Nesh akaidi asliyede Allah Tealanın zikrettiği haber ve kıssalarda olmaz.Ancak emir ve yasaklarda olur.
Kur’an-ı kerimde nesh vardır
Sual: Kur’anda nesh var mıdır?
CEVAP
Elbette vardır. Nesh, emir ve yasakların yürürlükten kaldırılması veya değiştirilmesi demektir. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem’den itibaren gönderdiği dinlerin hepsi itikatta aynı, amelde ise farklıydı. Sonra bütün dinleri nesh edip, İslamiyet’i göndermiştir. Kur’an-ı kerim 23 senede indi. Bu zaman zarfında bazı hükümler tedrici olarak indi. Mesela, içki önce haram değildi. Bir âyet inip fayda ve zararından bahsedilmiş, zararı daha fazladır denilerek bırakılması istenmiş; fakat kesin olarak haram edilmemişti. Daha sonra kesin olarak haram edildi. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden, bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]
Hâşâ, bu âyet-i kerime lüzumsuz yere inmemiştir. Nesh var ki, böyle bildirilmiştir. İslam âlimlerinin kitaplarında bu hususta çok açıklama vardır. Türedilerin, nesh yok demelerine itibar etmemelidir.
Sual: Allah’ın, koyduğu bir hükmü, daha sonra değiştirmesi, akla uygun mudur? Nesh var mıdır?
CEVAP
Bütün hak dinlerde, iman bilgileri yani Amentü’nün esasları bozulmadan önce aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. İki âyet meali:
(Kur’an, önce gelmiş olan kitapları tasdik edicidir.) [Bekara 97]
(Tevrat’ı tasdik eden Kur’ana inanın!) [Bekara 41]
Nesh, Peygamber kıssaları ile Cennet ve Cehennemi bildiren âyetlerde olmaz. Yalnız, emir ve yasaklarda olur. Nesh; emir ve yasakları değiştirmek demek değil, bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermektir. Kur’an-ı kerim, Tevrat ve İncil’i nesh edip yürürlükten kaldırdı. (Beyan-ül-hak)
Dinin emir ve yasakları tedrici olarak bildirildi. Mesela Bekara sûresinin 219. âyetinde, önce içkinin büyük günahı yanında, bazı faydalarının da bulunduğu bildirildi. Daha sonra haram edildi. (Maide 91)
Nesh hakkında iki âyet meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]
(Ya bize bundan başka bir Kur’an getir, yahut onu değiştir diyenlere de ki, Onu kendiliğimden değiştiremem.) [Yunus 15]
Demek ki nesh edilen ve unutturulan âyetler vardır. Hadis-i şerifle de olsa, nesh yine Allahü teâlânın emri iledir. Çünkü Resulullahın dine ait sözleri vahiydir:
(Onun sözü vahiyden başka değildir.) [Necm 4]
Neshin çeşitleri şunlardır:
1- Âyetin, âyet ile neshi:
Bekara sûresinin 180. âyetinde, ölüm hastasının ana, baba ve yakınları için vasiyette bulunma şartı vardı. Nisa sûresinin 11. âyetinde, herkesin ne kadar miras alacağı bildirilmiş ve böylece vasiyet şartı kaldırılmıştır. Nisa sûresinin, (Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini veriniz) mealindeki 33. âyetine göre, akraba olmayan iki kişi yeminleşir ve biri diğerine mirasçı olurdu. Ama Enfal sûresinin, (Yakın akrabalar vâris olmaya daha uygundur) mealindeki 75. âyeti ile neshedildi. (Ebu Davud)
Nur suresinin, (Zina eden kadını, başka erkekler nikah edemezler) mealindeki 3. âyet-i kerimesi, Nisa sûresinin üçüncü âyeti ile nesh edilmiş ve hadis-i şerif ile bildirilmiştir. (S. Ebediyye)
2- Âyetin, sünnet ile neshi:
Bekara sûresinin (Ölüm gelince, ana baba ve yakınlara vasiyet farzdır) mealindeki 180. âyeti, [Buhari’deki] (Vârise vasiyet yoktur) hadis-i şerifi ile nesh edildi.
Zekât verilmesi bildirilen 8 sınıftan biri olan Müellefe-i kulub, iman etmesi veya kötülükleri önlenmek istenilen kâfirler ve yeni iman etmiş olan zayıf Müslümanlar idi. Hazret-i Ebu Bekir zamanında, Beyt-ül-mal emini olan Hazret-i Ömer, [Kütüb-i sittenin hepsinde bulunan] (Zekâtı Müslümanların zenginlerinden al, fakirlerine ver) mealindeki Muaz hadisini bildirip, (Müellefe-i kulub’a zekât verilmesini Resulullah nesh etti) dedi. Eshab-ı kiramın hepsi, bunu kabul etti. Nesh edilmiş olduğuna ve bunlara zekât verilmemesi gerektiğine icma hasıl oldu. (Redd-ül Muhtar)
3- Sünnetin âyet ile neshi:
Beyt-ül-makdis’e doğru namaz kılınırken, Bekara sûresinin, (Yüzünü artık Mescid-i Haram [Kâbe] tarafına çevir) mealindeki 144. âyeti ile nesh edildi. Kıble Kâbe oldu.
4- Sünnetin sünnet ile neshi:
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabir ziyaretini yasaklamıştım, bundan sonra ziyaret edin!) [İbni Mace]
(Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ayaklarında ateşten iki nalın olacak, bunların sıcaklığından beyni kaynayacaktır.) [Müslim]
Bu hadis-i şerif, imam-ı Kurtubi ve imam-ı Süyuti’nin bildirdiği (Amcam Ebu Talib, diriltildi ve iman etti) mealindeki hadis-i şerif ile nesh edilmiştir.
(Bazı âyetlerde olduğu gibi, hadislerimden de birbirini nesh eden olur.) [Deylemi]
Şimdi, Allah’a ve Resulüne dün böyle diyordun bugün niye değiştirdin, çelişki içindesin mi denir?
Hatta, Allahü teâlâ öteki dinlerde haram olan bazı şeyi bu ümmete helal kılmış, helal olanları da haram kılmıştır. Hâşâ Allah’a niye böyle yaptın denebilir mi? Nitekim Âdem aleyhisselamın çocukları ikiz olmayan kız kardeşleri ile evlenmişlerdir. O zaman mubah kılmıştı, bugün ise yasakladı. Din Allah’ın değil mi? İstediğini yapamaz mı? Mesela, Mütayı da üç defa mubah kılmış, üç defa da yasaklamıştır. Buna çelişki denir mi? Mütayı sonradan yasakladı diye Allah ve Resulü suçlanır mı?
Sual: Nesh edilen ahkâmla amel edilir mi?
CEVAP
Hayır.
Neshin dinimizdeki yeri
Sual: Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram, Tâbiîn ve sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimdeki neshi kabul ettikleri hâlde, günümüzdeki bazı kimseler, neshi niye inkâr ediyorlar?
CEVAP
Ehl-i sünnet olmayanlar, Mutezile’ye inananlar ve aklı yanılmaz ölçü kabul edenler neshi inkâr ediyorlar. Neshi, bir yanlışı düzeltme olarak anladıkları için kabul etmiyorlar. Hâşâ nesh, yanlışı düzeltme değildir. Bir hükmün yürürlükten kaldırılması veya başka bir hükümle değiştirilmesidir. İki âyet-i kerime meali:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden, bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.) [Bekara 106]
(Allah neyi indireceğini çok iyi bilir. Biz bir âyeti [nesh edip] diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit, “Sen ancak bir iftiracısın” dediler. Hayır, onların çoğu [Kur'ân'ın hakikatini ve hüküm değiştirmenin faydasını] bilmezler.) [Nahl 101]
Böyle bir âyet nazil olunca müşrikler, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için, (Bugün emrettiğini yarın yasaklayıp Eshabıyla eğleniyor. O, Kur’an’ı kendisi uyduran bir iftiracıdır) derlerdi. Cenâb-ı Hak bu âyetiyle onlara cevab veriyor. (Tefsir-i Şeyhzâde, Tefsir-i Râzî, Tefsir-i Medârik)
Nesh, ancak kulların ihtiyaçları sebebiyle olur. (Tefsir-i Râzî, Tefsir-i Hâzin)
Kurtubî tefsirinde nesh hakkında özetle deniyor ki:
Neshi bilmenin faydası çok büyüktür. Neshi, ahmak câhillerden başkası da inkâr etmez. Çünkü ahkâma dair karşılaşılan meselelerde helâli, haramı bilmek gibi neshi bilmeyi gerektiren pek çok husus vardır. Hazret-i Ali, camide insanlara vaaz ve nasihat veren birini çağırıp, (Sen nâsihi, mensuhu yani nesh eden ve nesh edilen âyetleri biliyor musun?) diye sorar. O da, (Hayır) deyince, Hazret-i Ali, (Kendini de, başkalarını da helâk ediyorsun) diyerek mescitten çıkarır.
