31 Ocak 2018 Çarşamba

Ruhunu Hakk’a teslim ederken:
Zevcesi yanına oturmuş ağlıyor. O zevcesine soruyordu:
“Niçin ağlıyorsun?  Ölüm haktır.”
Kadıncağız göz yaşları içinde ona cevap veriyor:
“Sen ölüyorsun. Yanımda sana kefen olacak kadar bir bez parçası bile yok.”
Ebû Zer tebessüm ederek şöyle diyor: “Sakin ol, ağlama. Bir gün bir toplulukla beraber Resûlulah’ın yanındayken ondan şöyle işittim:“İçinizden biri bir çölde vefat edecek, mü’minlerden bir topluluk da hazır bulunacak.” O mecliste benimle birlikte bulunanların hepsi bir köyde veya cemaat içinde vefat etti. Benden başkası kalmadı. Ben işte bir çöl ortasında ölüyorum. Yola bak. Mü’minlerden bir topluluk görüyor musun? Vallahi, ne ben yalan söylerim ne de bana yalan söylendi.”
Ve Allah’a ruhunu teslim ediyor… Sözü doğru çıkıyor. İşte başlarında sahâbeden Abdullah b. Mes’ûd bulunduğu hâlde çölde seyreden bir kafile…
Daha ulaşmadan önce Abdullah b. Mes’ûd manzarayı görmüştü. Bir ceset ve yanında ağlayan bir kadınla bir çocuk…
İyice yaklaştıklarında manzara daha bir açıklıkla görülebiliyordu. İbn Mes’ûd bakar bakmaz, gözü arkadaşı ve İslâm kardeşi Ebû Zerr’in yüzüne ilişti. Gözleri yaşla doldu. Tertemiz cesedin yanında oturdu ve şöyle dedi: “Allah Resûlü (s.a.v.) ne kadar doğru söylemiş… Tek başına yürür, tek başına ölür ve tek başına dirilirsin.”




Bu olay Tebük Gazvesi’nde geçiyor. Hicretin 9. senesi… Resûlullah (s.a.v.) Rumlarla savaşmak için hazırlanılmasını
emretti. Çünkü Rumlar, İslâm’a tuzak kurup, yok etmek istiyorlardı. Bunaltıcı sıcakların olduğu meşakkatli günlerde buçağrı yapıldı. Yol uzak, düşman korkunçtu.Müslümanlardan bir grup, çeşitli mazeretler ileri sürerek, sefere çıkmadılar.
Allah Resûlü ve sahâbesi sefere çıktı. Yolculuk ilerledikçe, zorluk ve meşakkat daha bir artıyordu. Bazıları geride
kaldı: “Ey Allah’ın Resûlü falan geride kaldı.” dediler. Allah Resûlü (s.a.v.): “Onu bırakın. Eğer onda bir hayır varsa,
Allah Teâlâ onu size katacaktır. Eğer hayırdan başka bir şey varsa da Allah sizi ondan kurtarmıştır.”
Bir ara sahâbe Ebû Zerr’i aradı. Allah Resûlü’ne Ebû Zerr’in geride kaldığını ve devesinin kendisini geciktirdiğini
söylediler. Allah Resûlü onlara aynı sözü tekrar etti.
Ebû Zerr’in devesi, açlık ve susuzluktan zayıflamış, adım atamayacak derecede bitkin düşmüştü. Ebû Zer ne kadar
çabaladı, hangi çareye başvurduysa kâr etmedi. Bitkinlik, hayvanı iyice çökertiyordu.
Ebû Zer baktı; hayvanla uğraşmaktan geç kalacak ve orduyu kaybedecek. Devenin sırtından indi, yük ve
yiyeceklerini sırtına vurdu, yaya olarak hızla yola koyuldu. Bütün çabası, kızgın çöl ortasında Allah Resûlü’ne (s.a.v.) ve sahâbeye yetişmek içindi.
Öğle vakti müslümanlar dinlenmek için konakladılar. İçlerinden biri ufukta, bir toz bulutu gördü. Bir adamın karartısı
görülüyordu. Gören adam:
“Ey Allah’ın Resûlü! Şu adam yola tek başına çıkmış.” dedi.
Allah Resûlü (s.a.v.): “Ebû Zer’dir o.” buyurdu.
Gelen adam hakkında konuşmaya başladılar. Adımlar mesafeyi daralttı, gelen yaklaştı. İşte o zaman tanıdılar.
Mübarek yolcu yavaş yavaş yaklaştı. Ayakları kumdan parçalanmış, yükü sırtında ağırlaşmıştı. Ama o kutlu kafileye
yetiştiği için bütün bunlara rağmen mutluydu. Allah Resûlü’nden ve mücahit kardeşlerinden geri kalmamıştı.
Kafilenin başına ulaştığında içlerinden biri bağırdı:
“Ya Resûlullah! Vallahi bu Ebû Zer!”
Ebû Zer Allah Resûlü’ne (s.a.v.) doğru yürüdü.
Onu görür görmez Resûlullah’ın yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi ve şöyle buyurdu:
“Ebû Zerr’e Allah rahmet etsin…
Tek başına yürür…
Tek başına ölür…
Tek başına diriltilir…”
Bugünden, yirmi yıl ve daha fazla bir zaman sonra Ebû Zer tek başına Rebeze’de vefat etmişti.

Ebû Zerr’in r.a dövüldüğü