28 Ekim 2016 Cuma

Ordunun en önünde ilerlerken yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür.
Arkadaşlarından Suraka oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir.


"Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip,ezilmekten koruyacaksın."

Dişiyle yavruları rahatsız edilmemiş fakat on bin kişilik Fetih ordusu istikametini değiştirmiştir.
Şu dilsiz hayvanlar hususunda Allah'tan korkun!
Onlara sağlam ve kuvvetli oldukları zaman binin.
Etlerini de semiz ve sıhhatli iken yiyiniz.

Hz.Muhammed(s.a.v)
Şeytan, insa(n vücûdü) nde (deverân eden) kan mesâbesindedir. Ben, sizin (temiz) gönüllerinize Şeytanın (kötü) bir şübhe atmasından haklı olarak korktum
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in zevcesi Safiyye radiya`llahu anhâ`dan rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Ramazan`ın aşr-ı ahîrinde mescidde i`tikâfta iken Safiyye (Hazretleri) Resûl-i Ekrem`i ziyâret etmişti. Bir saat nezd-i Peygamberî`de görüştükten sonra avdet etmek üzre ayağa kalkmış, Resûlullah da onu menziline geçirmek üzere onunla berâber kalkmış. Ümm-i Seleme`nin odası önündeki mescid kapısına geldiğinde Ensâr`dan iki kimse oradan (acele) geçmişti de Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e selâm vermişlerdi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bunlara: - Acele etmeyiniz, durunuz! Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey`dir, buyurdu. Bu iki Ensârî zât: Yâ Resûla`llah! Biz Cenâb-ı Hakk`ı, (Resûlünün lâyık olmıyan bir harekette bulunmasından) tenzîh ederiz, dediler. Ve (Resûl-i Ekrem`in Safiyye`nin ta`yîn-i hüviyetine mecbûriyet his etmesi), bunlara ağır geldi. Bunun üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: 
-Şeytan, insa(n vücûdü) nde (deverân eden) kan mesâbesindedir. Ben, sizin (temiz) gönüllerinize Şeytanın (kötü) bir şübhe atmasından haklı olarak korktum, buyurdu.buhari 956                            
 
Rüyasında Hz.Peygamberi(sav) görmek isteyen biri alimin birine danışmış,"ben efendimiz'i rüyamda görmek çok istiyorum,ne yapmam gerekiyor."
Alim ona "bu akşam kaşık kaşık tuz ye, öyle uyu. o zaman görürsün"demiş.adam alimin dediğini yapmış, o gece kaşık kaşık tuz yiyerek uyumuş.
Ertesi gün tekrar alimin huzuruna çıkmış. alim sormuş adama: "ne gördün rüyanda dün akşam?"
Adam: " efendim; siz bana tuz yeyin bol bol efendimiz'i rüyanda görürsün demiştiniz. gel gör ki ben akşam rüyamda efendimiz'i değil, sürekli akarsuları, gölleri gördüm."
Alim cevap vermiş: " sen akşam rüyanda su gördün. çünkü sen tuz yiyip uyuduğun için susamış oldun. öyle susamış oldun ki rüyana dahi girdi bu. işte Efendimiz'i de rüyanda görmek istersen, ona susamalısın, özlemelisin onu, istemelisin.

Kur’an-ı Hakim de şöyle buyuruluyor:

«Şüphesiz Allah da melekleri de o peygambere çok salât ve tekrim ederler. Ey iman edenler! Siz de salât edin, tam bir teslimiyetle selam verin.» (Ahzab sûresi, 56)

«Salât» ehl-i lügatten bir çoğuna göre duâ, tebrik, temcid ve ta’zim mânâlarınadır:

Ragıb el-İsfahânî, «Müfredât» adlı eserinde; «Cenab-ı Hakk’ın ve Peygamberinin müslümanlar hakkındaki salâtı onları tezkiye ve rahmetine mazhar buyurmasıdır. Meleklerin salâtı, duâ ve istiğfardır. İnsanların salâtı da öyledir. Namaza salât denilmesi aslının duâ olmasındandır.» diyor.

Hz. Ali -radıyallahu anh-’den şöyle rivayet olunmuştur. Âyetin başındaki «•»nın «•»sı nefse, «•»sü kalbe «•»sı ruha hitaptır. Sanki Cenab-ı Hakk, habibine salât ederken, «Onun şanını yalnız dilinizle değil, nefsinizle, kalplerinizle, ruhlarınızla da ta’zim ve tekrim edin.» buyurmuştur.

• demek «Ya Allah, Muhammed’in zikrini îla, da’vetini galip ve şeriatını daim kılmak suretiyle onu dünyada da âhirette de tekrim ve tâzim buyur. O’nu ümmeti hakkında şefaatçı kıl, ecrini, derecesini kat kat artır.» demektir.

Salâttan murad Allah’ın emrine imtisal ve Rasûlu -sallallahu aleyhi ve sellem’-in bizim üzerimizdeki hakkını edaya cehdetmek suretiyle Cenab-ı Hakk’a yaklaşmaktır.

Yukarıdaki ayet-i celile nazil olunca Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisine selam verilmesini ashabına emretti. Ashab-ı kiram ve sonra gelenler de gerek mubârek kabr-i nebevilerini ziyarette ve gerek ism-i âli-i nebevîleri anıldığı zaman ona selam vermekle me’mur olmuşlardır.

Peygamberimiz -sallallahu teâlâ aleyhi sellem-’e zaman ve mekan ile tahdid edilmeksizin salât etmek icma ile farzdır. Çünkü Cenab-ı Hakk ona salât etmemizi emir buyurmuştur. Selef ve tefsir uleması bu emri vucuba hamlediyorlar.

Allah Teâlâ hazretleri bütün halkına peygamberi üzerine salât etmelerini ve teslimiyetle selam getirmelerini farz kılmış ve bu farzın ifasını muayyen bir vakte hasretmemiştir. Binaenaleyh kişinin ona salât ve selamı çok yapması ve bunu terketmemesi vacibdir.
«Übey bin Ka’b -radıyallahu anh-’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ben kendisine:

«– Ey Allah’ın Rasûlü! Gerçekten ben sana çok salât ediyorum. Bu salâtımı sana ne kadar yapayım?» dedim.

Buyurdu ki:

«–Dilediğin kadar.»

«–Zikrimin dörtte biri kadar olsun mu?» dedim. Şöyle buyurdu:

«–Dilediğin kadar yap, fakat artırırsan bu senin için daha hayırlıdır.»

Dedim ki: «–Yarısı olursa nasıl?»

Buyurdu ki:

«–Dilediğin kadar. Artırırsan, senin için daha hayırlıdır.»

Yine söyledim:

«– O halde üçte iki kadar mı?»

Buyurdu ki:

«–Dilediğin kadar, fakat artırırsan senin için daha hayırlıdır.»

Tekrar dedim:

«–Bütün zikrimi sana salât olarak yapayım mı?»

Buyurdu:

«–Bu takdirde o, senin maksadına yeter tutulur, günahın da mağfiret olunur.» (Tirmizî)

en-Nâziât Suresindeki «râcife», o gün sarsan sarsacak; «râdife», onun ensesine binecek olan da ardından gelecek. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in maksadı o deşhetli günleri hatırlatmak ve âhirete hazırlanmayı teşvik etmektir.

a

• «Hakikat, Allah Teâlâ’nın yeryüzünde seyahat eden öyle melekleri vardır ki, onlar ümmetimden bana olan selamı ulaştırırlar.» (Ahmed bin Hanbel)

• «Kıyamet günü insanların bana en yakını üzerime çok salât edenidir.» (Tirmizî)

• «Kim bana bir kerre salât ederse Allah ona on salât eder. O’nun on günahını afveder. Derecesini on kat yükseltir.» (Buhârî, İbn Ahmed)

• «Bahîl o adamdır ki, yanında anılırım da bana salât etmez.» (Buhârî, İbn Ahmed)









Malum olduğu üzere, görüldüğü şekilde gerçekleşen ve te'vîle ihtiyacı olsa da bir mesaj içeren rüyaya "rüya-yı sâdıka" ya da "rüya-yı sâliha" adı verilir. O, insanın mahiyetindeki latife-i Rabbâniyenin doğrudan doğruya âlem-i gayba açılan bir kapı bulması, o açık kapıdan meydana gelmeye hazırlanan olaylara bakması ve Levh-i Mahfuz'un cilvelerinden ya da kader mektuplarının misallerinden birini görmesi şeklinde ortaya çıkar. Hayal, bazen gördüğü o cilvelere ve mektuplara bir kısım elbiseler giydirebilir, ama bu türlü bir rüya ya aynen görüldüğü gibi çıkar, ya da bazı te'vîller vesayetinde ciddi mesajlar verir.
Diğer taraftan, daha evvel yaşanan bazı tesirli hadiselerin hayalde bıraktığı izlerin ortaya çıkmasıyla görülen, bir manası olmayan veya varsa da önemi bulunmayan, tabire değmeyen karmakarışık rüyalara da Kur'ân'ın tabiriyle, "adgâsü ahlâm" denir.
Hazreti Aişe (radiyallahu anha), ilk dönemde Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'e vahyin gelişinin rüya-yı sâliha şeklinde cereyan ettiğini ve O'nun gördüğü bütün rüyaların sabah aydınlığı gibi apaçık olduğunu haber vermektedir. (bk. Buhari, Tabir, 1) Peygamberlerin Sultanına rüyayı sâdıka şeklinde vahiy gelmesi, risaletin ilk altı ayından sonra da kesilmemiştir. Bunun için, İnsanlığın İftihar Tablosu istirahat buyururken, Ashab-ı Kirâm'ın O'nu uykusundan uyandırmaktan ve vahyin kesilmesine sebebiyet vermekten çok çekindikleri nakledilmektedir.
Rehber-i Ekmel'in "Refik-i A'lâ" deyip sevgililer diyarına gidişinden sonra, vahiy ve dolayısıyla vahiy olan rüyalar da sona ermiştir. Fakat, her mü'minin görmesi mümkün olan ilham kabilinden sâdık rüyalar bâkî kalmıştır, kıyamete kadar da sâdık mü'minler için bâkî kalacaktır. (Buhari, Tabir, 5)
Rüyadaki Gerçekten O mu?

