Bakara 255-Bu âyeti kerime,"ayetülkürsi" adını taşımaktadır ve Allah'ın sıfatlarını bildiren Kur'ân âyetlerinin en yücesi olmakla vasıflanmıştır. (Allah Teâlâ) o en kutsal zat,o Yüce Yaratıcı(ki ondan başka) bir yaratıcı ve ondan başka (bir mabut yoktur) ilahlık ve mâbutluk yalnız ona mahsustur.(Hayy ve kayyum olan odur) ezelî ve ebedî olan hayat onun hayatıdır.Onda yokluk ve zeval asla meydana gelmez.Ve o kendi zâtıyla varlığını devam ettirmektedir,varlığı gerekli olandır.Varlığında hiçbir kimseye muhtaç değildir.Bütün kâinatı yaratma,idare etme ve muhafaza ona aittir.(Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz.) Ona hâşâ gaflet gelmez,o dâima yaratıkların ahvalini bilir.(Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hep onundur.)Hepsi onun mülküdür,onun mahlukudur. Onun tasarrufu altındadır.(Onun izni olmaksızın onun yanında) onun manevî huzurunda (şefaat edecek olan kimdir?) Buna kim cesaret edebilir?Buna kimin salahiyeti olabilir? Ancak Cenâb-ı Hak'kın müsaadesine nail olan büyük peygamberler ile bir kısım sâlih mü'minler bu şefaat etme imtiyazına sahip olacaklardır.(O) Yüce Yaratıcı (yaratıklarının geçmişleri ve gelecekleri ne varsa hepsini bilir) herkesin bütün işlediklerini ve gelecekte işleyeceklerini ilmî ezelisiyle bilmektedir.Her kulunun düşüncelerini,düşünecekleri şeyleri,dünyaya ve âhirete ait işlerini ezelî ilmî kuşatmıştır. (Ve onun) o Yüce Allah'ın (Yaratıkları onun dilediğinden) takdir buyurmuş olduğu şeylerden (başka onun malûmatından) onun ilminin kuşattığı şeylerden (bir şeyi ihata edemezler) kavrayamazlar. Mahlukatın bilgileri mahduttur.Ancak Cenâb-ı Hak'kın dilediği miktarı kavrayabilirler.Artık insanlar,o yüce zat hakkında,onun bir nice gizli hikmetleri hakkında kendi kendilerine nasıl hüküm verebilirler? (Onun kürsüsü göklerden ve yerlerden daha geniştir.) yani onun yüce arşı,onun şanının yüceliği,onun ilmî kapasitesi bütün yaratıkların üstündedir.Hepsini kuşatmıştır.Hiç bir şey onun ilminden,kudretinden,hakimiyetinden hariç kalamaz.(Göklerin ve yerin korunması) bunları muhafaza buyurması,(ona) o kudretli yaratıcıya asla (ağır da gelmez) onun yüce zatı üzülmekten,bir meşakkate uğramaktan münezzehtir.(Ve en yüce ve en ulu olan da ancak odur) o, yüce mabut ve hikmet sahibi yaratıcıdır.Binaenaleyh onu bilip tasdik etmek,onun gösterdiği yolu takip eylemek,ona ibâdet ve itaatle vicdanı tenvire çalışmak bütün insanlık için en birinci vazifedir.
Bu âyeti kerime de beyan buyrulan (hay ve kayyum) sıfatları, rivayete göre Allah'ın isimlerinin en büyüğüdür. Bunlara "ismi âzam" denilmiştir.
§ Kürsü; lügatte üzerine bir zatın çıkıp oturacağı bilinen makamdır. Cenâb-ı Hak ise mekâna, oturacak bir yere ihtiyaçtan uzaktır. Onun, kürsüden maksadı ne ise biz onu Allah'ın ilmine havale eder varlığına inanırız. Maamafih bu hususta din bilginlerinin bazı görüşleri vardır. Şöyle ki: Kürsüden maksat, arştır veya arşın altında ve göklerin üstünde bir yüce makamdır. Veyahut kürsüden maksat, Allah'ın saltanatıdır, ilâhî kudret ve hakimiyettir, bütün mahlukatı kuşatan Allah'ın ilminden kinayedir, ilâhî yüceliğini tasvir etmekten ibarettir.
§ Bu âyeti kerimeye "Ayetülkürsü" denilmiştir. Bu Kur'ân'ı Kerimdeki âyetlerin en büyüğüdür. Bu âyeti kerime, Cenab'ı Hak'kın ilâhî sıfatlarını, hakimiyetini, büyüklük ve yüceliğini en beliğ bir şekilde bizlere bildirmektedir. Bizleri hidâyet yoluna sevk için en mükemmel, ilâhî bir rehber mevkiinde bulunmaktadır. Ilâhiyyat ilminin bir özünü içermektedir. Binaenaleyh bunu okumakta birçok faideler vardır. Bunu yatarken, kalkarken kalp huzuru ile okumak, bir mü'min! bir nice felâketlerden korur. Bu hususa dair birçok hadis vardır.
