27 Mart 2016 Pazar

Abdullah bin Amr’ın ra,Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri,ona dediler ki:

Abdullah bin Amr’ın ra,Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri,ona dediler ki:
Sen,Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun.Hâlbuki,Resûl aleyhisselâm bazen gadab,kızgınlık,bazen da neşeli hâllerde
iken söz söylemektedir.
Bunun üzerine Hazret-i Abdullah,işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve meseleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz,onu dinledikten sonra
buyurdular ki:
Yazmaya devam et! Çünkü,Allahü teâlâya yemîn ederim ki,ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka
bir şey çıkmamıştır.



Abdullah Bin Amr Bin Âs

Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî.

Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu. İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır. Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı. Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu. Birçok harbe kumandan olarak katıldı.

Askerlere binek temin et!
Abdullah bin Amr hazretleri, kumandanlığı ile ilgili bir husûsu, kendisi şöyle anlatır:
“Resûl-i ekrem efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa göndermemi emir buyurunca, develerin askerlere kâfi gelmeyeceğini gördüm. Peygamberimize mürâcaat ederek, ba’zı askerlerin yaya kaldıklarını söyledim. Peygamberimiz bana şöyle buyurdu:
- Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi develer satın alarak askerlere binek temin et! 

Ben de, bir erkek deve karşılığında üç dişi deve alarak, askerlerin gidecekleri yere varmalarını sağladım.”

Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür. Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi. 240.000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46.000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı.

Hazret-i Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir. Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır.

Eshâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki:
- Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır. Çünkü o, yazıyordu. Ben yazmamıştım.

Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki:
- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun. Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir.

Yazmaya devam et!
Bunun üzerine Hazret-i Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki:
- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır.

Hazret-i Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır. Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi.

Hadîs-i şerîf râvîlerinden Ebû Kubeyl, Abdullah bin Amr ile ilgili şunu nakletmektedir: “Abdullah bin Amr bin Âs’ın yanında bulunuyorduk. Kendisine, İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel fethedileceği soruldu.

İstanbul feth olunacaktır!
Hazret-i Abdullah, suâli dinledikten sonra, bir sandık getirtmiş ve Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarmış ve ona bakıp şu cevâbı vermişti:
- Bir gün, Resûlullahın etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk. Bir ara Resûl-i ekreme; “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu. (En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular.”

Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biri de Basra’dır. Bu şehre vâli tâyin edilenler, onun derslerine koşmayı başlıca vazîfe biliyorlardı. Naklettiği ilimlerden bütün Müslümanlar faydalanmıştır.

Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi. İmâm-ı Mücâhid diyor ki:
- Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı. Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi.

Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir...

Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi. Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı. Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi. 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti.

Hayrın en iyisi
Bir gün Hazret-i Abdullah’a soruldu:
- Şerrin en fenâsı ve hayrın en iyisi hangisidir?
Buyurdu ki:
- Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır. Şerlerin de en fenâsı; yalan söz, fenâ kalb ve itâat etmeyen hanımdır.

Hazret-i Abdullah şöyle bildiriyor:
Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki:
- Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir.

Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyururdu ki:
- Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:

“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar.” 

Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı. Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı. Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Kendisi şöyle anlatır:

Üç gün oruç tut!
Ben, devamlı olarak, geceleri ibâdetle, gündüzleri de oruçlu olarak geçireceğimi söylemiştim. Benim bu sözlerim Resûlullah efendimize haber verilmişti. Peygamber efendimiz de bana buyurdular ki:
- Böyle diyen sen misin?
- Evet, öyle söylemiştim ya Resûlallah!
- Bunu yapamazsın. Bunun için ba’zan oruç tut, ba’zan da tutma! Hem uyu, hem de ibâdet et ve ayda üç gün oruç tut! Çünkü üzerinde bedeninin, gözlerinin, âilenin, misâfirlerin hakkı vardır. Ve muhakkak ki, ayda üç gün oruç sana yeter. Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir. Çünkü iyi amel, on misli ile mükâfâtlanır.
- Bundan daha fazlasını yapabilirim.
- Bir gün tut, iki gün boz! 
- Bundan daha fazlasını yapabilirim ya Resûlallah!
- Bir gün tut, bir gün tutma! Bu Hazret-i Dâvüd’ün orucudur ve en uygun oruç budur. 
- Bundan daha fazlasını yapabilirim.
- Bunun fazlası yoktur.

Bundan sonra Hazret-i Abdullah diyor ki: Resûlullahın buyurduğu ayda üç gün orucu kabûl etmiş olsaydım, bana çoluk çocuğumdan ve bütün malımdan daha sevgili olacaktı.

Hazret-i Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi. Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun.”

Abdullah bin Amr hazretleri şöyle anlatır:
Biri Resûl-i ekreme gelip cihâda gitmek için izin istedi. Resûlullah efendimiz, o kimseye buyurdu ki:
- Anan baban hayatta mı?
- Evet hayattalar yâ Resûlallah!
- Onların yanına dön ve hizmetlerinde bulun!

Çok ağlardınız
Hazret-i Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdular ki:
“Faydasız söz söylemeyiniz!”

"Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur. Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız.”

Hazret-i Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur. Annesi, Rayta binti Münebbih’dir. Babasından önce îmân etti. Müslüman olmadan önce adı Âs idi. Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır. Abâdiledendir.


  • Bir arabın arap olmayan yabancıya,bir yabancının bir araba üstünlüğü yoktur.

    Bir arabın arap olmayan yabancıya,
    bir yabancının bir araba üstünlüğü yoktur.Çünkü bütün insanlar âdemoğullarıdır Âdem de topraktandır.Allah katında
    en kıymetli olanınız O’na
    en çok takva göstereninizdir.
    Hz.Muhammed(sav)

    İlk insan ve ilk Peygamber

    Sual: (Âdem ve Havva ilk insan değildir. Biz, başka mahlûklardan türedik) diyenler çıkıyor. Bu sözün ilmi bir değeri var mıdır?
    CEVAPBu söz; akılla, mantıkla, ilimle bağdaşmaz. Herkes Hazret-i Âdem’in neslinden gelmiştir. Kur’an-ı kerimde, Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken, (Ya beni Âdem’e = Ey Âdemoğulları) buyuruyor. [Araf 26, 27, 31, 35, Yasin 60]

    Bu husustaki âyet-i kerime mealleri şöyledir:
    (Rabbin, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman, melekler, “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?" dediler. “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim”buyurdu. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini [neye yaradıklarını, ilmini, sanatını] öğretti, sonra meleklere, “Siz de biliyorsanız söyleyin”buyurdu. Melekler, “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur”dediler. Âdem’e, “Her şeyin ismini [ne işe yaradığını] söyle buyurdu. Âdem de, hepsini söyleyince, Rabbin, “Ben göklerde ve yerde, görülmeyen, gizli açık her şeyi bilirim demedim mi” buyurdu.) [Bekara 30-33]

    (Sizi bir tek nefisten, candan
     [Âdem aleyhisselamdan], ondan da eşini [Havva validemizi] yaratan Allah’tır.) [Araf 189, Zümer 6]

