1 Haziran 2016 Çarşamba

Kafirlere benzemek Kim bir kavme benzerse o kimse onlardandır.Hz Muhammed sav

Kim bir kavme benzerse o kimse onlardandır.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
من تشبه بقوم فهو منهم
Zulmedenlerle beraber oturma.
EN'AM-68
Mü'minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesin, bunu kim yaparsa Allah ile alakası kesilmiş olur.ALİ İMRAN-28
Zulmedenlere meyletmeyin; sonra ateş size de dokunur.HUD-113
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.MUMTEHİNE-1
O kafirler sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.ALİ İMRAN-119
Eğer Yahudi ve Hristiyanlardan her hangi bir fırkaya uyarsanız sizi imanınızdan sonra kâfir ederler.ALİ İMRAN-100


Yüce Allah, en üstün din olarak İslam Dinini göndermiştir. Bu Yüce Dinimiz, kendine has hükümleriyle, tazeliğini kıyamet sabahına kadar muhafaza edecektir. Güzellikleriyle ve insanlığa ışık saçan hakikatleriyle on dört asırdan beri ayaktadır ve kıyamete kadar da ayakta kalacaktır. Çünkü onun koruyucusu Yüce Allah’tır.

Mensubu olmakla şeref duyduğumuz Yüce Dinimiz, kendi müeyyidelerini tahrif edecek müdahalelere, beşeri düşünce ve fikirleri ona karıştırmayı hedef alan her türlü teşebbüse karşı uyanık olmamızı, biz Müslümanlardan istemiştir. İbadetlerde ve adetlerde Frenk mukallitliğinden şiddetle kaçınmamızı bizlere emretmiştir. İslamiyet ile bağlılığı gevşeyen ve milli mefahirini inkâr eden milletler ise taklitçi oldukları topluluğun uydusu ve kuklası haline gelmişlerdir. Bu durum İslamiyet ile bağdaşmaz.
Yüce Dinimiz İslam; kâfirlere, münafıklara, batıl dinlere ve diğer ideoloji mensuplarına benzemeyi kesin bir şekilde yasaklamış ve haram kılmıştır. Görünüş itibariyle onlara benzemek, daha sonra ahlaki değerlerde, çirkin ve kötü fiillerde; hatta inanç ve ibadetlerde onlara benzemeye sebep olur. Çünkü onlar gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, onlar gibi yaşamak, sonunda yapılan bu hareketler kalplere nüfuz eder ve onlara karşı bir sevgi ve saygı meydana getirir. Bunun için Kâfirlere benzemenin haram olduğu hususunda bütün İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Bu konuda icma’ vardır.
Peygamber (sav) Efendimiz, bir hadis-i Şeriflerinde: “Kim bir kavme benzemeye özenirse, o da onlardandır” buyurmuşlardır. Böylece Hıristiyanlık ve Yahudilik adetlerine özenti duymaya set çekmiş, taklitçiliği adet haline getirenlerin milli ruhunu kaybedip, özendiği o topluluğun mahiyet ve karakterini elde edeceğine işaret buyurmuş, taklitçiliği yasaklamıştır.
Kur ’an-ı Kerim ayetlerinin ve Hz. Peygamber (sav) Efendimizin hayatı boyunca üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi de, Müslümanların fert ve toplum olarak belli bir kimlik (İslam kimliği) kazanmaları, kendi inanç ve şahsiyetlerini korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur. Kur’ an -ı Kerim Müslümanlara ısrarla birlik ve bütünlük içinde olmalarını, kâfir ve münafıkları dost ve arkadaş edinmemelerini emretmektedir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Bunu yaparak Allah’a, aleyhinize apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”                   [1]  

           “ Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur “. [2]
Bu konuda diğer ayet-i Kerimeler de şöyledir:
“ Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar”.[3]
“…Deki, Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım”.[4]
“ Resulüm de ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta(olduklarınıza tapmam, Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de bana dır”.[5]
“Sana emir olunanı açıkça söyle ve ortak koşan (müşrikler)den yüz çevir”.[6]
“…Kafir olanlar da birbirlerinin dostlarıdırlar..”[7]
“Mü’min erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara, Allah rahmet edecektir..”. [8]
Yüce Allah yukarıdaki ayet-i kerimelerde buyurduğu üzere; özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar, Müslümanların dostu olmazlar. Onlar ancak birbirlerinin dostu ve yaranıdır. Onlar birbirlerini desteklerler, Müslümanları ancak menfaatleri için geçici olarak destekler ve dost görünürler. Asla dost olmazlar ve hiçbir zaman da olmamışlardır. Müslümanların Yahudi ve Hıristiyan komşusu olabilir. Komşuluk elbette ki olacaktır. Müslüman, Müslüman kalmalı ve dinini taviz vermeden yaşamalı, komşusunun dinine uymamalıdır. Kafirun ve Hud sürelerinde olduğu gibi.
“Zulmedenlere meyil etmeyin. Sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım göremezsiniz”.[9]
Peygamber (sav) Efendimiz, müşrik ve kâfirlere benzememeleri için ashabına, sakallarını uzun, bıyıklarını kısa kesmelerini emretmiştir. Peygamberimize gelerek “Müslüman oldum, Ya Resulellah! “ diyen kişiye: Peygamber (sav) Efendimiz: “Kâfirlik alameti olan saçını kes ve sünnet ol ” buyurmuştur.[10]
O devirde kâfirler kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, kendilerince bir moda ortaya koymuşlardı. Yani inançlarının sembolü olan bu saç şeklini, Efendimiz (sav) kâfirliğin alameti ve modası saymış ve bu saç şeklini Müslümanların bırakmasını yasaklamıştır. Çünkü Abdullah ibni Ömer (ra), Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Kim bir millete (kavme) benzemeye çalışırsa, o da onlardandır”. [11]
Bazı Müslümanların moda uğrunda batı, Avrupa hayranlığına ve onlar gibi giyinip onlar gibi yaşamalarına ne demeliyiz. Yoksa saç bırakmak yasak değildir. Yeter ki, bakımlı ve temiz olsun.
Başkalarına benzemeye çalışmak, onların yaptığı işi ve ameli yaparak onlara uymak, özellikle kâfirlere benzemek bu Hadis-i şerifte yasaklanmıştır. Müslüman ancak, Peygamber (sav) Efendimize ve O’nun sahabesine benzemeli ve sünnetine uymaya çalışmalıdır.
Peygamber Efendimiz: “Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyiniz…” buyurmuşlardır. [12]
Giyim ve kuşamda, moda diyerek kafirlere benzemek de Dinimizde yasaklanmıştır. Hz. Ali (ra) dan, Peygamber(sav) Efendimizin bu konuda şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Rahiplerin elbiseleri gibi, gayri müslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir”.[13]
Abdullah ibni Amr (ra) diyor ki, Peygamber (sav) Efendimiz, üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördü ve: “Onu at! Çünkü o, renk ve şekil itibariyle kâfirlerin elbisesidir” buyurdu.[14]  Özellikle moda için başka milletleri taklit etmeyelim, günaha girmeyelim. Burada kastedilen elbise, kâfirlik alameti olan elbise ve giysinin giyilmemesidir. Tabii en önemlisi de, modadır diye, gençlik giyiyor diye, mini etek ve açık saçık elbiselerin giyilmemesidir.
Yüce Dinimiz, güneş doğarken, güneş tam tepede iken ve güneş batarken ve ateşe karşı namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi, güneşe tapan ve ateşe tapan Mecusilere benzememek, onlara muhalefet etmek içindir.
Kendine ait milli ve manevi değerlerini yitirerek başka dinleri ve milletleri taklit etmek, şahsiyetsiz davranmak, fertler ve toplumlar için en büyük manevi felaket ve alçalıştır. Bu manevi felaket ve sefalete mahkûm olmuş milletlerin, bataklığın çukurundan kurtulmasına imkân yoktur. Dinini, milletini ve vatanını seven insanlar, hiçbir zaman kendi milletinin böyle bir sefalete düşmesine rıza gösteremez ve tahammül edemez. Hiçbir Müslüman, kendi dininin emirlerinden başka bir dinin inancını, ayinini ve adetlerini taklit edemez, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. Çünkü İslam Dininin ve Müslüman’ın başka bir dini ve başka bir milleti taklit etmeye ihtiyacı yoktur. Şerefli ve ilahi bir nizam olan Yüce Dinimiz, bütün beşeri sistem ve nizamların üstündedir. Yüce Allah tarafından İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son Hak Dindir.
Peygamber (sav) Efendimiz, biz Müslümanların, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat, isyan, fuhuş ve zina gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini, bir mucize olarak 1430 sene önce bizlere haber vermiştir. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına, tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık bir keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabi olacaksınız”. Ebu Sait (ra) diyor ki, Biz: “Ya Resulellah! bu ümmetler Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır? diye sorduk. Peygamber (sav) Efendimiz: “Onlardan başka kim olacak…!” buyurdu. [15]
İslam’ın iman ve ahlak çizgisinden sapılması halinde, İslam dışı inanç ve adetlere uyulduğu takdirde başımıza gelebilecek olan felaketi, Resulullah (sav),  bu hadisin değişik bir rivayetinde şöyle belirtiyor:
“…Onlardan biri insanların geçiş yolu üzerinde (cadde ve sokaklarda) karısıyla cinsel ilişkide bulunacak olsa, siz de aynısını yapacak biçimde sizden önceki toplulukların yolunu karış karış, adım adım izleyeceksiniz”. [16]
Hadis de belirtilen “caddelerde alenen cinsel ilişkinin yapılması”, ahlaki yönden çok feci bir durum. Bundan çok daha kötüsü ve vahim olanı ise şu hadis-i şerifte belirtilmektedir: (Yüce Allah cümlemizi bu durumdan muhafaza eylesin)
“Bir çift ayakkabının bir tekinin diğer tekine eşitliği gibi İsrail oğullarını kuşatan iman ve ahlak düşüklüğünün tıpa tıp benzeri, bana inanan insanları da kuşatacaktır. Öylesine kuşatacaktır ki, onlardan bir fert açıktan anasıyla zina yapacak olsa ümmetimden bu işi yapacak bir kişi ortaya çıkacaktır”. [17]
Bu gün Anadolu’muzun milliyetçi muhafazakâr olan şehirlerinde dahi, kalabalık cadde ve sokaklarında, sarmaş dolaş olmuş vaziyette, hatta dudak dudağa sevişen gençleri üzülerek görmekteyiz. Şehit kanlarıyla sulanmış, yüz binlerce şehidin yattığı, günde beş vakit minarelerinden ezanların yükseldiği bu güzel vatanımızda, hadiste anlatılan bu son durum vuku bulmaz ve hiçbirimiz görmeyiz inşallah.
Ne dersiniz? Peygamber (sav) Efendimizin bu açık mucizesinde haber verdiği batı taklitçiliği bu gün ortaya çıkmış mıdır? Maalesef birçok Müslüman, kâfirlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp uymaktadır. Onlar keler deliğine girerse, yılbaşı kutlarsa, piyango bileti alırsa, yılbaşında hindi-kaz keserse, moda diye bir şeyi giyerse onların aynısını Müslümanlarda yapmakta, birbirleriyle yarış etmektedirler. Bazı Müslümanların bu günkü halini şair ne güzel dile getirmiştir. Şuurlu, bilinçli ve gerçek Müslümanlar elbette bunun dışındadır.
Bir elde Kadeh! bir elde Kur’an
Ne helaldir işimiz, ne de haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kafiriz, ne de tam Müslüman..! ( Ömer Hayyam).
Yüce Allah, bu duruma düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin. (amin)
Müslümana;
           Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır.
Amma yılbaşında hindi, kaz yemesine bayılır.
Çam deviren hindici, nasıl mü’min sayılır?…
Bilmiyoruz, çoğumuz ne edip yapıyoruz.
“Batı batı” diyerek, eyvah! hep batıyoruz..

