30 Kasım 2016 Çarşamba

Mescidi Aksâ`ya sefer ettiğimi söylediğimde Kureyş beni yalanlayınca Mescidi Harâm`a gidip Hicir`de ayakta durdum. Müteâkıben Allah bana, Beyt-i Makdis ile gözümün arasındaki mesâfeyi kaldırdı da (denemek için ne sordularsa) Mescid-i Aksâ`ya bakarak onun nişânelerinden Kureyş`e haber vermeye başladım.
Hz Muhammed sav
buhari 1550

Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Hicr-i Kâbe`de namaz kılıyordu. Bunun üzerine Ukbe İbn-i Ebî Muayt çıkageldi. Ukbe Resûlullah`ın ridâsını (toparlayıp onun mübârek) boynuna koyarak onu şiddetli bir sûretle boğmaya başlamıştı ki, bu sırada Ebû Bekir geldi. Nihâyet Ukbe`nin omuzunu tuttu ve onun tecâvüzünü Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den defetti. Ve "Fazîletli bir adamı, Rabb`im, Allah! diyor diye öldürecek misiniz?" meâlindeki âyeti sonuna kadar okudu.
buhari 1544






Allah Teâlâ buyuruyor:

“Zikret Habîbim o zamanı ki, o zamanda biz, İbrâhim’e Beyt-i Şerîf’in mekânını tâyin ve o mekânı ona mercî kıldık. Ve İbrâhim’e vahyettik ki: “Sen bana hiç bir şeyi şerîk kılma ve Beyt’imi ziyâret ve tavaf edenlere ve kâim olup îbâdetle meşgul olanlara ve rükû ve sücûd edenlere Beyt’imi tathîr et. Bu sûretle tavaf edecek olanlara Beyt’in temiz ve hazır olmasını tavsiye ettik.” (Hac sûresi, 26)

Ebu’s-Suûd Efendi’nin beyânına nazaran, İbrâhim -aleyhisselâm’ın Kâbe’yi binâsı Kâbe’nin ikinci defâki binâsıdır.

İlk olarak Âdem -aleyhisselâm- binâ etmiş, bu binâ Nûh tûfânında kaybolmuştur.

İkinci olarak İbrâhim -aleyhisselâm- binâ etmiş.

Üçüncü olarak zamân-ı câhiliyede İslâm’ın zuhûrundan evvel Kureyş tarafından binâ edilmiş ve bu binâ da Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- efendimiz nübüvvetle ba’s olunmazdan evvel binâ edilmiştir.

Dördüncü defâ Abdullah ibn-i Zübeyr binâ etmiştir.

Beşinci defâ Haccâc-ı Zâlim tarafından binâ edilmiştir.

Zübdet’ül-Buhârî’de zikredilen hadîs-i şerîf muktezâsınca, yeryüzünde en evvel konulan ve binâ edilen mescid Kâbe-i Muazzama’dır.

Bu mâbed on bir kere binâ ve tecdit edilmiştir ki bunlar:

1- Evvelâ Melâike-i kirâm nurdan bir binâ olarak inşâ etmişlerdir. 2- Hazret-i Âdem, 3- Hazret-i Şit, 4- Hazret-i İbrâhim, 5- Amâlikalılar, 6- Cürhüm kabîlesi, 7- Kusayy, 8 -Kureyş, 9- Abdullah bin Zübeyr, 10- Haccac-ı Zâlim
11- Bağdat Fâtihi Sultan IV. Murâd’dır.

Fahr-i Râzî ve Nîmetullah Efendi’nin beyânları veçhile birinci binâ tûfan ile zâil olduğundan Hak teâlâ hazretleri vahy ile Hazret-i İbrâhim’e Beyt’in mahallini bildirmiştir.

İbn-i Abbas -radıyallahu anh-’den şöyle rivâyet olunmuştur:

İbrâhim -aleyhisselâm- Hacer’le evlenip İsmâil olduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber Sâre’nin taarruzundan korunmak için Şam’dan çıkıb Mekke’ye geldi.

Nihâyet Hacer’le İsmâil’i Mescid-i Haram’ın bugünkü bulunduğu yerine ve Mescid’in yüksek bir mahallindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına b›raktı.

O tarihte Mekke’de hiçbir kimse yoktu. Hatta içecek su da yoktu. İbrâhim -aleyhisselâm-, bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarında da içi hurma dolu meşin bir dağarcık ve içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhim -aleyhisselâm- kendisi Şam’a gitmek üzere döndü. İsmâil’in anası Hacer de peşi sıra onu takib etti de:

– Ey İbrâhim! Bizi bu vâdide bırakıp da nereye gidiyorsun? Böyle bir vâdi ki, ne görüp görüşecek var, ne başka bir hayat eseri var, dedi.

Hacer bu sözlerini tekrar ettiyse de İbrâhim ona dönüp bakmadı. Hacer:

– Bizi buraya bırakmanı sana Allah mı emretti, diye sordu. İbrâhim de:

– Evet Allah emretti, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer:

– Öyleyse Allah bize yetişir, O bizi korur, yalnız bırakmaz, zâyi etmez, dedi.

Sonra Kâbe’nin yerine döndü. İbrâhim -aleyhisselâm- da ayrılıp gitti. Tâ Mekke’nin üstündeki Seniye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca yüzünü Kâbe’ye çevirdi, sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:



“Allah’ım! Zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki Rabbimiz, dosdoğru namaz kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri me’mul olduğu için kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır.” (İbrahim sûresi, 37)
Nebî sav,Hırâ dağında iken yanına Cibrîl gelmiş şöyle demiştir Yâ Resûlallah İşte şu Hadîce`dir sana doğru geliyor. Hadîce sana geldiğinde ona, Rabb`inden ve benden selâm söyle! Ve Cennet`te inciden yapılmış bir sarayla da müjdele ki, onun içinde (Hadîce`nin hoşlandığı gibi) gürültü, patırdı yok ve çalışmak, çabalamak da yok!
buhari 1537
Uhud günü asker hezîmete uğrayıp Nebî sav`in yanından dağıldığı sırada Ebû Talha Resûlullah`ın huzûrunda -deriden kalkanını ona siper yaparak- sebât etmiş bulunuyordu. Ebû Talha, mahâretli bir kemankeşti. Yayının kirişi sertti; oku hızlı giderdi. Uhud  günü Ebû Talha (çok ok attığından) iki, yâhut üç (yay) kırmıştı. O gün Ebû Talha`nın yanından -terkisi yayla dolu olarak- geçen her mücâhide Resûlullah: - Terkindeki yayları Ebû Talha`nın önüne boşalt (o atsın) derdi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem düşman (okçuları) na bakmak için ayağa kalkarsa hemen Ebû Talha: -Babam,anam sana kurban olsun yâ Resûla`llah sakın yükselme! Düşman oklarından bir uğursuz okun sana isâbet etmesinden korkarım; işte göğsüm, senin göğsünün önünde (siper) dir! derdi. Uhud günü hakîkî bir vâkıa da
Ebû Bekr`in kızı Âişe ile (annem) Ümm-i Süleym`i (mücâhitler arasında) görmemdir: Bunlar arkalarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar,
yaralıların ağızlarına döküyorlardı. Kırbalar boşalınca
süratle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar,sonra gelip
mecrûh mücâhitlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.
buhari 1533

29 Kasım 2016 Salı

Nebî sav,Übey b Kâb`a
Allah Teala bana beyyine sûresini muhakkak sana okumamı emretti, buyurdu.Übey:Yâ Resûlallah! Allah benim adımı da (açıkça) andı mı? diye sordu. Resûlullah: - Evet andı! diye tasdîk buyurdu. Bunun üzerine Übey İbn-i Kâ`b (sevincinden) ağladı.
buhari 1531
Ebû Hüreyre r.a,Nebî sav`e geldi:Yâ Resûlallah Açlıktan zayıfladım tahammülüm kalmadı diye şikâyet etti. Resûlullah onu (it`âm için) kadınlarına gönderdi. Kadınlar: - Bizim yanımızda sudan başka bir şey yoktur! diye iâde ettiler. Bunun üzerine Resûlullah yanında bulunanlara: - Şu açı kim taâmına ortaklar, yâhut kim konuklar? buyurdu. Ensâr`dan bir kişi ayağa kalktı: - Ben! diye cevab verdi. Ve misâfir ile (evine) eşinin yanına gitti. Ve: - Haydi Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in misâfirlerini ağırla! dedi. Fakat kadın: - Çocukların azığından başka evimizde bir şey yok ki! diye cevab verdi. Kocası: -O yemeğini getir,ışığını yak; çocuklarını da uyut! dedi. Kadın da akşam yemek yenileceği sırada yemeğini hazırladı, ışığını yaktı; çocuklarını da uyuttu, sonra kalktı, kandili düzeltir gibi oynayıp söndürdü. Bu sûretle karı, koca kendilerini misâfire yemek yiyor gibi göstermeye teşebbüs ettiler. İkisi de aç gecelediler, sabah olunca ev sâhibi Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e gitti. Resûlullah onu görünce şöyle buyurdu: - Allah Teala Bu gece,karı-koca sizin güzel hareketinizi beğendi ve Allah Azze ve Celle:
(Ensâr, kendilerinin fakr ü ihtiyâcı olsa bile misâfir ve Muhâcirleri nefislerini tercîh ederler) kavl-i şerîfini inzâl buyurdu.
buhari 1527
Siz öteden beri mi Ensar ismiyle anılırdınız
Yoksa bu ismi size Allah mı koydu sorusuna
Enes b Malik r.a:
“Evet! Bize bu ismi Allah koydu!” demiştir.
Kur’ânı Kerîm’de Ensar hakkında şöyle buyurulur
“İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzellikle tâbi olanlar (yok mu?); Allah onlardan razı olmuştur.
Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.
Allah bunlar için-kendileri içinde temelli kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akar cennetler hazırladı.İşte, bu en büyük kurtulustur. “
Abdullâh b. Ömer`e r.a Iraklı bir kimse
sinek öldüren ihramlı kişinin hâlinden sormuştu. Abdullâh b. Ömer (hayret ederek): - Irak halkı sinek (öldürmek cinâyet olup olmadığını) soruyorlar. Halbuki onlar (vaktiyle) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem`in kızı (Fâtıma`)nın oğlu (Hüseyn`)i öldürmekten çekinmemişlerdi. (O Hüseyin ki, kardeşi Hasan`la haklarında) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: - Onlar benim dünyâdan (öpüp kokladığım) iki Reyhân`ımdır, buyurmuştur.
buhari 1514


 
 
Zeyd b Harise r.a Kölelerden ilk Müslüman. Ordu kumandanlığına
kadar yükselmiştir.
:
Nebî sav,Uhud günü beni taltîf
ve tebcîl için babasıyle anasını birlikte yâdederek Babam anam sana kurban olsun! buyurdu
Sa`d b. Ebî Vakkâs ra
buhari  1502
Hz Ali r.a,Cemel vakasında Talha r.a'ın şehadetini duyunca çok ağlamış ve
ey Talha Benim ve senin şu ayette
"Biz cennetteki müttekilerin gönüllerindeki
kin ve husumeti çıkarmışızdır.Kardeş olarak karşılıklı tahtlar üzerinde otururlar ve birbirlerine yüz çevirmezler." (Hicr: 47) buyurulan bahtiyar müttekilerden olmamızı temenni ederim" demiştir.
Talha b. Ubeydullâh r.a
Uhud harbinde Nebî sav`i eliyle düşman taarruzundan korumuş ve (bu sırada) eli, (bir ok isâbet ederek) yaralanmış, nihâyet çolak olmuştur.
buhari 1501

28 Kasım 2016 Pazartesi

Fâtıma r.a değirmen çevirmekten eline hastalık gelmişti Nebî sav`e getirilen esirlerden bir hizmetçi istemek üzere gelmişti. Fâtıma Resûla`llah`a gittiğinde onu bulamadı. Yalnız Âişe`yi buldu ve ona derdini anlattı. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem geldiğinde Âişe, Fâtıma`nın geldiğini haber verdi. Hazret-i Alî der ki: Bunun üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bize geldi. Ve bizi yatağımızda yatarken buldu. Hemen ben kalkmağa davranırken Resûlullah bize: - Yerinizde durunuz! buyurdu. Ve ikimizin arasına oturdu. Sonra Resûlullah: - İyi dinleyiniz! Sizin benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlı size bir şey öğreteyim mi? Siz (gece) yatağınıza girdiğinizde otuz dört def`a Allahu Ekber; otuz üç kere de Sübhâna`llah dersiniz, otuz üç def`a da El-Hamdü li`llah dersiniz. Bu yolda zikir size hizmetçiden hayırlıdır! buyurdu.
buhari 1498

Ömer b Hattâb r.a vefât ettiğinde ve hayır ile şehâdet ettiğimiz  sıra ben bir cemâat içinde ayakta idim Ömerin nâşı tabutuna konmuştu. Cemâat Ömer İbnü`l-Hattâb için Allah`a duâ ettiler. Birisi omuzuma dirseğini koymuş şöyle diyordu: - Ey Ömer! Allah sana rahmet etti. Ben, Allah`ın muhakkak seni, iki dostunla (Resûlullah ve Ebû Bekr`le) berâber bulunduracağını kuvvetle umuyorum. Çünkü ben, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in çok def`a : "Ben, Ebû Bekr ve Ömer`le şöyle oldum; ben, Ebû Bekr ve Ömer`le şöyle işledim; ben Ebû Bekr ve Ömer`le şuraya gittim" dediğini işitmiştim. Bunun için ben, Allah`ın seni (Hücre-i Saâdet`te) iki dostunla berâber bulunduracağını kuvvetle umardım. (İbn-i Abbâs der ki:) bir de dönüp baktım ki: Bu hitâbe sâhibi,
Alî İbn-i Ebî Tâlib radiya`llahu anh`dir.
Abdullâh b. Abbâs r.a
buhari 1493