    İnsanlar bir kişiden, Hazret-i Âdem’den yaratılmıştır. (Nisa 1, Enam98)İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf 37,Mümin 67
    Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
    (Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de temiz oldu.) [Ebu Davud]

    (Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yarattıktan sonra, “Git şu meleklere selam ver. İşte senin ve neslinin selamlaşması böyle olacaktır” buyurdu.)
     [Buhari]

    (Allahü teâlâ, Cehennemdeki azabı en hafif olana "Dünyadaki her şey senin olsaydı, Cehennemden kurtulmak için onları feda eder miydin?" buyurur. O da "Evet" der. "Sen Âdem’in sulbünde iken, çok az şey istedim, şirk etme dedim. Ama sen şirk ettin” buyurur.)
     [Hâkim]

    (Hazret-i Âdem’e kadar olan soyumda, zina eden hiç kimse yoktur. Hepsi temizdir.)
     [İbni Sa’d]

    (Hazret-i Âdem’den babama kadar hep nikâhlı ana-babadan geldim.) [Deylemi]

    (Yecüc ve Mecüc de, Âdem aleyhisselamın neslindendir.)
    [Beyheki]

    (Hepiniz Âdem aleyhisselamın çocuklarısınız.) [Bezzar]

    Bu delillerden sonra, (Biz Âdem’den değil, maymundan, başka mahlûktan geldik) diyerek insanlığı hazmedemeyene, gözü hayvanlıkta olana, kim, ne anlatabilir ki?

    Sual: Âdem, İdris ve Şit aleyhimüsselamın peygamberliklerinde şüphe var mı?
    CEVAPHayır yoktur. İdris aleyhisselam, Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Hazret-i Şit, Hazret-i Âdem’in oğludur. Şit aleyhisselamın Peygamber olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Diğer ikisinin Kur’an-ı kerimde Peygamber olarak isimleri geçmektedir. Bunları inkâr, Kur’an-ı kerimi inkâr olur. Kur’an-ı kerim tevili imkansız bir şekilde şöyle bildiriyor:
    (İdris de sadık [özü sözü doğru] bir nebi idi.) [Meryem 56]

    Her âyeti inkâr gibi, bu âyeti de inkâr küfürdür. Hazret-i İdris’in Peygamber olduğu hadis-i şerif ile de sabittir. Bu husustaki iki hadis-i şerif meali:
    (Miracta, ikinci göğe vardık. Cibril, bekçisine “Kapıyı aç” dedi. Melek Ona dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hazret-i İdris’e uğradığımda bana şöyle dedi: “Merhaba ey salih Peygamber ve salih kardeş.” Ben “Bu kim?” diye sordum. Cebrail, “Bu İdris Peygamberdir” dedi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed]

    (Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed’dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa’dır. Kalem ile yazan ilk Peygamber ise İdris’tir.)
     [Hakim-i Tirmizi]

    Âdem aleyhisselamın ilk insan ve ilk Peygamber olduğu da bütün kitaplarda yazılıdır. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
    (İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide]taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]

    Âdem aleyhisselamın ilk Peygamber olduğunu bildiren bir hadis-i şerif de şöyledir:
    (Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]

    İmam-ı a’zam hazretleri de buyuruyor ki:
    Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. (Fıkh-ı ekber)

    Hazret-i Âdem’in üstünlüğü
    Sual: 
    İki âyet meali şöyledir:
    (Nebilerden [Yalnız Allah’a kulluk ve ümmetlerini buna davet edeceklerine dair] söz almıştık. Senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'dan misak [sözüne sâdık olan o resullerden, ahitlerinde duracaklarına dair sağlam söz] aldık.) [Ahzab 7]

    (O, Dîni doğru tutun [Allah’ı bir tanıyın, ona itaat edin, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe inanın, mümin ve Müslüman olun], ayrılığa düşmeyin diye dinden [iman esaslarından] Nuh’a emrettiğini sana da [senin ümmetine de] din olarak emretti. İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vahyedilenleri, sizin için de din kıldı.) [Şura 13]

    Bu âyetler, bu beş peygambere gelen dinin aynı olduğunu ve ülülazm peygamberlerin beş olduğunu, Hazret-i Âdem’in ülülazm peygamber olmadığını göstermiyor mu?
    CEVAPHayır. Sadece iki âyet alınmaz. Bir âyet, başka âyetlerle açıklanabilir. Bu âyetler, her peygamberin getirdiği dinin, iman esasları yönünden aynı olduğunu gösteriyor. Yani, diğer dinler kötü insanlar tarafından bozulmadan önce Âmentü’nün esasları bütün dinlerde aynı idi. Seçilmişlerden olan Hazret-i Âdem ile ilgili iki âyet-i kerime meali:
    (Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. “Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin” dedi.) [Bekara 31]

    (Sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, “Âdem’e secde edin” dedik; İblis’ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.) [Araf 11]
    Bu âyetlerde, Hazret-i Âdem’in âlemlere tercih edilenler arasında, meleklerden daha üstün olduğu, Meleklerin kendisine secde ettiği ve eşyanın mahiyetini bildiği açıklanıyor. Kur’an-ı kerimde, Peygamber gönderilmeyen kavme azap yapılmayacağı ve Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil’in cehennemlik olduğu bildiriliyor. Bu âyetler de Hazret-i Âdem’in peygamber olduğunu göstermektedir.

    Hazret-i Âdem ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali:
    (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir nebidir.) [Hâkim, Beyheki]

    (Allahü teâlâ, Âdem’i kudret eliyle Cuma günü yaratıp ruhundan nefhetti.) [Müslim]

    (Allahü teâlânın indinde günlerin seyyidi Cumadır, kurban ve Ramazan bayramı gününden de kıymetlidir. Cuma gününün beş hasletinden biri; Allah, Âdem’i Cuma günü yarattı. Dünyaya o gün indirildi, o gün vefat etti.) [Buhari, İ. Ahmed]

    (Musa, “Ya Rabbi, Âdem sana nasıl şükretti?” dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Başına gelenin benden olduğunu bildi. Bu onun şükrü oldu.”) [Hakîm-i Tirmizi]

    (Allahü teâlâ Âdem’e her şeyin sanatını öğretti. Cennet meyvelerinden ona rızk verdi. Dünya meyveleri bozulur, Cennet meyveleri bozulmaz.) [Taberani]

    (Her gün üç kere, “Selâvatullahi alâ Âdeme” diyenin bütün günahları affolur ve Cennette Âdem aleyhisselama arkadaş olur.) [Deylemi]

    (Âdem ile Musa Rableri nezdinde münazara etti, Âdem Musa’ya galip geldi.) [Buhari, Müslim]

    Hazret-i Âdem ülülazm bir peygamberdir. (İtikadname, Ahlak-i alai)

