3 Kasım 2018 Cumartesi



İrhasat denilen, bi'set-i nübüvvetten evvel, fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen harikalar dahi delâil-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır.
BİRİNCİ KISIM: Nass-ı Kur'ân'la, TevratİncilZebur ve suhuf-u enbiyanın, nübüvvet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma dair verdikleri haberdir. Evet, madem o kitaplar semâvîdirler ve madem o kitap sahipleri enbiyadırlar. Elbette ve herhalde, onların dinlerini nesheden ve kâinatın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nurla ışıklandıran bir zattan bahsetmeleri, zarurî ve kat'îdir. Evet, küçük hâdiseleri haber veren o kitaplar, nev-i beşerin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmı haber vermemek kàbil midir?
İşte, madem bilbedâhe haber verecekler; herhalde ya tekzip edecekler, tâ ki dinlerini tahripten ve kitaplarını nesihten kurtarsınlar; veya tasdik edecekler, tâ ki o hakikatli zât ile dinleri hurafattan ve tahrifattan kurtulsun. Halbuki, dost ve düşmanın ittifakıyla, tekzip emâresi hiçbir kitapta yoktur. Öyle ise tasdik vardır.
Madem mutlak bir surette tasdik vardır. Ve madem şu tasdikin vücudunu iktizaeden kat'î bir illet ve esaslı bir sebep vardır. Biz dahi, o tasdikin vücuduna delâleteden üç hüccet-i kàtıa ile ispat edeceğiz.
Birinci hüccetResul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Kur'ân'ın lisanıyla onlara der ki: "Kitaplarınızda benim tasdikim ve evsâfım vardır. Benim beyan ettiğim şeylerde, kitaplarınız beni tasdik ediyor."
قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَۤا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ     1
قُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَۤاءَنَا وَاَبْنَۤاءَكُمْ وَنِسَۤاءَنَا وَنِسَۤاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ     2

gibi âyetlerle onlara meydan okuyor. "Tevrat'ınızı getiriniz, okuyunuz. Ve geliniz, biz çoluk ve çocuğumuzu alıp, Cenâb-ı Hakkın dergâhına el açıp, yalancılar aleyhinde lânetle dua edeceğiz" diye mütemadiyen onların başına vurduğu halde, hiç Yahudi bir âlim veya Nasrânî bir kıssîs, onun bir yanlışını gösteremedi. Eğer gösterseydi, pek çok kesrette bulunan ve pek çok inatlı ve hasetli olan kâfirler ve münafık Yahudiler ve bütün âlem-i küfür, her tarafta ilân edeceklerdi.
Hem demiş: "Ya yanlışımı bulunuz; veyahut sizinle mahvoluncaya kadar cihadedeceğim." Halbuki, bunlar harbi ve perişaniyeti ve hicretihtiyar ettiler. Demek yanlışını bulamadılar. Bir yanlış bulunsaydı onlar kurtulurlardı.
İkinci hüccetTevratİncil ve Zebur'un ibareleri, Kur'ân gibi i'câzları olmadığından, hem mütemadiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabanî kelimeler, içlerine karıştı. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış tevilleri, onların âyetleriyle iltibas edildi. Hem bazı nâdanların ve bazı ehl-i garazın tahrifatı da ilâve edildi. Şu surette, o kitaplarda tahrifattağyirat çoğaldı. Hattâ, Şeyh Rahmetullah-i Hindî (allâme-i meşhur), kütüb-ü sabıkanın binler yerde tahrifatını, keşişlerine ve Yahudi ve Nasârâ ulemasına ispat ederek iskât etmiş. İşte bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi, meşhur Hüseyin-i Cisrî (rahmetullahi aleyh), o kitaplardan yüz on delil, nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. Risale-i Hamidiye'de yazmış, o risaleyi de Manastırlı merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse ona müracaat eder, görür.1
Hem pek çok Yahudi uleması ve Nasârâ uleması ikrar ve itiraf etmişler ki, "Kitaplarımızda Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın evsâfı yazılıdır."2Evet, gayr-ı müslim olarak, başta meşhur Rum meliklerinden Herakl itiraf etmiş, demiş ki: "Evet, İsâ aleyhisselâm, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan haber veriyor.