Ubey bin Ka'b ve Hazret-i Âişe bildiriyor ki:
Ahzab sûresi, uzunluk itibarıyla Bekara sûresi'ne denk uzunluktaydı. [Nesh edilerek bu hâle geldi.]
Ebu Bekr el-Enbarî şunu zikreder:
Adamın biri geceleyin Kur'an-ı kerimden bir sûre okumak üzere kalktı, fakat o sûreden bir şey okuyamadı. Bir başkası kalktı, o da bir şey okumaya güç yetiremedi. Bir başkası da kalktı, o da o sûreden bir şey okuyamadı. Sabah Resulullah'ın huzuruna gittiler. (Yâ Resulallah, geceleyin Kur'ân-ı kerimden bir sûre okumak üzere kalktım da hiçbir şey okuyamadım) dedi. Bir diğeri de, (Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi) dedi. Öteki de, (Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi) dedi. Bunun üzerine Resulullah, (Bu, yüce Allah'ın dün nesh ettiği âyetlerdir) buyurdu. [Nitekim âyet-i kerimede, (Yenisini getirmeden eskisini unutturmayız) buyuruluyor. Ezberlenen âyetleri Allahü teâlânın unutturduğunu Peygamber efendimiz bildiriyor. Unutturma olmasaydı, (Eskisini unutturmayız) buyurulmazdı.]
Sonra gelen bazıları neshin caiz olduğunu kabul etmiyorlar. Hâlbuki Selef-i sâlihîn ismi verilen önceki âlimlerin şeriatta neshin olduğuna dair icma etmiş olmaları, susturucu bir delildir. [Bütün âlimlerce icma hâsıl olmuş iken, bu icmaya karşı direnmek, ilme aykırı, bâtıl bir davranıştır.]
Cumhur-u ulema bildiriyor ki:
Daha ağır bir hükmün hafifletilmesi caizdir. Cihadda on kişiye karşı sebat etme hükmünün iki kişiye karşı sebat etme hükmüyle değiştirilmesi gibi. (Enfal 65-66)
Daha hafif bir hükmün, daha ağır bir hükümle nesh edilmesi de caizdir. Aşûre günü orucunun Ramazan ayında oruç tutma hükmü ile nesh edilmesi gibi.
Ağırlık veya hafiflik itibarıyla birbirinin dengi olan hükümler de birbirini nesh edebilir. Kıblenin neshinde olduğu gibi.
Bir hüküm nesh edilmekle birlikte onun yerine başka bir hüküm getirilmeyebilir. Resulullah efendimizle özel bir şekilde konuşmak için önce sadaka vermeyi emreden hükmün kaldırılması gibi. (Mücadele 12,13)
Kur'ân, Kur’an’la, sünnet de mütevatir hadisle nesh edilebilir.
Kur'ân
-ı kerim sünnetle de nesh edilebilir. Mesela Bekara sûresinin 180. âyeti, (Mirasçıya vasiyet yoktur) hadisiyle nesh edilmiştir. (Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mâce)
Âyette had cezası olarak bildirilen zina edene sopa vurmak emri, evli olup da zina sebebiyle recmedileceklerde ayrıca sopa vurulması haddi de düşürülmektedir. Bunu düşüren ise Resulullah'ın uygulamadaki sünnetidir. Yani hem sopa hem de recm olmuyor. Sopa kaldırılmış oluyor.
Neshin her çeşidi Resulullah efendimiz hayatta iken yapılmıştır. Vefatından sonra neshin olamayacağı üzerinde icma vardır.
Bekara sûresinin, iddeti bir yıl olarak tespit eden 240. âyetinin hükmü nesh edilmiş, fakat okunuşu kalmıştır.
Bazen hüküm nesh olunmadan, tilavet nesh olunabilir. Recm âyeti gibi. Yani recm âyeti, metin olarak nesh edildiği hâlde, hükmü geçerlidir. Bazen hem tilavet hem de hüküm nesh olunabilir. Hazret-i Ebu Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: (Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz, çünkü o bir küfürdür) mealindeki âyeti biz okurduk. Bu âyet önce tilavet olunup sonradan nesh edilmiştir. (Buhârî, Müslim)
Buna benzer nesihler pek çoktur. (Yukarıdaki yazının tamamı Tefsir-i Kurtubî’den alınmıştır.)
Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu isimli kitapta özetle deniyor ki:
353 — Nesh, aklen ve naklen caiz ve vâkidir. Allahü teâlâ, kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebilir, kullarını bir zaman bir hükme, diğer bir zaman da başka bir hükme tâbi tutabilir, buna kimsenin itiraz hakkı yoktur. Nesh, naklen caiz ve sabittir.
357 — Kitap Kitap’la, sünnet sünnetle ve sünnet Kitap’la, Kitap da mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilmiş olabilir.
Fahr-i âlem efendimize 9 zevceden başkası helâl olmayacağı âyeti kerimeyle beyan edilmişken, daha sonra dilediği kadar zevce edinmek mubah edilmiştir. Kitapla sabit olan bir yasağın hükmü, sünnetle nesh edilmiştir.
[Yalnız Kur’an diyenler, (Hadis, bir âyeti nasıl nesh eder?) diyorlar. Bunlar Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İnanan böyle söyleyemez. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, (Resulüme tâbi olun, Resulüm neyi verdiyse alın, neyi yasakladıysa sakının. Onun [dine ait] her sözü vahye dayanır) buyurmuyor mu? Allahü teâlânın Resulü, (Falan âyet nesh edildi) buyuruyor. Kur’an’a inanıp Resule tâbi olanın, inanması gerekmez mi? Üstelik onun sözü vahye de dayanıyor. Yani Allahü teâlânın bildirdiğini söylüyor. Demek ki bunlar, Kur'an-ı kerimdeki (Resulüme uyun) âyetlerine inanmıyorlar. Kur’an’a inanmayanların sözlerine de itibar edilmez.]
Nesh dört kısma ayrılır:
1- Hem tilâveti, hem de hükmü mensuh olan âyetler. Ahzab sûresinin âyetleri, Bekara sûresine eşitken, daha sonra bazılarının hükmüyle beraber tilâvetleri de nesh olunmuştur.
2- Tilâveti mensuh olmayıp yalnız hükmü mensuh olan âyetler. Zina eden kadınların sözle cezalandırılması ve evlerinde hapsedilmeleri hakkındaki âyetin hükmü nesh edilip tilâveti bâki kalmıştır.
3- Hükmü bâki kalıp yalnız tilâveti nesh edilen âyetler. (İhtiyar erkek ve kadın, zina ederlerse ikisini de Hak teâlâ tarafından bir azap olarak recm ediniz) kavl-i şerifi, bir âyet iken sonra hükmü kalıp tilâveti nesh olunmuştur.
4- Yalnız tilâvetin neshindeki hikmet, ümmetin Allah'ın emrine ne derece uyduğunu göstermektedir. Çünkü tilâvet olunan bir nass bulunmadığı hâlde, onun mücerret rivayet edilen hükmüne uyulması, ümmetin ibadet hususundaki mükemmeliyetini gösterir.
Daha önce, Ramazan-ı şerif gecelerinde uyuduktan sonra yiyip içmek, zevceye yaklaşmak yasaktı. Sonra bunlar imsak vaktine kadar mubah oldu. İslâmiyet'in başlangıcında oruç tutmakla fidye vermek arasında muhayyer iken, sonra oruç tutmaya muktedir olanlar için muhakkak oruç tutmaları farz oldu. (Bu yazının tamamı Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu isimli kitaptan alınmıştır.)
Şâmil Ansiklopedisinde özetle deniyor ki:
Yahudiler, neshe şiddetli karşı çıkmışlardı. Zira Yahudiler, neshi kabul ettikleri takdirde bunun, kendi şeriatlarının nesh edilmiş olduğu neticesine varacağını anlıyorlardı.