Bakara 256-Bu âyeti kerime,İslâmiyeti kabul için onun parlak,yüksek mahiyetini düşünmenin kâfi olup bu hususta zorlamaya ihtiyaç bulunmadığını bildirmektedir.(Dinde zorlama yoktur) İslâmiyeti kabul etmesi için hiç kimse zorlanamaz ve İslâm dini,hiçbir şey,hiçbir muamele hakkında zor kullanmayı caiz görmemiştir.Gerek din hususunda ve gerek başka hususlarda zorlama cihetine gidilemez. Malûm olduğu üzere ikrah,bir şahsa hoşlanmadığı,rızası ile kabul etmediği bir şeyi tehdit ile kabul ettirmektir.Binaenaleyh zorlama yoluyla olup gönül rızasıyla kabul edilmeyen İslâmiyet,kabul edilmiş, sahibini mesuliyetten kurtarmış olamaz.Nitekim zorlama neticesi yapılan ibâdetler de Allah katında makbul değildir.Zorlama sonucu İslâmiyeti kabul eden bir kimse bilâhare inancını tashih ederek bu kutsî dini samimiyetle benimsemedikçe bir münafık olmuş olur.Maamafih böyle bir kimseye kâfir de diyemeyiz.Olabilir ki,kalpleri çeviren Allah Teâlâ onun kalbini imân yönüne çevirmiş,zorlama buna bir vesile olmuştur.Biz zahiren dil ile yapılan ikrara göre hükmederiz.Kimsenin kalbini teftişe kalkışamayız.(Doğruluk) rüşt,yani:İslâmiyetin hak bir din olduğu,imânın insanı ebedî saadete kavuşturacağı,Cenâb-ı Hak'kın varlığını gösteren bütün âyetler,deliller ile açık ve belli olmuştur. Binaenaleyh bu bakımdan doğruluk (sapıklıktan) "gay"den yani: Küfürden,ebedî mutsuzluğa ve azaba sebep olan dinsizlikten (iyice ayrılmıştır.)Peygamberlerin beyanatından,ilâhî kitapların içeriklerinden dolayı ve Cenâb-ı Hak'kın varlığına bütün kâinatın şehadet edip durmasından ötürü hakikat ortaya çıkmıştır.Her akıllı insan,bunu düşünüp tasdik edebilir.Artık zorlamaya lüzum yoktur.Herkes istikbalini düşünmeli,dinsizlik yüzünden uğrayacağı uhrevî cezayı nazara almalı,zorlamaya hacet kalmaksızın kendi rızasıyla,temiz kanaatiyle İslâm dinini kabul eylemelidir.Aksi takdirde akıbetini kendisi düşünsün.(Artık her kim Tâğutu inkar eder.Allah Teâlâ'ya imanda bulunursa kopması bulunmayan bir kulpa yapışmış olur.) Yani bu halde hakikî bir dine sarılmış,ezelî ve ebedî olan bir Yüce Yaratıcının ulûhiyetini tasdik ederek kendi geleceğini emniyete almış, tehlikelerden kendisini kurtarmış olur.
Tâğüt, azgın, taşkınlık yapan, bozguncu kimse demektir. Şeytan bir Tâğüt olduğu gibi Cenab'ı Hak'ki inkâr eden, insanları dinden, ahlâktan mahrum bırakmaya çalışan her şahıs da bir t âğ uttur. Rablık iddiasında bulunan Firavunlar, Nemrutlar ve onların peşine düşmüş olan bozguncu ve tabiat çı kimseler de birer t âğutt ur. Sihirbazlar, kâhinler de bu kabildendirler işte bunların bu durumlarını bilip de kendilerinden kaçınmak, tâğuta küfretmek demektir. Onu inkâr edip hakka yönelmektir. (Ve Allah Teâlâ işitendir) söylenilen sözleri, irşat edici sözler ile saptırıcı lâkırdıları duyar ve Hak Tealâ (bilendir) herkesin içindeki şeyleri bilir, herkesin niyet ve fiillerinden haberdardır, sözlerinde, inançlarında samimî olanlar ile olmayanlar Hak Tealâ'ya tamamiyle malumdur. "Müslümanlıkta cihadın meşruiyeti, Islâmiyeti düşmanlarına kar; ı müdafaa içindir, fitnelerin ortaya çıkmasına meydan vermemek içindir. İslâmiyet in yüceliğini cihana neşretmek ve ulaştırmak içindir, düşmanların hücumundan İslâm ülkelerini korumak içindir. Yoksa başka milletleri zoru zoruna İslâmiyet! kabule sevk için değildir.
Müslümanlıkta zorlama bulunmadığı içindir ki, müslümanlara mağlûp olan milletler, yine kendi dinlerini muhafaza edegelmişlerdir. Hiç biri zorla Islâmiyete sokulmamıştır. Hiç birinin vicdan hürriyetine asla müdahale edilmemiştir. Elverirki, yaptıkları anılaşmalara, verdikleri sözlere uysunlar, bir karışıklığa cür'et göstermesinler. Fakat bir gayrimüslim, ahdini bozarsa veya bir müslüman bilahara dininden döner, başka bir dine girerse elbetteki cezayı hak ederler. Meselâ: Bir müslüman dinden dönünce tevbe etmesi ve af dilemesi kendisine teklif edilir. Buna rağmen yine küfründe İsrar ederse idam cezasına çarptırılır. Bu zorlama meselesi değildir. Belki mensup olduğu İslâm cemiyetinin dinini küçümseyerek ona karşı muhalif bir cephe almış olacağından ve kötü bir örnek teşkil etmiş ve İslâmiyet aleyhinde propaganda yapacağı düşünülmüş olacağından dolayı tatbik edilmesi gereken bir cezadır. Genel nizamî bozmaya meydan vermemek için bunun tatbik edilmesi sosyal siyasetin icaplarındandır. Nitekim: Bir milletin fertlerinden olan her hangi bir şahıs da o milletin kanunlarına muhalif hareketinden dolayı cezaya uğrar, bu ceza, bir cebir ve zorlama sayılmaz, onun vicdanî kanaatine bir müdahale addedilemez. Böyle bir ceza; umumun selâmeti adına bir hikmet ve menfaat gereğidir.
