7 Nisan 2016 Perşembe

Büyük bir cesaretle savaşan Hz.Abdullah sonunda şehit oldu.
Bu haber kendisine ulaştığında Hz.Esmâ, haberi metanetle karşıladı.

Esmâ’nın (r.anha) sabrı bu kadarla da kalmadı.
Çünkü Zalim Haccac,büyük sahabi Hz.Abdullah’ı şehit etmekle hıncını alamamış,onu astırmıştı.
Sonra da karşısına geçip o yüce şehide hakaret etmiş, başını keserek Şam’a göndermişti. Cesedini de “Annesi ricada bulunmadıkça indirmeyeceğiz.” diye yemin etmişlerdi. Bir anne için yavrusunun cesedini sehpada asılı görmek çok zor bir şeydi. Hz. Esmâ buna da sabretti, zalim insanlara gidip istedikleri ricayı yapmayı uygun bulmadı.

Haccac, adam gönderip defalarca Hz. Esmâ’yı yanına çağırtmıştı. Fakat Hz. Esmâ tenezzül edip yanına gitmeyince kendisi onun yanına geldi. Hz. Abdullah’ı kastederek alaylı bir eda ile, “Allah düşmanına yaptığımı nasıl buldun?” diye sordu. Hz. Esmâ, Hz. Ebû Bekir gibi bir babanın kızıydı, Hz. Zübeyr’in hanımıydı. Bu zalimin karşısında susamazdı. Cesaretle şu cevabı verdi:

“Sen oğlumun dünyasını yıktın, o ise senin ahiretini perişan etti!”

Haccac bu defa da “Bırak şu münafıkı!” demek küstahlığında bulundu. Hz. Esmâ yine susmadı, “Allah’a yemin ederim ki, o münafık değildi. Çok oruç tutan, geceleri çok namaz kılan, kulluk vazifelerini yerine getiren ve akrabasını ziyarette kusur etmeyen biriydi.” dedi. Haccac çok kızdı, “Defol git!” dedi. Hz. Esmâ imanından aldığı cesaretle yine kükredi: “Resûlullah, ‘Sakîf kabilesinden bir yalancı, bir mühlik çıkacak!’ buyurmuştu. Yalancının Muhtar es-Sekafî olduğunu gördük. Mühlik de senden başkası olamaz!”dedi.







Hz.Esmâ,zaman zaman Peygamberimizin sohbetinde bulunan ve ondan feyiz alan sahabi kadınlardan biriydi.Bir defasında üzerinde ince bir elbiseyle Peygamberimizin huzuruna girmişti. Peygamberimiz eniştesi olduğu için böyle giyinmekte bir mahzurun olmayacağını düşünmüştü. Fakat Resûlullah (a.s.m.) onu o hâlde görünce yüzünü çevirdi, sonra da şu ikazda bulundu:
“Ey Esmâ, bir kadın âdet görmeye başladığı zaman [mübarek eline ve yüzüne işaret ederek] şu ve şu uzvu dışında başka yerini göstermesi caiz değildir.”
Hz. Esmâ bu ikazdan sonra artık Resûlullah’ın tavsiyesine uygun giyindi. Hayatının sonuna kadar tesettürün en güzel şekline riayet etti.

Annesi İslam safının dışındaydı.Müslüman olmayı kabul etmediği için,Hz.Ebû Bekir ondan ayrılmak zorunda kalmıştı.Bu sebeple Hz.Esmâ,annesine bütün kalbiyle ısınamıyordu.Her ne kadar dünyaya gelmesine vesile olmuşsa da, iman bağı bu sevgiye engel oluyordu.
Bir gün Hz. Esmâ’nın annesi Kuteyle, zorlukla taşıyabildiği hediyelerle kızını görmeye gelmişti. Esmâ, annesini içeriye almakta ve hediyelerini kabul etmekte tereddüt gösterdi. Resûlullah’a sormadan onu içeri almayı uygun bulmadı. “Baba bir kardeşi” Âişe’ye haber göndererek, bu hususta Resûlullah’ın fikrini sordu. Peygamberimiz şöyle diyordu:
“Esmâ’ya söyleyin, annesini içeriye alsın, getirdiği hediyeleri de kabul etsin.”
Hz. Esmâ, Peygamberimizin emrine aynen uydu. Annesini içeri aldı. Müşrik de olsa ona hürmette kusur etmedi. Bu hadise üzerine şu mealdeki âyet-i kerime nazil oldu:
“Sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurtlarından çıkarmamış olanlara iyilik ve adaletle davranmanızı Allah size yasaklamaz; çünkü Allah, adaletle hareket edenleri sever.” (Mümtehine Sûresi, 8-9.)