Nebî sav bir kere Ebû Bekr Ömer Osman r.a ile birlikte Uhud`a çıkmıştı Orada bulundukları sırada dağ sallandı. Bunun üzerine Resûlullah: Ey Uhud, uslu dur! Bil ki, üstünde bir Peygamber, doğru seciyeli bir zât, iki de şehîd bulunuyor, buyurdu.
buhari 1492
Sakın Ashâbıma kötü söz etmeyiniz.Onların şeref ve fazîleti yüksektir.Sizden birinin Uhud dağı kadar altın sadaka verdiği farzedilse, bu (muazzam sadakanın sevâbı) Ashâb`dan birisinin iki avuç (hurma) sadakası (fazîleti)ne erişemez. (Hattâ) bunun yarısına da ulaşamaz.
Hz Muhammed sav
buhari 1491
Kim giydiği libâsını elbisesini kibirlenerek sürüklerse Kıyâmet gününde Allah ona rahmet nazarıyle bakmaz, buyurmuştu. Ebû Bekr: - Yâ Resûla`llah! Benim libâsımın iki tarafından birisi
-ben onu sürünmekten korumazsam- muhakkak yerde sürünür! (Ne buyurulur?) diye sordu. Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem de: - Sen kaftanını sürüklemeyi kibirlenerek işler değilsin! diye cevap verdi.
buhari 1489

Resûlullah`ın huzûruna girdim Yâ Resûlallah Ashâb içinde size en sevimli kimdir diye sordum. Resûlullah: - Âişe`dir! buyurdu. Ben: - Erkeklerden kimdir? dedim. Resûlullah: - Âişe`nin babası! buyurdu. Ben: - Sonra kimdir? dedim. Resûlullah: - Ömer İbn-i Hattâb buyurdu. Sonra Resûlullah bir takım ricâlin adlarını saydı. (Amr İbn-i Âs der ki: Resûlullah beni en sonraya bırakır korkusuyle sustum da başkalarını sormadım).
buhari 1488


Allah Teala beni size Peygamber göndermişti. Bunu size teblîğ ettiğimizde hepiniz beni yalanlamıştınız da (Nübüvvetime yalnız) Ebû Bekr inanmıştı. Ve uğrumda canını, malını fedâ etmişti.
Hz Muhammed sav
buhari 1487
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem`i ilk gördüğümde onun berâberinde ilk müslüman olarak
beş köle, iki kadın, bir de
Ebû Bekr`den başka kimse yoktu
Ammâr b. Yâsir r.a
buhari 1486


27 Kasım 2016 Pazar

Peygamber efendimiz kızı hazreti Fâtımâ’yı çağırıp kulağına bir şeyler söyledi.
Hazret-i Fâtımâ ağlamaya başladı.Sonra bir şeyler daha söyleyince hazret-i Fâtımâ güldü. Resûlullah efendimiz hazret-i Fâtımâ’ya vefât edeceğini söyleyince hazret-i Fâtıma ağladı. Sonra da; “Sana müjde olsun ki bütün
ehlimden önce sen bana kavuşursun.” buyurdu.
Bunun üzerine hazret-i Fâtıma sevinip güldü.
Hristiyan bir kişi vardı Sonra müslüman olmuştu Bakara ve Âli İmrân Sûrelerini okumuştu. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e de vahiy kâtipliği yapmıştı. Bu adam sonra geri, Hristiyanlığa döndü. (Ve kaçarak Hristiyan câmiasına ihtihâk etti. Hristiyanlar onu yüksek makamlara çıkardılar) Bu mürted:Muhammed bir şey bilmez.Yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeye başladı. Ve (aradan çok bir zaman geçmeden) Allah onu (kavmi içinde boynunu vurdurup) öldürdü. Hiristiyanlar defnettiler. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu dışına atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar: bu Muhammed ile Ashâb`ın işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydanda) bıraktılar, diye iftirâ ettiler. Ve derin bir çukur kazarak onun içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yerin onu (yine) dışına attığı görüldü. Hristiyanlar yine: Bu, Muhammed ve Ashâb`ının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışında bıraktılar, dediler. Ve bir yerde yine bir çukur kazdılar, güçleri yettiği derecede derinleştirdiler. Fakat sabah olunca o yerin onu dışına attığı görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar
bu işin kullar tarafından yapılmadığını anladılar. Ve onu açıkta bıraktılar.
buhari 1477


Nebî sallallahu aleyhi ve sellem,bir hastanın yanına gittiğinde,'geçmiş olsun, günahlarına keffârettir inşâAllah' derdi.
buhari 1476


Yâ Resûlallah O uğursuz devirde yaşarsam nasıl hareket etmemi emredersiniz dedim Resûlullah İslâm cemâatine mütâbaat, ve onların devlet reîsine mutâvaat eyle! (Devlet reîsi zulmederse, seni döver, malını alırsa bile sözünü dinle, itâat eyle!) buyurdu. Ben: - Yâ Resûla`llah! Onlar cemâat hâlinde değiller (de bozgunculukla parçlanmışlar) sa, başlarında devlet reîsi de yoksa, dedim. Resûlullah: - O fırkaların hepsinden ayrıl! (Evine çekil!). Velev ki bu i`tizâl, bir ağaç kökünü ısırman sûretiyle (meşakkatli) olsa bile. Artık ölüm erişinceye kadar bu i`tizâl üzere bulun! buyurdu.
 buhari 1471
Suyumuz azalmıştı Kafile aşırı bir susuzluk karşısında kalmıştı Resûlullah bana bir miktar su getiriniz dedi. Ashâb, içinde az bir miktar su bulunan bir kap getirdiler. Resûlullah bu kabın içine elini koydu. Sonra Ashâb`a: - Haydi temiz ve mübârek suya geliniz! (Abdest alınız!). Suyun artışı ise Allah`tandır, buyurdu. Ve hakîkaten Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in parmakları arasından su kaynayıp aktığını gördüm.
buhari 1466
Abdest suyu bulamamışlardı.Resûlullah`ın huzûruna bir kap su getirildi.Resûlullah elini kaba koydu.Hemen parmakları arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan cemâat abdest al(ıncaya kadar devâm et)ti.
(Enes İbn-i Mâlik`in râvîsi) Katâde der ki: Ben, Enes İbn-i Mâlik`e: - Orada kaç kişi idiniz? diye sordum. O da: - 300 kadar, diye cevap verdi.
buhari  1465


26 Kasım 2016 Cumartesi

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisi için kin tutup intikam almamıştır.
Hz Aişe r.a
buhari 1457

İmam Malik Hz:
Allahın Peygamberinin bulunduğu yerin toprağını bindiğim ata çiğnetmekten haya ederim.
İmam Şâfiî'den gelen rivayet:
"İmam Mâlik'in kapısında Horasan diyarının küheylan atlarından ve Mısır'ın meşhur katırlarından öylelerini gördüm ki, onlardan daha güzelini hiçbir yerde görmemiştim. Bunları gördüğümde hocam İmam Mâlik'e 'Bunlar ne güzel şeyler' dedim. O bu sözümü işittiği zaman şöyle dedi: 'Ey Ebu Abdullah,! Onlar benden sana hediye olsun.Allah'ın Rasûlü'nün gömülü bulunduğu bir toprakta binekli olarak dolaşmaya utanırım' dedi".


Hocam imam Malike
48 sual soruldu İkisi hariç hepsine La Edri Bilmiyorum cevabını verdi.
İmam Şafi Hz
İlim,amellerin en faziletlisidir.
İmam Gazali Hz
Hz Peygamber sav evinden çıkıp mescide geldi
Mescide girdiği zaman toplanmış iki grup gördü
Bu gruplardan biri dua ve zikir ile meşgul oluyordu. Öbürü ise, ilimden bahsediyor ve birbirlerine ilim öğretmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber zikir halinde olanlara işaret ederek şöyle buyurdu: 'Bunlar Allah'tan isterler. Allah Teâlâ dilerse onlara verir, dilemezse vermez. (Sonra ilim üzerine
konuşanlara işaret ederek şöyle bu yurdu):
'Bunlar ise, halkı eğitip, ilim öğretmeye çalışıyorlar.
Ben de sizlere bir muallim (öğretici) olarak gönderildim'.
Daha sonra Hz.Peygamber ilim öğretenlerin meclisine giderek onların aralarına oturdu.

Ebû Bekr r.a Alî r.a ile berâber gidiyordu. Yolda Alî`nin oğlu Hasan`ı gördü.Ebû Bekir çocuğu tutup omuzuna alarak Peygambere benzeyen, Alî`ye benzemeyen (yavru) babam sana fedâ olsun! dedi.
Alî ise gülüyordu.
buhari 1444



Kim ki Allah Teala ona
Kur'an'ı vermişse,o da
herhangi bir kimsenin kendisinden daha zengin olduğunu zannederse,
Allah'ın ayetleriyle
alay etmiş olur.
Hz Muhammed sav



Kur'an bilgisine sahip olan
bir kimse,başkasının maddî servetini daha hayırlı görürse,Allah Teala'nın büyük gördüğünü küçük görmüş olur.
Hz Muhammed sav

Hz Muhammed sav:
Ey Kureyş cemâati Ben size şu dağın eteğinde şu vâdide düşman atlıları var size saldıracak mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden:
“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar
Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.



Vâiz olarak ölüm yeter.

Hz Muhammed sav

25 Kasım 2016 Cuma


İktisad eden kimseyi
Allah Teala zengin eder, israf edeni de fakir eder.
Hz Muhammed sav


İçinde haram bulunan elbise içinde kılınan namazı Cenabı Hak kabul etmez.
Hz Muhammed sav



Cahil kişi cehaletten
mazur sayılmaz.
Hz Muhammed sav


Amele müteallik ilim amelden hâlî kalınca cehalet addolunur. Sâhibine câhil muâmelesi edilir.

Allah Resûlü sav,yanımıza gelerek
bizi ilme teşvik etmek için:
-Hanginiz kendisine her gün iki büyük ve semiz devenin gelmesini ve onları helal yoldan almak ister? Diye sordu. Biz:
-Hepimiz bunu isteriz, ey Allah Resûlü (sav)! Dedik.
Allah Resulü(sav):
-Sizden birinin mescide gidip, Allah'ın kitabından iki ayet öğrenmesi, o iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet öğrenmesi ise üç deveden, dört ayet dört deveden daha hayırlıdır." buyurdu.
Ukbe b. Âmir (ra)


Size Cennetlikleri bildireyim:
Her zayıf olan ve halk tarafından zayıf görülen mütevâzı her mümin Cennet`liktir.Size Cehennem halkını da bildireyim.Onlar da katı yürekli,kibirli ve hîlekâr,ululuk taslayan kimselerdir.
Hz Muhammed sav
Buhari,1752

İçkiyi haram kılan ayet inince herkes şarap testilerini döktü ve ondan sonra hiç içmediler. Buhari,1698
İçkiden sakının, çünkü o bütün şerlerin anahtarıdır.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
اجتنبوا الخمر فإنها مفتاح كل شر
Şarap içenden Allah-u Tealâ kırk gün razı olmaz, ölürse kâfir olarak ölür, tövbe ederse Allah-u Tealâ tövbesini kabul eder, tekrar dönerse, Allah-u Tealâ ona Cehennem ehlinin kan ve irinlerini içirir.

Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Kim zina eder ve içki içerse, insan gömleği başından çıkarttığı gibi, Allah-u Tealâ ondan imanı soyup alır." (Hakim, Müstedrek, No:57,1/73)
من زنى أو شرب الخمر نزع الله منه الإيمان كما يخلع الإنسان القميص من رأسه


Kızını veya ailesinden birini içki içen biriyle evlendiren, sanki onu cehenneme sürüklemiştir.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Sarhoş ayılıncaya kadar,hiç bir namazı kabul edilmez ve iyiliklerinden hiç biri (semaya) yükseltilmez.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Dünyada içki içen, ahirette cennet şarabını içemez.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem

Sarhoş edici bir şey içmek için toplanırlarsa, Allah-u Tealâ mutlaka onları ateşte cemeder, onlar birbirini tenkid ederek 'Ey filân! Allah benden sebep sana hayır vermesin, beni buraya sen soktun' der, diğeri de ona aynısını söyler.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
İçki içenin 40 gün namazını kabul etmez Allahu Teala.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
İçki içen(tevbe etmeden ölürse),Allah Teala'ya,puta tapan gibi kavuşur.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
مُذمنْ الخمر إن مات لقى الله كعابد وثن
ALLAH Teala,
içki içene,içirene,
satana,alana,üretene,
taşıyana,parasını yiyene lanet etmiştir.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem


İçki,kumar,şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar) dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi/90)
Ayeti kerimede içki; şeytanın işinden bir pislik olarak dikkat çekiliyor. Buna göre içki satan bir şahıs ‘pislik satıcısı’, içki satılan bir mekân da ‘pislik satılan’ bir mekân oluyor.


Allah Teala'ya yemin ederim ki hiç biriniz ben ona babasından da evladından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.
Hz Muhammed sav
Buhari,14



Girmek istemeyen müstesna ümmetimin hepsi cennete girer Bunun üzerine orada bulunan bir Sahabi RA cennete girmek istemeyen kimsenin haline taaccüp ederek:“Herkesin arzusu cennete girmektir. Cennete kim girmek istemez ki?” diye arz edince Peygamber (SAV) Efendimiz:“Zahiri ve batini olarak emrettiğim ve nehyettiğim işlerde bana itaat eden kimse,ebedi kalıcı olarak cennete girer.(Bu hususlarda) bana itaat etmeyen ise cennete girmekten imtina etmiş,girmek istememiş olur.



Hz Aişe ra Resûlullah sav bir gece yanımdan çıkıp gitmişti Benim nöbetimde hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü.Geri gelince halimi anladı ve:

"Kıskandın mı yoksa?" dedi.Ben de:

"Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Aleyhissalatu vesselam:

"Sana yine şeytanın gelmiş olmalı" dedi.Ben:

"Benimle şeytan mı var?" dedim.

"Şeytanı olmayan kimse yoktur" dedi.

"Seninle de var mı?" dedim

"Evet,Ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da müslüman oldu!" buyurdu."






“Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyuruyor:

“Kim bana itaat ederse hakîkatte Allâh’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyân ederse şüphesiz Allâh’a âsî olmuş olur.” (Buhârî, Müslim)

*

“Hiçbir kimse, ben; kendisine babasından, evladın­dan ve bütün insanlardan daha sevimli oluncaya kadar gerçek îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Müslim)

*

Abdullah bin Hişam -radıyallahu anh- den:

Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in maiyyetinde idik. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz, Ömer -radıyallahu anh-’ın elini tutuyordu. Ömer -radıyallahu anh- dedi ki:

– Yâ Rasûlallah! Sen bana canımdan başka her şeyden sevimlisin. Bunun üzerine -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

– Hayır, rûhum kudret elinde bulunan Allâh’a and olsun ki, ben sana canından da sevimli oluncaya kadar îmânın kemâlini bulmaz.

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- bunu söyleyince Ömer -radıyallahu anh-:

– İşte hakîkat şimdi yâ Rasûlallah! Sen bana muhakkak canımdan da sevimlisin, dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz de:

– Şimdi îmânın kemâline erdi ya Ömer, buyurdu. (Buhârî)

*

“Kıyâmet günü insanların bana en yakını üzerime çok salât edenidir.” (Tirmizî)

*

“Kim bana bir kere salât ederse Allah ona on salât eder. Onun on günahını afveder. Derecesini on kat yükseltir.” (Buhârî, Ahmed bin Hanbel)

Ayet-i celîlede şöyle buyurulur:

“Şüphesiz Allah da melekleri de o peygambere çok salât ederler ve onu tekrîm ederler. Ey îmân edenler! Siz de salât edin, tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Ahzâb suresi, 56)

Salât, ehl-i lügatten bir çoğuna göre duâ, tebrik, temcid ve tâzim mânâlarınadır.

Cürcânî, “Allah’tan salât, rahmet; meleklerden salât, istiğfar; mü’minlerden salât, hayır ve duâ demektir.” diyor (Seyyid Şerif, Târifât).

Mücâhid’e nazaran “Allah’tan salât, tevfik ve ismet; meleklerden salât, avn ve nusret; ümmetten salât ise ittibâdır.”

Bazıları da “Allâh’ın Peygamberi’ne salâtı onun
şerefini îlâ ve tekrîm, meleklerin salâtı onun müker­remliğini izhar, ümmetin salâtı da onun şefaatını talebdir.” demişlerdir.

Hazret-i Ali -radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh-’den şöyle rivâyet olunmuştur.

Âyetin başındaki (يَا اَيُّهَا)nın (يَا)sı nefse, (اَىُّ)sü kalbe (هَا)sı rûha hitaptır. Sanki Cenâb-ı Hakk, habîbine salât ederken, “Onun şanını yalnız dilinizle değil, nefsinizle, kalblerinizle, rûhlarınızla da ta’zim ve tekrîm edin.” buyurmuştur.

(اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ) “Yâ Allah, Muhammed’in zikrini îla, dâvetini galip ve şerîatını dâim kılmak sûretiyle onu dünyada da âhirette de tekrîm ve tâzim buyur. Onu ümmeti hakkında şefaatçi kıl, ecrini derecesini kat kat artır.” demektir.



Salâttan murad, Allâh’ın emrine imtisal ve Rasûl’ü -sallallâhu aleyhi ve sellem’in bizim üzerimizdeki hakkını edâya cehd etmek sûretiyle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaktır.


'İnsanlar ayakkabısız vücudu çıplak haşrolunacaklar' buyurdu.
Hz Aişe r.a:
-Yâ Resûlallah Erkek kadın berâber mi Bunlar birbirlerine (edep yerlerine) bakarlar, dedim. Resûl-i Ekrem sav:
-Yâ Âişe! Haşir işi çok güçtür, insanların birbirlerine bakmalarına müsâit değildir,buyurdu.
(Buhari,2048)




Hz Aişe ra Resûlullâh sav`ın karşısında ayaklarım kıblesine gelmek üzere yatar uyurdum Secdeye vardığı zaman eliyle beni dürterdi de (ben) ayaklarımı (geriye) çekerdim.(Secdeden) kalktığı zaman (yine) uzatırdım.Hz.Âişe (radıyallâhu anhâ) der ki:O zamanlarda evlerde ışık bulunmazdı.

(Hadis-i Şerif,Buhari,249)


Muhammed sav elek görmediği gibi elenmiş undan yapılan ek­mek de görmedi Bu hali Allah´ın onu peygamberlikle görevlendirme­sinden vefat edişine kadar devam etmiştir. Ravi, Hz. Aişe´ye şöyle sorduğunu söylüyor:




- Mademki eleğiniz yoktu, arpayı nasıl yerdiniz




- Üfleyerek ayıklayıp yerdik.



Allah Resulü sav Ey Aişe benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı kızgın olduğun zamanı pek iyi anlarım buyurdu.Hz.Âişe der ki, 'ben de:Yâ Resûlallah,bunu nasıl bilirsin?' diye sordum.Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi:'Benden memnûn olduğunda "Muhammed`in Rabbi hakkı için öyle değildir" dersin,kızgın olduğun zaman da: "İbrahim`in Rabbi hakkı için öyle değildir" dersin(adımı anmazsın).Hz.Âişe der ki:'Ben de: Evet yâ Resûlallah, vallahi öyledir. Fakat ben(asabi halde) yalnız sizin adınızı bırakırım.(Sevginizse gönlümde yaşar,) diye saygımı arzettim.(Hadis-i Şerif,Buhari,1825)
Resulullaha En çok kimi seviyorsun denildiğinde buyurdular ki Aişe'yi
Erkeklerden kimi dediklerinde buyurdu ki
Aişe'nin babasını
Yani, en çok Hazret-i Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.
Hz Aişe sordular:
Ey Allahın Resulü beni seviyor musun?
Resulullah:
Evet ya Aişe tabii Seviyorum.
Hz. Aişe bununla da yetinmiyor ve hemen soruyor :
" Beni nasıl seviyorsun ? "
Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyordu sevgili eşine. İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle:
" Kördüğüm gibi.. "
Hz. Aişe Peygamberimize sık sık sorardı :
"Ey Allahin Resulü, Kördüğüm ne alemde ? "
O yüce resul cevap veriyordu :
" İlk günkü gibi ! "



Sabah namazının sünnetini sizi düşman kovalasa bile terketmeyiniz.

Hz Muhammed sav
Bir asker namaz kılan en zor şartlarda bile terk etmeyen diğer askere sordu Arkadaş hangi çağda yaşıyoruz niçin kendini zahmete sokup hergün 5 defa namaz kılıyorsun?Namaz kılan asker,tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi,-Şu insan,niçin hergün yanından geçerken toplanıyor,selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun.Yat dese yatıyor,kalk dese kalkıyorsun oda senin gibi iki ayağı iki eli ve bir başı olan bir insan değilmi?Diğer asker cevap verir:
-Evet oda benim gibi bir insan ama omuzunda yıldızı var. Namaz kılan askerin cevabı müthiştir:
-Ey arkadaş sen omuzunda yıldızı var diye senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tesbih tanesi gibi kudret eliyle çeviren RABBİM'e niçin itaat etmeyeyim.


Kur’anı Kerim’den
bir ayet öğrenmek,
yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır.
Hz Muhammed(s.a.v)


Kulun ilk sorguya çekileceği şey namazdır.Üzerindeki kul haklarından en önce sorguya çekileceği şey ise kan dökmektir.Kul için sorgusu en zor olan şey ise zekattır.Zekatla ilgili ceza,
ölüm sırasında başlayacaktır ve
kabirde devam edecektir.
Hz Muhammed sav


Zamanınızdan hoşunuza gitmeyen şeyler bozuk amellerinizdendir.
Hz Muhammed sav

Fahri Kainât Efendimizi sav kaldığı odalarından birinde
ziyaret eden Hz Ömer şunları anlatır
Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıktım. Gördüm ki hasır üzerine yatmış, örgüler bedenine iz bırakmıştı. Ayrıca hurma lifinden yapılmış deri bir yastık üzerine yaslanmaktaydı. Gözümü kaldırıp odanın içine baktım. Allah’a yemin ederim ki orada üç deri postundan başka dikkati çeken hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine:
«- Ya Resûlallâh! Allah’a dua et de ümmetine genişlik versin. Rumlar ve İranlılar Allâh’a ibadet etmezlerken kendilerine fevkalâde zenginlik verilmiş, dünya onlara takdim edilmiş» dedim. Bu sözleri işiten Allah Resûlü yerinden doğrularak şöyle buyurdu:
«- Şüphesiz onların iyi amellerinin karşılığı, kendilerine dünya hayatında peşin olarak verilmiştir.»
Mustafa Kemal Pasanın hüsn-i idaresi İstanbul bütün kuvvetiyle kendisine yükleniyor Her tarafa emirler, gazetelerle neşriyat daima mütecaviz bir lisanla efkâr-ı umumiyede matrud ve mahküm bir insan gösteriliyor. Aleyhine yapılan tecavüzler yetişmiyormuş gibi hayatına suikast hazırlanıyor veya öyle propaganda ile tedhiş ediliyor. Şark kendisini tanımıyor. Bana karşı ise halkın ve ordunun samimi hürmetiyle beraber henüz İstanbul hükümeti de teveccühkâr davranıyor. O azlediliyor yerine beni tayin ediyorlar, onun için derdest emri veriliyor. Bana icra vazifesi veriyorlar. O Sivas'a gitmek için benim kuvvetime ve nüfuzuma muhtaç; hattâ bütün muhitiyle iaşelerinde dahi muavenetime muhtaç.
Kazım Karabekir Paşa
Halbuki mıntıkamda bilhassa Trabzon ve Erzurum daha mütarekenin ilk gününden milli teşkilâtlarını yapmışlar ve benim de inzimâm-ı kuvvet ve tedbirimle milli mukavemet teşekkül etmişti. Bu halk bir hedef için bir Erzurum Kongresi yapmışlardı. Mustafa Kemal Paşa bu işlerin kurulduğu tarihlerde henüz İstanbul'dan bile çıkmamışlardı. Erzurum Kongresi'ne giren Kemal Paşa'nın benim reyimle girdiğini herkes biliyordu ve yine herkes kendisinin diktatörlüğe doğru yürüyeceğini hesaba katmıştı.
Kazım Karabekir Paşa


Sizin için en fazla korktuğum şey gizli şirktir Ashab Ey Allah'ın Rasûlü Gizli şirk nedir dedi
Hz Peygamber sav şöyle cevap verdi:
-Riyadır. Çünkü Allah (c.c) kıyamet gününde kullara amellerin karşılığını verdiği zaman, onlara 'Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın onların yanında bir mükâfat görebilir misiniz?' diyecek!


Riyâ,kelime olarak gösteriş samimiyetsizlik iki yüzlülük
mürailik gibi manalara gelir.
Bir kavram olarak Allah'tan başka bir varlık için, başta ibadet olmak üzere, yapmacık bir şey işlemek,bununla halkın övgüsünü kazanma ve onlar tarafından sevilmeyi arzulamak ve Allah'a yaklaşma niyeti dışında herhangi bir gaye gütmek anlamına gelir.


Allah'a ibadet etmeyen Allah'tan başkasına ibadet eder.


Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah Teala'nın duyduğu memnuniyet,sizden birinin çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.
Hz Muhammed sav
Buhari,949



Allah Teala'nın
en sevdiği ibadet
az da olsa devamlı olandır.
Hz Muhammed sav
Buhari,2030


Bir göçebe ayağa kalktı dedi:
-Ey Allahın Resulu,
cübbeyi bana hediye et.
Resulullah sav,kendisinden istenen nesneyi verirdi.Cübbeyi göçebeye verdi.Başka cübbe örülürken Resulullah vefat etti.

Belh şehrinde korkunç bir kıtlık olmuştu Öyle ki halk nerdeyse birbirini yiyecekti Hal böyle iken Şakik-i Belhi hazretleri, pazarda şen-şakrak neşe içinde bir köle görür. Haline şaşırır ve ona:
- Ey uşak! Şen-şakrak, böyle neşe içinde olmanın ne alemi var. Halkın açlıktan ne hale geldiğini görmüyor musun? dedi. Köle de ona cevap olarak:
- Bundan bana ne! Ben, kendine has bir köyü ve buralardan bir sürü geliri olan, bir efendinin kölesiyim, o beni aç bırakmaz ki!.. dedi.
Şakik’in eli ayağı buz kesildi ve: “İlahi! Bir ambarı olan bir ağaya güvenen şu köle, bu kadar şen-şakrak! Sen ki, hükümdarlar hükümdarı olup, rızka kefilsin. Biz niye dert edinelim.” diyerek, derhal dünya meşgalelerinden yüz çevirdi, samimi bir şekilde tövbe edip, Hakk’ın yoluna baş koydu. Tevekkülde kemalatın zirvesine ulaştı. Daima bu hali hatırlar ve “ben bir kölenin çömeziyim” derdi."
Kim namazları kılmazsa
Kıyamete kadar gelecek tüm
müminlerin hakkını ihlal etmiş olur
ettehıyyatu dualarını okumadığı için.
Müslümanın namazı terketmesinden
bütün müminlere zarar isabet eder.
Çünkü teşehhüddeki duayı okumadığından
tüm müminlerin hakkını eda etmemiş olur.
Münâfıklara sabah ile yatsı cemâat namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan ecir ve fazîleti bilseler emekleye, emekleye de olsa onlara gelirlerdi. 
Hz Muhammed sav
buhari 383
Cemâatle kılınan namaz yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece efdaldir.(faziletlidir)
Hz Muhammed sav
buhari 378
Allah Resulüne(Hz Muhammed) sav üzücü bir şey isabet ettiğinde namaza dururdu.
Huzeyfe r.a
İnsanların hırsızlık bakımından en kötüsü namazından çalandır.
Hz Muhammed sav

24 Kasım 2016 Perşembe

Resûlullâh sav`e
namazı ikâme etmek(kılmak),
zekât vermek,her müslümana nasihat etmek üzere
bîat ettim.
Buhari 52