Bakara 257-Bu âyeti kerime,imân ehli ile küfür ehlinin hallerini göstermekte,bu suretle beşeriyeti aydınlatma ve ikaz lütfunda bulunmaktadır.(Allah Teâlâ) Yüce zatına (imân edenlerin velisidir) onların yardımcısıdır,onların muhafızıdır.(Onları zulmetlerden) cehaletten,kötü itikattan,kötü temayüllerden koruyarak (nura) hidayete,imân nuruna ve saadet alanına (çıkarır.) Onları manevî karanlıklardan kurtararak ebedî aydınlığa iletir.(Kâfir olanların) küfürleri Allah'ın ilminde sabit bulunanların (velileri ise tâğut'tur) şeytandır,diğer saptırıcı kimselerdir,Kab İbni Eşref gibi dinsiz reislerdir.(Onları) o küfrü kabul edip aslî fıtratlarına muhalefet eyleyenleri (nurdan) hidayetten, fıtri nurdan veya müşahede edip durdukları mucizelerin aydınlığından mahrum bırakarak (zulmetlere) küfür ve isyan karanlıklarına,cehalet ve dalâlet vadilerine (çıkarırlar.) Onları ebedî bir felâkete uğratırlar. Şeytanlara,şeytan tabiatlı kimselere aldanıp uyanlar kendi selim yaratılışlarını kaybederler,dinin nuruyla aydınlanmaya kabiliyetli oldukları halde o iğfal eden kimseler yüzünden bu kabiliyetlerini elden çıkararak küfür ve günah karanlıklarına düşmüş olurlar.Her türlü yasağı işlerler,nihayet bir ebedî azaba yakalanmış olurlar.(İşte onlar) o şeytanlar ve onların saptırıp küfür karanlıklarına düşürdükleri kimseler yok mu? İşte onlar (cehennem ehlidirler.) İşledikleri suçlardan dolayı cehennem ateşine maruz kimselerdir.Ve (onlar o ateşte ebedî olarak kalan kimselerdir.) Bu da onların kötü itikatlarının,kötü amellerinin bir cezasıdır.Onlar binlerce sene yaşayacak olsalar,aynı itikafta bulunmaya karar vermiş dinin nurundan ebediyyen ayrılmak kararında bulunmuş oldukları için böyle ebedî bir azabı hak etmişlerdir.Bu husustaki ilâhî beyanatı,dini tehditleri hiçe sayan dinsizlerin lâyık oldukları ceza,bundan başka olamaz.Elbette şeytanlara tâbi olanlar, böyle bir âkibete uğrayacaklardır.Nitekim Kur'ân-ı Kerim,bizlere bu gibi dinsizlerin hayat tarihlerine dair malumat vererek bizleri uyarmakta ve aydınlatmaktadır.
Bakara 258-Bu âyeti kerime,tâğut güruhundan olan Nemrudun kâfirce iddiasını ve onun nasıl şaşırıp kaldığını bir ibret numunesi olmak üzere göstermektedir.Rivayete göre Hz.İbrahim,tanrılık iddiasında bulunan Nemrudu,hak dine davet etmiş,bir takım putları kırmış olduğu için hapsedilmişti.Sonra Nemrut,o muhterem Peygamberi yanına çağırarak onunla tartışma ve mücadelede bulunmuş,Ya İbrahim! Senin rabbin kimdir? diye sormuştu.İşte bu âyeti celile,bu mücadeleyi şöylece beyan buyuruyor.(Sen görmedin mi?) Habibim! Ebette sen bilirsin, Kur'ân'ı Kerim sana haber vermiş bulunmaktadır ki,(Allah Teâlâ kendisine mülk) dünyevî bir saltanat,bir hâkimiyet (verdiği için) buna gururlanarak Hz.(İbrahim ile Rabbi hakkında mücadelede bulunanı) Nemrut adındaki habis ruhlu şahsı (o zaman) o Nemrudun suali üzerine Hz.(İbrahim,benim rabbim o zat) Yüceler Yücesi (dır ki,diriltir ve öldürür) dilediğine hayat verir,dilediğini hayattan mahrum bırakır (deyince) o tanrılık iddiasında bulunan cahil Nemrut,kendisinde yaratıcılık sıfatı olduğunu iddiaya cür'et ederek (ben de diriltirim ve öldürürüm demişti.) Rivayete göre hapishaneden iki şahıs getirterek birini salıvermiş,birini de öldürmüş,bu cahilane hareketiyle güya iddiasını isbat etmek istemişti.Hz.İbrahim,bu herifin diriltme ve öldürmenin mahiyetini idrakten âciz olduğunu veya onun aczini göstermemek için böyle şarlatanlığa saptığını görünce daha açık bir delile geçerek:(İbrahim, şübhesiz Allah Teâlâ güneşi doğudan getirir) şark tarafından doğmaya sevkeder.(sen) de hâşâ tanrılık ve yaratıcılık iddiasında sadık isen (onu) o güneşi (batı tarafından getir deyince de o kâfir) Nemrut (şaşırıp kalmıştı.) Hayret ve dehşet içinde kalmış,delili kesilmiş bir hale düşmüştü.İşte Allah Teâlâ böyle inkarcıları,yalancıları hüsrana uğratır, (ve Allah Teâlâ) böyle (zalimler gurubuna hidayet etmez.) Onlar hidayete olan kabiliyetlerini zâyetmiş,nurdan çıkarak karanlıklara düşmüş bir halde bulunurlar.Velhâsıl:Elde ettikleri muvakkat bir hâkimiyete,bir varlığa güvenerek tanrılık iddiasına cür'et edenler,hakikî bir dinden yüz çevirenler nihayet şaşkın ve kahre uğramış olurlar, rezilane bir duruma düşerler,alçaklık ve cehaletleri bütün âleme teşhir edilmiş bulunur.O gibi vicdansızlara karşı hakkı müdafaa eden,Allah'ın Rab sıfatını tasdik eden ve yücelten her hangi bir zat ise muvaffakiyetlere ulaşır,ebedî bir saadete,bütün mü'minlerin muhabbet ve saygısına mazhar bulunur. "124" üncü âyeti kerimeye de bakılabilir!
"Nemrut",Bâbil şehrinin kurucusudur.Orada hükümdar bulunmuştur. Başına İlk taç koyan ve yer yüzünde kibirle saltanat süren ve tanrılık iddiasına cür'et eden bir şahıstır.Kendisine musallat olan sivrisinekler tarafından öldürülmüştür.İsa Aleyhisselâm'ın milâdından 2640 sene önce olduğu zannediliyor.