Resûlullah ile Hz.Ebû Bekir’in hicretini öğrenen müşrikler çevreyi kuşatmışlar,onları aramaya koyulmuşlardı. Hz.Ebû Bekir’in evine de gittiler.Onlara kapıyı Hz.Esmâ açtı.Birden karşısında gözü dönmüş müşrikleri gördü. Fakat hiç telaşlanmadı. Müşrikler öfkeliydi. Sert bir şekilde, “Ey Ebû Bekir’in kızı, baban nerede?” diye sordular. Akılları sıra ondan öğreneceklerini zannediyorlardı. Fakat Hz. Esmâ bu uğurda her şeyi göze almıştı. Gerekirse ölecek, ama Resûlullah ile babasının nereye gittiklerini söylemeyecekti. İmanından aldığı cesaretle, “Babamın nerede olduğunu bilmiyorum.” dedi. Ebû Cehil de oradaydı. Onun bu cevabına çok kızdı. Suratına bir tokat attı. Tokadın şiddetinden Esmâ’nın kulağından küpesi fırladı. Onların istediği şeyi yine söylemedi. Müşrikler bir şey öğrenemeyeceklerini anlayınca oradan ayrıldılar.




Alemlere rahmet olan Hz.Resulullah s.a.v Efendimiz,o yüce makam ve haliyle birlikte muazzam bir tevazu sahibiydi.Hakk’a yakınlığı ölçüsünde halka da yakın olur, ihsan ahlâkına bürünür, etrafındaki insanların her birine ayrı bir şeref bahşederdi.
Hane-i saadetine teşrif ettiklerinde hayvanının yiyeceğini kendisi verirdi. Bazen evinin temizliğini yapardı. Yırtılan ayakkabısını tamir ederdi. Elbisesini diker ve yamardı. Koyun sağardı. Çarşıdan aldığı bir şeyi ailesine götürürken, bizzat kendisi taşımaktan çekinmezdi. Zengin-fakir herkesle musafaha ederdi. İlk önce kendisi selam verirdi. Kuru hurmaya bile olsa, çağırıldığı hiçbir daveti küçük görmezdi. O’nunla geçinmek çok kolaydı. Yumuşak huylu idi. Cömert tabiatlıydı. Güler yüzlüydü. Sesli olarak gülmeden yüzü tebessüm ederdi. Yüzü asık olmadan hüzünlüydü. Kendisini alçaltmadan tevazu gösterirdi. İsraf etmeden cömertlik yapardı. Kalbi çok yumuşak idi. Bütün müslümanlara karşı çok merhametliydi.

Uhud savaşında İslâm ordusunun sancağını taşıyan
Mus'ab b Umeyr'in(r.a) önce sağ kolu kesildi.
Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti.
Fakat ardından sol eli de kesildi.
Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı.
Sonunda müşriklerin mızrak darbesiyle şehid oldu.

Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: 'Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler' (el-Ahzab 33/23).

Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: 'Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor.' 

Necip Fazıl KISAKÜREK
Zindan iki hece Mehmedim lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed im!
Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu,,?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler bu gün maruzat!
Çatık kaş... hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemiyet
Urbalarla kemik, Mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şevkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
kanla dolu sünger... beynimi içtin!

sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar
yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir elden kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allaha açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmedim sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Açlıktan yatıyordum ve karnımın üzerine taş bağlıyordum.Bir gün ashabın gidip geldiği yolun kenarına oturdum.Ebu Bekir (ra) geçti.Ondan Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Benim bu ayeti sormamın maksadı beni evine davet etmesi ümidi idi. Fakat davette bulunmadı.
Ömer(r.a) geçti. Yine Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Maksadım "Gel de gidelim"demesi idi, fakat Ömer(r.a) bunu yapmadı. Sonra Hz. Peygamber geçti. Benim yüzümden, durumu anladı ve "Ey Ebu Hureyre!"dedi. "Buyur ya Resûlullah!"dedim. "Arkamdan gel"buyurdu ve beni alıp evine götürdü. İçeri girince, büyükçe bir kapta süt gördüm. Hz. Peygamber ailesinden, bu sütün nereden geldiğini sordu. Onlar da, falan adam veya falan adamın ailesinin kendilerine hediye ettiğini söylediler. Hz. Peygamber bana "Ey Ebu Hirr"dedi. Ben "Buyur, ey Allah'ın Rasûlü"dedim. "Git, Suffe'dekileri çağır"dedi. Suffe ehli Müslümanların misafiriydi. Onlar, ev, mal-mülk edinmemişlerdi. Hz. Peygamber'e bir hediye geldiği zaman, kendisi ihtiyacı kadar aldıktan sonra gerisini onlara gönderirdi. Eğer zekat gelirse, onun hepsini onlara gönderirdi. 
Hz. Peygamber bana "Git onları çağır"deyince üzüldüm. Çünkü sütü görünce bana bir gün bir gece yeteceğini düşünmüştüm. Onları çağırsam elçi olduğum için sütün hepsini onlara içirmem gerekirdi. Allah'ın ve Peygamber'inin emirlerini yerine getirmek gerekir, diyerek gidip onları çağırdım. Gelip yerlerini aldıklarında, Hz. Peygamber bana "Ey Eba Hirr! Şu sütü al, onlara ver"dedi. Ben kabı alıp onlara verdim. Baştaki kişi , kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı ötekisine veriyordu. Böylece Resûlullah'a kadar geldi. Resûlullah kabı kaldırdı. İçerisinde biraz süt vardı. Sonra başını kaldırdı. Bana bakarak, tebessüm etti ve "Ey Eba Hirr!"dedi. "Buyur ya Resûlullah"dedim. "Benle sen kaldık"dedi. Ben de "Evet ya Resûlullah, doğru söylüyorsun"dedim. "Otur, iç"dedi. Oturdum, içtim. Sonra bana "iç"dedi, yine içtim. O bana durmadan "iç"diyor, ben de durmadan içiyordum. Nihayet ona "Seni hak ile peygamber olarak gönderene yemin ederim, artık içemem"dedim. Çünkü artık bende içecek yer kalmamıştı. 
O zaman Hz. Peygamber benden kabı istedi. Kabı kendisine verdim, 
geriye kalanı da Hz. Peygamber içti .

Sizin hiçbiriniz sakın ölümü temennî etmesin! Eğer o, sâlih bir kimse ise (hayatta oldukça) salâh ve fazîletini arttırması umulur. Eğer fenâ bir kimse ise, onun da tevbekâr olup Allahu Teâlâ`nın rızâsını kazanması umulur.
Hz Muhammed 
Sallallâhu Aleyhi Vesellem
buhari 2170
Ölmüşlerini unutma ki,
yarın öldüğün zaman seni de unutmasınlar!

Akşam yemekte tatlı yok diye üzülme , ekmek var diye sevin !



Bir bilgi öğrenip onu bir müslümana öğretmek,
bütün dünyaya sahip olup onu Allah için harcamaktan daha güzeldir !
‎Ey insan! İnsanların çokluğuna bakıp da aldanma. Çünkü sen, yalnız ölecek, kabre yalnız girecek, kabirden yalnız kalkacak ve kendi hesabını yalnız vereceksin.
Hasan-ı Basri Hazretleri (k.s)
Önünde Cehennem varken gülen ve ilerisinde ölüm varken neşelenebilen kimseye hayret ederim!
(Hasan-ı Basri (RA))




Bana çağdışı diyorlarmış, ne büyük onur.
Ben bu çağın dışında kalmayayım da , 
içinde mi boğulayım  ?
Necip Fazıl Kısakürek
Sakın ola köprüyü geçene kadar 
ayıya dayı deme.
Olurya tam yarı yolda köprü yıkılıverir.
Öteki tarafa ayının yeğeni olarak gidersin..
Necip Fazıl Kısakürek
Hayat bir uykudur ölünce uyanır insan. Sen erken davran ölmeden önce uyan.
İster Bey Ol, İster Paşa.. Adem ( a.s. ) Gibi Bin Yıl Yaşa.. Ecel Gelince Bir Gün Başa, Kara Toprağa Gireceksin Paşa Paşa...!!
Birlikte günah işlediklerimiz,birlikte mezarımıza girmeyecek.