Hem Rum melikMukavkıs namında Mısır hâkimi1 ve ulema-i Yehudun en meşhurlarından İbni Sûriya ve İbni Ahtab ve onun kardeşi Kâ'b bin Esed ve Zübeyr bin Bâtıyâ gibi meşhur ulema ve reisler, gayr-ı müslim kaldıkları halde ikrar etmişler ki, "Evet, kitaplarımızda onun evsâfı vardır; ondan bahsediyorlar."2
Hem Yehudun meşhur ulemasından ve Nasârânın meşhur kıssislerinden, kütüb-ü sabıkada evsâf-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) gördükten sonra inadı terk edip imana gelenler, evsâfını Tevrat ve İncil'de göstermişler, ve sair Yahudi ve Nasrânîulemasını onunla ilzam etmişler. Ezcümle, meşhur Abdullah ibni Selâm ve Veheb ibni Münebbih ve Ebu Yâsir ve Şâmul—ki bu zât, melik-i Yemen Tübba'zamanında idi;3 Tübba' nasıl gıyaben ve bi'setten evvel iman getirmiş, Şâmulde öyle—ve Sâye'nin iki oğlu olan Esid ve Sa'lebe ki, İbni Heyeban denilen bir ârif-i billâhbi'setten evvel Benî Nadr kabilesine misafir olmuş,  قَرِيبٌ ظُهُورُ نَبِىٍّ هٰذَا دَارُ هِجْرَتِهِ 4 demiş, orada vefat etmiş. Sonra o kabile Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâm ile harp ettikleri zaman, Esid ve Sa'lebe meydana çıktılar, o kabileye bağırdılar:
وَاللهِ هُوَ الَّذِى عَهِدَ اِلَيْكُمْ فِيهِ اِبْنُ هَيَبَانَ

Yani, "İbni Heyeban'ın haber verdiği zât budur; onunla harp etmeyiniz."5Fakat onlar, onları dinlemediler, belâlarını buldular.
Hem ulema-i Yehuddan İbni Bünyamin ve Muhayrık ve Kâ'bü'l-Ahbar gibi çok ulema-i Yehud, evsâf-ı Nebeviyeyi kitaplarında gördüklerinden, imana gelmişler, sair imana gelmeyenleri de ilzam etmişler.1
Hem ulema-i Nasârâdan, meşhur, bahsi geçen Bahîra-i Rahib2 ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Şam tarafına amcasıyla gittiği vakit on iki yaşındaydı. Bahîra-i Rahib, onun hatırı için Kureyşîleri davet etmiş. Baktı ki, kàfileye gölge eden bir parça bulut, daha kàfile yerinde gölge ediyor. "Demek aradığım adam orada kalmış." Sonra adam göndermiş, onu da getirtmiş. Ebu Talib'e demiş: "Sen dön, Mekke'ye git. Yahudiler hasûddurlar. Bunun evsâfı Tevrat'ta mezkûrdur; hıyanet ederler."3
Hem Nastûru'l-Habeşe ve Habeş Reisi olan Necâşîevsâf-ı Muhammediyeyi kitaplarında gördükleri için, beraber iman etmişler.4
Hem Dağatır isminde meşhur bir Nasrânî âlimi, evsâfı görmüş, iman etmiş. Rumlar içinde ilân etmiş; şehid edilmiş.5
Hem Nasrânî rüesasından Hâris ibni Ebî Şümeri'l-Gasânî ve Şam'ın büyük dinî reisleri ve melikleri, yani Sahib-i İlba ve Herakl ve İbni Nâtûr ve Cârud gibi meşhur zâtlar, kitaplarında evsâfını görmüşler ve iman etmişler.6 Yalnız Herakl, dünya saltanatı için imanını izhar etmemiş Hem bunlar gibi, Selmânü'l-Farisî, o da evvel Nasrânî idi. Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâmın evsâfını gördükten sonra onu arıyordu.1
Hem Temim namında mühim bir âlim, hem meşhur Habeş Reisi Necâşî, hem Habeş Nasârâsı, hem Necran papazları, bütün müttefikan haber veriyorlar ki: "Biz evsâf-ı Nebeviyeyi kitaplarımızda gördük, onun için imana geldik."2
Üçüncü hüccet: İşte, bir nümune olarak TevratİncilZebur'un, Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâma ait âyetlerinin birkaç nümunesini göstereceğiz.
Birincisi: Zebur'da şöyle bir âyet var:
اَللّٰهُمَّ ابْعَثْ لَنَا مُقِيمَ السُّنَّةِ بَعْدَ الْفَتْرَةِ     3
"Mukîmü's-Sünne" ise, ism-i Ahmedîdir.
İncil'in âyeti:
قَالَ الْمَسِيحُ اِنِّىذَاهِبٌ اِلٰى اَ بىِ وَاَبِيكُمْ لِيَبْعَثَ لَكُمُ الْفَارَقْلِيطَا
Yani, "Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin." Yani, Ahmed gelsin.4
İncil'in ikinci bir âyeti:
اِنى ِّ اَطْلُبُ مِنْ رَبِّى فَارَقْلِيطًا يَكُونَ مَعَكُمْ اِلَى اْلاَبَدِ
Yani, "Ben Rabbimden, hakkı bâtıldan fark eden bir Peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun."5 Faraklitاَلْفَارِقُ بَيْنَ الْحَقِّ وَالْبَاطِلِ 6mânâsında, Peygamberin o kitaplarda ismidir.