Mü'minin göreceği sâdık rüyaların başında, Fazilet Güneşi aleyhissalatü vesselamın şualarıyla aydınlanan rüyalar gelir. Çünkü, O'nun görüldüğü rüyalar doğruluk üzeredir ve bazılarının bir te'vîle ihtiyacı olsa da hepsi kesinlikle sâdıktır. Bir çok hadis kitabında rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü, şeytan hiçbir şekilde benim suretime giremez." [bk. Buharî, Tabir 2, 10; Müslim, Rüya 10; (2266); Muvatta, Rüya 1, (2, 956)]
İşte bu nebevi açıklama ve onun ihtiva ettiği hakikat üzerine ehl-i tahkik farklı görüşler üzerinde durmuşlardır: Bazıları, ister sakallı ister sakalsız, ister uzun ister kısa, ister yaşlı ister genç, ne şekil ve surette görülürse görülsün, bir kimsenin kalbine rüyasında gördüğü kişi hakkında "Bu zat, Peygamberimizdir." şeklinde bir his doğması halinde, o zatın Peygamber Efendimiz olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları ise, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselamın, rüyada kendi sima ve şemâili ile görüldüğü zaman Peygamberimiz olduğunu; aksi halde, şeytanın, Efendimiz'in şekil ve suretinin dışında, başka bir suretle ortaya çıkıp "Ben Muhammed'im" diyebileceğini ifade etmişlerdir.
İmam Rabbânî Hazretleri, "Efendimiz kendi şeklinde görüldüğü zaman hakkıyla görülmüş olur ki, şeytan O'nu temsil edemez." derken, ayrı bir ekol sahibi olan Muhyiddin İbni Arabî, "Ne şekilde ve surette olursa olsun, "Ben peygamberim" diye kişinin kalbine doğan zat Peygamberimizdir." demiştir. Alimlerin çoğunluğu, Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin düşüncesine temayül göstermişlerdir.
İmam-ı Nevevî Hazretleri de, ister bilinen sıfatları üzere, isterse bilinen vasıflarından başka bir surette görsün, sâlih rüyayı gören kimsenin her iki surette de Mahbûb-u Âlem Efendimiz'i hakikaten görmüş olacağını söyler. (bk. Nevevi, ilgili hadislerin şerhi) Kadi İyâz'a göre ise, Râsul-ü Ekrem'i bilinen sıfatlarından başka bir şekilde görenin rüyası te'vîle, tabire muhtaçtır.
Rüyaya Yansıyan Hüzün
Haddizatında, Habîb-i Edîb Efendimiz'i görmek ne şekil ve surette olursa olsun, alaküllihal bir müjdenin ifadesidir. Yaratılışın en anlamlı nüktesi Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz'in güzeller güzeli cemali, mübarek siyah saçları, siyah sakalı, endamlı bakışları, yüz çizgilerindeki tenasübü ve müstesna bir beşer güzelliği içindeki mahiyetiyle rüyada görülmesi ve bir insanın mir'at-ı ruhuna eşsiz kemal ve cemaliyle aksetmesi, o rüyayı gören insan için büyük bir bahtiyarlıktır. Zira, selef-i salihîne göre, rüyada Peygamber Efendimiz'i görmek gamdan sonra feraha, bir sıkıntının akabindeki rahatlığa, nimetlerin artmasına, tevbenin kabulüne, hepsinden öte ahirette şefaate nâil olma ve Cennet'te O'nun gül cemalini açıktan açığa görme yoluna girmeye işarettir.
Nebîler Serveri'nin değişik şekillerde görülmesi ise, bir kısım manaları iş'ar eder. Şayet, Güzeller Güzeli, kendisine uygun ruh güzelliğinin dışa yansıdığı rüya esnasında o güzelliğin bazı yanları gitmiş olarak görülürse, bu durum, rüyayı gören insanın mir'at-ı ruhunda onu tamamiyle aksettirmeye mani bir kısım isin ve pasın bulunduğuna delalet eder. Mesela; bir kimse Allah Rasûlü'nü sakalsız görüyorsa, demek ki, o insanın mir'at-ı ruhunda Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz'in sakalını görmesine mani bir kusur var ve bu kusur O'nun güzelliğini bütün olarak müşahede etmesine engel oluyor. Öyleyse, bu insan, Şânı Yüce Nebî'yi rüyasına misafir ettiği için sevinse ve kendisini bahtiyar saysa da, böyle bir eksiklikten dolayı ruh dünyasına çeki düzen vermesi gerektiğini de gözardı etmemelidir.
Şu kadar var ki, Ferîd-i Kevn ü Zaman Efendimiz'in şemâil-i hakikiyesiyle görülmemesi sadece vicdanın ve gönlün paslı olmasından değildir. Bazen rüyayı gören zatın veya onun temsil ettiği davanın, hareketin ya da milletin başına gelecek bir kısım musibetlerden ötürü Hüzün Peygamberi'nin mahzuniyet ve mükedderiyeti misal aleminden o şekilde temessül edebilir. Nitekim, Mahzun Nebi, rengi değişmiş, eski elbise giymiş veya bir azası eksilmiş görülürse, bu rüya o yerde dinin zayıflamasına ve bid'atların yaygınlaşmasına delalet eder. Belki, Rasûl-ü Ekrem'i (sallallâhu aleyhi ve sellem) o rüyada gören kimse Hak katında çok makbul ve mahbub bir insandır, gönül dünyası açısından da kusursuzdur; fakat, Sultân-ı Rusül'ün, sevdiği o insanın nazarına temessülü herhangi bir hadiseye karşı iç âlemindeki durum itibariyle olur. Mesela, mühim işleri omuzunda taşıyan bir zata, İki Cihân Serveri Efendimiz, gözleri yaşlı ve sakalını tıraş etmiş olarak mahzun bir çehre ile zuhur edebilir. Bunun manası -Allahu a'lem- şudur: O zatın, dolayısıyla da davasının başına gelecek bir badireden ötürü, Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam) müteessir olduğundan Şânı Yüce Nebî kendi şekl-i hakikisinin dışında görülmüş ve bir bakıma o işi teessürle karşıladığını ifade buyurmuştur.
Yine, bir şahıs rüyasında Fahr-i Kâinat Efendimiz'i çok hüzünlü görür; O'nun Uhud'da başından aşağıya kanlar akarken dahi devamlı tebessüm eden mübarek çehresi mahzun, saçı ve sakalı ise dağınıktır. Vâkıa bu saç ve sakal dağınıklığı, Aleyhi Ekmel'üt-Tehâyâ Efendimiz'in mahiyet-i hakikiyesiyle alâkalı değildir; bu hal, Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam)'ın kendi cemaati içindeki bir kısım arızaları temsil keyfiyetiyledir ve ümmet-i Muhammed'e yönelmiş bir belanın gelmekte oluşundandır. Bizim halihazırdaki dağınık ve perişan veya ileride dağılacak ve perişan olacak yönümüze nazar etmesi itibariyle Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam) hakiki şeklinin haricinde, saçı-sakalı dağınık bir vaziyette temessül etmiştir.
Aynı zamanda, Gönüllerimizin Gülü (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hüzünlü ve münkesir görüldüğü rüyalar inananları uyarmakta; onları gelmekte olan bir musibete karşı hemen Cenâb-ı Hakk'a iltica etmeye, belalara kalkan olması için sadaka vermeye ve her hayırlı vesileyi muhtemel felaketleri defedici bir paratoner olarak değerlendirmeye çağırmaktadır.
O Hep Aranızda Dolaşıyor!..
Ayrıca, ümmetinin her haliyle alâkadâr olan Şefkat Peygamberi bazen de Müslümanlara ümit vermek, onların aşk ü şevklerini artırmak, gönüllerine inşirah salmak ve bütün heyecanlarıyla bir kere daha vazifelerine sarılmalarını sağlamak için rüyaları şereflendirir. Nitekim, Beyan Sultanı (aleyhi ekmelüttehâyâ) "Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirât kalmıştır." buyurur. "Mübeşşirât nedir, ya Rasûlallah?" diye sorulduğunda, "Sâlih rüyalardır" cevabını verir. Evet, Cenâb-ı Hak, sâlih ve sâdık rüyalar vesilesiyle mü'minleri müjdeler, gönüllerini şevke gark eder ve onları muştularla sevindirir.
Meselâ, bir arkadaşınız rüyasında görür ki; Gül-i Rânâ Efendimiz geliyor ve sizin kâkül-ü gülberlerinizden tutarak, alnınızdan öpüyor.. öpüyor ve
"Ohh.. sizler Cennet kokuyorsunuz" diyor. Siz
"Bu iltifat da neden ya Rasûlallah?" diyorsunuz; O da,
"Tam gönlüme göre hizmet ediyorsunuz; adımı dört bir yana duyuruyorsunuz!" buyuruyor.
Bir başka arkadaşınız, âlem-i menâmda O'na mülâkî olunca,
"Ya Rasûlallah, üç-beş kişi Senin adına bir yerde toplansa, oraya mutlaka Ashâb-ı Kirâm'dan birini gönderirmişsin, bu doğru mu?" diyor. Gönüllerin Efendisi, bu soruyu tebessümle karşılıyor ve şu cevabı veriyor:
"Önceden öyleydi; ama şimdi zaman, âhirzaman. Kardeşlerimin daha çok himmete ihtiyacı var. Artık nerede üç-beş kişi benim adıma bir araya gelirse, onların yanına bizzat ben gidiyor ve ruhâniyetimle aralarında yer alıyorum."
İşte, her durakta bir sürü hain düşüncenin rengârenk masallar ürettiği, masalların birer büyü gibi dinleyenleri uyuttuğu, bâtıla açık şuuraltlarının aldatan rüyalar gördüğü; küfre şahlık urbalarının, diyânete cadı elbiselerinin giydirildiği, ruhun gözlerine kezzap dökülüp vicdan mekanizmasına civa akıtıldığı, çevrede serpilip gelişen yeşilliklerin çehresine zift serpiştirildiği.. ve her şeyin olduğundan başka gösterilmeye çalışıldığı bir zaman diliminde Rahmeti Sonsuz, bu türlü mübeşşirât ile inananları takviye ediyor, aşk u şevke getiriyor ve gönüllerini ümit şualarıyla şenlendiriyor.. şenlendiriyor ve rüyaların diliyle adeta "Siz hizmetinize bakın; Ben Kimsesizler Kimsesiyim, sizin de kimsenizim, Siz kendinizi değiştirmedikten ve gaye-i hayalinizi terk etmedikten sonra düşmanlığa yenik ruhların hücumları size zarar veremeyecektir. Habîb-i Ekrem hep içinizde, yanınızda, yakınınızda bulunacak ve size müzâhir olacaktır!" diyor, ümitlere fer, dizlere derman ve kalblere inşirah veriyor.
Teveccüh Şahsa değil Şahs-ı Manevîyedir
Ne var ki, bu türlü rüyaları gören insanlar, ondaki iltifat ve takdirleri kendi üzerlerine almama hususunda âzamî hassasiyet göstermelidirler. Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (aleyhi ekmelittehâyâ) sâdık rüya ve murakabelerde tenezzülen asrın garipleri arasında dolaşması, onların müesseselerini ziyaret etmesi ve bazı şahıslara hususi iltifatlarda bulunması iman hizmetinin kerametinden başka bir şey değildir; şahsî meziyet ve şahsî kemalât adına ortaya konan gayretlerle bu takdirlere mazhariyet düşünülemez ve düşünülmemelidir. Alnı öpülen, alkışlanan, takdir ve tebcil edilen şahs-ı manevîdir ve Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'i gören kim olursa olsun, meseleyi bu açıdan değerlendirmelidir.
Diğer taraftan, bir insan, Hazreti Rûh-u Seyyid'il-Enâm'la temessülen görüşürken ondan bazı emirler ve haberler de almış olabilir. Bu görüşme esnasında Peygamber Efendimiz'den duyduğuna inandığı sözler eğer şer'î ölçülere muhâlif ise, -işin içinde Hazreti Sâdık u Masduk bulunduğu için bunu farz-ı muhâl çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum- o insan kesinlikle şer'î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Sultân-ı Enbiyâ ile görüşmesini kendisi için delil sayamaz. Andelîb-i Zîşân Efendimiz'in bir insana rüyasında bazı şeyler söylemesi mümkündür, ancak rüyadaki o sözlerin geçerliliği, Kitap ve Sünnet'te açıklanan, İslam alimlerince yorumlanıp yazılan kurallara uygun olmasına bağlıdır. Peygamber Efendimiz'in misalini bilhassa arz ediyorum ki, diğer büyük zatları görüp onlardan bazı emirler aldıklarını söyleyenler için de bir ölçü olsun.
Demek ki, insan temessül etmiş şekilleriyle nebileri ya da velileri görse ve onların sözlerine muhatap olsa, yine hüküm değişmez; söylenenler şer'î ölçülere tatbik edilir ve davranışlar ona göre ayarlanır. Evet, rüyalar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir; asıl olan, Kitab'a ve Sünnet'e uymak, rüyaları da sübjektif birer işaret saymaktır.
Dahası, İnsanlığın İftihar Tablosu'nu rüyasına misafir eden bir kimseye bir sır verilmiş demektir. Bu talihli insan, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o mukaddes sırrını ulu orta fâş etmemelidir. Şayet, o rüyada iman kardeşlerinin, dost ve arkadaşlarının kuvve-i maneviyelerini takviyeye medar olabilecek bir durum varsa, işte o zaman duyduklarında inşiraha kavuşacaklarını ve aşk u şevke geleceklerini umduğu kimselere onu anlatmasında bir mahzur yoktur. Ne var ki, öyle hâlis bir niyetle sırrını paylaşırken bile nefsin gururuna bâdi olabilecek hususları gizlemek ve mümkünse rüyayı göreni meçhul bir sevgi kahramanı olarak zikretmek en doğru yol olsa gerektir. Zira, Hak kapısının sâdık bendelerine düşen, müşahedelerini anlatmaktan, rüyalarını ve yakazalarını başkalarına söylemekten kaçınmaktır; böyle bir sükûtta hem selâmet hem de ilâhî esrarı ketmetmedeki Hakk'a saygı vardır.

Peygamber efendimizi rüyada görmek

Sual:
Rüyada Peygamberimizi gören muhakkak Onu mu görmüş olur?
CEVAP
Rüyada Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamı hakiki şekliyle gören, muhakkak Onu görmüş olur. Çünkü şeytan Onun şekline giremez. Fakat şeytan başka şekle girip görünebilir. Resulullah efendimizi tanımayan kimsenin, bunu ayırması kolay olmaz.

Bazı âlimler de, (Peygamber efendimizi değişik şekilde görmek, yine Onu görmek olur. Fakat bu, o kişinin dindeki noksanlığına alamettir. Peygamber efendimizi rüyada gerçek şekliyle gören ve mümin olarak ölen herkes Cennete gider) buyurmuşlardır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür. Ben her surette görünürüm.) [Deylemi]

(Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez. Ebu Bekri Sıddıkı gören de, gerçekten onu görmüştür. Şeytan onun da suretine giremez.)
[Hatib]

(Beni rüyada gören, uyanıkken görmüş gibidir.)
[İbni Mace]

(Beni rüyada gören, Cehenneme girmez.)
[İbni Asakir]

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İbni Sirin'e göre, rüyayı gören, Resulullahı vefatı zamanında bulunduğu şekil üzere görmüşse hakikaten onu görmüş demektir. İbni Arabi hazretleri gibi bazı âlimler ise, (Resulullahı hayatta bulunduğu şekilde görmek şart değildir) dedi. Resulullahı bilinen sıfatları üzere görmek, bizzat Peygamber efendimizi görmektir. Bilinen sıfatlardan başka şekilde görmek, Resulullahın misalini idrak etmektir.

Peygamberlerin cesetleri yer değiştiremez. Bundan dolayı Peygamber efendimizi bulunduğu surette görmek, Onun hakikatini idrak etmektir. Vasıflarından başka bir şekilde görmek ise, misalini idrak etmektir.

Kadi İyad'a göre, Resulullahı bilinen sıfatından başka bir şekilde görenin rüyası tevile, tabire muhtaçtır. İmam-ı Nevevi ise, (sahih olan rüyayı gören her iki surette de Resulullahı hakikaten görmüştür. İster bilinen sıfatı üzere, isterse bilinen sıfatından başka bir surette görsün) dedi.

Resulullahın gençlik, orta yaşlılığı ve ihtiyarlık zamanlarında ve ömrünün sonunda olan bilinen suret ve sıfatlarından biri üzerine görülen rüya tabire muhtaç değildir. Eğer bunlardan birine benzemiyorsa, tabire muhtaç olur. Bunun için bazı tabircilere göre, bir kimse, Resulullahı yaşlı görse, selamete erişmeye; genç görse, bu kimsenin iyi hâlli oluşuna, şöhrete erişmesine ve onun düşmanına galip gelmesine delalet eder. Tebessüm ettiğini görse, rüya sahibinin sünnet-i seniyeye uyduğuna delalet eder.

Resulullahı kızgın bir şekilde görmek, o kimsenin hâlinin kötü olmasına delalet eder. Güzel bir surette görmek, rüya sahibinin dince güzelliğine, mübarek bedeninde noksanlık görmek, rüyayı görenin noksanlığına delalet eder. Çünkü Resulullah gayet parlak bir ayna gibidir ki, o aynaya bakan kendi şeklini görür.

Resulullahı böyle uygun şekillerde görmekte büyük faydalar vardır. Çünkü Resulullahı bu durumda görmekle rüyayı görenin durumu bilinir ve gafletten uyanır. Diğer peygamberleri de rüyada görmek böyledir. Çünkü şeytan, peygamberlerin ve melaikenin suretine giremez. Rüyada Resulullahı görenin durumu iyi ve gönlü şen olur. Eğer o kimse üzüntülü ve kederli ise, üzüntü ve kederinden kurtulur veya hapis ise hapisten çıkar.

Resulullahı görenler, muhasara altında veya kıtlık içinde iseler onlar bu gibi durumlardan kurtulur ve mazlum iseler zafere kavuşurlar. Eğer korku hâlinde iseler emin olurlar.

Resul-i ekremin kendisine teveccüh gösterdiğini veya bir şey öğrettiğini yahut namazında ona iktida ettiğini yahut Resulullah'ın güzel bir şey yedirdiğini veya layık bir elbise giydirdiğini, veya ona hayırlı dua ettiğini gören, iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden kişi olur. Rüyayı gören âlim ise, ilmi ile amel eder. Âbid ise, feyze kavuşur. Günahkâr ise, tevbe eder, kâfir ise, hidayete erer.

Rüya sahibi korku içinde ise, düşmanlarından emin olur. Kendisine şefaat edilir. Çünkü Resulullah efendimiz şefaat sahibidir.

Rüyada Resulullahı görmek, sözünde doğru ve vaadinde durmaya delalet eder. Bazen de büyük bir makama nail olur. Rüya sahibi yolcu ise ve kuraklık çekiliyorsa, yağmurun yağmasına delalet eder. Çünkü su bulunmayan yerde, Resulullahın mübarek parmakları arasından su akmış idi.

Resulullah bir yerde rengi değişmiş veya bir a'zası noksan görülürse, bu rüya o yerde dinin zayıflamasına ve bid'atin meydana çıkmasına delalet eder. Resulullahın üzerinde eski elbise görmenin tabiri de böyledir.

Resulullahın vefat ettiğini görenin kendi akrabasından şerefli bir zatın vefatına delalet eder. Eğer Resul-i ekremin bir yerde cenazesini görse, orada büyük bir musibet olur.

Resulullahın, kendisine dünya malından veya yiyecek ve içecek bir şey verdiğini gören, verilen şeyin şerefi nispetince erişeceği bir hayra delalet eder. Bir kimse rüyada onun mübarek elbiselerinden birini giyse veya Peygamber efendimiz kendisine elbisesini verse, o kimse mülke erişir. Fakir ise, zengin olur, bekârsa evlenir.

Resulullahın sürme çektiğini gören, dininde salih olur. Onun çok güzel olduğunu görmek, rüya sahibinin çok dindar olduğuna delalet eder. Resulullahı buğday benizli gören, heva ve hevesi terk eder, tevbe etmeyi tercih eder. Beyaz tenli olduğunu gören, Allah’a tevbe eder. Güzel amel yapar ve yolunu düzeltir.

Resulullahın sakal-ı şeriflerinin siyah olduğunu ve beyazlık bulunmadığını gören, sevinç ve büyük bir ucuzluğa kavuşur. Sakalına aklık karıştığını görenin kuvvetli oluşuna ve düşmanına galip gelmesine delalet eder.

Resul-i ekremi kendi mescidinde veya harem-i saadetinde gören, kuvvet, izzet ve yüceliğe erişir. Resulullahın kabri şerifini gören, zengin olur, hapis ise kurtulur. Kabr-i şerifi ziyaret ettiğini gören, büyük bir mala erişir.

Resulullahın peşinden yürüdüğünü görenin, sünnete uyduğuna delalet eder. Resulullahı ayakkabısız görse, rüya sahibinin cemaatla namazı terk ettiğinden, ona, cemaatla namaz kılması için emrettiğine delalet eder. Resulullahın mestlerini giydiğini görmesi, Resulullahın o kimseye Allah yolunda cihad yapması için emrettiğine delalet eder.

Resulullah ile müsafeha yaptığını görenin sünnet-i Resulullaha uyduğuna delalet eder. Resulullah kendisine rüyada hurma ve bal gibi güzel ve hoş bir şey ikram etse, Kur'an-ı kerimi ezberler ve ona verilen şey miktarınca ilim elde eder.

Peygamber efendimizin hutbe okuduğunu gören, iyilikle emir ve kötülükten nehyeder. Resulullahın kendisine bir şey verdiğini gören kimse, ilme nail ve hakka tâbi olur. Resulullahın kendisine verdiği şeyi almadığını görse, o kimse bid'at işler.

Resulullahı uzun boylu bir delikanlı suretinde görmek, insanlar içinde çıkacak fitneye delalet eder. Resul-i ekremi yaşlı bir şekilde görse, insanların afiyette olmalarına delalet eder. Resulullahın kendisine kızdığını veya kendisiyle mücadele ettiğini veya sesini onun sesinden daha fazla yükselttiğini görenin, dinde çıkaracağı bir bid'ate delalet eder. Resulullahın herhangi bir yerde vefat ettiğini gören, o sene orada vefat eder.

Peygamber efendimizi rüyada görmek için

Peygamber efendimizi rüyada hakiki şekliyle görebilmek için düzgün itikada sahip olmak, ibadetleri yapıp haramlardan kaçmak ve çok salevat-ı şerife getirmek lazımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma gecesi iki rekat namaz kılıp, her rekatta bir Fatiha, bir Âyet-el Kürsi, 15 İhlas okuyup selam verdikten sonra bana bin salevat okuyan, öteki Cumaya varmadan beni rüyada görür.) [Şir'a]

Hazret-i Ömer, (Bir mümin, Abher namazını kılıp da Resulullahı rüyasında görmezse, ben Ömer değilim. Yemin ederim ki, Allahü teâlâ, bu namazı kılanın işini görür, dilediğini verir, günahı ne kadar çok olsa da, hepsini affeder, ölürken susamaz, kabrine çiçekler döşenir. Kabrinden kalkarken de, başına keramet tacı konur) buyurdu. Hazret-i Ali de, (Resulullahı görmek istediğim zaman, Abher namazını kılarım) buyurdu.