Bakara 259-Bu âyeti kerime,Allah'ın kudretiyle ne kadar hârikaların vücuda gelebileceğini ve ölümden sonra dirilmenin bir numunesini gösteriyor.Bir rivayete nazaran bu âyeti kerime de yeniden diriltildiği bildirilen zat,Üzeyr Aleyhisselamdır.Bu zatın peygamberliğinde ihtilâf vardır.Bu İsrail Oğulları arasında bulunuyordu."Buhtû Nasr" Kudüs havalisini zabtedip harabeye döndürmüş,halkının bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir almıştı.Bunların içinde daha genç olan Hz.Üzeyr de bulunuyordu.Bâbilde bir zindana atılmıştı.Buradan bir yolunu bularak kaçmış,Kudüs havalisine gelmiş,fakat oraları büsbütün harap ve ahaliden boş olarak görünce üzülmüş buranın eski haline nasıl geleceğini teessürle düşünmüştü.İşte bu hâdise şu şekilde anlatılıyor: (Yahut o kimse gibisini görmedin mi?) Yani:Onun hâli gibi garip, harikulade,Allah'ın kudretine delil olan şu vakalardan haberdar bulunmadın mı ki:O kimse (bir kasabaya uğramıştı) kendi eski vatanı olan Beyti Makdise veya Mutefikeye dönmüştü.(O kasabanın) ise (tavanları çökmüş,onların üzerine duvarları yıkılmıştı.) Yani:Büsbütün harab olup ahalisinden kimse kalmamıştı.O zat,bu hali görünce pek üzülmüş (Allah Teâlâ bu kasabayı bu ölümünden sonra nasıl) ne vakit (diriltecek) acaba bunu yeniden eski haline getirmeye Allah'ın iradesi yönelecek mi? (diyordu),tecrübelere göre böyle büsbütün mahvolup tarihe karışan bir varlığın eski haline gelmesinin uzak görüldüğünü,bu cihetle bunun nasıl diriltileceğini söylüyordu.Yoksa Cenab'ı Hak'kın bunu yeniden diriltmeye kadir olduğunu o zat da biliyordu.Fakat Cenâb-ı Hak,bunun ve emsalinin vukuunu birer kudret harikası olmak için o zat vâsıtasıyla bütün beşeriyete göstermek,beyan etmek hikmetinden dolayı (bunun) bu temenninin (üzerine Allah Teâlâ o kimseyi yüz sene ölü bıraktı) hayattan mahrum kıldı.(Sonra da onu) yeniden (diriltti) ve Cenâb-ı Hak veya bununla alakadar melek (dedi ki:Ne kadar kaldın?) başından geçen hâli biliyor musun? Ne miktar ölmüş bir halde bulundun? Farkında mısın? O da kendisini uykuda imiş gibi zannederek (dedi ki:Bir gün veya bir günün bâzısı kadar kaldım.) Cenâb-ı Hak ise kendisine vahyederek veya melek vâsıtasıyla (dedi ki:Hayır,yüz sene kaldın),bu müddet içinde ölmüş bulunuyordun (İmdi yiyeceğine ve içeceğine bak ki) vaktiyle yanında bulunmuş olan yiyecek ile içeceğe dikkat et ki,onlardan (hiç biri bozulmamış) bunlar bu yüz sene içinde oldukları gibi kalmışlardır.Bunların incir ile şıra olduğu mervidir. (Merkebine de bak) o da ne hâle gelmiş,parça parça olan kemikleri kendisinden nasıl ayrılmış (ve seni insanlara bir âyet kılmak için) böyle öldürüp dirilttik,seni öldükten sonra dirilmenin vücuduna bir delil kıldık (ve kemiklere bak onları nasıl birbirine birleştiriyoruz) hepsini tekrar yerlerine nasıl iade ediyoruz.(Sonra da onlara et giydiriyoruz) onları yeniden eski haline getiriyoruz,hayata erdiriyoruz.Bu kemikler ya öldükten sonra diriltilen zatın veya onun merkebinin veya umumi olarak orada bulunan bir takım hayvanatın kemikleri idi ki, kendilerinden ayrılmış,parça parça olmuş,kuruyarak etten soyulmuş iken Allah'ın kudretiyle yeniden eski hallerini almış,bu da apaçık görülmüştü.(Vaktaki) bu hakikat,bu ölüleri diriltme hususu veya Allah Teâlâ'nın kudretinin kemâli (kendisine) o kimseye (belli oldu) bunları gözleriyle görüp müşahede eyledi.(Dedi ki:Ben bilirim,Allah Teâlâ şüphe yok ki her şeye kadirdir.) Binaenaleyh bütün ölüleri yeniden diriltmeye de imân ettik,kudreti vardır.Ölülerin nasıl diriltileceğini benim düşünüşüm,buna Allah'ın kudretinin fazlasıyla kâfi olduğunu bilmediğimden değildir.Belki bu diriltme acaba takdir edilmiş midir? Takdir edilince acaba nasıl bir suretle meydana geleceğini endişe ettiğimden dolayıdır.Yoksa Cenâb-ı Hakkın buna ve diğer nice hârikalar, eşsiz şeyleri yaratmaya ne kadar kadir olduğu şüphesizdir.Velhâsıl bu zatın bu vefatından yetmiş sene sonra Kudsi Şerif havalisi bir iran hükümdarı tarafından fethedilerek tekrar imar edilmiş,İsrail Oğullarının kalıntıları da yine burada toplanmış;bu havali âdeta yeniden hayat bulmuştu.O zat da yeniden hayat bulunca iki üç harika karşısında kalmış,hem kendisinin,hem kemiklerin yeniden hayat bulduğunu görmüş,hem de yurdunun yeniden canlandığını müşahede eylemişti. Cenâb-ı Hak'kın daha böylece nice hârikaları vücuda getirmiş ve getirmekte olduğu şüphesizdir.