İkindi namazını kaçıran kimse
ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.
Hz Muhammed sav Buhari,329
Allâhu Teâlâ`ya en sevimli olan namaz,Dâvud (aleyhis-selâm)`ın namazıdır.Allâhu Teâlâ`ya en sevimli olan oruç,Dâvud (Peygamberin) orucudur. Dâvud, gecenin yarısında uyurdu. Ve gecenin üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. Dâvud, bir gün oruc tutardı,
bir gün de iftar ederdi.
Hz Muhammed sav
buhari 581


Kavmi Peygamberi sav dövmüş kan içinde bırakmış o yüzünden hem kanı siliyor hem de
'Yâ Rab Kavmimi mağfiret eyle (onlar câhildirler) bilemezler' diyordu.
buhari 1419



Cennet bana yaklaştı o kadar ki eğer cüret etseydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim. Cehennem de bana o kadar yaklaştı ki "Ey Rabbim, ben de onlarla berâber miyim" de(meye başla)dım. (Orada bir de ne göreyim?) bir kadını bir kedi tırmalayıp duruyor. "Buna ne oluyor?" diye sordum. "(Bu kadın) bu kediyi ölünceye kadar hapsetti. Ne yiyeceğini verdi, ne de yeryüzündeki haşerattan nafakalansın diye salıverdi." dediler.
buhari 417

Namaz kılmayanın dini sağlam değildir. Namazın dindeki yeri başın vücuttaki yeri gibidir.
Hz Muhammed sav
Ben tabiri Mevlanın zatına Biz tabiri ise isimler ve sıfatlara nisbetledir.
Bana Ayıplarımı
Kusurlarımı Söyleyen Kimse Allah Teâlânın Merhametine Kavuşsun.
Hz Ömer (r.a)


İmâm-ı Şafiî r.a'a Ahmed bin Hanbel r.a seni ziyarete geliyor sen de onu ziyarete gidiyorsun hanginiz diğerine daha faziletli olduğu için gidiyorsunuz diye sorduklarında:
“Fazilet kendilerine yakışan yeri terk etmez,
O beni ziyaret ediyorsa kendi (tevâzu ve) üstünlüğünden,
Ben onu ziyaret ediyorsam,o bunu hak ettiğinden,
Dolayısıyla iki halde de fazilet ona aittir”


Bağdat’tan ayrıldığım zaman
orada Ahmed bin Hanbel'den
daha âlim daha fakih haramlardan
ve şüphelilerden kaçan kimseyi bırakmadım.
İmam-ı Şafii hazretleri


40 bin hadisi muhtevi olan Müsnedi hakkında 'Bu Müsned i 750 bin hadisden seçtim'
İmam Ahmed bin Hanbel(ra)
Kim söylemediğim bir şeyi söyledi diye bile bile bana yalan isnâd ederse Cehennem`deki yerini hazırlasın.
Hz Muhammed sav
buhari 1411

Donanma ordu yürürken muzafferen ileri Üzengi öpmeye hasretti Garb'ın elçileri!


Günahtan uzakta olsa da
o günahı seven kişi
o günahı işleyen gibidir.
Hz Muhammed sav

Hz Ali, 'Size Kur'an'daki en fazla ümit veren ayeti
haber vereyim mi' dediğinde dinleyenler
'Evet!' dediler, o da şu ayeti okudu:
Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah yaptıklarınızın)
bir çoğunu da affeder.(Şûra/30)
Bu bakımdan dünyadaki musibetler işlenen günahlar yüzünden meydana gelirler. Öyleyse Allah Teâlâ dünyada kulunu cezalandırdığı zaman ikinci bir defa onu azaba dûçar etmekten yücedir. Dünyada onu affettiği takdirde kıyamette onu tâzib etmekten münezzehtir.

Allah Teala,
bir kuluna hayrı irade ettiği zaman günahının cezasını dünyada acelece verir.
Hz Muhammed sav



Bir insan günahta ısrar ettiği halde sevdiği şeyleri Allah'ın ona verdiğini gördüğünüzde biliniz ki bu durum onun için
istidraç-aldatmadır.
Hz Muhammed sav



Günahlardan bazıları vardır ki onlara ancak üzüntüler keffâret olur.
Hz Muhammed sav



Fakir ve düşkünler diğer insanlardan belli bir süre önce Cennete girerler.Hesabın zor olanı ise,işlerin idaresini ve hakimiyetini almış olanlara kalır.
Hz Muhammed sav


Kevser,cennette bir nehir olup kenarları altındandır ve o inci ve yakut üzerinden akar.
Toprağı miskten daha hoştur.
Suyu baldan daha tatlıdır.
Hz Muhammed sav

Hz Peygamber sav:Ben ateşten cehennemden en son çıkacak olan kimseyi tanırım,Şöyle ki,o sürünerek ateşten çıkar. Kendisine:'Haydi git de cennete gir!' denilir.Ancak o cennete vardığında oranın bütün konaklarının dolmuş olduğunu ve kendisine yer kalmadığını görür. Bunun üzerine geri dönerek:
'Ey Rabb'im! Cennetin bütün konakları dolmuş,
bana yer kalmamış' der.
'Ne kadar yer istemişsen o senin olduğu gibi onunla birlikte dünyanın on misli de senin olsun' denilir.
Kişi de: 'Padişahlar padişahı olan Rabb'im!
Sen benimle alay mı ediyorsun?' der".
Hz. Peygamber bu son cümleyi söylediklerinde
mübarek azı dişleri görününceye kadar güldüler.

Selmanı Farisi r.a yerden bir odun parçası aldı. Bana Ey Cerir,Cennette böyle bir çöp parçası aramaya kalksan bulamazsın” dedi.Ben:
“Peki,hurma ağaçları,meyve ağaçları
ve öbür ağaçlar nerede? (onların çöpü yok mu?)” diye sordum,şöyle dedi:
“Onların kökleri altın ve inci,
dalları ise meyvelerle doludur.”





Cennet'te hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı ve
hiç kimsenin aklına gelmemiş olan nimetler,lezzetler ve güzellikler bulunacaktır.


Hâzır olanlarınız,olmayanlarınıza teblîğ etsin.Hâzır olan kimse,
bunu daha iyi anlayan bir kimseye teblîğ etmiş olabilir.
Hz Muhammed sav
Buhari 61



Hiçbiriniz kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz.
(Hz Muhammed sav,Buhari,13)


None of you will have faith till he wishes for his (Muslim) brother what he likes for himself.(Sahih al-Bukhary,The Book of Faith)لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Elmalılı Hamdi Yazır'ın Dua'sı(Ruhuna Fatiha)
İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim,
Zikrini kalbime mi'rac ettim,
Kitabını kendime minhac ettim.
Ben yoktum var ettin,
Varlığından haberdar ettin,
Aşkınla gönlümü bîkarar ettin.
İnayetine sığındım, kapına geldim,
Hidayetine sığındım lütfuna geldim,
Kulluk edemedim afvına geldim.
Şaşırtma beni doğruyu söylet neşeni duyur, hakikatı öğret.
Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem,
Sen sevdirmezsen ben sevdiremem.
Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini,
Yar et bize erdirdiklerini.
Sevdin habibini, kâinata sevdirdin; Sevdin de hilat-i risaleti giydirdin
Makam-ı İbrahim'den makam-ı Mahmuda erdirdin.
Server-i asfiya kıldın. Hatem-i enbiya kıldın. Muhammed Mustafa kıldın.
Salât-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona,
Onun Al-ü Ashab-u etbaına ya Rab!


Sahabe r.a,dünyanın hiçbir şeyiyle sevinmez,dünyanın kaçan hiçbir şeyiyle üzülmezlerdi.
Hasan Basri r.a
Allah Teala,
dünyayı hem sevdiğine
hem sevmediğine verir.
İmanı ise ancak sevdiğine verir.
Hz Muhammed sav

23 Kasım 2016 Çarşamba

Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklalini yoktan var eden
Mustafa Kemale,onun cengaver ordusunayüce kanunlarına,
mücahid analarına ve Türkiye için âhiret günü olmadığına
iman ederim.

Türk'ün Yeni Amentüsü
Allah'ın Kitabı'ndan nerede ve ne hakkında indirildiğini bilmediğim hiçbir süre yoktur.Eğer Allah'ın Kitabı'nı daha iyi bilen,kendisine ulaşabileceğim birisinin olduğunu bilsem muhakkak ona giderdim. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin: “Seni alıkoymadıkça evimin örtüsünü kaldırabilir ve fısıltıları dinleyebilirsin. Bu girme iznindir." dediği ve annesiyle birlikte Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin evine çok sık ve rahat bir şekilde girmesi sebebiyle Ebu Musa (Radiyallahu Anh) nın Nebi'nin ev halkından zannettiği Abdullah Bin Mesud (Radıyallahu Anh), bu büyük ve
önemli fırsatı kendi lehine değerlendirerek
ilimde büyük payelere ulaşmıştı.
Hazreti Ömer zamanında bir ticâret kervanı gelip Medine'nin yakınında konaklamıştı.Çok yorgun oldukları için hepsi derin bir uykuya dalmıştı.Hz Ömer bu kervandan haberdar olup,Eshâb-ı kiramdan Abdurrahmân bin Avf' ı (radıyallahü anh ) da yanına alıp,sabaha kadar kervanın etrâfında dolaşarak onlara herhangi bir zarar gelmemesi için bekledi.Kervanda bulunanlar ancak sabaha karşı bundan haberdar oldular.Kendilerini bekleyen bu kişinin kim olduğunu merak ettiler. Sabaha karşı uzaklaşıp gittiklerini görünce içlerinden biri takibe başladı.Hazreti Ömer'in mescide girip namaz kıldırmasından sonra merakla bu zat kimdir diye soran kimse,onun Müslümanların halifesi olduğunu öğrenip kervanda bulunanlara giderek hâdiseyi anlattı. Kervandakiler onun Müslüman olmayanlara yardımı böyle olursa, kimbilir Müslümanlara şefkati ve yardımı ne kadar çoktur.O'nun dini gerçekten hak dindir,dediler.Daha sonra da Hazreti Ömer'in huzûruna gidip
hepsi Müslüman oldular.
Siz benim sahâbilerimsiniz. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek olan müminlerdir.
Hz.Muhammed(s.a.v)

22 Kasım 2016 Salı

H 15 yılında yapılan antlaşmadan hemen sonra
Hz Ömer Kudüs'deki Kamâme Kilisesi'ne girmisti Namaz vakti geldi Patriğe namaz kılabileceği bir yer sorunca,patrik;"Kilisenin herhangi bir yerinde kılabilirsiniz" demisti.Hz.Ömer,kilisenin içinde namaz kılmak istememis.Kapıya yakın bir yerde namazını kıldıktan sonra patriğe dönerek "Eğer
ben içeride kılsaydım,öteki Müslümanlar da orada kılarlar,orayı mescid haline getirirlerdi." demiştir.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Ey Âişe,Yanımdaki Cebraîl`dir,sana selâm ediyor.Âişe de -Selâm ve Allah`ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine olsun! (diye karşılamış, ve) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`i kasdederek: benim görmediğim (Cibrîl)`i sen görüyorsun! demiştir.
buhari 1329


Cuma günü mescidin kapılarında melekler bulunur. Onlar mescide
ilk gelenleri birinci, (ikinci, üçüncü.. gelenleri sırasına göre) yazarlar. Hatip minbere oturunca sahîfeleri dürerler ve saflar arasına gelerek hutbeyi dinlerler.
Hz Muhammed sav
buhari 1327


Bâdiyeli bir Arab bize yetişti. Resûlullah`ın ridâsını şiddetle çekti. O sırada ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem`in boynu ile
iki omuzu arasına bakmıştım (bir de ne göreyim?) Bedevînin ridâyı şiddetle çekmesinden ridânın (kalın) kenarı
Resûllulah`ın boynunda iz bıraktı.Sonra bedevî Resûlullah`a: -Yanında bulunan Allah malından bana bir şey verilmesini emret! dedi. Bunun üzerine Resûlullah bedevîye doğru (şefkatle) baktı güldü, sonra bu bedevîye biraz dünyâlık verilmesini emretti. buhari 1302

Bazı kimseler,
Allah Teala`nın müslümanların maslahatlarına tahsîs buyurduğu malda haksız olarak tasarruf ederler. Onlar için kıyâmet gününde Cehennem muhakkaktır.
Hz Muhammed sav
buhari 1294


Nebî sav ganîmet ve devlet malına hiyânet hakkında söz söyledi Ve
hıyânet (in fenâlığını) büyüttü, hükmünü îzâh etti de buyurdu ki:
-Sakın sizden biriniz kıyâmet gününde omuzunda (ganîmet) koyun (avaz avaz) meleyerek, öbürünün omuzunda (ganîmet) at (yem ister gibi) homurdayarak (Arasat meydanında) benimle yüzleşmesin! (Bu yüz karası) âhırette bana: - Yâ Resûla`llah, bana yardım et! diye yalvaracaktır. Ben de ona: - Hakkında hiç bir sûretle şefâat etmeye muktedir değilim: ben sana (dünyâda Allah`ın hükmünü) teblîğ ettim! diye cevap vereceğim. Birinin omuzunda da sığır böğürerek bana mülâkî olup: - Yâ Resûla`llah, meded eyle! demesin! Ben ona da: - Senin için hiç bir vechile şefâat etmeye muktedir değilim;çünkü ben sana (dünyâda) Allah`ın hükmünü teblîğ ettim! derim. - Bir başkası da omuzunda altun, gümüş yüklü gelmesin! Bu da:
-Yâ Resûla`llah, bana yardım et! diyecek, ben de ona: - Sana hiç bir türlü yardım edemem.Çünkü ben, (dünyâda) sana Allah`ın hükmünü teblîğ ettim, derim. Bir diğeri de üzerinde (ganîmet) libâsını yeldirerek gelmesin! O da:
- Yâ Resûla`llah, bana yardım et! diyecektir. Ben ona da:
-Sana hiç bir türlü yardım edemem. Çünkü ben (dünyâda) sana
Allah`ın hükmünü teblîğ ettim derim, buyurmuştur.
buhari 1282