Abher namazı, 4 rekatlık nafile bir namazdır. İkinci rekatta, oturulunca Ettehiyyatüden sonra salli barik okunur. Her rekatta bir Fatiha, on defa Kadir suresi okunur. Sonra rükudan önce, 15 defa Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber tesbihi okunur, sonra rükuya varılır, rükuda 3 defa Sübhane rabbiyel azim dendikten sonra 3 defa yukarıdaki tesbih okunur. Sonra doğrulup, kavmede, yani ayakta iken aynı tesbih 3 defa daha okunur. Secdeye varılır, 3 Sübhane Rabbiyel a'ladan sonra, aynı tesbih 5 defa okunur. Daha sonra ikinci secdeye gidilir. İki secde arasında tesbih okunmaz.

Diğer 3 rekat da böyle tamamlanır. Selamdan sonra konuşmadan Kadir suresi on defa okunur. Sonra aynı tesbih 33 defa okunup Cezallahü Muhammeden anna ma hüve ehlühü denir.

Resulullah efendimizi rüyada gören müslüman, ölene kadar o hâlini muhafaza ederse Cennetliktir.

Resulullahı rüyada görmek
Sual:
Bazıları, (Peygamberi rüyada gördüm, bana şöyle bildirdi) diyerek, dine aykırı şeyler söylüyorlar. Şeytan, Peygamberin kılığına giremeyeceğine göre, bu nasıl oluyor?
CEVAPBirincisi, Resulullahı gördüğü yalan olabilir. İkincisi, dine aykırı olduğuna göre, görülenin Resulullah olmadığı kesindir. Şeytan, başka şekle girip, ben Peygamberim diye yalan söyleyebilir. Peygamber efendimizi tanımayan da, o şekli Resulullah zanneder. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullahın hakiki şeklini, rüyada tanıyabilmek çok güçtür. Bunun için, rüyalara nasıl güvenilebilir? Şeytan, Resulullahın yüksek şanına yakışacak bir şekilde, o Serverin ismiyle görünemez. Melun şeytan, düşmanlığını burada da gösterebilir. Araya karışarak, olmayan şeyi olmuş gibi gösterebilir. Rüya göreni şaşırtır. Kendi sözlerini ve işaretlerini, onun sözleri ve işaretleriymiş gibi gösterir. Resulullah vefat ettikten sonra, bir kimse uykuda, hisleri çalışmazken ve yalnızken, nasıl olur da, rüyanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değiştirmediğini anlayabilir? (1/273)

Resulullahı uygun olmayan bir şekilde görmek, zaten o kişinin bid’at veya günah işlediğini gösterir. Bunun için, rüyada söylendi denilen, dine aykırı sözlere itibar edilmez. [Mesela, Şeyh Ahmet vasiyetnamesi isimli yazıda, Resulullahı gördüm denmesi tamamen yalandır.]
İnsanlar uykudadırlar,ölünce uyanırlar.
Hz Muhammed sav
Cahilin sonunda göreceği şeyi,
akıllılar önce görür.

Mevlânâ Hz.
Tatlı dilli güler yüzlü bir delikanlı bal satardı.Bu,öyle yakışıklı,öyle sevimli bir gençti ki,gönüller onun şeker gülüşünden yanar tutuşurdu.
Genç satıcı beli boğumlu bir şeker kamışını andırırdı. Sinekten çok müşterisi vardı. Öyle ki, hani zehir satsa, onun elinden olduktan sonra herkes bunu bal şerbeti diye içerdi.
Bir gün kaba saba bir adam, bu delikanlının satışını gördü, kazancını kıskandı. Ertesi gün kendisi de başında bal, yüzünde sirke, şehri dolaşmaya başladı. Bağıra çağıra, bir o yana, bir bu yana, mahalle arasında geziniyor, malını satmaya çalışıyordu.Fakat ne hikmetse,balına müşteri değil sinek bile konmadı.
O gün eline hiç para geçmedi. Akşam olunca sıkıntı içinde evine döndü. Fena halde kızmıştı. Suratını cezadan korkan suçlular gibi asmış, kaşlarını bayramda zindanda kalan mahkum gibi çatmıştı.
Karısı ona Şaka yoluyla şöyle dedi.
"Yüzü ekşi olanın balı acı Olur!"
Sâdî ŞİRAZÎ



Dünyâ hayatı, kâh sevinç kâh hüzün, binbir med-cezirler içinde devam edip gider. Gönül öyle bir misafirhânedir ki, orada yaşanan elem ve ıztıraplar da, sevinç ve mutluluklar da birer misafir hükmündedir. Hiçbiri dâimî ve kalıcı değildir. Bu yüzden mü’minin hâdiseler karşısında aşırı sevinç veya aşırı hüzne kapılarak fânî hayatın huzur ve îtidâlini gereksiz yere bozmaması îcâb eder.
Mükemmel bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan edilen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı, çileler ve ıztıraplar manzûmesidir. Nitekim kendisi bu hâlini; “…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurarak ifâde etmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)
Ancak çektiği çilelerin hiçbiri, Allah Rasûlü’nün metânetini ve muvâzenesini bozamadı. O, bütün bunları büyük bir olgunluk ve rızâ hâliyle karşıladı. Gönlü nice acılarla dağlanmasına rağmen, gül yüzünden tebessüm hiç eksik olmadı. O’nu hiç kimse, hiçbir zaman asık bir yüzle, çatık kaşla ve abus bir çehre ile görmedi. Zîrâ O, Hak Teâlâ ile berâberliğin neşe ve huzuru içinde dâimâ tebessüm hâlinde bulunur, her hâlükârda İslâm’ın güler yüzünü aksettirirdi.
Kendilerini Rasûlullah’ta fânî kılan ashâb-ı kirâm ve evliyâullâh’ın da iç dünyâlarının güzellikleri sîmâlarına aksetmiş, dâimâ tebessüm hâlinde olmuşlardır. Nitekim Ümmü’d-Derdâ -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:
“Ebu’d-Derdâ, bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Birgün ona:
«–İnsanların senin bu hâlini tuhaf karşılamasından endişe ediyorum!» dedim. O ise bana:
«–Allah Rasûlü bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi.» dedi.” (Ahmed, V, 198, 199)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Allah yolundaki gayretleri, mübârek yüzünde bir gül gibi açan dâimî tebessümleri, O’nun Allah Teâlâ ile huzur verici beraberliğinin en güzel misâliydi.
Her insan sevinmekten haz duyar. Ancak her şeyin olduğu gibi sevinmenin de bir ölçüsü, hadd-i lâyığı vardır. Başa gelen musîbetler sebebiyle kendini mahvedercesine eleme gark olmak nasıl hatalı ise, sevinç ve mutluluk veren hâdiseler karşısında kendini kaybedercesine kahkahalar atmak gibi taşkınlıklar da insanlık haysiyet ve şahsiyetini zedeleyici hâllerdir.
Mü’min, dâimâ rakik, ince, hassas bir kalbe sahip olmalı, sîmâsından da tatlı bir tebessümü eksik etmemelidir. Tebessüm, taşkınca gülmenin hafifliğine karşı mü’minin vakârı, diğer taraftan asık suratın iticiliğine karşı da mü’minin câzibesidir.
Hazret-i Mevlânâ, gülmek gibi sıradan görülen bir davranışın bile kişinin karakterini ele verdiğinden hareketle ince bir îkazda bulunur:
“İnsanın nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden aklını anlarım.”
Haddinden fazla ve taşkınca gülüp neşelenmek, kimi zaman insanı gaflete sevk ederek ona bu âlemde imtihana tâbî bir kul olduğu hakîkatini unutturuverir. Asıl ve ebedî saâdetin âhirette olduğunu unutmak ise, gönlün fânî hazlara esâretiyle neticelenir. Bunun uzun müddet devâmı hâlinde, şen-şakrak kahkahalar rûha zehir saçar, kalpler kasvete bürünür, katılaşır, hassâsiyetlerini yitirir.
Fazla ve taşkınca gülmenin, kişiyi mânen hangi handikaplara sürükleyebileceği husûsunda Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu îkazı çok ibretlidir:
“Gülmesi çoğalanın heybeti azalır. Fazla şaka yapan, eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan, onunla tanınır. Çok konuşan, çok hatâ yapar. Çok hatâ yapanın hayâsı azalır. Hayâsı azalan kimse şüpheli şeylerden az kaçınır. Şüpheli şeylerden az kaçınanın da kalbi ölür!” (İhyâ, III, 288)
En mühim mânevî hastalık olan gaflet, insana içinde bulunduğu mes’ûd hâli kalıcı gibi göstererek onu aldatır. Önündeki ölüm, diriliş, hesap, sırat gibi zor menzilleri unutturarak onu asıl meselelerinden gâfil kılar. İnsanoğlunun bu umûmî vasfı Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! Ve siz, gaflet içinde oyalanmaktasınız.” (en-Necm, 60-61) âyetleriyle ifâde buyrulur.
Bu meyanda Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Tefsîr, 5/12)
Hazret-i Mevlânâ, bu hakîkatlerin îzâhı mâhiyetinde şu nasihatte bulunur:
“Akıllılar önceden ağlar; sonunda tebessümlere gark olurlar. Ahmaklarsa, önceden kahkahalara boğulur, sonra da başlarını taşlara vurarak ağlarlar. Ey kişi! Firâsetli olup işin sonunu başlangıçta iken gör de cezâ gününde pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşma!..”
İmam Gazâlî Hazretleri de şöyle bir kıssa nakleder:
Adamın biri, taşkınca gülmekte olan kardeşine:
“–Cehennemden kurtulacağına dâir bir haber mi aldın?” diye sorar. Kardeşinden; “–Hayır.” cevabını alınca da:
“–O hâlde nasıl (böyle) gülebiliyorsun!” der. (İhyâ, III, 288)
Zîrâ peygamberlerin dışında hiçbir kul, cennetle teminat altında değildir.
Vehb bin Verd -rahmetullâhi aleyh-, halkın bayram günü aşırı güldüklerini görünce onlara şu nasihatte bulunur:
“Eğer günahlarınız bağışlandıysa bu hâl, şükredenlerin hâli değildir. Eğer günahlarınız bağışlanmadıysa bu, (ilâhî azaptan) korkanların hâli değildir!” (İhyâ, III, 288)
Muhammed bin Vasi’ -rahmetullâhi aleyh- de şöyle der:
“Cennette duran bir adamın ağlaması ne kadar garip ise, dünyada henüz gideceği yeri(n cennet mi, cehennem mi olacağını) bilmeyen kimsenin aşırı gülmesi de o nisbette şaşılacak şeydir.” (İhyâ, III, 289)
Bu hâl, İslâm ahlâkının mü’mine kazandırdığı şahsiyet ile ilgili olarak çok mühim bir ölçü ihtivâ etmektedir. Demek ki mü’min, iç âleminde ebedî ve muazzam endişelerin volkanları kaynamasına rağmen, yüzünde sâkin bir liman gibi sükûnet tevzî edebilmelidir. Ne aşırı sevince kapılıp gevşemeli, ne de aşırı hüzne kapılıp bedbin olmalıdır.
Mü’min, “havf ve recâ” arasında bir kalbî kıvam oluşturmalıdır. Havf; yaptığı amellerden şımarmayıp Cenâb-ı Hakk’a azâbından korkarak dâimî bir ilticâ hâlinde bulunmak, recâ ise, Allâh’ın rahmetinden dâimâ ümitvar olmak ve bu ümitle bedbinliğe düşmemektir.
Hâlid-i Bağdâdî -kuddise sirruh- talebesine yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Bak oğlum, şimdiye kadar yaptığım hiçbir ibâdete güvenmiyorum. Yalnız Rabbimin rahmetini diliyorum. Ne olursun, hocanın hüsn-i hâtimesi için duâ et.”
İşte mü’minin tabiat-ı asliyesi olan tebessüm, bir bakıma bu îtidal kıvâmını da ifâde eder. Fakat tebessüm gibi güzel bir davranışın da bir âfeti vardır ki, o da yanlış bir niyetle yapılmasıdır. Gurur, kibir, istihzâ, din kardeşini hor görme, mü’minlerle alay etme gibi kötü niyetlerle yapılan ve pek de önemsenmeyip geçilen bu tip tebessümler, aslında pek çetin bir âhiret vebâli olacaktır. Nitekim İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-:
“…Vay hâlimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!..” (el-Kehf, 49) âyetinin tefsîrinde “sağîre/küçük günah” hakkında, mü’min ile istihzâ ederken yapılan tebessümdür; “kebîre/büyük günah” hakkında da, bu arada atılan kahkahalardır, demiştir. (İhyâ, III, 294)
Mü’minin Tebessümü Yüzünde,
Hüznü ise Kalbindedir…
Bütün bu hakîkatlere göre, mü’minin gönül kıvâmında belli miktarda hüzün ve endişeye de ihtiyaç vardır. Bununla birlikte gönül mahzun ve mağmum iken, yüzün tatlı bir tebessümle aydınlanması îcâb eder. Zîrâ Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh-’ın buyurduğu gibi:
“Mü’minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir.”
Yâni kâmil mü’minlerin hüznü ve gözyaşları, kendi kulluklarındaki hata ve noksanlıklarını düşünmeleri sebebiyle tenhâlarda, yalnızlıkta ve bilhassa seherlerdedir. Onların bu enfüsî muhâsebe hâlleri ve kendi kusurlarını tefekkür edip gönül aynalarını gözyaşı ile yıkamaları, aynı zamanda yüzlerine akseden nûrun da kaynağını teşkil eder.
Mevlânâ Hazretleri, Hak dostlarının yüzlerindeki nûrun hikmetini ne güzel îzah buyurur:
“Ben kendi yüzümü görmem de senin yüzünü görürüm. Sen de kendi yüzünü görmez, benim yüzümü görürsün. Kendi yüzünü görebilen kişinin nûru, halkın nûrundan fazladır.”
Yâni yüzdeki nûrun bir sebebi de, kişinin kendi hâline dikkatle bakabilmesi, başkalarının kusurlarından önce kendi noksanlıklarını görebilmesidir. “Nefsini bilen, Rabbini de bilir.” hikmetine eren âriflerin yüzlerindeki nûrun menbaı da budur. Bunun içindir ki; “Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz!” buyrulmuştur.
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur ki:
“Mü’min, insanlara karşı yüzüyle sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur… Mü’minin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok; gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, hâlbuki kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk-çocuğu ile uğraşıyor görünür, fakat kalbi Rabbi iledir.
…Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak! Sevincini ve neşeni biraz azalt! Biraz hüzünlü ol! Bil ki Peygamber Efendimiz, başkalarının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı...”
İnsanın taşkınca gülmesi, bir ifrat hâlidir. Somurtup surat asması da bir tefrit hâlidir. Her iki hâl de, mü’min gönüller için mânevî âfetlerdendir. Bunun îtidâli ve en makbûl olan kıvâmı ise tebessümdür.
Peygamber Efendimiz’in Tebessüm Hâli
Tebessüm, fazla ses çıkarmadan, en fazla dişlerin görülebileceği şekilde olan gülmektir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz de böyle gülerdi. Gülmesinde kahkaha gibi aşırılık olmazdı. Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-şöyle buyurur:
“Hazret-i Peygamber’in küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sâdece tebessüm ederdi.” (Buhârî, Edeb, 68; Müslim, İstiska, 16)
Birçok sahâbînin rivâyetine göre, Efendimiz
-aleyhissalâtü vesselâm- insanların en güzel huylusu olup en nâzik davrananıydı. Her zaman mütebessim idi. Yüzünde parıldayan bir aydınlık ve nûr vardı.
Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûruna, bey’at etmek için gitmiştik. Huzûr-i âlîlerinden ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana:
«–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü ondan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.» dediler.” (Heysemî, VIII, 279-280)
Yahudî âlimlerinden Abdullah ibn-i Selâm, hicrette merakla Allah Rasûlü’nü sormuş, vech-i mübâreklerine bakınca da:
“Bu yüz yalan söylemez!” diyerek müslüman olmuştu. (Tirmizî, Kıyâmet, 42/2485; İbn-i Mâce, Et’ime 1, İkâmet 174)
İnsanın yüzü-gözü, üstü-başı bir nevî vitrinidir. Bütün varlıkların bilinen lisanları dışında bir de hâl lisânı vardır. Yâni insan, ağzıyla konuşmasa bile duruşuyla da bir beyan hâlindedir. İnsanın yüzünde, gönül hâlinden bir nişan vardır. Gören gözler için bütün çehreler, iç âlemlerin tercümânıdır. Bu bakımdan sîmâlardaki nûrânî bir tebessüm hâli, gönül âleminin en güzel dışa yansımasıdır.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dâne­lerden haber versin. Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir.
Gülen nar, bağı, bahçeyi de güldürür. Âriflerin sohbeti, seni de ârifler arasına katar. Sen, kaskatı bir taş veya mermer parçası olsan da, bir gönül sahibine eri­şebilirsen cevher olursun.”
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de âlemleri aydınlatan nur çehresiyle insanların yanından yavaşça ve tebessüm ederek geçerdi. Dâimâ mütebessimdi. Ashâbının gönüllerini hoş etmek için onların sözlerini dikkatle dinlerdi. Onlara inci dişleri görülecek şekilde gülümserdi. Ashâb-ı kirâm da kendisine uyarak sohbetinde yalnız tebessüm ile iktifâ ederdi.
Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Fahr-i Kâinât Efendimiz, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten alıkoymaz ve her gördüğünde gülümserdi.” (Buhârî, Edeb, 68)
Abdullah bin Hâris -radıyallâhu anh- ise:
“Allah Rasûlü’nden daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 10)
Hadîs-i şerîflerde buyrulur:
“Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr, 144)
“Her iyilik bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman ve kendi kabından kardeşinin kabına su boşaltman bile iyilikten sayılır.” (Tirmizî, Birr, 45/1970; Ahmed, III, 344; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 304)
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yoksullara infâk edecek bir şey bulamadığında, utancından başını öbür tarafa çevirirdi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.” (el-İsrâ, 28)
Bu emr-i ilâhînin ardından Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- verecek maddî imkânı olmadığı takdirde yoksulların gönlünü kazanmak için onlara güler yüz ve tatlı sözle muâmele ederdi.
Bu itibarla müslümanın, din kardeşine tebessüm etmesi, selâm vermesi ve güzel söz söylemesi, aslâ küçümsenemeyecek kıymette bir ictimâî ibâdettir. Zîrâ tebessüm, mü’minler için bir sünnet-i müekkededir.
Hak Dostlarının Tebessüm Hâli
Peygamber ahlâkıyla yoğrulan sâlih mü’minler de, kalb-i selîme ulaşmış yüksek şahsiyetler oldukları için her hâllerinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izini tâkip ederler. Tebessümleriyle bahar mevsimi gibi gönüllere sürûr ve huzur verirler. Nazarları, ruhlara meltem olur. Nurlu sîmâları ile de dâimâ Allâh’ı ve âhireti hatırlatırlar. Zîrâ onlar, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den dâimâ akis ve feyz alma hâlindedirler.
Hayatın fırtınaları karşısında ümmet-i Muhammed’e yakışan da, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ve Hak dostları gibi “gül tabiatlı” olabilmektir. Zîrâ gül, dalındaki dikenlere katlandığı için, hoş rengiyle ve güzel râyihasıyla dâimâ tebessüm hâlindedir ve bütün insanlara; “Beni gönül gözüyle okuyun da benim gibi olun!” demektedir.
Dînin gâyesi de, işte böylesine zarif, güzel ve hassas insanlar yetiştirmektir. Kâmil mü’minler, güler yüzleriyle; güle, sümbüle, bülbüle, bütün varlıklara selâm hâlindedirler. Onların gönül âlemleri, bütün mahlûkâta bir pencere gibi açılmıştır. Zîrâ kâmil mü’minler, açan çiçeklerin, öten kuşların, meyveli ağaçların hikmetinde derinleşerek çiçekler gibi ince ruhlu ve nâzik; meyveli ağaçlar gibi cömert ve ikram sahibi olurlar.
Hak dostlarından Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, din kardeşiyle dostlukta en mühim şart ve âdâbın, ona karşı dâimâ güler yüzlü olmak ve onu sevindirmek olduğunu; Ebû Osman Hîrî Hazretleri, günahta olmamaları şartıyla her zaman güler yüz göstermek olduğunu ifâde etmişlerdir. Ebû Abdullâh Sâlime de tatlı dil ve güler yüzün Hak dostlarının fârik vasıflarından olduğunu beyân etmiştir.
Hâris el-Muhâsibî -kuddise sirruh- şöyle buyurur:
“Güzel huyluluk dört şey iledir:
- Gâfillerin eziyetlerine sabretmek,
- Fazla kızmamak (kendini bilmezlerin câhilce sataşmalarına karşı «selâmetle» deyip geçebilmek),
- İslâm’ın güler yüzünü gösterebilmek,
- Ferahlatıcı ve huzur verici bir lisâna sahip olmak.”
Hasan-ı Basrî Hazretleri de güzel ahlâkı şöyle hülâsa eder:
“Güzel ahlâkın esâsı, iyiliği yaygınlaştırmak, kimseyi rahatsız etmemek ve güler yüzlü olmaktır.”
Kâinâtın hamuru, muhabbet mayasıyla yoğrulmuştur. Mikro âlemden makro âlemlere kadar bütün bir kâinât gönül gözüyle seyredildiği takdirde, her şeyin özünde ilâhî muhabbetten bir nişan taşıdığı görülür. Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki cemâlî sıfat tecellîleri olan bağlar, bahçeler, pınarlar, açan çiçekler, rengârenk kelebekler, cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar, hep insana ilâhî bir tebessümü hatırlatır. İnsanın bu gerçeklerden gâfil kalması ne hazindir. Kula düşen, bu ilâhî tebessümü idrâk edip onu kendi sîmâsından mahlûkâta aksettirebilmesidir.
Hayatını amel-i sâlihlerle ihyâ eden bir mü’min, en güzel tebessüme vefât ânında rastlayacaktır. Bu hâl, âyet-i kerîmede ne güzel ifâde buyrulur:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikâmet üzere olanların üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin, derler.” (Fussilet, 30)
Yine âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62)
Mahlûkâta ilâhî muhabbetin tebessümünü aksettirebilen kâmil mü’minler, âhirette kim bilir ne muhteşem tebessüm hazinelerine nâil olacaklardır.
Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde bir kıssa nakleder:
“Güzel ahlâklı bir adam vardı. Bu zat, (kendisine) fenâlık yapanlar hakkında dâimâ iyi söyler, onlara iyi muâmele ederdi. Vefât ettikten bir müddet sonra birisi onu rüyâsında gördü ve:
«–Öldükten sonra başına ne geldi, bana anlat!..» dedi.
Vefât etmiş olan zât, ağzını gül gibi tebessüm ederek açtı ve bülbül gibi güzel bir sesle dedi ki:
«–Ben hayatımda kimseye sert ve fenâ muâmele etmedim, sert yüz göstermedim. (Herkese güler yüz gösterdim.) Onun için bana da sert ve fenâ muâmelede bulunmadılar.»”
Gönüllerini bir dergâh hâline getirmiş olan Hak dostlarında kat’iyyen abus ve asık bir yüz görülemez. Allah dostlarının sîmâsı, muhataplarının gönüllerine huzur bahşeder, onları mânevî bir âleme taşır. Yine onlar, mahzunları gönül saraylarına alarak tesellî ederler. Sanki onların gönül âlemleri, bir huzur ve rehabilite merkezi hâlindedir.
Bu huzurun asıl hikmeti ise, insanlara Allâh’ı ve âhireti hatırlattıkları için, rûhu bunaltan nefsânî ve dünyevî kaygılardan, ihtiras ve aşırı düşkünlüklerden insanları kurtarmalarıdır. Ayrıca gerçek huzur ve saâdetin, ebedî saâdet yolunda gayret etmekle mümkün olduğuna dâir, insanlara istikâmet vermeleridir.
Hak dostlarının huzur ve ferahlık tevzî eden mütebessim bir çehreye sahip olmalarının bir hikmeti de, yüklenmiş oldukları irşad mes’ûliyetidir. Zîrâ halkı îkaz ve irşad hizmetinde güler yüz ve tatlı söz sahibi olmak, ilâhî bir emirdir. Tebessüm, kişinin karşısındakiyle bir gönül râbıtasıdır. Bu itibarla, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta en güzel bakış tarzı olan güler yüz ve tatlı söz kadar tesirli ve lüzumlu bir irşad metodu olamaz. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 159)
İrşad hizmetinde güler yüz, tatlı söz ve zarâfetin ne kadar mühim olduğuna dâir Şeyh Sâdî, Bostan adlı hikemî eserinde çok ibretli bir hikâye nakleder:
“Tatlı dilli, güler yüzlü bir delikanlı bal satardı. Bu, öyle bir civanmert idi ki, gönüller onun tatlılığından yanar, erirdi. Boyu, beli saz ile bağlanmış şeker kamışına benzerdi. Müşterisinin sayısı belli değildi.
Öyle bir yiğit idi ki, faraza bal satmayıp zehir satacak olsaydı, herkes zehri onun elinden, bal gibi içerdi.
Suratsızın biri de, o yiğidin satışına özendi, kazancını kıskanıp bal satmak istedi. Bal tablası başında, sirke satan yüzüyle, mahalle mahalle dolaştı. «Bal, bal!» diye bağırdı durdu. Fakat balına müşteri değil, bir sinek bile konmadı.
Akşam oldu, eve döndü. Eline bir kuruş geçmemişti. Fenâ hâlde kızdı, bir köşeye çekildi, oturdu. Günahının cezâsından korkan günahkâra, bayram günü zindanda tutulan bedbahta benziyordu.
Karısı ona, latîfe sûretiyle:
«–Ekşi yüzlünün balı acı olur!..» dedi.
Çirkin huy insanı cehenneme götürür. İyi huy ise cennetten çıkmıştır.
Arkadaş! Yürü, gerekirse ırmaktan sıcak su iç de, kızgın güneşte kavrulsan bile ekşi yüzlü insanın elinden soğuk şeker şerbeti içme! Kaşları diken gibi çatılmış olan kimsenin ekmeğini yemek rûha ziyanlıktır.
Efendi, hırçınlıkla işini sarpa sardırma; çünkü hırçınlar dâimâ bedbaht olurlar. Farz edelim ki; altının, gümüşün, bir şeyin yok. Tatlı bir dilin de mi yok?”
İşte güler yüz ve tatlı dil, îman ve güzel ahlâktan mahrumların irşâdında da en mühim sermâyelerden biridir. En abus bir surat bile, bir gülistanda, rengârenk ve mis kokulu çiçekler arasında gezerken, oradan rûhuna akseden güzellikler sebebiyle tebessüm eder. İnsanlara rehberlik yapan kimseler de, en haşin ve nâdan kalpleri bile yumuşatabilmeli, en abus çehreleri dahî gülümsetebilmelidirler.
Kâmil mü’minler bu hâlet-i rûhiye içinde sabırlı, mütebessim ve insanların dertlerini omuzlamaya tahammüllü olmalıdırlar. Makbul bir tebliğ için, Kur’ân ve Sünnet’in hikmetleriyle yoğrulmuş hassas bir gönle ve İslâm’ın güler yüzünü yansıtan mütebessim bir çehreye sâhip olmak şarttır. Mânevî eğitim hizmetinde muhâtaplara karşı tebessüm ve teşekkür, bir tabiat-ı asliye hâline gelmelidir.
Rabbimiz, cümlemizi yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilen, ince ruhlu, kâmil mü’minlerden eylesin. Kalplerimizden îman muhabbetini, yüzlerimizden İslâm’ın güler yüzünü eksik etmesin…
Âmîn!
Ey mezarda yatan Mü’min ve Müslümanlar
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Bizler de İnşallah size katılacağız.
Allah’tan bize ve size âfiyet dilerim
Hz.Muhammed(s.a.v)