Tevrat'ın âyeti:
اِنَّ اللهَ قَالَ ِلاِبْرٰهِيمَ اِنَّ هَاجَرَ تَلِدُ وَيَكُونُ مِنْ وَلَدِهَا مَنْ يَدُهُ فَوْقَ الْجَمِيعِ وَيَدُ الْجَمِيعِ مَبْسُوطَةٌ اِلَيْهِ بِالْخُشُوعِ
Yani, "Hazret-i İsmail'in validesi olan Hâcer, evlât sahibesi olacak. Ve onun evlâdından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşû ve itaatle ona açılacak."1
Tevrat'ın ikinci bir âyeti:
وَقَالَ يَا مُوسٰى اِنِّى مُقِيمٌ لَهُمْ نَبِيًّا مِنْ بَنِۤى اِخْوَتِهِمْ مِثْلَكَ وَاُجْرِى قَوْلِى فِى فَمِهِ وَالرَّجُلُ الَّذِى لاَ يَقْبَلُ قَوْلَ النَّبِىِّ الَّذِى يَتَكَلَّمُ بِاِسْمِى فَأَنَا اَنْتَقِمُ مِنْهُ
Yani, "Benî İsrail'in kardeşleri olan Benî İsmail'den, senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım; Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim."2
Tevrat'ın üçüncü bir âyeti:
قَالَ مُوسٰى رَبِّ اِنِّى اَجِدُ فِى التَّوْرَيةِ اُمَّةً هُمْ خَيْرُ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ يَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُؤْمِنُونَ بِاللهِ فَاجْعَلْهُمْ اُمَّتِى قَالَ تِلْكَ اُمَّةُ مُحَمَّدٍ     3
İhtar: "Muhammed" ismi, o kitaplarda Müşeffah ve el-Münhamennâ ve Himyâtâgibi Süryânî isimler suretinde, "Muhammed" mânâsındaki İbrânî isimleriyle gelmiş. Yoksa sarih "Muhammed" ismi az vardı. Sarih miktarını dahi hasûdYahudiler tahrif etmişler 
Zebur'un âyeti:
يَا دَاوُدُ يَاْتِى بَعْدَكَ نَبِىٌّ يُسَمّٰى اَحْمَدَ وَمُحَمَّدًا صَادِقًا سَيِّدًا اُمَّتُهُ مَرْحُومَةٌ     1
Hem Abâdile-i Seb'adan ve kütüb-ü sabıkada çok tetkikat yapan Abdullah ibni Amr ibni'l-Âs ve meşhur ulema-i Yehuddan en evvel İslâma gelen Abdullah ibni Selâm ve meşhur Kâ'bü'l-Ahbar denilen Benî İsrail'in allâmelerinden, o zamanda daha çok tahrifata uğramayan Tevrat'ta aynen şu gelecek âyeti ilân ederek göstermişler. Âyetin bir parçası şudur ki: Hz. Mûsâ ile hitaptan sonra, gelecek Peygambere hitaben şöyle diyor:
يَۤا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّۤا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا وَحِرْزًا لِلْاُمِّيِّينَ اَنْتَ عَبْدِى وَرَسُو لِى سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلاَ غَلِيظٍ وَلاَ صَخَّابٍ فِى اْلاَسْوَاقِ وَلاَ يَدْفَعُ باِلسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ بَلْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ وَلَنْ يَقْبِضَهُ اللهُ حَتّٰى يُقِيمَ بِهِ الْمِلَّةَ الْعَوْجَۤاءَ بِاَنْ يَقُولُوا لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ     2
Tevrat'ın bir âyeti daha:
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ مَوْلِدُهُ بِمَكَّةَ وَهِجْرَتُهُ بِطَيْبَةَ وَمُلْكُهُ باِلشَّامِ وَاُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ     3
İşte şu âyette Muhammed lâfzı, "Muhammed" mânâsında Süryânî bir isimde gelmiştir.

Tevrat'ın diğer bir âyeti daha: اَنْتَ عَبْدِى وَرَسُولِى سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ 4
İşte şu âyette, Benî İshak'ın kardeşleri olan Benî İsmail'den ve Hazret-i Mûsâ'dan sonra gelen Peygambere hitap ediyor.
Tevrat'ın diğer bir âyeti daha:
عَبْدِىَ الْمُخْتَارُ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلاَ غَلِيظٍ     1
İşte, "Muhtar"ın mânâsı "Mustafa"dır, hem ism-i Nebevîdir.