    İlk peygamberi inkâr
    Sual: 
    Bazıları Hazret-i Âdem’in ilk peygamber olduğunu inkâr ediyorlar. Oğlu Kabil’in cehennemlik olması, Hazret-i Âdem’in ilk Resul olduğunun başka bir delili değil midir?
    CEVAPElbette öyledir. Allah’ın emrini kabul etmeyen Kabil’in, cehennemlik olması, babasının peygamber olduğunu göstermektedir. Çünkü Allahü teâlâ bir peygamber gönderip, dinini bildirmeden insanları mesul tutup, yaptıklarından dolayı cehenneme atmaz. Bir âyet meali:
    (Biz, 
    [helal ve haramları bildiren] bir resul göndermeden önce azap etmeyiz.) [İsra 15]

    Hazret-i Âdem gibi, İdris aleyhisselamın da peygamberliğini inkâr edenler var. Hazret-i İdris, Şit peygamberin torunlarından, kendisine 30 suhuf indirilen bir peygamberdir:
    (İdris de sadık [özü sözü doğru] bir nebi idi.) [Meryem 56]

    Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
    (Miracda, ikinci gökte iken Cebrail, “Bu İdris Peygamberdir” dedi.) [Buhari, Müslim]

    (Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed’dir. Kalemle yazan ilk nebi İdris’tir.)
     [Hakîm]

    (Nebilerin ilki Âdem aleyhisselamdır.)
     [Taberani]

    Hazret-i Âdem, ilk peygamberdir. İki âyet meali:
    (Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini [peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.)[Al-i İmran 33]

    (İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği nebilerden Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]

    Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed’dir [aleyhimesselam](İmam-ı a’zam - Fıkh-ı ekber)
    Kabil’in katil olması
    Sual: 
    Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil, niçin, kardeşi Habil’i öldürdü?
    CEVAPHazret-i Havva bir kız, bir erkek doğururdu. Kabil ile doğan kız [Eklima] çok güzeldi. Kabil bu kardeşi ile evlenmek istedi. Hazret-i Âdem, (Allah’ın emri böyle. Sen kardeşin Eklima ile evlenemezsin. Eğer bana inanmazsan, Habil ile Allah’a birer kurban kesin, hanginizin kurbanı kabul olursa Eklima ile o evlenir.) dedi.

    Sürü sahibi Habil, bir koç, çiftçi olan Kabil de, bir demet buğday başağı ortaya koydu. Kabul olan kurbanı gökten bir ateş inip yakardı. Gökten inen ateş, Habil’in kurbanını yaktı. Başak demetine bir şey olmadı. Kabil, buna kızıp, Habil’i öldürdü.

    Bu olay Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
    (Onlara, Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de, birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. [Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kıskançlık yüzünden, kardeşi Habil’e], “Andolsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de dedi ki: “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah‘tan korkarım. Sen, hem benim günahımı hem de [beni öldürmek, Allahü teâlâya ve babamıza isyan ederek işlediğin] kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olursun, zalimlerin cezası işte budur.” Bunun üzerine, [Kabil, bir insan nasıl öldürülür bilmiyordu, ilk insan öldürülecekti. İblisin, bir kuşun başına taş vurarak öldürdüğünü görüp] nefsine uyup kardeşini [başına taş ile] öldürerek, hüsrana [cehenneme giderek büyük zarara] uğrayanlardan oldu. [Kabil, ölünün gömüleceğini bilmiyordu.] Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona [ölü kargayı gömmek için] yeri eşeleyen bir karga gönderdi. [Kabil] “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü gömmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi.) [Maide 27-31]

    Eski devirler
    Sual: Eski devirdeki insanlara ne olmuş? Dinozorlar gibi güçlü ve dayanıklı hayvanların bile kurtulamadığı buzul çağından kurtulup nasıl nesillerini devam ettirmişler?
    CEVAPHerkes Âdem aleyhisselamdan geldiğine göre, demek ki kurtulup gelmiştir. Allah için bu zor değildir. Yoktan var eden, var olanı koruyamaz mı?

    Korkunç kertenkele anlamına gelen dinozorlar hakkında kesin bilgiler yoktur. Neden nesillerinin tükendiği kesin bilinmemektedir. İnsanlar yaşayabilir de, hayvanların yaşayamayacağı bir ortam olabilir. Tahminler üzerine, yani hayali zemin üzerine bina kurulmaz.

    NOT: İlk insanlar vahşi miydi, diller ve ırklar nasıl meydana çıktı? Bu konularda bilgi için buraya tıklayınız.
    Rabbiniz değil miyim?
    Sual:
     (Allah bütün insanlara, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sorduğu zaman, kâfir olanlar evet demedi) deniyor. O zaman, hepsi evet dememiş miydi?
    CEVAPEvet, hepsi evet demişti. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
    (Kıyamette, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğullarının sulbünden soyunu çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” [Onlar da,] “Evet, [buna] şahit olduk” dediler.) [Araf 172]

    İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:
    Allahü teâlâ, onlara, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi, (Rabbimizsin, biz buna şahidiz) dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem aleyhisselamı da şahit tuttu ki, onlar Allahü teâlânın Rab olduğunu ikrar ettiler. (Kıyamet ve Ahiret)
    Hazret-i Havva
    Sual:
     Bazı Hristiyanlar, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Havva’dan önce başka bir eşi daha olduğunu söylüyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?
    CEVAPBu, evrimci Hristiyanların uydurmasıdır. Tahrif edilmiş olan İncillerde bile, böyle uydurma şey yazılı değildir. Bazı evrimciler de, hiçbir vesikaya dayanmadan, maymun veya ayıdan türediklerini söylüyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, bütün insanları Hazret-i Âdem’le eşi Hazret-i Havva’dan meydana getirdi. Kur'an-ı kerimde, bu husus açıkça bildirildi. Üç âyet-i kerime meali:
    (Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden, ikisinden de, birçok erkek ve kadın yaratan Rabbinizden korkun.) [Nisa 1]

    (Sizi bir tek candan [Âdem’den], ondan da eşini [Havva’yı] yaratan Allah’tır.) [Araf 189]

    (Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.) 
    [Hucurat 13]

    İlmin azalması,âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları,kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar. Hz Muhammed sav

    İlmin azalması,âlimlerin azalması ile olur.
    Câhil din adamları,kendi görüşleri ile
    fetvâ vererek fitne çıkarırlar,
    insanları doğru yoldan saptırırlar.
    Hazreti Muhammed sav
    (Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
    (Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak.)[Deylemi]
    (Sünnet, bid’at gibi çirkin, bid’at da sünnet gibi rağbet görecek. Sünnete uyan garip olacak, yalnız kalacak. Bid’ate uyan, çok yardımcı bulacaktır.)
    (Camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mümin bulunmayacak.) [Deylemi]

    (Âlimler fitne unsuru olacak, camiler ve hâfızlar çoğalacak, ama hakiki âlim hiç bulunmayacak.) 
    [Ebu Nuaym]

    (Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.)
     [Asakir]

    (Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.)[Taberani]

    (Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.)
     [Buhari]

    (Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini ticarete, menfaate alet edecekler.)
    [Deylemi]


    Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:
    (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

    (O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

    (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!)
     [Araf 158, Nur 54]

    (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

    (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.)
     [Ahzab 36]

    (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

    (Kimi, ona
     [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]

    (Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacaktır. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” diyeceklerdir.) [Ebu Ya’la]

    (Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.)
     [Ebu Davud]
    Resulullah gelecekten haber verdi

    Sual: Bazıları mucizeye, keramete inanmıyorlar. Resulullah da gaybı bilemez diyorlar. Bu hususta âyet ve hadis yok mu da böyle diyorlar?
    CEVAPAllahü teâlâ bildirirse, Resulullah da gaybı, gelecekte olan şeyleri bilir.

    Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren üç âyet meali de şöyledir:
    (Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği resul müstesna,[Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi tefsiri)

    (Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]

    (O, gaybın bilgilerini 
    [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden]esirgemez.) [Tekvir 24]

    Resulullah efendimizin mucize olarak gelecekten haber verdiği (Bir zaman gelecek) diye başlayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
    (Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]

    (Rüşvet, hediye adı altında verilecek, gözdağı için suçsuz kişiler öldürülecek.) [İ. Gazali]

    (Âmirler, imamlar, namazı öldürecek, vaktinden sonraya bırakacaklar.) [Müslim]

    (Peygamberim diyen yalancılar çıkacak, benden sonra peygamber gelmeyecek.)
     [Mişkat] (Peygamberim diyen birçok yalancı çıkmıştır.)





    (Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar.)
     [İbni Ömer] (Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri Müslümanlar için, rafiziler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiram için delil gösterdiler. Resulullahın mucizesi meydana çıktı.]



    (Kur’an, dünyalık için okunacaktır.)
     [Ebu Davud]



    (Hacca, hükümdarlar 
    [devlet başkanları] gezi için, zenginler ticaret, fakirler dilenmek, din görevlileri de gösteriş için gidecekler.) [Hatib]

    (Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü 
    [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek.) [Taberani]

    (İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.)
     [Sülemi]

    (Her asır, öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar hep bozulacak.) [Hadika]

    (İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [Hakim, İ. Ahmed, İ. Süyuti]

    (Ey dağ, sallanma, üstünde bir peygamber, bir sıddık, iki de şehit var.)
     [Buhari] (Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ın şehit olacağını haber verdi.)

    (Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.)
     [Hâkim] (Aynen vaki olmuştur.)

    (Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.)
     [Buhari]

    (Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]

    Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:
    (Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]

    (Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

    (Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.)
    [Buhari]

    (Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.)[Deylemi]

    (Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmayacak.)
    [Tirmizi]

    (Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.)[Müslim]

    (Allah’a inanan Müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

    Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:
    (Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hâkim]

    (Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]

    (Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]

    Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:
    (Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]

    (Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]

    (İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]

    (Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]

    (Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]

    (Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]

    Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
    (Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari]

    Peygamber gaybı bilir mi?
    Sual:
     Misyonerlere aldanan bir genç diyor ki: Hazret-i Muhammed gaybı bilmezdi. Şu âyetler onun gaybı bilmediğini gösteriyor:
    “De ki, ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımda demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene uyarım.” (Enam 50)
    “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez.” (Enam 59)
    “De ki: gaybı ancak Allah bilir.” (Yunus 20)
    “De ki, göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.” (Neml 65)
    “Allah gaybı kimseye bildirmez.” (Cin 26)
    Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, peygamberin gelecek hakkında söyledikleri şeyler yanlıştır, gelecekten haber veren hadislerin hepsi uydurmadır, gerçekle asla ilgisi yoktur.
    CEVAPMisyonerler, 19 cular, vehhabiler, Hansçılar, hep aynı şeyi söylerler. Cin suresindeki 26. âyeti yazıp 27. âyeti gizlerler. Âyetin tamamı şöyledir:
    (Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği Resul müstesna.[Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi)

    Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren iki âyet meali de şöyledir:
    (Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]

    (O, gaybın bilgilerini 
    [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden]esirgemez.) [Tekvir 24]

    Resulullah efendimizin gaybdan verdiği haberler çoktur. Bunlardan bir kısmını yukarıda bildirdik.

     

    Bir gün,Resûlullahın etrafında oturmuş,Hadîs-i şerîf yazıyorduk.Resûl-i ekreme;“İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu.(En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular.

    Bir gün,Resûlullahın etrafında oturmuş,Hadîs-i şerîf yazıyorduk.Resûl-i ekreme;“İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu.(En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular.

    Fatih Sultan Mehmed Han

    Osmanlı padişahlarının yedincisidir. İkinci Murad hanın oğlu, ikinci Bayezid hanın babasıdır. 1429 da Edirne’de doğup, 1481 de Gebze’de vefat etti. Türbesi Fatih camii yanındadır.

    1451 de padişah oldu. Bosna Herseki ve birçok yerleri aldı. 1453 Mayıs ayının yirmidokuzuncu Salı günü İstanbul’u Bizans Rumlarından alarak, orta çağa son verdi. Ayasofya kilisesini cami yaptı. Kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakf eyledi. Fakat, 1935 Ramazan ayında müze yapıldı. 1990 Ramazan ayında, bir kısmı ibadete açıldı. Ayasofya [Sainte Sophie] camii, İstanbul'da, Topkapı sarayı yanındadır.

    Fatih camii, Yedikule camii, Kireç iskelesi camii, Şehremini camii ve Rumeli-hisarı, Fatih sultan Mehmed’in Türklere bıraktığı yadigârlarının en kıymetlilerindendir. Ayvansaray’da Tahta-minare ve Aksaray’da Horhor çeşmelerine bitişik Hindiler tekkesi mescidlerini de Fatih yaptırdı. Havan topunu ilk yaptıran Fatih’tir.

    Fatih sultan Muhammed, Kasım paşada Divanhane mescidini de yaptırmıştır. Sultan Süleyman, bu camiin etrafına bir saray ve bir divanhane yaptı. Osmanlılarda ilk tersaneyi 1516 da Yavuz sultan Selim han yapmıştır. Okmeydanı camiini de Fatih yaptırmıştır. İstanbul’u kuşatınca, yetmiş gemiyi Balta limanından kızaklarla karadan Kasım paşaya indirdi. Bir sene sonra Bayezid kulesinin olduğu yerde, ilk Türk sarayını yaptırdı. Bu büyük saraya (Eski saray) denir.

    Batılı gözüyle Fatih: Büyük devlet ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran padişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir. Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir:
    “Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekası, daimi bir çalışma halindeydi. Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı. Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa, sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu. Her gün bir müddet okurdu. Roma tarihi, başka devletler tarihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya krallarının vak’aları okuduğu tarihler arasındaydı. Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı. Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askeri ve coğrafi ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler yapardı. Tabiiyyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta maharetliydi.”