   
Ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi sevecektir:
1-Dünyayı sevecek,ahireti unutacaklardır
2-Malı sevecekler,ahiret günü hesaplaşmasını unutacaklardır
3-Mahlukatı sevecekler,yaratıcıyı unutacaklardır
4-Günahları sevecekler,tevbeyi unutacaklardır
5-Köşkleri sevecekler,mezarları unutacaklardır

Peygamber'imiz (s.a.v) 

A-DÜNYA HAYATI ÖLÜME HAZIRLIK
İnsan her attığı adımla ölüme giderken, nefsine uymamalı, şeytana kanmamalı ve dünyanın cazibesine aldanmamalıdır.
Hasan Basri Hazretleri şöyle demiştir:
-“Ey âdemoğlu! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, hesap gününde tek başına hesaba çekileceksin. Kalbine çok dikkat et, onu yenile. Zira kalp çabuk paslanır. Nefsini de dizginle. Çünkü o çok azgındır. Eğer sen nefsinin kötü isteklerine mani olamazsan o bir gün seni korkunç bir uçuruma yuvarlar.”
Hz. Ömer (r.a) da:
-“Nefsin özlem ve arzuları, günahların denizidir. Ölüm, ömürlerin denizidir. Kabir, pişmanlıkların denizidir.” demiştir.
İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Nefsine hâkim olan çok şeye hâkim olur. Nefsine uyan da pişman olacaktır.