İncil'de, İsâ'dan sonra gelen ve İncil'in birkaç âyetinde2 "Âlem Reisi" ünvanıyla müjde verdiği Nebînin tarifine dair:
مَعَهُ قَضِيبٌ مِنْ حَدِيدٍ يُقَاتِلُ بِهِ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ     3
İşte şu âyet gösteriyor ki, "Sahibü's-seyf ve cihadmemur bir Peygamber gelecektir." "Kadîb-i hadîd" kılıç demektir. Hem ümmeti de onun gibi sahibü's-seyf, yani cihadmemur olacağını, Sûre-i Feth'in âhirinde
وَمَثَلُهُمْ فِى اْلاِنْجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰي عَلٰى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ     4
âyeti, İncil'in şu âyeti gibi, başka âyetlerine işaret edip, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmsahibü's-seyf ve cihadmemur olduğunu, İncil ile beraber ilân ediyor.
Tevrat'ın Beşinci Kitabının Otuz Üçüncü Bâbında5 şu âyet var: "Hak TeâlâTûr-i Sina'dan ikbal edip bize Sâir'den tulû etti ve Fâran Dağlarında zâhir oldu
İşte şu âyet, nasıl ki "Tûr-i Sina'da ikbal-i Hakfıkrasıyla nübüvvet-i Mûseviyeyi ve Şam Dağlarından ibaret olan "Sâir'den tulû-u Hakfıkrasıyla nübüvvet-i İseviyeyi ihbar eder. Öyle de, bil'ittifak Hicaz Dağlarından ibaret olan "Fâran Dağlarından zuhur-u Hakfıkrasıyla, bizzarure risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) haber veriyor.
Hem Sûre-i Feth'in âhirinde ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ 1 hükmünü tasdikenTevrat'ta Fâran Dağlarından zuhur eden Peygamberin Sahabeleri hakkında şu âyet var: "Kudsîlerin bayrakları beraberindedir. Ve onun sağındadır."2"Kudsîler" namıyla tavsif eder. Yani, "Onun Sahabeleri kudsîsalih evliyalardır."
Eş'ıya Peygamberin kitabında, Kırk İkinci Bâbında şu âyet vardır: "Hak Sübhânehuâhirzamanda, kendinin ıstıfâ-gerde ve bergüzidesi kulunu ba'sedecek ve ona, Ruhu'l-Emin Hazret-i Cibril'i yollayıp din-i İlâhîsini ona talimettirecek. Ve o dahi, Ruhu'l-Eminin talimvechile nâstalim eyleyecek ve beynennâs hak ile hükmedecektir. O bir nurdur, halkı zulümattan çıkaracaktır. Rabbin bana kablelvuku bildirdiği şeyi ben de size bildiriyorum."3
İşte şu âyet, gayet sarih bir surette, Âhirzaman Peygamberi olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın evsâfını beyan ediyor.

Mişail namıyla müsemmâ Mihail Peygamberin kitabının Dördüncü Bâbında şu âyet var: "Âhirzamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orada Hakka ibadet etmek üzere mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden orada birçok halk toplanıp Rabb-i Vâhide ibadet ederler, Ona şirk etmezler."1
İşte şu âyet, zâhir bir surette, dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhumenamıyla şöhret-şiâr olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor.
Zebur'da, Yetmiş İkinci Bâbında şu âyet var: "Bahirden bahre malik ve nehirlerden, arzın makta' ve müntehâsına kadar malik ola... Ve kendisine Yemenve Cezayir mülûkü hediyeler götüreler... Ve padişahlar ona secde ve inkıyadedeler... Ve her vakit ona salât ve hergün kendisine bereketle dua oluna... Ve envârı, Medine'den münevver ola... Ve zikri, ebedü'l-âbâd devam ede... Onun ismi, şemsin vücudundan evvel mevcuttur; onun adı güneş durdukça münteşirola..."2
İşte şu âyet, pek âşikâr bir tarzda Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmı tavsif eder. Acaba Hazret-i Davud aleyhisselâmdan sonra, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka hangi nebî gelmiş ki, şarktan garba kadar dinini neşretmiş ve mülûkü cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi bir inkıyad altına almış ve hergün nev-i beşerin humsunun salâvat ve dualarını kendine kazanmış ve envârı Medine'den parlamış kim var? Kim gösterilebilir?
Hem Türkçe Yuhanna İncilinin On Dördüncü Bab ve otuzuncu âyeti şudur: "Artık sizinle çok söyleşmem. Zira bu Âlemin Reisi geliyor. Ve bende onun nesnesi asla yoktur." İşte, "Âlemin Reisi" tabiri, "Fahr-i Âlem" demektir. "Fahr-i Âlem" ünvanı ise, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın en meşhur ünvanıdır.
Yine İncil-i Yuhanna, On Altıncı Bab ve yedinci âyeti şudur: "Amma ben size hakkı söylüyorum. Benim gittiğim, size faidelidir. Zira ben gitmeyince Tesellici size gelmez." İşte, bakınız: Reis-i Âlem ve insanlara hakikî teselli veren, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka kimdir? Evet, Fahr-i Âlem odur ve fâniinsanları idam-ı ebedîden kurtarıp teselli veren odur.