Bakara 260-Bu âyeti kerime de Cenab'ı Hak'kın kudretine,âhiret âlemine dair bir başka delildir.Habibim! (Ve o vakti de yâdet ki.İbrahim) Aleyhisselâm niyaz ederek (Yarabbi.Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demişti) Hz.İbrahim,Cenâb-ı Hak'kın dirilten ve öldüren olduğunu Firavuna karşı söylemişti.Onun bu hususta asla şüphesi olamaz. Ancak diriltmenin ne suretle,ne gibi bir keyfiyetle vuku bulacağını bir an evvel gözleriyle görmesini niyaz etmiş oluyordu.Cenâb-ı Hak da vahiy yoluyla hitap ederek Hz.İbrahim'e (inanmadın mı? diye buyurmuştu) yâni:Sen Allah'ın kudretiyle ölülerin yeniden diriltileceğini biliyorsun ve inanıyorsun,bu kafi,her halde görmene lüzum yok,maamafih senin kadrini yükselmek için ve görüp işitenlere bir lütuf ve bir uyanma vesilesi olmak için sana bir diriltme numunesi göstereyim diye vahyolunmuştu.Böyle bir ilâhî hitaba hâil olan (Hz.İbrahim de evet. inandım) Yarabbi.Sen ölmüşleri diriltmeye kadirsin buna inanmışızdır, (fakat kalbim mutmain olsun için) böyle bir niyazda bulundum,tâ ki bu hususta ben kesin bilgiden başka gözle görme lütfuna da nail olayım, bu hususta ilâhî kudretin tecellisini daha dünyada iken görmüş bulunayım (demiş.) Bunun üzerine (Allah Teâlâ da:Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir) onları güzelce görüp tanı ve onları parça parça et de (her dağ başına onlardan birer parça at.) Bu kuşlar bir rivayete göre tavus,horoz,karga ile güvercin imiş.(Sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler) mevtanın nasıl yeniden hayat bulacağını böyle bir numune ile görmüş olursun.(Ve bil ki,Allah Teâlâ şüphe yok ki azizdir) her dilediğini yapmaya kadirdir (hakimdir) her fiili bir nizam ve intizam içindedir,bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır.Bir çok şeyleri birer sebebe bağlamış olması da birer hikmet gereğidir,(diye buyurmuştur.) Hz.İbrahim de bu ilâhî emre uymuş, parçalayıp atmış olduğu kuşların bir harika olmak üzere tekrar hayata kavuştuklarını görmüştür.
Velhâsıl:Bu vaka,beşeriyet için bir ibret dersidir.Bu kuşları ve emsalini başlangıçta böyle hayat sahibi,çeşitli sınıflara,muhtelif özelliklere sahip bir halde yaratmış olan bir Yüce Yaratıcının bunları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olacağı da son derece açıktır.Herhalde diriltme İlk yaratmadan daha kolaydır.
Kâinatı Yaratanın varlığına inanan bir insan böyle harikulade görülen bir olayın meydana gelmesini inkâr edemez.Artık öyle bir Yüce Yaratıcının bütün emirlerine,yasaklarına göre harekette bulunmak,onun dini uğrunda her türlü fedakârlığı bir nimet telâkki etmek,onun yolunda mâl ve bedenle hizmette bulunmayı bir selâmet vesilesi ve saadet bilmek lâzım gelir.İnsan o sayede karanlıklardan kurtulup nura çıkar.İşte bunun içindir ki,Cenâb-ı Allah,bizlere mallarımızı hak yolunda harcamayı,fedakârlıkta bulunmayı emrediyor.
Bakara 261-Bu âyeti kerime,Allah yolunda harcanacak malların birçok sevaba vesîle olacağını ifade ederek müsIümanları buna teşvik etmektedir.(Allah Teâlâ'nın yolunda) yani din uğrunda,cihad için (mallarını harcayanların durumu) hâli,kavuşacakları mükâfatların miktarı (o bir) ekilmiş (tanenin durumu gibidir ki yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz dane bulunmuş olur.) İşte hak yolunda yapılan bir hayrın,verilen bir zekâtın ve sadakanın da böyle kat kat sevabı vardır. (Ve Allah Teâlâ dilediğine) güzel amelinin sevabını (kat kat artırır) bir güzel amele en az on misli sevap verir ve sahibinin (hüsnüniyet)iyi niyetine göre yetmiş,seksen sevap da verir ve hesapsız mükâfatlar da ihsan buyurur.(Ve Allah Teâlâ Vasidir) lütuf ve ihsanı pek boldur pek geniştir ve (Alimdir) kullarının yaptıkları,yapacakları şeyleri tamamıyla bilir,ona göre mükâfat ve ceza verir.Binaenaleyh yapılan hayır ve hasenatı da bilip ona göre sahiplerini kat kat mükâfata ulaştırır.
Bakara 262-Bu âyeti kerime,Allah'ın kabul edeceği harcamaların nasıl olacağını bildirmektedir.(O kimseler ki) o mü'min ihlaslı kullar ki (Allah yolunda) cihad uğrunda,İslâm ordusunun techizi hususunda ve fukaraya yardım maksadıyla (infak ederler) mallarını harcamış bulunurlar (sonra da o harcadıklarına) o bolca harcadıkları mallara (bir minnet) de bir başa kakışta da bulunmazlar (ve bir eziyet) bir gönül incitecek muamele (yüklemezler) bu iyiliği tam bir samimiyyet ve nezaketle yapmış olurlar (işte onlar için Rabbi) kerimleri (katında mükâfat vardır.) Onlar,bu yaptıklarının ecrine,sevabına kavuşacaklardır.(Ve onların üzerine bir korku yoktur) dünyada ve ahirette hoş olmayan hallerde korunmuş bulunacaklardır.(Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.) Onlar istedikleri güzel şeyleri kaybetmekten dolayı hüzün ve kedere uğramayacaklardır. Cenab'ı Hak onları,arzularına kavuşturacaktır.
