyla birbirinin dengi olan hükümler de birbirini nesh edebilir. Kıblenin neshinde olduğu gibi.

Bir hüküm nesh edilmekle birlikte onun yerine başka bir hüküm getirilmeyebilir. Resulullah efendimizle özel bir şekilde konuşmak için önce sadaka vermeyi emreden hükmün kaldırılması gibi. (Mücadele 12,13)

Kur'ân, Kur’an’la, sünnet de mütevatir hadisle nesh edilebilir.
Kur'ân
-ı kerim sünnetle de nesh edilebilir. Mesela Bekara sûresinin 180. âyeti, (Mirasçıya vasiyet yoktur) hadisiyle nesh edilmiştir. (Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mâce)

Âyette had cezası olarak bildirilen zina edene sopa vurmak emri, evli olup da zina sebebiyle recmedileceklerde ayrıca sopa vurulması haddi de düşürülmektedir. Bunu düşüren ise Resulullah'ın uygulamadaki sünnetidir. Yani hem sopa hem de recm olmuyor. Sopa kaldırılmış oluyor.

Neshin her çeşidi Resulullah efendimiz hayatta iken yapılmıştır. Vefatından sonra neshin olamayacağı üzerinde icma vardır.

Bekara sûresinin, iddeti bir yıl olarak tespit eden 240. âyetinin hükmü nesh edilmiş, fakat okunuşu kalmıştır.

Bazen hüküm nesh olunmadan, tilavet nesh olunabilir. Recm âyeti gibi. Yani recm âyeti, metin olarak nesh edildiği hâlde, hükmü geçerlidir. Bazen hem tilavet hem de hüküm nesh olunabilir. Hazret-i Ebu Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: (Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz, çünkü o bir küfürdür) mealindeki âyeti biz okurduk. Bu âyet önce tilavet olunup sonradan nesh edilmiştir. (Buhârî, Müslim)

Buna benzer nesihler pek çoktur. (Yukarıdaki yazının tamamı Tefsir-i Kurtubî’den alınmıştır.)

Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu isimli kitapta özetle deniyor ki:
353 — Nesh, aklen ve naklen caiz ve vâkidir. Allahü teâlâ, kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebilir, kullarını bir zaman bir hükme, diğer bir zaman da başka bir hükme tâbi tutabilir, buna kimsenin itiraz hakkı yoktur. Nesh, naklen caiz ve sabittir.
357 — Kitap Kitap’la, sünnet sünnetle ve sünnet Kitap’la, Kitap da mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilmiş olabilir.
Fahr-i âlem efendimize 9 zevceden başkası helâl olmayacağı âyeti kerimeyle beyan edilmişken, daha sonra dilediği kadar zevce edinmek mubah edilmiştir. Kitapla sabit olan bir yasağın hükmü, sünnetle nesh edilmiştir.

[Yalnız Kur’an diyenler, (Hadis, bir âyeti nasıl nesh eder?) diyorlar. Bunlar Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İnanan böyle söyleyemez. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, (Resulüme tâbi olun, Resulüm neyi verdiyse alın, neyi yasakladıysa sakının. Onun [dine ait] her sözü vahye dayanır) buyurmuyor mu? Allahü teâlânın Resulü, (Falan âyet nesh edildi) buyuruyor. Kur’an’a inanıp Resule tâbi olanın, inanması gerekmez mi? Üstelik onun sözü vahye de dayanıyor. Yani Allahü teâlânın bildirdiğini söylüyor. Demek ki bunlar, Kur'an-ı kerimdeki (Resulüme uyun) âyetlerine inanmıyorlar. Kur’an’a inanmayanların sözlerine de itibar edilmez.]

Nesh dört kısma ayrılır:
1- Hem tilâveti, hem de hükmü mensuh olan âyetler. Ahzab sûresinin âyetleri, Bekara sûresine eşitken, daha sonra bazılarının hükmüyle beraber tilâvetleri de nesh olunmuştur.
2- Tilâveti mensuh olmayıp yalnız hükmü mensuh olan âyetler. Zina eden kadınların sözle cezalandırılması ve evlerinde hapsedilmeleri hakkındaki âyetin hükmü nesh edilip tilâveti bâki kalmıştır.
3- Hükmü bâki kalıp yalnız tilâveti nesh edilen âyetler. (İhtiyar erkek ve kadın, zina ederlerse ikisini de Hak teâlâ tarafından bir azap olarak recm ediniz) kavl-i şerifi, bir âyet iken sonra hükmü kalıp tilâveti nesh olunmuştur.

4- Yalnız tilâvetin neshindeki hikmet, ümmetin Allah'ın emrine ne derece uyduğunu göstermektedir. Çünkü tilâvet olunan bir nass bulunmadığı hâlde, onun mücerret rivayet edilen hükmüne uyulması, ümmetin ibadet hususundaki mükemmeliyetini gösterir.

Daha önce, Ramazan-ı şerif gecelerinde uyuduktan sonra yiyip içmek, zevceye yaklaşmak yasaktı. Sonra bunlar imsak vaktine kadar mubah oldu. İslâmiyet'in başlangıcında oruç tutmakla fidye vermek arasında muhayyer iken, sonra oruç tutmaya muktedir olanlar için muhakkak oruç tutmaları farz oldu. (Bu yazının tamamı Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu isimli kitaptan alınmıştır.)

Şâmil Ansiklopedisinde özetle deniyor ki:
Yahudiler, neshe şiddetli karşı çıkmışlardı. Zira Yahudiler, neshi kabul ettikleri takdirde bunun, kendi şeriatlarının nesh edilmiş olduğu neticesine varacağını anlıyorlardı.

Müşrikler de, neshi İslâm için bir kusur olarak görüp, Peygamber efendimize, (Eshabına dün emrettiğini bugün değiştiriyor; bugün yapılmasını emrettiği bir şeyi yarın kaldırıyor) diyerek alay ediyorlardı. [Günümüzde de, Yalnız Kur’an diyenler, neshi hâşâ Allah'ın, yanlışını düzeltmesi olarak görmekte, bu yönden müşriklere benzemektedir.]

Yeni kurulmaya başlanan İslâm toplumunun inkişaf ve tekâmülü icabı emir ve yasakları ihtiva eden bazı âyetlerin hükümlerinin sonradan kaldırılmasından daha tabiî ne olabilir? Kaldı ki nesh, ebedî olan inançlara dokunmayıp sadece ahkâmdaki emir ve yasaklara inhisar etmektedir. Bu değiştirmeyle müminlerin dînî vecibeleri daha kolay ve pratik bir şekle sokulmuştur.

Bazı âlimler, Necm sûresinin, (O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka bir şey değildir) mealindeki 4. ve 5. âyetlerini delil göstererek, Hazret-i Peygamber'in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hazret-i Peygamber'e, mânâsı Allahü teâlâya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da vahye dayandığını söyleyerek Hazret-i Peygamber'in sözlerinin bazı âyetleri nesh ettiğini bildirdiler.

Neshin türlerine birer örnek:
1- Kur'an'ın Kur'an'la neshi: Bekara 180. âyetinin Nisâ 11. âyeti ile neshi.

2- Kur'an'ın Sünnetle neshi: Bekara sûresinin 180. âyetinin (Vârise vasiyet yoktur) hadisi ile neshi. (Buhârî)

3- Sünnetin Kur'an'la neshi: Beytül-Makdis'e doğru namaz kılarken Bekara 144. âyeti ile nesh edilip kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi.

4- Sünnetin Sünnetle neshi: Yasaklanan kabir ziyaretine sonradan izin verilmesi.

Kur’an’ın kendi içinde neshi:
1- Kıraat ve hükmün birlikte neshi:
Sütkardeşliğinin tespitinde beş emmenin yeterli olacağı hükmü, daha önce on emme ile sabit olacağını bildiren âyeti nesh etmiştir.

2- Hükmün nesh edilip tilâvetinin bırakılması:
Bekara 115. âyeti, aynı sûrenin 144. ve 149. âyetleri ile nesh edilmiştir.

3- Tilâvetin nesh edilip hükmün yerinde kalması:
Zina eden evlilerin recmedilmeleri hakkındaki âyet bir örnektir.

Kur’an’da nesh edilen âyet sayısı âlimlere göre farklıysa da, nesh edildiğinde hepsinin ittifak ettikleri âyetler şunlardır:
Nisa 15 (Zina edenlere ev hapsi verilmesi)
Nisa 16 (Zina edenler tevbe ederse, cezalandırılmaması)
Enfâl 65 (Yüz Müslümanın bin kâfire galip geleceği âyeti, bir sonraki âyette 100 Müslümanın iki yüz kâfire galip geleceği bildirilmişti.)
Mücadele 12 (Resulullah’la konuşmadan önce sadaka veriliyordu.)
Müzzemmil 2-4 (Gece kalkıp namaz kılınması)

Diğer kitaplardan alınan bilgiler:
Buhârî’de bildiriliyor ki: Resulullah, “sallallahü aleyhi ve sellem”, Muaz bin Cebel hazretlerini Yemen’e gönderirken, zekâtın, uşrun, kimlere verileceğini bildirip, (Müslümanların zenginlerinden al, fakirlerine ver) buyurdu. Kur’an’da zekât verilmesi bildirilen müellefe-i kulüp sınıfı, zekâtı Müslümanların zenginlerinden alıp, fakirlerine vermesini bildirdiği bu hadisle nesh edilmiştir. Eshab-ı kiramın hepsi de, bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğu ve artık bunlara zekât verilmemesi hususunda icma hâsıl olmuştur. (İbni Âbidin, Nimet-i İslam) [Resulullah'ın buyurduğu neshi, Eshab-ı kiramın tamamı kabul ettiği hâlde, şimdi Mutezile inancındaki bazı kimselerin kabul etmemesi hayret vericidir.]

Nesh, Resulullah hayatta iken olur. İcma ise, vefatından sonra olur. Bunu bilmeyenler, Hazret-i Ömer’in nesh ettiğini sanıp, Hazret-i Ömer'e, Eshab-ı kirama ve fıkıh âlimlerine dil uzatıyorlar. [Hazret-i Ömer ve Eshab-ı kiram, din düşmanı mı da bir âyetin hükmünü kaldırsınlar? Bu ne çirkin iftiradır.]

Bekara sûresinin, (Sizden karısını geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak bir yıl süreyle yararlanmasını vasiyet etsinler) mealindeki 240. âyeti, kadına miras hakkı tanıyan Nisa sûresinin 12. âyetiyle nesh edilmiştir.

Bir yıllık iddet süresi de Bekara 234. âyetiyle kısaltılmıştır. O âyette, kocası ölen kadınların, süslenmeden dört ay on gün iddet beklemeleri gerektiği bildiriliyor.

Mest üzerine meshin cevazı, sünnetle ve icma ile sabittir. (Nesaî, İbni Mâce, İ. Ahmed) [Yalnız Kur’an diyen mezhepsizler, (Kur’an’da mestle ilgili hüküm yoktur” diyerek mest giymeyi bid’at olarak kabul ediyorlar. Resulullah'a inananlarsa, mest giymeyi kabul ediyorlar.]

Haram aylarda savaşmanın yasak olduğu âyeti nesh edilmiştir. (Hindiyye)

Hanefîlere göre Kitap Kitap’la, Sünnet Sünnetle, Sünnet Kitap’la, Kitap da mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilmiş olabilir. (İbni Âbidin)

Mutezile ve Haricîler, Kitap’ın Sünnetle nesh edilmesini kabul etmezlerse de, meşhur sünnet, Kitap’ı tahsis eder. Bunda hiçbir ihtilâf yoktur. (El-fıkhü alel mezahibil-erbea)

İmam-ı Nevevî, (Kocası ölen kadının bir sene iddet bekleyeceğini bildiren Bekara sûresinin 240. âyeti, hadisle nesh edilmiştir) buyuruyor. (Sübülüs-selam şerhi Selamet yolları - A. Davudoğlu)

Nur sûresinin, (Zina eden ancak zina edenle evlenir) mealindeki 3. âyeti, Nisa sûresinin üçüncü âyeti ile nesh edilmiştir. (Redd-ül muhtar)

Nesh ile ilgili bazı hadis-i şerifler:
(Kur’an-ı kerim âyetlerinin birbirini nesh etmesi gibi, benim hadislerim de birbirini nesh eder.) [Deylemî]

(Zekât, Kur’an’daki her sadakayı nesh etti. Cünüplükten gusül, her türlü abdesti nesh etti. Ramazan orucu, diğer oruçları nesh etti. Kurban, diğer her türlü kurbanı nesh etti.) [Beyhekî]

Bekara sûresinin, (Ramazan ayı gelince oruç tutun) mealindeki 185. âyeti, (Kudreti olanlara bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek borçtur) âyetini nesh etti. (Ondan önce oruç tutmayıp fidye verenler de oluyordu.) [Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud]

(Mal çocuğa, vasiyet de ebeveyne aitti. Sonra Allah bundan dilediğini nesh etti. Erkeğe, kadına verilen hissenin iki mislini, ebeveynin her birine de altıda bir, kadına sekizde bir ve dörtte bir, kocaya yarı ve dörtte bir hisse verdi.) [Buhârî]

İki yabancı kişi, yemin eder, biri diğerine mirasçı olurdu. Nisa sûresinin, (Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin!) mealindeki 33. âyeti, Enfal sûresinin (Akrabalar Allah'ın kitabına göre birbirine yakındır) mealindeki 75. âyetiyle nesh edildi.) [Ebu Davud, Dâre Kutnî]

Âişe vâlidemizin bildirdiği hadis-i şerif:
(Kur’an’da, “Beş defa emmek evlenmeyi haram kılar” âyeti, “On defa emmek haram kılar” âyetini, nesh etmiştir.) [Müslim] (Şâfiîler ve Hanbelîler bu hükme göre amel ederler.)
Bekara sûresinin, (Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha lâyıktır) mealindeki 228. âyeti, aynı sûrenin, (Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilikle bırakmadır) mealindeki 229. âyetiyle nesh edildi. (Ebu Davud, Nesâî)

Resulullah, (Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin) âyetini çok okudu. Sonra Allah, bu âyeti nesh edip (Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin) âyetini indirdi. (Müslim)

Bekara sûresinin (İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker) mealindeki 284. âyetini, aynı sûrenin (Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez) mealindeki 286. âyetiyle nesh etti. (Buhârî) [Sadece kalbe gelen düşüncelerden dolayı sorumlu olmadığımızı Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ, kalbe gelip de, söylenmeyen ve yapılmayan kötü şeyleri affeder) hadis-i şerifiyle bildirmiştir. (Buhârî)]

En’am sûresinin, (Üzerine Allah'ın ismi zikredilen [hayvan etinden] yiyin!) ve (Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin) 118. ve 121. âyetleri nesh edilip, Ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek Maide sûresinin (Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir) mealindeki 5. âyeti indi. (Ebu Davud)

Miras âyeti gelince, kadının, kocasının evinde iddet beklemesini bildiren âyet nesh oldu. Kadın, artık dilediği yerde iddetini geçirir. (Buhârî, Ebu Davud, Nesâî) [Bekara sûresinin, 240. âyeti, Nisa sûresinin 12. âyetiyle nesh edilmiştir.]

Kanun hükmünde kararname
Sual: Bir yazar, (Bir hadisin bir âyeti nesh etmesini, kararnamenin kanun hükmünü almasına benzetiyorum) diyor. Peygamber efendimizin dine ait sözleri vahye dayandığına göre, bir âyetin nesh olduğunu hadis-i şerifle bildirmek dine aykırı mıdır? Kararnameye benzetmek yanlış değil midir?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Resulullah efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" Allahü teâlânın bildirdiğini söyleyince, hâşâ (Bu söz dine aykırıdır) denmez. Eğer o sözün söylendiğinden şüphe ediliyorsa, sadece (Resulullah böyle söylememiştir) denebilir. Ama kaynak sağlamsa, ona da itiraz edilmez. Sağlam kaynaklar kabul edilmezse, ortada din diye bir şey kalmaz. O zaman, (Yalnız Kur’an) diyenler, âyetleri istedikleri gibi tevil edip dini rahatça yıkarlar. Resulullah'ın (Nesh vardır) diye bildirdiği hadis-i şerif, en sağlam hadis kitabı olan Buhârî’de vardır. Nesh olan âyeti Allahü teâlâ Resulullah’a bildirince, O da bunu bir hadis-i şerifle açıklarsa, buna yanlış demek, Nassa inanmamak olur.

Tenkitler ilmî olmalı, sadece akla değil, nakle de dayanmalıdır. Mesela, (Kurtubî tefsirinde nesh vardır) denmişse, (Hayır Kurtubî’de öyle bir ifade yoktur) veya (Kurtubî’de öyle bir ifade var, ama Kurtubî tefsiri muteber değildir veya falanca muteber tefsirde de nesh yoktur diye yazılıdır) gibi bir cevap olmalı. Böyle bir şey söylemeden, (“Nesh vardır” diyen imanını tazelemelidir) gibi ciddiyetten uzak bir cevap, ilim adamına yakışmaz. (Nesh var) diyen Resulullah'a ve Eshab-ı kirama, (İmanınızı tazeleyin) mi denir? Yahut (Nesh var) diyen muteber kitapların yalan yazdığı mı söylenir? Hadis kitaplarına inanılmazsa ortada din kalmaz. Hele (Şevkânî de nesh yoktur diyor) demek daha büyük yanlıştır. Şevkânî’nin mezhepsiz biri olduğu sitemizde vesikalarıyla bildirilmektedir.

Kararname ve kanun benzetmesi de hiç isabetli değildir. Kanun hükmünde kararname çıkarılabiliyor. Bakanlar Kuruluna bu yetki verilmişse, buna yanlış denir mi? Hattâ yetki verilse kanun da çıkarır. Yetkiye bağlı bir şeydir. Anayasa’ya (Bakanlar Kurulu, kanun çıkarabilir, mevcut kanunları değiştirebilir ve iptal edebilir) şeklinde bir madde konsa, kimin ne demeye yetkisi vardır? Allahü teâlâ, Kur’an-ı keriminde kanun çıkarma yetkisini Resulullah'a vermiştir. Mesela Kur’an’da sadece domuz eti haram iken, Resulullah köpek, yılan gibi hayvanların etini de haram etmiştir. (Niye Allah, peygamberine bu yetkiyi verdi?) demeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Resulullah efendimizin, Allahü teâlânın verdiği yetkiyi kullanmasından daha tabiî ne olabilir? Buna itiraz etmek, sapıklık değilse nedir?