           Yaklaşınca her sene, öz yurdumda yılbaşı,
Yapılır milletime, Frenkçe türlü aşı..!
Buna ağlar ağacı, hem toprağı, hem taşı.
Müslümanız!..  Onlarla, Noel de yapıyoruz…
“Batı  batı" diyerek, eyvah hep batıyoruz…
Kâfirlerin bayramlarını kutlamak, onların kutsal saydığı günleri, Noel ve yılbaşı gecesi kutlamak, onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir ve büyük günahlardandır. Müslüman Kur’an ve sünnete uygun yaşamalı, kendi örf ve adetlerine uymalıdır.
Yılbaşı gecesi, eğer Hz. İsa (as) in doğduğu gece ise ki, öyle kabul edelim. Bu geceyi Kur’an okuyarak, namaz kılarak, tövbe ve dua ederek geçirmeliyiz. Peygamber (sav) Efendimizin doğduğu gece olan Mevlit Kandilini nasıl değerlendiriyorsak bu geceyi de öyle geçirelim. Çocuklarımıza ve aile fertlerimize örnek olalım. Ömrümüzden bir yıl daha gittiği, ölüme bir sene daha yaklaştığımız bu gecede, hata ve günahlarımızı düşünerek onlardan vaz geçtiğimize dair Rabbimize söz verelim, tövbe edelim. Yeni bir yıla abdestli ve imanlı olarak girmeğe gayret edelim. Bu gecede olsun haberlerin dışında TV leri kapatıp, Tefsir, Hadis ve Kur’an okuyarak, Hz. İsa (as) ın daha çok anlatıldığı Meryem suresini okuyarak yeni yıla girelim. Kendimize çeki düzen verelim, nefis muhasebesi yapalım.
2016 yılının, ülkemize, milletimize ve tüm Müslümanlara hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz eder,2016 yılında hepinize sağlık ve afiyet dolu günler dilerim.
"Kıyamet günü insanların azab bakımından en şiddetlisi, Allah'ın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı alimdir." (3)

Onlarla aynı gayeyi, aynı amacı paylaşmasa bile müslümanın onlara benzemesi özenmesi İbn Ömer'in Rasûlullah (s.a.)dan naklettiği delille haramdır.

"Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır." (4)

Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasulullah (s.a.) efendimiz.

"Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir" (5) buyururlar.

Dolayısıyla yahudi ve hıristiyanlar bizden olmadıklarına göre onlara benzemeye özenmemeliyiz.

Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadiste Peygamber (s.a.) şu şekilde buyurur:

"Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz." (6)

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği başka bir hadiste de Nebi (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:

"Ağarmış saçı (boyamak suretiyle rengini) değiştirin ve yahudilere benzemeyin!" (7)

Buhari ve Müslimin İbn Ömer'den ortaklaşa naklettikleri bir hadiste ise Peygamber (s.a.) şunları buyurur:

"Müşriklere muhalefet ediniz. Bıyıkları kazıyınız, sakalları koyuveriniz." (8)

Görüldüğü gibi Peygamber (s.a.) mutlak olarak müşriklere benzememeyi, onlara muhalefeti emretmektedir.

Ömer b. el-Hattab bu meydanda müminlere şöyle tavsiyede bulunur:

"Müşriklerle sıkı ilişkiler içersine girmekten ve kiliselerindeyken yanlarına gitmekten sakinin."

Rivayetlere göre Hz. Ömer müslüman beldelerinde törenlerim açıktan yapmamalarını onlara şart koşmuştur. Müşriklere tören ve geleneklerini (başkalarını etkileyecek şekilde) açıktan icra etmeleri yasaklanmışken müslüman nasıl olur da onların yaptıklarını yapar? Diğer taraftan müslümanların onlara benzeme gayretleri, tören ve bayramların açıktan yapılması konusundaki onların arzu ve cesaretlerini arttırmıştır. Halbuki müşriklerin söz konuşu törenlerini alenen yürütmekten men edilişlerindeki sebep, bunların bozulmaya yol açabileceği, yani müslümanlar üzerinde kötü tesir bırakabileceği endişesinden kaynaklanmıştır. Çünkü bu tip adet ve gelenekler ya bir masiyet ya da bir küfrün sembolü mesabesindedir. Müslümansa bu hareketlerin tamamından men edilmiştir.

Ömer b. el-Hattab şunları söyler:

"Dinleriyle ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak dürün. Zira Allah'ın gazabı onların üzerine iner."

Kutsal günlerinde (onların yaptıklarını yaparak) onlara refakat etmek gazabullaha sebep olur. Çünkü böylesi adet ve hareketler ya onlarca sonradan icad edilmiş (uydurulmuş) ya da işlerliği kaldırılmış (mensuh) hükümlerden ibarettir. Hakiki ilimse bunların hiç birini benimsemez. Nitekim onlarca kutsal gün ve zamanlarındaki yaptıklarını yaparak onlara benzemek helal değildir. Diğer yandan böyle konularda onlara benzeyen müslüman yardım ve tasvip görmez, bilakis ondan nehyedilir. Nitekim suyunu sıkarak şarap yapan kimseye üzüm satmak helal olmaz. Törenler için davet alan kimse davete icabet etmez. Adet olmadığı halde böyle günlerde hediye veren müslümanın, bu çeşit davranışında kafirlere benzeme söz konusu olduğu için hediyesi kabul edilmez.
Kâfirlere benzemek

Sual: Kâfire benzeyenin kâfir olacağı hadisle sabit iken, sakalsız ve sarıksız gezilir mi?
CEVAP
İbadette kâfire benzemek yasaktır. Mubah âdette ise günah değildir. (Hadika)

Bir hadis-i şerifte, (Evlenmek sünnettir; sünnetime uymayan benden değildir) buyuruluyor. Halbuki birçok ulema ve evliya evlenmedi. Bu hadis-i şerif, (Evlenmeyen, [evlilikle ilgili] sünnetime uymamış olur) demektir. Evlenmeyen günah işlemiş olmaz. (İhya)

Kâfir elbisesi giymek caiz. Resulullah, Rum cübbesi ve papaz ayakkabısı giymiştir. (Mevâhib)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
1- (Secdede gözleri yummak Yahudi âdetidir.) [Deylemi]

2- (Saçınızı kınalayıp ikiye ayırın ve Yahudilere muhalefet edin!) [İbni Adiy] 

3- (Aşûre günü oruç tutun! Yahudilere benzememek için bir gün önce veya bir gün sonra da tutun!) [İ. Ahmed]

4- (Bıyığınızı kısaltıp, sakalınızı bırakın ki, müşriklere benzemeyin!) [Nesai]

5- (Saçınızı sarıya boyayın ki, ehl-i kitaba muhalefet etmiş olasınız.) [İ. Ahmed] 

6- (Çevrenizi temizleyin ki, Yahudilere benzemeyin!) [Müslim]

7- (Namazı nalın ile kılın ki, Yahudilere benzemeyin!) [Hakim]

8- (Namazı, izar ve rida ile kılın ki, Yahudilere benzemeyin!) [İbni Adiy]
[İzar, belden altını örten; rida ise, belden yukarısını örten giysidir. İhramın da alt kısmına izar, üst kısmına rida denir. İzar, bir cins peştamal, rida ise bir cins gömlektir.]

9- (Sarık, Müslümanlar ile kâfirlerin arasını ayıran alamettir.) [Taberani]

10- (Mecusilere muhalefet edip tasları doldurun!) [Beyheki]

Bu hadis-i şeriflerin sırası ile açıklamalarına bakalım: 
1- Secdede gözleri yummak, tenzihen mekruhtur. Yahudi âdeti diye haram sayılmaz.

2- Saçı kınalayıp, ikiye ayırmak, âdette sünnettir. Böyle yapmayan günah işlemiş olmaz.

3- Aşûre günü oruç tutan Yahudiler, (Bugün, Allah İsrailoğullarını düşmanından kurtarmış ve Musa bugün oruç tutmuştur) dediklerinde, Peygamber efendimiz, (Ben Hazret-i Musa’ya sizden daha layıkım) buyurup, Aşûre günü, oruç tutmayı emretti. (Buhari)

Yahudilere benzememek için, yalnız Aşûre günü oruç tutmak mekruh olur. Bir gün önceki veya bir gün sonraki günde oruç tutulursa, aşûre günü oruç tutmak mekruh olmaz.

4- Sakal ve bıyık âdette sünnettir. Sakal bırakan, papaza veya Kastro’ya benzemiş olmaz. Sakalsız da, Clinton’a benzemiş sayılmaz. Yani benzese de haram olmaz.

5- Saç bırakmak, kesmek ve boyamak âdette sünnet olduğu için, saçını boyamayan, ehl-i kitap olan kâfirlere benzemiş sayılmaz. Yani benzese de haram işlemiş olmaz.

6- Çevreyi temizlemek de âdette sünnettir. Çevresini temizlemeyen haram işlemiş olmaz.

7- Çıplak ayakla namaz kılmak mekruh olur. Çorapla bu sünnet yerine gelmiş olur.

8- İzar ve rida âdette sünnettir. Şalvarla, Rum cübbesi ile namaz kılmak mekruh olmaz.

9- Sarık âdette sünnettir. Namazda, kalpak ve benzeri bir şey giyilse, sünnet yerine gelir.