Sa'd b Ebî Vakkas(r.a) şöyle anlatıyor:
Kardeşim Umeyr b Ebî Vakkas’ı(r.a),Efendimiz(s.a.v) 
bizi teftiş etmezden önce
Bedir suyunda gördüm,orada gizleniyordu. Ben:
'Ey kardeşim, niçin gizleniyorsun?' diye sorunca,
“Hz. Peygamber beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum. Halbuki ben çıkmak istiyorum. Umulur ki, 
Allah bana şehidlik mertebesi verir” dedi.
Sonunda o, Efendimize (s.a.v.) gösterildi. Hz.Peygamber onu küçük bularak savaşa katılmasına izin vermedi.O da ağladı. Bunu gören Hz. Peygamber ona izin verdi. Ben onun kılıcını küçüklüğünden ötürü, bağladım.
16 yaşında iken şehid düştü. 



Resulullah(asm) daima sağ tarafına yatar ve sağ elini yanağının altına koyarak uyurdu. Altına bir şey serme adeti yoktu.

Resulullah(asm) daima sağ tarafına yatar ve sağ elini yanağının altına koyarak uyurdu.
Altına bir şey serme adeti yoktu.Bazen basit bir döşek üzerinde, bazen bir deri üzerinde,bazen hasır üzerinde, bazen de çıplak toprak üzerinde uyurdu. (Son Peygamber Hazreti Muhammed, Mevlana Şibli Numânî)
“Yatağı çok hafif, ince idi.” (Cami’üs Sağir)
Hicret'in 9. yılında, Yemen'den başlayarak Suriye'ye kadar İslam devletinin hakimiyeti vardı. 
Bu devletin Mutlak Hâkimi’nin evinde (asm) sadece tahtadan bir divan ve deriden, 
kurumuş bir su tulumu vardı. (Buhari, Libas)
Yatağı bir kilimden ibaretti. Bazen içine hurma lifleri doldurulmuş deri yüzlü bir yatak olurdu, bazen ikiye katlanmış bir kumaştan ibaret bir yatak olurdu. Hz. Hafsa (ra) şöyle anlatıyor:
Bir gece ben Allah Resulü (asm) rahat etsin diye kumaşı dörde katlayarak altına serdim. 
Sabah kalkınca memnuniyetsizliğini belirtti. (Tirmizi, Peygamberimiz'in Şemaili)
Hz. Aişe (ra) şöyle der: ""Allah Resulü çoğu kere: ""Dünyada insan için bir yolcunun yol azığı olarak yanına aldığı şey kadarı yeterlidir"" buyururdu. Bir gün hasır üzerinde dinleniyordu. Kalktığında hasıra gelen yanı üzerinde hasır izlerinin çıktığını gören insanlar:
""Ey Allah Resulü! Bir yatak yaptırıp getirelim mi?"" diye sorunca Hz. Peygamber (asm):
""Benim dünya ile ne alakam var? Dünya ile ilişkim; yolculuk sırasında kısa süre dinlenmek için rastladığı bir ağacın gölgesinde oturan, sonra orayı terk ederek çekip giden 
bir yolcunun o ağacın gölgesiyle olan ilişkisi kadardır"" buyurdu. (Tirmizi, İbn-i Mace) 
Nebiyy-i Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem ayakkabı giymekte;saçını,sakalını taramakta;abdest almakta; (hâsılı) kâffe-i husûsâtında sağdan başlamaktan hoşlanırdı.
Buhari 132



Zenginlik Allah'ın lütfu olsaydı , zenginler daha uzun yaşardı Fakirlik Allah'ın belası olsaydı , fakirler daha kısa yaşardı

Zenginliğinden dolayı veren kimse,ecir bakımından,muhtaç olduğu zaman alan bir kimseden üstün değildir.Hz Muhammed sav
Dünya menfaati için çok çalışmak,zenginleri Cennet'ten geri bırakmıştır.Hz Muhammed sav
Zenginlikten ötürü ikram,fakirlikten ötürü tahkir eden melundur.Abdullah b Abbas ra











Hz.Peygambere(s.a.v) sordular:Ey Allah’ın elçisi,ahırımızda beslediğimiz merkepten dolayı Allah’la bir hesabımız var mı? Merkepten dolayı hesaba çekilir miyiz?
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdiler: Şu okuyacağım ayet sizin sorduğunuz bütün soruların cevabını verir: “Kim bir zerre miktarı iyilik yaparsa mutlaka karşılığını görecektir. Ve kim de bir zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir.” (Zilzal, 7-8)

Peygamberimiz savunmasız ve masum olanlar konusunda bizi uyarmıştır. Zararsız ve savunmasız hayvanları öldürmeyi yasaklamıştır. Gereksiz yere ot koparmayı, çalı kesmeyi, ağaç kesmeyi yasaklamıştır. Yetim ve öksüz çocuk ile hakkı gasp edilmiş, savunmasız ve mağdur edilmiş kadından dolayı sizinle mücadele ederim buyurmuştur.