(Yalnız Kur’an) diyenler, (Hadis, bir âyeti nasıl nesh eder?) diyorlar. Bunlar Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İnanan böyle söyleyemez. Çünkü Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, (Resulüme tâbi olun, Resulüm neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan sakının! Onun [dine ait] her sözü vahye dayanır) buyurmuyor mu? Resulü de, (Falan âyet nesh edildi) buyuruyor. Kur’an’a inanıp Resule tâbi olanın, buna inanması gerekmez mi? Üstelik Resulullah'ın sözü vahye de dayanıyor. Yani Allahü teâlânın bildirdiğini söylüyor. Demek ki bunlar, Kur’an’a inanmıyorlar. İnanan kimse, Resulullah'ı yalanlayamaz ve Resulullah'ın sözlerini bildiren hadis kitaplarını yok sayamaz. Bunları yok sayanlar varsa, onlara asla itibar edilmez!

NESİH MENSUH DELİLLERİ
   Nesih ve Mensuh meselesi ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabit iken bunu inkar edenlerin kendi görüşlerinden başka delilleri bulunmamaktadır.

   Nesih: İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır.

   Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: “Nesh, şer’î bir delil ile sabit şer’î ve fer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir.” Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir.

   Alimler neshi ve mensuh meselesine ve bu konu ile alakalı ayetlere vakıf olmayanların ayetlerden hüküm çıkarmaya çalışmalarının ve Kur’andan vaaz vermelerinin caiz olmadığını bildirmişlerdir.

   Kur’an-ı Kerimde bu konuda çok açık ayetler bulunmaktadır. Şöyle ki:
“Biz herhangi bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki; gerçekten Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 106)

   “Biz bir ayet yerine başka bir ayeti değiştirdiğimizde, o kişiler: ‘Sen ancak bir uydurucusun!’ derler. Oysa Allah neyi indireceğini pek iyi bilmektedir. Doğrusu onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 101)

   “(Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de” (el-Âlâ, 6-7)

   Bu gibi ayetler Allahu Teala’nın indirdiği bir ayeti lafzen veya hükmen kaldırıp/unutturacağını beyan etmektedir. Şimdi birkaç örnek ile konuyu genişletelim..

Nesih 3 şekilde olur.
1- Lafzı ve manası mensuh (kaldırılmış) olan
2- Yalnız manası (hükmü) kaldırılıp lafzı mevcut olan
3- Lafzı lafzı kaldırılıp manası baki olandır.

LAFZI VE MANASI KALDIRILMIŞ OLAN
   Hazreti Enes (Radıyallahu anh) nı şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allahu Teala, Meune kuyusunda öldürülenler hakkında ayet indirmiş di ki, biz o ayeti nesh olununcaya kadar (kaldırılıncaya) kadar okurduk. Şöyle ki:
   “Dikkat edin! Kavmimize ulaştırın ki, şüphesiz biz Rabbimize kavuştuk. Bizden razı oldu ve bizi razı etti.”

MANASI (HÜKMÜ) KALDIRILIP LAFZI BAKİ OLAN
   1- Mesela Enfal suresi 65. ayeti kerimesinde sabırlı 20 kişinin 200 kişiye, 100 kişinin 1000 kişiye gelip gelebileceği yani böyle bir karşılaşmadan kaçmanın haram olduğu belirtilmektedir. Hemen sonraki 66. ayeti kerimede ise Allahu Teala sayı ve zafiyet bakımından bir zafiyetin olması, ümmetin kolaylığı için sabırlı 100 kişinin 200 kişiye, 1000 kişinin 2 bin kişiye galip geleceğini yani 1’e 2’lik bir karşılaşmadan kaçılmasının haramiyetini beyan etmiştir.

   Ayetlerin meali şöyledir: “Ey nebi! İnsanları savaşa teşvik et! İçinizden sabredici yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, o kafir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler…..” (Enfal 65)
   “Allahu Teala sizde bir zafiyet olduğunu bilmiş ve şuanda bir hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı yüz kişi bulunursa, iki yüz (kişiy)e galip gelirler. Ama aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allah’ın izni (ve desteği) ile iki bin (kişiy)e galip gelirler. Zaten Allah o sabredenlerle beraberdir” (Enfal 66)

   Görüldüğü üzere bir ayet diğer ayetin hükmünü neshetmiştir. Ayetin lafzı vardır ancak hükmü kalkmıştır.

   2- Başka bir misal miras ile ilgilidir. Bakara Suresi 180. ayetinde geçen mü’minlerin servetlerindne bir kısmını anne-baba ve yakınlarına vasiyet etmelerinin farz oluşu Nisa Suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras taksiminin kesinleşmesi ile kaldırılmış, artık yapılacak vasiyetler geçersiz sayılmıştır. (İslama göre kişi mal varlığını ölmeden önce istediği dağıtabilir ancak malının dağıtımının öldükten sonrası için yaptığı vasiyet geçersizdir.)

   Kur’an-ı kerimde bu konuda bir çok örnek vardır. Yukarıda da denildiği gibi nesh ve mensuh meselesini bilmeyenlerin Kur’an-ı Kerimden vaaz vermeleri doğru değildir.

LAFZI KALDIRILIP MANASI BAKİ OLAN
   Mesela recim meselesinde zina eden erkek ve kadının recm edileceği hakkındaki ayetin lafzı sonradan kaldırılmıştır. (Hükmü geçerli olmakla birlikte bu konuda Resulüllah Efendimizin mütevatır derecesine ulaşmış inkar edilemeyecek hadisleri mevcut olduğundan recim konusu inkar edilemez.)

   Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hazreti Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenab-ı Allah Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır” (Müslim, Hudûd, 15).

   Hazreti Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin” (Mâlik, Muvatta’, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). Hazreti Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). Ömer (Radıyallahu anh)’in şöyle dediğini nakleder:

   “Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri…” ifadesini Mushaf’ın haşiyesine yazardım” (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).

   Bazıları Resulüllah’ın hadisi ile ayetin neshedilemeyeceği, dolayısıyla bu hükmün geçersiz olduğunu iddia ederler. Yani recim cezasının olmadığını söylerler. Halbuki yukarıda da okuduğunuz gibi bu ayetin lafzı kalkmış ancak manası sabit kalmıştır…

ELİMİZDEKİ KUR’AN CEBRAİL’İN SUNDUĞU KUR’ANDIR
   Şu da bilinmelidir ki, elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim Cebrail (Aleyhisselam)ın Efendimize arzettiği (sunduğu) son şeklidir.

   Ubeydetu’s-Selmani’nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
   “Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefat ettiği sene, O’na arzedilen (sunulan) kıraat (Kur’an okunuşu) Hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın bütün insanları üzerine topladığı (herkesin razı olduğu) ve bütün insanların ittifakı (birliği)yle okuduğu kıraattır. (Suyuti, D. Mensur 1/258)

   İbn-i Mesud (Radıyallahu anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cibril-i Emin her sene bir kere, Kuran’ı Efendimize arz ederdi. Son sene iki kere arz etti. İşte ben o sene Resulüllah’tan Kuran’ı aldım.” (Suyuti, Dürrul Mensur 1/259)

   Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahu Teala dinin yeni yeni oturduğu zaman diliminde bazı ayetler indirmiş ve daha sonra unutturmak sureti ile onları kaldırmıştır. Bazı ayetlerin hükmünü diğeri ile neshetmiştir. Ehli Sünnetin ittifak ettiği görüş nesih ve mensuhun olduğudur. Siz, televizyonlara çıkan yerden bitme ne olduğu belirsiz, hadis, müctehid tanımayan, işine gelmeyen ayeti bile görmeyen körlere aldanıp da ehli sünnetten şaşmayın..

www.ihvanlar.net
NESİH

(النسخ)

Şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir delille kaldırılması.

Sözlükte “ortadan kaldırmak; nakletmek, beyan etmek” mânalarına gelen nesh kelimesi terim olarak şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir delille kaldırılmasını ifade eder. Neshin söz konusu olduğu durumlarda önceki hüküm mensûh, onu yürürlükten kaldıran yeni hüküm veya delil nâsih diye anılır. Özellikle fıkıh usulü literatüründe gerçek anlamda neshedenin Allah olduğuna dikkat çekilerek delil veya hüküm için nâsih kelimesinin kullanımının mecazi olduğu belirtilir. Öte yandan muhkemi “neshedilmemiş” anlamında yorumlayanlar tarafından nâsih de dahil olmak üzere hükmü neshedilmeyen âyetler muhkem diye nitelendirilir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra gerçekleşmemesi, nâsih ve mensuhun şer‘î (Kur’an ve Sünnet’te bulunan) amelî hükümler olması, mensuh hükmün bir süre yürürlükte kalmış bulunması, iki hüküm arasında her biriyle ayrı ayrı amel etmeye imkân vermeyecek derecede uzlaşmazlık tesbit edilmesi, nâsih hükmün delilinin mensuhunki ile aynı güçte veya ondan daha güçlü olması neshin genel şartları arasında yer alır.

Kur’an davetinin kıyamete kadar bütün insanlara yönelik olduğu ilk inen âyetlerden itibaren vurgulanmış (meselâ bk. el-A‘râf 7/158; el-Enbiyâ 21/107; el-Furkan 25/1; Sebe’ 34/28; et-Tekvîr 81/27), Hz. Muhammed’in peygamberlerin sonuncusu (el-Ahzâb 33/40) ve Allah katında hak dinin İslâm olduğu (Âl-i İmrân 3/19), İslâm’dan başka bir din arayan kimseden bunun kabul edilmeyeceği (Âl-i İmrân 3/85) ifade edilmiştir. İslâm âlimleri de İslâm’ın daha önceki şeriatları tamamen veya kısmen yürürlükten kaldırdığında hemfikirdir. Peygamberler vasıtasıyla insanlara ulaştırılan dinler inanç, ahlâk ve ibadetin esaslarında müşterek olup farklılık amelî hükümlerin bir kısmında gerçekleşmiştir. Yahudi fırkaları içinde, Allah’ın ilminde değişiklik
meydana gelebileceği (bedâ) anlayışına götüreceği gibi gerekçelerle neshi inkâr edenler çıkmış, son zamanlarda hıristiyanlar da bu yönde görüş belirtmeye başlamıştır. Ancak insanlığın tarihî gelişimi dikkate alındığında ilâhî hükümlerin amelî boyutunda insanların içinde bulunduğu şartlar gözetilerek bazı değişikliklerin yapılması tabiidir; bunu Allah’ın ilminde değişiklik olduğu anlamında kabul etmek yanlıştır. Hz. Âdem’in kız ve erkek çocukları birbirleriyle evlenirken bunun Tevrat’ta haram kılınması (Levililer, 18/9, 20/17; Tesniye, 27/22), Hz. Nûh’un kavmine kanlı et dışında her canlının helâl kılındığı ifade edilmişken (Tekvîn, 9/2-4) Hz. Mûsâ’nın şeriatında bazı hayvan türlerinin haram sayılması (Levililer, 11; Tesniye, 14/3-8; krş. el-En‘âm 6/146), Yahudilik’te kişinin karısını boşaması mubah iken (Tesniye, 24/1-3) Hıristiyanlık’ta kadının zina suçu işlemesi dışında bunun haram kılınması (Matta, 5/31-32) neshin İslâmiyet öncesi ilâhî dinlerdeki örneklerini teşkil eder.

Nesih kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de (el-Bakara 2/106) ve hadislerde (Wensinck, el-MuǾcem, “nsħ” md.) geçmekle birlikte mezhep imamları dönemine kadar bu terimin çerçevesinin belirlenmesine yönelik teorik tartışmalara rastlanmaz. Neshi kabul eden âlimlerin tamamı Kur’an’ın Kur’an’ı ve sünnetin sünneti neshedebileceğini kabul ederken Kur’an’ın sünneti veya sünnetin Kur’an’ı neshetmesinde görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kur’an’ın açıklanmasını sünnetin en temel işlevi olarak gören İmam Şâfiî başta olmak üzere bazı âlimler bu tür neshe karşı çıkarken çoğunluğu teşkil edenler, Kur’an’ın sünneti neshetmesi yanında mütevâtir sünnetin de Kur’an’ı neshedebileceğini söylemişlerdir. Kur’an’ın sünneti neshetmesine kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Kâbe yönüne çevrilmesi (el-Bakara 2/144; Buhârî, “Tefsîr”, 2/12, 14; Müslim, “Mesâcid”, 11-15) ve âşûrâ orucu yükümlülüğünün ramazan orucu ile kaldırılması (el-Bakara 2/185; Buhârî, “Śavm”, 69, “Tefsîr”, 2/24; Müslim, “Śıyâm”, 125) örnek gösterilir. Aksi görüşü savunanlar ise bu iki örneği Kur’an’ın Yahudiliğe ait hükümleri kaldırması kapsamında değerlendirmiştir.

İslâm’ın ilk asırlarında Kur’an’da neshin mevcudiyeti neredeyse herkes tarafından kabul edilirken IV. (X.) yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Mu‘tezile âlimi Ebû Müslim el-İsfahânî’nin buna karşı çıkmasının ardından konu tartışılır olmuştur. Neshi kabul edenlere göre nesih ilâhî şeriatlar arasında olduğu gibi aynı şeriat içinde de gerçekleşebilir. İnsanların öteden beri sahip oldukları inanç, örf ve âdetleri bir anda terkedip yeni dinin hükümlerini benimsemeleri kolay değildir. Kişinin dinin ruhunu, hüküm ve ilkelerinin yüceliğini tanıyıp kabullendikten sonra amelî hükümlerini kabul etmesi daha kolay olmuş, bu hükümler de toptan değil tedrîcî şekilde gelmiştir. Vahiy sürecinde Kur’an’ın uygulamaya yönelik az sayıdaki hükmünde değişikliğe gidilmesi tabiidir. Kur’an’da neshi kabul edenler görüşlerini desteklemek üzere aklî izahların yanında üç âyeti (nüzûl sırasına göre en-Nahl 16/101; er-Ra‘d 13/39; el-Bakara 2/106) delil göstermişlerdir. Ebû Müslim el-İsfahânî ise Kur’an’a bâtılın ne önünden ne ardından yol bulabileceğini ifade eden âyete (Fussılet 41/42) dayanarak neshi kabul etmenin Kur’an’ın hükmünün iptal edilmesi anlamına geleceğini söylemiş, neshin mevcudiyetine delil getirilen âyetlerde Kur’an’ın daha önceki şeriatların veya kıblenin Kudüs’ten Mescid-i Harâm yönüne değiştirilmesinde olduğu gibi o şeriatlardaki bazı hükümlerin neshedildiğini öne sürmüştür. Ebû Müslim’in bu görüşü tenkit edilmiş olmakla beraber son zamanlarda bu doğrultuda görüş belirtenlerin sayısında bir artış görülmektedir. Bu eğilimdekiler, nâsih ve mensuh olduğu belirtilen âyetlerde gerçekte neshin bulunmadığını ortaya koyabilmek için tahsis vb. yollarla âyetleri uzlaştırma yoluna gitmişlerdir. Ancak birçok yerde mâkul yaklaşımlar ortaya koymalarına rağmen zorlama te’villere başvurdukları da olmuştur.

Klasik kaynaklara göre mensuh üç kısma ayrılır. 1. Hem nazmı hem hükmü neshedilenler. Selef’ten nakledilen rivayetlerde bazı âyetlerin veya sûrelerin daha sonra kaldırıldığı ya da unutturulduğu ileri sürülmüştür (meselâ bk. Buhârî, “Riķāķ”, 10; Müslim, “Zekât”, 116-119; Hâkim, II, 224, 415; IV, 359). Hz. Âişe’den gelen bir rivayete göre sütkardeşliğine ve evlenme engeli oluşmasına sebep olan on emzirme Hakkındaki âyet daha sonra beş emzirme hükmü ile neshedilmiştir (Müslim “RađâǾ”, 24; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 35; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 10; Tirmizî, “RađâǾ”, 3; Nesâî, “Nikâĥ”, 51). Mushafta on emzirmeye dair âyetin nazmı bulunmadığı gibi hükmü de yürürlükten kalkmıştır. 2. Nazmı neshedilip hükmü bâki kalanlar. Bazı âlimler bu tür neshi kabul etmemişler, gerekçe olarak da konuyla ilgili rivayetlerin haber-i vâhid türünde olmasını ve Kur’an’da nesih gibi önemli bir konunun bu yolla sabit olamayacağını öne sürmüşlerdir (Zerkeşî, II, 36). Nazmı neshedildiği halde hükmünün bâki kalabileceğini savunanlar ise nazmı ayrı, ondan elde edileni ise ayrı bir hüküm telakki etmişlerdir (Gazzâlî, II, 96). Neshin bu türüne “recm âyeti” diye meşhur olan, “Yaşlı (evli) erkek ve kadın zina ettiği zaman onları recmedin ...” anlamındaki rivayet (Buhârî, “Ĥudûd”, 30, 31, “İǾtiśâm”, 16; Müslim, “Ĥudûd”, 15) örnek gösterilir. Übey b. Kâ‘b’ın bildirdiğine göre bu âyet lafzı neshedilmeden önce Ahzâb sûresi içerisinde yer almaktaydı (Hâkim, II, 415; IV, 359). 3. Hükmü neshedilip nazmı bâki kalanlar. Kur’an’da neshi kabul eden âlimler tarafından benimsenen neshin bu türü ilgili eserlerin esas konusunu teşkil etmiştir. Selef’ten gelen rivayetlerde ve buna bağlı olarak ilk dönemlerde yazılan eserlerde lafzı kalıp hükmü neshedilen âyetlerin sayısı 300 civarında gösterilmektedir (Mustafa Zeyd, I, 407-408). Bunda, ilk dönem âlimlerinin nesih kelimesine daha sonraki dönem usulcülerinin yüklediklerinden daha geniş bir anlam yüklemelerinin yanı sıra bazı âlimlerin nesihte ifrata düşmelerinin etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda dikkat çekici bir örnek olarak Mekkî sûreler içinde yer alan ve müşriklerin eziyetlerine sabretmeyi, onlara aldırmamayı ve ilişmemeyi emreden âyetlerin müşriklerle savaşmayı emreden âyetle (et-Tevbe 9/5) mensuh sayılması gösterilebilir. Bu âyetle 114 veya 124 âyetin hükmünün neshedildiği söylenir. Ancak usul ve tefsir âlimleri, genelde bu âyet ve onunla mensuh sayılan âyetlerin farklı durumlarla ilgili olduğu görüşündedir.

İmam Şâfiî ve Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi âlimlerin öncülüğünde neshin tahsis, takyid, mübhemi beyan, mücmeli tafsil gibi terimlerden farkı ortaya konulmaya ve nesih alanına girmeyen diğer nesih iddiaları ayıklanmaya başlandıktan sonra mensuh kabul edilen âyetlerin sayısı azalmıştır. Süyûtî, kendi dönemine kadar yazılmış eserlerdeki bilgileri değerlendirip mensuh âyetlerin sayısını yirmi olarak tesbit etmiş (el-İtķān, III, 65-68), Şah Veliyyullah ed-Dihlevî bu âyetlerden sadece beşinin mensuh olduğunu belirtmiştir.