    Diğer bir İtalyan tarihçi Langusto, İstanbul’un fethinden sonra şöyle yazmıştır:
    “Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silahlar kuşanmış, asil tavırlı, çok az gülen, devamlı öğrenmek ihtirası ile yanan, cömert ve iyi kalbli, gayelerine ulaşmakta inatçı bir hükümdardı. En çok harp sanatına meraklıydı. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırmacıydı. Sefahat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktu. Nefsine hakim ve uyanıktı. Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihan devleti peşindeydi.”

    Alman müsteşrik Franz Babinger, (Mehmed-II der Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende) adlı eserinde şöyle yazmaktadır:
    “Türk dünyası için Fatih günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer tarihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukayese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün tarihinin en harikulade ve en yaklaşılması gayr-i kabil şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Batı âleminin mukadderatı, Fatih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarih bir şekilde işaretlenmiştir. Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştir. Ortaçağdan çıkarken insanları ve dünyayı görüş tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekaları tesir altında bırakmıştır.”

    Fatih’in sayısız vasıflarından bazılarıFatih’in ölümü, Türk milletini büyük mateme gark etti. Ölüm haberi Roma’ya ulaşınca, İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı. Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti.

    Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur. Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu cihangirin sayısız vasıflarından bazıları şunlardır:

    Fatih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misalini, Belgrad Muhasarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul Muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük örneğidir.

    Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükunetle hazırlayan bir insandı.

    Çok merhametli ve müsamahalıydı. Kendisine elli gün mukavemet eden, birçok Müslümanın şehit edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedir. Halbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla alicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli etti: “Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!”

    Fatih, gayrimüslim tebeasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. Fatih, İstanbul’un imarında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkanını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi.

    Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini, sistemli bir idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı.

    Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafi işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gayeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plana göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruatını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı daima beraber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münasebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı.

    Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bazen birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp halinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyasi müzakereler, vaatler ve geçici tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını bulurdu.

    Casuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilatına da sahipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş casusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fatih’in, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.

    Fatih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekamül ettirmişti. Ordunun silahları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekamül etmiş şekilde kurucusu Fatih’tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih’ten önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih, bütün bunları akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyade sınıfları, Fatih devrinde önem kazandı.

    Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle ileri hamleden hoşlanan, terakki ve medeniyetten zevk alan bir padişahtı. Tıpkı askeri fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdar oldu. Yeni devletin kurulması planının icrasında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maarif sistemini kanunla tanzim ederek ulema sınıfı diye tanınan ve idarenin temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırdı. Devlet idaresini ve bunun ilmileştirilmesini esas aldı.

    Akli ve nakli ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelamda Hocazade, zamanının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyanın dört bir tarafından âlimler akın ederdi.

    İstanbul’un fethinden sonra Fatih, hocası Akşemseddin’in elini öpüp, tahtı tacı bırakıp derviş olmak istedi. Akşemseddin bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış olacağını, din-i İslam ve adaletle memleketi ve dünyayı idare etmenin daha makbul olduğunu; aksi halde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü.

    Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır.

    Fatih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve imarcı idi. Devlet idaresini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe İslam’ın esaslarına uygun kanunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak mer’iyyette kalan Fatih Kanunnamesi çok mühim bir eserdir. Padişahın görüşleri alınarak sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kanunnameyi, Nişancı Leyszade Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde hazırlanan kanunnamede de bu eser esas alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderun Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.

    Fatih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi. Oğlu Sultan İkinci Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda babasını takip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti. Fatih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır.

    İstanbul’un imarına çok önem veren Padişah, saray, camiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan yaptırarak vakfetti. Büyük camilerin yanındaki medreselerin haricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisatı ile iki gemi tersanesi ve kışla yapılan binalar arasındadır. İstanbul imar olunurken, diğer taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde imar faaliyetleri büyük bir hızla devam etti. Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sair şehirlerde 60 cami yapıldı.


    Hazreti Ebû Hureyre buyuruyor ki:“Biz,Mûte’de müşrik askerlerinin sayı bakımından,silâh ve at bakımından bizimle karşılaştırılamayacak kadar,çok olduklarını gördük

    Hazreti Ebû Hureyre buyuruyor ki:“Mûte’de müşrik askerlerinin adedi,silâh ve atı bizimle mukayese edilemeyecek kadar çoktu.Müşrik askerleri,maddî olarak bizden çok imkânlara sahipti.” Rum ordusu 100 bin,İslâm ordusu sadece üç bin kişi idi.
    Ebu Hureyre radıyallahu anh Halk:"Ebû Hüreyre çok (hadîs rivâyet) ediyor." deyip duruyorlar.Halbuki Kitâbullâh`da (şu) iki âyet olmasaydı hiçbir hadîs nakletmezdim.(Ebû Hüreyre bu sözden) sonra Bakara 159-160 Âyet-i Kerîme`lerini okuyup derdi ki: Muhâcirîn kardeşlerimiz çarşılarda alışverişle, Ensâr kardeşlerimiz de malları (ve toprakları) için çalışmakla meşgûl olurken Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem`e mülâzemet eder ve onların hazır bulunamadıkları meclislerde hazır bulunur, onların belleyemedikleri sözleri bellerdi.Buhari 98
    Benim bütün işim gücüm Resulullah'ın verdiği bir lokmayı yemek,ne bildirirse onu hıfzetmek(ezberlemek) idi.

    Nebiyy-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Beyt(-i Muazzam)in yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil ile bâzı arkadaşları da oturuyorlardı. Biri, diğerlerine: "Devenin işkembesini hanginiz getirip secdeye vardığında Muhammed`in sırtına kor?" dedi. Oradakilerin en şakîsi getirdi. Bekledi, tâ Nebiyy-i Muhterem salla`llâhu aleyhi ve sellem secdeye varınca iki omuzu arasına mübârek sırtının üzerine koydu. -(İbn-i Mes`ûd radiya`llâhu anh) der ki, (herifler) gülmeye ve (eğlenmek için bu işi) birbirine isnâd etmeye başladılar. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ise secdeden başını kaldırmıyordu. Nihâyet Fâtıma (radiya`llâhu anhâ) gelip onu sırtından attı. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) başını kaldırdı. (Namazı itmâm buyurduktan) sonra (da) üç kere: "İlâhî, Kureyşi sana havâle ederim." (diye duâ) buyurdu. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in) aleyhlerinde böyle duâ buyurması onlara (pek) girân geldi. Zîrâ o makamda duânın müstecâb(makbul) olduğuna kâil idiler. Ondan sonra (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem birer birer) isim sayarak: "İlâhî, Ebû Cehl`i sana havâle ederim, Utbe b. Rebîa`yı, Şeybe b. Rebîa`yı, Velîd b. Utbe`yi, Ümeyye b. Halef`i, Ukbe b. Ebî Muayt`ı sana havâle ederim." buyurdu. - İbn-i Mes`ûd (radiya`llâhu anh) der ki nefsim, kabza-i kudretinde olan Allâh`a kasem ederim ki Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in (bu) saydıklar(ının ekser)ını Kalîb`de yâni Bedir çukurunda serilmiş gördüm.Buhari 177
    Peygamber efendimizin mucizeleri

    Sual: Peygamber efendimizin mucizeleri nelerdir?
    CEVAP
    Çok mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.
    Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.

    Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hâsıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir; çünkü kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır.

    Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:

    Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

    İkincisi
    , bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.

    Üçüncüsü
    , vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

    Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.

    1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.

    2- En büyük mucizelerinden biri de, Mirac mucizesidir.

    3-
     Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden biri de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler. İman etmediler.

    Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:
    (Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

    4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

    5-
     Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

    6-
     Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.

    7-
     Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.

    8-
     Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı.(Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.

    9-
     Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

    10-
     Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

    11-
     Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı.(Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

    12-
     Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler.(Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

    13-
     Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

    Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

    İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

    Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

    Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.

    [İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alışveriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe anlattı. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi Ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu gibi, (Bismikellahümme)ibaresinden başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.]

    Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]

    14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

    15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Yine gelecektir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır, bilmiyorum deyince,(O kimse şeytan idi) buyurdu.

    16-
     Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehit olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

    17-
     Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

    18-
     Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hazret-i Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

    19-
     Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehit olarak ölürsün) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile yapılan muharebede şehit oldu.
    Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehit olacaklarını dahi haber verdi.

    20-
     Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

    21-
     Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehit oldu.

    22-
     Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

    23-
     Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.

    24- 
    Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
    Resulullah beni Yemen’e kadı [Hâkim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükmederdim.

    25-
     Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin)duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

    26-
     Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.

    27-
     Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehit eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! Onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını Müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

    28-
     Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu Müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

    29-
     Resulullah efendimiz bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

    30-
     Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi nasrani âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir zaman Peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun hediye kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Bütün Eshab-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp mübarek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Mübarek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp mübarek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu gayet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hazret-i Selman’a kaldı.

    31-
     Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip,(Seninle alay edenlere cezalarını veririz...) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Harisin burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.

    32-
     Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (delil) ihsan eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler.

    33-
     Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.

    Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin daha nice mucizeleri yazılıdır.

    Save gölünün kuruması
    Sual: 
    Peygamber efendimiz doğduğu zaman, Kâbe’deki putlar yüzüstü yıkılıyor, Kisra’nın sarayı çöküyor, bin yıldan beri Mecusilerin yanan ateşi sönüyor. Bir de Save gölünün kuruduğu bildiriliyor. Save gölünün suçu ne idi de kurudu?
    CEVAPCansız varlıkların ne suçu olur ki, yani suçu olduğundan değil, bu gölü halk mukaddes sayar, kuruyacağına asla ihtimal vermezlermiş. Çok tuzlu imiş, sağdan soldan su gelmiyor, su seviyesi hep aynı, hiç eksilme olmuyormuş, derinliği beş metre yüzeyi 12,5 km imiş. Bu göl bir anda kuruyor. Bunun aksine, Şam tarafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Semave Nehrinin vadisi de, o gece, su ile dolup taşarak akmaya başlıyor. Bu tür olaylar cansız varlıkların suçu falan olduğu için değil, onları mukaddes sayan insanları ikaz için, ibret almaları için ve daha başka hikmetler yüzünden ihsan ediliyor.

    Resulullah'ın mucizelerinden
    Sual: 
    Resulullah'ın hacamat kanını içen olduğu söyleniyor. Kan içmek caiz mi?
    CEVAPResulullah efendimizin mübarek kanı, diğer insanların kanı gibi değildir. Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Zübeyr, Resulullah’ın hacamat edilirken çıkan kanını içti. Resulullah “sallallahü aleyhi ve selem,” darılmadı, hattâ gülümseyerek, (Artık Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. Başına bazı işler geleceğini de bildirdi. (Beyhekî)

    Eshab-ı kiramdan Malik bin Sinan, Resulullah’ın mübarek kanını içince ona da, (Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. (İbni Hibban)

    Mübarek artığını içen Bereke isimli kadına da, (Artık hiç karın ağrısı çekmezsin) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)
    Halid bin Velid “radıyallahü anh,” sarığında taşıdığı bir sakal-ı şerif sebebiyle her savaşta zafer kazandı. (Şifa-i şerif)

    Bunların hepsi, Resulullah'ın mucizelerindendir, ama Selef-i salihine düşman Selefîler, Resulullah’ın eşyalarıyla, mübarek saçı ve sakalıyla bereketlenmeyi şirk kabul ediyorlar.


    Hazreti Ömer öğle sıcağında,zekât olarak Beytülmal'a alınan develeri bağlardı.“Yâ Emîre’l-mü’minîn! Niçin siz zahmet çekiyorsunuz! Birine emir buyurun bağlasın,” dediler.

    Hazreti Ömer öğle sıcağında,zekât olarak Beytülmal'a alınan develeri bağlardı.
    “Yâ Emîre’l-mü’minîn! Niçin siz zahmet çekiyorsunuz! Birine emir buyurun bağlasın,” dediler.
    Hazreti Ömer:“Bunlar,fakîrlerin hakkıdır.Hak teâlâ beni bunlara bakmaya memur etti.İşlerini de kendim görmem iyi olur.Âhirette bunlar benden sorulacaktır,” buyurdu.
    Hazreti Hasan zekat hurmasından bir hurmayı ağzına koyduğu zaman,Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'at,at' buyurdu.




    Müslüman kadınlar,zinet yerlerini mümin olmayan kadınlara yani,Hıristiyanlara,Yahudilere,putperestlere,hiçbir dine inanmayanlara vs. gösteremezler.
    Müslüman Kadının Gayr-i Müslim Kadına Karşı Tessettürü,Cenab-ı Hak,Kur’an’da şöyle buyurur:
    Mümin kadınlara söyle! Zinet takılan yerlerini kocaları,babaları,kocalarının babaları,oğulları,üvey oğulları,erkek kardeşleri,erkek kardeşlerinin oğulları,
    kız kardeşlerinin oğulları,kendi kadınları,ellerinin altında bulunanlar (köleler) …dışında kimseye göstermesinler.
    (Nur Suresi, 24/31).
    Ayette zikredilen “kadınları” ifadesi Müslüman kadınlardır. Buna göre Müslüman kadınlar,zinet yerlerini mümin olmayan kadınlara yani,Hıristiyan,Yahudi,putperest,hiçbir dine inanmayan kadınlara  gösteremezler.