Müşrikler de, neshi İslâm için bir kusur olarak görüp, Peygamber efendimize, (Eshabına dün emrettiğini bugün değiştiriyor; bugün yapılmasını emrettiği bir şeyi yarın kaldırıyor) diyerek alay ediyorlardı. [Günümüzde de, Yalnız Kur’an diyenler, neshi hâşâ Allah'ın, yanlışını düzeltmesi olarak görmekte, bu yönden müşriklere benzemektedir.]
Yeni kurulmaya başlanan İslâm toplumunun inkişaf ve tekâmülü icabı emir ve yasakları ihtiva eden bazı âyetlerin hükümlerinin sonradan kaldırılmasından daha tabiî ne olabilir? Kaldı ki nesh, ebedî olan inançlara dokunmayıp sadece ahkâmdaki emir ve yasaklara inhisar etmektedir. Bu değiştirmeyle müminlerin dînî vecibeleri daha kolay ve pratik bir şekle sokulmuştur.
Bazı âlimler, Necm sûresinin, (O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka bir şey değildir) mealindeki 4. ve 5. âyetlerini delil göstererek, Hazret-i Peygamber'in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hazret-i Peygamber'e, mânâsı Allahü teâlâya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da vahye dayandığını söyleyerek Hazret-i Peygamber'in sözlerinin bazı âyetleri nesh ettiğini bildirdiler.
Neshin türlerine birer örnek:
1- Kur'an'ın Kur'an'la neshi: Bekara 180. âyetinin Nisâ 11. âyeti ile neshi.
2- Kur'an'ın Sünnetle neshi: Bekara sûresinin 180. âyetinin (Vârise vasiyet yoktur) hadisi ile neshi. (Buhârî)
3- Sünnetin Kur'an'la neshi: Beytül-Makdis'e doğru namaz kılarken Bekara 144. âyeti ile nesh edilip kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi.
4- Sünnetin Sünnetle neshi: Yasaklanan kabir ziyaretine sonradan izin verilmesi.
Kur’an’ın kendi içinde neshi:
1- Kıraat ve hükmün birlikte neshi:
Sütkardeşliğinin tespitinde beş emmenin yeterli olacağı hükmü, daha önce on emme ile sabit olacağını bildiren âyeti nesh etmiştir.
2- Hükmün nesh edilip tilâvetinin bırakılması:
Bekara 115. âyeti, aynı sûrenin 144. ve 149. âyetleri ile nesh edilmiştir.
3- Tilâvetin nesh edilip hükmün yerinde kalması:
Zina eden evlilerin recmedilmeleri hakkındaki âyet bir örnektir.
Kur’an’da nesh edilen âyet sayısı âlimlere göre farklıysa da, nesh edildiğinde hepsinin ittifak ettikleri âyetler şunlardır:
Nisa 15 (Zina edenlere ev hapsi verilmesi)
Nisa 16 (Zina edenler tevbe ederse, cezalandırılmaması)
Enfâl 65 (Yüz Müslümanın bin kâfire galip geleceği âyeti, bir sonraki âyette 100 Müslümanın iki yüz kâfire galip geleceği bildirilmişti.)
Mücadele 12 (Resulullah’la konuşmadan önce sadaka veriliyordu.)
Müzzemmil 2-4 (Gece kalkıp namaz kılınması)
Diğer kitaplardan alınan bilgiler:
Buhârî’de bildiriliyor ki: Resulullah, “sallallahü aleyhi ve sellem”, Muaz bin Cebel hazretlerini Yemen’e gönderirken, zekâtın, uşrun, kimlere verileceğini bildirip, (Müslümanların zenginlerinden al, fakirlerine ver) buyurdu. Kur’an’da zekât verilmesi bildirilen müellefe-i kulüp sınıfı, zekâtı Müslümanların zenginlerinden alıp, fakirlerine vermesini bildirdiği bu hadisle nesh edilmiştir. Eshab-ı kiramın hepsi de, bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğu ve artık bunlara zekât verilmemesi hususunda icma hâsıl olmuştur. (İbni Âbidin, Nimet-i İslam) [Resulullah'ın buyurduğu neshi, Eshab-ı kiramın tamamı kabul ettiği hâlde, şimdi Mutezile inancındaki bazı kimselerin kabul etmemesi hayret vericidir.]
Nesh, Resulullah hayatta iken olur. İcma ise, vefatından sonra olur. Bunu bilmeyenler, Hazret-i Ömer’in nesh ettiğini sanıp, Hazret-i Ömer'e, Eshab-ı kirama ve fıkıh âlimlerine dil uzatıyorlar. [Hazret-i Ömer ve Eshab-ı kiram, din düşmanı mı da bir âyetin hükmünü kaldırsınlar? Bu ne çirkin iftiradır.]
Bekara sûresinin, (Sizden karısını geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak bir yıl süreyle yararlanmasını vasiyet etsinler) mealindeki 240. âyeti, kadına miras hakkı tanıyan Nisa sûresinin 12. âyetiyle nesh edilmiştir.
Bir yıllık iddet süresi de Bekara 234. âyetiyle kısaltılmıştır. O âyette, kocası ölen kadınların, süslenmeden dört ay on gün iddet beklemeleri gerektiği bildiriliyor.
Mest üzerine meshin cevazı, sünnetle ve icma ile sabittir. (Nesaî, İbni Mâce, İ. Ahmed) [Yalnız Kur’an diyen mezhepsizler, (Kur’an’da mestle ilgili hüküm yoktur” diyerek mest giymeyi bid’at olarak kabul ediyorlar. Resulullah'a inananlarsa, mest giymeyi kabul ediyorlar.]
Haram aylarda savaşmanın yasak olduğu âyeti nesh edilmiştir. (Hindiyye)
Hanefîlere göre Kitap Kitap’la, Sünnet Sünnetle, Sünnet Kitap’la, Kitap da mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilmiş olabilir. (İbni Âbidin)
Mutezile ve Haricîler, Kitap’ın Sünnetle nesh edilmesini kabul etmezlerse de, meşhur sünnet, Kitap’ı tahsis eder. Bunda hiçbir ihtilâf yoktur. (El-fıkhü alel mezahibil-erbea)
İmam-ı Nevevî, (Kocası ölen kadının bir sene iddet bekleyeceğini bildiren Bekara sûresinin 240. âyeti, hadisle nesh edilmiştir) buyuruyor. (Sübülüs-selam şerhi Selamet yolları - A. Davudoğlu)
Nur sûresinin, (Zina eden ancak zina edenle evlenir) mealindeki 3. âyeti, Nisa sûresinin üçüncü âyeti ile nesh edilmiştir. (Redd-ül muhtar)
Nesh ile ilgili bazı hadis-i şerifler:
(Kur’an-ı kerim âyetlerinin birbirini nesh etmesi gibi, benim hadislerim de birbirini nesh eder.) [Deylemî]
(Zekât, Kur’an’daki her sadakayı nesh etti. Cünüplükten gusül, her türlü abdesti nesh etti. Ramazan orucu, diğer oruçları nesh etti. Kurban, diğer her türlü kurbanı nesh etti.) [Beyhekî]
Bekara sûresinin, (Ramazan ayı gelince oruç tutun) mealindeki 185. âyeti, (Kudreti olanlara bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek borçtur) âyetini nesh etti. (Ondan önce oruç tutmayıp fidye verenler de oluyordu.) [Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud]
(Mal çocuğa, vasiyet de ebeveyne aitti. Sonra Allah bundan dilediğini nesh etti. Erkeğe, kadına verilen hissenin iki mislini, ebeveynin her birine de altıda bir, kadına sekizde bir ve dörtte bir, kocaya yarı ve dörtte bir hisse verdi.) [Buhârî]
İki yabancı kişi, yemin eder, biri diğerine mirasçı olurdu. Nisa sûresinin, (Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin!) mealindeki 33. âyeti, Enfal sûresinin (Akrabalar Allah'ın kitabına göre birbirine yakındır) mealindeki 75. âyetiyle nesh edildi.) [Ebu Davud, Dâre Kutnî]
Âişe vâlidemizin bildirdiği hadis-i şerif:
(Kur’an’da, “Beş defa emmek evlenmeyi haram kılar” âyeti, “On defa emmek haram kılar” âyetini, nesh etmiştir.) [Müslim] (Şâfiîler ve Hanbelîler bu hükme göre amel ederler.)