İslâm âlimleri, âyetler arasında neshin vâki olup olmadığının tesbiti konusu üzerinde de durmuşlar ve bu konuda bazı şartlar ortaya koymuşlardır. Hz. Peygamber’den veya sahâbeden bir âyetin neshedildiğine dair sağlam bilginin gelmiş olması, Enfâl (8/66) ve Mücâdile (58/13) sûrelerinin ilgili âyetlerinde olduğu gibi nâsih konumundaki âyette önceki hükmün kaldırıldığına delâlet eden lafzın yer alması, çelişkili gibi görünen iki âyetten birinin diğerinden sonra indiğinin kesin olarak bilinmesi gibi durumlarda neshin vâki olabileceğini söylemişlerdir.HADİS. Mekke döneminde Allah’a iman, Peygamber’e itaat ve âhiret hayatının varlığı gibi konuların işlenmesi, şirkin yerilmesi, infakın teşvik edilmesi, ahlâk kurallarının toplum hayatına yerleştirilmeye çalışılması sebebiyle genel olarak nesihle pek karşılaşılmaz. Medine döneminde ise ibadetler ve hukukî ilişkilerle ilgili emir ve yasaklar toplum hayatına girdiği ve bunların tatbiki esnasında tedrîcîliğe ihtiyaç duyulduğu için nesih gündeme gelmişse de Hz. Peygamber hayatta olduğundan farklı fikirler ileri sürülmemiş, aklî ve felsefî tartışmalara girilmemiştir.

Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra nesih Hakkında konuşulmaya başlanmış, Huzeyfe b. Yemân, fetva verebilecek kişinin özelliklerinden birinin Kur’an’ın nâsih ve mensuhunu bilmek olduğunu belirtmiş (Dârimî, “Muķaddime”, 21), Hz. Ali mescidde insanlara öğüt veren bir kişinin nâsih ve mensuh ilmini bilmediğini anlayınca hem kendisini hem başkalarını helâke sürükleyebileceğini söyleyerek onu uyarmış (Ebû Hayseme Züheyr b. Harb, s. 140), Abdullah b. Abbas nâsih ve mensuhu kendilerine hikmet verilen kimselerin bilebileceğini ifade etmiş (Taberî, III, 60), Abdullah b. Zübeyr de Hz. Peygamber’in bazı sözlerinin bir müddet uygulamada kaldıktan sonra onun yeni bir sözüyle uygulamadan kaldırıldığını ve hadisler üzerinde nesih cereyan ettiğini haber vermiştir (Dârekutnî, IV, 145).

Gerek sahâbe gerekse tâbiîn dönemlerinde mutlakın takyidi, âmmın tahsisi, müphem ve mücmelin beyanı, istisna ile getirilen sınırlamalar ve uygulamadan kaldırılan hükümler nesih kapsamında düşünülmüş, tâbiîn devrinde özellikle sünnette nesih konusuyla ilgili değerlendirmeler ön plana çıkmaya başlamıştır. Yezîd b. Abdullah b. Şıhhîr, “Kur’an’ın bazı âyetleri nasıl birbirini neshediyorsa Resûlullah’ın hadislerinden bir kısmı da diğerlerini neshederdi” diyerek (Müslim, “Ĥayıż”, 82) sünnette neshin gerçekleştiğine işaret ederken Ebû Miclez es-Sedûsî, “Hz. Peygamber’in hadisleri de Kur’an’ın âyetleri gibi birbirini nesheder” sözüyle (Ca‘berî, s. 134) onu teyit etmiştir. Hadisleri resmî anlamda ilk derleyen İbn Şihâb ez-Zührî nâsih ve mensuh rivayetleri ayrı bir eserde toplamış (Hâzimî, s. 4), bu ilmin âlimleri en çok meşgul eden konulardan biri olduğunu belirtmiş (İbnü’s-Salâh, s. 276), nâsih ve mensuh ilminden haberdar olmayanların dinde karışıklıklara sebebiyet vereceğine işaret etmiştir (Şemseddin es-Sehâvî, III, 67). Nesihle ilgili rivayetlerin Resûl-i Ekrem’e kadar ulaşmayıp sonradan ortaya çıktığını ileri süren Abdülmüteâl Muhammed el-Cebrî gibi bazı çağdaş müelliflerin iddiası ise (Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân, s. 13) sağlam bir delile dayanmamaktadır.

Neshin terim anlamı üzerinde duran günümüze ulaşmış ilk eser İmam Şâfiî’nin er-Risâle’sidir. Şâfiî bu eserinde (s. 106-110) neshi âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, müphem ve mücmelin beyanı ile istisnadan ayırarak ona “nassın hükmünün kaldırılması ve yerine yeni bir hükmün getirilmesi” mânasını vermiştir. Daha sonraki dönemlerde nesih tefsir, hadis ve fıkıh usulü ilimlerinin önemli bir konusu olmuştur. Hadis usulcüleri ve genel olarak muhaddisler nesihte son sözü naklin ve Hz. Peygamber’in tatbikatının söyleyeceğini belirtmiş, ayrıca sahâbe ve tâbiîn dönemi âlimlerinin nesih anlayışına uygun düşeceği için daha çok vak‘aların tesbitini yapmakla yetinmiş ve nesihle ilgili nakilleri sıralamıştır. Ancak Mecdüddin İbnü’l-Esîr, hadislerden fıkıh âlimleri hüküm çıkardığından hadisin nâsih ve mensuhunu bilme işinin de muhaddisten çok fakih için gerekli olduğunu söylemiştir (Şemseddin es-Sehâvî, III, 66). Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr de zamanla aklî, mantıkî ve felsefî delillerle izah edilmeye başlanan neshi fıkıh usulünün konusu olmaya daha elverişli bulur (İħtiśâru ǾUlûmi’l-ĥadîŝ, s. 169).

Muhaddisler, sünnette neshi gerekli kılan en önemli etkenlerin Hz. Peygamber’in insanların ihtiyaçlarını gözetmesi ve ashabı eğitmede, toplumu ıslah etmede tedrîcîliğe önem vermesi olduğunu belirtirler. Hadislerdeki nesih dört yolla bilinir: 1. Resûl-i Ekrem’in bildirmesi. “Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, artık ziyaret edebilirsiniz” meâlindeki hadisi (Müslim, “Cenâǿiz”, 106; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 77) ve bunu gösteren uygulamaları böyledir. 2. Sahâbenin açıklaması. Hz. Ali’nin, “Resûlullah yanımızdan cenaze geçerken ayağa kalkmamızı emrederdi, daha sonra kendisi oturdu ve bize de oturmamızı emretti” sözü (Müsned, I, 82) bunun örneğidir. Sahâbîlerin açıklamasına bakarak neshe hükmedilip edilemeyeceği konusu tartışılmıştır. Bir kısım âlimler, bu tür açıklamalarda sahâbîlerin ictihadına dayanma ihtimalinden söz ederek bu ifadelerin neshe delâlet etmeyeceğini ileri sürmüş, Zeynüddin el-Irâkī, sahâbîlerin bu hükümle ilgili tarih farkını bildiği için bu tür açıklamalarla neshe hükmedilebileceğini söylemiştir (Leknevî, s. 191-192). Süyûtî, buna hükmedebilmek için nâsih ve mensuhu belirten açık bir ifade bulunması gerektiğini belirtmiş, sonraki devirlerde ise neshe gidebilmek için sahih bir nakle ve delile ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir (el-İtķān, II, 52). 3. Vürûd tarihlerinin bilinmesi. Mensuh olma ihtimali bulunan hadislerin Resûl-i Ekrem tarafından hangi tarihlerde söylendiği biliniyorsa daha sonra söylenen hadisin nâsih olduğu anlaşılmış olur. Ancak bu yolla neshe hükmedebilmek için her iki hadisi uzlaştırma ve ikisiyle birlikte amel etme imkânının bulunmaması gerekir. Hacamat yapmak ve yaptırmakla orucun bozulacağı konusundaki rivayetler buna örnektir. Sahâbeden Şeddâd b. Evs’in naklettiğine göre Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi esnasında ramazan orucuna niyet etmiş bir kişinin hacamat yaptırdığını görünce hem hacamat yapanın hem yaptıranın orucunun bozulduğunu belirtmiş (Buhârî, “Śavm”, 32; Ebû Dâvûd, “Śıyâm”, 28; Tirmizî, “Śavm”, 60), Abdullah b. Abbas ise Resûlullah’ın ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırdığını rivayet etmiştir (Müsned, I, 215, 221, 222, 236; Buhârî, “Śayd”, 11; “Śavm”, 32; Müslim, “Ĥac”, 87). Her ikisi de güvenilir kaynaklarda nakledilen ve uzlaştırılma imkânı bulunmayan bu iki olaydan birincisi 8 (630), ikincisi 10 (632) yılında meydana gelmiş, dolayısıyla ikinci rivayet birinciyi neshetmiştir (Süyûtî,Tedrîbü’r-râvî, II, 191-192). 4. Bir konuda icmâın oluşması. İcmâın tek başına neshedici özelliği bulunmamakla birlikte ulemâ bazı karînelere dayanarak iki zıt haberden birinin nâsih, diğerinin mensuh olduğunda ittifak ederse bu durumda icmâ neshin bilinmesine yardımcı olur (a.g.e., II, 192). İçki içtiği için üç defa cezalandırılan kimsenin dördüncü defa aynı suçu işlediğinde öldürülmesini emreden hadisin (İbn Mâce, “Ĥudûd”, 17; Ebû Dâvûd, “Ĥudûd”, 37) öldürmeme yönünde oluşan icmâ ile mensuh sayılması buna örnek gösterilmektedir (Şâfiî, İħtilâfü’l-ĥadîŝ, s. 207; Hâzimî, s. 300). Öldürmeyle ilgili rivayeti nakleden Tirmizî arkasından, dördüncü defa içki içen birinin Hz. Peygamber’e getirildiğini ve ona içki içme cezasının uygulanmasını emrettiği konusunda farklı bir rivayet nakletmiş, ayrıca öldürülmeyeceği hususunda icmâ oluştuğunu belirtmiştir (“Ĥudûd”, 15).

Neshin Çeşitleri. 1. Sünnetin Sünnetle Neshi. Hadis âlimleri, aralarında nesih bulunan hadislerin delil olarak kullanılmaya elverişliliğini göz önüne alıp sünnetteki neshi mütevâtir hadisin mütevâtir hadisle, haber-i vâhidin haber-i vâhidle, haber-i vâhidin mütevâtir hadisle ve mütevâtir hadisin haber-i vâhidle neshedilebileceği şeklinde dört gruba ayırmışlardır. Bunlardan ilk üçünün gerçekleşeceğine dair herhangi bir tereddüt bulunmamakta, dördüncüsünün mümkün olup olmadığı konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmektedir (Nevevî, Şerĥu Müslim, IV, 37). Bunun aklen câiz sayıldığı, ancak gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığı kanaati yaygın olmakla birlikte Asr-ı saâdet’ten sonraki dönemler için imkânsız kabul edildiğini söyleyenler de vardır (Şevkânî, s. 323). 2. Sünnetin Kur’an’la Neshi. Muhaddisler sünnetin Kur’an’la neshedilebileceği görüşü üzerinde icmâ etmiştir. Bu konuda verilen örneklerden biri, İslâm’ın ilk dönemlerinde namazda konuşmanın sakıncalı bulunmadığını, sonradan bu cevazın kaldırıldığını belirten Zeyd b. Erkam’ın rivayetidir. Bu rivayette, “Namazlara ve orta namaza devam edin, Allah’ın huzurunda içten bir bağlılıkla durun” meâlindeki âyetin (el-Bakara 2/238) inmesinden sonra konuşma yasağının geldiği haber verilmekte (Buhârî, “ǾAmel fi’ś-śalât”, 15; Müslim, “Mesâcid”, 35), Hz. Peygamber’in namaz içindeki konuşma ruhsatının âyette geçen “içten bir bağlılıkla namaz kılma” emrine binaen neshedildiği belirtilmektedir. 3. Sünnetin Kur’an’ı Neshi. Kur’an ile sabit olan bir hükmün sünnetle neshedilebileceği görüşüne itiraz edilmiştir. Bu konuda ortaya çıkan ihtilâflar, Kur’an ile sünnetin delil olma açısından aynı güce sahip olup olmadığı meselesindeki tartışmalara dayanmaktadır. Sünnetin Kur’an gibi vahye dayandığını kabul edenler sünnetin Kur’an hükmünü neshedebileceğini söylerler. Ancak nassı neshedecek nassın aynı güçte veya daha güçlü olması gerektiğinden bu görüş, Kur’an âyetlerinin sadece mütevâtir sünnetle neshedilmesiyle sınırlandırılmıştır. Birçok âlime göre ise bu nesih çeşidi aklen câiz olmakla birlikte naklen sabit değildir. Bu tür neshe örnek gösterilen bazı rivayetlerin tahsis ve takyid yoluyla çözüme kavuşturularak nesih kapsamından çıkarıldığı belirtilmektedir. 4. Sünnetin Akıl ile Neshi. İbn Kuteybe, Mu‘tezile âlimlerinden Nazzâm’ın aklî delillerin bazı hadisleri neshedeceği şeklinde bir görüşe sahip olduğunu söylemektedir. Fakat Nazzâm’ın bununla terim anlamında nesih değil red mânası kasdettiği ifade edilmiştir. Zira Resûlullah’tan sonra sahih nakil olmadan icmâ dışında muhaddislerin sözüyle ve müctehidlerin ictihadıyla herhangi bir hadisin neshine hükmedilemeyeceğine, bu konuda re’y ve ictihada değil sahih nakle bakılacağına dair âlimler arasında görüş birliği bulunmaktadır.

Nâsih-mensuh hadislerin sayısı konusunda farklı görüşler vardır. İbn Şâhin yaklaşık doksan, Hâzimî seksen, Ca‘berî 110, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ise sadece yirmi bir konudaki hadis üzerinde nesih gerçekleştiğini belirtmektedir. Bu sayılar arasındaki farklılık bazı müelliflerin neshi muhtemel olan bütün rivayetleri eserlerine almalarıyla ilgilidir. Dikkatli bir inceleme neticesinde, mensuh olduğu söylenen rivayetlerin çoğunun uzlaştırma veya te’vil yoluyla çözüme kavuşturulduğu görülmektedir. Hadiste nesih örneklerini çoğaltma veya onu çok aza indirme şeklinde iki uç görüşün ortaya çıkmasında neshe verilen çeşitli mânalar, konuyu işleyenlerin ilmî ve itikadî bakımdan farklı anlayışa sahip olmaları, hükümlerdeki amacı derinlemesine araştırmayan bazı kişilerin hadisleri tek tek ele alarak değerlendirme yapmaları ve neshe konu olan rivayetlerin sıhhat durumunun tesbiti esnasında farklı sonuçlara ulaşılması gibi âmillerin etkili olduğu tesbit edilmektedir. Önemli etkenlerden biri de bazı âlimlerin çelişkili gibi görünen rivayetlerde çözümü araştırmak yerine çelişkiyi nesih kolaycılığıyla gidermeye çalışmalarıdır.
FIKIH. Sahâbe ve tâbiîn dönemindeki örnek ve kullanımlardan o sıralarda neshin fıkıh usulündeki teknik anlamını aşan bir kavramsal çerçeveye sahip olduğu, âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, mücmel ve müphemin beyanı gibi durumların da bu kapsamda düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan eserler içinde neshi usuldeki anlamına çekmeye çalışan ilk ifadelerin Şâfiî’ye ait olduğu görülür (Mustafa Zeyd, I, 73-75; karşı bir görüş için bk. Hâşimî et-Tîcânî, I, 81). Usul âlimleri nesih için “taabbüd süresinin sona erdiğinin açıklanması”, “önceki hitapla sabit olan hükmün kaldırıldığına delâlet eden hitap”, “bir şer‘î delilden sonra onun içerdiği hükmün aksini gerektiren başka bir şer‘î delilin gelmesi” gibi farklı tanımlar verseler de bunların şer‘î bir hükmün daha sonra gelen başka bir şer‘î delille kaldırılması noktasında birleştiği söylenebilir (bazı tanımlar etrafında oluşan ekolleşme ve bunları besleyen âmillerle ilgili tahliller Hakkında bk. Mustafa Zeyd, I, 78-109).

Klasik literatürde İslâm âlimlerinin neshin aklen câiz ve şer‘an vâki olduğu hususunda fikir birliği ettiği, sadece Ebû Müslim el-İsfahânî’nin neshi aklen câiz görmekle birlikte Kur’an’da nesih bulunmadığını ileri sürdüğü belirtilir (bu görüşün sahibine nisbeti ve kapsamı Hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Ali Hasan el-Arîd, s. 191-207; Nâdiye Şerîf el-Ömerî, s. 97-115). Neshin aklen cevazı yanında şer‘an vukuu Hakkında birçok delile yer verildiği gibi teorik olarak neshe karşı ileri sürülebilecek gerekçeler de geniş biçimde tartışılır. Esasen İslâm dininin önceki ilâhî bildirimleri kısmen veya tamamen neshettiği genel kabul gören bir husus olmakla birlikte İslâm ahkâmının kendi içinde de nesih bulunduğuna dair ileri sürülen delillerin zaman zaman farklı biçimlerde yorumlandığı görülmektedir. Aşağıdaki âyetler bunların başında gelir: “Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilir- ‘Sen ancak bir iftiracısın’ dediler. Hayır, onların çoğu bilmez” (en-Nahl 16/101); “Biz bir âyetin hükmünü nesheder veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz” (el-Bakara 2/106); “Allah dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakır. Ana kitap O’nun yanındadır” (er-Ra‘d 13/39). A‘lâ sûresinin 6-7, Yûnus sûresinin 15 ve Nisâ sûresinin 160. âyetleriyle aralarında nesih ilişkisinin bulunduğu düşünülen âyetler ve müslümanların konuya ilişkin icmâı da bu kapsamda ele alınan delillerdendir. Neshin aklî delilleri incelenirken bunun Allah’ın ilminde değişme ihtimalini düşündürmesini esas alan tartışmalara da girilmekle birlikte (bk. BEDÂ) ağırlıklı biçimde insan hayatında gelişmenin ve toplumlar için değişimin kaçınılmaz olduğu gerekçesi üzerinde durulur; bu konudaki tahliller aynı zamanda neshin hikmet ve yararlarına ilişkin açıklamalar niteliğindedir. Bu hususla bağlantılı olarak Şâtıbî başlangıçta günde iki vakit olan namazın daha sonra beş vakte çıkarılması, Allah rızası için harcama (infak) vecîbesi önceleri mutlak iken miktar ve sınırlarının belirli hale getirilmesi, kıblenin Beytülmakdis’ten Kâbe’ye çevrilmesi gibi örnekleri hatırlatarak teşrî‘ tarihinde neshin umumiyetle Medine döneminde gerçekleştiğine dikkat çeker ve örneklerin çoğunda neshin İslâm’a yeni girenleri ilerideki düzenlemelere hazırlayıp alıştırma ve kalplerini ısındırma amacı taşıdığını belirtir (el-Muvâfaķāt, III, 104).