Rivayete göre bu âyet Hz.Osman(r.a) ile Hz.Abdurrahman İbni Avf(r.a) hakkında nazil olmuştur.Tebük gazvesinde müslümanların ordusu darlık içinde kalmıştı.Buna "ceyşülusre" denilmiştir.Hz.Osman,bin deve semeriyle,palasıyla beraber getirip Hz.Peygambere vermiş,ayrıca da bin dinar dağıtmıştı.Rasüli Ekrem de,Yarabbi.Ben Osmandan razı oldum,sen de razı ol diye duada bulunmuştu.Abdurrahman İbni Avf da dört bin dirhem vermiş ve Ya Rasülüllah! Sekiz bin dirhemim vardı, bundan dört bin dirhemini kendi nefsim ile ailemin nafakası için sakladım,dört bin dirhemini de Rabbime ödünç verdim demişti.Nebiyyi Zişân Hazretleri de:Allah Teâlâ sakladığını da,verdiğini de sana mübarek kılsın diye dua buyurmuştu.İşte bu zatlar bir minnet,bir eziyet söz konusu olmaksızın sırf İslâm dinine hizmet için bu cömertçe tasadduklarda bulunmuşlardı.İşte böyle halisane yapılacak fedakârlıkların pek büyük mükâfatlara vesîle olacağını bu âyeti kerime, müjdelemiş bulunmaktadır.Ne mutlu böyle hak yolunda mallarını harcayanlara!
Bakara 263-Bu âyeti kerime,bizlere en güzel şekilde (muaşeret) geçinme ve bir ictimai terbiye dersi vermektedir.(Bir iyi söz) bir tatlı lâkırdı,bir gönül alan konuşma,bir fâideli kelâm (bir af) bir kusuru gizlemek,bir hoş olmayan hâli teşhir etmemek (kendisini bir eziyet takip eden) arkasından bir başa kakma,bir uzun dillilik şeklinde gelen (sadakadan) bir mal harcamadan (hayırlıdır),binaenaleyh bir fakire ve benzerlerine bir malı başa kakarak,bir kibir ve gururla vermekten ise onu nazikâne bir suretle savmak bir içtimaî terbiye icabıdır.Ve netice de daha iyidir.(Ve Allah Teâlâ ganidir) kullarının sadakalarına ihtiyacı yoktur.Allah rızası için yapılacak iyilikleri mükâfatsız bırakmaz. (Halîmdîr) kullarının lâyık oldukları cezaları hemen vermez,tevbe etmeleri ve af dilemeleri için mühlet verir.Artık bu ilâhî lütufdan istifade edilmelidir,insanlık icabı işlenmiş olan günahlardan bir an evvel tevbe edip,af dileyip Cenâb-ı Hak'kın merhamet deryasına can atmalıdır.
Bakara 264-Bu âyeti kerime,başa kakmak suretiyle ve dine muhalif olarak yapılan iyiliklerin sahiplerine fâide vermeyeceğini bildirmektedir. (Ey mü'minler! Sadakalarınızı) fukara ve düşkünlere yapacağınız yardımları onlara (başa kakmakla) onları sözlerinizle,hareketlerinizle (incitmek) sûretiy(le iptal etmeyiniz) sevaptan mahrum bırakmayınız. (O kimse gibi ki,malını insanlara göstermek için harcar) riyakarlıkta bulunur (da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmiş bulunmaz) münafıkça hareket eder durur.(Artık o kimsenin hali,üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taşın hâli gibidir ki,) o,toprağı muhafaza edemez.Ondan bir fâide göremez.(Ona şiddetli bir yağmur isabet ederek onu dümdüz bir halde bırakmış olur.) Üzerinde topraktan eser görülemez.İşte başa kakma ve eziyete dayalı olan bir iyilik de böyledir, onu yapan ölümün pençesine tutuldu mu,o iyilikten bir eser kalmaz, ondan yararlanamaz,beyhude yere mahvolup gitmiş bulunur.İşte bu gibi münafık kimseler ebediyyen mahrumiyete mahkûmdurlar.(Onlar) öyle başa kakmakla insanlara eziyet vermekle yapmış oldukları sadakalardan ve diğer (kazanmış olduklarından bir şeye kadir) bir sevaba nail (olamazlar),onların bu amelleri boşunadır. (Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidâyet etmez) öyle gösteriş için iyilik yapan münafıkları doğru yola sevk eylemez.Binaenaleyh yapılacak bir iyilik, verilecek bir sadaka;iyi niyete,güzel bir itikada dayalı olmalıdır.Başa kakmadan,kalp kıracak sözlerden,kibir ve gururdan beri bulunmalıdır. Yoksa onların yapacakları bu iyiliklerin ne kıymeti vardır.
"Lâzım değil inayeti ehli tekebbürün"
"Bahşeyledim atasını vechi abusuna"
Kibirli kimsenin yardımı lâzım değil
Onun yardımını asık suratına bağışladım.
Bakara 265-Bu âyeti kerime,Allah'ın rızâsına ve dinin güzelliğine muvafık olan sadakaların sahiplerine ne kadar faydalı olacağını bildirmektedir.Başa kakmadan beri ve (halis)samimi mü'min olan (ve mallarını Allah'ın rızâsını (talep)kazanmak) için (ve nefislerini tesbit için) yanî:İmanda sebat etmek ve (kerem)cömertlikle vasıflanmak; ibâdet ve itaat etme (meleke)alışkanlığını (nailiyet)kazanmak için (infak,harcamada bulunanların) bu harcamaya ait (durumu ise) güzel ve (latif,güzide)seçkin (bir bahçenin durumu gibidir ki) bütün hallerde meyve verir ve sahibine fâide temin eder.(Ona çokça yağmur yağar da meyvelerini iki kat olarak yetiştirir.) Maamafih o öyle bir ürün verme gücüne sahiptir ki,(ona çokça yağmur değil de) yalnız (çiğ) bir rutubet, en zayıf bir yağmur (isabet etse) yine kifayet eder,yine onun meyveleri, kat kat yetişir.Artık ona göre hareket ediniz,ihlastan,(hüsnüniyet)iyi niyetten ayrılmayınız (ve) biliniz ki,(Allah Teâlâ yapacağınız şeyleri görücüdür) onun yüce zatına hiç bir şey gizli kalamaz.Binaenaleyh Muhlis olanların da,(riyakar)gösterişte bulunanların da hallerini (vakıf)bilir.Ona göre mükâfat ve ceza verecektir.Ne güzel bir teşvik ve ne güzel sakındırma.