Bekara sûresinin, (Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha lâyıktır) mealindeki 228. âyeti, aynı sûrenin, (Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilikle bırakmadır) mealindeki 229. âyetiyle nesh edildi. (Ebu Davud, Nesâî)
Resulullah, (Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin) âyetini çok okudu. Sonra Allah, bu âyeti nesh edip (Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin) âyetini indirdi. (Müslim)
Bekara sûresinin (İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker) mealindeki 284. âyetini, aynı sûrenin (Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez) mealindeki 286. âyetiyle nesh etti. (Buhârî) [Sadece kalbe gelen düşüncelerden dolayı sorumlu olmadığımızı Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ, kalbe gelip de, söylenmeyen ve yapılmayan kötü şeyleri affeder) hadis-i şerifiyle bildirmiştir. (Buhârî)]
En’am sûresinin, (Üzerine Allah'ın ismi zikredilen [hayvan etinden] yiyin!) ve (Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin) 118. ve 121. âyetleri nesh edilip, Ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek Maide sûresinin (Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir) mealindeki 5. âyeti indi. (Ebu Davud)
Miras âyeti gelince, kadının, kocasının evinde iddet beklemesini bildiren âyet nesh oldu. Kadın, artık dilediği yerde iddetini geçirir. (Buhârî, Ebu Davud, Nesâî) [Bekara sûresinin, 240. âyeti, Nisa sûresinin 12. âyetiyle nesh edilmiştir.]
Kanun hükmünde kararname
Sual: Bir yazar, (Bir hadisin bir âyeti nesh etmesini, kararnamenin kanun hükmünü almasına benzetiyorum) diyor. Peygamber efendimizin dine ait sözleri vahye dayandığına göre, bir âyetin nesh olduğunu hadis-i şerifle bildirmek dine aykırı mıdır? Kararnameye benzetmek yanlış değil midir?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Resulullah efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" Allahü teâlânın bildirdiğini söyleyince, hâşâ (Bu söz dine aykırıdır) denmez. Eğer o sözün söylendiğinden şüphe ediliyorsa, sadece (Resulullah böyle söylememiştir) denebilir. Ama kaynak sağlamsa, ona da itiraz edilmez. Sağlam kaynaklar kabul edilmezse, ortada din diye bir şey kalmaz. O zaman, (Yalnız Kur’an) diyenler, âyetleri istedikleri gibi tevil edip dini rahatça yıkarlar. Resulullah'ın (Nesh vardır) diye bildirdiği hadis-i şerif, en sağlam hadis kitabı olan Buhârî’de vardır. Nesh olan âyeti Allahü teâlâ Resulullah’a bildirince, O da bunu bir hadis-i şerifle açıklarsa, buna yanlış demek, Nassa inanmamak olur.
Tenkitler ilmî olmalı, sadece akla değil, nakle de dayanmalıdır. Mesela, (Kurtubî tefsirinde nesh vardır) denmişse, (Hayır Kurtubî’de öyle bir ifade yoktur) veya (Kurtubî’de öyle bir ifade var, ama Kurtubî tefsiri muteber değildir veya falanca muteber tefsirde de nesh yoktur diye yazılıdır) gibi bir cevap olmalı. Böyle bir şey söylemeden, (“Nesh vardır” diyen imanını tazelemelidir) gibi ciddiyetten uzak bir cevap, ilim adamına yakışmaz. (Nesh var) diyen Resulullah'a ve Eshab-ı kirama, (İmanınızı tazeleyin) mi denir? Yahut (Nesh var) diyen muteber kitapların yalan yazdığı mı söylenir? Hadis kitaplarına inanılmazsa ortada din kalmaz. Hele (Şevkânî de nesh yoktur diyor) demek daha büyük yanlıştır. Şevkânî’nin mezhepsiz biri olduğu sitemizde vesikalarıyla bildirilmektedir.
Kararname ve kanun benzetmesi de hiç isabetli değildir. Kanun hükmünde kararname çıkarılabiliyor. Bakanlar Kuruluna bu yetki verilmişse, buna yanlış denir mi? Hattâ yetki verilse kanun da çıkarır. Yetkiye bağlı bir şeydir. Anayasa’ya (Bakanlar Kurulu, kanun çıkarabilir, mevcut kanunları değiştirebilir ve iptal edebilir) şeklinde bir madde konsa, kimin ne demeye yetkisi vardır? Allahü teâlâ, Kur’an-ı keriminde kanun çıkarma yetkisini Resulullah'a vermiştir. Mesela Kur’an’da sadece domuz eti haram iken, Resulullah köpek, yılan gibi hayvanların etini de haram etmiştir. (Niye Allah, peygamberine bu yetkiyi verdi?) demeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Resulullah efendimizin, Allahü teâlânın verdiği yetkiyi kullanmasından daha tabiî ne olabilir? Buna itiraz etmek, sapıklık değilse nedir?
(Yalnız Kur’an) diyenler, (Hadis, bir âyeti nasıl nesh eder?) diyorlar. Bunlar Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İnanan böyle söyleyemez. Çünkü Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, (Resulüme tâbi olun, Resulüm neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan sakının! Onun [dine ait] her sözü vahye dayanır) buyurmuyor mu? Resulü de, (Falan âyet nesh edildi) buyuruyor. Kur’an’a inanıp Resule tâbi olanın, buna inanması gerekmez mi? Üstelik Resulullah'ın sözü vahye de dayanıyor. Yani Allahü teâlânın bildirdiğini söylüyor. Demek ki bunlar, Kur’an’a inanmıyorlar. İnanan kimse, Resulullah'ı yalanlayamaz ve Resulullah'ın sözlerini bildiren hadis kitaplarını yok sayamaz. Bunları yok sayanlar varsa, onlara asla itibar edilmez!
NESİH MENSUH DELİLLERİ
Nesih ve Mensuh meselesi ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabit iken bunu inkar edenlerin kendi görüşlerinden başka delilleri bulunmamaktadır.
Nesih: İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır.
Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: “Nesh, şer’î bir delil ile sabit şer’î ve fer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir.” Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir.
Alimler neshi ve mensuh meselesine ve bu konu ile alakalı ayetlere vakıf olmayanların ayetlerden hüküm çıkarmaya çalışmalarının ve Kur’andan vaaz vermelerinin caiz olmadığını bildirmişlerdir.
Kur’an-ı Kerimde bu konuda çok açık ayetler bulunmaktadır. Şöyle ki:
“Biz herhangi bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki; gerçekten Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 106)
“Biz bir ayet yerine başka bir ayeti değiştirdiğimizde, o kişiler: ‘Sen ancak bir uydurucusun!’ derler. Oysa Allah neyi indireceğini pek iyi bilmektedir. Doğrusu onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 101)
“(Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de” (el-Âlâ, 6-7)
Bu gibi ayetler Allahu Teala’nın indirdiği bir ayeti lafzen veya hükmen kaldırıp/unutturacağını beyan etmektedir. Şimdi birkaç örnek ile konuyu genişletelim..
Nesih 3 şekilde olur.
1- Lafzı ve manası mensuh (kaldırılmış) olan
2- Yalnız manası (hükmü) kaldırılıp lafzı mevcut olan
3- Lafzı lafzı kaldırılıp manası baki olandır.
LAFZI VE MANASI KALDIRILMIŞ OLAN
Hazreti Enes (Radıyallahu anh) nı şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allahu Teala, Meune kuyusunda öldürülenler hakkında ayet indirmiş di ki, biz o ayeti nesh olununcaya kadar (kaldırılıncaya) kadar okurduk. Şöyle ki:
“Dikkat edin! Kavmimize ulaştırın ki, şüphesiz biz Rabbimize kavuştuk. Bizden razı oldu ve bizi razı etti.”
MANASI (HÜKMÜ) KALDIRILIP LAFZI BAKİ OLAN
1- Mesela Enfal suresi 65. ayeti kerimesinde sabırlı 20 kişinin 200 kişiye, 100 kişinin 1000 kişiye gelip gelebileceği yani böyle bir karşılaşmadan kaçmanın haram olduğu belirtilmektedir. Hemen sonraki 66. ayeti kerimede ise Allahu Teala sayı ve zafiyet bakımından bir zafiyetin olması, ümmetin kolaylığı için sabırlı 100 kişinin 200 kişiye, 1000 kişinin 2 bin kişiye galip geleceğini yani 1’e 2’lik bir karşılaşmadan kaçılmasının haramiyetini beyan etmiştir.