Hem İncil-i Yuhanna, On Altıncı Bab, sekizinci âyeti: "O dahi geldikte, dünyayı günaha dair, salâha dair ve hükme dair ilzam edecektir."1 İşte, dünyanın fesadını salâha çeviren ve günahlardan ve şirkten kurtaran ve siyaset ve hâkimiyet-i dünyayı tebdil eden, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim gelmiş?
Hem İncil-i Yuhanna, On Altıncı Bab, on birinci âyet: "Zira bu Âlemin Reisinin gelmesinin hükmü gelmiştir."2 İşte, "Âlemin Reisi" HAŞİYE-1 elbette Seyyidü'l-Beşer olan Ahmed-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.
Hem İncil-i Yuhanna, On İkinci Bab ve on üçüncü âyet: "Amma o Hak Ruhugeldiği zaman, sizi bilcümle hakikatirşad edecektir. Zira kendisinden söylemiyor. Bilcümle, işittiğini söyleyerek gelecek nesnelerden size haber verecek."3
İşte bu âyet sarihtir. Acaba umum insanları birden hakikate davet eden ve her haberini vahiyden veren ve Cebrail'den işittiğini söyleyen ve kıyamet ve âhiretten tafsilen haber veren, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka kimdir? Ve kim olabilir?

Hem kütüb-ü enbiyada, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Muhammed, Ahmed, Muhtar mânâsında Süryânî ve İbrânî isimleri var. İşte, Hazret-i Şuayb'ın suhufunda ismi, "Muhammed" mânâsında Müşeffah'tır.1 Hem Tevrat'ta, yine "Muhammed" mânâsında Münhamennâ, hem "Nebiyyü'l-Haram" mânâsında Himyâtâ,2 Zebur'da el-Muhtar3 ismiyle müsemmâdır. Yine Tevrat'ta el-Hâtemü'l-Hâtem,4 hem Tevrat'ta ve Zebur'da Mukîmü's-Sünne,5 hem suhuf-u İbrahim ve Tevrat'ta Mazmaz'dır.6 Hem Tevrat'ta Ahyed'dir.
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm demiş:
اِسْمِى فِى الْقُرْاٰنِ مُحَمَّدٌ     وَفِى اْلاِنْجِيلِ اَحْمَدُ     وَفِى التَّوْرٰيةِ اَحْيَدُ     7
buyurmuştur. Hem İncil'de, esmâ-i Nebevîden صَاحِبُ الْقَضِيبِ وَالْهِرَاوَةِ 8yani, "Seyf ve Asâ Sahibi." Evet, sâhibü's-seyf enbiyalar içinde en büyüğü, ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdır.
Yine İncil'de, Sahibü't-Tac'dır.9 Evet, "Sahibü't-Tac" ünvanı, Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâma mahsustur. Tac, "amâme," yani sarık demektir. Eski zamanda, milletler içinde, milletçe umumiyet itibarıyla sarık ve agel saran kavm-i Araptır. İncilde Sahibü't-Tackat'î olarak Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdemektir.
Hem İncil'de el-Baraklit veyahut el-Faraklit ki, İncil tefsirlerinde "hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest"1 mânâsı verilmiş ki, sonra gelecek insanları hakka sevk edecek zâtın ismidir.
İncil'in bir yerinde, İsâ aleyhisselâm demiş: "Ben gideceğim, tâ Dünyanın Reisi gelsin."2 Acaba Hazret-i İsâ aleyhisselâmdan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsâ aleyhisselâmın yerinde insanları irşadedecek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim gelmiştir? Demek Hazret-i İsâ aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki, "Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim." Nasıl ki şu âyet-i kerime:
وَاِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيمَ يَابَنِۤى اِسْرَۤائِيلَ اِنِّى رَسُولُ اللهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ     3
HAŞİYE-1Evet, İncil'de Hazret-i İsâ aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini; ve o zâtı da bazı isimlerle yad ediyor. O isimler elbette Süryânî ve İbrânîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, "Ahmed, MuhammedFârikun beyne'l Hakkı ve'l-Bâtıl" mânâsındadırlar
Demek İsâ aleyhisselâm, çok defa Ahmed aleyhissalâtü vesselâmdan beşaretveriyor.
Sual: Eğer desen, "Neden Hazret-i İsâ aleyhisselâm her nebîden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır?"