10- Bir bardağı, bir tası tam doldurmak âdettir; yarım koymak günah olmaz.

Sual: Peygamber efendimizin saçı, sakalı ve bıyığı nasıldı? Amerikanvari tıraş olmak, kadına benzemek için saç uzatmak, Budiste benzemek için saçı tamamen kazıtmak, Kastroya benzemek için sakal bırakmak haram mıdır?
CEVAP
Peygamber efendimizin mübarek saçları uzundu. Önceleri kakül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mübarek saçlarını bazen uzatır, bazen de keser, kısaltırdı. Mübarek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mübarek kaşları kadar idi.

Saçı uzatmakta veya kesmekte hiç mahzur yoktur. Çünkü sünnete aykırı değildir. Fakat kadına benzemek niyeti ile saçı uzatmak, Budiste benzemek için saçı kazıtmak, Kastroya benzemek için sakal bırakmak tahrimen mekruhtur. Çünkü saçı uzatmak veya kesmek sünnete aykırı olmadığı için, haram değil, mekruhtur. Gayrimüslimlere benzemek niyetiyle, onlar gibi farklı tıraş olmak da, mekruhtur. Benzeme niyeti olmazsa, mekruh olmaz.

Sakal kazımak, ateşe tapanların ve Hind yahudilerinin âdetidir. Kâfirlere teşebbüh haramdır. Hadis-i şerifte, (Müşriklere muhalefet ediniz! Sakalınızı uzatınız, bıyığınızı kısaltınız) buyuruluyor. Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya tamamen kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, ülkenin âdetine uymak için olursa, mekruh olur.

Bıyık kazımak bid'attir. Bıyıkları, kaşlar kadar kısaltmak sünnettir. İmanının gitmesine sebep olan şeylerden biri de, bıyıklarını sünnet miktarından ziyade fazla uzatmaktır. Savaşta bıyıkları uzatmak müstehaptır.

Yakasız gömlek giymek
Sual: Yakasız gömlekli biri, “(Bir kavme benzeyen onlardandır) hadisi gereğince, kâfir olmamak için yakalı gömlek giymiyorum” diyor. Kâfirlerden gelen elbiseleri giymek küfür mü oluyor?
CEVAP
Hayır. Dinimizde sadece, kâfirlerin haç takmak, zünnar kuşanmak gibi ibadet olarak kullandıkları şeyler yasaktır. Mubah olan âdetlere izin verilmiştir. Resulullah efendimiz, papaz ayakkabısı ve Hristiyan elbisesi giymiştir. (Redd-ül-muhtar)

Gömlek giymek ibadet değil, âdettir. Bu âdet Hristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için giymenin mahzuru yoktur. Peygamber efendimiz, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek de âdette bid’attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınlara çarşaf ve erkeklere pantolon giymek günah olmaz. (Kadınların siyah renk elbise giymeleri farzdır) demek de çok yanlıştır. Dikkati çekmeyen her renk elbise giymek caizdir.

Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi. Kolları dar Rum cübbesi giydiği Tirmizî’deki hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Mevâhib-i ledünniyye)

(Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, imanda ve ibadetlerde benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela Noel’i kutlamak küfür olur. Fakat kâfir gömleği giymek, uçağa binmek, masada yiyip içmek, çatal kaşık kullanmak, dikiş makinesi, bilgisayar, elbise gibi şeylerse âdettir, bunları kullanmak günah olmaz. Hattâ lüzumlu olanları kullanmak gerekir.

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah'ın âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dînî hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hattâ bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de, Resulullah’a “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak, dünya ve âhirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar. (1/231)

Bunun için, teke riayet etmek, sağdan başlamak gibi günlük işlerde Resulullah efendimize uymaya çalışmak çok iyi olur. Fakat âdette olan her şeye uyacağım diye, çatal kaşık kullanmamak ve diğer mübah âdetleri yapmamak gerekmez.
Konumuz ile ilgili olarak Kur’an-i Kerimdeki şu ayet-i kerimelere birlikte göz atalım.
“Ey İman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Bunu yaparak Allah’a, aleyhinize apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?. ” [1]
“ Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur “. [2]  
“ Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar”. [3]   
“…Deki, Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım”. [4]   
“ Resulüm de ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam, Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır”.[5]
“Sana emir olunanı açıkça söyle ve ortak koşan (müşrikler)den yüz çevir”.[6]
“…Kafir olanlar da birbirlerinin dostlarıdırlar..”[7]   
“Mü’min erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara, Allah rahmet edecektir..”. [8] 
"...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." [9]
Konu ile ilgili ayet-i kerimeler elbette bu kadar değildir. Şimdi de Hadislere yer verelim.
Abdullah b. Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır."[10]
"Kim Müşriklere ait bir toprakta bulunur (bina yapar), onların nevruzlarına (yılbaşılarına) katılır, onların bayramlarını (festival ve galalarını) kutlar ve ölünceye kadar onlarla birlikte bulunursa, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur." [11]
Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.), namaz kılarken elleri böğürlerine koymayı mekruh sayarak:
"Yahudilere benzemeyin." buyurmuştur." [12]
Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle dedi:
"Acemlerin rumuzlu sözlerini öğrenmeyin. Bayramlarında müşriklerle birlikte kiliselerine girmeyin. Çünkü Allah'ın gazabı onların üzerine iner." [13]
Abdullah b. Amr dedi ki:
"Kim Acemlerin ülkesinde kalır da, onların yeni yıllarını ve mihricanlarını (bayram, festival ve galalarını) kutlayarak (bu şekilde) onlara benzer ve bu hal üzereyken ölürse, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur."
Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Cahiliye ehli (hacda) güneş doğuncaya dek toplanma yerinden gitmezlerdi. Rasulullah (s.a.v.) ise güneşin doğmasından önce oradan ayrılır ve şöyle derdi:
"Bizim yolumuz müşriklerin yolundan ayrıdır." [14]
Abdullah b. Amr diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) benim üzerimde boyanmış iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:
"Doğrusu bunlar kâfirlerin giysilerindendir. Onları giyme." [15]
Rasulullah (s.a.v.), kâfirlere ait kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır.
Hz. Ömer de (r.a.) Utbe b. Ferkad'a gönderdiği mektupta:
"Müşriklere ait giysileri giymekten seni menediyorum." [16]  Diye yazmıştır.
Kays b. Ebu Hazım'dan rivayete göre:
"Ebu Bekir, Ahmus'tan Zeynep adındaki bir kadının yanına gitti. Kadının konuşmadığını görünce:
"Bu kadın niye konuşmuyor?" diye sordu. Dediler ki:
"Bu kadın konuşmadan haccetmek istiyor."
Ebu Bekir (r.a.), kendisine:
"Konuş! Çünkü böyle bir davranış helal değildir. Bu, cahiliye döneminin âdetidir." dedi. Kadın Ebu Bekir'e (r.a.):
"Sen kimsin?" diye sordu. Ebu Bekir de (r.a.):
"Muhacirlerden biriyim" dedi. Kadın:
"Hangi muhacirlerden?" diye sordu. O da:
"Kureyş'ten" dedi. Kadın:
"Hangi Kureyş'ten?" diye sorunca, Ebu Bekir (r.a.):
"Amma da çok sordun ha!" dedi ve:
"Ben, Ebu Bekir'im" diye ekledi. Kadın:
"Allah'ın cahiliye sisteminden sonra bize gönderdiği bu salih din üzerinde kalmamız neye bağlıdır?" dedi. Ebu Bekir (ra.):
"Sizin kalıcılığınız, sizi idare eden imamlarınız (liderleriniz ve devlet adamlarınız) doğru yolda oldukları sürecedir." dedi. Kadın:
"İmamlar da kimdir?" dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"Sizin kavminizin liderleri ve önde gelenleri yok mu, onlar sizlere emir verince, onlara itaat ediyorsunuz değil mi?" dedi. Kadın:
"Evet, öyledir." dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"İşte halkı idare eden bu kimseler." cevabını verdi." [17]
 Hz. Ömer (ra), Kudüs’ün fethi için çalışırken, Amr b. As’a soruyor: "Nerede namaz kılmamı istersin?" O da:
"Bana sorarsan, kayanın ardında namaz kıl. Çünkü Kudüs tümüyle senin gözlerinin önünde olacaktır." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):
"Olmaz, ben namazımı ancak Rasulullah'ın (s.a.v.) kıldığı yerde kılarım." dedi. Hemen kıbleye yöneldi ve Ka"be'ye doğru namazını kıldı. Sonra geldi ve ridasını yere yayarak üzerindeki çerçöpü silkeleyip süpürdü. Halk da aynısını yaptı." [18]
İbni Abbas'a: "Bir adama şırınga ile ilaç vereyim mi?" denilince, O:
 "Hayır, avret yerini açma, müşriklerin yolunu da izleme." dedi.
Buradaki "Müşriklerin yolunu izleme" ifadesi geneldir.
Hz.Enes'in (r.a.) yanına iki (boynuzu) kâkülü olan bir genç girdi. Hz. Enes kendisine:
"Bu iki saçtan boynuzu (kahkülü) ya kes ya da kısalt, çünkü bu Yahudilerin âdetidir." dedi.  [19] 
Huşeym diyor ki:  Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan bir halasından rivayet etmiştir:  Namaz vakitlerini Müslümanlara nasıl duyurulması konusunda henüz karar verilmemişti.
"Rasulullah (s.a.v.), Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, “Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını”  teklif ettiler. Bu, Peygamber (sav) Efendimizin hoşuna gitmedi ve:
"O, boru çalmak Yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine, “Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar”. Peygamberimiz: "O da Hıristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." [20]    Daha sonra da Müslümanlara has ezan okunmasına karar verildi.
"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur." [21]
"Onlar birbirlerindendir..."[22]
Rasulullah (s.a.v.) de Ali'ye (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sen bendensin, ben de sendenim." [23]
"Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah, Resulü ve iman edenlerdir. Onlar ki namazı kılar, zekâtı verir ve rükû ederler. Kim Allah'ı, Resulü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır." [24]
Ebu Musa (r.a.) diyor ki:  "Hz.Ömer'e (r.a.):
"Benim Hıristiyan bir kâtibim var" dedim. O da bana dedi ki:
"Ne yaptın? Allah cezanı versin! Sen Allah'ın (c.c.): "Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin..." [25]   Buyurduğunu işitmedin mi? Tevhid ehlinden birini kâtip edinemez miydin?"
Ben de: "Ey mü'minlerin emiri! Onun yazı işlerinde çalışması benim içindir, dini de kendisine aittir." dedim.
Hz. Ömer (r.a.): "Mademki Allah onları aşağılamış, sen onlara saygınlık kazandırma, Allah onları zelil kılmışken, sen kendilerini aziz kılma. Allah'ın uzaklaştırdıklarını sen yaklaştırma!" dedi."[26]
"Yahudi ve Hıristiyanlar boyanmazlar (sakallarına kına yakmazlar). Siz onlara muhalefet edin." [27]
"Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma. Çünkü onlar Allah'a karşı sana hiç bir fayda veremezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur." [28]
Büyük âlim el-Fudayl b. lyaz (r.a.) şunları söylemiş:
"Yolcuları az da olsa, sen Hak yoldan ayrılma. Rağbet edeni çok da olsa kötü yollara sapma."
Ömer b. el-Hattâb şunları söyler:
"Dinleriyle ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak durun. Zira Allah'ın gazabı onların üzerine iner."
"Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz."[29]      
Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Resulullah (s.a.) efendimiz.
"Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir" [30]    
Buhari ve Müslimin İbn Ömer'den ortaklaşa naklettikleri bir hadiste ise Peygamber (s.a.) şunları buyurur:
"Müşriklere muhalefet ediniz. Bıyıkları kazıyınız, sakalları koyuveriniz."[31]
Ahmet Gümüşhanevî hz.leri bu konuda şöyle diyor: “Kâfirler arasında yerleşip bina yapan, onların bayramlarına iştirak eden ve onlara benzeyen kişi bu hal üzere öldüğünde kıyamet günü onlarla beraber haşr olunur.” [32]  
 Dikkat edilirse kâfirlere benzemek, küfre giden bir yoldur. Kâfirlere benzemek, İslam dininden vazgeçip, batıl ve muharref dinlere intikal etmenin alametidir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimiz zamanımızın bazı insanlarını şöyle haber veriyor:

“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına, tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar daracık bir keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tabi olacaksınız”. Ebu Sait (ra) diyor ki, Biz: “Ya Resulellah! Bu ümmetler Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır? Diye sorduk. Peygamber (sav) Efendimiz: “Onlardan başka kim olacak…!” buyurdu. [33]
Yüce Allah (cc) bizleri Hakka tabi olan, İslam’ın yolundan yürüyen kullarından eylesin.
Müslüman olmayan milletlerin ve özellikle Hıristiyanların kutsal saydıkları dini gün ve gecelere, yılbaşı kutlamalarına özenmeyen ilgi duymayan ve kutlamalara katılmayan şuurlu Müslümanlardan olmayı Mevla’m cümlemize nasip eylesin.
Kuranda hıristiyanlar
Güzel Kurani kerimimizde geçen hıristiyanlar ile ilgili ayetler. Kuranda geçen hıristiyanlar ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.
Kuranda hıristiyanlar ile alakali tahmini 21 ayet geçiyor
2:62 - Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

2:111 - Bir de "yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek" dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; "Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi."

2:113 - Yahudiler dediler ki, "Hıristiyanlar birşey üzerinde değiller", Hristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzerinde değiller" dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Hiçbir bilgisi olmayanlar da öyle onların dedikleri gibi dediler. İşte bundan dolayı Allah, ihtilafa düştükleri bu gibi şeylerde, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

2:116 - O zalimler, "Allah kendisine çocuk edindi." dediler. Hâşâ, O sübhândır. Doğrusu, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.

2:120 - Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.

2:135 - Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."

2:140 - "Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

3:55 - O zaman Allah şöyle dedi: "Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim".

3:67 - İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.

5:14 - "Biz hıristiyanız" diyenlerden de söz almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu unutmuşlardı. Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk. Allah, ne yapmış olduklarını onlara - elbette haber verecektir.

5:17 - Muhakkak ki, "Allah, ancak Meryemoğlu İsa Mesih'tir" diyenler kâfir olmuşlardır. (Onlara) de ki: " Allah, Meryemoğlu İsa Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese O'na kim engel olabilir? " Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeye kadirdir.

5:18 - Yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: " O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah ) size azab ediyor?" Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de O'nadır.

5:47 - İncil ehli de Allah'ın ona indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

5:51 - Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

5:69 - Muhakkak ki inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

5:72 - Andolsun, "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih onlara: "Ey İsrailoğulları, hem benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehenemdir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur" demişti.

5:82 - İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak yahudileri ve Allah'a ortak koşanları bulursun. Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Biz hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.

9:30 - Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

9:31 - Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.

22:17 - Şüphesiz o iman edenler, yahudi olanlar, sabiîler (yıldıza tapanlar), hıristiyanlar, ateşe tapanlar ve (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.

57:27 - Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bizden başkasına benzeyen bizden değildir! Yahudilere ve Hristiyanlara benzemeyin!”

Albânî Sahihu’l-Cami 5434

2012 yılının sonuna geldiğimiz şu günlerde her kesim insanımızda bir takım hazırlıklar var. Hıristiyanlar; Noel adı altında Hz. İsa (a.s)’nın doğum gününü kutlamak amacıyla yılbaşı gecesi sabahlara kadar süren partilerle, içki, kumar, zina vs fuhşiyatlarla eğlenerek güya ulül azim Peygamberlerden Hz. İsa’nın doğum gününü kutluyorlar. Acaba Hz. İsa (a.s) bugün yaşasaydı bu yapılanları nasıl karşılardı. Böyle büyük bir peygamberin doğum günü böyle mi kutlanır? Bu yapılan ahlaksızlıkların hiçbir türlü dinde bir dayanağı yoktur ve herkes yaptıklarından mesul olacaktır.

Yılbaşı gecesi özel hindi kesenler, normal bir zamanda hindi eti yemek caizdir ama sadece Hıristiyan âdeti olduğu için o geceye özel olarak hindi kesmek ve yemek caiz değildir. Acaba hayvan haklarını savunucular konu Müslümanlar olunca mübarek Kurban Bayramında meydanlara çıkıp böyle bir teknoloji çağında bu barbarlıklar, bu adetler nereden kalma diyerek kurban kesimiyle alay ederler, karşı çıkarlar, acaba yılbaşı gecesi binlerce hindinin kesilmesine niye ses çıkaramıyorlar?

Elhamdülillah Müslümanım deyip te Yahudi ve Hıristiyanların adetlerine özenerek onlar gibi yaşamaya çalışan, onlar gibi yılbaşı kutlayan ve hatta onlardan daha ileriye gidecek kadar hazin duruma düşen kardeşlerimize de bir hadis-i şerifi hatırlatmak isterim; “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” “Kim bir topluluğun karartısını çoğaltırsa o da, onlardandır.” Bu hadisi şeriflerden anlaşılacağı üzere kime benzediğimizi, kimin meclislerinde bulunduğumuzu, hangi safta olduğumuza kendimiz karar vereceğiz.

Burada bir kıssa anlatmak istiyorum; “Kuşun biri kiliseye girer, papazın elindeki şaraptan içer ve haç’ın üzerine pisleyerek kiliseden çıkar. Buna dikkat eden papaz şöyle der; “Eğer Müslüman kuş isen kiliseye girmez şarap içmezdin, eğer Hıristiyan kuş isen haç’a pislemezdin.” Acaba sen necisin. Bizlerde safımızı belli etmeliyiz Müslüman isek, İslam hayatını güzel yaşamalıyız. Haram ve helallere dikkat etmeliyiz.

Hangi Hıristiyan veya Yahudi’nin, biz Müslümanların hicri yılbaşımızı tebrik ettiklerini, kutladıklarını gördük mü acaba? Hangi Hıristiyan veya Yahudi’yi Müslüman ameli yaparken gördük? Onlar her işlerinde kendilerine göre hareket etmekteler ama bizler maalesef onların peşinden koşmaktayız.

Her akşam haberlerde görmekteyiz. Emniyet teşkilatı yılbaşına hazırlanıyor. O gece polislere izin verilmeyerek sabaha kadar Taksim meydanı vesair yerlerde insanlar rahatça eğlenip, alkol ve çeşit çeşit etkinliklerle bu geceyi kutlasınlar. Bari her meyhaneye, gazinoya, gece kulüplerine birer ekip dikinde millet rahat rahat içsin. Kavga gürültü taciz ve fuhuş gibi olaylar rahat rahat gerçekleşsin! Ne kadar üzücü bir durum Mevla’m bütün gençlerimizi bu hallere düşmekten muhafaza eylesin.

Son olarak malum her sene yılbaşında insanların akın akın büyük ikramiyeyi kazanabilmek için kuyruklarda beklediği büyük çekiliş var. Talih kuşu bu sene kimin başına konacak. Kadın-erkek, yaşlı-genç, herkes paralarını biletlere yatırıp çekiliş saatini beklemeye başladılar. Ve bu sene çok büyük rağbet varmış ve biletlerin % 95’i erkenden tükenmiş. Daha önceki senelerde hep beraber gördük büyük ikramiyeyi kazanıp ta iflah olan var mı hiç? Hatta o kadar ki eski hayatlarını mumla arar oldular fakat haram para yiyen iflah olmaz. Olmayacak ta.

Devletin vazifesi insanlarımızı eğitmek, haramı helali öğretmek, insanları ve özellikle gençleri böyle şans oyunlarıyla boş bir hayata karşı şuurlandırmak iken, her akşam talih kuşu rüyaları gören,  acaba bana da çıkar mı çıkarsa neler neler yaparım gibi boş hayallere düşmelerini engelleyerek onları helal yoldan çalışarak rızık kazanmayı öğretmesi gerekirken maalesef akşama kadar tv kanallarında bu olaylar özendiriliyor ve bunu devletimiz kendi eliyle yapıyor adını da milli piyango yapmışlar.

Milli piyango, sayısal loto-toto, iddaa, ganyan bayileri vs daha ismini sayamayacağımız bütün bu şans oyunları devletin gözetimi altında yapılıyor maalesef. Yetkililerden isteğimiz Allah ve Resulünün razı olmayacağı bu ve bunun gibi olaylara çözüm bulmalarıdır.

İnsanlarımızı eğiterek bu gibi durumların önüne geçebiliriz. Bu konularda özellikle tabana inecek, halkı eğitecek, şuurlandıracak hakiki dertli dava ehli hocalara ihtiyaç vardır. Yoksa yarın Allah ve Resulünün huzuruna çıktığımızda Resulüllah’ın yüzüne nasıl bakarız? Ne cevap verebiliriz? Bir hadisi şerifte; “Hepiniz çobansızınız. Elinizin altındakilerden mesulsünüz.” Mevla Teala cümlemizi böyle durumlara düşmekten muhafaza eylesin. Ailesine ve ehline sahip çıkanlardan olmayı bizlere ikram eylesin.