Ayetlerin meali şöyledir: “Ey nebi! İnsanları savaşa teşvik et! İçinizden sabredici yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, o kafir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler…..” (Enfal 65)
“Allahu Teala sizde bir zafiyet olduğunu bilmiş ve şuanda bir hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı yüz kişi bulunursa, iki yüz (kişiy)e galip gelirler. Ama aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allah’ın izni (ve desteği) ile iki bin (kişiy)e galip gelirler. Zaten Allah o sabredenlerle beraberdir” (Enfal 66)
Görüldüğü üzere bir ayet diğer ayetin hükmünü neshetmiştir. Ayetin lafzı vardır ancak hükmü kalkmıştır.
2- Başka bir misal miras ile ilgilidir. Bakara Suresi 180. ayetinde geçen mü’minlerin servetlerindne bir kısmını anne-baba ve yakınlarına vasiyet etmelerinin farz oluşu Nisa Suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras taksiminin kesinleşmesi ile kaldırılmış, artık yapılacak vasiyetler geçersiz sayılmıştır. (İslama göre kişi mal varlığını ölmeden önce istediği dağıtabilir ancak malının dağıtımının öldükten sonrası için yaptığı vasiyet geçersizdir.)
Kur’an-ı kerimde bu konuda bir çok örnek vardır. Yukarıda da denildiği gibi nesh ve mensuh meselesini bilmeyenlerin Kur’an-ı Kerimden vaaz vermeleri doğru değildir.
LAFZI KALDIRILIP MANASI BAKİ OLAN
Mesela recim meselesinde zina eden erkek ve kadının recm edileceği hakkındaki ayetin lafzı sonradan kaldırılmıştır. (Hükmü geçerli olmakla birlikte bu konuda Resulüllah Efendimizin mütevatır derecesine ulaşmış inkar edilemeyecek hadisleri mevcut olduğundan recim konusu inkar edilemez.)
Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hazreti Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenab-ı Allah Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır” (Müslim, Hudûd, 15).
Hazreti Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin” (Mâlik, Muvatta’, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). Hazreti Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). Ömer (Radıyallahu anh)’in şöyle dediğini nakleder:
“Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri…” ifadesini Mushaf’ın haşiyesine yazardım” (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).
Bazıları Resulüllah’ın hadisi ile ayetin neshedilemeyeceği, dolayısıyla bu hükmün geçersiz olduğunu iddia ederler. Yani recim cezasının olmadığını söylerler. Halbuki yukarıda da okuduğunuz gibi bu ayetin lafzı kalkmış ancak manası sabit kalmıştır…
ELİMİZDEKİ KUR’AN CEBRAİL’İN SUNDUĞU KUR’ANDIR
Şu da bilinmelidir ki, elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim Cebrail (Aleyhisselam)ın Efendimize arzettiği (sunduğu) son şeklidir.
Ubeydetu’s-Selmani’nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefat ettiği sene, O’na arzedilen (sunulan) kıraat (Kur’an okunuşu) Hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın bütün insanları üzerine topladığı (herkesin razı olduğu) ve bütün insanların ittifakı (birliği)yle okuduğu kıraattır. (Suyuti, D. Mensur 1/258)
İbn-i Mesud (Radıyallahu anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cibril-i Emin her sene bir kere, Kuran’ı Efendimize arz ederdi. Son sene iki kere arz etti. İşte ben o sene Resulüllah’tan Kuran’ı aldım.” (Suyuti, Dürrul Mensur 1/259)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahu Teala dinin yeni yeni oturduğu zaman diliminde bazı ayetler indirmiş ve daha sonra unutturmak sureti ile onları kaldırmıştır. Bazı ayetlerin hükmünü diğeri ile neshetmiştir. Ehli Sünnetin ittifak ettiği görüş nesih ve mensuhun olduğudur. Siz, televizyonlara çıkan yerden bitme ne olduğu belirsiz, hadis, müctehid tanımayan, işine gelmeyen ayeti bile görmeyen körlere aldanıp da ehli sünnetten şaşmayın..
www.ihvanlar.net
NESİH
(النسخ)
Şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir delille kaldırılması.
Sözlükte “ortadan kaldırmak; nakletmek, beyan etmek” mânalarına gelen nesh kelimesi terim olarak şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir delille kaldırılmasını ifade eder. Neshin söz konusu olduğu durumlarda önceki hüküm mensûh, onu yürürlükten kaldıran yeni hüküm veya delil nâsih diye anılır. Özellikle fıkıh usulü literatüründe gerçek anlamda neshedenin Allah olduğuna dikkat çekilerek delil veya hüküm için nâsih kelimesinin kullanımının mecazi olduğu belirtilir. Öte yandan muhkemi “neshedilmemiş” anlamında yorumlayanlar tarafından nâsih de dahil olmak üzere hükmü neshedilmeyen âyetler muhkem diye nitelendirilir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra gerçekleşmemesi, nâsih ve mensuhun şer‘î (Kur’an ve Sünnet’te bulunan) amelî hükümler olması, mensuh hükmün bir süre yürürlükte kalmış bulunması, iki hüküm arasında her biriyle ayrı ayrı amel etmeye imkân vermeyecek derecede uzlaşmazlık tesbit edilmesi, nâsih hükmün delilinin mensuhunki ile aynı güçte veya ondan daha güçlü olması neshin genel şartları arasında yer alır.
Kur’an davetinin kıyamete kadar bütün insanlara yönelik olduğu ilk inen âyetlerden itibaren vurgulanmış (meselâ bk. el-A‘râf 7/158; el-Enbiyâ 21/107; el-Furkan 25/1; Sebe’ 34/28; et-Tekvîr 81/27), Hz. Muhammed’in peygamberlerin sonuncusu (el-Ahzâb 33/40) ve Allah katında hak dinin İslâm olduğu (Âl-i İmrân 3/19), İslâm’dan başka bir din arayan kimseden bunun kabul edilmeyeceği (Âl-i İmrân 3/85) ifade edilmiştir. İslâm âlimleri de İslâm’ın daha önceki şeriatları tamamen veya kısmen yürürlükten kaldırdığında hemfikirdir. Peygamberler vasıtasıyla insanlara ulaştırılan dinler inanç, ahlâk ve ibadetin esaslarında müşterek olup farklılık amelî hükümlerin bir kısmında gerçekleşmiştir. Yahudi fırkaları içinde, Allah’ın ilminde değişiklik
meydana gelebileceği (bedâ) anlayışına götüreceği gibi gerekçelerle neshi inkâr edenler çıkmış, son zamanlarda hıristiyanlar da bu yönde görüş belirtmeye başlamıştır. Ancak insanlığın tarihî gelişimi dikkate alındığında ilâhî hükümlerin amelî boyutunda insanların içinde bulunduğu şartlar gözetilerek bazı değişikliklerin yapılması tabiidir; bunu Allah’ın ilminde değişiklik olduğu anlamında kabul etmek yanlıştır. Hz. Âdem’in kız ve erkek çocukları birbirleriyle evlenirken bunun Tevrat’ta haram kılınması (Levililer, 18/9, 20/17; Tesniye, 27/22), Hz. Nûh’un kavmine kanlı et dışında her canlının helâl kılındığı ifade edilmişken (Tekvîn, 9/2-4) Hz. Mûsâ’nın şeriatında bazı hayvan türlerinin haram sayılması (Levililer, 11; Tesniye, 14/3-8; krş. el-En‘âm 6/146), Yahudilik’te kişinin karısını boşaması mubah iken (Tesniye, 24/1-3) Hıristiyanlık’ta kadının zina suçu işlemesi dışında bunun haram kılınması (Matta, 5/31-32) neshin İslâmiyet öncesi ilâhî dinlerdeki örneklerini teşkil eder.