Hangi tür hükümlerin neshe konu olabileceği tartışmaları sırasında Mu‘tezile âlimleriyle diğer İslâm âlimleri arasında hüsün kubuh meselesiyle irtibatlı teorik bazı görüş ayrılıkları gündeme gelmekle birlikte iman ve ahlâk esaslarına ilişkin hükümlerle amelî de olsa küllî nitelikteki şer‘î hükümlerin neshe konu olmayacağı genel kabul gören bir husustur. Neshin bir hitapla olması, hükmü kaldırılan hitabın herhangi bir vakitle kayıtlı bulunmaması ve neshedici hitabın zaman bakımından neshedilenden sonra gelmesi de neshin şartları arasında sayılır.

İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bir âyetin hükmü ve tilâvetinin (lafız) birlikte neshinden başka hükmü korunarak tilâvetinin veya tilâveti korunarak hükmünün neshedilebileceğini de kabul ederler. Yine çoğunluğa göre Kur’an’ın Kur’an ve sünnetle, sünnetin de sünnet ve Kur’an’la neshi câizdir. İmam Şâfiî ise Kur’an’ın ancak Kur’an’la, sünnetin de ancak sünnetle neshedilebileceğini söyler (er-Risâle, s. 106-109). Öte yandan fakihler Kur’an veya mütevâtir sünnetle sabit bir hükmün haber-i âhâd, icmâ yahut kıyasla neshinin câiz olmadığı hususunda fikir birliği içindedir.

Usul âlimleri bir hükmün sonuçları bakımından kendisinden daha hafif, daha ağır veya kendisine denk bir hükümle neshedilebileceği gibi yerine yeni bir hüküm getirilmeksizin de neshedilebileceği kanaatindedir. Nitekim namazda Kudüs’e yönelme ve yakınlara vasiyet gibi hükümler yerlerine yenisi konularak, kurban etlerini saklama yasağı ve Hz. Peygamber’le görüşmek isteyenlerin önce yoksullara sadaka vermesi gibi hükümler yerlerine yenisi konmaksızın neshedilmiştir.

Bir nassın nâsih olup olmadığı akıl ve şer‘î kıyas yoluyla değil sırf nakil yoluyla bilinebilir. Naklin varlığı ise ya, “Size kurban etlerini saklamanızı yasaklamıştım; artık kurban etlerini saklayabilirsiniz” hadisinde olduğu gibi (İbn Mâce, “Eđâĥî”, 16; Tirmizî, “Eđâĥî”, 94) bizzat nassın lafzında neshe delâlet eden bir ifadenin bulunması veya çatışan haberleri rivayet eden râvilerin söz konusu haberlerle ilgili tarih zikretmeleri ya da ümmetin sonra gelen bir hükmün nâsih olduğu hususunda icmâ etmesi durumunda kabul edilir.

Nassa ziyadenin nesih sayılıp sayılmayacağı tartışmaları da nesih konusunda önemli bir yer tutar. İlâve hükmün müstakil fakat öncekinin cinsinden olmaması halinde nesih sayılmayacağında ittifak vardır; müstakil ve öncekinin cinsinden olması durumunda da âlimlerin büyük çoğunluğuna göre nesihten söz edilemez. Müstakil olmayan ziyade ise Hanefîler’ce nesih kapsamında düşünülürken diğer üç mezhep ve bazı Mu‘tezile âlimlerine göre nesih saYılmaz; bu konuda farklı ihtimallere göre başka görüşler de ileri sürülmüştür (Şevkânî, s. 331-333).

Esasen nesih önceden sabit olan hükmün kaldırılmasını ifade ettiği için “âm lafızdan maksadın ne olduğunun beyanı” anlamına gelen tahsisten farklılık taşır. Fakat neshin sınırlarının belirlenmesinde, nitelik ve etkileri bakımından aralarında ciddi benzerlikler bulunan tahsisten ayırt edilmesi özel bir öneme sahiptir. Bazı usulcüler bunları müşterek olarak nitelerken bazıları aralarında içlem-kaplam ilişkisi bulunduğunu belirtmiştir. Bu kavramların farklı içerikte kullanılması sebebiyle muhtelif âlimlere göre neshedilmiş âyetlerin sayısı da farklılık göstermiş, bazı âyetlerde nesih değil tahsisin söz konusu olduğunu ileri sürenler mensuhların sayısını azaltırken karşı görüş sahipleri tahsis şekillerini neshe dahil ederek bu sayıyı arttırmıştır (Fahreddin er-Râzî, I/3, s. 10-11; Süyûtî, III, 68; nitelikleri, delilleri, hüküm ve etkileri bakımından nesihle tahsis arasındaki farklar için bk. Koca, s. 122-124; ayrıca bk. TAHSİS). Çağdaş müelliflerin birçoğu ilke olarak neshi kabul etmekle birlikte nesih kavramının tahsis, takyid vb. durumları içerecek biçimde kullanılması, İslâm’ın Câhiliye dönemine ait bazı hükümleri iptal etmesinin nesih kapsamında düşünülmesi gibi sebeplerle klasik eserlerde mensuh âyet sayısının oldukça kabarık göründüğüne ve nesih örneklerinin sınırlandırılması gerektiğine dikkat çekerken bazıları da mutlak biçimde Kur’an ve Sünnet’te nesih bulunmadığını savunmaktadır.
Literatür. Nesih konusu sahâbe devrinden itibaren tartışıldığı için bununla ilgili eserlerin tarihi I. (VII.) yüzyıla kadar gider. İbnü’n-Nedîm, Kur’an’ın nâsihi ve mensuhu Hakkında ilk dönemde eser veren çok sayıda ilim adamına işaret eder (el-Fihrist, s. 40). Bunlar arasında Haccâc, Mukātil b. Süleyman, İbn Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Ebû Îsâ et-Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Zeyd gibi isimler vardır. Tefsir kitaplarında Bakara (2/106), Ra‘d (13/39) ve Nahl (16/101) sûrelerinde geçen nesih konusuna hem bu âyetlerin tefsirinde hem de nâsih ve mensuh olduğu bildirilen diğer âyetlerin yorumunda temas edilir ve konu Kur’an ilimleri ve İslâm hukuku açısından değerlendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’de nesihle ilgili olarak ilk asırlarda yazılıp günümüze ulaşan eserlerden bazıları şunlardır: Katâde b. Diâme, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fî kitâbillâh (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1403/1983, 1406/1985, 1989; nesihle ilgili geniş araştırmaları bulunan Hâtim Sâlih ed-Dâmin ayrıca ErbaǾatü kütüb fi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ [Beyrut 1409/1989] adlı derlemesinde Katâde b. Diâme, Zührî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ve İbnü’l-Bârizî’nin neshe dair kitaplarını bir araya getirmiş ve tahkikini yapmıştır); İbn Şihâb ez-Zührî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1988); Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Muhammed b. Sâlih el-Müdeyfir, Riyad 1411/1990; nşr. John Burton, al-Nasikh wa’l-mansukh: en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Ǿazîz adıyla, Cambridge 1987; haz. Fuat Sezgin, Frankfurt 1985 [yazmadan tıpkı basım]); Nehhâs, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fî kitâbillâhi Ǿazze ve celle ve’ħtilâfi’l-Ǿulemâǿi fî źâlik (Kahire 1323, 1938; nşr. Şa‘bân Muhammed İsmâil, Kahire 1986; nşr. Muhammed Abdüsselâm Muhammed, I-III, Küveyt 1408/1988; nşr. Süleyman b. İbrâhim b. Abdullah el-Lâhim, I-III, Beyrut 1412/1991).

Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm ve Nehhâs ile ciddi bir gelişme gösteren nesih ilmi sonraki dönemlerde bu iki âlimden çok yararlanır. Özellikle Ebû Ubeyd’in eserinin erken bir devirde fıkıh ilminin sistematiğine göre hazırlanması önemli bir yenilik olarak kabul edilir. Daha sonra yazılan ve zamanımıza intikal eden neshe dair önemli eserler şöylece sıralanabilir: Hibetullah b. Selâme, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ min kitâbillâh (Kahire 1379/1960 [Vâhidî’nin Esbâbü’n-nüzûl’ü ile birlikte]; nşr. Muhammed Züheyr eş-Şâvîş - Muhammed Ken‘ân, Beyrut 1406/1986; nşr. Mûsâ el-Alîlî, Beyrut 1989; Beyrut, ts. [Âlemü’l-kütüb, Vâhidî’nin Esbâbü’n-nüzûl’ü ile birlikte]); Abdülkāhir el-Bağdâdî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Hilmî Kâmil Es‘ad Abdülhâdî, Amman 1987; kitabın yedinci bölümü hadiste nesih Hakkındadır); Mekkî b. Ebû Tâlib, el-Îżâĥ li-nâsiħi’l-Ķurǿân ve mensûħih (nşr. Ahmed Hasan Ferhât, Cidde 1406/1986. Türkçe trc. Musa Kazım Yılmaz, Kur’an’da Nâsih ve Mensûh Var mıdır?, İstanbul 1998); İbn Hazm, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî, Beyrut 1406/1986); Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (nşr. Abdülkebîr el-Alevî el-Medgarî, I-II, Rabat 1988; Kahire 1992); Ebû Ca‘fer Ahmed b. Abdüssamed b. Abdülhak el-Hazrecî, Nefesü’ś-śabâĥ fî ġarîbi’l-Ķurǿân ve nâsiħihî ve mensûħih (nşr. Muhammed İzzeddin el-İdrîsî, I-II, İstanbul 1414/1994); Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Nâsiħu’l-Ķurǿân ve mensûħuh: Nevâsiħu’l-Ķurǿân ([müellif eserini ǾUmdetü’r-râsiħ fî maǾrifeti’l-mensûħ ve’n-nâsiħ olarak adlandırır], nşr. Muhammed Eşref Ali el-Malabârî, Medine 1404/1984; Beyrut 1405/1985; Riyad 1405; nşr. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî, Dımaşk-Beyrut 1411/1990; nşr. Halîl İbrâhim, Beyrut 1992), el-Muśaffâ bi-eküffi ehli’r-rusûħ min Ǿilmi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ (ǾUmdetü’r-râsiħ’in özeti olup önce Hâtim Sâlih ed-Dâmin tarafından el-Mevrid dergisinde yayımlanmış [VI/1, Bağdad 1977, s. 195-216], daha sonra kitap haline getirilmiştir [Beyrut 1405/1984, 1986, 1989]).

Klasik döneme ait eserlerden bazıları şunlardır: Muhammed Şu‘le, Śafvetü’r-râsiħ fî Ǿilmi’l-mensûħ ve’n-nâsiħ (nşr. Muhammed İbrâhim Abdurrahman Fâris, Kahire 1415/1995); İbnü’l-Bârizî, Nâsiħu’l-Ķurǿâni’l-Ǿazîz ve mensûħuh (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1985, 1988); Mer‘î b. Yûsuf, Kitâbü Ķalâǿidi’l-mercân fi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ mine’l-Ķurǿân (nşr. Muhammed er-Ruhayyil Garâyibe - Muhammed Ali ez-Zügūl, Amman 1420/2000; Türkçe trc. Eyüp Aslan, Kur’an’da Nâsih ve Mensuh, İstanbul, ts. [Hak Yayınları]); Abdurrahman b. Muhammed el-Atâikî el-Hillî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (Necef 1390/1970).

Nesih Batı’da XVIII. yüzyıldan itibaren ayrı bir önem kazanmış, konu bir yandan Batılılar tarafından İslâm’ın aleyhinde kullanılmaya çalışılırken öte yandan müslümanlar, İslâm’ın Hıristiyanlığı ve Yahudiliği geçersiz kıldığını söyleyerek neshi lehte değerlendirmek istemiştir. Bu bağlamda Rahmetullah el-Hindî’nin İžhârü’l-ĥaķ adlı çalışması önemlidir (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Kahire 1406/1986, s. 373-400: el-Bâbü’ŝ-ŝâlis fî iŝbâti’n-nesħ). Hindu iken hıristiyan olan Ram Çander de Taĥrîf-i Ķurǿân adlı kitabında (Delhi 1877) nesih tartışmasına girer. Kur’an’da neshin varlığını kabul etmeyen Ehl-i Kur’ân ekolünün kurucusu Abdullah Çekrâlevî, Reddü’n-nesħi’l-meşhûr fî kelâmi’r-rabbi’l-ġafûr (Burhânü’l-furķān, s. 112-113) adıyla bir kitap telif etmiştir. Hint alt kıtasında modern dönemde kaleme alınan tefsirlerde nesih meselesine ayrı bir önem atfedilir. Mısır’da Muhammed Abduh ve M. Reşîd Rızâ’nın çıkardığı el-Menâr dergisinde konuyla ilgili uzun makaleler yayımlanmıştır. Modern dönemde neshe dair yazılan eserlerden bazıları şunlardır: Mustafa Zeyd, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm: Dirâse teşrîǾiyye, târîħiyye, naķdiyye (I-II, Kahire 1963; Mansûre 1987); Abdülmüteâl Muhammed el-Cebrî, Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân: limâźâ? (Kahire 1400/1980), en-Nâsiħ ve’l-mensûħ beyne’l-iŝbâti ve’n-nefy (Kahire 1987, 2. bs.), en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye kemâ efhemühû ([Kahire] 1380/1961); Ali Hasan el-Arîz, Fetĥu’l-mennân fî nesħi’l-Ķurǿân (Kahire 1973); Ali Hasan Muhammed Süleyman, Fetĥu’r-raĥmân fî beyâni’n-nesħ fi’l-Ķurǿân (Kahire 1414/1994); Muhammed Sâlih Mustafa, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (Beyrut 1409/1988); Mustafa Muhammed Süleyman, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm ve’r-red Ǿalâ münkirîhâ (Kahire 1411/1991); Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân (Kahire 1398/1978); Hâşimî Tîcânî, Meźhebü’n-nesħ fi’t-tefsîr ve ebǾâdühü’l-ictimâǾiyye (I-II, Cezayir 1412/1992); Muhammed Mahmûd Nedâ, en-Nesħ fi’l-Ķurǿân beyne’l-müǿeyyidîn ve’l-muǾârıżîn ([Kahire] 1417/1996); Mustafa İbrâhim Zelemî, et-Tibyân li-refǾi ġumûżi’n-nesħ fi’l-Ķurǿân (baskı yeri ve tarihi yok); Abdülhalîm Süleyman Rebî‘, Taĥķīķu’l-ķavl fî mevżûǾi’n-nesħ beyne’l-müŝbitîn ve’l-münkirîn (Kahire 1985); Abdülfettâh Süreyyâ Mahmûd, en-Nesħ ve mevķıfü’l-Ǿulemâǿ minh (Kahire 1408/1988). İslâm hukuku bağlamında neshi ele alan modern çalışmalar da vardır: Muhammed Vefâ, Aĥkâmü’n-nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (Kahire 1404/1984); Abdülkādir Ahmed Hafnî, en-Nesħ Ǿinde’l-uśûliyyîn ve eŝeruhû fi’l-aĥkâmi’ş-şerǾiyye (baskı yeri yok, 1998); Hasan Abdullah el-Usaymî, en-Nesħ ve’t-taħśîś fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (Mekke 1988); Abdurrahman b. Süleyman Müzeynî, İtticâhâtü’t-teǿlîf ve’n-nesħ fî mecâli’l-fıķh ve uśûlihî fi’l-ķarneyni’s-sâbiǾ ve’ŝ-ŝâmin el-hicriyyeyn (Medine 1420/2000); Nâdiye Şerîf el-Ömerî [el-Amrî?], en-Nesħ fî dirâsâti’l-uśûliyyîn (Beyrut 1405/1985); Sabrî Muhammed Meârik, Aĥkâmü’n-nesħ ve âŝâruh fi’l-fıķhi’l-İslâmî (Kahire 1987); Muhammed Hamza, Dirâsâtü’l-aĥkâm ve’n-nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (Dımaşk, ts. [Dârü Kuteybe]); Şa‘bân Muhammed İsmâil, Nažariyyetü’n-nesħ fi’ş-şerâǿiǾi’s-semâviyye (Kahire 1977, 1988). Türkiye’de de konu özellikle Kur’an’da neshin varlığı bağlamında çalışılmıştır: Ahmet Lütfi Kazancı, Kitap ve Sünnette Nesh (İstanbul 1964); Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nâsih ve Mensuh Âyetleri (Ankara 1980); M. Sait Şimşek, Kur’an’da İki Mesele: Müteşabih-Nesh (İstanbul 1987); Salih Kul, Kur’ân-ı Kerim’in Önceki Semavî Kitapları Neshi (Erzurum 1991); Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi (İstanbul 1996); Remzi Kaya, Kur’ân-ı Kerîm’de Nesih (Bursa 2001); Talip Özdeş, Kur’ân ve Nesh Problemi (Ankara 2005).

Batı’da John Burton’un konuyla ilgili kitabı, ayrıca neşirleri ve makaleleri vardır: The Sources of Islamic Law: Islamic Theories of Abrogation (Edinburgh 1990), “The Exegesis of Q, 2:106 and the Islamic Theories of Naskh: Mā nansakh min āya aw nansahā na’ti bi khairin minhā aw mithlihā” (BSOAS, XLVIII/3 [London 1985], s. 452-469), “The Interpretation of Q, 87, 6-7 and the Theories of Nash” (Der Islam, LXII [Berlin 1985], s. 5-19).