Kul bir günah işlediğinde,kalbinde siyah bir nokta belirir.
Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır.
Tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse,
o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar.
Hz Muhammed sav




Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin, selamı aranızda yayın. Hz Muhammed sav

Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin,
selamı aranızda yayın.
Hz Muhammed sav
Selam almak farzdır. Selamı mazeretsiz almamak, haramdır. Bütün nafile ibadetler, selam almanın yanında, denizde damla bile olamaz. Farzın önemini düşünerek, selamlaşmayı büyük bir nimet bilmelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de, mümin olamazsınız. Size, bir amel bildireyim de, onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayın!) [Müslim]





İyi ameller işlemek için acele ediniz.
Zira yakın bir zamanda karanlık geceler gibi fitneler ortalığı kaplayacaktır.
O zaman kişi mümin olarak sabahlar,kafir olarak geceler.
Mümin olarak gecelerse kafir olarak sabaha çıkar,
dünya malı karşılığında dinini satar.
Hz Muhammed sav


Her tesbih bir sadaka,
her hamd bir sadaka,
her tehlîl (lâ ilâhe illallah demek) bir sadaka,
her tekbîr bir sadaka,
iyiliği tavsiye etmek sadaka,
kötülükten sakındırmak sadakadır.
Hz Muhammed sav








    Allah'ım,erken kalkan ümmetime bereket ver.
    Hz.Muhammed(s.a.v)

    Sahabeden Urve b Zübeyr r.a anlatıyor: Ömer b Hattab r.a’ı omuzunda su kırbası taşırken gördüm,kendisine: -Ey müminlerin emiri , bu size uygun değil, dedim. Bana:

    Sahabeden Urve b Zübeyr r.a anlatıyor:
    Ömer b Hattab r.a’ı omuzunda su kırbası taşırken gördüm,kendisine:
    -Ey müminlerin emiri , bu size uygun değil, dedim. Bana:
    -Yanıma dışarıdan elçiler geldi, sözlerimizi dinleyip itaat ettiklerini söylediler. O esnada nefsime biraz kendini beğenme ve büyüklenme duygusu geldi; onu bu şekilde kırmak istedim, dedi ve kırbayı götürüp Ensar’dan ihtiyar bir kadının kabına boşalttı.

    Urve b Zübeyr'in r.a ayağında bir yara çıkmış,doktorlar ayağının kangren olduğunu,bunun ancak kesilmekle tedavi olabileceğini yoksa bütün vücudu kaybetme ihtimalinin olduğunu söylemeleri üzerine İmam ayağının kesilmesini kabul etmişti. Doktorlar ayağını kesmek için devrin şartlarına göre narkoz mahiyetinde içki içirmek istemişler, fakat İmam, 'Allah Teâlâ haramda şifa kılmamıştır' diyerek içki içmeyi kabul etmemiştir. Daha sonra hissi iptal eden bir çeşit narkoz ilacı içirmek istemişler, aklının izale edilmesini kat'iyyen kabul etmemiştir. Doktorlara 'siz böylece vazifenizi yapınız' diyerek hazır olduğunu bildirmiştir. Doktorlar kendisini bağlamak istemişler, ona da itirâz edip, ben herhangi bir harekette bulunmayacağım, endişe etmeyiniz. Doktorlar ayağını bıçakla kesip kemiği de testere ile kesmeye başlayınca İmam’ın tekbir ve tesbih yaptığını Allah'ı zikrettiğini ve kat'iyyen yüzünü bile buruşturmadığını görmüşlerdir. Buna taaccup eden doktorlar, kestikleri ayağı, kızgın zeytinyağına daldırıp yaktıkları zaman İmama küçük bir baygınlık gelmiştir.
    Abdurrahman b. Humeyd diyor ki, babamla beraber mescide girdim, halk birisinin etrafında toplanmış ondan birşeyler soruyorlardı. Babam bana, "bak bakalım şu zat kim?" Ben taaccüple onun Urve olduğunu gördüm. Babam bana: "Oğlum taaccüp etme! Ben Allah Resulünün (sav) ashabının da ona birşeyler sorarken gördüm" dedi 
    Oğlum size ne oluyor ki, ilim tahsil etmiyorsunuz? Bugünün küçükleri, pek yakında yarının büyükleri olacaklardır. Yaşlıların hayırlıları cahil olanları değildir. Bugün Hz. Aişe (r.a.) vefât etse pişmanlık duymam. Çünkü ondan bütün hadîsleri alıp hıfzetmiştim. Sahabiden her kimden de bana bir hadîs ulaşmış ise, gittim onu buldum, kapısında oturdum ve ondan o hadîsi sordum. Urve b. Zübeyr r.a
    Urve b. Zübeyr, Medine-i Münevvere'ye döndükten sonra kendisine ziyarete gelen dostlarına karşı şikayette bulunmak değil, Allah'a karşı teslimiyet ve tevekkülünü, kadere teslimiyetini şu sözleriyle ifade ettiğini görmekteyiz: "Ey benim Allah'ım! Sen bana yedi oğul verdin, birisini aldın altısını bana bıraktın, bana dört âzâ verdin birisini aldın üçünü bana bıraktın. Sana hamdü senalarımı takdim ederim" 