Bu yeni seneyi azgınlıkla değil de ömrümden bir sene daha gidiyor, ahirete biraz daha yaklaştık, her geçen gün geri gelmiyor diyerek dertlenmeli ve Allah’ı memnun edecek ameller yapmalıyız.

Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz. Mevla Teala hayatımızı da ölümümüzü de kendi rızasına uygun eylesin.

kim bir kavme benzerse o onlardandır ayet
kim kendini bir kavme benzerse o da onlardandır
onlara benzeyen onlardandır
yahudilere ve hristiyanlara benzemeyin ayet
kim bir kavme benzerse o onlardandır arapça
bizden başkasına benzeyen bizden değildir
yahudilerin sakalı
ermeni sakalı

Tefekkur

Namazda huşu ve tefekkür

Sual: Namazı huşûyla kılmak ne demektir?
CEVAPHuşu, Allahü teâlâdan korkmak demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Namazları cemaatle, huşû ve hudû ile kılmalı, çünkü insanı iki cihanda felaketlerden, sıkıntılardan kurtaracak, ancak huşû ile kılınan namazdır. İki âyet-i kerime meali:
(Namazlarını huşû ile [Kalbleri Allah korkusuyla dolu, tadil-i erkâna uyarak] kılan müminler, muhakkak felah buldu. [Kurtuluşa erdi, zafere kavuştu.]) [Müminun 1, 2] (1/85)
Namazın kusursuz olması, farzlarını, vaciblerini, sünnetlerini ve müstehablarını yerine getirmekle olur. Namazda huşû, yani her uzvun tevazu göstermesi, bu dört şeyi yapmaktır. Kalbin hudûu, yani Allah korkusu da yine bunları tam yapmakla olur. (Kalb hazır olmazsa, namaz da olmaz) hadis-i şerifi, kalbin, yukarıda bildirilen dört şeyin yapılmasında hazır olması, uyanık olması demektir. Yani bunların hepsinin yapılmasında gevşeklik olmamasına dikkat etmektir. (1/305)
Namazın kabul olmasının şartı, haramlardan sakınmak, huşû ve takva ile kılmak ve malayaniyi terk etmektir. (Miftah-ul-Cennet)

Takva, bütün uzuvlarını haramdan ve mekruhtan korumaktır.Malayaniyi terk, dünya ve ahirete yaramayan işi terk etmek demektir.

Dünya işlerini düşünmemek için
Sual: Namazda dünya işlerini düşünmemek için ne yapmalı?
CEVAPNamazda dünya işlerini düşünmek, ihlâs noksanlığından ileri gelir. Buna sebep olan eksiklikleri gidermeye çalışmalı. Her iş, Allah rızası için yapılırsa, ihlâs elde edilir. Namaza başlarken, Allahü teâlâyı görür gibi, edeple namaza başlamalı ki, namaz hakiki namaz olsun. Eğer beden namazda, kalb başka yerde olursa, o namaz sahih olsa da, makbul bir namaz olmaz. Bunun için, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil’azîm) dedikten sonra namaza başlamak faydalıdır.

İslam Ahlakı kitabında da deniyor ki: İmama uyunca, imam Fatiha’yı okurken, (Sağımda Cennet ve solumda Cehennem, ensemde Azrail aleyhisselam, karşımda Beytullah, önümde kabir ve ayağımın altında Sırat, acaba benim sualim kolay olur mu? Ettiğim ibadet, ahirette başıma taç, yanıma yoldaş ve kabrimde ışık olur mu? Yoksa kabul olmayıp, eski bez gibi yüzüme vurulur mu?) diye tefekkür etmelidir.(Miftah-ül-cennet)

Namazda zihni toparlamak
Sual: Namaz kılarken, zihni toparlayabilmek için, ne yapmak gerekir?
CEVAPMümin, Allahü teâlâdan korkar, Onun rahmetinden ümidini kesmez ve hatalarından dolayı utanır. Namazda bu hâlinden ayrılıyorsa, fikri dağınık ve vesvese mevcut demektir. Görmek, düşünmeye sebeptir. Bu bakımdan insanı meşgul edecek şeyleri, gözün gördüğü yerlerden kaldırmalı. Namazı mümkünse loş bir aydınlıkta kılmak iyi olur. Nakışlı seccade yerine, düz olanlar tercih edilmeli. Kıble duvarı sade olmalı, herhangi bir levha asılı olmamalı. Hep önüne bakmalı.

Namaza başlarken Allah'ın huzuruna durduğunu, bu huzurda gafil olmanın tehlikesini düşünmeli ve kıyametin korkunç manzarasını hatırlamalı. Kalbi meşgul eden, dünyevî istek ve arzulardır. Nefse ceza verip bunlardan kurtarmak gerekir. Ebu Talha hazretleri, bahçede namaz kılarken bir kuş daldan dala konup namazını şaşırtınca, büyük bir bahçesini sadaka olarak verdi. Namazının noksanına kefaret olsun diye böyle yaptı.

Nefsi çeşitli şekilde cezalandırarak kalbi toparlamaya çalışmalıdır. Tam huzura kavuşamıyorum diye mücadeleyi bırakmamalı. Bir bardak dolu zeytinyağına ne kadar su konursa, o kadar zeytinyağı dışarı dökülür, çünkü zeytinyağı suya göre hafif olduğu için suyun üstüne çıkar. İkisi birleşmez. Dünya sevgisiyle âhiretin kalbdeki durumu, zeytinyağı ile su gibidir. Bardak suyla dolu olunca, zeytinyağı orada bulunmaz. Dünya sevgisi kalbi kaplamışsa, vesveseden kurtulmak mümkün olmaz. Dünya sevgisi ne kadar azsa, kalb huzuru o kadar fazlalaşır. Demek ki, kalbi toparlayabilmek için, dünyanın faydasız şeyleri peşinden koşmamalı. İlim ve ihlâsla amel etmeye çalışmalı, göze çarpan ve kalbi meşgul eden şeyleri ortadan kaldırmalıdır.

Huşu ile namaz
Sual: Huşu ile namaz kılmak için ne yapmalıdır?
CEVAPNamazda mânasını biliyorsanız, okuduğunuzu düşünmek, iyi olur. Kendini Rabbinin huzurunda düşünmek ve o huzurda nasıl olması gerekiyorsa, öyle bulunmak çok iyidir. Kendinin son namazı olduğunu, son amelinin bu olduğunu, yahut kendini sırat üzerinde düşünüp kendini toparlamak, kibriya, azamet ve celâli huzurunda, kendini kartal pençesindeki serçe, yahut efendisinden kaçmış, yakalanıp tekrar efendisinin huzuruna götürülmüş köle gibi bilmek, yahut her an nimetleri içinde bulunduğu, her an kendisine muhtaç olduğu hakiki nimet sahibinin huzurunda nasıl durulursa, öyle durmak, hiç olmazsa, general karşısına çıkan bir er gibi bulunmak, namazda kalbi toparlamaya yardım eder. Dünyaya önem vermemek, işlerini mesele ve düşünce vesilesi yapmamak, geldiği gibi gider, ne olduysa öyle olur gibi, dünya hakkında hoşgörülü olup, namazda hep Rabbi ile olmak mühimdir gibi düşünceye sahip olmak faydalı olur.

Çay ve namaz
Sual: Bir gece, dînî kitap okuyorduk. Genç bir arkadaş, (Namazdan önce çayı içelim) dedi. Oradaki yaşlı biri, (Öyle söylenmez. Önce namazı kılalım, sonra rahatça çayı içelim) dedi. Hangisi daha uygundur?
CEVAPYaşlı kişi, namazın önemini belirtmek için öyle söylemişse de, gencin söylediği daha uygundur. Kalbi meşgul eden bir şey olursa, önce o şeyi hâlledip, sonra namaza durmalı. Çay, yemek gibi şeyler kalbi meşgul edebilir. Önce bunları hâlledip sonra namaz kılmak uygun olur. Yapılması gereken bir şeyler varken, rahat namaz kılınmaz. Gerekli işleri yaptıktan sonra, namaz kılmak daha rahat olur. Fıkıh kitaplarında, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, cemaate gitmemek için özür kabul ediliyor. Yani yemekten sonra namazı yalnız kılmak caiz oluyor. Yemek hazırken, namaz mekruh vakte girmeyecekse, önce yemek yenmeli. İki hadis-i şerif:
(Yemek hazırken namaza durmayın!) [Müslim]

(Akşam yemeği hazırsa, namazdan önce yemeği yiyin!) [Buhârî]

Camide çok ışık yakmak
Sual: Namazı loşta mı kılmak daha uygun, yoksa yoğun ışık altında mı?
CEVAPNamazların huşu ve huzur içinde kılınması gerekir. Bunlara mani olacak şeyler ortadan kaldırılmalı. Mesela seccadenin renkli olması, fazla ışık buna mani olabilir. Atalarımız, namazların huşu ve huzur içinde kılınabilmesi için camilere büyük pencereler koymamışlar, loş yapmışlardır.

Cuma namazı için gittiğimiz camide, avizelerde yüzden fazla ışık yandığını gördük. Gündüz bu kadar çok ışığın yanması israf da olur. İsraf ise haramdır.

Tefekkür ne demektir?