Nesih konusunda üniversitelerde pek çok çalışma yapılmıştır. Amin M. Salam al-Manasyeh al-Btoush, The Question of Abrogation (Naskh) in the Qur’an adıyla hazırlayıp (1990, New York University) yayımladığı doktora çalışmasında (Amman 1994) İbn Şihâb ez-Zührî’nin eserini incelemiş, Şakir Erkan da Kur’an’da Nesih adıyla bir doktora çalışması yapmıştır (1997, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Bu konudaki yüksek lisans tezlerinden bazıları şunlardır: Râşid b. Îsâ b. Huneyn, en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (1392, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye el-ma‘hedü’l-âlî li’l-kadâ, Riyad); Ahmed Abdullah el-İmârî ez-Zehrânî, İǾlâmü’l-Ǿâlim baǾde rusûħih bi-ĥaķāǿiķi nâsiħi’l-ĥadîŝ ve mensûħih (1398/1978, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Ahmed Muhammed Sıddîk, en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (1399/1979, Câmiatü’l-Melik Abdülazîz külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Fâtıma Sıddîk Ömer Nücûm, Nesħu’l-kitâb ve’s-Sünne bi’l-Kitâb ve’s-Sünne (1400/1980, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Abdülkerîm b. Muhammed el-Osman, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ li’bni Berekât el-ǾÎdî (1405, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye külliyyetü usûli’d-dîn [Riyad]); Medet Coşkun, Sünnet’in Kur’ânı Neshi Meselesi (1995, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Mustafa Kaygısız, Kur’ân-ı Kerim’de Nesh (1989, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Veysel Dudu, İslâm Hukuku Metodoloji Açısından Nesh Meselesi (2000, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yakup Aydoğdu, Kur’ân’da Nesh Çalışması (2002, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Halil Özcan, On Temel Tefsirde Nâsih ve Mensuh Olayı (1995, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yunuscan Olimov, Taberi’nin (310/922) Camiu’l-Beyan’ında Nesh (2003, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Konuyu çeşitli yönleriyle ele alan makalelerden bazıları şöylece sıralanabilir: Abdülaziz Çâvîş, “Nesih Meselesi” (SR, XV/375 [İstanbul 1334], s. 198-200; XXIII/595 [1340], s. 354-355; XXIII/596 [1340], s. 369-371; XXIII/597 [1340], s. 385-386; VIII/180 [1954], s. 66-67; VIII/181 [1954], s. 82-83); M. Raif Oğan, “Kur’an-ı Kerimi Kimse Neshedemez” (SR, III/69 [1950], s. 290-292); Yusuf Ziya Çağlı, “Şerayiin İhtilafı, Neshin Mahiyeti” (SR, XIV/329 [1961], s. 58-59); K. I. Semaan, “al-Nasikh wa-al-Mansukh: Abrogation and its Application in Islam” (IQ, VI/1-4, London 1961, s. 11-29); Talat Koçyiğit, “Kitap ve Sünnette Nesh Meselesi” (AÜİFD, XI [1963], s. 93-108); Ahmad Hasan, “The Theory of Naskh” (IS, IV/2 [1965], s. 181-200, trc. Mehmet Paçacı, “Nesh Teorisi”, İslâmî Araştırmalar, sy. 3 [1987], s. 105-109; sy. 4 [1987], s. 102-107); Andrew Rippin, “Al-Zuhri, Naskh al-Qur’an and the Problem of Early Tafsir Texts” (BSOAS, XLVII [1984], s. 22-43); Abdullah Aydemir, “Mensuh Ayetler” (Diyanet Dergisi, XXIV/4 [Ankara 1988], s. 51-94); Abdullah b. Hamd eş-Şebâne, “en-Nesħ fi’l-Ķurǿânı Kerîm” (Mecelletü’l-buĥûŝi’l-İslâmiyye, sy. 29 [Riyad 1990], s. 207-278); Ali Bakkal, “Kur’an’da Mensuh Ayetlerin Sayısı” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II [Şanlıurfa 1996], s. 33-74), “İmam Şâfiî’de Nesh Anlayışı” (a.g.e., III [1997], s. 109-132); M. Sait Şimşek, “Kur’an’da Nesh Meselesi” (Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2 [Konya 1986], s. 235-248); Remzi Kaya, “Nesh Terimi ve Muhtevası” (İslâmî Araştırmalar, V [Ankara 1987], s. 93-99), “Kur’an-ı Kerim’de Mensuh Ayetler” (Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI [Bursa 1994], s. 205-220), “Kur’an-ı Kerim’de Neshi İddia Edilen Ayetler” (a.e., VII [1998],s. 353-371); Abdullah Yıldız, “Serahsî’nin (483/1090) Hadis Anlayışı II: Nesh ve İhtilâfu’l-Hadisle Alakalı Meseleler” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, V [1999], s. 255-298); Muhsin Demirci, “Nesih Bağlamında Recim Âyeti Sorunu” (MÜİFD, XVIII [2000], s. 101-119); Talip Özdeş, “Vahiy-Olgu İlişkisi Açısından Nesh’e Getirilen Yorumlara Eleştirel Bir Yaklaşım” (İslâmî Araştırmalar, XIV/1 [Ankara 2001], s. 39-48); A. Galip Gezgin, “Kur’ân’da Nesh Problemine Eleştirel Bir Yaklaşım” (a.e., XIV/1 [2001], s. 49-68); İdris Şengül, “Ulumu’l-Kur’an Konusu Olarak Nasih ve Mensuh” (Diyanet İlmî Dergi, XXXVIII/3-7 [Ankara 2002], s. 91-112); Hamid Naseem Rafiabadi, “Abrogation (Naskh) in the Qur’an: An Overview of the Views of Islamic Scholars” (Insight Islamicus, III [Srinafar-Kashmir 2003], s. 75-90); Israr Ahmad Khan, “A Critique of the Theory of al-Naskh in the Qurǿān” (International Islamic University Malaysia Law Journal, XI/1 [Kuala Lumpur 2003], s. 115-136).








Ramazan ayının fazileti

Oruçlunun nefesi ‪Allah‬ katında ‪misk‬ ‪koku‬sundan daha güzeldir.Hz Muhammed sav
Ashab-ı ‪Suffa‬’dan içinde Vesile b. Eska R.A.’ın da bulunduğu bir grubu ‪‎iftar‬ ettiren olmamıştı.O akşam aç yatmışlardı.Ertesi günü de götüren olmayınca,Suffa Ashabı Allah Rasulü’ne müracaat etmişlerdi.Allah Rasulü A.S. annelerimizin her birine haber göndermiş, fakat onlar da yiyecek bir şey olmadığını beyan ettiler. Bunun üzerine Ashab-ı Suffa’yı etrafına toplayan Allah Rasulü A.S., mübarek ellerini Dergâh-ı Nezd-i Ahadiyet’e açarak şöyle dua buyurdu:
“Allahım, senin fazlından ve rahmetinden istiyorum. Rahmet senindir, senden başka kimsenin değildir.”
O daha duasını yeni bitirmişti ki, elinde kızarmış koyun ve ekmekle birisi çıkagelmişti. Suffa Ashabı’nı doyuran Allah Rasulü A.S.: “Biz Allah’ın lütuf ve rahmetini istemiştik. Lütfunu ihsan etti. Rahmetini ise, öbür dünyaya bıraktı.” buyurdu.
(Hayatu’s-Sahabe)
Ramazan‬’da yapılan bir ‪‎tesbih‬,diğer zamanlarda yapılan bin tesbihten daha faziletlidir.Hz Muhammed sav
Resûlullah ile beraber çok ‪‎sıcak‬ bir günde yaptığımız bir seferi hatırlarım.Sıcağın şiddetinden,insan,elini başının üzerine koymak mecburiyetinde kalıyordu.İçimizde Resûlullah ile Abdullah bin Revâha’dan başka oruçlu yoktu.
‪Allah‬ İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir ‪Oruç‬ benim içindir,mükafatını da ben vereceğim buyurmuştur.
Hz ‪Aişe‬ (ra): ‪Resulullah‬ (sav) bana:
"Yiyecek bir şey var mı?'' diye sordu.
"Hayır!'' demem üzerine:"Ben ‪‎oruç‬ tutacağım!' buyurdu.
‪Rasûlullah‬ (sav),insanların en cömerdi idi.En ‪‎cömert‬ olduğu zaman da ‪‎Ramazan‬'da idi ki (bu ay) Cibrîl'in kendisiyle çokça buluştuğu zamandı.Cibrîl aleyhi's-selâm Ramazân'ın her gecesinde Peygamber'le buluşur ve onunla Kur'ân'ı müdârese ve müzâkere ederdi. İşte bundan dolayı Rasû­lullah(sav) hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi.
İbn Abbâs(r.a),Buhari 6
‪‎Ramazan‬’ın son on günü girince ‪Resulullah‬ sav geceleri ‪‎ibadet‬ le değerlendirirdi. Ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. İbadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi. 
Müslim, Îtikâf: 7
Bir kimse ‪‎Ramazan‬ da bir oruçluya ‪‎iftar‬ verirse günahları affolur.O ‪‎oruçlunun sevabı kadar ona ‪‎sevap‬ verilir.Eshab-ı kiramdan bazıları,bir oruçluyu iftar ettirecek kadar zengin olmadıklarını söylediler.Onlara cevaben (Bir hurmayla iftar verene de, yalnız suyla oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de bu sevab verilir) buyurdu.
‪Rasûlullâh‬ sav’e:
Hangi ‪‎sadaka‬ daha faziletlidir? diye soruldu,
‪‎Ramazan‬ ayında verilen sadaka buyurdu.
Oruç‬ lu iken çirkin,kötü söz söylemeyin! Biri size sataşırsa,ona “Ben oruçluyum” deyin!
Buhari
Ramazan‬ girip çıktığı hâlde ‪‎günah‬ları affedilmeyenin burnu sürtülsün! 
‪Ana‬ ‪baba‬ sına veya ikisinden birine yetişip de Cennete girmeyenin burnu sürtülsün! Yanında anıldığım zaman bana salevat getirmeyenin burnu sürtülsün!
Tirmizi
Ramazan‬ da,her gece ‪‎Cehennem‬ e girmesi gereken binlerce Müslüman affolur,azat olur ‪Cennet‬ kapıları açılır.Cehennem kapıları kapanır.Şeytanlar, zincirlere bağlanır.Rahmet kapıları açılır.Allahü teâlâ,bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak,kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu,beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin.
İmam-ı Rabbani hazretleri
‎İftar‬ da acele etmek ve ‎sahuru geciktirmek,insanın aczini,yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir ‪‎İbadet‬ etmek de zaten bu demektir.
İmam-ı Rabbani hazretleri
Orucun farz oluşu,Kitap,Sünnet ve İcmâ delilleri ile sabittir. ‪Kur‬'an'da;"Ey iman edenler,sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi,size de ‪oruç‬ farz kılındı.Umulur ki sakınırsınız" (el-Bakara,2/184) buyurulur. Akıllı ve ergen her müslümana oruç farzdır. Ancak hayız ve nifas halindeki kadınlarla hastalar orucu daha sonra kaza ederler. Yolcular da orucu kazaya bırakabilir.
Kim ‪Ramazan‬`da îmânı sebebiyle ve (ecrini yalnız ‪Allah‬`dan umarak) (Terâvih ve sâire gibi) ‪namaz‬ kılarsa geçmiş günahları mağfûr olur.
Buhari 35
Kim ‪‎Ramazan‬ orucunu îmânı sebebiyle ve (ecrini yalnız ‪‎Allah‬`dan umarak) tutarsa geçmiş günahları mağfûr olur. ‪
Buhari 36
Allah‬’tan korkunuz.Beş vakit ‪namaz‬ınızı kılınız ‪Ramazan‬ orucunuzu tutunuz.Mallarınızın zekâtını veriniz.Yöneticilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz.
Tirmizî, Cum’a 80
Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü,
fe tekabbel minnâ.İnneke entes-semiül âlim.
Peygamber efendimizin oruç duası
‪Huşu‬ olmayan ‪‎namaz‬da,lüzumsuz şeylerden kaçınılmayan ‪oruç‬ta,tertile riayet edilmeden yapılan kıraatte,günahlardan sakındırmayan amelde,sehavet bulunmayan malda,sıkı bağlılık bulunmayan kardeşlikte,ihlas olmayan duada hayır yoktur.
Hz Ali(ra)
‪‎İftar‬ı hurmayla açın,zira o berekettir.Şayet ‪‎hurma‬ bulamazsa suyla iftar edin,çünkü o temizleyicidir.
İ. Mace
‪Peygamber‬ (s.a.v) şöyle dedi:
‪Kıyamet‬ günü bir grup getirilir.İyilikleri dağlarca olur. ‪Hak‬ Teala onların iyiliklerini kabul etmeyip ateşe atılmalarını emreder.
Selman-ı Farisi(r.a.) dedi ki:
-Ya Resulallah,suçları ne idi ?
Resulullah(s.a.v) şöyle dedi:
-Namaz kılarlar,oruç tutarlar,zekat verirlerdi.Fakat bir haram görseler çekinmeden alır yerlerdi.
“Ben yaşadığım müddetçe bütün gece ‪‎namaz‬ kılacağım,” dedi.Diğeri:“Ömrüm boyunca ‪‎oruç‬ tutacağım ‪‎iftar‬ etmeyeceğim,” dedi.
Üçüncüsü de:
Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmeyeceğim,” dedi. Sonra Peygamber (s.a.v) bunların yanına geldi. Onlara:
“Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Dikkat ediniz! Allah’a (c.c) yemin ederim ki, Allah’tan en ziyade korkanınız ve ona karşı gelmekten en ziyade sakınanız benim. Böyle iken ben bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum. Namaz kılıyorum, uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Eğer bir kimse benim sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden değildir” buyurdu.
‪Peygamber‬ (s.a.v) ‪Selman‬ ile Ebu Derda’yı kardeş yapmıştı.Ebu Derda Selman için yemek hazırladı ve:
“Ben ‪‎oruç‬luyum(nafile),siz buyurun dedi.Selman:Sen yemezsen bende yemem dedi. Bunun üzerine Ebu Derda da yedi.Gece olunca Ebu Derda ibadete hazırlandı. Selman ona:Uyu, dedi.Ebu Derda da uyudu ve bir müddet geçtikten sonra yine kalkacak oldu.Selman ona yine:Uyu dedi.
Gecenin sonu olunca, Selman Ebu Derda ya: işte şimdi kalk dedi ve ikisi de kalkıp birlikte namaz kıldılar. Sonra Selman Ebu Derda ya şöyle dedi:
“Senin üzerinde Rabbinin hakkı, nefsinin hakkı ve Ailenin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver dedi. Ebu Derda Peygamber’e (s.a.v.) gelip bu olayı arz ettiğinde. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Selman doğru söylemiş,” buyurdu.
Yâ Rabbî,rızan için ‪oruç‬ tuttum.Sana ‪‎iman‬ ettim,sana güvenip dayandım.Rızkınla ‪‎iftar‬ ettim,ibadetimi kabul et! Elbette sen,her şeyi işiten ve bilensin. ‪
Ebu Davud
Allah‬ Rasûlü (s.a.v) sahabeden yanında bulunanlara:
“– İçinizde bugün kim ‪oruç‬ludur?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir:
“– Ben oruçluyum, ya ‪‎Rasûlallah‬” dedi.
Efendimiz (s.a.v):
“– Bugün kim bir cenaze namazına iştirak etti?” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir:
“– Ben, yâ Rasûlallah” dedi.
Peygamberimiz:
“– Bugün kim bir yoksul doyurdu?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir:
“– Ben, yâ Rasûlallah” dedi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v):
“– Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı?” diye sordu.
Yine Ebû Bekir (r.a):
“– Ben, ey Allah’ın Rasûlü” dedi.
Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:
“– Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse o mutlaka cennete girer.” (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 12)
‪‎İtikâf‬ ta bulunduğunda zaruri bir ihtiyaç olmaksızın ‪‎mescit‬ ten dışarı çıkmamıştır. Hattâ bir defasında saçlarını yıkamak istediğinde mescitle bitişikteki hücresi arasında bir leğende Hz ‪‎Âişe‬ O'nun (sav) saçlarını yıkayıp taramıştır.
Buhârî, İtikâf 2
Her gün ‪‎oruç‬ tutsam,her geceyi ibadetle geçirsem,malımı ‪‎Allah‬ yolunda harcasam,fakat gönlümde Allahü teâlâya itaat edenlere karşı bir sevgi,isyan edenlere karşı da bir nefret duygusu yoksa,bütün yaptıklarım faydasızdır.
Abdullah b. Ömer(ra)
Hz.Peygamber'i (s.a.v) gülümseten fakir
‪Ramazan‬ ayında adamın biri Hz.Peygamber'e gelerek:"Ben helak oldum ey ‎Allah‬'ın Resulü! Oruçlu olduğum halde hanımımla münasebette bulundum" dedi.Hz.Peygamber de ona:"Bir köle azat et!" dediler.
Adam: "Benim kölem yoktur!" dedi.Hz.Peygamber:"O halde arka arkaya iki ay oruç tut!" buyurdular.Adamın:"Buna güç yetiremem" demesi üzerine de:"Öyleyse altmış fakiri doyur!" dediler.Adam bu sefer:"Buna da gücüm yetmez" dedi.
Bunun üzerine Hz.Peygamber ona bir kova dolusu hurma vererek:"İşte sana bir kova dolusu hurma;bunları sadaka olarak dağıt"buyurdular.
O zaman adam:"Benden daha fakiri var mı ki sadaka olarak vereyim? Allah'a yemin ederim ki Medine'nin iki tarafında bulunan iki siyah taşlı arazinin arasında bizden daha fakir bir aile yoktur!" dedi.Adamın bu sözleri üzerine Hz.Peygamber mübarek azı dişleri görününceye dek güldüler ve sonra da:"O halde siz yiyiniz!" buyurdular. [Buhari]
Sana hayır yollarını göstereceğim: ‪Oruç‬ kalkandır; ‪‎sadaka‬ suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları siler süpürür;kişinin gece kıldığı ‪‎namaz‬ da yine hataları siler süpürür.
Hz.Muhammed(sav)
Ibn-i Âbidîn(ra) ‪‎Ramazan‬ da her gece ‪‎hatim‬ okur ve gözyasi dökerdi.Insanlara faydali olmak husûsunda çok titiz davranir,hiç abdestsiz durmaz ve vaktini bosa geçirmezdi.
Zengin bir ‪Müslüman‬, ‪Ramazan‬-ı şerifte her gün çok büyük sofra açarmış.O mahallenin bütün fakir fukarası da ellerinde tasla gelip,yemek alıp giderlermiş. Namazında niyazında bir ihtiyar zat varmış, o da yemek sırasına girmiş. Şeytan adamlarına, (Bu ihtiyarın ibadetlerini bakın nasıl yok edeceğim) demiş. Hemen bir genç kılığına girip, yemek alma bahanesiyle eline bir tas almış. Ancak arkaya durmayıp, ihtiyarın önüne geçmiş. İhtiyar, (Niye kuyruğa girmedin?) diye sormuş. Genç, (Amca, açlıktan ölüyorum, ben oruçluyum, öne geçmek benim hakkım) demiş. (Sen bir gün oruçlusun, ben üç ayları tutuyorum. O hakka ben daha çok layığım) demiş. Şeytan, avanelerine göz kırparak, (O zaman hak elbette senin) demiş ve böylece, o ihtiyara nafile ibadetini söyleterek, onu riyaya düşürmüş...
Kıyametin dehşeti için sıcak günlerde ‪‎oruç‬ tut! ‪‎Kabir‬ korkusu için gece ‪‎na‬­maz kıl! Hacc yap! Yoksula yardım et,kötü söz söyleme!
Hz.Muhammed(sav)
Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa’fü annî
Yâ Rabbî,sen affedicisin,kerîmsin,affı seversin,bizi de affet
‪Ashâb‬ ı kiram ‪‎Ramazan‬’da ‪‎cihâd‬ a çıkmışlardı. ‪Allâh‬ Rasûlü ile birlikte ‪Bedir‬ Gazvesi’ni ve Mekke Fethi’ni Ramazan’da yapmışlardı.O’ndan sonra da kendileri pek çok sefere bu ayda çıkmış, Ramazan’ın bereketi ile cihâdın faziletini birleştirmişlerdi.
Müslim, Sıyâm 90; Tirmizi, Savm, 18/710); Nesâi, Savm 49
Kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek ihlas ile ‪‎oruç‬ tutar ve kıyam ederse ‪‎teravih‬ namazı kılarsa günahlarından arınır,annesinden doğduğu günkü gibi tertemiz olur.
Nesei
Allah Rasûlü(sav),‪Ramazan‬ da Cebrâil aleyhisselâm ile karşılıklı (mukãbele ile) Kur’ân okurlardı.
Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.‪
Buhârî, Savm, 20
Allah Teâlâ,size Ramazanın orucunu farz kılmıştır;ben de onun kıyâmını,yani ‪Ramazan‬ gecelerindeki terâvih namazını sünnet kıldım.Eğer bir kimse,îmanlı bir gönülle ve sevâbına ermek emeliyle Ramazan orucunu tutar ve terâvih namazını kılarsa, (kul hakları ve borçları hâriç) anasından doğduğu gün gibi günahlarından kurtulur. (İbn-i Mâce, Salât, 173)
‎Oruç‬ benim içindir.Onun karşılığını ben vereceğim.‪
Riyanın ve gösterişin pek fazla yaklaşamadığı bir ibadet olduğundan,sevabı da en çok ibadetlerden sayılmıştır.
En üstün sadaka, ‪Ramazan‬ da verilendir.[Tirmizi]
Beş vakit namaz,Cuma namazı,gelecek Cumaya kadar ve Ramazan orucu,gelecek Ramazana kadar yapılan günahlara kefarettir.Büyük günah işlemekten sakınanların küçük günahlarının affına sebep olur.
Müslim,İ.Ahmed
Beş vakit ‪‎namaz‬ kılan,‪‎Ramazan‬ orucunu tutan,zekâtını veren ve yedi büyük günahtan kaçınana,Cennetin bütün kapıları açılır,selamet ve emniyet içinde gir denilir.Nesai
‪Ramazan‬ ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır,cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.
Nesei
Her şeyin bir zekâtı vardır.Bedenin ‪‎zekatı‬ da oruçtur. ‪Beyhekî
Kim bir oruçluyu iftar ettirirse ‎oruç‬ lunun sevabı kadar sevap kazanır.Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.‪Tirmizi,‘Savm’ 82
Eğer kullar,Ramazanın fazîletlerini bilselerdi,bütün senenin ‪‎Ramazan‬ olmasını temennî ederlerdi.‪
Yemeklerin kötüsü,ona zenginler davet olunup,aç ve muhtaç olan fakirler ondan mahrum edilir. ‪
Hz.Muhammed(sav)
Ramazan‬ orucuyla Şevvalde de 6 gün ‪‎oruç‬ tutan,bir yıl oruç tutmuş sayılır.Müslim Tirmizi