İnsanın dikkat edeceği şeylerden biri de insanı aldatmaya, kandırıp sapıtmaya, Allah’ı ve ahreti unutturmaya yemin etmiş olan şeytandır.
İnsan şeytanın adımlarını takip etmez, gittiği yoldan gitmez, telkinlerine kanmaz, şeytanın hoşuna gidecek iş yapmaz, şeytana kapı aralamaz, şeytanı işine, aşına ortak etmezse, şeytanı güldürmemiş olur.
Şeytan ne kadar pişmanlık verecek şey varsa insana süslü ve cazip gösterir. (En’am: 43) İnsanı böylece yoldan çıkarıp sapıtır.
Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
-“Ad ve Semud milletini helak ettik. Şeytan, onlara yaptıkları işleri güzel gösterip, onları doğru yoldan çıkardı. Oysa onlar bakıp görebilecek durumdaydılar.” (Ankebut: 38)
Allah Kur’an’da kullarını şu ayetle uyarmıştır:
-“Şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara: 168)
-“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” (Fussılat: 36)
Aslında insan şeytana uymadıkça, şeytanın gücü ve hâkimiyeti insana yetmez. İstemedikçe insan şeytanın tuzağına düşmez.
Dünya arzusu ve aşırı hırs günahların başıdır. Allah’ın kulundan vazgeçmesinin belirtisi, o kulun boş şeylerle uğraşmasıdır.
Allah Kur’an’da şöyle uyarır:
-“Dünya hayatı oyun, eğlenceden başka bir şey değildir.” (En’am: 32)
-“Gökleri, yeri ve bunların arasında bulunanları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (Duhan: 38)
-“Dünya hayatı aldanma ve metadan başak bir şey değildir.” (Bakara: 185)
-“Sakın dünya hayatı seni aldatmasın.” (Fatır: 5)
Peygamber (a.s) da şöyle uyarmıştır:
-“Gözünü dünya işlerine kaptırıp, ahreti unutmaktan sakının.” (R. Salihın: 481)
-“En hayırlınız, ahreti için dünyasını, dünyası için ahretini terk etmeyeninizdir.” (Ramuz el-Ehiadis: 363)
Güzel bir söz var: “Su geminin dışında olursa, onu yüzdürür. Su geminin içinde olursa, gemiyi batırır.” diye insanın kalbi gönlü dünya ile dolmamalıdır. Yoksa ahreti unutur.
Cenab-ı Allah kutsi hadiste şöyle buyurur:
-“Ey dünya! Bana hizmet edene hizmet et. Sana hizmet edeni, hizmetinde kullan.” (H.H.Erdem, İlahi Hadisler: 27)
-“Ey insanoğlu! Dünya sevgisini kalbinden çıkar; çünkü ben, dünya sevgisi ile benim sevgimi asla bir kalpte toplamam.” (F. Yavuz, 40 Kutsi Hadis: 31)
-“Ey Âdemoğlu! Malım, malım diyorsun, yiyip de çıkarıp attığın veya giyip de eskittiğin ve yahut tasaddut edip de önce gönderdiğinden başka senin malın mı var?”(R. Salihın: 1/485)
Peygamber (a.s) şöyle anlatıyor:
-“Cehennemde azabı en hafif olana sorulur:
-Dünya her şeyi ile senin olsaydı bu azaptan kurtulmak için fidye olarak verir miydin?” O kişi hiç tereddütsüz cevap verir:
-“Evet” Ona:
-“Senden dünyada bunun daha azı istenmişti, niye vermedin?” denir.
Şöyle anlatırlar:
Adam son anlarında oğluna “Beni çoraplarımla gömün” diye vasiyet eder. Daha önce de bir dostuna oğluna verilmek üzere mektup bırakır.
Baba ölünce oğlu babasının bu isteğini duyurur. “Olmaz, inancımızda kefenden başka bir şeyle gömülmez.” derler. Definden sonra baba dostu mektubu verir. Mektupta şunlar yazılıdır: “gördün mü oğul! İstesem bile bir çift eski çorabımı bile götüremedim. Sen de götüremeyeceksin.” Böylece baba oğlunun dünya hırsını kırmış, ders vermiş, götürülecek olan şeyin sadece amel olduğunu anlamıştır.
B-HER İNSANIN BAZI KORKULARI OLMALIDIR
Korkusu olmayan, yanlış yapar, hata eder ve zarar görür. Korkmayan, korkutulur. Unutan, unutulur.
Bir ayette şöyle bir uyarı vardır:
-“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr: 19)
İnsan, âlemlerin Rabbini unutursa, birçok şeyi unutur.
Bir hadiste peygamber (a.s)  şöyle buyurur ve uyarır:
-“Beklemekte olduğunuz yedi şey için acele ediniz:
1- Unutturucu fakirlik,
2-Azdırıcı zenginlik,
3-Hayatınızın tadını kaçıracak hastalık,
4-Bunaklık veren ihtiyarlık,
5-Ani ölüm,
6-Deccal,
7-Gelecek olan kıyamet.” (Ramuz el-Ehadis: 243/1)
İnsan bunlara hazır olmazsa kaybedenlerden olacaktır. Hayatın sonunda “Ah, vah, keşke” diye sızlanacak ve tekrar hataları telafi için geri dönmek isteyecektir. Ona o zaman “Şimdi mi?” cevabı verilecek “Sana o kadar ömür verilmedi mi?” denilecektir.
Yaşadığına pişman olmamanın yolu şu endişe ve korkular içinde yaşamaktır.
1-Müslüman her zaman imanına zarar vermekten ve onu kaybetmekten korkmalıdır. Kur’an’da: “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yakışır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” buyrulur. (Al-i İmran: 102)
2-Müslüman her sözünde ve her işinde amel defterine günah ve kötülük yazılmamasına dikkat etmeli ve bundan korkmalıdır.
İnsan, ihtiyaç sahibi olmaktan korkup dünyalık için çalıştığı kadar, cehennemden korkarak ahret için çalışmazsa Allah’ın azabından kurtulamaz.
3-Müslüman, amelinin boşa gitmesinden, şeytana ve hak sahiplerine kaptırmaktan korkmalıdır. Çünkü şeytan, dünyayı ve günahları süsler, cazip gösterir. İnsanı sapıtıp, azdırmaya yemin etmiştir.
4-Müslüman Azrail’in kendisine hazırlıksız ve ansızın gelmesinden korkmalıdır. Bunun için kötü hal üzere bulunmamalıdır. Çünkü peygamberimiz: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz.” buyurmuştur.
5-Müslüman, dünyaya meyledip, ahreti unutmaktan korkmalıdır. Dünya hayatının geçici, aldatıcı ve oyundan, eğlenceden ibaret olduğunu unutmamalıdır.
6-Müslüman, ailesine ve çocuklarına sarılıp, Cenab-ı Allah’ı ve ona kulluğu unutmaktan korkmalıdır.
Kur’an’da: “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir.”  (Enfal: 28) uyarısı yapılmıştır.
Müslüman boş ve manasız şeylerle uğraşmamalıdır. Kendisine faydası olmayan şeylerle vakit geçirmemelidir. Müslüman’ın ciddi işleri vardır, ciddi işlerle uğraşmalıdır.
Dış ülkede çalışan bir vatandaşa köylüleri:
-“Sen kendini kurtardın; ev aldın, araban var… Dediler.
Gurbetçi vatandaş biraz düşündükten sonra gözyaşları ile şu cevabı verdi:
-“Namaz yok, ibadet yok, nasıl kurtulmak bu….?
C-ÖLÜME HAZIRLIK VE İMANLI ÖLMEK
İnsan ölmek istemiyor, ölümden çok korkuyor. Bunun nedeni hep dünya için çalışıyor ahreti unutuyor, kendisini kurtaracak şeyleri yok da ondan. Gitmeye yüzü yok. Ne getirdin? Neyin var? Sorusuna verecek cevabı yok. Ölüme hazır değil ondan.
Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:
-“Bir zaman gelecek ümmetim beş şeyi sevip beş şeyi unutacaktır:
1-Dünyayı sevip, ahreti unutacaktır.
2-Hayatı sevip, ölümü unutacaktır.
3-Saray ve köşkleri sevip, kabirleri unutacaktır.
4-Malı sevip, hesabı unutacaktır.
5-Yaratılanı sevip, yaratanı unutacaktır.”
Müslüman, Rabbini, ahretini, ölümü, kabri ve hesabı asla unutmaz. O imanlı olarak çene kapamayı arzular.
Hayatta iken insana hayat:
-“Ömrünü güzel yaşa” der.
İnsan öleceği zaman da bir ses:
-“Sakın hazırlıksız ölme” der.
Cenaze yıkanıp kefene sarılınca bir ses:
-“Sakın azıksız yola çıkma, geri dönüşün olmaz” der.
Cenaze kabre varınca bir ses:
-“Kabir için ne getirdin?”der
Kabre konulunca bir ses
-“Gel bakalım!” der.  Cenaze o zaman anlar ki ölmüş.
Bazıları ölüme hazırlık deyince kefen alıyor, mezar alıyor, hatta kazdırıyor. Bir içine girmek kalıyor. Ölüme hazırlık bu değil. İnsanı çıplak gömmezler. Bir kefen bulurlar. Çöplüğe de atıvermezler, mutlaka gömerler. Ölüme hazırlık bizden istenilenlerin yerine getirilmesidir. Bunlar yapılmadıysa yapılan teferruatın ne yararı olur? Cenaze namazının ne faydası olur? Dünyada öğüt ve nasihat dinlemediyse kabri başındaki telkinin ne faydası olur?
Allah insana fazla soru sormaz. Der ki: “Kulum dünya da ben hep seninle idim, sen kiminle idin?” der. Ve “Bana ne getirdin?” diye ilave eder. Çünkü dünyada Allah ona:
-“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.” diye emretmiştir. (Haşr: 18)
Bu emre uyan doğduğuna ve yaşadığına pişman olmaz.
Peygamber (a.s) der ki:
-“İnsan ölünce her şey önüne konur. O kişi, önündekilere bakar ve derki: “Ya Rabbi! Beni dünyaya döndür de dünyada terk ettiğim güzel işleri işleyeyim.” (Ramuz el-Ehadis: 42/8)
Ebu Bekir (r.a) sorar ve peygamber (a.s) cevap verir:
-“Hayırlı mümin kimdir ya Resulallah?
-Ömrü uzun, ameli güzel olandır.
-Hayırsız kimdir ya Resulallah?
-Ömrü uzun, ameli kötü olandır.” (Tirmizi, Zühd: 21)
Peygamber (a.s) bunun için bizi uyarmıştır:
-“Ölmeden önce ölünüz.” “Ölümü çok anın kim ölümü çok anarsa, Allah onun kalbini ihya eder ve ölümünü kolaylaştırır.” (Ramuz el-Ehadis: 80/15)
Şah-ı Nakşibendî hazretlerine:
-“Falan su üstünde yürüyor, havaya seccade serip namaz kılıyor, çoğu zamankabede namaz kılıyor,  diye övmüşler. O da:
-Önemli değil diye cevap vermiş.
-Peki, sizin için önemli olan nedir? Demişler.
-Benim için önemli olan o güzel halini son ana kadar muhafaza edip, imanla gitmesidir, demiş. Önemli olan gidiştir. Hüsn’ühatime ile hayatı noktalamaktır.” demiş.
Allah şöyle emrediyor:
-“Ey iman edenler! Allah’tan ona yakışır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran: 102)
Allah şöyle dememizi de istiyor:
-“Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımız al.” (A’raf: 126)
-“Ey Rabbim! Beni Müslüman olarak öldür ve beni Salihler arasına kat.” (Yusuf: 101)
Bu ayetlere göre Müslüman inancının gereği yaşayacak ve imanlı ölmek için çaba sarf edecektir.
D-AMEL DEFTERİ NE TARAFTAN?
Müslüman hayatı akıllı yaşamalı, dolu dolu yaşamalı, kötülüklerden uzak yaşamalıdır. Her söylediğinin ve her yaptığının bir bir tespit edilip amel defterine yazıldığını asla unutmamalıdır.
Kıyamet gününde amel defteri eline verilecek “al oku” denilecektir.
İnsanın organları yaptıklarına şahitlik edecektir.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
-“Her insanın amelini boynuna doladık. İnsan için kıyamet gününde açılmış olarak önüne konacak bir kitap hazırlarız. Oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter deriz.” (İsra: 13-14)
İnfitar suresinde de: “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde muhafızlık eden sizi her an gözetleyen yazıcılar vardır. Siz ne yaparsanız onu görür ve yazarlar.” (Ayet: 10- 12) buyrularak insan uyarılmıştır.
Evet, filme alınıyoruz. Evet fişleniyoruz. Herkes fişleniyor. Her şey kayda geçiyor. Gizli yapılanlar da,  saklanılanlar da bir gün apaçık ortaya çıkacaktır.
Amel defteri güzel olanlara, defteri sağ tarafından verilecek ve o cennete gidecektir. Amel defteri sol tarafından verilenler ise cehenneme gidecektir.
Biri Hz. Ali’ye sorar:
-“Allah bu kadar insanı nasıl hesaba çekecek? Cevap verir:
-Nasıl rızıklandırıyorsa, öyle!..
E-ÖLÜM HAKTIR- İBRET ALINMALIDIR
Aslında insan her gün farkında olmadan ölüp ölüp dirilmektedir; akşam ölür, sabah dirilir. Hayatında birçok ölüm sebebiyle karşı karşıya kalır. Azrail’in ne zaman geleceğini bilemez.  İnsanın her attığı adım insanı biraz daha mezara yaklaştırır. Güneş doğar, batar, ömürden bir gün daha eksilir.
Allah şöyle bildiriyor:
-“Kime uzun ömür verdiysek biz onun gençliğini ve güzelliğini bozar, beli bükük ihtiyar haline getiririz.” (Yasin: 68)
-“Kıyamet gününü gördüklerinde, dünyada sadece bir akşam vakti, ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (Zariat: 46)
-“Her canlı ölümü tadacaktır.” (Enbiya: 35)
-“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (Rahman: 26)
Peygamberimiz şöyle buyurur:
-“Cebrail bana dedi ki: “Ya Muhammed! Dilediğin kadar yaşa, bir gün öleceksin, istediğini sev, nihayet ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, mutlaka onun hesabını vereceksin.” (Ramuz el-Ehadis: 331/9)
Hz. Ebubekir (r.a)şöyle demiştir:
-“Acele edin, çabuk olun! Kurtulun. Çünkü arkanızdan sizi hırsla takip eden bir ecel koşmaktadır. Siz ölüme hazırlanın, sizden öncekilerden ibret alın.”
Birçok yerde “Bu gün Allah için ne yaptın?” levhaları asılı. Bunu okuyoruz ama cevabını veremiyoruz.  Önce kendi kendimize sormalıyız: “Ben bu gün kendim için ne yaptım, bu yıl ne yaptım?”
Büyüklerimiz hep “ölümü unutma!” uyarılarında bulunmuşlardır. Hz. Ömer (r.a) her gün kendisine “Öleceksin ya Ömer!”  diyerek, öleceğini hatırlatan bir adam tutmuştu. Bizden öncekiler beşikle mezar arasındaki mesafeyi hep hatırlarında tutmuşlardır.
Osmanlı padişahları Topkapı sarayının girişinde özel bir yer yaptırmışlardı. Öldükleri zaman burada yıkanırlardı. Her saraya girişlerinde bu teneşir tahtası olarak kullanılan yeri görürler, dünyanın cazibesine kapılmazlar, şan, şöhret peşinde koşmazlardı.
Vahdettin bu yeri ilk görüşünde şöyle demiştir:
-“Taht ile teneşir tahtasının arası ne kadar yakınmış!”
En son İstanbul’dan ayrılırken kendisine:
-“Hazineden yanınıza bir şeyler alın” diyenlere şu cevabı vermişlerdir:
-“O millet malıdır. Taht ile teneşir tahtası arasındaki mesafeyi bilirim.”
Ölümden, ölenden ibret alınmalıdır. Mezar taşlarındaki mesajlar iyi alınmalıdır. Ölenleri gömdükten sonra ölecekmiş gibi davranılmalıdır. Bir gün de bizim gözlerimizin kapatılacağı, çenemizin bağlanıp, düp düzgün yatırılıp, kefenlenip, salamızın verilip ahret yolculuğuna çıkarılacağımız unutulmamalıdır.
Ölümden, toprak altında yatanlardan daha etkili ibret sahnesi olur mu?
Hz. Ömer (r.a) peygamberimize: “Bana nasihat et ya Resulallah!” deyince peygamber (a.s) ona: “Sana ölüm yeter.” demiştir.
Müslüman’ın vasiyeti hazır olmalıdır. Bu Allah’ın emridir. (Bakara: 180)
Peygamber (a.s) şöyle buyurur:
-“Vasiyete değer bir şeyi bulunan, vasiyeti yanında bulundurmadan iki gece gecelemesi doğru değildir.” (Buhari, Vesaya: 1)
-“Ölüm kapıya gelinceye kadar vasiyeti erteleme.” (Buhari, Vesaya: 7)
Peygamber (a.s) ‘ın bize son vasiyeti:
-“Namaza, namaza dikkat edin. Size iki şey bırakıyorum; Onlara uyarsanız, yolunuzu sapıtmazsınız. Onlar Kur’an ve sünnetimdir.” şeklinde olmuştur.
Müslüman nasıl öleceğini bilmek isterse, yiyip içtiğine ve yaşayışına bakması yeterlidir. Çünkü insan yaşadığı gibi ölür, öldüğü gibi diriltilir ve öyle muamele görür.
Son anda imanla gidebilmek için, güzel ölümle ölmek, güzel yaşamakla mümkündür. Şeytanın son andaki kurduğu tuzaktan ancak insanı güzel işleri kurtarabilir. Rahmetli hocam halsiz düştüğü son anında aniden yatağa oturur: “Defol! Beni bir bardak su ile mi kandıracaksın.” der. Yatağa yatırırlar ve ruhunu teslim eder.
Son an çok önemlidir. Ölüm zevkleri bıçak gibi keser. Bazı gerçeklerin görülmesiyle can boğaza dayanınca, ayrılık vaktinin geldiği anlaşılır; diller birbirine dolaşır. Soğuk soğuk ter basar.
Şeytanın son tuzağı kurulur. İman kavgası başlar. Peygamberimiz: “Allah’a yemin ederim ki, Azrail’in görülmesi, bin kılıç darbesinden daha müthiştir.” demiştir.(Ramuz el-Ehadis: 19/7)
Bir hadislerinde de “Ölülerinize Yasin okuyun.” buyurarak, Yasin’in ölümü kolaylaştıracağını bildirmiştir. Yalnız gusül abdesti almadan ölünün başında Kur’an okunmaz. Başka odada okunur.
Peygamberimiz(a.s): “Son sözü, Lailahe illallah olan, cennete girer.” (Müslim Cenaiz: 2) buyurmuştur. Bunun için hastanın yanında Kelime-i şahadet ve Kelime-i Tevhit getirilmeli, onun duyacağı ve ilgi göstereceği şekilde getirilmeli, onunda söylemesi sağlanmalıdır.  Ama sakın “sen de söyle” denmemelidir. Israr edilmemelidir. Çünkü o sırada şeytanla iman kavgası yapmaktadır. Allah korusun “Hayır” deyiverir.
Bir hadiste de: “Sizden ölüm halinde bulunanlara  “La ilahe illallah” demesini telkin edin.” (R. Salihın: 2/922) buyrulmuştur.
Ölülerimizi rahmetle anmamız ve hayırla yâd etmemiz çok önemlidir. Dualarımız, okumalarımız ölenin azabının hafiflemesine ve kurtuluşuna sebep olur.
Bir kimse, Müslümanlar tarafından hayırla yâd edilirse, cenneti, şerle yâd edilirse, cehennemi hak eder. Hz. Ömer (r.a)’ın yanından geçmekte olan cenazeyi hayırla anarlar, Hz. Ömer: “Vacip oldu” der. “Ne vacip oldu ya Ömer” derler. “Hayırla yâd edilene cennet, şerle yâd edilene cehennem” der. (Riyaz üs-Salihın: 2/954-955)
Hz. Peygamber (s.a.v): “Ölülere sövmeyin, ayıplarını söylemeyin” buyurur. (R. Salihın: 3/1595)
İslam’da gıybet, dedikodu, iftira büyük günahlardandır.
Allah’ın huzuruna çıkıp, hesabını vermeye başlayanı Allah’a havale edelim, ölülere takılıp kalmayalım, çünkü onları Allah teslim almıştır. Gıybetini yapıp, ölü eti yeme yerine onları yüce Allah’a havale edelim.
Sevdiklerimizi de “Rahmetli”, “Rahmetullahi aleyh” diyerek analım, günahlarının affını dileyelim.
Ölülerin ardından okumayı, hayır hasenatı da unutmayalım.
F-KABİR HAYATI VE SORGU
Bir insanın dirisi kadar ölüsü de değerlidir. Öldükten sonra yıkanır, kefenlenir, namazı kılınır ve dualarla mezara gömülür. Unutulmaz ardından hayrı yapılır ve mezarı ziyaret edilir.
Peygamberimiz (s.a.v) cenaze için borcu olup olmadığını sorar,  varsa borcu ödeninceye kadar namazını kıldırmazdı: “Müminin ruhu borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.” buyurmuştur. (R. Salihın: 947)
Bir hadislerinde de: “Cenaze defnedildikten sonra onun için dua edin; zira o sorgulanmaktadır.” buyurmuştur. (R. Salihın: 950)
-“Ölü kendisi için yapılan feryat nedeniyle azap görür.” (Age: 1689)
Kabir, ahret hayatı için bekleme yeridir. Orada yaptıkları ile baş başa kalır.
Kabirde bütün kapılar kapanır. Dünya her şeyi ile geride kalmıştır. Ancak insanın iyi ve kötü işleri insanı terk etmez.
Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:
-“İnsan ölünce onu üç şey takip eder; aile fertleri, yakın dostları, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner. Biri onunla gider. Aile fertleri, dostları ve malı kalır, ameli onunla gider.” (Ramuz el-Ehadis: 506/8)
Bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
-“İnsan öldüğünde ameli kesilir; ancak devam eden sadaka, faydalanılan ilim, kendisi için hayır dua eden evlat müstesna.” (Müslim, Vesaya: 3)
Ölenin ardından yapılan hayır hasenat, borçlarının ödenmesi, okunup dua edilmesi, hepsi ölene ulaşır ve ona fayda verir. Kur’an’da şöyle buyrulur:
-“İsra 24: Anana babana esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerine kanaat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et.” diyerek dua et.”
-“Rabbim, bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr: 10)
-“Habibim! Hem kendilerinin hem de müminlerin günahlarının bağışlanmasını dile”  (Muhammed: 19) bu ayetlere göre her iyilik ölüye fayda verir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:
-“Kabirdeki, boğulmak üzere olan kimseye benzer. Anadan babadan, çocukları ve dostlarından dua bekler. Beklediği dua yapılırsa sevinir.” (Ramuz el-Ehadis: 368/10)
Peygamberimiz: “Ölülerinize Yasin okuyun” diyor. (İslam Fıkhı Ans: 3/17)
-“Kabirdeki boğulmak üzere olan kimseye benzer. Herkesten dua bekler. Dua edilince sevinir.” (Ramuz el-Ehadis: 368/10)
-“Sizden biri Cuma günü bir kabri ziyaret eder de Yasin okursa, Allah ona Yasin’in her harfi kadar mağfiret eder.” (Ramuz el-Ehadis: 422/4)
-“Ölü için Yasin okunursa, azabı hafifler.” (Age: 79/4)
-“Ölüleriniz için Yasin okuyunuz.” (İ. Canan, Hadis Ans: 15/81) diye tavsiye ediyor.
Musalla taşından kalkar kalkmaz sorular başlayacaktır. Kabirde devam edecektir. Kabir bazıları için cennet bahçelerinden bir bahçe, bazıları içinde cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.
Peygamberimizin haber verdiğine göre kabirde ilk sorular şunlardır:
-Rabbin kim?
-Dinin nedir?
-Size kim gönderildi?
Güzel yaşayanlar bu sorulara doğru cevaplar verecek, hayatı oyun eğlence ile geçirenler “Bilmiyorum” diyecek, cevap veremeyecektir.
Kıyamete kadar cennetlikler cennetteki yerini, cehennemlikler cehennemdeki yerini görüp duracaktır. Cehennemlikler : “Kıyamet başlamasın” diyeceklerdir.
Peygamberimizin bildirdiğine göre “ölü kabre konulunca kabir ona: Ey Âdemoğlu! Yazıklar olsun sana! Ne diye beni düşünmedin?” diyecektir.
Dar, karanlık yere girmeden hazırlık yapılmalıdır. Peygamber  (a.s): “Kabirden daha şiddetli hiçbir manzara görmedim.” (Ramuz el-Ehadis: 375/3) “Kabir, Ahret duraklarından ilk duraktır. Kim ki kabirde işi kurtardı, arkası iyidir. Kimde kabirde işi kurtaramadı, gerisi kötüdür.” (Age: 105/12) buyurur.
Dünyaya sığmayan, darlıktan, karanlıktan ve yalnızlıktan hoşlanmayanlar, kabri unutmamalıdır.
Kabir azabı bedene değil ruhadır. İnsan, yaptıklarının hesabını kabirde vermeye başlayacaktır.
Kabrin daralıp içindekini sıkması, kabir azabının başlamasıdır. Peygamberimiz şöyle bildirmiştir:
-“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi, Zühd: 4)
-“Ölümden sonrasını görseydiniz, isteyerek yiyip içemezdiniz, evlerinize giremez, dağlara çıkar ağlardınız.” (Ramuz el-Ehadis: 357/6)
-“Cenaze gömülürken onun için istiğfar edin. Zira o sorgulanmaktadır.” (Riyaz üs-Salihın: 950)
-“En hafif olan cehennemliğe Allah: “Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azaptan kurtulmaya bedel fidye olarak verir miydin?” diye soracak.
-“Evet” diyecek.
-“Sen dünyada iken bundan daha hafifi istendi” denir buyuruyor. (İ. Canan, Hadis Ans: 14/223)
Kabirden kalkış insanın sonunu gösterir. Bu dünya hayatının bir devamı olacaktır. Peygamber (a.s): “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilip, haşrolunursunuz.” buyurmuştur.
Bir hadislerinde de şöyle buyrulur:
-“Her kul öldüğü hal ve yaptığı amel üzere dirilir.” (Müslim, Cennet: 83)
Allah’ın kuluna güzel bir kalkış nasip etmesi için o kulun güzel bir hayat yaşaması gerekir.
Ölenin ardından mevlit okutmak, farz, vacip ve sünnet cinsinden bir ibadet değildir. Dinin emri de değildir. Okutan dinin emrini yerine getirmiş, okutmayan da terk etmiş olmaz. Yapılan büyük çaptaki masraflar, ölü için harcanır; sadaka verilir veya borçlarını ödemek için harcanırsa, daha uygun olur.
Mevlit, pazarlık konusu yapılırsa, israf edilip günaha girilirse, etrafa rahatsızlık verilirse, 7. Gün, 40. Gün, 52. Gün diye okutulursa, okutmamak daha doğru olur.
Ölülerimizi kabre koyup gelmekle iş bitmez. Onları rahatlatacak, kurtuluşunu sağlayacak işler yapılması lazım. Kabirlerinin ziyaret edilmesi lazımdır. Onların bunlardan haberi olur. Yapılanlar onlara ulaşır.
Ayrıca bunlar ölümü hatırlatır. Peygamber (a.s):
-“Kabri ziyaret et. Onlarla ahreti hatırlarsın.” (Ramuz el-Ehadis: 292/7)
-“Vefat eden kardeşinizi ziyaret edin, onlara selam verin. Onlarda size ibret vardır.” (Age: 292/ 8) diye emretmiştir.
Kabir ziyaretinde nelere dikkat edilmelidir:
-Abdest alınmalı,
-Selam verilmeli,
-Taşkınlık yapılmamalı, saygılı olunmalı,
-Mezara bir şey konmamalı, bir şey alınmamalı,
-Mezardan medet beklenmemeli, şifa aranmamalı,
-Kabir öpülmez, etrafında dönülmez, ona şikâyette bulunulmaz. Bunlar şirktir.
-Mezar başında mum yakılmaz, ip, çaput bağlanmaz, kurban kesilmez.
Unutulmamalıdır ki, kabirdeki bizden bir Yasin, bir Fatiha, üç ihlâs beklemektedir. Onun dünya ile ilgili tasarrufu bitmiştir.
G-CENNET VE CENNETLİKLER
            Cennet, Müslümanlara verilecek olan mükâfat, ödüllendirme yeridir. Allah:
-“Cennet, takva sahipleri için hazırlanmıştır.” buyuruyor. (Al-i İmran: 133)
Bir ayette de:
-“İman edip iyi ve yararlı işler yapan kimseler cennetlik olan kimselerdir.” (Bakara: 82) buyrulmuştur.
Cennete girecekler şöyle bildirilmiştir:
-“Bana cennete girecek üç kişi arz edildi; şehit, iffetini koruyan ve Allah’a ibadetini güzel yapan.” (İ. Canan, Hadis Ans: 14/269)
-“Ahret yurdunu, böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayanlara veririz.” (Kasas: 83)
-“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele!” (Bakara: 25)
-“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennete koyacaktır.” (Nisa: 13)
-“İnanıp güzel işler yapan ve Rabbine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir.” (Hud: 23)
-“Rabbim Allah’tır deyip dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar cennetliklerdir. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır.” (Ahkaf: 13- 14)
-“Cennetlikler, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan: 8)
-“Kim bana itaat ederse, cennete girer.” (İ. Canan, Hadis Ans: 12/436)
Bu ayet ve hadislerden anlıyoruz ki, tutkusu cennet olan, cennete girmek için güzel işler yapan, yolu cennet yolu, yolculuğu cennet yolculuğu olan cennete girecektir.
İki yol vardır. Biri insanın cennetteki yerine gider, diğeri de cehennemdeki yerine gider. Kul hangi yolda yolculuk ederse, kendisi için ayrılan o yere gidecektir. Allah mekânı cennet olanlardan etsin.
İnsanı cennetlik yapan ve cennete götürecek olan işler vardır. Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
-“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla ulaşamazsınız.” (Al-i İmran: 92)
-“Kim Allah’ın huzuruna iyilikle gelirse, o sadece getirdiğinin on katı vardır. Kimde kötülükle gelirse, o sadece getirdiğinin misli ile cezalandırılır.” (En’am: 160)
Bu konuda peygamber (a.s) şu bilgileri vermiştir:
-“Dört şey cennet hazinesidir; sadakayı gizli vermek, musibeti saklamak, akrabayı ziyaret ve La havle vela kuvvete demek.” (Ramuz el-Ehadis: 70/2)
-“Sözü güzel söyle, selamı açıktan ver, akrabayı yokla, gece herkes uyurken namaz kıl ve selametle cennete gir.” (Age: 72/14)
-“İnsanları en çok cennete Allah korkusu ve güzel ahlak sokar.” (Age: 80/3)
-“Cennete ilk davet edilenler, çok hamd edenlerdir. Onlar darlıkta da genişlikte de hamd ederler.” (Age: 159/2)
-“Cennete ilk önce girecek olanlar, doğru tüccarlardır.” (Age: 161/1)
-“Üç şey vardır ki, onları cennet ehli yapar:
1-İlim peşinde olmak,
2-Ölülere merhametli olmak,
3-Fukarayı sevmek.” (Age: 264/10)
-“Sabah akşam camiye giden kimseye, her gidiş gelişi için Allah cennette bir ikram hazırlatır.” (Buhari, Ezan: 37)
-“Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, peygamber olarak Muhammed’i seçip beğendim diyenden daha güzel sözlü kimdir. O cenneti hak etmiştir.” (Ebu Davut, Vitir: 26)
-“Ümmetimden yetmiş bin kişi cennete hesapsız girecek. Bunlar: Dağlanmazlar, muska yapmazlar, kötülenmezler, Rablerine tevekkül eden kimselerdir.” (Ramuz: 509/3)
-“Kalbinde zerre miktarı kibir olan cennete giremez. Biri: “Bir adam elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını severse? Dedi. Hz. Peygamber: “Allah güzeldir, güzeli sever” kibir, hakka razı olmamak ve halka hor bakmaktır.” (Ramuz: 486/2)
-“Kim kıyamet gününe şu üç şeyden uzak olarak gelirse, cennete girer; kibir, emanete hıyanet ve borç.” (Ramuz: 415/ 7)
-“Kimseden bir şey isteme, sana cennet var. Kızma, cenneti hak edersin. Günde yetmiş kere istiğfar et. Allah yetmiş senelik günahını af eder. “Benim yetmiş senelik günahım yok dersen” baban için, onun da yetmiş senelik günahı yoksa ev halkın için, onlarında yoksa komşuların için.” (Ramuz: 473/1)
Kutsi hadiste şöyle buyrulur:
-“Mümin kulumun dünya ehlinden sevdiği birini aldığım zaman sabrederse, karşılığı cennettir.” (R. Salihın: 32/2)
-“Kulumu gözlerinden mahrum ettiğim zaman kulum şikâyet etmezse, iki gözüne bedel ona cennet vardır.” (R. Salihın: 33/9)
-“Cennet ve cehennem, sizden birinize nalının kayışı kadar yakındır.” (Ramuz: 200/5)
-“Olanca kuvvetinizle temizlenin zira cennete ancak temiz olanlar girecektir.” (Ramuz: 258/12)
-“Üç kimse cennete hesapsız girecektir:
1-Elbisesini yıkar ama yerine giyecek başka bir şeyi yoktur.
2-İki tencere yemeği aynı anda bulunmaz.
3-Ailesinden içecek bir şey istediğinde “hangisinden” diye soracak durumda olmaz.” (Ramuz: 266/10)
-“Her nimet zeval bulacaktır. Cennet ehlinin nimetleri müstesna. Her kaygının da arkası kesilecektir, cehennem ehlinin kaygısı müstesna. Fena bir amel yaptığında arkasından iyi bir amel işle ki, onu yok etsin.” (Ramuz: 342/15)
-“Hiçbir kul yoktur ki, biri cennete biri cehennemde iki evi olmasın. Müminin cennetteki evi yapılır, cehennemdeki evi yıkılır. Kâfire gelince; onun cennetteki evi yıkılır, cehennemdeki evi yapılır.” (Ramuz: 385/ 10)
-“Cennete ancak merhametliler girer.” (Ramuz: 458/6)
-“Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette yan yana olacağız.” (Buhari, Edep: 24)
-“Sözde, iş de doğruluk hayra yöneltir. İyilik de cennete iletir.” (Buhari, Edep: 69)
-“Bir kimse cennete gitmek istiyorsa, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri, oda başkasına yapmamalıdır.” (Müslim, İmare: 46)
-“Bir adam yoldaki dikenli dalı kenara attı. Bu sebeple Allah ondan razı oldu ve onu bağışladı.” (Müslim, Birr: 127)
-“Allah yolunda ayağı tozlananlara, cehennem ateşi dokunmaz.” (Buhari, Cihad: 16)
-“Kim üç kız çocuğunu himaye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir.” (Ebu Davut, Edep: 121)
-“Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.” (Tirmizi, Reda: 10)
Peygamberimizin bir teklifi olmuştur, şöyle:
Siz bana altı şeyi garanti edin, ben de size cennete girmeyi garanti edeyim:
1-Konuştuğunuzda doğru söyleyin.
2-Vaat ettiğiniz zaman vaadinizi yerine getirin.
3-Size bir şey emanet edildiğinde emanete riayet edin.
  1. Allah’ın yasakladığı günahlardan uzak durmak suretiyle iffetinizi koruyun.
5-Harama bakmaktan sakının.
6-Elinizi haramlara dokunmaktan koruyun.
Büyük İslam âlimi Hatim-i Esam şöyle demiştir:
-“Dört şeyi, diğer dört şeysiz iddia edenin iddiası yalandır.
1-Allah’ı sevdiğini iddia eden, fakat yasaklarından uzak durmayan kişinin, Allah’ı sevdiği iddiası yalandır.
2-Peygamberi sevdiğini iddia eden, fakir ve yoksulları sevmeyen kişinin, peygamberi sevdiği iddiası yalandır.
3-Cenneti sevdiğini iddia eden, fakat sadaka vermeyen kişinin, cenneti sevdiği iddiası yalandır.
4-Cehennemden korktuğunu iddia eden, fakat günahlardan uzak durmayan kişinin, cehennemden korktuğu iddiası yalandır.
H-CEHENNEM VE CEHENNEMLİKLER
Cehennem inanmayanlar ve günah işleyenler için ceza yeridir.
Allah: “Cehennem kâfirler için hazırlanmıştır.” buyurur.(Al-i İmran: 131)
Cehennemlikler orada:
-Zakkum ağacı yerler. (Duhan suresi + Vakıa: 52)
-Kanlı irin yerler. (Hakka suresi: 36- 37)
-Kaynar su ve irin yerler, içerler. (Nebe suresi: 27)
-Bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içeceklerdir. (Muhammed: 15)
Cehennemin yoluna düşenler ve cehennemlik iş yapanlar, cehenneme giderler.
Cennet de cehennem de bu dünyada kazanılır. Kendi yaptıkları yüzünden iyi veya kötü muamele görürler.
Allah Kur’an’da şöyle bildirir:
-“O cehennemlikler ki; ahrette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları işler boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur.” (Hud: 16)
-“Hâlbuki onlar güzel şeyler yaptıklarını sanırlardı.” (Kehf: 105)
-“Cennettekiler cehennemdekilere:
-Sizi buraya sürükleyen nedir? Derler. Onlarda:
-Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulları doyurmazdık, biz sapıklarla beraber olurduk, biz kıyamet gününü yalanlardık.” derler. (Müdessir: 40-47)
-“Kim kötülük ederse, kötülüğü kendisine çepe çevre saran cehennemliktir.” Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara: 81)
-“Kim inkâr ederse, onu az bir süre faydalandırırız. Sonra onu cehenneme atarız. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara: 126)
-“Kim Allah’a ve peygamberine karşı isyan ederse, sınırı aşarsa, Allah onu devamlı kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa: 14)
-“O gün o zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: “Keşke peygamberle birlikte yol tutsaydım. Yazık bana! Keşke sapık olan falancayı dost edinmeseydim!” (Furkan: 27- 28)
-“Cehennemdeki, yaptıklarını hatırlar. Fakat bunun hiç faydası olmaz. Der ki: “Keşke ahret için bir şeyler yapıp gönderseydim.” (Fecr: 23-24)
-“Azıp sapıtana, dünya hayatını ahrete tercih edene şüphesiz cehennem tek barınaktır.” (Naziat: 37- 39)
-“Hak yolundan sapanlar cehenneme odun olurlar.” (Cin: 15)
Bu ayetler cehennemliklerin vasıflarını bize haber vermektedir. Dersini alanın kendini kurtarması içinde bir uyarıdır.
Cehennemlikler için peygamber (a.s) da şöyle buyurur:
-“Size cehennem ehlini haber vereyim mi? onlar kaba, cimri ve kibirli kimselerdir.” (İ.canan, Hadis Ans: 14/270)
-“Üç kişi cennete giremez: Ana babasının haklarına riayet etmeyen, içki düşkünü olan ve verdiğini başa kakan kimse.” (Age: 16/291)
-“Geçerli bir sebep yokken boşanmak isteyen kadın cennetin kokusunu bile duyamaz.” (Age: 17/ 232)
-“Dört gurup insan cennete giremez: devamlı içki içen, faiz yiyen, yetim malı yiyen, ana babaya haksızlık eden.” (Ramuz el-Ehasdis: 69/4)
-“Cehennem ehli, böbürlenen, kaba, mal toplayan ve iyiliğe mani olan kimselerdir.” (Age: 162/5)
-“Cehennemdeki, cennetteki yerini görür ve: “Keşke Allah bana da hidayet verseydi de bende orada olsaydım” der. Cennetteki de cehennemdeki yerini görür ve: “Allah bana hidayet vermeseydi halim ne olurdu.” der, şükreder.” (Age: 342/1)
Âlemlerin Rabbi olan Allah kutsi hadiste şöyle uyarır:
-“Ey insanoğlu! Ölüm gelmeden önce kendin için çalış, günahlarını küçümseme. Günahların seni aldatmasın; çünkü sonu cehennemdir.” (F. Yavuz, 40 Kutsi Hadis: 39)
-“Ey insanoğlu! Hayır, işle; çünkü hayır cennetin anahtarıdır. Kötülükten sakın; çünkü kötülük cehennemin anahtarıdır.” (Age: 40)
İnsan her yaptığından ve yapmadığından hesaba çekilecektir. Kaçmak yok, torpil yok. Kim zerre kadar ne yaptıysa, onu önünde bulacaktır.
Allah: “İnsanlar her şeyden sorguya çekileceklerdir. Diller, ayaklar ve eller yaptıklarına şahitlik edecektir.” (Nur: 24) diye bildirmiştir.
Amel defteri açılacak, herkesle yüzleşecek. İnsan en küçük şeyin bile yazıldığını görecek, hak sahibi hakkını alacak.
Bir hadiste bildirildiğine göre, “Kıyamet gününde öncelikle beş şeyin sorgulaması yapılacaktır:
1-Hayatı nerede ve nasıl geçirdin?
2-Bilgini nerelerde kullandın?
3-Malını nereden kazandın?
4-Malını nereye harcadın?
5-Gençliğini, sağlığını ne şekilde yıprattın?” (Tirmizi, Kıyamet: 2532)
Bir başka hadiste de şöyle haber verilir:
-“Allah azabı en hafif olan cehennemliğe sorar:
-Eğer dünya her şeyi ile senin olsaydı, şu azaptan kurtulman için verir miydin? O kişi:
-“Evet” Der. Ona şöyle denilir:
-“Senden çok daha azı istenmişti!” (İ. Canan Hadis Ans: 14/ 223)
Evet, yaratan, yaşatan rızıklandıran ve öldürüp tekrar dirilten Allah soracak:
-Farz kıldığım şeyleri ne yaptın?
-Vacip kıldıklarımı ne yaptın?
-Sana kurtarıcı, yol gösterici olarak gönderdiğim peygamberime uydun mu?
-Benin rızam için ne yaptın?
-Kullarım için ne yaptın?
İnkâr, isyan ve günahlar içinde olana da diyecekti ki:
-“Bunlar ne? Ben seni bunun için mi yarattım? Haydi, ver verebilirsen hesabını…
İnsan her günün hesabını kendine sorar ve cevabını bulursa, ömrünün hesabını vermesi kolay olacaktır.
İlk Cuma hutbesinde Hz. Peygamber şöyle demiştir:
-“Ey insanlar! Sağlığınızda ahretiniz için hazırlık yapın; bilin ki, kıyamet günü birinin başına vurulacak. Allah soracak: “Resulüm gelip sana tebliğ etmedi mi? ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için ne hazırladın? O kimse sağına soluna bakacak, cehennemden başka bir şey görmeyecek. Kim kendini yarım hurma ile de olsa ateşten kurtarabilecekse, hemen o hayrı işlesin.”
Hiçbir şey duasız olmaz. Dua Allah’tan yardım isteme yoludur. İnsan, istediğini dua ile elde eder. Sıkıntılardan dua ile kurtulur. Umduğuna dua ile ulaşır. Dua, Allah’la arada kurulan bir köprüdür.
Cenab-ı Allah:
-“Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.” (Mümin: 60)
-“Duanız olmasaydı, Allah yanında ne kıymetiniz olurdu?” (Furkan: 77) buyuruyor ve şöyle dua etmemizi istiyor:
-“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” (Haşr: 10)
-“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver.  Ahrette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (Bakara: 201)
Allah cehennem azabından kendisine sığınanı korur. Peygamberimiz şöyle bildirir:
-“İnanmış bir insan üç kere cenneti kendisinden isterse, cennet onun için: “Allah’ım! Onu cennete koy” der. Ve üç defa, cehennem onun için: “Allah’ım! Onu benden uzaklaştır.” der.”(Ramuz el-Ehadis: 376/6)
Rabbim! Bizi kötü ölümden, imansız gitmekten koru. Canımızı Müslüman olarak al. Bizi affet, günahlarımızı bağışla. Bizi cennetine koy. ÂMİN.