Sual: Tefekkürün dindeki yeri nedir?
CEVAPTefekkür, dinimizde önemli bir ibadettir. Tefekkür, günahlarını, mahlukları ve kendini düşünmek Allahü teâlânın yarattığı şeylerden ibret almaktır. Kur’an-ı kerimde iyiler övülürken buyuruluyor ki:
(Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. “Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen[boş, manasız şeyler yaratmaktan] münezzehsin. Bizi Cehennem azabından koru” derler.) [A. İmran 191]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ihya etmekten iyidir.) [Ebuşşeyh]

(Tefekkür, ibadetin yarısıdır.) [İ. Gazali]
(Tefekkür gibi kıymetli ibadet yoktur.) [İbni Hibban]
(Biraz tefekkür, bir sene [nafile] ibadetten kıymetlidir.) [K. Saadet]

(“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardından gelişinde [uzayıp kısalmasında] akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller var” [A. İmran 190.] âyeti varken nasıl ağlamayım? Bu âyeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun!) [İ. Hibban]

(Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde düşünün, zatı hakkında düşünmeyin!) [Beyheki]
(Sükûtu tefekkür, bakışı ibret olup çok istigfar eden kurtuldu.)[Deylemi]
Âlimler buyuruyor ki:
Tefekkür, insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder. (Vehb bin Münebbih)

Tefekkür, iyilik ve kötülüğünü gösteren bir aynadır. (Fudayl bin Iyad)

Allahü teâlânın azametini düşünen insan, Ona isyan edemez. (Bişr-i Hafi)

Tefekkür zekâyı açar. (İmam-ı Şafii)
Dünyayı düşünmek, ahirete perdedir. Ahireti düşünmek, gafletten kurtarıp hikmet konuşturur. (Ebu Süleyman Darani)

Her fırsatta Allahü teâlânın yarattıklarını tefekkür etmelidir. Mesela eline bakmalı. Parmakları olmasaydı, bir şeyi tutup alması ne kadar zor olurdu. Yahut parmakları hiç kıvrılmasaydı, eller hiç olmasaydı, gözümüz olmasaydı, gözümüz başka yerde olsaydı, halimiz nasıl olurdu? Tırnağın devamlı büyüdüğü gibi, dişlerimiz de büyüseydi ne olurdu? Dişlerimiz kemikle beraber olsaydı, çürüyünce nasıl çekilecekti? Saç uzadığı halde, kaşın ve kirpiğin uzamadığını düşünmeli. İnsan kavak gibi büyüyüp gitseydi, ne olurdu? Bitkilerin, meyvelerin yaratılışını, yıldızların, gezegenlerin bir ahenk içinde oluşunu düşünmeli. Bunları ne kadar mükemmel yarattığı için Allahü teâlâya hamd etmeli! Böylece insanın imanı da kuvvetlenir. Fakat devamlı bunlarla uğraşıp da kendine gereken fıkıh bilgisini ihmal etmek ise çok tehlikelidir.
Tefekkür, dört türlü olur:
1- Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzellik ve faydaları düşünmek, Ona inanıp Onu sevmeye sebep olur.

2- Onun vaat ettiği sevapları düşünmek, ibadet yapmaya sebep olur.

3- Onun bildirdiği azapları düşünmek, Ondan korkmaya, kötülük etmemeye, günahtan kaçmaya sebep olur.

4- Onun nimetlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allah’tan utanmaya sebep olur. Allahü teâlâ, yerlerde ve göklerde bulunan mahlûkları düşünerek ibret alanları sever.
Hazret-i Musa’nın ümmetinden biri, 30 sene ibadet eder, bir bulut kendisini gölgeler. Bir gün bulut gelmez, güneşte kalır. Annesi, (Bir günah işlemişsindir) der. Çocuk, (Hayır, günah işlemedim) der. Annesi, (Göklere, çiçeklere bakıp da Yaratanın azametini düşünmediysen, bundan büyük hata olur mu?) der.

Her şeyi intizamlı yaratmıştır
Sual: İman nasıl kuvvetlenir?
CEVAPAşağıdaki hususları öğrenen bir kimse, Ehl-i sünnet itikadını da biliyorsa, imanı kuvvetlenir. İmanı olmayan bir kimse ise, bunları incelerse, insafı ve nasibi de varsa, Allahü teâlânın varlığına ve kudretine inanır. Cenab-ı Hakkın varlığını, kudretini gösteren olaylardan birkaçı:
İnsanların, büyük bir süratle fezada tek başına dönmekte olan, içerisi ateş dolu yuvarlak bir gezegen üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir olaydır. Dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, bitkiler nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekte, gelişmekte ve türlü özellikler göstermektedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı da su içinde yaşar.
Güneş, en yüksek ısıyı sağlar ve bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha başka maddelerin meydana gelmesini temin eder.
İnsan, kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile büyük bir kimya olayıdır. Havadan alınan oksijen, vücutta yakıldıktan sonra, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır.
Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonra, vücuda faydalı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu olay, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir.
İnsanın vücudunda çok karışık formüllü maddeler imal eden, türlü türlü kimya reaksiyonları meydana getiren, analiz yapan, tasfiye eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri süzen, enerji veren tertibat olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela tertibatı, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ışık, ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertibatı, mikroplarla mücadele ve onları yok etme sistemi de mevcuttur.
Kalb ise, hiç durmadan işleyen muazzam bir pompadır. Bütün bu maddi mükemmellik yanında anlama, düşünme, ezberleme, hatırlama, hüküm ve karar verme gibi çok muazzam, manevi kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkansızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de ruhu mevcuttur.
Canlı-cansız varlıklardaki bu nizamı inceleyerek, bir yaratıcının bulunduğuna inanan, Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsine inanmadıkça Müslüman olmaz.

Allah'ın zatını düşünmek

Sual: (Acaba Allah nasıl bir şey, varlığının ezelî olması ne demek?) gibi sorulara cevap bulamıyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAPBöyle şeyler hatıra gelince, bu düşünceleri hemen bırakmalı. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Allah'ın yarattıklarını tefekkür edin, fakat zatını düşünmeyin! Çünkü anlamaya güç yetiremezsiniz. Yoksa [bir şeye benzeterek]helâk olursunuz.) [Ebu-ş-Şeyh, İbni Ebi-d-Dünya]

Niye (Helâk olursunuz) deniyor? Çünkü Allah'ı bir yaratık gibi düşünmek küfürdür. Selefî denilen kimseler, hâşâ (Allah, Arş’a oturdu) derler. Müteşabih âyetlerden kendi anladıklarına uymaya çalışırlar. Hiçbir şeye benzemeyen Allahü teâlâ için, (Arşa oturdu)demek, Onu insan veya başka bir yaratık gibi düşünmek olur, küfür olur. Onun için Allah'ın zatını düşünmemelidir. (Hiçbir şeye benzemeden oturur, kalkar, yürür) gibi düşünceler, yine mahluklara benzetildiği için küfür olur.

(Allah nasıl ezelîdir?) diye düşünmemeli. Çünkü böyle düşünmek, hâşâ (Allah nasıl meydana geldi? Onu kim yarattı?) gibi yanlış, küfür olan düşüncelere sürükler. Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Şeytan, insana, (Şunu kim yarattı, bunu kim yarattı, yeri kim yarattı, göğü kim yarattı?) diye vesvese verir. Kişi (Hepsini Allah yarattı)diye cevap verince, bu defa ise, (Allah'ı kim yarattı?) diye vesvese verir. O zaman, (Ben Allah’a ve Resulü’ne iman ettim)diyerek Allah’a sığınsın!) [Taberanî]
Demek ki böyle düşünceler gelince, bırakmaya çalışmalı, (Yâ Rabbî, beni böyle düşüncelerden koru!) diye dua etmelidir.

Hz Nuh Hz Hud Hz Salih

Nuh Aleyhisselam

İdris aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen “Nuh” denilmiştir. İdris aleyhisselam insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında putperestlik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı.

Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, ömrünün sonuna kadar insanları Allahü teâlâya îmân etmeye, O’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur’ân-ı kerîmde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhakkak ki biz, Nuh’u (aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” (A’râf sûresi: 59) buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselam kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya îmân edip, O’nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselam onlara nasihat ederek: “Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vaz geçip bir olan Allah’a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyorum” dedi. Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakta ve sapıklıklarında ısrar ediyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselam tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette Allah’a îmân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselamı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, onu görmemek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir taraftan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı.

Hazret-i Nuh’un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O’na îmân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselam gittikçe azan kavmine“Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah’tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.” diyordu.

Yıllar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselam ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselam böylesine düşmüş olan insanlara acıyor şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh’u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.

Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselam; “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah’a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek...” diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.

Nuh aleyhisselam ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakta ısrar eden azgın millet “Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarlı davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun.” diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur’ân-ı kerîm’de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir.

Nûh aleyhisselam kavminin bu tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazîfesine devâm ettiği hâlde, onların bir türlü îmâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle dua ettiği Kur’ân-ı kerîm’de bildirilmektedir:
“Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfiri bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.” (Nuh sûresi: 26-28) ve

“(Nuh aleyhisselam dua edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.” (Şuara sûresi: 117-118)

Nuh aleyhisselamın bu duası üzerine, Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
“Nuh’a vahy olundu ki; kavminden daha önce îmân etmiş olanların dışında hiç kimse îmân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana dua etme. Zîrâ onlar (suda) boğulacaklardır.” (Hûd sûresi: 36-37)

Nuh aleyhisselam kendisine gönderilen vahiy üzerine hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselam, Allahü telânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselam ve îmân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; “Şimdi de marangozluğa mı başladın?” diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; “Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz.” diyordu.

Nuh aleyhisselam, yüzyıllar boyu insanları Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdığı hâlde insanların îmân etmemeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. “Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama,Allah’ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah’a îmân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.”

Nuh aleyhisselamın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.” dediler.

Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh’un yaptığı ve üç katlı olduğu rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki:
“Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh’a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkınla bir de îmân edenleri gemiye yükle. Zâten Nuh’a îmân edenler pek az idi.”

Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Nuh (aleyhisselam) gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mağfiret edici ve merhametiyle tufân belâsından kurtarıcıdır.” dedi.” (Hûd sûresi: 41) Yine Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; “Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah’a hamd olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın.” de.” (Mü’minûn sûresi: 28, 29)

Nuh aleyhisselam her hayvandan birer çift alıp, îmân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselama inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur’ân-ı kerîm’de Kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir.

Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselam îmân etmeyen oğlu Yâm’a (Kenan), îmân edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; “Dağa çıkar sudan kurtulurum.” deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında hazret-i Nûh’un hanımı da vardı. O da îmân etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; “Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut...” (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi.

Nuh aleyhisselamın gemisi Muharrem ayının onunda aşûre günü Irak’ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselamın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselama ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselam bin yaşında vefat etti. Nuh aleyhisselamın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya’ya, Avrupa’ya, Okyanusya’ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika’ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar.

Nuh aleyhisselam Kur’ân-ı kerîm’de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerîmede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı kerim’deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselamdan bahsedilmektedir. Ülü’lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhî feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselam hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
“Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselam) Nuh’a (aleyhisselam) geldiğinde dedi ki: “Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı) ey uzun ömürlü ve ey duası kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?” Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Şöyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.”

Mucizeleri:
1. Nuh aleyhisselamın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselamı gönderip, “Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.” buyurdu. Nuh aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi îmân etti.

2. Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.

3. Susuz yerlerden su çıkarırdı.

4. İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.

5. Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.

6. Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.

7. Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duasıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek istediklerinde dua edince, bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.

8. Îmân ederek, gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duasıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.

9. Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.
Hazret-i Nuh ve tufan

Sual: Nuh aleyhisselama ikinci baba denilmesinin sebebi nedir?
CEVAP
Nuh aleyhisselam zamanında Tufan olup, bütün dünyayı su kapladı. Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh aleyhisselam ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselam gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar da, bunlardan üredi.