    Bu hükmün sebebi olarak İbni Abbas Hazretlerinden rivayetle şu husus gösterilmiştir: “Müslüman olmayan kadınlar, Müslüman kadınlarda gördükleri zinet mahallerini, zinet eşyalarını ve güzelliklerini kocalarına ya da diğer erkeklere anlatırlar, böylece o erkekler Müslüman kadınların zinet mahallerine bakmış gibi olurlar.” Tabî ki, böyle bir hayalî bakışın ardından helal olmayan intiba ve çağrışımlar zuhur eder. Bu çağrışımlar da, özellikle Müslümanlarla Müslüman olmayanların karışık yaşadığı bir toplumda istenmeyen hallerin meydana gelmesine sebep olur.
    Burada “Her gayrimüslim kadın Müslüman kadınlarda gördüğünü gidip de kocasına anlatır mı?” şeklinde bir soru kafamıza takılabilir. Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: Mahremiyet duygularımız ve prensiplerimiz aynı olmadığı için bir yabancı kadının çok rahatlıkla gidip kocasına Müslüman kadınlarda gördüklerini anlatabilecekleri ihtimali büyüktür. İşte bu büyük ihtimale karşı, bir tedbir olarak (sedd-i zerâi’ prensibi de denebilir) Müslüman kadınların dikkatli olmaları istenmiş ve bir yabancı erkeğin görmesi haram olan yerlerini Müslüman olmayan kadınlara da göstermemeleri emredilmiştir.
    Hatta İbni Cüreyc, Mekhul ve Ubâde bin Nesi gibi zatlar, bir Müslüman kadının, gayrimüslim bir kadını öpmesini bile mahzurlu görmüşlerdir.( Kurtubi, Ahkâm, İlgili ayetin tefsiri).
    Burada şu husus da akla gelebilir: Müslüman kadınlar arasında da pek âlâ, kadınlarda gördüklerini kocalarına anlatacaklar çıkabilir/çıkmaktadır. Evet, bu mümkündür. Fakat dinimiz bu konuda da tedbirli olunmasını istemiştir. Şöyle ki, Müslüman olmayan kadınlara takınılan tavrın, aynen Müslüman olup da iffet konusunda hassas olmayan, sere serpe gezen, bol bol dedi kodu yapan kadınlara karşı da takınılması gerekir. Zira hükmün sebebi olan “erkeklere anlatma” meselesi, Müslüman kadınlar arasında da vaki olabilir/olmaktadır.
    Esasen Müslüman kadınların birbirlerine karşı da hassas olmaları gerekmektedir. Bu hususu zikrederken Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Bir kadın bir kadına mübaşerette bulunmasın (avret yerine dokunmasın, bakmasın). Sonra gider bunu kocasına anlatır da, kocası o kadına bakmış gibi olur” (Buhari, Nikâh) Müslüman kadınlarda durum bu ise, gayr-i müslim kadınlarda ve iffet, mahremiyet konusunda hassas olmayan Müslüman bayanlarda meselenin ne kadar nazik olduğu izahtan varestedir.
    Bu hassasiyettendir ki, Hazreti Ömer Efendimiz (r.a.), vali Ebû Ubeyde bin Cerrah’a mektup yazarak, ehl-i kitap kadınların Müslüman kadınlarla beraber aynı hamamda yıkandıklarını duyduğunu, onları bundan menetmesini bildirmiş, Ebû Ubeyde de (r.a.) “Kim yüzünü ağartmak (yıkamak) gibi bir maksatla da olsa, özürsüz olarak hamama girerse, Allah yüzlerin ağardığı gün onun yüzünü karartsın” diye şiddetli bir ikazda bulunmuştur. (Kurtubi, Ahkâm, İlgili ayetin tefsiri)
    Hazreti Âişe,“Evlerinizde vakarınızla oturun.İlk [Cahiliye Devri kadınlarının] açılıp saçılarak ziynetlerini göstererek yürüdükleri gibi yürümeyin.”mealindeki âyeti okuduğunda Cahiliye kadınlarının içinde bulunduğu fecaati hatırlayıp ağlardı.
    Tesettüre son derece dikkat eden Hz.Âişe,yanına gelenleri bu hususta ikaz ederdi.Bir gün kardeşi Abdurrahman’ın kızı Hafsa yanına gelmişti. Üzerinde içini gösteren şeffaf bir elbise vardı. Hz. Âişe bunu görünce, o elbiseyi giymemesi için ikazda bulunmuş ve “Bilmiyor musun, Allah Teâla, Nûr Sûresi’nde ne buyuruyor?!” demiştir.
    

    Medineli ilk müslüman olan Sahâbîlerdendir.Adı,Es’ad bin Zürâre.Medineli Ensâr’ın büyüklerinden ve en önce îmân edenlerdendir. 
    Hazreti Es’ad,ilk Akabe bîatından önce Mekke’de müslüman oldu. Peygamber efendimizin Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra vefât etti. Vefâtından önce kızlarını Resûlullah efendimize vasiyyet etmişti.
    Peygamberimizin İslâmı tebliği husûsunda çok sıkıntı çektiği bir günde Es’ad bin Zürâre ile Zekvan bin Abd-i Kays, Medine’den Mekke’ye gelmişlerdi. Mekke’nin ileri gelenlerinden Utbe bin Rebîa’nın yanına uğramışlardı. Bu sırada Hazreti Es’ad Resûlullahın ( aleyhisselâm ), yeni bir dîni açıklamaya başladığını öğrendi. Zaten kendisi, Hanîf inancı üzere olup, tek olan Allah’a inanıyor, O’na ibadet ediyor, asla putlara tapmıyordu. Hemen Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanına gitmek istedi. Utbe buna engel olmak istediyse de, arkadaşı Zekvan ile birlikte Peygamberimizin huzûruna vardılar. Resûlullah ( aleyhisselâm ), onları güzel şekilde karşılayıp ikram ve iltifâtta bulundu. Kur’ân-ı kerîmden âyetler okuyup, İslâmiyeti anlattı. Bu dine girmeleri için davette bulundu. Arkadaşı Zekvan, Es’ad bin Zürâre’ye hitaben, “İşte, senin dinin budur!” dedi. İkisi birden hakka daveti kabûl ederek müslüman oldular. Sonra, Resûlullah’tan izin alarak Medine’ye döndüler.Orada herkese,İslâmiyeti duyurmaya başladılar.Bunlardan ilk olarak Sa’d bin Hayseme ( radıyallahü anh ) bu daveti kabûl edip, müslüman oldu. Böylece üç kişi oldular. Daha sonra Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile görüşmeleri için Medinelileri teşvik ettiler. Hatta ilk Akabe bîatinin onların bu teşviki ile vukû’ bulduğu beyan edilmektedir.
    İslâmiyet Arabistan yarımadasında yayılmaya devam ederken, Medine’de bu iş çok daha süratli yürüyordu. Öyle ki, daha önce birbirlerine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri barışmış, İslâmiyeti daha iyi öğrenebilmek için Resûlullah efendimizden bir muallim, hoca istemişlerdi. Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) de, onlara Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek için Mekke’deki Eshâbından Hazreti Mus’ab bin Umeyr’i gönderdi. Mus’ab ( radıyallahü anh ), Medine’de Hazreti Es’ad’ın evinde kaldı. Onunla birlikte ev ev dolaşarak herkese İslâmiyeti duyurdular. Resûlullah’ın sevgisini ve Onu, bütün düşmanlarından korumak için canla başla çalışacaklarına söz vermelerini anlattılar. Onları, Resûlullah ile yapılacak bîata hazırladılar. Onların bu gayretleri bereketiyle Medine’de Evs ve Hazrec kabilesi içinde Benî Ümeyye bin Zeyd’in evinden başka, İslâmiyet nûru ile aydınlanmayan, müslüman olmayan kimse kalmamıştı. Bu arada Hazreti Es’ad bin Zürâre’nin teyzesi oğlu olan Sa’d bin Muâz’ın ( radıyallahü anh ) hizmeti de çok büyük olmuştu. Onun müslüman olduğu gün, kendi kavminden müslüman olmayan kimse kalmamıştı.