Şevval ayı orucu,halk arasında altı gün orucu diye bilinir.Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu orucu bizlere tavsiye ediyor.Buyuruyor ki:
“Her kim Ramazan orucunu tutar sonra peşinden Şevval ayından da altı gün oruç tutarsa, bütün sene oruç tutmuş gibi olur.”
Bu nasıl oluyor?
Çünkü ibadetler on misli katlanıyor. Mevla Teala: “Her kim bir haseneyle gelirse, kendisine, onun on misli sevap vardır.” buyuruyor.
Bu hesaba göre, Ramazan ayı orucu, on aya karşılıktır. Şevval’de tutulan altı günün on misli de altmış gün eder, bu da iki ay olur.
Neticede bu şekilde oruç tutan kimse bütün sene oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Yani az bir gayretle büyük bir kazanç elde etmiş olur.
Hazır sıhhatliyken, elden ayaktan düşmemişken bu fırsatları kaçırmamak lazım.
Bu altı gün orucu peş peşe tutmak şart değil, Pazartesi ve Perşembe günleri de tutulabilir.
Hem bu da sünnettir. Efendimiz Pazartesi, Perşembe orucu tutar ve buyururdu ki:
“Ameller, pazartesi ve perşembe günleri Allaha arz olunur.
Ben de amelimin oruçlu iken arz olunmasını isterim.”
Şevval Orucunun faziletiyle alakalı Süfyanı Sevri şöyle anlatıyor:
Ben Mekke-i Mükereme’de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Haremi Şerif’e gelir, tavaf eder, namaz kılar ve bana selam verip giderdi.
Gel zaman, git zaman, ben bu kişi ile tanıştım. Dostluğumuz daha da ilerledi, samimiyetimiz arttı.
Bir gün o kimse beni yanına çağırdı ve dedi ki: “Şayet senden evvel ölürsem, o vakit kendi ellerinle beni yıka, namazımı sen kıldır ve beni defneyle.
O gecede, ilk gece de beni terk etmeyip kabrimde geceleyerek, münkereynin sual sorması anında bana devamlı Tevhidi telkin et, diye vasiyette bulundu.
Ben de o kimsenin dediklerini yapmayı kabul ettim.
Bir zaman sonra o kimse vefat etti. Ben de, bana yaptığı vasiyete uyarak verdiğim sözü yerine getirdim. Defin işi de bittikten sonra, kabrinde gecelemeye karar verdim. Çünkü buna da söz vermiştim.
O gece kabri beklerken bana bir ağırlık çöktü, hafifçe dalmışım. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken bir ses kulağıma çalındı:
Ya Süfyan! Beni korumana ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı.
Artık sen gidebilirsin, diye bir ses işittim. O zaman ben de kendisine sordum:
Ne sebeple bu lütfa eriştin, bu fazilete nail oldun? Cevaben dedi ki:
Ramazanı Şerif’in orucunu tutup, Şevval’den altı gün daha ekleyerek oruç tutmam sebebiyle.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi görmedim. Gördüğüm bu zuhurata tabi olayım mı, olmayayım mı, tereddüt geçirdim.
Abdest aldım, iki rekat namaz kıldım, tekrar uyudum. Böylece hafiften gelen sesi üç kere duydum. Anladım ki bu Rahmânîdir.
Şeytandan değildir. O zaman kabrin yanından ayrıldım. Şevval orucunun fazîletini, yardımını böylece kavramış oldum ve şöylece dua ettim:
“Ya Rabbi! Beni Ramazan Ayı’nın orucuna ve Şevval’den (Ramazanı Şeriften sonra gelen ay) altı gün oruç tutmaya muvaffak kıl” ve Allah-u Teala beni bu işe muvaffak kıldı ve bunu bana nasip etti.”
Evet bir Hadisi şerifte “Üç şey gelir mezara kadar. İkisi döner bir kalır.
Evladın ve malın gider ibadetin kalır.” buyrulmuştur.
Şayet bu dünyada yaptığımız Salih amellerimiz varsa o karanlık kabirde bize arkadaş
olacak.
Rabbim bizleri salih ameller yapabilmeye muvaffak eylesin, Şevval ayı orucunu da kolaylıkla tutabilmek nasip eylesin.
Amin
Fi Emanillah!
Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur
Hadis-i Şerif
Kim #Ramazan orucunu tutar ve ona #Şevval ayından altı gün ilave ederse,sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur
(Müslim, Sıyam, 204; Tirmizi, Savm, 53; Ebu Davud, Savm, 58-59) buyurmuştur. Bu oruç peş peşe tutulabileceği gibi ara verilerek de tutulabilir (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, Riyad, 2003; III, 421).
Özürsüz #Ramazan da bir gün #oruç tutmayan,bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz. #Hadis
Tirmizi
#Kuran ı kerim #Ramazan da indi #Kadir gecesi,bu aydadır.Ramazan-ı şerifte #iftar ı erken yapmak #sahur u geç yapmak #sünnet tir.Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.
İmam-ı Rabbani hazretleri
#Ramazan a #saygısızlık edenin #günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
İmam-ı #Rabbani hazretleri
#Ramazan da,emri altında bulunanların,işlerini hafifleten,onların #ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur.Cehennemden azat olur.Ramazan-ı şerif ayında #Resulullah esirleri azat eder,her istenilen şeyi verirdi.Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere,bütün sene bu işleri yapmak nasip olur.Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
İmam-ı Rabbani hazretleri
Mübarek #Ramazan ayı,çok şereflidir.Bu ayda yapılan,nafile #namaz #zikir #sadaka ve bütün #nafile ibadetlere verilen #sevap başka aylarda yapılan farzlar gibidir.Bu ayda yapılan bir farz,başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir.Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.
İmam-ı Rabbani hazretleri
 
Orucun ve Ramazan ayının fazileti
Sual: Ramazan ayının önemi nedir?
CEVAP
Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. (Mektubat ,1.c. 45.m.)

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi] (Ama orucu kazaya bırakmayı mubah kılan dînî bir mazeret varsa, o zaman ramazan orucunu kazaya bırakmak günah olmaz.)

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istigfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ. Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonuysa Cehennemden kurtuluştur.) [İ. Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Biri size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır.) [Buhari]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev'iza-i hasene)

Resulullah efendimizin rüyası
(Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi.

Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.

Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizi]

Sual: Günah işlememize şeytanlar sebep olduğuna göre, Ramazanda bağlı olan şeytanlar nasıl günah işletiyor?
CEVAP
Günah işlememize yalnız şeytanlar değil, kendi nefsimiz de sebep olmaktadır. Nefsin zararı, şeytanınkinden çok fazladır. Nefsin her istediği kendi zararınadır. Ramazanda günah işleten, nefsimizdir. Bu ayda, şeytanlar bağlı olduğu için vesvese veremezler. Ramazanda esnemeler de şeytandan değildir. Asabi esnemeler, yorgunluk, uykusuzluk gibi hallerde meydana gelir. (Mektubat-ı Rabbani)

Oruçluyken ölmek
Sual: Abdestliyken ölen şehit oluyor. Oruçluyken ölmek de iyi midir?
CEVAP
Evet, çok iyidir. Bir hadis-i şerifte, (Oruçluyken ölen Cennete girer) buyuruldu. (Bezzar)

Sevab zorluğa göredir
Sual: Ramazan ayı, yaza ve kışa gelebiliyor. Kışın kısa günlerde oruç tutulması daha kolay, yazın uzun günlerde sıcakta tutmaksa çok zordur. İkisinin sevabı aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, zorluklar içinde yapılan ibadetin sevabı daha çoktur. (Ecir meşakkate göredir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Maniler karşısında, ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. (3/35)

Ramazan-ı şerif kışa da gelse, farz ibadet olduğu için sevabı çoktur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kışın oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimettir.) [Tirmizi]

(Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısa olur, oruç tutar. Geceleri de uzun olur, kalkıp ibadet eder.) [Beyheki]

Şehr-i Ramazan
Sual: Şehr-i Ramazan, Ramazan ayı mı demektir? Yâ şehre Ramazan deniyor. Niye şehr-i Ramazan denmiyor?
CEVAP
Şehr, ay demektir. Türkçede şehr-i Ramazan denince Ramazan ayı anlaşılır. Yâ diye başlayınca üstünlü olur, yani şehre olur. Mesela Abdullah kelimesi yâ ile başlayınca, (Yâ Abdellah denir. Yâ ile başlayanlar genelde hep böyledir. Resulullah kelimesi yâ ile başlayınca (Yâ Resulallah) olur. Ömer kelimesi yâ ile başlasa da değişmez, yine (Yâ Ömer) denir. Namazda sûre okurken böyle irap hataları namazı bozmaz.

Oruç tutarken
Sual: Oruçluya şeytanın vesvese veremeyeceği, ona yaklaşamayacağı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İmam-ı Şa’rânî hazretleri buyuruyor ki: Orucun birçok faydasından biri, bedenimize şeytanın gireceği bütün yolları tıkamasıdır. (Uhud-ül-kübra)

Ramazan ayının fazileti – Ramazan eğlence ayı mı?
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Kim Ramazan’ın gelmesiyle sevinirse, Allah o kimsenin bedenini cehenneme haram kılar. (Dürretü’l-vâizîn)

   Kim gurbetteki evlâdının gelmesini beklediği gibi Ramazan’ın gelmesini bekler ve Ramazan’ın gelmesiyle de gerçekten sevinip neşelenirse, Allah (c.c.) o kimsenin bedenini cehenneme haram kılar. Yani o kimse cehenneme girmez ve cehennem de onu yakamaz.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Ramazan ayının evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden âzad’tır. (İbni Asâkîr)

   Ramazan ayının ilk on gününde oruç tutanların üzerine ilâhî rahmetler saçılır. İkinci on gününde oruç tutanların günahları bağışlanır ve üçüncü on gününde de oruç tutanlar cehennemden âzad edilir.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
   Yanında adım anıldığı zaman bana salâtü selâm getirmeyen kimsesürünsün. Ramazan ayına erişip de, bu ay çıkmadan kendini Allah’a bağışlatamayan kimse sürünsün. Annesi ve babası yaşlılık günlerini yanında geçirdiği halde (onların duasını alarak) cennete giremeyen kimse de sürünsün. (Tirmizî-Hâkim)

   Gerçek îmanın alâmetlerinden biri de peygamber sevgisidir. Peygamber sevgisinden yoksun olanlar ve bu nedenle Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in adı anıldığı zaman salâvât-ı şerîfe getirmeyenler, diğer dinsel konularda da duyarsız olacaklarından, sonlarının iyi olmayacağına bir işarettir.

   Mübârek Ramazan ayı ilâhî rahmetin saçıldığı, günahların bağışlandığı,
meleklerin mü’minlere dua ettiği ve sevapların katlandığı bir ay olduğu halde, Ramazan ayında bile tevbe edip Allah’tan (Celle Celaluhu) af dilemeyen ve genel aftan yararlanamayanların da sonlarının iyi olmayacağı bir gerçektir.

   Cennet annelerin ayağı (rızası) altında olduğu halde, yaşlılık günlerini
yanında geçiren anne ve babasının dualarını alıp cennete giremeyen kimselere de gerçekten yuuh olsun!

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Receb Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan da ümmetimin ayıdır. (Menâvî)

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) doğduğu anda secdeye kapanıp “Ümmetim! Ümmetim!” dedi. Yaşam boyu ümmet sevdasıyla yandı ve ölürken de son sözü “Ümmetim! Ümmetim!” oldu.

   İşte mübârek Ramazan, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ümmetinin yani bizim ayımız. Lütfen bu ayın değerini bilelim ve bu ayda saçılan ilâhî rahmetten yararlanalım. Özellikle orucu cân-ı gönülden isteyerek tutalım, beş vakit namazı düzenli bir şekilde kılalım, her çeşit günahlardan kaçınalım ve terâvih namazını da Ramazan ayına yakışır bir şekilde yavaş yavaş kılalım.

Oruç ve takvâlık
Yüce Allah buyuruyor:
   Ey îman edenler! Oruç, sizden önceki (ümmet) lere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Olur ki (oruç ile) takvâlığa erişirsiniz. (Bakara, 183)

   Abur cubur yeme alışkanlığını ve aşırı cinsel istekleri kontrol altına alıp dengeleyen oruç, günah işleme alışkanlığını da frenlediğinden, âyette “Olur ki (oruç ile) takvâlığa erişirsiniz” buyuruluyor.

Ramazan ve Kur’an
Yüce Allah buyuruyor:
O Ramazan ayı ki, insanlara yol gösterici, doğru yolun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak onda (Ramazan ayında) Kur’an indirildi. (Bakara, 185)

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhüma diyor ki:
   Cebrâil aleyhisselâm, Ramazan’ın her gecesinde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bir araya gelir ve (karşılıklı oturup) Kur’an’ın müzâkeresini yaparlardı. (Buhârî-Müslim)

Son ilâhî kitab olan Kur’an-ı kerîm mübârek Ramazan ayında indirildiğinden,
Hz. Cebrâil ile Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ramazan’ın her gecesinde bir araya gelip “mukâbele” yani karşılıklı oturup Kur’an’ı okudukları ve içeriğini müzâkere ettikleri gibi,

   Allah’a (c.c.) şükürler olsun, bin 400 küsür yıldan beri her yıl Ramazan ayında âdeta bir Kur’an seferberliği başlıyor ve camilerin pek çoğunda mukâbeleler okunuyor. Ayrıca evlerde de genelde hanımlar bir araya gelip kendi aralarında mukâbeleler okuyor ve binlerce hatim duaları yapılıyor.

Ramazan ve Kadir gecesi
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Kadir gecesini, Ramazan’ın son on günündeki tek gecelerde (21,
23, 25, 27) arayın. (Buhârî) Yüce Allah buyuruyor:

Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. (el-Kadr, 3)

Bin ayı yani 83 yıl 4 ayı sürekli ibâdetle geçirebilmek için, en azından yüzlerce yıllık bir ömre gerek var ama bin aydan hayırlı olan bir Kadir gecesini ibâdetle geçirebilmek için ise sadece 8-10 saatlik bir zaman yeterlidir.

Ramazan’da cennet kapıları açılır
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Ramazan ayı geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır (etkisiz hâle getirilir). (Buhârî-Müslim)

Terâvih namazı
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Allahu Teâlâ size Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de kıyâmını (terâvih namazını) sünnet kıldım. Kim îmanla, ihlâsla orucunu tutar ve terâvih namazını kılarsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınır. (Nesâî-İbni Mâce)

Ramazan’da cömertlik
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhüma diyor ki: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) insanların en cömerdiydi. Özellikle Ramazan’da Cebrâil’in
(a.s.) kendisi ile buluştuğu anlar, en cömert olduğu zamanlardı. (Buhârî-Müslim)
İnsanların en cömerdi olan ve Ramazan ayında daha da cömert davranan
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bu güzel ahlâkı, Allah’a (Celle Celalühü) şükürler olsun ümmetine de yansıdığından,

   Her yıl Ramazan ayında tüm İslâm ülkelerinde, dünyada eşi, benzeri görülmeyen bir cömertlik ve sosyal yardımlaşma yarışı başlıyor ve İslâm ülkelerinde tek bir kimse aç ve açıkta kalmıyor.

Ramazan ve umre
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
   Ramazan’da yapılan umre (nin sevabı) bir hac gibidir. (Buhârî-Ahmed İbni Hanbel)

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Ramazan’da yapılan umre, benimle hac yapmış gibidir. (Menâvî)

   Allah’a (Celle Celalühu) şükürler olsun, maddî durumu iyi olan müslümanlar dünyanın her tarafından kutsal topraklara gidip, “Ramazan umresi” yapıyor ve müslümanların kurtuluşu için dua ediyor.