Nuh aleyhisselamın gemide üç oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer yüzünde bulunan insanlar, bu üçünün soyundandır. Bunun için, Nuh aleyhisselama ikinci baba denir.

Sual: Nuh aleyhisselamın kıssasını anlatır mısınız? 
CEVAP
Hud suresindeki Hazret-i Nuh’un kıssasının özeti şöyle: 
Hazret-i Nuh kavmine dedi ki :
- Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah’tan başkasına kulluk etmeyin!

İnkârcıların ileri gelenleri dediler ki:
- Sen de bizim gibi bir insansın. Senin bizden bir üstünlüğün yoktur. Sen yalan söylüyorsun. Sonra sana uyanlar alt tabaka insanlardır.
- Ey kavmim! Rabbim bana Peygamberlik vermişse, ne diyeceksiniz?

- Hayır yâ Nuh, sen, bizimle mücadelede çok ileri gittin. Peygamber isen, sözün doğru ise, artık tehdit ettiğin azabı getir! 
- Allah dilerse bela getirir. O, bela göndermekten aciz değildir.

Allahü teâlâ, Hazret-i Nuh’a, bir gemi yapmasını emredip, (Sana inananlardan başkası suda boğulacaktır) buyurdu. Denizden uzak, kırsal bir yerde, gemiyi yaparken, inkârcıların ileri gelenleri, yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. Gemi üç kat olarak yapıldı. Üst kata inananlar, ikinci kata evcil hayvanlar, alt kata ise vahşi hayvanlar kondu.

Allah’ın emri geldi. Buharlı gemi çalışmaya başlayınca, yarısı erkek, yarısı kadın olmak üzere 72 mümin ile, her cinsten birer çift hayvan gemiye alındı. Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Hazret-i Nuh, dağa tırmanan oğlu Kenan’a dedi ki:
- Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerden olma!
- Dağa çıkar, sudan kurtulurum.
- Bugün mümin olmayan kurtulamaz.

Aralarına dalga girdi, oğlu da boğuldu.
Altı ay kadar su üstünde kaldıktan sonra, yere, “Suyunu yut”, göğe de, “Suyunu tut” denildi. Sular çekildi; gemi de Cudi dağının üzerine yerleşti. [Nuh aleyhisselam, 40 yaşında peygamber oldu. 950 yıl kavmine nasihat etti. Tufandan sonra da 50 yıl yaşadı.]

Hazret-i Nuh dedi ki: 
- Ya Rabbi, benim ailemden olanları kurtaracaktın. Senin vaadin haktır. Vaadinden dönmezsin. Benim oğlum suda boğuldu.
- Ey Nuh! O oğlun, kötü bir iş işlediği için, senin ailenden sayılmaz. Ailenden olanları kurtardım.

Görüldüğü gibi, bir müslümanın dinsiz oğlu, onun ailesinden sayılmıyor. Dinsize miras da düşmez. Müslüman evladı olduğu halde, farzlara, mesela namaza önem vermeyen, günah işleyince pişman olmayan mürted olur, müslümandan miras alamaz. Babası sahip çıkmayan veled-i zina, babasına vâris olamaz. (Redd-ül-muhtar)

Hazret-i Nuh’un gemisi
Sual: Nuh’un gemisine, 6 milyon hayvan türü, her türden de birer çift nasıl sığdı?
CEVAP
Bu hayvan türleri içinde, bit, pire, sinek gibi küçük hayvanlar çoğunluktaydı. Büyük hayvanlar bildiğimiz hayvanlardır. Onların sayısı da yüzü geçmez. Gemi çok büyüktü, aylarca, hatta yıllarca imal edildi. 6 değil, 12 milyon hayvan türünü bile içine alacak kapasitedeydi. Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilemez.

Sual: Tufandan sonra, bütün insanlar sadece Hazret-i Nuh’un çocuklarından mı meydana geldi?
CEVAP
Evet, sadece Hazret-i Nuh’un çocuklarından meydana geldi. 

Hazreti Nuh'un asi oğlu: Kenan  Nuh aleyhisselamın ikinci olarak evlendiği Vâile adında bir hanımı vardı. Bu kadın önce iman etmiş ise de daha sonra, imandan ayrılmış, mürted olmuştu. Hazreti Nuh’un bu kadından doğan oğlu Kenan da babasına iman etmemişti.
Nuh aleyhisselâm, yüzyıllar boyunca, kavmini iman ve hidayete davet ettiği hâlde, onların, inanmamakta ısrar etmeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada, son olarak kavmine, Allahü teâlâya iman edip yaptığı gemiye binmelerini söyledi. “Bizi tufanla korkutuyorsun!”
Hazreti Nuh’un son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar dediler ki:
-Ey Nuh! Bizi tufanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz!
Nuh aleyhisselâm gemiyi bitirdiğinde, vaat olunan azabın vakti gelmişti. Tufanın alametleri görüldü. Allahü teâlâ, Hazreti Nuh’a vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden iman edenleri gemiye almasını emretti.
Nuh aleyhisselâm sular yükselmeye başladığında, oğlu Kenan’ı bir köşede gördü. Babalık ve peygamberlik şefkati ile son bir defa daha, bu asi evlada nasihat etti. İman etmesini söyleyerek buyurdu ki:
-Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gemiye bin ki, inananlarla beraber selamete eresin! Kâfirlerle beraber olma! Allahü teâlânın iman nasip etmekle rahmet buyurdukları hariç, bugün boğulmaktan kimse kurtulamaz!
Kenan buna karşılık şu cevabı verdi:
-Ne iman ederim, ne de gemiye binerim. Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, suda boğulmaktan korur!..
Kenan, bunları söyledikten hemen sonra dağa tırmanmaya başladı. Fakat sular hızla yükselip onu yuttu...
Nuh aleyhisselâm, Allahü tealaya şöyle arz etti:
“Ya Rabbî! Oğlum Kenan benim ehlimdendir ve senin vaadin elbette haktır. Senin vaadinde değişiklik olmaz. Sen beni ve ehlimi suda boğmayacağını vaat etmiştin!”

“O senin ehlinden değildir”
Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Ey Nuh, o senin ehlinden, dininden değildir. Zira o salih olmayan bir amel sahibidir. O hâlde ilmine vâkıf olmadığın bir şeyi benden isteme! Şüphesiz ben, seni, cahillerden olmaktan men ederim!”
Bunun üzerine Nuh aleyhisselâm şöyle dua etti:
“Ya Rabbî! İlmim olmayan şeyi senden istemekten, sana sığınırım. Eğer beni magfiret ve bana affınla rahmet etmezsen, ben ziyana düşenlerden olurum!..”
Hud Aleyhisselam

Yemen’de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselamın oğlu Sâm’ın neslindendir. Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur’ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerdendir.

Yemen’de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan Hûd aleyhisselam, gayet şefkâtli ve çok cömertti.

Nûh tûfânından sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen’de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti. Âd’ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulundukları belde bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem Bağları diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddî güçlerinin çokluğuna bakarak azdılar ve doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddî imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakîrleri ve diğer kabîleleri zulümleri altında inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı.

Allahü teâlâ, Âd kavmini doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselamı onlara peygamber gönderdi. Bu hususta Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Âd kavmine kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselam) onlara; “Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek O’ndan başkası yoktur. Hâlâ O’nun azâbından korkmayacak mısınız?” dedi. (A’râf sûresi: 65).

Hûd aleyhisselam kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazîfesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulum ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hûd aleyhisselamı dinlemeyip, ona karşı kaba ve inkârcı davrandılar.

Hûd aleyhisselam kavminin bu tutumu üzerine; “Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size tebliğ vazîfemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?” buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselama; “Mucize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.” dediler. Hûd aleyhisselam onlara; “İstediğiniz mucize nedir?” diye sordu. Onlar da “Rüzgârı istediğin tarafa çevir!” dediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Allahü teâlâ; “Ne tarafa istersen elinle işâret et!” buyurdu. O da eliyle işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselamın duası ile bu da oldu. Bu mucizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Koyunların yünü ipek hâline geldi.

Âd kavmi, gösterilen mucizelere rağmen inanmadılar. “Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit ettiğin azâbı getir de görelim!” dediler.

Hûd aleyhisselam kavmini îmâna dâvete devâm etti. Pek az kimse îmân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını anlayan Hûd aleyhisselam; “Ya Rabbî! Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir musîbet ver?” diye bedduada bulundu. Hûd aleyhisselamın bedduasını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. Tozdan göz gözü göremiyordu.

Bu arada Hûd aleyhisselam kavmini îmâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselamın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O’na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek îmândan yüz çevirmeyin.” (Hûd sûresi: 52)

Hûd aleyhisselamın bu son dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselama işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte olduğu Hûd aleyhisselama bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselam îmân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselam “Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder.” dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu.

Fussilet sûresi 16. âyet-i kerîmesinde, bu rüzgâr “sarsar” (kavurucu rüzgâr); azâb günleri de “eyyâm-ı nahisât” olarak geçmektedir. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikde havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Nihâyet Hûd’u ve berâberindeki îmân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak îmân etmemiş olanların kökünü kestik.” (A’râf sûresi: 72)

Hûd aleyhisselam ve ona îmân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu.

Hûd aleyhisselam, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefat etti. Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescit)te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir.

Hûd aleyhisselam ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmin A’râf, Hûd, Mü’minûn, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir.

Kuranda hud (as) ve ad kavmi
Güzel Kurani kerimimizde geçen hud (as) ve ad kavmi ile ilgili ayetler. Kuranda geçen hud (as) ve ad kavmi ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.
Kuranda hud (as) ve ad kavmi ile alakali tahmini 58 ayet geçiyor
7:65 - Â d (kavmin)e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. (O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?" dedi.

7:66 - Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz."

7:67 - (Hûd), "Ey kavmim! Bende çılgınlık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." dedi.

7:68 - "Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm."

7:69 - "Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz."

7:70 - Dediler ki: "Ya, demek sen tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!"

7:71 - (Hûd) dedi ki: "Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!

7:72 - Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.

11:50 - Â d kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Siz sadece iftira edip duruyorsunuz."

11:51 - "Ey kavmim! Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Artık akıllanmayacak mısınız?"

11:52 - "Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin."

11:53 - Dediler ki; "Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz desenin sözünle tanrılarımızı terk etmeyiz. Ve biz sana inanmayız."

11:54 - "Ancak şu kadarını diyebiliriz ki; "tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış". O da dedi ki; "Allah'ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki ben, Allah'a koştuğunuz ortaklardan uzağım."