Dünya ve içindekiler yaratıldıktan sonra sıra insanın yaratılmasına gelmişti. Cenab-ı Allah meleklere dedi ki:
– Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.
Melekler:
– Bizler sana ibadet ve itaat edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi  yaratacaksın? dediler.
Allah da onlara:
– ‘‘Sizin bilmediğinizi ben bilirim’’ dedi. (Bakara:30)
İlk insana ve ilk peygamber Adem (as)’ı yarattı. Ondan da Havva validemizi yarattı. Diğer insanlarda onlardan dünyaya geldi. (Nisa:1)
Adem ile Havva yaratıldıktan sonra Cennete konuldu. ‘‘Şeytan senin için ve eşin için büyük düşmandır.’’ Diye de uyardı. (Taha:117)
Fakat şeytan emre uymadığı için kovulmuştu. O’da insanları saptıracağım diye yemin etmişti. Nihayet onları kandırdı. (A’raf:20-22)
Cenab-ı Allah da işledikleri günah yüzünden cennetten çıkardı. Yer yüzüne indirdi.(A’raf:24)
Şeytan’da Cennette idi. Meleklerin hocası idi ve ateşten yaratılmıştı. İtaatsizliği yüzünden cennetten kovuldu. (A’raf:13)
Artık yeryüzünde insanla uğraşacaktı. Cenab-ı Allah insanları uyardı, dedi ki:
– ‘‘Ey Ademoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek elbise, süslenecek giysi yarattık. Şeytan ana babanızın ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.’’ (A’raf:26-27)
Allah insanı diğer canlılardan üstün ve farklı yaratmıştır. İnsan diğer canlılar gibi et ve kemikten ibaret değildir. Ona ruh gibi, akıl gibi bir nimet vermiştir. Bununla insan isterse, bazı meleklerden bile üstün duruma gelebilir. İsterse de ‘‘Belhüm adel’’ denilen hayvanlardan da aşağı duruma düşebilir. Aziz olmak da, zelil olmak da insanın elindedir.
Yılan suyu ne yapar? Zehir yapar? Ya koyun ne yapar? O da süt yapar. İnsanlarda böyledir…
Allah (cc) her şeyi insan yararına yaratmış ve insanın emrine vermiştir. ‘‘Gökte ve yerde ne varsa, hepsini sizin için yarattık’’ buyurur. (Bakara:29)
İnsan bazı zaaflarla yaratılmıştır. Mesela hırsına düşkündür. Nankördür. İsyankardır. Beni Allah yarattı, bunca nimetler verdi. Buna karşılık benden istekleri var demez. Her şeyi ben yarattım, gururuna kapılır. Halbuki insan acizdir. Evveli bir damla su, sonu da toprak olmaktır.
‘‘Çıkmışsa ilâhi emir bahane bol,
Toprakta başlar, toprakta biter bu yol.’’
İnsanın yaratılış sebebi imtihandır. (İnsan:2) ‘‘Bilin ki; çocuklarınız, mallarınız imtihan sebebidir.’’ (En’fal:28) buyrulmuştur. Şöyle bir soru soralım: İmtihanda olduğunun farkında olan kaç kişi var? Kaç kişi imtihandaymış gibi davranıyor?
Birde şunu unutmamak gerekir ki, insan hayvan azmanı değildir. Ne ana tarafından nede baba tarafından hayvandan gelmemiştir. Sırf Cenab-ı Allah’ı inkâr için Darwin nazariyesini sürdürenler var. Hala hayvan soyundan hayvan olduklarını iddia edenler var.
Cenab-ı Allah her insanı İslâm fıtratı üzerine yaratmıştır. Bazılarına Cenab-ı Allah ihsanda, lütuf da bulunmuş, hidayet nasip etmiştir. Bazıları da bundan mahrum kalmıştır.
İnsan başıboş değildir. Hayatın bir gayesi vardır. Bir ömür geçirip kurtulamamak mezarlıkta yatıp da fatihalardan istifade edememek acıdır. Fırsatlar yaz bulutu gibi gelip geçiveriyor. Fırsatları iyi değerlendirmek gerekir. Yoksa kaçırılan hiçbir fırsat geri getirilemiyor. İnsan ah, vah, keşke deyip pişmanlık duyduğu zaman ona şöyle denilecek ‘‘İşte bu senin öteden beri kaçırdığın şeydir.’’ (Kaf:19)
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanıyor. Allah:
– ‘‘Her canlı ölümü tadacak’’ diyor. Hayat geçici ve sayılı günler. Dünya misafirhane. Dünya yalan, mal emanet, Azrail peşimizde. 100 yıl yaşayan insana sorun bakalım ne diyecek? Nuh (as) 900 yüz yılın sonunda şöyle demiş: ‘‘Dünyayı iki kapılı bir han buldum, birinden girdim diğerinden çıkıyorum’’