Ramazan eğlence mi, ibâdet ayı mı?
Yüce Allah buyuruyor:
   (Ya Muhammed!) Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatı kendilerini aldatan kimseleri (sapıkları, bana) bırak. (En’am, 70)

   On bir ayda bir defa gelen ve gerçekte ibâdet ayı olan Ramazan’da bile, beş vakit namazı düzenli bir şekilde kılmayanlar ve camilere erkence gidip Kur’an ve sohbet dinlemekten sıkılanlar, “Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatı kendilerini aldatan kimseler (sapıklar)” gibi mübârek Ramazan ayını da “Ramazan eğlenceleri” adı altında oyun ve eğlenceye çevirmek ve son hak din olan İslâm’ı önceki dinler gibi amacından saptırmak istiyorlar.

   İslâm karşıtı her çeşit sapıklık hareketlerini ekranlarına taşıyan belirli medya kuruluşlarını ve içlerinde hıristiyanlık özentisi olanları Allah’a bırakıyoruz. Çünkü Allah (Celle Celalühü), kesinlikle onları sorgulayacak ve gereken cezalarını verecektir.

   Ancak belediyenin kasasından iftar çadırları kuran ve müslümanlar
terâvih namazını kılarken, “Ramazan eğlenceleri” adı altında dinimizi oyun ve eğlenceye dönüştürenlere ne diyelim?

Yüce Allah buyuruyor:
Ey îman edenler! Sizden önce kendilerine kitab verilenlerden dininizi eğlence (aşağılama) ve oyun edinenleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mü’minlerden iseniz, Allah’tan korkun (dininizi eğlence ve oyuna dönüştürmeyin)! (Mâide, 57)

   “Ârife bir işaret yeter” derler. Allah (Celle Celalühü) hepimizi gaflet uykusundan
uyandırsın, kalplerimize Asr-ı saadetin heyecanını tattırsın ve biz âcizleri
kutsal dinimize hâdim (hizmetkâr) eylesin!..

www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi

Üç aylar Receb Şaban ve Ramazan ayının fazileti
İHVANLAR   Üç ayların yaklaşması ile birlikte manevi duyguların yoğunlaştığını hissedebiliyoruz. Peki bu üç ayları ne kadar biliyoruz?

   Kamerî ayların yedincisi; İslamî takvimin aylarından biri Muharrem ile başlayan ve Zilhicce ile sona eren Kamerî takvim aylarının yedincisi olan Receb “üç aylar”ın ilkidir.

RECEB AYI
   “Receb” kelimesi; herhangi bir şeyden korkmak, utanmak veya bir kimseyi heybetinden dolayı ululamak ve tazim etmek manalarına gelir (M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, III, 18-19).

   Cahiliye devrinde Araplar, putları için bu ayda kurban keserlerdi. Araplar arasında mukaddes bilinen Receb ayı, haram aylardan (eşhur-i hurum) biridir. Diğer üç haram ay ise, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem idi. Receb ayı, birbirini takip eden aylardan hemen sonra gelmediği ve yedinci sırada olduğu için “Recebül-ferd” adı da verilmiştir.

   Haram aylarda harb etmek Araplar arasında yasak kabul edilmişti, hatta bu uygulama İslâm’ın başlangıcında da yürürlükteydi. Buna sebep, Mekkelilerin bu aylarda geçimlerini temin etmeleri, Kâbe ziyaretçilerinin emniyetinin sağlanması idi.

   Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Abdullah b. Cahş komutasında bir grup muhacir sahabiyi Kureyş kervanından haber getirmesi amacıyla Nahle’ye göndermişti. Keşif gayesiyle sefere çıkılmasına rağmen bölükte bulunanlar, müşriklerin kendilerine yaptıkları kötülükleri hatırlayarak kervana saldırdılar. Bu olayın gerçekleştiği gün Receb ayının son günü idi. Halbuki müslümanlar, Receb ayının bittiğini ve Şabana girildiğini sanıyorlardı. Kervandan iki kişiyi esir aldılar, bir kişiyi öldürdüler ve kervanı alıp Hz. Peygamber’e getirdiler. Müşrikler, Araplarca savaşmanın kesinlikle yasak olduğu Receb ayında bu hadisenin oluşunu fırsat bilerek, “Muhammed haram ayını helâl saydı” tarzındaki ifadelerle… propagandaya başladılar. İşte bu olay üzerine Bakara süresinin 217. ayeti nazil oldu: “Ey Muhammed! Sana hürmet edilen ay’ı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, Allah’ı inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür! Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. İçinizden dininden dönüp kâfir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler” (2/217).

   Receb ay’ı, içinde iki kandil gecesi bulunması açısından da faziletli bir aydır. Receb ayının ilk cuma gecesi Regaib kandilidir. İslâm âlimleri, Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu gecede Yüce Allah’ın manevi ikramlarına eriştiğini, bu sebeple şükür ve haced için namaz kıldığını bildirmektedirler. Bu gece hakkında halk arasında bilinen şekliyle, Regaib gecesi Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in anne rahmine düştüğü gecedir, tarzındaki ifade yanlış bir iddiadan ibarettir.

   Yine Receb ayının yirmi yedinci gecesi İslâm dünyasında Mirâc gecesi olarak kutlanır. Olay hakkında Kur’an-ı Kerim’de başlı başına “İsrâ” suresi indirilmiştir. Beş vakit namaz bu gecede farz kılınmış, bu gece nâzil olan Bakara suresinin son ayetleri ile müslümanların sıkıntılarının sona ereceği ve Muhammed ümmetine Allah’a ortak koşmadıkları, tevhidden ayrılmadıkları takdirde Cennete girecekleri müjdelenmiştir.

HADİS-İ ŞERİF
   Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve “Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir” diye dua ederdi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
   “Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.” [İbni Cerir]

   “Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.” [Taberani]

   “Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir.” [Ebu Davud]

(Receb ayında Allahü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü Allahü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” [Deylemi]

   “Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” [Deylemi]

   “Allahü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.” [Gunye]

   “Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.” [Miftah-ül-cennet] 
   “Başında demek, ayın ilk günleri demektir. Ortası, ortadaki günlere yakın olan günler, sonu da, ayın son günleri demektir.”

   “Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.” [Ebu Ya’la]

   “Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.” [İ. Asakir]

   “Allahü teâlâ Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allahü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.” [Taberani]

   “Receb’de, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Ya Rabbi, onu mağfiret et” derler.” [Ebu Muhammed]

   Recebin ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Regaib, ihsanlar, ikramlar demektir. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Regaib gecesi yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

ŞABAN AYI
   Kamerî ayların sekizincisi.

   Ayın hareketlerine göre hesaplanan Arabî ayların ilki Muharrem, sonuncusu da Zilhiccedir. Şaban, Receb ile Ramazan ayları arasında yer alır. Şaban ayının Araplar arasındaki eski adı Azil idi.

   Araplar, Şaban ayına “şehrullâh-i muazzam”, “şehru’l-kerâme” ve “şehru’l-kasîr” de derler. Böyle demelerinin sebebi, bu ayda bostanlara çıkıp, beraberlerinde götürdükleri yemek ve diğer şeyler pişinceye kadar gezip eğlenmeyi âdet edinmeleriydi. Medineliler, bu ayın on beşinci gecesine “leyletü’l-helva” (helva gecesi) derler. Araplar, o gece evlerinde, durumlarına göre tatlılar pişirip yerler ve yedirirlerdi. Eskiden bizim toplumumuzda da, hemen her kandil gecesi bir helva gecesiydi. Fakir-zengin akrabaya, komşuya helva dağıtmak âdetti. Ülkemizin bazı yörelerinde bu âdetin günümüzde de devam ettiği görülmektedir.

   Şaban ayını önemli kılan özelliklerden biri, “şühûr-i selâse” denilen “üç aylar”ın ikincisi olmasıdır. Bilindiği gibi, üç ayların ilki Receb, üçüncüsü de Ramazandır. Şaban ayının önemli bir hususiyeti de, “Beraat gecesi”nin bu ayın on beşinci gecesine tesadüf etmesidir. Beraat gecesi, meleklerin inmesi, duaların kabul olunması, duaların geri çevrilmemesi gibi birçok fazilete sahip olduğu için, bulunduğu ayı da değerli kılmıştır (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, III, 302).

   İbn Mâce, Şaban ayı ve özellikle Beraat gecesi hakkında rivayet edilen şu iki hadisi kaydeder:

   “Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki Allah, o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu? Onu affedeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızık vereyim! Şifa dileyen yok mu? Şifa vereyim!” (Sünen, İkâmetü’s-Salât, 191).

   “Allah Teâlâ, Şabanın on besinci gecesi (Beraat gecesi) tecelli eder ve ana-babaya asî olanlarla Allah’a ortak koşanlar dışında bütün kullarını bağışlar” (Sünen, İkâmetü’s-Salât, 191)

HADİS-İ ŞERİFLER
   Resulullah efendimiz, Şaban ayına da çok değer verir ve “Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir” diye dua ederdi.

   Âişe validemiz buyuruyor ki:
(Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi.) [Buhari]

   Şaban ayında niçin çok oruç tuttuğu sorulduğu zaman Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gâfil olurlar. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesai]

  Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
   “Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.” [Tirmizi]

   “Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak teâlâ Cennette bir yer hazırlar.” [Ey oğul ilmihali]

   Bünyesi zayıf olanın, Şabanın 15 inden sonra oruç tutmayıp, farz olan Ramazan-ı şerif orucuna hazırlanması iyi olur. Sağlığı yerinde olan ise, Şaban ayının çoğunu, hatta tamamını oruçlu geçirebilir.

  Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesidir. Yani 14 Şabanın bittiği günün gecesidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
   “Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.” [İbni Mace]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

   Bu geceyi ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur’an-ı kerim okumalı, Bilhassa ilim öğrenmelidir. En kıymetli ilim, doğru yazılan ilmihal bilgileridir.

RAMAZAN AYI
   Kameri aylardan dokuzuncusunun ismi. Müslümanların oruç tutmakla mükellef oldukları, dinimizce yüce ve kutsal kabul edilen ay.

   Ramazan, arapça bir kelimedir. Bu mübarek ay’a Ramazan isminin verilmesindeki hikmet şöyle belirtilmiştir:
   1- Yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi, Ramazan ay’ı da müminleri günah kirlerinden temizler. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s); Kim inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, Savm, VI) buyurmuştur.

   2- Güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın yer orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi, Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder.

   3- Kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için yalabık iki taşın arasına koyup döğmek anlamına olan “ramd” dan alınmıştır. Bu ay’a Ramazan isminin verilmesi de Arapların bu ayda silahlarını bileyip hazırladıklarından dolayıdır (bk. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (t.y), I, 643-4).

   Ramazan ay’ına “on bir ayın sultanı” denilmiştir. Bu ayın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
   1- Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır.

   2- Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; Ramazan ay’ı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi” (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur.

   3- Kur’an-ı Kerim’de, “bin aydan daha hayırlı” olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir.

   4- Dinimizin beş temelinden biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de; “Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun” (el-Bakara, 2/185) buyurulur.

HADİS-İ ŞERİFLER
   Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

   “Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir.” [Nesai]

   “Ramazan gelince, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.” [Deylemi]

   “Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

   “Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.” [Ebu Nuaym]

   “Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.” [İ.Mansur]

   “Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.” [İ.Ebiddünya]

   “İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.” [Müslim]

   “Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.” [Taberani]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
   Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

   Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

   İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

   Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

   Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!

   Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

   Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
   “Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.” [Buhari]

   “Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.” [Nesai]

   “Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.” [Deylemi]

   “Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.” [Taberani]

   “Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.” [İbni Ebiddünya]

   “Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.” [Deylemi]

   “Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!” [Buhari]

   Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi)
www.ihvanlar.net
Oruç ve aç durmak

Sual: Bazıları aç ve susuz durmanın ne faydası olur ki diyorlar. Oruç tutmaktan maksat nedir?
CEVAP
Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefs terbiyesi gibi diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Onun için hadis-i şerifte, (Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısıysa oruçtur) buyuruldu. (İbni Mübarek)

Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse, huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. (Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır) hadis-i şerifi oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. (Ebu Nuaym)

Böylece, orucun imandan da olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günah işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatıysa açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir: Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadis-i şeriflerde, (Aç duranın idraki artar, zekası açılır) ve (Tefekkür, ibadetin yarısı, az yemekse tamamıdır) buyuruldu. (İ. Gazali) 

Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemi)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.) [İ.Gazali] 

Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, açın hâlini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Sinirlerine hakim olan kimse huzurlu olur. Açlık, günah işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadis-i şerifte, (Açlık ve susuzluk yoluyla nefisle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. 

İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. (Teshil-ül-menafi)

Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadis-i şerifte, (Oruç tutan sağlıklı olur) buyuruldu. (Taberani)

Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayrimeşru arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Hadis-i şerifte, (Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlıkla yolunu daraltın) buyuruldu. (İhya)

İmtihan günü oruç tutulur mu?
Sual: (Aç olanın kafası çalışmaz. Oruç tutma!) diyorlar. İmtihana [sınava] girileceği gün oruç tutmamak günah olur mu?
CEVAP
Elbette günahtır. Oruç tutmamayı mubah kılan özürler kitaplarda bildirilmiştir. Zaruretsiz oruç tutmamak haramdır.

(Aç olanın kafası çalışmaz) sözü ilmî değildir. Ya cahillikten söylenmiştir veya oruca engel olmak için kasıtlı söylenmiştir. Ramazan haricinde de, imtihanlara fazla tok girmemeli. Mide çok doyarsa, insanın kafası pek çalışmaz. Aç olanın zekâsı keskin, anlayışı kuvvetli olur. Oruçluya Allahü teâlânın ihsanı boldur. Sehl bin Abdullah et-Tüsterî hazretleri, (Akıllı kimseler, gerek din ve gerekse de dünya için açlıktan daha faydalı bir şey görmemişlerdir. Hikmet ve ilim açlıktadır, günah ve cehalet ise, tokluktadır) buyurmuştur.

Şeyh Aliyyül-Havvâs hazretleri, (Gece ibadetine açlıkla hazırlanmalı. Midesi tok olanın manevî istifadesi az olur) buyurdu. (Uhûdül-Kübra)

Hadis-i şerifte, (İyiliklerin başı açlık, kötülüklerin başı tokluktur) buyuruldu. Tokluk, unutkanlık yapar, kalbi kör eder. (S. Ebediyye)

Tokluk, alkollü içkiler gibi, kanı bozar. Açlık, aklı temizler, kalbi parlatır. Yine hadis-i şerifte, (Açlık idraki, anlayışı artırır, zekâyı açar) buyuruldu. (İ. Gazalî)

Açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. İmtihan için, kafayı çalıştıran, zekâyı açan, anlayışı artıran orucu tutmamak ahmaklıktır.

Ebu Süleyman Dârânî hazretleri buyuruyor ki:
Aç durmaya çalışın, çünkü açlık, nefsi uysallaştırır ve kalbi inceltir. Nitekim Peygamber efendimiz, (Kalblerinizi az gülmek ve az yemekle diriltin, açlıkla temizleyin. Bu sayede kalbleriniz saflaşır ve incelir) buyurmuştur.

Hazret-i Lokman Hakîm oğluna, (Ey oğul! Mideyi tıka basa doldurduğun zaman düşünce uyur, hikmet dilsizleşir) diye nasihat etmiştir.

Bâyezid-i Bistâmî hazretleri de, (Açlık buluttur. Kul, ne zaman aç kalırsa kalb hikmet yağmuru yağdırır) buyurmuştur. İki hadis-i şerif:
(Açlık, hikmetin nuru, tokluk ise Allah'tan uzaklaşmadır. Sakın tıka basa yemeyin ki kalbinizdeki hikmetin nuru sönmesin!) [Deylemî]

(Allahü teâlânın halk arasında evliyası, açlık ve susuzluk ehlidir.) [İbni Neccar]

Ebu Süleyman Dârânî hazretleri, (İbadetin en tatlı olduğu zaman, karnımın belime yapıştığı zamandır) buyurmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri de, (Bir insan, kalbi ile göğsü arasına bir yemek torbası asarsa, münacatın tadını alamaz. Kişi aç ve susuzken kalbi saflaşır ve incelir. Doyunca körleşir ve katılaşır) buyurmuştur. Bunun içindir ki kendisine dünya ve hazineleri sunulduğunda Peygamber efendimiz, (Hayır, istemem. Bir gün aç, bir gün tok olmak isterim) buyurmuştur. (Tirmizî)

Mide ve şehvet yerinde kullanılmazsa, Cehennem kapısı olur. Bunun esası da tokluktur. Nefsi zelilleştirip şehveti kırmaksa Cennet kapısıdır. Bunun esası da açlıktır. Cehennem kapısını kapatan kimse, Cennet kapısını açmış demektir, çünkü bu ikisi, tıpkı batı ile doğu gibi zıttır. Birine yaklaşan diğerinden uzaklaşmış olur.

Hazineler elinde iken, niçin aç durduğu Yusuf aleyhisselama sorulunca, (Tok olunca açları unutmaktan korkuyorum) buyurmuştur. Atalarımız da, (Tok, açın hâlinden bilmez) demişlerdir.

Açlığın bir faydası da, insanın şehvetini kırması, kötülüğü emreden nefse hâkim olmasıdır, çünkü bütün günahların kaynağı şehvet ve kuvvettir. Bu da çok yemekle meydana gelir.

Zünnûn-i Mısrî hazretleri, (Ne zaman doysam, ya isyanda bulundum veya isyana teşebbüs ettim) buyurmuştur.

Âişe validemiz de, (İlk bid'at, doyasıya yemektir) buyurmuştur.

(Açlık Allah'ın bir hazinesidir) buyuruluyor. Açlık sayesinde en azından konuşma ve şehvetler bertaraf edilir, çünkü aç olan bir kimsenin fuzulî konuşma şehveti harekete geçmez. Böylece dil, gıybet, kötü ve çirkin konuşmak, yalan söylemek, dedikodu gibi âfetlerden kurtulur. Yedi azanın bütün günahlarının sebebi, tokluktan hâsıl olan kuvvettir. Açlık onu bütün bu âfetlerden korur.

Tok olan, çok su içer. Çok su içen ise çok uyur. Çok uyuyanın ömrü zayi olur, teheccüd namazını kaçırır, ahmaklaşır ve kalbi katılaşır.

Harun Reşit dört doktora (Sağlımızı koruyan ve yan etkisi olmayan bir ilaç söyleyin) der. Hintli doktor, (Siyah ihleç) der. Iraklı doktor (Beyaz Reşşad tanesidir) der. Romalı doktor (Sıcak sudur) der. Köylü doktor, (İhleç mideyi buruşturur, beyaz Reşşad tanesi mideyi kaydırır, sıcak su da mideyi gevşetir. Acıkmadan sofraya oturmamak, doymadan kalkmak en uygunudur) der. Diğer doktorlar da bunu tasdik eder.

(Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek [perhiz etmek] ilaçların başıdır. Midenin üçte biri yemeklere, üçte biri içeceklere ayrılmalıdır. Üçte birinin hava payı, yani boş olması en aşağı derecedir) hadis-i şerifini işiten gayrimüslim bir doktor, (Yemek hakkında bundan daha iyi bir söz işitmedim. Bu sözü ancak hikmet ehli bir zat söyleyebilir) der.