Elcevap: Çünkü, Ahmed aleyhissalâtü vesselâm, İsa aleyhisselâmı Yahudilerin müthiş tekzibinden ve müthiş iftiralarından ve dinini müthiş tahrifattan kurtarmakla beraber; İsâ aleyhisselâmı tanımayan Benî İsrail'in suubetli şeriatine mukàbilsuhuletli ve câmi ve ahkâmca şeriat-i İseviyenin noksanını ikmal edecek bir şeriat-i âliyeye sahiptir. İşte onun için, çok defa "Âlemin Reisi geliyor" diye müjde veriyor.1
İşte TevratİncilZebur'da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var—nasıl bir kısım nümunelerini gösterdik. Hem çok namlarla o kitaplarda mezkûrdur. Acaba bütün bu kütüb-ü enbiyada, bu kadar ehemmiyetle, mükerrer âyetlerde bahsettikleri Âhirzaman Peygamberi, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim olabilir?

İKİNCİ KISIM: İrhasattan ve delâil-i nübüvvetten maksat şudur ki: Bi'set-i Ahmediyeden evvel, zaman-ı fetrette kâhinler, hem o zamanın bir derece evliyave ârif-i billâh olan bir kısım insanları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini haber vermişler ve ihbarlarını da neşretmişler, şiirleriyle gelecek asırlara bırakmışlar. Onlar çoktur. Biz, ehl-i siyer ve tarihin nakil ve kabul ettikleri meşhur ve münteşir olan bir kısmını zikredeceğiz.
Ezcümle, Yemen padişahlarından Tübba' isminde bir melikResul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâmın evsâfını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilân etmiş:
شَهِدْتُ عَلٰى اَحْمَدَ     اَنَّهُ رَسُولٌ مِنَ اللهِ بَارِى النَّسَمِ     فَلَوْ مُدَّ عُمْرِى اِلٰى عُمْرِهِ     لَكُنْتُ وَزِيرًا لَهُ وَابْنَ عَمٍّ
Yani, "Ben Ahmed'in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum. (Yani, Ali gibi olurdum.)"1
İkincisi: Meşhur Kuss ibni Sâide ki, kavm-i Arabın en meşhur ve mühim hatibi ve muvahhid bir zât-ı rûşen-zamirdir. İşte şu zât da, bi'set-i Nebevîden evvel risalet-i Ahmediyeyi şu şiirle ilân ediyor:
اَرْسَلَ فِينَۤا اَحْمَدَ خَيْرَ نَبِىٍّ قَدْ بُعِثَ     صَلّٰى عَلَيْهِ اللهُ مَا عَجَّ لَهُ رَكْبٌ وَحُثَّ    2
Üçüncüsü: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadından olan Kâ'b ibni Lüeyynübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ilham eseri olarak şöyle ilân etmiş:
عَلٰى غَفْلَةٍ يَاْتِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ     فَيُخْبِرُ اَخْبَارًا صَدُوقًا خَبِيرُهَا
Yani, "Füc'etenMuhammedü'n-Nebî gelecek, doğru haberleri verecek."3

Dördüncüsü: Yemen padişahlarından Seyf ibni Zîyezen, kütüb-ü sabıkada Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsâfını görmüş, iman etmiş, müştakolmuştu. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ceddi Abdülmuttalib Yemen'e kàfile-i Kureyş ile gittiği zaman, Seyf ibni Zîyezen onları çağırmış, onlara demiş ki:
اِذَا وُلِدَ بِتِهَامَةَ وَلَدٌ بَيْنَ كَتْفَيْهِ شَامَةٌ كَانَتْ لَهُ اْلاِمَامَةُ وَاِنَّكَ يَا عَبْدَ الْمُطَّلِبِ لَجَدُّهُ
Yani, "Hicaz'da bir çocuk dünyaya gelir. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak." Sonra, gizli Abdülmuttalib'i çağırmış. "O çocuğun ceddi de sensin" diye kerametkârânebi'setten evvel haber vermiş.1
Beşincisi: Varaka bin Nevfel (Hatice-i Kübrâ'nın ammizadelerinden), bidâyet-i vahiyde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm telâş etmiş. Hatice-i Kübrâ, o hâdiseyi meşhur Varaka bin Nevfel'e hikâye etmiş. Varaka demiş: "Onu bana gönder." Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Varaka'nın yanına gitmiş, mebde-i vahiydeki vaziyeti hikâye etmiş. Varaka demiş:
بَشِّرْ يَا مُحَمَّدُ اِنِّى اَشْهَدُ اَنَّكَ اَنْتَ النَّبِىُّ الْمُنْتَظَرُ وَبَشَّرَ بِكَ عِيسٰى
Yani, "Telâş etme, o hâlet vahiydir. Sana müjde! İntizar edilen Nebî sensin. İsâseninle müjde vermiş."2
Altıncısı: Askelâni'l-Himyerî nam ârif-i billâhbi'setten evvel Kureyşîleri gördüğü vakit, "İçinizde dâvâ-yı nübüvvet eden var mı?" "Yok" derlerdi. Sonra, bi'setvaktinde yine sormuş. "Evet," demişler. "Biri dâvâ-yı nübüvvet ediyor." Demiş: "İşte, âlem onu bekliyor."3
Yedincisi: Nasârâ ulema-yı benâmından İbnü'l-Alâbi'setten ve Peygamberi görmeden evvel haber vermiş. Sonra gelmiş, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı görmüş. Demiş:
وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَقَدْ وَجَدْتُ صِفَتَكَ فِى اْلاِنْجِيلِ وَبَشَّرَ بِكَ اِبْنُ الْبَتُولِ
Yani, "Ben senin sıfatını İncil'de gördüm, iman ettim. İbn-i Meryemİncil'de senin geleceğini müjde etmiş.