Nesih kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de (el-Bakara 2/106) ve hadislerde (Wensinck, el-MuǾcem, “nsħ” md.) geçmekle birlikte mezhep imamları dönemine kadar bu terimin çerçevesinin belirlenmesine yönelik teorik tartışmalara rastlanmaz. Neshi kabul eden âlimlerin tamamı Kur’an’ın Kur’an’ı ve sünnetin sünneti neshedebileceğini kabul ederken Kur’an’ın sünneti veya sünnetin Kur’an’ı neshetmesinde görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kur’an’ın açıklanmasını sünnetin en temel işlevi olarak gören İmam Şâfiî başta olmak üzere bazı âlimler bu tür neshe karşı çıkarken çoğunluğu teşkil edenler, Kur’an’ın sünneti neshetmesi yanında mütevâtir sünnetin de Kur’an’ı neshedebileceğini söylemişlerdir. Kur’an’ın sünneti neshetmesine kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Kâbe yönüne çevrilmesi (el-Bakara 2/144; Buhârî, “Tefsîr”, 2/12, 14; Müslim, “Mesâcid”, 11-15) ve âşûrâ orucu yükümlülüğünün ramazan orucu ile kaldırılması (el-Bakara 2/185; Buhârî, “Śavm”, 69, “Tefsîr”, 2/24; Müslim, “Śıyâm”, 125) örnek gösterilir. Aksi görüşü savunanlar ise bu iki örneği Kur’an’ın Yahudiliğe ait hükümleri kaldırması kapsamında değerlendirmiştir.
İslâm’ın ilk asırlarında Kur’an’da neshin mevcudiyeti neredeyse herkes tarafından kabul edilirken IV. (X.) yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Mu‘tezile âlimi Ebû Müslim el-İsfahânî’nin buna karşı çıkmasının ardından konu tartışılır olmuştur. Neshi kabul edenlere göre nesih ilâhî şeriatlar arasında olduğu gibi aynı şeriat içinde de gerçekleşebilir. İnsanların öteden beri sahip oldukları inanç, örf ve âdetleri bir anda terkedip yeni dinin hükümlerini benimsemeleri kolay değildir. Kişinin dinin ruhunu, hüküm ve ilkelerinin yüceliğini tanıyıp kabullendikten sonra amelî hükümlerini kabul etmesi daha kolay olmuş, bu hükümler de toptan değil tedrîcî şekilde gelmiştir. Vahiy sürecinde Kur’an’ın uygulamaya yönelik az sayıdaki hükmünde değişikliğe gidilmesi tabiidir. Kur’an’da neshi kabul edenler görüşlerini desteklemek üzere aklî izahların yanında üç âyeti (nüzûl sırasına göre en-Nahl 16/101; er-Ra‘d 13/39; el-Bakara 2/106) delil göstermişlerdir. Ebû Müslim el-İsfahânî ise Kur’an’a bâtılın ne önünden ne ardından yol bulabileceğini ifade eden âyete (Fussılet 41/42) dayanarak neshi kabul etmenin Kur’an’ın hükmünün iptal edilmesi anlamına geleceğini söylemiş, neshin mevcudiyetine delil getirilen âyetlerde Kur’an’ın daha önceki şeriatların veya kıblenin Kudüs’ten Mescid-i Harâm yönüne değiştirilmesinde olduğu gibi o şeriatlardaki bazı hükümlerin neshedildiğini öne sürmüştür. Ebû Müslim’in bu görüşü tenkit edilmiş olmakla beraber son zamanlarda bu doğrultuda görüş belirtenlerin sayısında bir artış görülmektedir. Bu eğilimdekiler, nâsih ve mensuh olduğu belirtilen âyetlerde gerçekte neshin bulunmadığını ortaya koyabilmek için tahsis vb. yollarla âyetleri uzlaştırma yoluna gitmişlerdir. Ancak birçok yerde mâkul yaklaşımlar ortaya koymalarına rağmen zorlama te’villere başvurdukları da olmuştur.
Klasik kaynaklara göre mensuh üç kısma ayrılır. 1. Hem nazmı hem hükmü neshedilenler. Selef’ten nakledilen rivayetlerde bazı âyetlerin veya sûrelerin daha sonra kaldırıldığı ya da unutturulduğu ileri sürülmüştür (meselâ bk. Buhârî, “Riķāķ”, 10; Müslim, “Zekât”, 116-119; Hâkim, II, 224, 415; IV, 359). Hz. Âişe’den gelen bir rivayete göre sütkardeşliğine ve evlenme engeli oluşmasına sebep olan on emzirme Hakkındaki âyet daha sonra beş emzirme hükmü ile neshedilmiştir (Müslim “RađâǾ”, 24; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 35; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 10; Tirmizî, “RađâǾ”, 3; Nesâî, “Nikâĥ”, 51). Mushafta on emzirmeye dair âyetin nazmı bulunmadığı gibi hükmü de yürürlükten kalkmıştır. 2. Nazmı neshedilip hükmü bâki kalanlar. Bazı âlimler bu tür neshi kabul etmemişler, gerekçe olarak da konuyla ilgili rivayetlerin haber-i vâhid türünde olmasını ve Kur’an’da nesih gibi önemli bir konunun bu yolla sabit olamayacağını öne sürmüşlerdir (Zerkeşî, II, 36). Nazmı neshedildiği halde hükmünün bâki kalabileceğini savunanlar ise nazmı ayrı, ondan elde edileni ise ayrı bir hüküm telakki etmişlerdir (Gazzâlî, II, 96). Neshin bu türüne “recm âyeti” diye meşhur olan, “Yaşlı (evli) erkek ve kadın zina ettiği zaman onları recmedin ...” anlamındaki rivayet (Buhârî, “Ĥudûd”, 30, 31, “İǾtiśâm”, 16; Müslim, “Ĥudûd”, 15) örnek gösterilir. Übey b. Kâ‘b’ın bildirdiğine göre bu âyet lafzı neshedilmeden önce Ahzâb sûresi içerisinde yer almaktaydı (Hâkim, II, 415; IV, 359). 3. Hükmü neshedilip nazmı bâki kalanlar. Kur’an’da neshi kabul eden âlimler tarafından benimsenen neshin bu türü ilgili eserlerin esas konusunu teşkil etmiştir. Selef’ten gelen rivayetlerde ve buna bağlı olarak ilk dönemlerde yazılan eserlerde lafzı kalıp hükmü neshedilen âyetlerin sayısı 300 civarında gösterilmektedir (Mustafa Zeyd, I, 407-408). Bunda, ilk dönem âlimlerinin nesih kelimesine daha sonraki dönem usulcülerinin yüklediklerinden daha geniş bir anlam yüklemelerinin yanı sıra bazı âlimlerin nesihte ifrata düşmelerinin etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda dikkat çekici bir örnek olarak Mekkî sûreler içinde yer alan ve müşriklerin eziyetlerine sabretmeyi, onlara aldırmamayı ve ilişmemeyi emreden âyetlerin müşriklerle savaşmayı emreden âyetle (et-Tevbe 9/5) mensuh sayılması gösterilebilir. Bu âyetle 114 veya 124 âyetin hükmünün neshedildiği söylenir. Ancak usul ve tefsir âlimleri, genelde bu âyet ve onunla mensuh sayılan âyetlerin farklı durumlarla ilgili olduğu görüşündedir.
İmam Şâfiî ve Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi âlimlerin öncülüğünde neshin tahsis, takyid, mübhemi beyan, mücmeli tafsil gibi terimlerden farkı ortaya konulmaya ve nesih alanına girmeyen diğer nesih iddiaları ayıklanmaya başlandıktan sonra mensuh kabul edilen âyetlerin sayısı azalmıştır. Süyûtî, kendi dönemine kadar yazılmış eserlerdeki bilgileri değerlendirip mensuh âyetlerin sayısını yirmi olarak tesbit etmiş (el-İtķān, III, 65-68), Şah Veliyyullah ed-Dihlevî bu âyetlerden sadece beşinin mensuh olduğunu belirtmiştir.
İslâm âlimleri, âyetler arasında neshin vâki olup olmadığının tesbiti konusu üzerinde de durmuşlar ve bu konuda bazı şartlar ortaya koymuşlardır. Hz. Peygamber’den veya sahâbeden bir âyetin neshedildiğine dair sağlam bilginin gelmiş olması, Enfâl (8/66) ve Mücâdile (58/13) sûrelerinin ilgili âyetlerinde olduğu gibi nâsih konumundaki âyette önceki hükmün kaldırıldığına delâlet eden lafzın yer alması, çelişkili gibi görünen iki âyetten birinin diğerinden sonra indiğinin kesin olarak bilinmesi gibi durumlarda neshin vâki olabileceğini söylemişlerdir.HADİS. Mekke döneminde Allah’a iman, Peygamber’e itaat ve âhiret hayatının varlığı gibi konuların işlenmesi, şirkin yerilmesi, infakın teşvik edilmesi, ahlâk kurallarının toplum hayatına yerleştirilmeye çalışılması sebebiyle genel olarak nesihle pek karşılaşılmaz. Medine döneminde ise ibadetler ve hukukî ilişkilerle ilgili emir ve yasaklar toplum hayatına girdiği ve bunların tatbiki esnasında tedrîcîliğe ihtiyaç duyulduğu için nesih gündeme gelmişse de Hz. Peygamber hayatta olduğundan farklı fikirler ileri sürülmemiş, aklî ve felsefî tartışmalara girilmemiştir.
Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra nesih Hakkında konuşulmaya başlanmış, Huzeyfe b. Yemân, fetva verebilecek kişinin özelliklerinden birinin Kur’an’ın nâsih ve mensuhunu bilmek olduğunu belirtmiş (Dârimî, “Muķaddime”, 21), Hz. Ali mescidde insanlara öğüt veren bir kişinin nâsih ve mensuh ilmini bilmediğini anlayınca hem kendisini hem başkalarını helâke sürükleyebileceğini söyleyerek onu uyarmış (Ebû Hayseme Züheyr b. Harb, s. 140), Abdullah b. Abbas nâsih ve mensuhu kendilerine hikmet verilen kimselerin bilebileceğini ifade etmiş (Taberî, III, 60), Abdullah b. Zübeyr de Hz. Peygamber’in bazı sözlerinin bir müddet uygulamada kaldıktan sonra onun yeni bir sözüyle uygulamadan kaldırıldığını ve hadisler üzerinde nesih cereyan ettiğini haber vermiştir (Dârekutnî, IV, 145).
Gerek sahâbe gerekse tâbiîn dönemlerinde mutlakın takyidi, âmmın tahsisi, müphem ve mücmelin beyanı, istisna ile getirilen sınırlamalar ve uygulamadan kaldırılan hükümler nesih kapsamında düşünülmüş, tâbiîn devrinde özellikle sünnette nesih konusuyla ilgili değerlendirmeler ön plana çıkmaya başlamıştır. Yezîd b. Abdullah b. Şıhhîr, “Kur’an’ın bazı âyetleri nasıl birbirini neshediyorsa Resûlullah’ın hadislerinden bir kısmı da diğerlerini neshederdi” diyerek (Müslim, “Ĥayıż”, 82) sünnette neshin gerçekleştiğine işaret ederken Ebû Miclez es-Sedûsî, “Hz. Peygamber’in hadisleri de Kur’an’ın âyetleri gibi birbirini nesheder” sözüyle (Ca‘berî, s. 134) onu teyit etmiştir. Hadisleri resmî anlamda ilk derleyen İbn Şihâb ez-Zührî nâsih ve mensuh rivayetleri ayrı bir eserde toplamış (Hâzimî, s. 4), bu ilmin âlimleri en çok meşgul eden konulardan biri olduğunu belirtmiş (İbnü’s-Salâh, s. 276), nâsih ve mensuh ilminden haberdar olmayanların dinde karışıklıklara sebebiyet vereceğine işaret etmiştir (Şemseddin es-Sehâvî, III, 67). Nesihle ilgili rivayetlerin Resûl-i Ekrem’e kadar ulaşmayıp sonradan ortaya çıktığını ileri süren Abdülmüteâl Muhammed el-Cebrî gibi bazı çağdaş müelliflerin iddiası ise (Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân, s. 13) sağlam bir delile dayanmamaktadır.
Neshin terim anlamı üzerinde duran günümüze ulaşmış ilk eser İmam Şâfiî’nin er-Risâle’sidir. Şâfiî bu eserinde (s. 106-110) neshi âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, müphem ve mücmelin beyanı ile istisnadan ayırarak ona “nassın hükmünün kaldırılması ve yerine yeni bir hükmün getirilmesi” mânasını vermiştir. Daha sonraki dönemlerde nesih tefsir, hadis ve fıkıh usulü ilimlerinin önemli bir konusu olmuştur. Hadis usulcüleri ve genel olarak muhaddisler nesihte son sözü naklin ve Hz. Peygamber’in tatbikatının söyleyeceğini belirtmiş, ayrıca sahâbe ve tâbiîn dönemi âlimlerinin nesih anlayışına uygun düşeceği için daha çok vak‘aların tesbitini yapmakla yetinmiş ve nesihle ilgili nakilleri sıralamıştır. Ancak Mecdüddin İbnü’l-Esîr, hadislerden fıkıh âlimleri hüküm çıkardığından hadisin nâsih ve mensuhunu bilme işinin de muhaddisten çok fakih için gerekli olduğunu söylemiştir (Şemseddin es-Sehâvî, III, 66). Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr de zamanla aklî, mantıkî ve felsefî delillerle izah edilmeye başlanan neshi fıkıh usulünün konusu olmaya daha elverişli bulur (İħtiśâru ǾUlûmi’l-ĥadîŝ, s. 169).
Muhaddisler, sünnette neshi gerekli kılan en önemli etkenlerin Hz. Peygamber’in insanların ihtiyaçlarını gözetmesi ve ashabı eğitmede, toplumu ıslah etmede tedrîcîliğe önem vermesi olduğunu belirtirler. Hadislerdeki nesih dört yolla bilinir: 1. Resûl-i Ekrem’in bildirmesi. “Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, artık ziyaret edebilirsiniz” meâlindeki hadisi (Müslim, “Cenâǿiz”, 106; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 77) ve bunu gösteren uygulamaları böyledir. 2. Sahâbenin açıklaması. Hz. Ali’nin, “Resûlullah yanımızdan cenaze geçerken ayağa kalkmamızı emrederdi, daha sonra kendisi oturdu ve bize de oturmamızı emretti” sözü (Müsned, I, 82) bunun örneğidir. Sahâbîlerin açıklamasına bakarak neshe hükmedilip edilemeyeceği konusu tartışılmıştır. Bir kısım âlimler, bu tür açıklamalarda sahâbîlerin ictihadına dayanma ihtimalinden söz ederek bu ifadelerin neshe delâlet etmeyeceğini ileri sürmüş, Zeynüddin el-Irâkī, sahâbîlerin bu hükümle ilgili tarih farkını bildiği için bu tür açıklamalarla neshe hükmedilebileceğini söylemiştir (Leknevî, s. 191-192). Süyûtî, buna hükmedebilmek için nâsih ve mensuhu belirten açık bir ifade bulunması gerektiğini belirtmiş, sonraki devirlerde ise neshe gidebilmek için sahih bir nakle ve delile ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir (el-İtķān, II, 52). 3. Vürûd tarihlerinin bilinmesi. Mensuh olma ihtimali bulunan hadislerin Resûl-i Ekrem tarafından hangi tarihlerde söylendiği biliniyorsa daha sonra söylenen hadisin nâsih olduğu anlaşılmış olur. Ancak bu yolla neshe hükmedebilmek için her iki hadisi uzlaştırma ve ikisiyle birlikte amel etme imkânının bulunmaması gerekir. Hacamat yapmak ve yaptırmakla orucun bozulacağı konusundaki rivayetler buna örnektir. Sahâbeden Şeddâd b. Evs’in naklettiğine göre Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi esnasında ramazan orucuna niyet etmiş bir kişinin hacamat yaptırdığını görünce hem hacamat yapanın hem yaptıranın orucunun bozulduğunu belirtmiş (Buhârî, “Śavm”, 32; Ebû Dâvûd, “Śıyâm”, 28; Tirmizî, “Śavm”, 60), Abdullah b. Abbas ise Resûlullah’ın ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırdığını rivayet etmiştir (Müsned, I, 215, 221, 222, 236; Buhârî, “Śayd”, 11; “Śavm”, 32; Müslim, “Ĥac”, 87). Her ikisi de güvenilir kaynaklarda nakledilen ve uzlaştırılma imkânı bulunmayan bu iki olaydan birincisi 8 (630), ikincisi 10 (632) yılında meydana gelmiş, dolayısıyla ikinci rivayet birinciyi neshetmiştir (Süyûtî,Tedrîbü’r-râvî, II, 191-192). 4. Bir konuda icmâın oluşması. İcmâın tek başına neshedici özelliği bulunmamakla birlikte ulemâ bazı karînelere dayanarak iki zıt haberden birinin nâsih, diğerinin mensuh olduğunda ittifak ederse bu durumda icmâ neshin bilinmesine yardımcı olur (a.g.e., II, 192). İçki içtiği için üç defa cezalandırılan kimsenin dördüncü defa aynı suçu işlediğinde öldürülmesini emreden hadisin (İbn Mâce, “Ĥudûd”, 17; Ebû Dâvûd, “Ĥudûd”, 37) öldürmeme yönünde oluşan icmâ ile mensuh sayılması buna örnek gösterilmektedir (Şâfiî, İħtilâfü’l-ĥadîŝ, s. 207; Hâzimî, s. 300). Öldürmeyle ilgili rivayeti nakleden Tirmizî arkasından, dördüncü defa içki içen birinin Hz. Peygamber’e getirildiğini ve ona içki içme cezasının uygulanmasını emrettiği konusunda farklı bir rivayet nakletmiş, ayrıca öldürülmeyeceği hususunda icmâ oluştuğunu belirtmiştir (“Ĥudûd”, 15).