    Fatih Sultan Mehmed Ayasofya için şöyle vasiyet etmiştir:

    “Ayasofya,kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir.Bunu,Allâh’a,ahirete,O’nun heybetine inanan hiçbir mahluk,sultan olsun,hakim olsun,bir mütegallibe olsun,değiştiremez.


    Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allâh’ın, meleklerin, bütün insanların lâneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
    




    Ömer b Abdülaziz’in ra devlet başkanı olarak ilk yaptığı icraatlar arasında kendisine tahsis edilen binekleri sattırıp onların gelirlerini devlet hazinesine aktarması olmuştur. Halife devlete ait işlerde bile kendi özel bineğini kullanmış, aynı zamanda aile fertlerinden de daha mütevazi yaşamalarını, giyim kuşamlarında sade kıyafetler tercih etmelerini istemiştir. Ömer b. Abdülaziz ibadet hayatı, zühd, takva ve halkıyla olan münasebetlerinde tam bir tevazu içerisindeydi. Bir defasında Hz. Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) 10 yıl kadar hizmet eden sahabelerden Enes b. Malik, Irak’tan Medine’ye gelip Ömer b. Abdülaziz’in arkasında namaz kıldıktan sonra şöyle demiştir: “Bu gencin dışında namazı Allah Resûlü’nün namazına benzeyen başka bir genç görmedim.”

    Ömer b Abdülaziz r.a halka zulmeden vali ve diğer memurları görevden aldıysa da Haccac b Yusuf’un başını çektiği muhalif bir grup halifeden kurtulma çaresi olarak onun bir kölesini kandırmış ve yemeğine zehir koydurarak onu zehirletmişlerdi.
    Ömer b. Abdülaziz ra hicri 101’de daha 40 yaşlarında iken Halep’de vefat etmiştir.
    Kabri “Deyrü Sem’ân” adı verilen Humus bölgesinde bulunmaktadır.

    Ömer b Abdülaziz’in r.a annesi ile ilgili olarak Hz.Ömer’in başından geçen hâdise oldukça ilginçtir.
    Hz.Ömer bir gün halkın kendisi ve yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek için tebdil-i kıyafetle gezmekte iken, sattığı süte su karıştıran bir anne ile kızı arasındaki konuşmaya kulak misafiri olur. Konuşmada kızın, annesine halifenin süte su karıştırmama emrinin olduğu söylemesine rağmen, annesinin bu emri dinlemeyip aksine hareket ettiğini ve kızın da annesine karşı serzenişte bulunduğunu işitir.
    Hz. Ömer kızı ödüllendirmek için ona kendi oğlu Âsım ile evlenmeyi kabul etmesini istediğini bildirir. Kız bu teklifi kabul eder ve bu evlilikten çiftin Leylâ adında bir kızları olur. İşte Hz. Ömer’in torunu olan Leylâ, Ömer b. Abdülaziz’in annesidir.