X                     X                     X

            Ölüm herkesi eşit yapar.
            Ölüm, şan, şöhret, makam, zenginlik, büyüklük, küçüklük demez herkesi eşit yapar.
Şair ne güzel söylemiş
– ‘‘Yoklansın kafası mezarda her ölenin.
Farkı var mı bakalım hükümdarla kölenin.’’

Ölüm her kapıyı kapatır. Tek iyilik kapısını kapatmaz. Er de, generalde musalla taşında namazı kılınırken ‘‘er kişi niyetine denir. İkisi de tek kefen götürür. Ölüm beylik, paşalık, erlik, zengin fakir her insanı eşit yapar.
Bazılarının selası verilirken ‘‘…. eşrafından’’ diye veriliyor. Şu veya bu aileden gelmek, birilerinin yakını olmak, zengin olmak bunlar boş şeyler. Yalan, dolan, oyalan. İşte işin aslı bu.
Mezarın masraflı ve gösterişli olması, mezar taşına yazılanlar önemli değil önemli olan mezarın içidir. Nasıl yaşayıp nasıl yaşandığı, nasıl öldüğü ve neler götürdüğü önemlidir.
Acaba kabir cennet bahçelerinden bir bahçemi yoksa cehennem çukurlarından bir çukur mu? Önemli olan budur.

X                     X                     X

            Hayatın sonu ölümdür.
Kur’an’da: ‘‘Her canlı ölümü tadıcıdır’’ diye insan uyarılmıştır. (Al-i İmran:185)

Yunus da:
‘‘İşte bu söze Hakk tanıktır.
Can bu gövdede konuktur.
Bir gün ola çıka gider,
Kafesten kuş uçmuş gibi’’ diyor.

Necip Fazıl da:
‘‘Şu geçeni durdursam, çekip eteğinden,
Soru versem: Haberin var mı öleceğinden’’

Bugün ayağımızın altında olan toprak yarın üstümüzde olacak.
Her gün omuzlarda ölümü aklına getirmeyen, ölmeyecekmiş gibi yaşayan ve ahiret hazırlığı yapmayanların cenazesini taşıyoruz. Demek ki, herkes ölüyor. Vakti saati gelince biz de öleceğiz. Onun için ölüm gelmeden, hayat sermayesini boşuna harcamamak gerekir. İnsan yaşadığı hâl üzere ölecektir. O hal üzerede dirilecektir.
‘‘Kendine yazık edenler, ellerini çırpıp keşke peygamberle birlikte yol tutsaydım, Eyvah! Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim’’ diyecek. (Furkan:27-28)
Çocukken birbirimize sorardık: ‘‘Az yaşa, çok yaşa, bir gün gelir başa’’ cevap: ölüm olurdu. Şimdi büyüdük bu gerçeği çoklarımız unuttu.
Yalnız ölüm çeşit çeşit, iyi halde de gelir, kötü halde de gelir. Hak yolda da gelir, sapıklık içinde, günah işlerken de gelir. Önemli olan müslüman olarak yaşayıp, müslüman olarak ölmek ve Müslüman olarak hesaba çekilmektir.

X                     X                     X

            Ölümden ölenden ibret alınmalıdır.
            Peygamber (as): ‘‘Ölmeden önce ölünüz’’
– ‘‘Eğer hayvanlar ölüm hakkında insanların bildiğini bilseydi, onlardan semiz et yiyemezdiniz’’ der.
Azrail (as) her an peşimizde. Her gün ölüm tehlikesi geçiriyoruz. Sık sık ölenleri görüyoruz. Her attığımız adım bizi ölüme yaklaştırıyor. Geçen zaman aleyhimize işliyor.
Mezar taşlarında ölenlerin bize mesajlarını okuyor; anlamıyoruz, dinlemiyoruz. Ölüm sohbetlerini yapıyor veya dinliyoruz hiç değişmiyoruz.
Öleni gören, gözünü, çenesini kapayan ve mezara indiren samimi söylüyorum ibret almıyor. Alınsa böyle olmaz.
Mezarlıktan geçen, mezar ziyareti yapan ‘‘bizde yanınıza geleceğiz’’ demiyor. Onlar bizi bekliyor.
Morgdan dönenler oluyor. Açılan mezarlar oluyor. Değişiklikleri görüyor, bizde hiçbir değişiklik olmuyor.
Ne olacak bizim halimiz böyle?
Kanuni avucu dışarı da, ibreti âlem için cenazesinin taşınmasını vaziyet etmiştir.
Selahaddin-i Eyyubi, ölümünden sonra şöyle denmesini istiyor:
– ‘‘Ey ahali! Ülkeler, servetler sahibi Selahaddini Eyyubi yalancı dünyadan ebedi aleme üzerindeki kefenden başka bir şey götüremiyor, ibret alın!’’