Sekizincisi: Bahsi geçen Habeş Padişahı Necâşî demiş:
لَيْتَ لِى خِدْمَتَهُ بَدَلاً عَنْ هٰذِهِ السَّلْطَنَةِ Yani, "Keşke şu saltanata bedel, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı olsaydım! O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir."1
Şimdi, ilham-ı Rabbânî ile gaibden haber veren bu âriflerden sonra, gaibden ruh ve cin vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarih bir surette, Resul-i Ekremaleyhissalâtü vesselâmın geleceğini ve nübüvvetini haber vermişler. Onlar çoktur; biz, onlardan meşhurları ve mânevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş birkaçını zikredeceğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitaplarına havale edip, yalnız icmâlen bahsedeceğiz.
Birincisi: Şık isminde meşhur bir kâhindir ki, bir gözü, bir eli, bir ayağı varmış—âdetâ yarım insan. İşte o kâhinmânevî tevatür derecesinde kat'î bir surette tarihlere geçmiş ki, risalet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı haber verip mükerreren söylemiştir.2
İkincisi: Meşhur Şam kâhinSatîh'tir ki, kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücut, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok da yaşamış bir kâhindir. Gaibden verdiği doğru haberler, o zaman insanlarda şöhret bulmuş. Hattâ, Kisrâ, yani Fars Padişahı, gördüğü acip rüyayı ve velâdet-i Ahmediye (a.s.m.) zamanında sarayının on dört şerefesinin düşmesinin sırrını Satîh'ten sormak için, Muyzandenilen âlim bir elçisini göndermiş. Satîh demiş: "On dört zât, sizlerde hâkimiyetedecek, sonra saltanatınız mahvolacak. Hem birisi gelecek, bir din izhar edecek. İşte, o sizin din ve devletinizi kaldıracak" meâlinde Kisrâ'ya haber göndermiş. İşte o Satîhsarih bir surette, Âhirzaman Peygamberinin gelmesini haber vermiş 
Hem kâhinlerden Sevad ibni Karibi'd-Devsî ve Hunâfir ve Ef'asiye Necran ve Cizl ibni Cizli'l-Kindî ve İbni Halasati'd-Devsî ve Fatıma binti Numan-ı Necâriyegibi meşhur kâhinler, siyer ve tarih kitaplarında tafsilen beyan ettikleri vecih üzere, Âhirzaman Peygamberinin geleceğini, o Peygamber de Muhammed aleyhissalâtü vesselâm olduğunu haber vermişler.1
Hem Hazret-i Osman'ın akrabasından Sa'd Binti Küreyz, kâhinlik vasıtasıyla, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetini gaibden haber almış. Bidâyet-i İslâmiyette, Hazret-i Osman-ı Zinnureyn'e demiş ki: "Sen git, iman et." Osman bidâyette gelmiş, iman etmiş. İşte, o Sa'd o vakıayı böyle bir şiirle söylüyor:
هَدَى اللهُ عُثْمَانَ بِقَوْلِى اِلَى الَّتِى     بِهَا رُشْدُهُ وَاللهُ يَهْدِى اِلَى الْحَقِّ 2
Hem kâhinler gibi, "hâtif" denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini mükerreren haber vermişler.
Ezcümle, Zeyyab ibnü'l-Hâris'e, hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâmı olmuş:
يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِسْمَعِ الْعَجَبَ الْعُجَابَ     بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِالْكِتَابِ يَدْعُو بِمَكَّةَ فَلاَ يُجَابُ     3
Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia bin Karreti'l-Gatafânî'ye böyle bağırmış, bazılarını imana getirmiştir:

جَۤاءَ الْحَقُّ فَسَطَعَ وَدُمِّرَ بَاطِلٌ فَانْقَمَعَ     4
Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.
Hem nasıl kâhinler, hâtifler haber vermişler. Öyle de, sanemler dahi ve sanemlere kesilen kurbanlar dahi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletini haber vermişler.