20 Kasım 2016 Pazar

Kim bana itâat ederse o Allah`a itâat etmiştir kim de bana isyân ederse Allah`a isyân etmiştir. Her kim emîre itâat ederse, o, bana itâat etmiştir; her kim emîre isyân ederse,bana isyân etmiştir. İyi bilinmelidir ki, Devlet Reîsi (millet için) bir siperdir. Onun önünde, onun kumandasında harb olunur.
Onunla (düşmandan) korunulur.
Hz Muhammed sav
buhari 1240

Devlet âmirlerinin emirlerini dinlemek ve masiyetle emr olunmadıkça itâat ve
icâbet etmek vâciptir.
Hz Muhammed sav
buhari 1239
Masiyet=Günah


Ateşle yalnız Allah azab eder.
Hz Muhammed sav
 buhari 1238

19 Kasım 2016 Cumartesi

Müslümanların bayrağını bir kişiye vereceğim ki Allah feth ve zaferi onun iki elleriyle müyesser kılacaktır. (O, Allah`ı ve Peygamberini sever,
Allah ve Peygamber`i de onu sever). Bunun üzerine orada bulunan Ashâb bayrağın onlardan hangisine verileceğini tahayyüle başladılar. Onların hepsi bayrağın kendisine verilmesini umarak ertesi güne erdiler. Fakat Resûlullah ferdâsi gün: -Alî nerededir? diye sordu. Ashâb tarafından: - Gözleri ağrıyor, denildi. Ve Resûlullah`ın emriyle Alî huzûra çağırıldı. Resûlullah Alî`nin gözlerine tükürdü. Hemen orada gözleri, hiç ağrımamış gibi iyi oldu. Bunun üzerine Alî: - Yâ Resûlallah, Hayber yahûdîleriyle onlar da bizim gibi (müslümân) oluncaya kadar vuruşuruz! dedi. Resûlullah da: - Yâ Alî, ağır ol! Tâ ki sükûnetle Hayberlilerin sâhasında alarga bir mahalle iner, (ordugâhını kurar) sın! Sonra onları İslâm`a da`vet edersin ve üzerlerine vâcib olan İslâm esaslarını haber verirsin!. Yâ Alî,tek bir kişinin senin irşâdınla müslümân olması, iyi bil ki, sana kızıl develer bahşedilmesinden (senin de onları yoksullara tasadduk etmenden) hayırlıdır, buyurdu. buhari 1236


Hz. Peygamber'in hicretin 7. yilinda fethettigi, Sam-Medine yolu üzerinde Medine'nin 15I km. kuzeyinde Yahûdilerin oturdugu bir yerlesim merkezi. Hayber Yahûdi dilinde kale demek olup burasi ayni zamanda hurma ve tahil merkezidir. Kalesinin yedi burcu vardir. Bunlar Nâim, Kamûs, Sik, Netah, Sülâfim, Vatih ve Ketîbe'dir (Ibn Sa'd et-Tabakâtü'l-Kübrâ II,106) Hz. Peygamber Hayber Yahûdilerinin Medine'ye karsi müsriklerle ittifak halinde olmalari ve pek çok Yahûdi kabilesi'nin burada toplanmasindan dolayi Hudeybiye musalahasindan sonra Hayber'i fethetmek üze re hazirliklara basladi (Vakidî, Kitabü'l Megazî, II, 441-442, Ibn Hisâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, III, 201)

Hz. Peygamber, bu cihad hareketi için sadece cihada ragbet edenlerin katilmasini emretti. Medine'de Siba' b. Urfuta'yi vekil birakti. Esi Ümmü Seleme'yi yanina alarak 1400 yaya, 200 süvari ile yola çikarken; "Biz buranin hayrini isteriz" buyurmustur. Rasûlullah Medine'den hareket ettikten sonra Hayber ile Gatafan kabilesi arasina karargahim kurdu. Sabaha kadar burada bekledi (Ibn Hisâm, es-Sîre, III/343). Gatafanlilarin Hayber'e yardimini engellemek için burada konaklamis bulunuyordu. Hayberliler sabaha kadar, müslümanlarin gelisinden haberdar olmamislardi. Sabahleyin kalelerinin kapisini açtiklarinda; "Muhammed gelmis ve günlerden de cumartesidir" diyerek kalelerine tekrar döndüler. Yahûdiler mukaddes günleri oldugu için cumartesi günü muharebe etmezlerdi. Rasûlullah bunu görünce; "Allahû Ekber, Hayber harab oldu" buyurdu (Ibn Sa'd, et-Tabakat, II,106). Müslümanlarin bu muharebede beyaz renkli sancagini da Hz. Ali tasiyordu. Bu gazvede müslümanlarin kullandiklari parola; "Yâ Mansür, Emit, Emit" "Ey Allah'in galip kildigi müslüman asker öldür öldür' idi (Ibn Sa it, II,1I6, Ibn Hisâm, III, 347).

Hayber'in fethi, Nâim kalesi ile basladi. Burada Mahmûd b. Mesleme atilan tasla sehit oldu. Sonra Kamûs kalesi ele geçirildi. Daha sonra, Vatîh, Sülâlim, Sik, Netah ve Ketîba kaleleri alindi. Bu kalelerin ele geçirilmesinde siddetli çarpismalar oldu. Müslümanlardan yirmi bes kisi sehid olurken, Yahûdilerin kaybi doksan üç kisi oldu. Hayber'in ileri gelenlerinden Useyr, Yâsir, Emir ve Kinâne b. Ebi'l-Hukayk ve kardesi öldürüldü (Ibn Sa'd, II, 1I7).

Müslümanlar bu gazvede pek çok esir aldilar. Ancak Hayber halki esirlerinin iadesini, kendilerinin de affedilmesini istediler. Rasûlullah da bunu kâbul etti. Yahûdilerin ileri gelenlerinden Huyey Ahtab'in kizi Safiyye de esirler arasinda idi. Rasûlullah Hz. Safiyye'ye ailesinin yanina dönmeyi teklif ettigi halde Safiyye, müslüman olarak Hz. Peygamber'e es olmayi tercih etti. Hz. Safiyye Hayber gazvesinden önce Kinâne b. Rabia ile evlenmisti. Ilk gece, gördügü bir rüyayi Kinâne'ye anlatmis O da; "Sen ancak Muhammed'i istiyorsun" diyerek yüzüne bir tokat vurmustu da, gözü morarmisti. Safiyye'nin Hz. Peygamber ile evlendigi zaman hâlâ bu morlugun izi vardi. Nitekim Rasûlullah'in bunu sormasi üzerine esi de bu hadiseyi ona anlatmistir (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 221)

Bu muharebe sonunda Zeynep bint el-Hâris, Rasûlüllah'a zehirli bir koyun ikram etti. Rasûlullah ondan bir parça aldi, ancak yutmadan koyunun zehirli oldugunu bildirdi. Kadin çagirildi, suçunu itiraf etti ve söyle dedi:

"Gerçekten Peygamber isen, sana bundan haber verilir, eger hükümdar isen senden kurtulmus oluruz." Ancak Bisr b. Berâ bundan aldigi lokma ile zehirlenerek vefat etti. Bunun üzerine kadin Bisr'e kisas olarak öldürüldü. Rasûlullah son hastaliginda dahi Hayber'de aldigi bu lokmanin tesirini hissettigini beyan buyurmustur (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 222).

Bu gazve sonunda Hayberlilerin hayatlarinin korunmasi, çoluk ve çocuklarinin serbest birakilmasi sartiyla Hayber'den çekilip gitmeyi ve topraklarini, altin ve gümüslerini, üzerindekiler hariç, elbise ve silâhlarini teslim etmeyi, hiç bir sey saklamayacaklarini kabul etmek sartiyla Hz. Peygamber ile sulh andlasmasi yaptilar. Rasûlullah da Hayber arazisini, ashabi arasinda taksim etmislerdi. Ancak Yahûdilerin; "Biz topragi islemeyi ve hurma yetistirmeyi biliriz, bizi yerimizde birak" demeleri üzerine Hz. Peygamber, onlari kendi mülklerinde yarici olarak çalismalarina ve orada kalmalarina izin vermistir (el-Belâzürî, Fütûhu'l-Büldân, Çev: Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 88). Bu duruma göre çoluk ve çocuklari bagislanmis, araziler elde edilen mahsulün ikiye ayrilmasi suretiyle onlara birakilmisti. Buna mukabil hiç bir mal saklanmaksizin teslim edilecekti. Iste Kinâne b. Rabi' bu andlasma hükümlerine uymadigi, iâdesi gereken mallari sakladigi ve Mahmûd b. Mesleme'nin ölümüne sebep oldugu için öldürülmüstür (Ibn Hisâm III, 351). Ayrica yapilan bu andlasmaya göre Rasûlullah onlari Hayber'den istedigi zaman çikaracakti (Ebû Dâvûd, Harâc, 24).

Hayberliler, Hz. Peygamber'in irtihalinden sonra da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanina kadar belirlenen usûl ile yanci olarak orada kalmaya devam ettiler. Bu arazilerin gelirlerin toplamak isi ile, Hz. Abdullah b. Ravâha görevlendirilmisti. Ancak Hz. Ömer zamaninda aralarinda zinânin çogalmasi, müslümanlara kârsi iyi davranmamalari, Hz. Ömer'in oglu Abdullah'a suikast girisiminde bulunmalari ve müslümanlarin Hayber topragini isletecek duruma gelmeleri üzerine yahûdiler Hayber'den Sam'a sürülmüslerdir (el-Belâzürî, a.g.e, s. 38-40; Yâkût el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, Hayber mad.) Yahûdilerin Hayber'den çikarilmalarina Rasûlullah'in "Arabistan'da iki dinin bir arada olmayacagina dâir" hadisinin de sebep oldugu rivayet edilmektedir (Imâm Mâlik, Muvatta', Medine 17-19; Ibn Hanbel, Müsned VI, 275). Hz. Ömer, Yahûdileri Hayber'den çikardiktan sonra Hayber arazisini daha önce Rasûlullah'in taksim ettigi ashaba ve ailelerine dagitmistir.

Hayber, volkanik bir arazi üzerine kurulmuş, kuvvetli ve sağlam yedi kaleye sahip bir şehirdi. Şam yolu üzerinde bulunan bu şehir, Medine'nin kuzey batısına düşüyor ve ona uzaklığı ise yüz mili buluyordu (169 km).
Resûl-i Ekrem Efendimizle olan anlaşmalarını bozmaları sebebiyle Medine'den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş ve âdeta burayı Yahudiliğin bir nevi merkezi haline getirmişlerdi.
Daha evvel bahsettiğimiz gibi, Mekke müşriklerini ayaklandırıp, bütün Arap kabilelerini toplayarak Medine üzerine yürütüp Hendek Harbinin patlak vermesine sebep olmuşlardı. Hendek Savaşından sonra da rahat durmamışlar, Peygamberimiz ve İslâmiyet aleyhinde çeşidi iftira ve propagandalarına devam etmişlerdi.
Bunun yanında Mekkeli müşriklerle yeni bir anlaşma da yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre; Peygamberimiz şayet Mekke üzerine yürürse Hayberliler de Medine'ye baskın yapacaklar, eğer Hayber üzerine yürürse, Kureyş müşrikleri Medine'ye baskında bulunacaklardı. Ne var ki, bu planlan Hudeybiye Anlaşmasıyla neticesiz kalmıştı.
Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mekkeli müşriklerle Hudeybiye sulh anlaşmasını imzalamak suretiyle, Medine'yi onlardan gelebilecek tehlikelere karşı emniyet altına almıştı. Ancak, Kuzey tarafı - ki Hayber Yahudilerinin bulunduğu taraftı - henüz emniyetten mahrumdu. Halbuki, bu emniyetin temini İslâmî gelişmenin sürat kazanması bakımından gerekli görünüyordu.
Aynı şekilde, Arabın en büyük ticareti Şam'la idi. Yahudiler ise, bu yol üzerinde bulunuyorlar ve burada bir güç, bir kuvvet olma istidadını gösteriyorlardı. Bu ise, İslâmî gelişme için bir tehlikeden başka bir şey değildi.
İşte bütün bu sebepler Hayber meselesinin bir an evvel hallini gerektiriyordu.




Zaten, Cenab-ı Hak da, Hudeybiye Seferi dönüşü sırasında gön­derdiği Fe­tih Suresi’nde, Müslümanlara buranın fethini vadet­mişti.
Medine’den Hareket

Hayber Gazâsı’na çıkmaya karar veren Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashabına, hazırlanmalarını emretti.

Bu arada, korkularından dolayı Hudeybiye Seferi’ne katılmaktan çekinmiş bu­lunan birçok kimsenin, Hicaz’ın bu en bereketli ve verimli şehri olan Hay­ber’de elde edilecek ganimeti düşünerek ve ona tamah ederek orduya işti­rak etmek istedikleri görülüyordu; “Hay­ber’­e biz de sizinle gidelim!” diyor­lardı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Allah yolunda, İ’lâ-yı Ke­limetullah uğrunda bîhakkın cihat edecek olanlar hazırlansın! Bunların dışında hiç kimse bizimle birlikte gidemeyecektir! Onlara ganimetten de bir şey verilmeyecek­tir!” buyurdu.[1]Bunu, Medine’nin içinde halka ilan et­ti.

Hz. Re­sû­lul­lah’ın bu emri, bize, Allah yolunda cihadın sırf Hakk’ın rızası gözetilerek, maddî hiçbir karşılık beklemeksizin, hatta niyet dahi edilmeksizin yapılması gerektiğini gayet açık bir şekilde ders vermektedir.

Zaten, İslam’da harbin ulvî ve nurani gayesi de, İ’lâ-yı Ke­li­me­tul­lah’tır.

Resûl-i Kibriya Efendimizin emri üzerine Müslümanlar derhal toplandılar. Sayıları, iki yüzü atlı olmak üzere 1.600 kişiyi buldu.[2]Bunlar sadece o anda Peygamber Efendimizle birlikte Medine’den hareket edecek olanlardı. Daha sonra, Peygamber Efendimiz, Hay­ber’­de bulunduğu sı­rada, içlerinde meşhur Ebû Hüreyre’nin de bulunduğu Devs kabilesinden dört yüz Müslüman ile Ha­be­şistan’dan gelen muhacir Müslümanlar da orada İslam ordusuna katıla­caklardır.