Bir gün Hz. Ömer Peygamberimize:
– Bana nasihat et’’ diyor. Peygamberimiz:
– Elmevtü vâizan ya Ömer!’’ (Nasihat olarak ölüm sana yeter) buyuruyor.
Bunun üzerine belirli zamanlarda kendisine ölümü hatırlatacak birini tutuyor. Bir müddet sonra: ‘‘Artık gelme saçım, sakalım ağardı’’ diyor.
Saçın, sakalın ağarması, ölümün habercisidir.
Yakup Peygamber Azrail’e:
– Canımı almaya gelmeden haber ver’’ demiş.
Bir gün Azrail canını almaya gelmiş. Yakup (as):
– Hani haber verecektin? Demiş. Azrail (as):
– Verdim, bak saçın ağardı. Saklın ağardı.’’ demiş.

Ders isteyen, ibret almak isteyene ölüm yeter. Bir Anne şöyle diyordu:
– Beş yaşında çocuğum öldü. Dini hayatım yoktu önce örtündüm namaza başladım.’’

Hz. Ömer (ra) camiye giderken yanından bir çocuk koşarak geçer. Hz. Ömer onu durdurup sorar:
– Nereye böyle?
– Camiye, ezan okunacak.
– Sen daha çocuksun.
– Öyle deme amca, dün bir arkadaşım öldü. Onu gömüp geldiler. Ölüm bu, ne zaman geleceği hiç belli olmaz.’’ deyip koşmaya devam ediyor;
Ölmeden uyanalım. Biz şimdi uykudayız. Ölünce uyanmadan, şimdi uyanalım.
X                     X                     X

            Mutlak yolculuğa hazır mıyız?
Dünyada belirli bir zaman kaldıktan sonra insan esas evine götürülecek. Orada ebedi kalacak Tabi ki, bir günlük yere hazırlıksız gidilmiyor. Ahiret yolculuğu için hazırlık gerekir.
Kefen almak, mezar satın alıp kazdırmak, ben ölünce şöyle yapın, böyle yapın demek Ahiret hazırlığı değildir.
Ölüm unutulmamalıdır. Ölüm dünya ile bağları bıçak gibi keser.
Kur’an’da Hadislerde haber verilenlere bakılmıyor. O yüzden ahiret endişesi de olmuyor. Eğer kabrin içini görseydik sıratı, sorguyu görseydik herhalde böyle yaşamazdık. Peygamberimiz: ‘Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.’’ demiştir.
Allah: ‘‘Yolculuk nereye diye hiç düşünmezler mi?’’ diyor. (Yasin:68) soruyor.
Allah bizden ahirete hazırlanmamızı istiyor:
– ‘‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.’’ (Haşr:18) diyor.
Ölüm yok olmak değil. Ölüm hayatın bir devamı. Hayatta iken ne yaptıysan, neye sebep olduysan o senin kârın.
Hayat bize      : ömrünü güzel yaşa değerlendir.
Bir ses bize     : Sakın hazırlıksız ölme!
Yaşlılık bize    : Geri dönüşün yok, hazırlıksız gitme!
Kabir bize       : Ne getirdin!
Bir ses bize     : Gel bakalım diyecek, sorular soracak.
Allah soracak  : ‘‘Ey kulum, dünyada ben hep seninleydin. Ya sen kiminleydin? diyecek.
Biri peygamberimize:
– Ben ölümü neden hiç sevmiyorum? der.
Peygamber (as):
– Malın var mı?
– Var.
– Öyle ise ondan ahiret için harca. Göreceksin ondan sonra ölmekten korkmayacaksın’’ buyurur.
Ne var ne yok dünya için oluyor.
Camiye dirisi değil, ölüsü geliyor.
Hayatın sonunda ah vah etmek boşa geçen ömre ağlamak fayda vermez. Bizim için ağlayanlarında bize faydası olmaz.
Bir dinleyicim telefonda soruyordu.
– Son anında ölecek olanın başında ne okunur, ne yapılır?
– Yakınları yok mu? dedim.
– Var, dedi.
– Okusunlar, Kur’an okusunlar, Yâsin okusunlar’’ dedim.
– Bilmiyorlar’’ dedi.
– Yolcunun durumu nasıl? dedim.
– Yüzü simsiyah oldu. Oh, ah diyor, başka bir şey demiyor.’’ dedi.
Yolculuğumuz böyle olmasın.

Çanakkale’de ağır yaralanan Muzaffer komutan son nefesini verecek yanındakine:
– Kıble ne tarafta diyor. Yüzünü kıbleye çeviriyor. Ruhunu teslim ediyor.
Kıblesiz bir hayat için mazeretler üretiyoruz. İşim çok, vaktim yok.. vb.
Kurtuluşumuz için Cenab-ı Allah bize her fırsatı vermiştir. Kimseye götüremeyeceği yükü yüklememiştir. Gücü yetmeyeceği şeyden sorumlu tutmamıştır.
Buna rağmen kimi pişmanlığını dile getirecek, kimi geri dönmek isteyecek, kimi keşke toprak olsaydım’’ diyecek.
Ahireti unutana, terk edene dünya hayatı ve dünya varlığı pişmanlık vesilesi olacaktır.
‘‘Bir zaman gelecek ümmetim 5 şeyi sevecek 5 şeyi unutacak:
– Dünyayı sevip ahireti unutacak,
– Hayatı sevip ölümü unutacak,
– Saray ve köşkleri sevip. Kabri unutacak.
– Malı sevip hesabı unutacak.
– Yaratılanı sevip yaratanı unutacaklar.’’ diyor. Allah Resûlü.
İnsan mezarı kendine hazırlamamalı, kendini mezara hazırlamalıdır.
Unutmamanız gereken iki şey söylemek istiyorum:
– Nereye gidiyoruz. Neler götürüyoruz?
– Allah biliyor, Allah görüyor, Allah soracak.

Dünyanın geçici ahiret hayatının devamlı olduğunu unutmamalıyız. Ona göre yaşamalıyız.
Bir gün, Abdullah b. Mes’ûd, Hz. Peygamber’in bir hasır üzerinde yattığını, hasırın izinin de onun mübarek yüzüne çıktığını gördü. Hemen, ‘‘Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Keşke bize haber verseydin de hasırın üzerine seni koruyacak bir şey serseydik.’’ dedi. Allah Resûlü (s.a.v.) ise, dünya hayatında kendisini yalnızca garip bir yolcu olarak tanımlayan şu sözleri söyledi: ‘‘Benim dünya rahatlığı ile işim yok. Ben dünyada, bir ağacın altında bir süre gölgelenen ve sonra oradan ayrılarak yoluna devam eden binitli bir yolcu gibiyim.’’ (İbn Mâce, Zühd, 3)


Mutlu sona Nasıl gidilir?
            Bizden önceki insanlar kurtulmak için ölülerini yakmışlar. Bazıları, güzel mezarlar yapmış mal varlığı, yiyecek, içecekle beraber gömmüşler. Bazıları bozulmasın diye mumyalamışlardır.
Kurtuluş Allah’a ve Resûlüne uymakla olur. Kur’an kurtuluş reçetesidir. Muhammed (as)
İnsanlara kurtuluş yolunu göstermiş, cahiliye insanını asr-ı saadet yaşatmıştır. Onun için insanlığa rehber olarak gönderilen Muhammed (as)’a uymadan, O’nu önder, rehber edinmeden kurtuluş yoktur.
Hayatı güzelleştirmeden ölümü güzelleştiremeyiz.
Lokman (as) oğluna kurtuluş yolunu gösterirken şunları söylemiştir.
1-      Fercini, dilini, kabini muhafaza et.
2-      Günahtan, haramdan kendini koru.
3-      Gözünü harama bakmaktan koru.
4-      Daima Allah’ı zikret, ölümü unutma.
5-      Yaptığın iyilikleri unut, kötülükleri ise unutma.’’

Kurtuluş ucuz değil.

X                     X                     X

            Her insanın bazı korkuları olmalıdır.
            Korkusu olmayan yanlış yapar. Atalarımız: ‘‘Kork Allah’tan korkmayandan’’ demiştir. Korkmayan korku verir.
Hayatın sonunda korkmak pişman olmak istemeyen şu korku ve endişeler içinde olmalıdır.
Birine sormuşlar:
–          Bir daha dünyaya gelsen nasıl bir hayat yaşamak istersin?
Cevap vermiş:
–          Bi dahası yok ki.’’ demiş.

Son pişmanlık fayda vermez. Çünkü; iş işten geçmiştir. Korkuları endişeleri olmayan bir gün mutlaka ‘‘Keşke’’ diyecektir. Buda telafisi olmayan bir pişmanlık olur.

Nelerden korkulmalıdır:
1-      İmanı koruyamamaktan, günaha şirke düşmekten korkmalıdır.
2-      İmanlı mı, imansız mı giderim endişesi için de olmalıdır. Kötü ölmekten korkmalıdır.
3-      Amellerinin boşa gitmesinden korkmalıdır.
4-      Kabir endişesi taşımalı. Kabrim cennet bahçesi mi olacak, cehennem çukurumu olacak demelidir.
5-      Beni kurtaracak can simidim var mı? Güvencim ne? demelidir.
6-      Amel defterim sağdan mı, soldan mı? endişesini taşımalıdır.
7-      Sırattaki durakları geçebilecek miyim. Yoksa, aşağımı düşerim korkusu içinde olmalıdır.
8-      Mahşer günü halim nice olur. Şefaat, rahmet nasip olur mu? Endişesi taşımalıdır.
9-      Acaba Allah’ın unuttuğu terk ettiği boş ve manasız  şeylerle mi oyalanıyorum. Yoksa Rabbinim razı olduğu bir kumluyum? demelidir.
10-  Yolum nereye? Cennete mi Cehenneme mi? diyerek kendini sorgulamalıdır.

Böylece hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmeliyiz.

X                     X                     X

Allah Resûlü bize ‘’öyle bir zaman gelecek ki’’ diye başlayıp şu uyarılarda bulunmuştur:
1-      ‘‘Öyle bir zaman gelecek ki, üç şey az bulunacak,
– Helal para,
– Gerçek dost,
– Yaşatılan sünnet.’’

2- ‘‘Öyle bir zaman gelecek ki, Kıyamet yaklaştığında helal haram fetvaların insanların istediği gibi verilir.’’ (Ramuz el-ehadis:448/10)
3- ‘‘Bir zaman gelecek, şeytan insan evlatlarına ortak olacak. Ashab:
– Buda mı olacak? Nasıl ayırt ederiz? diyorlar:
– Haya ve merhamet azlığından.’’ (Age:504/4) cevabını veriyor.

4- Kıyamet yaklaştığında;
– Taylasan giyilmesi çoğalır.
– Zengine malı için saygı duyulur.
– Fuhuş yayılır. Gayri meşru çocuk çoğalır.
– Çocuklar emreder.
– Kadınların sayısı artar.
– Yöneten zulmeder.
– Eksik ölçü ve tartı yapılır.
– Köpek sevgisi, çocuk sevgisinin önüne geçer.
– Büyüğe hürmet, küçüğe merhamet azalır.
– Ortalıkta kadın erkek ilişki kurar.
– İnsanların en iyi görüneni kötülüğü görür. Onlara müdahale etmez.’’ (Age:33/7)

5- ‘‘Öyle bir zaman gelecek ki; öldüren öldürdüğünü, öldürülende niçin öldürüldüğünü bilmeyecek.’’ (Müslim Fiten:56)
6- İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit mü’minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek
– Niçin ya Rasûlallah? diyenlere
– Kötülükleri görüp de onları yok etmeye güç yetiremediği için’’ buyurur.
7- ‘‘Öyle bir zaman gelecek ki o zaman şu üç şeyden daha kıymetli birşey olmayacaktır:
Helal para, can u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.”(Heysemî,I,172)
8- Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helâlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (Buharî, Büyû; 7)
9- Ebu Said el- Hudrî’den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem-
şöyle buyurmuştur:
‘‘Aranızda öyle bir grup ortaya çıkacaktır ki, namazınızı onların namazları, oruçlarınızı onların oruçları ve diğer amellerinizi de onların amelleri yanında az göreceksiniz. onlar Kur’ân okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar…” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36)
10-‘‘Öyle bir zaman gelecek ki okuma meraklı kurrâ çoğalacak; fakîhler ise azalacak ve bu sûretle ilim çekilip alınacak. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanların okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek.” (Hakim, Müstedrek, V, 504)
11-‘‘Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların hâline. İnsanlar mü’min olarak sabahlar da akşam kâfir oluverirler. İnsanlar dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler. İşte öyle zamanda dinlerinde sâbit kalabilenler ellerinde kor ateşi tutanlar gibidirler.” (Müslim, İman 186)

12-‘‘Öyle bir zaman gelecek ki bütün insanlar ribâ ile iş yapacak. Ondan sakınanlar dahi tozuna bulaşmak durumunda kalacaklar.” (İbnu Mâce, Ticârât 58)

13-‘‘Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hâinlere güvenilecek. İnsanlardan şâhidlik etmeleri istenmediği halde şâhidlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler,” (Taberâni, XXIII, 314)

14-‘‘Öyle bir zaman gelecek ki insanlar iyiliği özendirmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklar.” (Heysemî, Mecmauz-zevâid, VII, 280)

15-‘‘Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki kişi bir kabre uğrayıp üzerine abanarak: ‘Keşke bu kabrin içinde ben olsaydım’ demedikçe kıyamet kopmaz. Hâlbuki bu sözü ona söyleten din değil, belâ olacaktır.’’ (Buhârî, Fiten, 22)
16-Öyle bir zamanın geleceği, insanların kalplerinin dünya sevgisi ile dolacağı, cihadı zarar olarak görüp zekat vermeyi altından kalkılması zor bir borç olarak görecekleri bildirilir. (Ali el-Müttaki, kenz, III, 236/6322)
17-Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: ‘‘Rasûlullah –sallallâhu aleyhi ve selem- bir gün:
‘‘-Bana kaç Müslüman olduğunu sayıverin’’ buyurdular. Biz:
‘‘- Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim sayımız altı-yediyüze ulaşmış olduğu halde, hakkımızda korku mu taşıyorsunuz?’’ dedik.
‘‘-Siz bilemezsiniz, (çokluğunuza rağmen) imtihan olunabilirsiniz!’’ Gerçekten öyle (belaya maruz kalıp imtihan olunduk ki, içimizden namazını gizlice kılanlar oldu.’’(Buhari, Cihad:181)
18- Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım. Onlar şunlardır:
1- Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.
2- Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılırlar.
3- Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allâh hayvanlara acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.
4- Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlün sünnetini terk eden her milletin başına mutlaka Allâh kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.
5- İmamları (yâni devlet adamları) Allâh’ın Kitabı ile amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allâh onların hesabını kendi aralarında görür.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22)

– ‘‘Bir adamın camiden geçip iki rekat namaz kılmaması, tanıdığından başkasına selâm vermemesi ve gencin yaşlı kimseyi işinde kullanması, kıyamet alâmetlerindendir.’’
(Ramuz el-Ehadis:448/5)

– ‘‘Kıyamet yaklaşınca zaman daralır’’, fitne ve fesat artar, öldürme olayları artar.’’ (Buhari, Edep:39)
Böyle zamanlar gelmeden fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. Bir ömür geçirip de sonunda pişman olanlardan olmamalıyız.
Peygamber (as) şöyle haber veriyor:
–          ‘‘Kıyamet günü insan şu beş şeyin hesabını vermeden Rabbinin huzurundan ayrılmaz.
1-      Ömrünü nerede tükettiğinden,
2-      Gençliğini nerede geçirdiğinden,
3-      Malını nereden kazandığından,
4-      Malını nerede harcadığından,
5-      Bildiğiyle amel edip etmediğinden.’’ (Tirmizi, Kıyamet:1)

İnsan hayatı dolu dolu, her şeyi yerli yerince geçirmeden insanın kurtulması zordur. Eğer güzel bir hayat yaşanırsa, hayatın hesabı kolay verilecektir. Kabirde, sıratta ve mahşer günü hiçbir sıkıntı çekilmeyecektir. İşte o gün onlar için bayramdır.
Rabbim bize dünyada da ahirette de nice bayramlara kavuştursun.
Allah’ın selamı, hidayeti ve rahmeti üzerinize olsun.