Ezcümlekıssa-i meşhuredendir ki, Mâzen kabilesinin sanemi bağırıp demiş:
هٰذَا النَّبِىُّ الْمُرْسَلُ جَۤاءَ بِالْحَقِّ الْمُنْزَلِ     1
diyerek, risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) haber vermiş.
Hem Abbas ibni Merdâs'ın sebeb-i İslâmiyeti olan meşhur vakıa şudur ki: Dımarnamında bir sanemi varmış; o sanem birgün böyle bir ses vermiş:
اَوْدٰى ضِمَارُ وَكَانَ يُعْبَدُ مُدَّةً قَبْلَ الْبَيَانِ مِنَ النَّبِىِّ مُحَمَّدٍ
Yani, "Muhammed gelmeden evvel bana ibadet ediliyordu. Şimdi Muhammed'in beyanı gelmiş; daha o dalâlet olamaz."2
Hazret-i Ömer, İslâmiyetten evvel, saneme kesilen bir kurbandan böyle işitmiş:
يَا اٰلَ الذَّبِيحْ اَمْرٌ نَجِيحْ رَجُلٌ فَصِيحْ يَقُولُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ     3
İşte bu nümuneler gibi çok vakıalar var; mevsuk kitaplar kabul edip nakletmişler.

Nasıl ki kâhinler, ârif-i billâhlar, hâtifler, hattâ sanemler ve kurbanlar risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) haber vermişler, herbir hâdise dahi bir kısım insanların imanına sebep olmuş. Öyle de, bazı taşlar üstünde ve kabirlerde ve kabirlerin mezar taşlarında, hatt-ı kadimle مُحَمَّدٌ مُصْلِحٌ اَمِينٌ 4 gibi ibareler bulunmuş, onunla bir kısım insanlar imana gelmişler.5 Evet, hatt-ı kadimle bazı taşlarda bulunan مُحَمَّدٌ مُصْلِحٌ اَمِينٌ 6, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan ibarettir.
Çünkü ondan evvel, zamanına pek yakın, yalnız yedi Muhammed ismi var, başka yoktur. O yedi adamın hiçbir cihetle "Muslih-i Emin" tabirine liyakatleri yoktur.1
ÜÇÜNCÜ KISIM: İrhasattan, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın velâdethengâmında vücuda gelen harikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun velâdetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş.
Hem bi'setten evvel bazı hâdiseler var ki, doğrudan doğruya birer mu'cizesidir. Bunlar çoktur. Nümune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç nümuneyi zikredeceğiz.
Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs'ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf'ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki, üçü de demişler: "Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribsi bize aydınlattırdı."2
İkincisi: O gece Kâbedeki sanemlerin çoğu baş aşağı düşmüş.3
Üçüncüsü: Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.4
Dördüncüsü: Sava'nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması5ve İstahrâbâd'da bin senedir daima iş'âl edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi...6

İşte şu üç dört hâdise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zât, ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men edecektir.
Beşincisi: Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de irhasat-ı Ahmediyedir ki (a.s.m.), Sûre-i اَلَمْ تَرَكَيْفَ 'de nass-ı kat'î ile beyan edilen Vak'a-i Fildir ki, Kâbe'yi tahrip etmek için, Ebrehenamında Habeş meliki gelip, fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke'ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerremegaybî ve harika bir surette, Ebrehe'nin tahribinden kurtulmuştur.1
Altıncısı: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, küçüklüğünde Halime-i Sa'diye'nin yanında iken, Halime ve Halime'nin zevcinin şehadetleriyle, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş.2
Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîra-i Rahibin şehadetiyle, bir parça bulut Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.3
Hem yine bi'setten evvel, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bir defa Hatice-i Kübrâ'nın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübrâ, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere'ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübrâ'ya demiş: "Bütün seferimizde ben öyle görüyordum."4

Yedincisi: Nakl-i sahihle sabittir ki,Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bi'setten evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru idi, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.1
Sekizincisi: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ufak iken Ebu Talib'in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.2 Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat'îdir.3
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümmü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi—ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde."4
Dokuzuncusu: Murdiası olan Halime-i Sa'diye'nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilâfına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıahem meşhurdur, hem kat'îdir.5
Hem sinek onu tâciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasına konmazdı.6 Nasıl ki, evlâdından Seyyid Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) dahi, ceddinden o halirsiyet almıştı; sinek ona da konmazdı.7
Onuncusu: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır8 ki, şu hâdise, On Beşinci Sözde kat'iyen burhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi'setten evvel kâhinlik çoktu. Kur'ân nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa'da, ispritizmacıların içlerinde başgöstermiş. Her ne ise...
ElhasılResul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zâtlar zâhirolmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacak HAŞİYE-1 ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inssaadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fânicin ve insidam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makàsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât, elbette o daha gelmeden herşey, her nevi, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu'cizâtını gösteriyorlar, mu'cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.