Ayrıca Medine’den hareket eden İslam ordusunda, Re­sûl-i Ekrem’in zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile birlikte yirmi kadar Müslüman kadın da vardı. Harp es­nasında yaralanan mücahitleri tedavi etmek, onlara yemek pişirmek ve ihti­yaçlarını karşılamakla meşgul ola­caklardı.[3]

Peygamber Efendimiz, Medine’de yerine Gıfarlı Sibâ’ b. Urfuta’ı vekil bıra­ka­rak, ordusuyla Muharrem ayı sonlarına doğru Hayber yönüne hareket etti.

Nübüvvetin mânevî boyasıyla boyanmış olan mücahit­ler, pür şevk ve coş­kunluk içinde yollarına devam ediyorlar­dı. Şâir Âmir b. Ekvâ, o andaki heye­can ve sadâkatini, “Allahım, sen hidayet etmeseydin biz doğru yolu bulamaz­dık, zekât vere­mezdik, namaz kılamazdık. Üzerimize yürüyen bir kavim olun­ca, bizi dinimizden döndürmek için fitne çıkarmaya çalışınca, sen kalple­rimize sekînet indir; çarpıştığımızda da ayaklarımıza sebat ver!”[4]şiiriyle dile getiri­yordu.

Peygamber Efendimiz, şiiri okuyanın kim olduğunu sordu. Âmir b. Ekvâ olduğunu öğrenince de, “Allah ona rah­met etsin!” buyurdu.[5]

Mücahitler bir an durakladılar; zira, bu dua, Âmir’in şehâdet mertebesine erişeceğinin işaretini taşıyordu.
“O, ne sağırdır, ne gaib…”

Mücahitler, tekbirle yol alıyorlardı. Yer gök sanki tekbir sadâlarıyla titri­yor­du. Bir ara hep bir ağızdan çok yüksek bir sesle, “Allahü Ekber! Allahü Ek­ber! Lâ ilâhe illallahü Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirdiler.

Sahabelerin bu hareketi üzerine Resûl-i Kibriya Efendi­miz, “Canınıza acıyı­nız, sesinizi yükseltmeyiniz! Zira siz, ne sağırı çağırıyor, ne de gaibe bağırıyor­su­nuz! Her şeyi bilen ve işiten ve her şeye her şeyden daha yakın olan Allah’a dua ediyorsunuz!”[6]diye buyurdu.

Evet, dua ettiğimiz Allah ne sağırdır, ne de gaib. Bize il­miyle, ira­desiyle, kud­retiyle şah damarımızdan daha yakındır: “Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ves­veseler verdiğini biliriz. Biz, ona şah damarından daha ya­kı­nız (Her halinden haberdarız ve her an kudretimiz altındadır).”[7]

Kalbimizin en gizli hatırasını bilen, yalnız O’dur; bildiği için de, arzu ve is­teklerimize cevap veriyor, ihtiyaçlarımızı yerine getiriyor.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, sefer esnasında her konakladığı yerde Yüce Rab­bine şöyle yalvarıyordu:

“Allahım! İstikbâl endişesinden, geçmişin tasasından, güçsüzlük­ten, gev­şeklikten, pintilikten, korkaklıktan, bel büken borçtan, zalim ve haksız kimse­le­rin musallat olmasından sana sığınırım!”[8]
İslam Ordusu Recî’de

Peygamber Efendimiz, ordusuyla Recî’ denilen yere vardı ve orada konak­ladılar. Burası, Hayber’le Gata­fan­la­rın yurdu arasında bir yerdi. Buraya gelip konmalarının bir sebebi vardı; şöyle ki: Hayber Yahudileri, Gata­fan­lar­dan yar­dım istemişler; onlar da bunu kabul edip, gerektiğinde gelip kalelerinde İslam ordusuna karşı müştereken savaşabileceklerini bildirmişlerdi. Resûl-i Ekrem, bu durumu haber almıştı. Bu yardıma mani olmak için de, Ga­ta­fan­la­ra, “Şayet Yahudilere yardım etmez­lerse, fethedilecek Hayber’in bir yıllık hurma mah­sûlünün kendilerine ve­rileceği” teklifinde bulunmuştu. Ancak onlar kabul et­memişlerdi.

İşte, Resûl-i Ekrem Efendimiz, ordusuyla buraya gelip konmakla, Gatafan­lardan Yahudilere gelebilecek herhangi bir yardımın önünü kesmiş oluyordu. Nitekim bu durum karşısında Gatafanlar, Hayber Yahudilerine hiç­bir yardım­da bulunamayıp yurtlarında oturmak zorunda kaldılar.
İslam Ordusu, Hayber Önlerinde

Peygamber Efendimiz, daha sonra ordusuyla Recî’den Hay­ber’e doğru iler­ledi. Bir gece vakti Hayber önlerine vardı. Gece baskında bulunmak âdeti ol­madığından sabahı bekledi.
Pey­gam­be­ri­mizin Duası

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hayber önlerine varınca, “Ey göklerin ve gölgele­diklerinin Rabbi olan Allah! Ey yerlerin ve üstündekilerin Rabbi olan Allah! Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah! Ey rüzgârların ve savur­duk­larınn Rabbi olan Allah! Biz, senden şu şehrin hayrını ve iyiliğini, halkın hay­rını ve iyiliğini, bu şehirde bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz. Onun şerrinden, halkının şerrinden, içinde bulunan her şeyin şerrinden sana sığını­rız!”[9]diye dua etti.

Herhangi bir şehre girdiğinde, Efendimiz, hep böyle dua ederdi.

Sabah olunca, Hayberliler, ellerinde ziraat âletleriyle tarlalarına gitmek üze­re kalelerinden çıkınca, karşılarında İslam ordusunu buldular. Birden şaşı­rıp kaldılar ve “İşte, Muhammed ve ordusu!” diye bağrıştılar; sonra da, telâş ve heyecan içinde gerisingeri kaçıp kalelerine sığındılar.[10]

Beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. Pey­gam­be­ri­mizin ta Medine’den kalkıp gelerek kendileriyle harbe tutuşacağına birçoğu ihtimal bile vermemişti. Çünkü kaleleri kuvvetliydi, adamları da çoktu, harp âletleri de ol­dukça fazlaydı; öyle ise, Hz. Re­sû­lul­lah, bütün bunları göze alarak, güya, ge­lemezdi! Kanaatleri buydu. Ne var ki gerçek, düşündükleri gibi çıkmamış ve bu sebeple de şaşırıp kalmışlardı.

Onların bu şaşkınlığını ve gerisingeri pür telâş kaçıp ka­lelerine sığındığını gören Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu durumu hayra yorarak, “Allahü Ekber, Allahü Ekber! Haribet Hayber [Hayber harab oldu]! Biz düşman bir kavmin yur­duna baskın yapıp girdik mi, korkutulmuş olan o kavmin hali ne kötü olur!”[11]diye buyurdu. Hayber’in fethine işaret eden bu sözlerini üç kere tek­rar­ladı.[12]
Düşman Cephesi

Hayber Yahudileri, aralarında görüştüler, konuştular ve sonunda kalele­rin­de kalıp müdafaa harbi yapmaya karar verdiler.

Savaşacak olan Yahudilerin hepsi, en kuvvetli kale olan Natat Kalesi’nde top­landılar. Eşyalarını, aile ve çocuklarını da başka kalelere yerleştirdiler.
Çarpışmanın Başlaması

Çarpışma, Yahudilerin toplandıkları Natat Kalesi’nden mücahitlerin üze­ri­ne ok atılmasıyla başladı. İslam ordusu da Natat önünde karargâhını kur­muş­tu.

İlk gün böyle geçti. Bu arada kalelerden atılan oklarla elli kadar mücahit ya­ralandı.

İkinci gün, Resûl-i Ekrem Efendimizin emriyle, İslam ordusu, karargâhını Recî’ mevkiine nakletti. Böylece, yakınlarındaki evlerden gelebilecek tehlikeler­den mücahit­ler korunduğu gibi, konmuş oldukları ilk yerdeki bataklıktan da uzak kalmış oluyorlardı.

Peygamber Efendimiz ve mücahitler, her sabah silahlanarak Na­tat Ka­le­si’nin üst taraflarına geliyor, akşama ka­dar Yahudilerle çarpışıyor, akşamle­yin ise tekrar Recî’e dönüyorlardı.
Pey­gam­be­ri­mizin Hastalanması

Bu arada, Peygamber Efendimiz, bir baş ağrısına yakalandı; iki gün müca­hitlerin yanına çıkamadı. Ordunun başına önce Hz. Ebû Bekir’i görevlendirip Yahudilerle çarpış­maya gönderdi. Şiddetli çar­pışmalar olmasına rağmen fetih gerçekleşmedi. İkinci sefere ak sancağını Hz. Ömer’e verdi ve mücahitlerle bir­likte çarpışmaya gön­derdi. Yine şiddetli çarpışmalar cereyan etti, ama fetih ona da nasip olmadı.[13]

Yedi gün böylece devam etti.

Bu sırada, İslam ordusu bir şehit verdi: Mahmud b. Mesle­me... Sıcaklıktan ve şiddetli çarpışmadan gelen yorgunlukla bitkin bir hal­de Natat Kalesi di­binde gölgelenirken, yukarıdan Yahudiler tarafından atılan bir taşla başından ağır yara aldı ve üç gün sonra da şehâdet mertebesine erdi.[14]
Amir b. Ekva’nın Şehit Olması

Yine bu esnada, Amir b. Ekva ile Hayberlilerin meşhur kahramanlarından olan Merhab, karşı karşıya geldiler. Birbirlerine kılıç sallamaya başladılar. Amir, Merhab’ın bacağına şiddetli bir darbe indirdiği zaman, kılıcının ağzı, ken­disine yönelip bacağının orta damarını kesiverdi. Yaralı halde İslam ordu­gâ­hına getirildi. Orada, yaranın tesiriyle şehit olarak vefat etti.[15]Zaten, Efen­di­miz de, henüz Hayber’e varmadan önce, onun şehâdet mertebesine erece­ğine işaret buyurmuşlardı.[16]
Devslilerin Gelip İslam Ordusuna Katılması

Devs kabilesi Reisi Şâir Tufeyl b. Amr, Hicret’ten önce, Mekke’de Peygam­ber Efendimizle görüşüp Müslüman olmuştu. O zamandan beri de kabilesini İslamiyete davet edip durmuştu.

Tufeyl b. Amr, bu sefer kabilesinden dört yüz kadar Müs­lü­manla Hic­ret’in 7. senesinde Medine’ye geldi. Peygamber Efendimizin Hay­ber’e gittiğini haber alınca da, Hayber’e gelip İslam ordusuna katıldılar, Yahudilere karşı savaş aç­tılar.[17]

Gelen dört yüz kişinin arasında, sonradan meşhur olacak Ebû Hü­reyre de (r.a.) bulunuyordu.[18]Orada Hz. Re­sû­lul­lah’la buluşup görüşen Hz. Ebû Hü­reyre, Ehl-i Suffa’ya dâ­hil oldu ve ondan sonra Efendimizin yanından ay­rıl­ma­dı. Cenab-ı Hak, kendisine kuvvetli bir hâfıza da ihsan et­tiğinden, birçok ha­dis-i şerif rivayet etmiştir. “Benden fazla hadis bilen, Abdullah İbni Ömer’dir. O, işittiğini yazar­dı; ben yazmazdım” demiştir.
Sancak Hz. Ali’de

Muhasara devam ediyordu.

Server-i Kâinat Efendimiz, bir gün, “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir”[19]buyurdu.

Mücahitleri bir merak sardı: Acaba, bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Âlem’in elinden mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti! Geceyi bu ümit ve arzu ile ge­çirdiler. Sabah olunca, merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve sa­mi­mi arzusunu sadece Hz. Ömer sonradan, “Kumandanlığı o günkü kadar ar­zu ettiğim, hiç­bir zaman olmamıştır!”[20]diyerek dile getirmiştir.

Her bir mücahit, aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duy­gular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz sancağın ge­tirilmesini emretti. Sancak derhal getirildi. Artık bütün dikkatli bakışlar Efen­dimizin mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise mübarek ağız­larından çıkacak ve fâtihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti. Bu merak ve heyecan dolu manzara arasından Hz. Re­sû­lul­lah, “Ali nerede?” diye sordu.

Artık fatih belli olmuştu.

Gariptir ki o sırada Hz. Ali gözlerinden rahatsızdı.

“Yâ Re­sû­lal­lah, onun gözleri ağrıyor” dediler.

Resûl-i Ekrem buna rağmen, “Olsun! Çağırın, gelsin!” buyurdu.

Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura çıkıp geldi. Ağrıyan göz­leri Fahr-i Kâi­nat’ın mübarek duasıyla şifa buldu.[21]

Efendimiz, ayrıca onun için, “Allahım! Sıcağın soğuğun sıkıntısını bundan gider!” diyerek de dua etti.

Hz. Ali der ki:

“O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım!”[22]

Gerçekten de, Hz. Ali, yazın en sıcak günlerinde kalın aba giydiği halde bun­dan rahatsızlık duymazdı; kışın ise en soğuk günlerde en ince elbiseyi gi­yer ve asla üşümezdi.[23]

Hz. Re­sû­lul­lah’ın ak sancağı artık Hz. Ali’nin elindeydi. Merak do­lu bakış­lar, birden imrenmeye kaybolmuştu. Demek, Allah ve Re­sûlünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zât buydu! Demek, Hayber, bu şerefli zâtın eliyle fet­ho­lu­nacaktı! Her bir sahabe, aynı duygular içinde İslam’ın bu bahadırına gıpta ile bakıyordu.

Sancağını Hz. Ali’ye teslim eden Resûl-i Ekrem, bir de kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikâr’ı da beline kendi eliyle bağladı; sonra da, “Allah, sana fetih nasip edin­ceye kadar çarpış, sakın ar­kana dönme!”[24]diye emretti.

