30 Kasım 2016 Çarşamba

Mescidi Aksâ`ya sefer ettiğimi söylediğimde Kureyş beni yalanlayınca Mescidi Harâm`a gidip Hicir`de ayakta durdum. Müteâkıben Allah bana, Beyt-i Makdis ile gözümün arasındaki mesâfeyi kaldırdı da (denemek için ne sordularsa) Mescid-i Aksâ`ya bakarak onun nişânelerinden Kureyş`e haber vermeye başladım.
Hz Muhammed sav
buhari 1550

Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Hicr-i Kâbe`de namaz kılıyordu. Bunun üzerine Ukbe İbn-i Ebî Muayt çıkageldi. Ukbe Resûlullah`ın ridâsını (toparlayıp onun mübârek) boynuna koyarak onu şiddetli bir sûretle boğmaya başlamıştı ki, bu sırada Ebû Bekir geldi. Nihâyet Ukbe`nin omuzunu tuttu ve onun tecâvüzünü Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den defetti. Ve "Fazîletli bir adamı, Rabb`im, Allah! diyor diye öldürecek misiniz?" meâlindeki âyeti sonuna kadar okudu.
buhari 1544






Allah Teâlâ buyuruyor:

“Zikret Habîbim o zamanı ki, o zamanda biz, İbrâhim’e Beyt-i Şerîf’in mekânını tâyin ve o mekânı ona mercî kıldık. Ve İbrâhim’e vahyettik ki: “Sen bana hiç bir şeyi şerîk kılma ve Beyt’imi ziyâret ve tavaf edenlere ve kâim olup îbâdetle meşgul olanlara ve rükû ve sücûd edenlere Beyt’imi tathîr et. Bu sûretle tavaf edecek olanlara Beyt’in temiz ve hazır olmasını tavsiye ettik.” (Hac sûresi, 26)

Ebu’s-Suûd Efendi’nin beyânına nazaran, İbrâhim -aleyhisselâm’ın Kâbe’yi binâsı Kâbe’nin ikinci defâki binâsıdır.

İlk olarak Âdem -aleyhisselâm- binâ etmiş, bu binâ Nûh tûfânında kaybolmuştur.

İkinci olarak İbrâhim -aleyhisselâm- binâ etmiş.

Üçüncü olarak zamân-ı câhiliyede İslâm’ın zuhûrundan evvel Kureyş tarafından binâ edilmiş ve bu binâ da Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- efendimiz nübüvvetle ba’s olunmazdan evvel binâ edilmiştir.

Dördüncü defâ Abdullah ibn-i Zübeyr binâ etmiştir.

Beşinci defâ Haccâc-ı Zâlim tarafından binâ edilmiştir.

Zübdet’ül-Buhârî’de zikredilen hadîs-i şerîf muktezâsınca, yeryüzünde en evvel konulan ve binâ edilen mescid Kâbe-i Muazzama’dır.

Bu mâbed on bir kere binâ ve tecdit edilmiştir ki bunlar:

1- Evvelâ Melâike-i kirâm nurdan bir binâ olarak inşâ etmişlerdir. 2- Hazret-i Âdem, 3- Hazret-i Şit, 4- Hazret-i İbrâhim, 5- Amâlikalılar, 6- Cürhüm kabîlesi, 7- Kusayy, 8 -Kureyş, 9- Abdullah bin Zübeyr, 10- Haccac-ı Zâlim
11- Bağdat Fâtihi Sultan IV. Murâd’dır.

Fahr-i Râzî ve Nîmetullah Efendi’nin beyânları veçhile birinci binâ tûfan ile zâil olduğundan Hak teâlâ hazretleri vahy ile Hazret-i İbrâhim’e Beyt’in mahallini bildirmiştir.

İbn-i Abbas -radıyallahu anh-’den şöyle rivâyet olunmuştur:

İbrâhim -aleyhisselâm- Hacer’le evlenip İsmâil olduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber Sâre’nin taarruzundan korunmak için Şam’dan çıkıb Mekke’ye geldi.

Nihâyet Hacer’le İsmâil’i Mescid-i Haram’ın bugünkü bulunduğu yerine ve Mescid’in yüksek bir mahallindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına b›raktı.

O tarihte Mekke’de hiçbir kimse yoktu. Hatta içecek su da yoktu. İbrâhim -aleyhisselâm-, bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarında da içi hurma dolu meşin bir dağarcık ve içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhim -aleyhisselâm- kendisi Şam’a gitmek üzere döndü. İsmâil’in anası Hacer de peşi sıra onu takib etti de:

– Ey İbrâhim! Bizi bu vâdide bırakıp da nereye gidiyorsun? Böyle bir vâdi ki, ne görüp görüşecek var, ne başka bir hayat eseri var, dedi.

Hacer bu sözlerini tekrar ettiyse de İbrâhim ona dönüp bakmadı. Hacer:

– Bizi buraya bırakmanı sana Allah mı emretti, diye sordu. İbrâhim de:

– Evet Allah emretti, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer:

– Öyleyse Allah bize yetişir, O bizi korur, yalnız bırakmaz, zâyi etmez, dedi.

Sonra Kâbe’nin yerine döndü. İbrâhim -aleyhisselâm- da ayrılıp gitti. Tâ Mekke’nin üstündeki Seniye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca yüzünü Kâbe’ye çevirdi, sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:



“Allah’ım! Zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki Rabbimiz, dosdoğru namaz kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri me’mul olduğu için kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır.” (İbrahim sûresi, 37)
Nebî sav,Hırâ dağında iken yanına Cibrîl gelmiş şöyle demiştir Yâ Resûlallah İşte şu Hadîce`dir sana doğru geliyor. Hadîce sana geldiğinde ona, Rabb`inden ve benden selâm söyle! Ve Cennet`te inciden yapılmış bir sarayla da müjdele ki, onun içinde (Hadîce`nin hoşlandığı gibi) gürültü, patırdı yok ve çalışmak, çabalamak da yok!
buhari 1537
Uhud günü asker hezîmete uğrayıp Nebî sav`in yanından dağıldığı sırada Ebû Talha Resûlullah`ın huzûrunda -deriden kalkanını ona siper yaparak- sebât etmiş bulunuyordu. Ebû Talha, mahâretli bir kemankeşti. Yayının kirişi sertti; oku hızlı giderdi. Uhud  günü Ebû Talha (çok ok attığından) iki, yâhut üç (yay) kırmıştı. O gün Ebû Talha`nın yanından -terkisi yayla dolu olarak- geçen her mücâhide Resûlullah: - Terkindeki yayları Ebû Talha`nın önüne boşalt (o atsın) derdi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem düşman (okçuları) na bakmak için ayağa kalkarsa hemen Ebû Talha: -Babam,anam sana kurban olsun yâ Resûla`llah sakın yükselme! Düşman oklarından bir uğursuz okun sana isâbet etmesinden korkarım; işte göğsüm, senin göğsünün önünde (siper) dir! derdi. Uhud günü hakîkî bir vâkıa da
Ebû Bekr`in kızı Âişe ile (annem) Ümm-i Süleym`i (mücâhitler arasında) görmemdir: Bunlar arkalarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar,
yaralıların ağızlarına döküyorlardı. Kırbalar boşalınca
süratle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar,sonra gelip
mecrûh mücâhitlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.
buhari 1533