(Oruç tutun ki sağlığa kavuşun) hadis-i şerifi gösteriyor ki, vücut oruç, açlık ve az yemekle hastalıklardan kurtulup sağlığa kavuşur. Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemî)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zapt etmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zapt etmek de zordur. Hadis-i şerifte, (Her gün bir defa yemek yenmesi itidaldir) buyuruldu. (Beyhekî)

(Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) Hadis-i şerifi, hastalıkların çoğunun çok yemekten ileri geldiğini göstermektedir. (Dâre Kutnî)

Bütün bu bilgiler, imtihana girerken oruç tutmamanın dînî yönden de, zekâ yönünden de yanlış olduğunu göstermektedir.
Günah işleyenin orucu

Sual: Bazıları, (Namaz kılmayan, içki içen, açık gezen veya başka günah işleyen, boşuna oruç tutmamalı) diyor. Bu söz doğru mudur?
CEVAP
Hayır, dine aykırıdır. Birkaç günah işleyenin, diğer günahları da yapması gerekmez. Hem oruç tutup hem de günah işleyen kimse, oruç tutmakla hâsıl olan büyük sevaba kavuşamaz, fakat âhirette, niçin oruç tutmadın diye hesaba çekilmez. Oruç borcunu ödemiş olur, hatta orucun bereketiyle diğer günahlardan da kaçma imkânı olur. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı.)

Namazın dinimizdeki yeri, oruca göre daha önemliyse de, bir kimseye namaz kılmadığı için, (oruç da tutma) denmez. Aksine, (Namaz kılamıyorsan, orucu bari terk etme) denir. Namaz kılmamakla büyük bir günaha giren kimse, oruç tutmazsa günah miktarı daha da çok artar.

Birkaç günaha müptela olan kimse, birinden vazgeçmek isterse ona, (Diğerlerini bırakmadığına göre, bu günaha da devam et) denmez. Günah miktarı ne kadar azaltılırsa, o kadar iyi olur. Allah’tan korkup bir günahtan vazgeçmek iman alametidir. Hadis-i şerifte, (Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Müslüman, Cehennemden çıkar) buyuruldu. (Tirmizi)

Günah işleyen, oruç tutuyor veya zekât veriyorsa, (Aman bunları bari bırakma) demelidir! Bu ibadetleri de yapmazsa, dinden tamamen uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Allah’ın rahmetinden ümit kestirip, dinden nefret ettirenlere lanet olsun! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin) buyurdu. (Buhari)

Bir genç, Peygamber efendimize, (Şu üç günahı bırakamıyorum) dedi. O üç günah, yalan, zina ve içkidir. Resulullah efendimiz, (Bu üç günahtan yalanı benim için bırak) buyurdu. O genç, kabul edip gitti. Daha sonra, diğer iki günahı işlemek isteyince, (Bu günahları işleyip Resulullahın karşısına çıkınca, “Ben işlemedim” desem yalan söylemiş olurum. Eğer işlediğimi söylersem, beni cezalandırır) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçti. (Şir’a)

Kelime-i şehadeti dil ile söyleyip kalb ile de tasdik eden Müslümandır. Günah işleyen, Müslümanlıktan çıkmaz. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cebrail aleyhisselam, “Ümmetine müjde ver ki, müşrik olarak ölmeyen Cennete girer” dedi. Ben, “Zina ve hırsızlık eden de mi Cennete girer” diye üç defa sordum. “Evet, zina ve hırsızlık eden de Cennete girer” dedi. Daha sonra, “İçki içse de, yine sonunda Cennete girer” dedi.) [Buhari]

Bu, Ehl-i sünnet itikadıdır. Günahları hafif görmek değildir. Bu inanış, insanı günaha sevk etmemeli! Her günah, kalbi karartır, insanı küfre sürükleyip Cehennemde ebedi kalmaya sebep olabilir. Her günahtan kaçınmalı, çünkü Allah’ın gazabı günahlar içinde saklıdır. Belam-ı Baura, çok ibadet eden büyük bir âlimken, bir günah yüzünden imansız öldü. Günah işleyen hemen tevbe etmelidir! (K.Saadet)

Oruç kefaretinin 60 gün olmasının delili nedir? İki kere bozan kaç gün keffaret tutar?
ismailağa fetva   Ramazan ayında oruç bozmanın kefaretinin 60 gün olduğu hususunun delilini soran kardeşlerimiz var. Onlara kısaca bu meselenin delillerini izah edelim:

   Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek, mahvoldum dedi. Peygamber efendimiz: Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam: “Ramazan’da hanımımla ilişkide bulundum” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “köle azad edecek kadar mal bulabilir misin?”
Adam: -Hayır! Dedi
Peygamberimiz: “Peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin” buyurdu.
Adam: -Hayır! Dedi.
Peygamberimiz: “Altmış fakiri doyuracak kadar mal bulabilir misin” buyurdu
Adam: -Hayır dedi. Sonra adam oturdu. Bu sırada Peygamberimize bir zenbil(en beş sa’lık bir ölçek) içinde hurma getirildi. Hazreti Peygamber bu hurmaları adama vererek: “Bunları sadaka olarak ver” buyurdu…. (Bu hadis bir veya iki kişi tarafında değil cemaat tarafından nakledilmiştir ve sahih kaynakların hepsinde geçmektedir)

   İbni Mace’nin naklettiği başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor: “”Bir köle azad et” Adam: “Köle bulamam.” Dedi. Hazreti Peygamber Aleyhisselam: “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam: “buna da gücüm yetmez” dedi. Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “altmış fakiri doyur” buyurdu.

 2 KERE BOZAN KAÇ GÜN TUTAR?
   Maliki ve Hanefilere göre cima, yemek ve benzeri orucu bozan şeyler birincinin kefaretini ödemeden tekrarlanırsa bakılır: bu durum ya bir gün içinde ya da iki ayrı günde olur.

a) Eğer aynı gün içinde birkaç kere oruç bozma olayı tekrarlanırsa ittifakla tek bir kefaret ödemek bunun için yeterlidir.

b) Eğer oruç bozma olayı Ramazan’da iki ayrı günde olmuşsa cumhura (fakihlerin çoğunluğuna) göre iki yahut daha çok bozulan oruç sayısı kadar kefaret gerekir. Yani her gün için ayrı ayrı 60 gün kefaret tutar. Çünkü her gün ayrı bir ibadettir. Bir günün orucunu bozmakla kefaret gerekince, iki Ramazan ve iki haccın durumunda olduğu gibi bu kefaretler iç içe girmez. Ayrı ayrı yapılmaları gerekir.

NEDEN BU KADAR AĞIR?
   Çünkü oruç yılda sadece bir ay farz kılınmıştır. Ve bir günün o güne has olarak verilen sevabının derecesi çok yüksektir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

   “Ruhsatsız (oruç tutmamayı mübah kılan bir özrü ispat eden ruhsat olmadan) olarak yahut hastalık durumu olmaksızın orucunu bozan kimse, ömür boyu oruç tutsa da o günün borcunu gerçekten ödeyemez.” (Tirmizi – Ebu Davud, İbn-i Mace, Nesei ,le İbni Huzeyme Sahihin’de ve Beyhaki Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir.) www.ihvanlar.net
Ramazanda ibadet ve iyiliğin sevabı

Sual: Ramazan ayında ibadet ve iyilik etmenin sevabı daha mı fazladır?
CEVAP
Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. 
Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. 

Oruçlu iken günahtan sakınmalıdır. Gözü ve dili günahlardan koruduğumuz gibi, kulağımızı da korumamız gerekir. Konuşulması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. El, ayak ve diğer uzuvları da haramdan korumalıdır! Oruç tutup azaları ile günah işleyen, ilaç yerine zehir içen hastaya benzer. Çünkü günah zehirdir. İbadetlerimizin sevabını yok eder. 

Kötülük veya herhangi bir günah işledikten sonra pişman olmak ve iyilik ve ibadet etmeye devam etmek lazımdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir günah işlediğin zaman hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevap işle ki o günahı mahvetsin!) [Beyheki]

(Nerede, ne halde bulunursan bulun, Allah’tan kork ve kötülüğün akabinde bir iyilik yap ki onu yok etsin!) [Tirmizi]

Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Elbette hasenat, seyyiatı yok eder.) [Hud 114] 
[Hasenat, her çeşit iyilik, seyyiat ise, her çeşit kötülük demektir]

Kötü-iyi ayrımı yapmadan herkese iyilik etmelidir! Güçsüzlere, ihtiyarlara, muhtaçlara yardım etmek dinimizin emirlerindendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslüman kardeşine ikram eden, Allahü teâlâya ikram etmiş gibidir.) [Taberani]

(Bir genç, bir ihtiyara, yaşından dolayı hürmet ederse, o genç ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ ona hizmet edecek gençler yaratır.) [Tirmizi]

İnsanlara iyilik etmek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: 
(İnsanların hepsi Allah’ın ıyâli [ev halkı] gibidir. Allahü teâlânın en çok sevdiği kimse, Onun ıyâline [insanlara] en faydalı olandır. Allahü teâlânın en buğzettiği kimse de Onun ıyâline iyilik etmeyendir.) [Bezzar]

(Şu iki şeyden daha iyisi yoktur: Allah’a iman ve Onun kullarına iyilik etmek. Şu iki şeyden de kötüsü yoktur: Şirk ve insanlara kötülük etmek.) [Deylemi]

(En iyi kimse, kendisinden hep iyilik beklenendir.) [Tirmizi]

(İyilik etmek ömrü uzatır.) [Taberani]

(Kime bir iyilik yapılırsa, o iyiliği ansın! İyiliği anmak şükür, iyiliği gizlemek nankörlüktür.) [Ebu Davud]

Ramazan orucu hadisleri


RAMAZAN ORUCUNUN FARZ OLUŞU, FAZİLETİ VE ORUÇLA İLGİLİ KONULAR

1218. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Aziz ve celîl olan Allah “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim” buyurmuştur.
Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.
Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.
Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır. ”
Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163

1219. Yine Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allah’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır’, diye çağırılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) davet edilirler. ”
Ebû Bekir radıyallahu anh:
– Anam babam sana kurban olsun ey Allah’ın Resulü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağırılmaya ihtiyacı yoktur ama, bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Evet, vardır. Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim” buyurdu.
Buhârî, Savm 4, Cihâd 37, Bed’u’l-halk 9, Fezâilü ashâbi’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 16; Nesâî, Zekât 1, Cihâd 20, Sıyâm 43

1220. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Oruçlular nerede? diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez. ”
Buhârî, Savm 4; Müslim, Sıyâm 166. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 43; İbni Mâce, Sıyâm 1

1221. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar. “
Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 3;

1222. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır. ”
Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33

1223. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır. “
Buhârî, Savm 5, Bed’ul-halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5

1224. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevval hilâlini görünce de oruca son veriniz. Ramazanın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa, şâbanı otuza tamamlayınız. “
Buhârî, Savm 11; Müslim, Sıyâm 4, 7, 8, 17-20. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 5; Nesâî, Sıyâm 8; İbni Mâce, Sıyâm 7

Bu, Buhârî’nin rivayetidir. Müslim’in rivayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Eğer şevval ayının başlangıcı bulutlu olursa, orucu otuza tamamlayınız. ”
(Bu rivayet için de ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sıyâm 7; Nesâî, Sıyâm 10; İbni Mâce, Sıyâm 7)

ORUÇLARA AİT NİYETLER
Herhangi bir oruca kalb ile niyet yeterlidir. Oruç için sahura kalkılması da bir niyettir. Niyetin dil ile de yapılması mendubdur.
    72- Ramazan orucu, tayin edilmiş adak ve mutlak nafile oruçlar için niyetin vakti, güneşin batışından başlayarak kaba kuşluğa kadar devam eder. Bu zaman içinde niyet edilebilir. Fakat güneş batmadan önce veya tam istiva zamanında veya ondan sonra akşama kadar hiç bir oruca niyet edilemez. Böyle niyet hususunda, mukîm, misafir, sağlıklı ve hasta olanlar eşittir.
    Bununla beraber istiva zamanına kadar böyle niyet edilebilmesi, ikinci fecirden sonra yiyip içmek gibi orucu bozan haller bulunmadığı taktirdedir. Böyle orucu bozan bir şey, kasden veya sehven yapılacak olsa, artık niyet caiz olmaz.
    (Malikîlere göre, nafile oruç için böyle gün ortasına kadar niyet edilemez. Çünkü sabahleyin niyet edilmeyince, o gün iftar etmek kararlaşmış olur. Bir günün hem oruca, hem de iftara ihtimali olamaz.
    Şafiîlere göre güneşin batışından öncesine kadar niyet edilebilir. Yeter ki, sabahdan itibaren oruca aykırı bir iş yapılmamış olsun. Çünkü nafile ibadet için din yönünden takdir edilmiş bir zaman yoktur. Bu oruç, oruç tutacak olan kimsenin isteğine bağlıdır. Zevalden sonra da oruç tutma arzusu bulunabilir.)
    73- Bütün kaza ve keffaret oruçları ile mutlak adak oruçları için niyetin geceleyin veya ikinci fecrin başlangıcında yapılması şarttır. Ayrıca bu oruçları niyette göstermek (tayin etmek) lazımdır. Bundan dolayı bunlardan herhangi biri için fecirden sonra niyet edilirse veya bunlardan hangisinin tutulacağı kalb ile tayin edilmezse, bu oruçların tutulmaları sahih olmaz. Çünkü bu oruçlar için belli bir gün yoktur. Bunlara hangi günlerin ayrılacağı, ancak böyle bir niyet ile tayin edilmiş olur. Ramazan orucu, belirlenmiş adak, herhangi bir nafile oruç için mutlak bir niyet yeterlidir. “Yarınki günün orucunu tutmaya, yarın oruç tutmaya, yarın nafile oruç tutmaya”. diye niyet edilebilir. Bununla beraber bunlar için geceleyin niyet edilmesi, bu oruçların tayin edilmesi ve şöyle denilmesi daha faziletlidir: “Yarınki Ramazan orucunu tutmaya niyet ettim.”
    74- Ramazanın her günü için ayrıca bir niyet gerekir. Çünkü araya geceler girmektedir. Ayrıca her günün orucu başlıbaşına bir ibadet bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bir günün orucundaki bozukluk, diğer günün sıhhatine engel olmaz.
    75- Bir kaza orucuna fecrin doğuşundan sonra niyet edilecek olsa, bununla kaza sahih olamayacağından, nafile oruç tutulmuş olur. Eğer bu oruç bozulacak olsa, kaza edilmesi gerekir. Çünkü başlanmış olan bir ibadet yarıda bırakılamaz
    76- Bir kimse, daha güneş batmadan: “Yarın oruç tutayım,” diye niyet edip de, sonra yarınki günün istiva zamanına kadar uyusa, gafil veya baygın bir hal de bulunsa, oruç tutmuş olmaz. Fakat güneşin batmasından sonra böyle niyet etmiş olursa, orucu sahih olur.
    77- Bir kimse, ramazan ayında ramazan olduğunu bildiği halde, ne oruca ve ne de iftara niyet etmemiş bulunsa, sağlam rivayete göre, oruçlu bulunmuş olmaz.
    78- Bir kimse, geceleyin herhangi bir oruç için niyet etmiş bulunsa, sonra fecrin doğuşundan önce bu niyetinden dönse, bu dönüşü sahih olur. Fakat oruçlu bir kimse, orucunu bozmaya niyet ettiği halde bozmasa, sadece bu niyet ile orucu bozulmuş olmaz.
    79- “İnşallah yarın oruç tutmaya niyet ettim,” diye yapılan bir niyet sahihdir. Fakat: “Yarın davete çağırılsam iftar etmeye, çağrılmazsam oruç tutmaya,” diye yapılan bir niyet geçerli değildir. Böyle tereddütlü bir niyetle oruç tutulmuş olmaz.
    80- İstiva zamanına kadar niyet edilmesi caiz olan oruçlarda, gündüzün niyet edileceği takdirde, o günün başlangıcından itibaren oruçlu bulunmuş olmaya niyet edilmesi gerekir. Niyet edileceği andan itibaren oruç tutmaya niyet edilecek olsa, bununla oruç tutulmuş olmaz.
    81- Ramazan gecesinde veya gündüzünde bayılan veya deliren kimse, istiva zamanından önce kendine gelip oruca niyet edince oruçlu bulunmuş olur.
    82- Bir kimse, Ramazan ayında başka bir vacib oruca niyet edecek olsa, o kimse Ramazan orucuna niyet etmiş sayılır. Bu konuda iki imama göre, mukim ile misafir arasında fark yoktur. İmamı Azam’a göre, misafir olunca, niyet ettiği vacib için oruçlu bulunmuş olur. Çünkü misafirin Ramazan orucunu tutma mecburiyeti yoktur.
    Nafile oruca niyet edilecek olsa, sahih olan görüşe göre, ramazan orucuna niyet edilmiş olur. Hastanın da bu şekilde olan niyetleri, sahih olan görüşe göre, Ramazan orucuna sayılır.
    Misafir ile hastanın mutlak şekildeki niyetleri de Ramazan orucuna sayılır.
    83- Muayyen bir adak gününde, keffaret veya ramazan orucunu kaza gibi, başka bir vacibe niyet edilerek oruç tutulmuş olsa, sahih olan görüşe göre, bu oruç o vacib için sayılır; o muayyen nezir orucunun kaza edilmesi gerekir.
    84- Bir oruç için hem keffarete, hem de nafileye niyet edilse, keffaret olarak caiz olur. Fakat bir oruç için kazaya, hem de yemin keffaretine niyet edilecek olsa, hiç biri geçerli olmaz. Çünkü bunların aralarında zıddiyet vardır. Bu durumda o oruç bir nafile olmuş olur.
    85- Bir veya birkaç ramazandan orucu kazaya kalmış olan kimse için uygun düşen, bunları kaza ederken: “Üzerine kazası ilk vacib olan oruca” niyet etmektir. Bununla beraber böyle belirtilmeksizin yalnız kazaya niyet etmesi de yeterlidir.
    86- Bir kadın henüz adet içinde iken, geceleyin oruca niyet edip fecirden önce temizlenecek olsa, orucu sahih olur.
    87- Esir bulunan kimse, Ramazan ayının girip girmediğini bilemezse araştırır ve kanaatına göre oruç tutar. Sonra bakılır: Eğer orucu ramazana raslamışsa veya ramazandan yahut oruç tutulması yasak olan günlerden sonra geceleyin niyet ederek oruç tutmuş ise, orucu ramazandan sayılır. Ramazan günlerinden noksan olarak oruç tutmuşsa, bu noksan günleri kaza eder. Fakat Ramazandan öncesine raslamışsa, caiz olmaz, yalnız nafile bir oruç olur











Oruç Fetvaları