Bakara 266-Bu âyeti kerime,daha dünyada iken ebedî hayatını kazanmaya vesîle olacak şeyleri bir nifak ve gösteriş sebebiyle elden çıkaran gafillerin hallerini temsil etmektedir.Ey insanlar! Bir kere düşününüz,hiç (biriniz arzu eder mi ki) severek ister mi ki (onun hurma ve üzüm ağaçlarıyla) ve saireyle(dolu olan ve bunların) bu ağaçların (altından ırmaklar akan bir bahçesi) bir bostanı (bulunsun ve onun) o sizden biriniz (için o bahçede her türlü meyvaları) yetiştirir bir halde olsun.Fakat kendisine ihtiyarlık çöksün) başka bir şey kazanmaya iktidarı kalmasın,bununla beraber (kendisinin zayıf zayıf yavrucakları da bulunuversin) hepsi de himayeye muhtaç bulunsun (da) böyle bir halde (o bahçeyi içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıversin) o da, onun o çoluk çocuğu da âciz,geçimlerini temin etmekten mahrum ve şaşkın bir halde kalsınlar.Artık bunu kim arzu eder? (İşte Allah Teâlâ) bu gibi ibret verici (ayetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor,tâ ki tefekkür edesiniz) düşünüp ibret alasınız ve onun gereği ile amel edesiniz.
Bazı kimseler dünyada iken bir takım iyiliklerde,fakir ve düşkünlere yardımda bulunurlar,bunların sayesinde uhrevî hayatlarını kazanabilirler ve insanlık icabı amellerin eseri olan bir nice günahların yükünden de kurtulabilirler.Bu böyle iken onlar o yaptıkları hayır ve iyiliklerin kıymetlerini,uhrevî faidelerini gösteriş sebebiyle,başa kakmak ve eziyet etmekle yok etmiş olurlar.Ahirete boş elle giderler, kaybettiklerini telâfi etmeye imkân bulamazlar,felâketler ihtiyaçlar içinde kalırlar.Artık böyle bir durumda kalmayı kim arzu eder? Elbette ki kimse arzu etmez.Öyle ise böyle güzel amelleri elden çıkaracak olan çirkin hareketlerden pek kaçınmalıdır.
Bakara 267-Bu âyeti kerime,kazanç yollarını ve yapılacak malî yardımların ne gibi mallardan yapılacağını bildirmektedir.(Ey imân edenler) Ey Allah Teâlâ'yı tasdik,onun dinî hükümlerini kabul eden müslümanlar! Ticaret san'at gibi bir servet vasıtasıyla (kazandığınız şeylerin) paraların ve sairenin (ve yerden sizin için çıkarılmış olduğumuz) ekinlerin,meyvelerin,madenlerin ve benzeri (şeylerin temizlerinden) iyilerinden,helâllarından Allah yolunda harcayınız.İcap eden zekâtınızı veriniz,fakirlere tasaddukta bulununuz.(Ve öyle kötüsünü) aşağısını,haram olanını zekât veya sadaka için (vermek kastinde bulunmayınız ki) bu husustaki dinî vazifenizi lâyıkıyla yapmış olasınız.Öyle kötü bir mal nasıl infak edilebilir ki,(siz ondan harcarsınız da kendiniz ise) size alacağınıza mukabil olarak verilecek olsa (onun hakkında göz yummadıkça) müsamaha etmedikçe,sıkılmadıkça veya hakkınızın büsbütün zayi olacağından korkmadıkça onun (alıcısı olmazsınız.)Artık nefsiniz hakkında muvafık görmediğiniz böyle bir şeyi başkası hakkında nasıl uygun görebilirsiniz?. (Ve biliniz ki şüphe yok Allah Teâlâ zengindir) sizin harcamanıza ihtiyacı yoktur,bununla emretmesi sizin fâideniz içindir.Ve Hak Tealâ (övülmüştür) mahlûkatı için pek büyük nimetler ihsan buyurmuştur.Her şekilde hamd ve şükre lâyıktır.Artık o Yüce Yaratıcının rızâsına uygun şekilde harcamaktan ayrılmayınız.
Malumdur ki,bir milletin iktisat sahasında yükselebilmesi için hem yurdunun arazisinden,madenlerinden ve sair tabiî kaynaklarından istifâde etmesi,hem de ticaret,san'at gibi bir şey ile uğraşması lâzımdır.İşte bu âyeti celile,bizlere bu iki yolun lüzumuna,meşruiyetine işarette bulunmaktadır.
Kur'an-ı kerim okumanın edebi
|
Sual: Kur'an okurken nelere dikkat etmek gerekir?