Kahraman Hz. Ali, mübarek sancak elde, heyecanla ilerli­yordu. Bir müddet gittikten sonra, “Yâ Re­sû­lal­lah, ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışa­cağım?” diye sordu.

Kâinatın Efendisinden şu cevap geldi:

“Allah’tan başka ilâh ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdette bu­lu­nanca­ya kadar onlarla çarpış. Onlar, bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalplerin­de­ki­nin hesabı ise Yüce Allah’a âittir.”[25]

Bu cevabı alan Hz. Ali, kararlılık ve sevinç dolu bir sesle, “Yâ Re­sû­lal­lah, Müslüman oluncaya kadar onlarla sava­şacağım!” dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Onların kalelerinin ya­nına varın­caya kadar vakar içinde ilerle, sonra onları İslam’a davet et; Müslüman olduk­ları takdirde mükellefiyetlerini bildir. Vallahi, senin vasıtanla Allah’ın onlar­dan tek bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için birçok kızıl deveye sahip olup onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır”[26]buyurarak, aynı zamanda İslamî fetihlerden maksadın ne olduğunu da ortaya koydu.

Hz. Ali, Merhab’la Karşı Karşıya

Hz. Ali, elinde Hz. Re­sû­lul­lah’ın beyaz sancağıyla mücahit­lerin önünde iler­le­yip sancağı Natat Kalesi’nin dibine dikti. Onları, İslam’ın umdelerini anla­tıp Müslüman olmaya davet etti. Fakat Yahudiler, Müslüman olmayı kabul etme­diler. Çarpışmak için kalelerinden çıktılar. Yapılan çarpışmada birçok yi­ğidi, mü­cahitler tarafından yere serildi.

Bu arada, Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Mer­hab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu du­yunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sar­mıştı. Bu heybetli görünüşüyle, “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere ars­lanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!” diye haykırıp övünü­yor­du.

Cesaret kahramanı Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden, “Ben de, anne­min bana Haydar [Arslan] adını taktığı adamım. Cesarette, ormanlardaki en hey­betli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!”[27]diye ce­vap verdi.

Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab, “Ese­dullah” unvanının sahibi Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfi­kâr’la ikiye bölünerek yere düştü.[28]

Manzarayı gören Hz. Re­sû­lul­lah, mücahitleri müjdeledi: “Sevininiz! Hay­ber’in fethi artık kolaylaştı.”[29]

Bundan sonra mücahitler, cesaretle düşmanın üzerine yürüdüler, bu arada birçoğunu yere serdiler. Sadece Hz. Ali, o gün sekiz Yahudiyi öldürdü. Hatta bir ara kalkanı elinden düştü. Hemen yanındaki kalenin kapısını yerinden sö­kerek kendisine kalkan yaptı. Fetih gerçekleşinceye kadar da kale kapısını elinden düşürmedi. Fetih müyesser olduktan sonra Hz. Ali kapıyı yere bıraktı. Sekiz kişi hep be­raber sarıldıkları halde onu kaldırmaya muvaffak olamadı­lar![30]

Adamlarının teker teker yere serildiğini gören diğer Yahudiler, gerisingeri kaçışmaya başladılar. Artık düşman bozulmuştu. Ve Resûl-i Kibriya Efendimi­zin beyan buyurdukları gibi, Allah, fethi Hz. Ali eliyle Müslümanlara ihsan et­mişti. Kaçışan düşman askerleri arkasından Hz. Ali ile birlikte mücahitler Na­tat Kalesi’ne daldılar. Fakat orada çocuklardan başka kimse göremediler. On­lara dokunmadılar. Âkıbetin kötü olacağını gören Yahudiler, Natat’ı terk et­mek mecburiyetinde kalmışlardı!

Mücahitler, Naim Kalesi’ne doğru yöneldiler. Burada da düşmanla şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Düşman birçok adamını da bu kale önünde yapılan çarpışmada kaybetti ve kale teslim alındı.

Naim Kalesi’nin düşüşünü, Sa’b b. Muaz Kalesi’nin teslimi takip etti.
Müslüman Olup Şehâdet Mertebesine Eren Çoban!

Peygamber Efendimiz, Hayber kalelerinden birkaçını muhasara altına al­mıştı.

Bu sırada, önüne davarlarını katmış birinin İslam ordusuna doğru geldiği görüldü. Bu adam, Hayber Yahudilerinden Âmir’in, Yesar adını taşıyan Ha­beşli bir kölesi idi. Davarlarını güder, dururdu. Hayber kalelerinin kuşatıldığı sırada, Yahudilerin silahlarına sarıldıklarını görünce, “Ne yapmak istiyorsu­nuz?” diye sormuştu.

Yahudiler, “Şu, kendini ‘resûl’ diye ilan eden adamı öldürmek istiyoruz!” ce­vabını vermişlerdi. “Resûl” kelimesini duyan Habeşli Yesar, bir an durakla­mış, bu kelimenin adeta şefkatli bir el gibi kalbini kapladığını hisseder ol­muş­tu.

Yesar sadece Yahudilerin beyanlarıyla iktifa etmek istemi­yor, meseleyi kay­na­ğından öğrenmek istiyordu.

İşte, bunun için davarlarını önüne katarak, Hz. Re­sû­lul­lah’ın huzuruna çı­kageldi!

“Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun?” diye sor­du.

Resûl-i Ekrem, “İslamiyete davet ediyorum. Allah’tan başka ilâh bulunma­dı­ğına ve benim de O’nun Resûlü olduğuma şe­hâdete, Allah’tan başkasına iba­det etmemeye çağırıyorum” buyurdu.

Yesar, bu sefer, “Peki, ben, dediğin gibi iman eder ve şe­hâdete bulunursam bana ne var?”

Resûl-i Ekrem, “Eğer bu iman ve bu şehâdet üzere ölürsen cennet var!” de­di.[31]

Bunun üzerine Yesar, hemen orada Müslüman oldu.

Resûl-i Ekrem, ona bu iman ve şehâdet üzere ölürse cennete gireceğini söy­le­mişti. Ama Yesar müteredditti. Yaşadığı muhitte insanlar makam ve mev­ki­le­­rine, zenginlik ve fakirliklerine, güzellik ve çirkinliklerine göre mua­mele gö­rü­yorlardı. Güzel olmayana, hele köleye kimse itibar etmezdi.

Bu sebeple, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Ben Habeşî (siyah tenli), çirkin yüzlü ve fakir bir adamım, bir köleyim! Bu halimle Yahudilerle çarpışır ve ölürsem yine cennete girer miyim?”

Resûl-i Ekrem’den, Yesar’ı sevince gark eden cevap geldi: “Evet, cennete gi­rersin!”[32]

Yesar bu sefer, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Şu davarlar bana emanettir. Şimdi ben onları ne yapayım?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Onları karargâhtan çıkar. Onlara doğru ufak taşlar at ve bağır! Onlar, sahiplerinin yanına dönecektir” diyerek Yesar’a yol gösterdi.

Yesar hemen kalktı. Yerden bir avuç kum alıp davarlara doğru savurdu:

“Haydi, artık sahibinize dönünüz.”

Davarlar, sanki biri tarafından güdülüyormuş gibi, topluca gidip sahipleri­nin yanına vardılar.[33]
Yesar’ın Şehit Olması

İslamiyetle şereflenen Yesar, artık o andan itibaren Allah yolunda çarpışan bir mücahit olmuştu. Mücahitler safında, düşman arasına cesurca dalıyordu. Çok geçmeden, kalelerden atı­lan taşlarla şehit oldu. Böylece, “bir vakit namaz kılma fırsatını bile bulamadan cennete uçan Müslüman” unvanını aldı.[34]

Şehit Yesar’ın cenazesi karargâha getirildi. Üzeri örtülü idi. Yer­de uzatıl­mıştı. Cenazeye bakan Hz. Re­sû­lul­lah’ın bir ara yüzünü çe­vir­diğini fark eden sahabeler, merakla, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ondan yüzü­nü­zü niçin çevirdiniz?” diye sordular.

Resûl-i Ekrem Efendimiz sebebini izah etti: “Şehit, vurulup yere düştüğü zaman cennet hûrîlerinden iki zevcesi gelip yüzünden tozları siler ve ‘Allah, seni toza toprağa bulayanın da yüzünü toza toprağa bulasın, seni öldüreni öl­dürsün!’ derler. Allah, bu kuluna ikram edip, onu hayra sevketti. Allah’a hiç secde etmediği halde, cennet hûrîlerinden ikisini, onun başucunda gördüm!”[35]

İşte, az ihlâslı amel ve işte, ebedî saadet, sonsuz mükâfat ve ecir!

Bu hadise, bize, hal, hareket ve sözlerimizde en mühim unsurun ihlâs ve samimiyet olduğu dersini veriyor.

Ayrıca bu hadisede görüyoruz ki Peygamber Efendimiz, iman ve İslam’a davette insanlar arasında asla —içtimaî mevkii ne olursa olsun— fark gözet­mi­yor­du. Evet, Yesar kara kuru ve çirkin yüzlü bir köle idi; üstelik, içtimaî sevi­ye­nin o zaman insanları nazarında en düşük tabakası sayılabilecek bir mevkide idi. Bütün bunlara rağmen Efendimiz, onu hakir görmüyor, küçüm­se­miyor, Müs­lüman olup olmamasında —hâşâ— herhan­gi bir küçümseme eseri göster­mi­yor­du; aksine, gayet ciddi bir şekilde ona İslamiyeti anlatıyor, böylece de ebe­dî saadeti elde etmesine vesile oluyordu.

İslam ve imana hizmette bulunanların da aynı ölçü ve düşünceyle hareket etmeleri gerekir!
Netice

On günü bulan bir muhasara esnasında kalelerinin birer ikişer düştüğünü gören Yahudiler, çaresiz kalıp sulh istediler. Peygamber Efendimiz, bu istekle­rini kabul etti. Kendilerinden gelen heyetle Resûl-i Ekrem arasında şu madde­ler tespit edildi:

1) Kalede çarpışmaya katılmış bulunan Yahudilerin kanları dökülmeyecek.

2) Hayber’den çocuklarıyla birlikte çıkıp gitmelerine müsaade edilecek.

3) Beraberlerinde bir hayvan yükünden başka bir şey götürmeyecekler.

4) Bunun dışında, gerek menkul ve gerekse gayrı­men­kul bütün mallar, yay, miğfer, at, cübbe, zırh, gömlek gibi silahlar ve üzerlerindeki elbiselerinden baş­ka bütün elbise ve kumaşlar Hz. Re­sû­lul­lah’a bırakılacak.

5) Hz. Re­sû­lul­lah’a bırakılması gereken herhangi bir şey ne suretle olursa olsun gizlenmeyecek, gizleyenler ise Allah ve Resûlünün eman ve himâye ta­ahhüdünün hâricinde kalacaklardır.[36]

Bu şartlar çerçevesinde anlaşmaya varılıp sulh yapıldıktan sonra, Yahudi­ler, Hayber’den çıkmak üzere hazırlandılar. Bu sırada Peygamber Efendimize bir teklif getirdiler: “Biz mal mülk sahipleriyiz! Mülk bakımı ve işletmesini senden daha iyi bilir ve başarırız! Bırak bizi, Hayber topraklarında kalalım!”[37]

Resûl-i Ekrem Efendimiz ve sahabeler, burada duracak durumda değillerdi. Bakıp gözetmeye de müsait bulunmuyorlar­dı. Bu sebeple Peygamber Efendi­miz, tekliflerini müspet karşıladı ve Hay­ber mahsûlâtının yarı yarıya bölüştü­rülmesi şartıyla onların tek­rar yurtlarında kalmasına müsaade etti. Ancak bu anlaşma, istendiği zaman Peygamber Efendimiz tarafından or­tadan kaldırıla­bilecekti.[38]Böylece, Yahudiler, İslam devletiyle ziraî bir işletme­de ortaklık ak­detmiş gibi, işledikleri araziden yarı nis­be­tin­de bir hisse vereceklerdi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, her sene mahsûl zamanı Abdul­lah b. Revâha Haz­­retlerini Hayber’e gönderirdi. Hz. Abdullah, mahsûlâtı yarı yarıya ayırır, son­­ra da onları istediğini almada serbest bırakırdı. Bu âdilane muamele karşı­sın­­da Yahudiler, “Bu adalet sâyesinde yer ve gök ayak­ta duruyor!”[39]demek­ten kendilerini alamazlardı.
Şehit ve Ölü Sayısı

Harp sonunda, bin altı yüz kişilik İslam ordusunun yirminin üzerinde şehit vermiş olduğu görüldü. Buna karşılık, müdafaada bulunan ve harbi kendi ka­lelerinde kabul etmek gibi bir avantaja sahip olan yirmi bin kişilik Yahudi or­dusunda ölü sayısı ise doksan üçü buluyordu.[40]

Bu parlak muzafferiyet neticesinde Hayber de İslam devleti hudutları dâhi­line alınmış oldu.

Habeşistan Muhacirlerinin Hayber’e Gelişi

Resûl-i Kibriya Efendimiz, henüz Hayber’den ayrılma­mış­tı. Bu sırada Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığındaki Habeşis­tan muhacirleri çıkıp geldiler.[41]Resûl-i Ek­­rem Efendimiz, bundan son derece memnun oldu ve “Bilmem, bu iki şeyden hangisiyle sevineyim? Feth-i Hayber’le mi, yoksa kudum-u Cafer’le mi?” diye buyurdu.[42]Pey­gamber Efen­dimiz, Hayber ganimetinden onlara da pay ayırmış­tır.[43]
Çift Hicretli ve Çift Ücretli Olanlar!

Medine’ye gelindikten sonra, Hayber fethine katılan mücahit muhacirler­den bazılarının, Habeşistan muhacirlerine, “Biz hicrette sizi geçmişizdir!” de­dikleri duyulmuştu. Hatta bir gün, Hz. Cafer b. Ebî Tâlib’in, Habeşistan’a hic­ret etmiş bulunan hanımı Hz. Esmâ, Hz. Hafsa’nın ziyaretine gitmişti. Orada Hz. Ömer’le karşılaşmıştı. Hz. Ömer onun Esmâ binti Umeys olduğunu öğre­nince, “Bizler, hicrette sizleri geçmişizdir. Bu sebeple de, Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) sizden daha yakınız!” demişti.