11:55 - "O'ndan başka herşeyden uzağım, artık hepiniz toplanın bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra hiç bekletmeyin.

11:56 - "Ben muhakkak ki, hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a dayanmaktayım. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, idaresi ve yönetimi O'nun elinde olmasın. Benim Rabbim, hiç şüphe yok ki, doğru yoldadır."

11:57 - "Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O'na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, herşeyi koruyup gözetendir.

11:58 - Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.

11:59 - İşte Âd kavmi buydu. Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler ve peygamberlerine isyan ettiler. Başa geçen her zorbanın emrine uyup arkasından gittiler.

11:60 - Hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde bir lânetle izlendiler. Bilin ki, Âd kavmi, gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilin ki, Hud'un kavmi olan Âd, defolup gittiler.

11:89 - "Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Lut kavmi de sizden uzak değildir.

25:38 - Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha bir çok nesilleri de (inkârcılıkları yüzünden helak ettik)

26:123 - Â d (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

26:124 - Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

26:125 - "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş, güvenilir bir Peygamberim."

26:126 - "Gelin artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

26:127 - "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir. "

26:128 - "Siz her tepeye bir alâmet bina edip eğlenir durur musunuz?"

26:129 - "Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?"

26:130 - "Hem tuttuğunuz zaman merhametsiz zorbalar gibi tutuyorsunuz."

26:131 - "Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

26:132 - "O Allah'tan korkun ki, size o bildiğiniz şeyleri vermekte,"

26:133 - "Davarlar, oğullar,"

26:134 - "Cennet gibi bağlar, bahçeler, pınarlar ihsan etmektedir."

26:135 - "Cidden ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum."

26:136 - "Dediler ki: "Sen ha vaaz etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir."

26:137 - "Bu sırf eskilerin âdetidir."

26:138 - "Biz azaba uğratılacak da değiliz."

26:139 - Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.

26:140 - Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

29:38 - Ad ve Semud'u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlarayaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

41:13 - Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizi Âd ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım."

41:15 - Â d kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar ve: "Bizden daha kuvvetli kim vardır?" dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.

46:21 - Ey Muhammed! Âd kavminin kardeşi Hud'u hatırla. Hani O, Ahkâf denilen yerde kavmini uyarmıştı. O'ndan önce ve sonra da nice peygamberler gelip geçmiştir. Hud, kavmine: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." demişti.

46:22 - Onlar: "Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir." dediler.

46:23 - Hud: "O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." dedi.

46:24 - O azabı, vadilerine doğru yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman: "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hud ise: "O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgârdır ki, içerisinde acı bir azab vardır.

46:25 - O rüzgâr, Rabbinin emri ile herşeyi yıkar mahveder." dedi. Nihayet helâk oldular ve evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte biz günahkâr kavmi böyle cezalandırırız.

46:26 - And olsun ki, biz onlara size vermediğimiz imkanlar vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşattı.

51:41 - Â d kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.

51:42 - O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.

53:50 - O, helak etti önce gelen Âd'ı.

54:18 - Â d (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

54:19 - Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

54:20 - (O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

69:4 - Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.

69:6 - Â d kavmi ise gürültülü ve azgın bir fırtına ile yok edildiler.

69:7 - Allah o fırtınayı üzerlerine yedi gece sekiz gündüz musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

89:6 - Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?
Salih Aleyhisselam

Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem’in on dokuzuncu batından torunudur.

Hûd aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselam tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.

Sâlih aleyhisselam, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselam kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.

Sâlih aleyhisselamın bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselama; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselam ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:

“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah’a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”

Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu. Sâlih aleyhisselama kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Sâlih aleyhisselam bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamdan mucize göstermesini istedi. Ancak mucizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.

Yine bir gün Sâlih aleyhisselama gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.

Sâlih aleyhisselam; “Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mucize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.

Sâlih aleyhisselamın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.

Sâlih aleyhisselam onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.

Sâlih aleyhisselam böyle bir mucize vermesi için Allahü teâlâya dua etti ve duası kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mucizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Sâlih aleyhisselam onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.

Mucize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mucize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. Îmân edenler, ondan bir kabîleye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içiyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların îmânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mucize karşısında âciz kalan Semûd kavmi, deveyi ödürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselamın nasîhat edip, îmân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; “Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!” dediler.

Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselama; “İşte deveyi öldürdük. Eğer söylediğin gibi bir peygambersen söylediğin azâbı getir.” dediler.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasîhat edip; “Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesîlesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günahkârlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!” dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamı, âilesini ve îmân edenleri de öldürmeyi plânlamaya başladılar.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!”

Sâlih aleyhisselamın söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselamı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselam gelip, durumu Sâlih aleyhisselama bildirdi. Sâlih aleyhisselam da îmân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti.

Birinci günde bâzı acayib hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. İkinci günde Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğine kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselamın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı.

Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselam, îmân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; “Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet ettim ve bunu size tebliğ ettim. Bu duruma düşmeyesiniz diye, size nice nasîhatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!” dedi.

Sâlih aleyhisselam, kavminin helâkinden sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır.

Kur’ân-ı kerîmin değişik âyet-i kerîmelerinde, Sâlih aleyhisselamdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir:
Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. Îmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17-18)

Sâlih aleyhisselamın mucizeleri:
1. Kayadan deve çıkartması.

2. Sâlih aleyhisselamın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. “Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!” diye kendisine mucize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselam dua edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.

3. Sâlih aleyhisselamın duası bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır.

4. Sâlih aleyhisselamın çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. Îmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselamın çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; “Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!” diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi için dua edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.
Kuranda salih (as) ve s...
Güzel Kurani kerimimizde geçen salih (as) ve s... ile ilgili ayetler. Kuranda geçen salih (as) ve s... ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.
Kuranda salih (as) ve s... ile alakali tahmini 82 ayet geçiyor
7:73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."

7:74 - Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.

7:75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.

7:76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.

7:77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.

7:78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

7:79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."

9:70 - Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh Kavmi'nin, Âd'in, Semûd'un, İbrahim Kavmi'nin, Medyen Ashabı'nın ve o mü'tefikelerin haberi gelmedi mi? Onların hepsine peygamberleri delillerle gelmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmetmiş değildi, lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

11:61 - Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız daha yoktur. Sizi topraktan O meydana getirdi. Sizi orada ömür sürmeye O memur etti. Bu sebepten O'nun mağfiretini isteyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, dualarınızı kabul eder."

11:62 - Dediler: "Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun?Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz."

11:63 - Salih dedi: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir mucize üzerinde isem ve o bana tarafından bir rahmet bahşetmiş ise, ben Allah'a isyan ettiğim takdirde beni O'ndan kim kurtarabilir? Demek ki, siz bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz."

11:64 - "Ey kavmim! İşte şu, Allah'ın dişi devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu Allah'ın yer yüzünde (otlaklarında) otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar."

11:65 - Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir."

11:66 - Ne zaman ki, azap emrimiz geldi, Salih'i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin güçlüdür, mutlak üstündür.

11:67 - O zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar.

11:68 - Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de Rablerine küfretmişlerdi. Bak işte nasıl yok olup gittiler.

11:89 - "Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Lut kavmi de sizden uzak değildir.

11:95 - Sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdi. Dikkat edin, Semud kavmi nasıl helâk olup gittiyse Medyen de öyle yok olup gitti.

14:9 - Sizden öncekilerin; Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi? Onları, Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri onlara mucizeler getirdi de onlar ellerini ağızlarına koydular ve dediler ki: "Biz sizinle gönderileni inkâr ettik ve bizi çağırdığınız şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz."

17:59 - Bizi, âyetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.

22:42 - (Ey Muhammed!) Eğer seni (müşrikler) yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalancı saydılar.

25:38 - Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha bir çok nesilleri de (inkârcılıkları yüzünden helak ettik)

26:141 - Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

26:142 - Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

26:143 - "Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

26:144 - "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

26:145 - "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."

26:146 - "Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?"

26:147 - "Bahçelerin, pınarların içinde,"

26:148 - "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,"

26:149 - Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz."

26:150 - "Gelin! Allah'tan korkun da bana itaat edin."

26:151 - "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın."

26:152 - "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın."

26:153 - "Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!"

26:154 - "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir."

26:155 - Salih "İşte (mucize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin" dedi.

26:156 - "Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir."

26:157 - Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular.

26:158 - Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.

26:159 - Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

27:45 - Andolsun ki, Allah'a ibadet edin diye Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler.

27:46 - Salih dedi ki: "Ey benim kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah'a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırdınız."

27:47 - Cevap verdiler: "Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." Salih: "Size çöken uğursuzluk (sebebi) Allah katında (yazılı)-dır. Belki siz imtihana çekilen bir kavimsiniz" dedi.

27:48 - O şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.

27:49 - Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: "Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine, 'Biz o ailenin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz' diyelim."

27:50 - Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altüst ettik.

27:51 - İşte bak! Tuzaklarının akibeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak ettik.

27:52 - İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.

27:53 - İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.

29:38 - Ad ve Semud'u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlarayaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

38:13 - Semûd kavmi, Lut kavmi ve Eykeliler (Şuayb kavmi) de yalanlamışlardı. İşte o çeşitli partiler bunlardır.

38:14 - Hepsi de gönderilen peygamberleri yalanladılar da azabım böyle hak oldu.

40:31 - "Nuh Kavmi'nin, Âd'ın, Semud'un ve daha sonrakilerin maceraları gibi (bir günün geleceğinden korkuyorum). Allah, kulları için bir zulüm istemez."

41:13 - Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizi Âd ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım."

41:14 - Onlara Allah'tan başkasına kulluk etmeyin diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman: "Eğer Rabbimiz dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeylere inanmayız." dediler.

41:17 - Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları kötülük yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarpıverdi.

41:18 - Biz iman edenleri ve kötülükten sakınanları ise kurtardık.

50:12 - Onlardan önce Nuh'un kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı.

51:43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.

51:44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.

51:45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.

53:51 - Ve Semûd'u da bırakmadı.

54:23 - Semûd da o uyarıları yalanladılar.

54:24 - "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.

54:25 - "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).

54:26 - Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.

54:27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.

54:28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.

54:29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.

54:30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.

54:31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.

69:4 - Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.

69:5 - Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.

85:17 - O orduların kıssası sana geldi mi?

85:18 - Yani Firavun ve Semud'un?

89:9 - Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?

91:11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,

91:12 - En azgınları ileri atılınca,

91:13 - Allah'ın Rasulü (Salih peygamber) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.

91:14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.

91:15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.

hz nuh hayatı
hz nuh filmi
hz nuh filmi izle
hz nuh kıssası
hz nuh gemisi
hz nuh tufanı
hz nuh hayati
hz nuh oğulları