CEVAP Kur'an-ı kerim okurken şu edeplere dikkat edilmelidir: 1- Abdestli olarak, temiz bir yerde kıbleye karşı diz üstü oturmalıdır! Erkekler başı açık okumamalı, hiç değilse bir takke giymelidir! Takkesiz okumak tenzihen mekruhtur. [Mushafa bakarak okumak, ezbere okumaktan daha sevaptır.] 2- Kur'an-ı kerim okumaya başlarken Euzü ve Besmele çekmelidir! 3- Manasını bilen de, bilmeyen de ağır ağır okumalıdır! 4- Mümkünse, ağlayarak okumalıdır! Ağlayamayan kimse, ağlamak için kendini zorlamalıdır! 5- Her âyetin hakkını vermeli, yani azap âyetini okurken, korkarak, rahmet âyetlerini heveslenerek, tenzih âyetlerini tesbih ederek okumalıdır! 6- Kur'an-ı kerim okurken, kendisinde riya, yani gösteriş uyanırsa veya namaz kılan kimseye mani olursa, yavaş sesle okumalıdır! 7- Kur'an-ı kerimi tecvide uygun ve güzel sesle okumalı, fakat teganni etmemelidir! [Teganni, harfleri, kelimeleri bozarak ırlamak demektir. Teganni yaparken harfler bozulursa haram, harfler bozulmazsa mekruh olur. Halebi'de diyor ki: Kur'an-ı kerimi teganni ile okuyan imamın arkasında kılınan namazın iadesi gerekir.] 8- Kur'an-ı kerim, Allahü teâlânın kelamıdır, sıfatıdır, kadimdir. Ağızdan çıkan harfler, ateş demeye benzer. Ateş demek kolaydır. Fakat ateşe kimse dayanamaz. Bu harflerin manaları da böyledir. Bu harfler, başka harflere benzemez. Bu harflerin manaları meydana çıksa, yedi kat yer ve yedi kat gök dayanamaz. 9- Kur'an-ı kerimi okumadan önce, bu kelamı söyleyen Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmelidir! Kimin sözü söyleniyor, ne önemli iş yapılıyor iyi düşünmelidir! Kur'an-ı kerime dokunmak için, temiz el gerektiği gibi, onu okumak için de, temiz kalb gerekir. Allahü teâlânın büyüklüğünü bilmeyen, Kur'an-ı kerimin büyüklüğünü anlayamaz. Allahü teâlânın büyüklüğünü anlamak için de, Onun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmek gerekir. Bütün mahlûkatın sahibi, hakimi olan bir zatın kelamı olduğunu düşünerek okumalıdır! 10- Gaflet içinde okumamalı, okurken başka şeyler düşünmemelidir! Açık olanın yanında Sual: Açık duranların yanında Kur’an-ı kerim okumak caiz midir? CEVAPKendi avret yeri açıkken ve avret yeri açık olanların yanında, ezberden de olsa, Kur’an-ı kerim okumak mekruhtur. (S. Ebediyye) Kur’an okurken Sual: Evde Kur’an okurken, içeri girene ayağa kalkılır mı? CEVAPBir kişi Kur’an-ı kerim okurken, babası, bir âlim veya kendisinden ilim öğrendiği hocası içeri girerse, onun için ayağa kalkması caiz olur. Başkaları için ayağa kalkmak caiz olmaz. (Hindiyye) İş yaparken Kur'an okumak Sual: S. Ebediyye’de, iş yaparken Kur'an okuyana, daha az sevab verileceği bildiriliyor. Buradan, hangi iş olursa olsun, bir işle meşgul olurken, mesela bir kadın olarak, başımız ve kolumuz açık evde temizlik yaparken, bulaşık yıkarken, tuvalet temizlerken Kur'an okumakta mahzur olmadığını anlıyoruz. Bu anlayışımız doğru mudur? CEVAP Yanlıştır. S. Ebediyye’deki (İş yaparken) ifadesinden, kötü, uygunsuz işler anlaşılmaz. Kur'an okumaya müsait işler anlaşılır. Okunan Kur'ana saygı duymalı. Uygunsuz iş yaparken okumamalı. Kur'an-ı kerime saygısızlık yapmak, insanı küfre kadar götürür. Mubah, uygun iş yaparken okunabilir. Mesela eve girip çıkarken, yolda yürürken, ayakta veya otururken okunabilir. Gece yatakta yan yatarken de, ayakları birleştirip veya toplayarak okunabilir. İkincisi, kadınların saç ve kol gibi avret yerleri açıkken, hiçbir iş yapmasalar da, Kur'an okumaları tahrimen mekruhtur. İş yaparken Kur’an okumak Sual: S. Ebediyye’de, (Yürürken ve iş yaparken Kur’an okuyana, daha az sevab verilir) deniyor. Yapılan her iş böyle mi? Mesela tuvalet temizlerken, soyunurken, tavla oynarken de okunabilir mi? CEVAPİş denince elbette her iş anlaşılmaz. Edebe uygun iş anlaşılır. Mesela el işi yapmak, araba sürmek, meyve sebze toplamak, duvar yapmak, çift sürmek gibi işler anlaşılır. Tuvalet temizlemek, kumar oynamak, çalgı çalmak, banyo yapmak gibi işler anlaşılmaz. Kur’an okurken ezan okunsa Sual: Bir kimse, Kur’an okurken sünnete uygun ezan okunsa, o kimsenin Kur’an okumayı bırakıp ezanı dinlemesi daha mı iyidir? CEVAPEvet, ezan sünnete uygunsa, Kur'an-ı kerim okumayı kesmesi müstehabdır. Ezan okunurken, konuşmamalı, selam alıp vermemeli, yürüyorsa durmalı, fıkıh dersinde ise, dersi bırakıp dinlemeli. Ezandan sonra, salevat getirilir ve ezan duası okunur. Kur'an-ı kerim okurken ezanı işitenin, susup ezanı dinlemesi efdaldir.(Halebî-yi sagir) Ezan ve kamet okunurken, Kur'an-ı kerim okumakta olan kimsenin, okumayı kesip, ezan ve kameti dinlemesi uygun olur. (Hindiyye) Mescitte Kur’an-ı kerim okuyan kimse, ezan veya kamet sesini duyunca okumayı bırakır. (Tergîb-üs-salat) Evinde Kur'an-ı kerim okurken ezanı işiten kimse, eğer kendi mescidinin ezanı değilse, Kur'an okumayı bırakmaz, kendi mescidinin ezanı ise, Kur’an okumayı kesip ezanı dinler. (Halebî) Kur’an okunurken Sual: Toplantılarımızda Kur’an da okunuyor. Odaya girip çıkanlar olunca, Mushaf belden aşağı kalıyor, günah olmuyor mu? CEVAPGirip çıkanla, Kur’an-ı kerim okuyan arasında birkaç metre mesafe olunca mahzuru olmaz. Okuduğumuzu düşünmek Sual: S. Ebediyye’de, (Mânâsını düşünerek bir âyet okumak, başka şey düşünerek, bütün Kur’anı hatmetmekten daha çok sevabdır) deniyor. Yani mânâsını bilerek okumak mı gerekiyor? CEVAPHayır, mânâsını bilen de, bilmeyen de, başka şeyler düşünmeden okumaya çalışmalı. Zikir çekerken ve dua ederken de, başka şeyler düşünmemeye gayret etmeli. Fakat başka şeyler düşünülse de, zikri terk etmemeli. Çünkü başka şey düşününce, sahih olmaz demek değildir, sadece sevabı azalır. Mesela, radyodan haber dinlerken tesbih çekilebilir, ama kendini habere vererek çektiği zikrin farkında değilse, ne söylediğini düşünmüyorsa, sevabı elbette az olur. |