Hz. Esmâ buna kızmış ve “Hayır! Gerçek, senin bildiğin gibi değildir! Val­lahi, sizler Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) yanında bulunuyordunuz da, o sizin aç olan­larınızı doyuruyor, câhillerinizi de va’z ve na­sihat ederek yetiştiriyordu! Bizler ise, dinimiz yolunda uğradığımız düşmanlıklar yüzünden Habeş ülkelerine gitmek zorunda kalmıştık. Bunu da ancak Allah ve Resûlünün rızasını kazan­mak yo­lunda göze almıştık” dedikten sonra ilave etmişti: “Vallahi, ben senin bu dediklerini Re­sû­lul­lah’a söyleyeceğim ve bunun doğru olup olmadığını so­racağım!”

O sırada Resûl-i Kibriya Efendimiz geldi.

Esmâ bint-i Umeys, Hz. Ömer’in kendisine söylediklerini nakletti.

Resûl-i Ekrem, “Buna karşılık sen ona ne söyledin?” di­ye sordu.

Hz. Esmâ, “Ben de ona şöyle şöyle cevap verdim” dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Esmâ’ya, “Bu hususta, bana sizlerden daha yakın kimse yoktur!” bu­yurduktan sonra ilave etti: “Ömer ve arkadaşlarına bir hic­ret (sevabı) vardır! Siz gemi halkına ise, iki hicret (sevabı) vardır!”[44]

Bunu duyan Habeşistan’dan gelen Müslüman muhacirler de son derece se­vindiler. Bu da, Müslümanların hicrete ne derece ehemmiyet verdiklerini açık­ça göstermektedir.
Ganimetler

Hayber’de elde edilen ganimetler, bu gazâya katılmış olsun olmasın, Hu­dey­biye Sulh Antlaşması sırasında Peygamber Efendimizin yanında bulu­nan bü­tün sahabelere taksim edildi.[45]Zira, Cenab-ı Hak, Hudeybiye Seferi’ne iş­ti­rak edenlere, Hay­ber’in fethedileceğini ve kendilerine bol ganimet ihsan edece­ğini önceden haber verip müjdelemişti.[46]

Resûl-i Ekrem Efendimiz ayrıca Hayber’de gelip İslam ordusuna katılan Devs kabilesine mensup dört yüz Müslüman ile Cafer b. Ebî Tâlib’in (r.a.) baş­kanlığında Habeşistan’dan dönen ve Hay­ber’de Müslümanlara kavuşan Habe­şistan muhacirlerine bu ganimetten hisse ayırdı.[47]

Resûl-i Zîşan Efendimizin emriyle ganimet malları ilk ön­ce beş parçaya ay­rıldı. Beşte bir parça Peygamber Efendimize teslim edildi. Geri kalan dört par­ça ise Efendimizin emriyle satışa çıkarıldı.

Peygamber Efendimiz, ganimet mallarından satılanların paralarını Müslü­manlar arasında taksim etti.[48]

Hayber’in gayrimenkul malları, yani arazi ve varidatı ise Şıkk, Natat ve Ke­tî­be mülkleri olarak bölüştürüldü. Şıkk ve Natat mülkleri, Müslümanların beş­te dört hisselerine karşılık tutuldu. Ketibe mülkleri ise Beytü’l-Mâl’e âit ol­mak üzere Peygamber Efendimize bırakıldı.[49]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ketibe’nin mülk ve mahsûllerini ihtiyaç derecele­ri­ne göre, akrabaları, hanımları, Müs­lüman erkek ve kadınlar arasında bölüş­tür­dü.[50]

Ganimetler arasında, Tevrat’tan müteaddit nüsha da vardı. Yahudiler bun­ların kendilerine iadesini talep ettiler. Peygamber Efen­di­mizin emriyle, Müs­lümanlar, Tevrat nüs­halarını derhal geri verdiler. Böylece, diğer dinlere karşı olan geniş müsamahalarını bu hareketleriyle göster­miş oldular. Bu hadise, aynı zamanda, Müslümanların, Al­lah tarafından daha önceki peygambere gönde­rilmiş mu­kad­des kitaplara hürmet gösterdiklerinin bir ifadesiydi.
Yahudilerin, Pey­gam­be­ri­mizi Zehirlemeye Kalkışmaları

Peygamber Efendimizin bütün iyi niyet ve güzel muamelesine rağmen, Ya­hudilerin İslam’a karşı gönüllerinde besledikleri kin ve düşmanlık ateşi bir tür­lü sönmüyordu. Her iyi muameleye karşı kötü bir hareketle, haince bir ter­tiple cevap vermeyi, adeta kendilerine huy edinmişlerdi.

Hayber fethedilmiş, Pey­gam­be­ri­miz ashabıyla birlikte istira­hate çekilmişti. Savaşla Resûl-i Ekrem’i mağlup edemeyen Yahudiler, bu sefer haince bir terti­bin içine girdiler: Onu zehirlemeye karar verdiler! Bu vazifeyi, meşhur Yahudi Sellâm b. Mişkem’in karısı Zey­neb üzerine aldı. Plân gereği, Zeyneb, bir dişi keçi kızarttı ve her tarafını tesirli bir zehirle zehirledi; ayrıca Peygamber Efen­dimizin, davarın kol ve kürek etini daha çok sevdiğini de sorup öğrendiği için, keçinin oralarına daha da çok zehir serpti.

Dessas Yahudi kadını, kızartılmış, kebap edilmiş zehirli keçiyi alıp getirdi ve “Ey Ebu’l-Kàsım! Bunu sana hediye edi­yorum!” diyerek Peygamber Efen­dimizin önüne koydu.

Kadın uzaklaşırken, Peygamber Efendimiz ve orada bu­lunan sahabeler de ortaya konulan etten yemeye hazırlandılar. Resûl-i Ekrem, etin sevdiği kürek kısmından bir lokma aldı; fakat yutmadan, sahabelere, “Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor!”[51]diye buyurdu.

Herkes elini çekti. Sadece Bişr b. Berâ Hazretleri, ağzına aldığı lokmayı yut­muştu. Et öylesine kuvvetli zehirliydi ki Hz. Bişr, oturduğu yerde birden mo­rardı ve ânında şehit oldu.[52]

Peygamberleri öldürmekle iştihar bulan, zehirleme mârifetini her milletten çok daha iyi beceren Yahudilerin bu teşebbüsü de akim kalınca, Peygamber Efendimiz, bu tertibe âlet olan Zeyneb’i huzuruna çağırdı. Zeyneb suçunu iti­raf etti. Peygamber Efendimizin, “Neden bunu yaptın?” sorusuna şu cevabı verdi:

“Eğer gerçekten bir peygambersen, sana haber verilecek; dolayısıyla zarar görmezsin. Eğer peygamber değil de bir hükümdarsan kendimizi ve insanları senden kurtarmak için yaptım!”[53]

Bazı rivayetlere göre, hiç kimseden şahsî intikam alma duygusu ta­şımayan Peygamber Efendimiz, kadını öldürtmeyip af­fet­miş­tir.[54]Bazı rivayetlerde ise, onu öldürttüğünden bahsedilir. Tahkik ehli demiş ki:

Hz. Re­sû­lul­lah öldürtmemiş, fakat şehit olan Bişr’in ve­resesine vermiş, on­lar kısas olarak öldürmüşler.[55]
Hayber’de Yasaklanan Şeyler

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hayber günü Müslümanlara dört şeyi yasakladı:

1) Esir alınan kadınlara dokunmayı,

2) Ehlî merkeplerin etlerini yemeyi,

3) Her yırtıcı, azı dişli hayvanın etini yemeyi,

4) Ganimet mallarının bölüştürülmeden satılması veya satın alınmasını.[56]
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması

Peygamber Efendimiz, Hayber’in fethinden sonra Mu­hay­yı­sa b. Mes’ud’u, İslamiyete davet etmek üzere, Medine’den iki konak mesafede bulunan Fedek köyünde oturan Yahudilere gönderdi. Fedek Yahudileri, birkaç kere sâir Yahu­dilerle birleşerek Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak buna mu­vaffak olamamışlardı.

Fedek Yahudileri, Re­sû­lul­lah’ın elçisi Muhayyısa’nın sulh teklifini önce ka­bul etmediler. Sonra Peygamber Efen­dimizin üzerlerine yürüyüp, Hayber Ya­hu­dilerinin uğradıkları âkıbete uğrayacakların­dan korkup bu görüşlerinden vazgeçtiler ve sulh teklif ettiler. Pey­gam­ber Efendimiz onların bu teklifini ka­bul etti.

Yapılan anlaşmaya göre, kanları bağışlandı. Arazilerinin yarısı kendilerine bırakıldı, diğer yarısı ise Peygamber Efen­dimize mahsus kılındı. Sâir Müslü­manlar arasında bölüştürülmedi. Zira, Haşir Suresi’nin altıncı ayetiyle, hiçbir askerî harekat yapılmadan barış yo­luyla fethedilen yerler Peygamber Efendi­mi­ze tahsis buyrul­muş­tur. Fedek’te aynı durum vuku bulduğu için alınan ara­zi­nin yarısı Pey­gam­be­ri­mize kaldı.[57]Resûl-i Ekrem Efendimiz, bunun gelirini, kendi zâtı, Hâşimoğullarının küçükleri ile onların yetimlerini evlendirmek için sarf­ederdi.[58]
Vadi’l-Kurâ’nın Alınması

Daha sonra Peygamber Efendimiz, ordusuyla Hay­ber’­den ayrılıp Vadi’l-Kurâ’ya müteveccihen hareket etti. Bu­ra­sı, Hay­ber ve Teyma arasındaki köyle­rin bulunduğu bir yerdi. İslam’­dan evvel, Yahudiler buraya yerleşerek imar et­mişlerdi.

Vadi’l-Kurâ Yahudileri de, Benî Kurayza Yahudilerinin Hendek Savaşı’nda yaptıkları hainlikten dolayı cezalandırıldıktan sonra, civar Yahudileri de yan­larına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak bu fırsatı elde edememişlerdi.

Resûl-i Ekrem, buradaki Yahudileri önce İslam’a davet etti; Müs­lüman ol­dukları takdirde kanlarının bağışlanacağını, mallarının da kendilerine bırakıla­cağını, kalplerinde gizlediklerinin hesabının ise Allah’a âit bir iş olduğunu bil­dirdi.[59]Vadi’l-Kurâ ahalisi bu teklifi kabul etmeyip çarpışmaya hazırlandı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onları muhasara altına aldı. Muhasa­ra­nın ilk günü cereyan eden çarpışmada Yahudilerden on kadar adam öldü­rül­dü.[60]

Resûl-i Ekrem, ikinci kere onları İslam’a davet etti. Yine kabule yanaşmadı­lar ve mücahitlere karşı koydular. Fakat mücahitlerin hücumuna karşı fazla dayanamadılar; henüz güneş bir mızrak boyu yükselmişti ki teslim olmak mecburiyetinde kaldılar.[61]

Burada, bol miktarda ganimet elde edildi. Resûl-i Ekrem onları usûlüne gö­re beş kısma ayırdı; dört payını mücahitler arasında bölüştürdü, bir payını da Beytü’l-Mâl’e ayırdı. Arazisi ise, Hayber’de olduğu gibi, orada bulunan aha­liye, mahsûlâtının yarı yarıya bölüştürülmesi şartıyla bırakıldı.[62]

Teyma Yahudilerinin Cizye Vermeyi Kabul Etmeleri

Medine ile Şam yolu üzerinde Hayber ve Tebük arasında bulunan Teyma mevkiinde de Yahudiler oturuyorlardı. Peygamber Efendimizin Hayber ve Va­di’l-Kurâ’da yaptıklarını duymuşlardı. Bu sebeple, İslam ordusu buraya ge­lir gelmez, cizye vermeyi kabul et­tiler. Dolayısıyla, yurtlarından ayrılmamış, top­rakları da ellerinden gitmemiş oldu.[63]
Hayber Fethi’nin Önemi

Hayber’in fethiyle hemen hemen Arabistan’daki bütün Yahudiler, İslam dev­letine tâbi duruma gelmiş sayılıyordu. Daha evvel de, Hudeybiye Sul­hü’yle müşriklerden gelebilecek herhangi bir tehlike önlenmiş bulundu­ğun­dan, bu fetihle İslamiyet büyük bir serbesiyet imkânına kavuşuyordu.

Hudeybiye Sulh Antlaşması’yla, müşriklerin, Yahudilerin yardımına koş­ma­ları veya onlarla iş birliğine girişmeleri önlenirken, bu fetihle de Yahu­dilerin Ku­reyş müşrikleriyle herhangi bir iş birliğine teşebbüsleri bertaraf edil­miş olunuyordu. Artık ne müşriklerden Yahudilere, ne de Yahudilerden müş­riklere bir ümit ışığı kalmıştı. Böy­lelikle, Ku­reyş müşriklerinin Müslü­manlara her zaman kullan­ma­yı düşündükleri bir kollarını kaybetmiş sayılı­yorlardı.

Bu fetih etrafta da büyük akisler uyandırdı. Çünkü Hay­ber’­in çok kuvvetli kalelere sahip bulunduğu, buradaki Yahudilerinse harp sanatını çok iyi bil­dikleri, harp malzemesi bakımından da üstün bir seviyede bulundukları, cesur adamlarının, yiğitlerinin oldukça fazla olduğu herkesçe biliniyordu.

Bütün bunlara rağmen, İslam ordusu karşısında mağlup düş­meleri, hepsini korkutuyor, Müslümanların yenil­mez bir güç halini aldıklarını bir kere daha anlıyorlardı. Nitekim arzularıyla gelip İslam hâkimiyetini kabul ederek boyun eğdiklerini bildirmişlerdir. Bu bakımdan, Hay­ber’­in fethi, İslam tarihinde önemli bir yer işgal eder.