    Peygamberimiz de Medine’ye hicret buyurdular. Hicretten sonra Peygamberimiz Hazreti Zeyd bin Hâlid Ebû Eyyûbel Ensârî’nin evine yerleşmekle beraber, Hazreti Es’ad bin Zürâre’nin evinde de kalmak sûretiyle onun hatırını gözetir, hânesini bereketlendirirlerdi. Çünkü O, Ensârın en büyüğü ve Medinelilerin en önce müslüman olanlarındandı. İslâmiyet, Medine’ye O’nun evinden yayılmıştı. İslâmiyeti öğretmek için Peygamberimiz tarafından Mekke’ye gönderilen Hazreti Mus’ab bin Umeyr, O’nun evinde kalmıştı.
    Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşaatına devam edilirken hicretten dokuz ay sonra Hazreti Es’ad bin Zürâre hastalandı. O, bugün için de tehlikeli olan menenjit hastalığına yakalanmıştı. O devirde böyle hastalıklar ateş ile dağlanırdı. Bu tedâvi şekli aynen uygulanmasına rağmen hastalığı iyileşmedi. Resûlullah efendimiz kendisini ziyâret ederek sıhhat ve afiyetleri için duâ etti. Hastalığı çok şiddetliydi. Hayatının son anlarını yaşıyordu. Tedâvisi için her çareye başvurulmuştu. Kısa bir müddet içinde vefât etti. Böylece Hazreti Es’ad bin Zürâre, Resûlullah’ın Medine’ye hicretinden sonra ilk vefât eden sahabîsi oldu. Ensârın sözüne göre Bâki’ Kabristanına, ilk olarak O defn edildi. Muhacirler ise Hazreti Osman bin Maz’ûn’un defn edildiğini söylüyorlar.
    Es’ad bin Zürâre ( radıyallahü anh ), Bedir harbine katılamadan vefât etmişti. Resûlullah efendimiz, O’nun ölümüne çok üzüldüler. Medineli yahudiler, onun ölümünden sonra Resûlullah’ın Peygamberliği aleyhinde dedikodu yapmaya başlayarak, “Muhammed’in bir kudreti olsaydı, arkadaşını iyi ederdi” dediler. Bu sûretle, mü’minleri, O’ndan soğutmak ve yeni dine girecek olanları, O’na yaklaştırmamak istiyorlardı. Düşmanlıklarını açıkça ortaya koyuyorlar, insanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) efendimiz de, onların bu hallerini çok iyi bildiklerinden: “Yahudiler, neden arkadaşını kurtaramadı? diyecekler. Ben ise, arkadaşımın bu hali için bir menfaat veya zarar vermeye mâlik değilim!” buyurdu. Halbuki onun peygamberliği, insanları cahillikten, küfür ve sapıklık yollarından kurtarıp imân aydınlığına çıkartmaktı. Onun vazîfesi, Allahü teâlâ’nın râzı olduğu doğru yola davet işinden ibâretti.
    Medine’de müslümanların sayısı 40’a ulaşmıştı. Bir gün, bu müslümanların hepsi, Hazreti Es’ad bin Zürâre’nin evinde toplandıklarında: “Yahudiler ve hıristiyanlar, kendilerine haftada birer gün seçerek, o gün alış-verişi bırakıp, inançlarına göre ibadet ediyorlar. Şimdi, bize de uygun olanı, haftanın yedi gününden birini seçerek, o günü taât ve ibâdet için ayırmaktır!” dediler. Bu fikri, başta, reîsleri Hazreti Es’ad olmak üzere hepsi uygun buldular. Derhal Cuma gününü bu işe ayırdılar. Cuma’ya, o güne kadar Arube günü deniliyordu. Mü’minlerin toplanıp ibâdet etme günü mânâsına “Cum’a” dendi. Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicretinden evvel, Hazreti Es’ad bin Zürâre, Medine’deki 40 kadar müslümanı toplayarak, bir Cuma günü Nakî-ül-Hadamât’taki Beyâda’ya götürmüş ve orada onlara Cum’a namazı kıldırmıştır. Bu sûretle Peygamberimizin: “Kim, güzel bir sünneti ihyâ ederse, hem onun sevâbına, hem de kıyâmete kadar o sünnetle amel edenlerin kazanacakları sevâba nail olurlar.” hadîs-i şerîfinin muhatabı olmuştur. İslâmiyette ilk defa kılınan Cuma namazı, işte bu yerde kılınan Cuma’dır. Medineli müslümanların bu hayırlı maksatları, cenâb-ı Hakkın rızâsına uygun olduğundan bilâhere devamlı olarak Cuma namazı kılınması emredilmiştir.
    Eshâb-ı kiramdan Hazreti Abdurrahmân bin Ka’b bin Mâlik de bu hadîseyi şöyle anlatıyor: Babam, Hazreti Ka’b’ın gözleri az görmeye başlamıştı. O yola çıktıkça ben onun elinden tutar, istediği yere götürürdüm. Babamı Cuma namazına götürdüğüm zamanlarda, ezanın sesini duyar duymaz, hemen Hazreti Es’ad bin Zürâre’yi hatırlar, O’nun mağfiretini ister, O’na hayır duâ ederdi. Bir gün babama sordum: “Babacığım! Cuma ezanını duydukça, dâima Es’ad bin Zürâre’yi ( radıyallahü anh ) hatırlayarak, O’na mağfiret diliyorsun, ona duâ ediyorsun. Bunun sebebi nedir?” Babam şu cevabı verdi: “Oğlum! Resûl-i Ekrem’in Medine’ye teşrîfinden evvel, bize ilk Cuma namazını kıldıran o idi.” Tekrar sordum: “O zamanlar kaç kişiydiniz?” Bana, Kırk kişiydik” diye cevap vermişti.
    
    Abdullah b Cahş radıyallahu anh Uhud gününde şu duayı yaptı: 'Yârab! Israrla senden istiyorum. Yarın düşman ile karşılaştığımda karşıma kuvveti ve öfkesi şiddetli olan bir kişiyi çıkar ki senin yolunda onunla çarpışayım. O da benimle çarpışsın. Sonra benim burnumu 
    ve kulağımı kessin. Karnımı yarsın. Yarın senin huzuruna vardığımda 'Ey Abdullah! Senin burnunu ve kulağını kim kesti?' diye sor. Ben de 'Ey rabbim! Senin ve Rasûlü'nün yolunda oldu!' diyeyim. Sen o zaman 'Doğru söyledin!' de.' 
    Ben akşama doğru Abdullah'ı gördüm. 
    Burnu ve kulağı kesilmişti.
    Sa'd b. Ebî Vakkas radıyallahu anh