Neshin Çeşitleri. 1. Sünnetin Sünnetle Neshi. Hadis âlimleri, aralarında nesih bulunan hadislerin delil olarak kullanılmaya elverişliliğini göz önüne alıp sünnetteki neshi mütevâtir hadisin mütevâtir hadisle, haber-i vâhidin haber-i vâhidle, haber-i vâhidin mütevâtir hadisle ve mütevâtir hadisin haber-i vâhidle neshedilebileceği şeklinde dört gruba ayırmışlardır. Bunlardan ilk üçünün gerçekleşeceğine dair herhangi bir tereddüt bulunmamakta, dördüncüsünün mümkün olup olmadığı konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmektedir (Nevevî, Şerĥu Müslim, IV, 37). Bunun aklen câiz sayıldığı, ancak gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığı kanaati yaygın olmakla birlikte Asr-ı saâdet’ten sonraki dönemler için imkânsız kabul edildiğini söyleyenler de vardır (Şevkânî, s. 323). 2. Sünnetin Kur’an’la Neshi. Muhaddisler sünnetin Kur’an’la neshedilebileceği görüşü üzerinde icmâ etmiştir. Bu konuda verilen örneklerden biri, İslâm’ın ilk dönemlerinde namazda konuşmanın sakıncalı bulunmadığını, sonradan bu cevazın kaldırıldığını belirten Zeyd b. Erkam’ın rivayetidir. Bu rivayette, “Namazlara ve orta namaza devam edin, Allah’ın huzurunda içten bir bağlılıkla durun” meâlindeki âyetin (el-Bakara 2/238) inmesinden sonra konuşma yasağının geldiği haber verilmekte (Buhârî, “ǾAmel fi’ś-śalât”, 15; Müslim, “Mesâcid”, 35), Hz. Peygamber’in namaz içindeki konuşma ruhsatının âyette geçen “içten bir bağlılıkla namaz kılma” emrine binaen neshedildiği belirtilmektedir. 3. Sünnetin Kur’an’ı Neshi. Kur’an ile sabit olan bir hükmün sünnetle neshedilebileceği görüşüne itiraz edilmiştir. Bu konuda ortaya çıkan ihtilâflar, Kur’an ile sünnetin delil olma açısından aynı güce sahip olup olmadığı meselesindeki tartışmalara dayanmaktadır. Sünnetin Kur’an gibi vahye dayandığını kabul edenler sünnetin Kur’an hükmünü neshedebileceğini söylerler. Ancak nassı neshedecek nassın aynı güçte veya daha güçlü olması gerektiğinden bu görüş, Kur’an âyetlerinin sadece mütevâtir sünnetle neshedilmesiyle sınırlandırılmıştır. Birçok âlime göre ise bu nesih çeşidi aklen câiz olmakla birlikte naklen sabit değildir. Bu tür neshe örnek gösterilen bazı rivayetlerin tahsis ve takyid yoluyla çözüme kavuşturularak nesih kapsamından çıkarıldığı belirtilmektedir. 4. Sünnetin Akıl ile Neshi. İbn Kuteybe, Mu‘tezile âlimlerinden Nazzâm’ın aklî delillerin bazı hadisleri neshedeceği şeklinde bir görüşe sahip olduğunu söylemektedir. Fakat Nazzâm’ın bununla terim anlamında nesih değil red mânası kasdettiği ifade edilmiştir. Zira Resûlullah’tan sonra sahih nakil olmadan icmâ dışında muhaddislerin sözüyle ve müctehidlerin ictihadıyla herhangi bir hadisin neshine hükmedilemeyeceğine, bu konuda re’y ve ictihada değil sahih nakle bakılacağına dair âlimler arasında görüş birliği bulunmaktadır.
Nâsih-mensuh hadislerin sayısı konusunda farklı görüşler vardır. İbn Şâhin yaklaşık doksan, Hâzimî seksen, Ca‘berî 110, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ise sadece yirmi bir konudaki hadis üzerinde nesih gerçekleştiğini belirtmektedir. Bu sayılar arasındaki farklılık bazı müelliflerin neshi muhtemel olan bütün rivayetleri eserlerine almalarıyla ilgilidir. Dikkatli bir inceleme neticesinde, mensuh olduğu söylenen rivayetlerin çoğunun uzlaştırma veya te’vil yoluyla çözüme kavuşturulduğu görülmektedir. Hadiste nesih örneklerini çoğaltma veya onu çok aza indirme şeklinde iki uç görüşün ortaya çıkmasında neshe verilen çeşitli mânalar, konuyu işleyenlerin ilmî ve itikadî bakımdan farklı anlayışa sahip olmaları, hükümlerdeki amacı derinlemesine araştırmayan bazı kişilerin hadisleri tek tek ele alarak değerlendirme yapmaları ve neshe konu olan rivayetlerin sıhhat durumunun tesbiti esnasında farklı sonuçlara ulaşılması gibi âmillerin etkili olduğu tesbit edilmektedir. Önemli etkenlerden biri de bazı âlimlerin çelişkili gibi görünen rivayetlerde çözümü araştırmak yerine çelişkiyi nesih kolaycılığıyla gidermeye çalışmalarıdır.
FIKIH. Sahâbe ve tâbiîn dönemindeki örnek ve kullanımlardan o sıralarda neshin fıkıh usulündeki teknik anlamını aşan bir kavramsal çerçeveye sahip olduğu, âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, mücmel ve müphemin beyanı gibi durumların da bu kapsamda düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan eserler içinde neshi usuldeki anlamına çekmeye çalışan ilk ifadelerin Şâfiî’ye ait olduğu görülür (Mustafa Zeyd, I, 73-75; karşı bir görüş için bk. Hâşimî et-Tîcânî, I, 81). Usul âlimleri nesih için “taabbüd süresinin sona erdiğinin açıklanması”, “önceki hitapla sabit olan hükmün kaldırıldığına delâlet eden hitap”, “bir şer‘î delilden sonra onun içerdiği hükmün aksini gerektiren başka bir şer‘î delilin gelmesi” gibi farklı tanımlar verseler de bunların şer‘î bir hükmün daha sonra gelen başka bir şer‘î delille kaldırılması noktasında birleştiği söylenebilir (bazı tanımlar etrafında oluşan ekolleşme ve bunları besleyen âmillerle ilgili tahliller Hakkında bk. Mustafa Zeyd, I, 78-109).
Klasik literatürde İslâm âlimlerinin neshin aklen câiz ve şer‘an vâki olduğu hususunda fikir birliği ettiği, sadece Ebû Müslim el-İsfahânî’nin neshi aklen câiz görmekle birlikte Kur’an’da nesih bulunmadığını ileri sürdüğü belirtilir (bu görüşün sahibine nisbeti ve kapsamı Hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Ali Hasan el-Arîd, s. 191-207; Nâdiye Şerîf el-Ömerî, s. 97-115). Neshin aklen cevazı yanında şer‘an vukuu Hakkında birçok delile yer verildiği gibi teorik olarak neshe karşı ileri sürülebilecek gerekçeler de geniş biçimde tartışılır. Esasen İslâm dininin önceki ilâhî bildirimleri kısmen veya tamamen neshettiği genel kabul gören bir husus olmakla birlikte İslâm ahkâmının kendi içinde de nesih bulunduğuna dair ileri sürülen delillerin zaman zaman farklı biçimlerde yorumlandığı görülmektedir. Aşağıdaki âyetler bunların başında gelir: “Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilir- ‘Sen ancak bir iftiracısın’ dediler. Hayır, onların çoğu bilmez” (en-Nahl 16/101); “Biz bir âyetin hükmünü nesheder veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz” (el-Bakara 2/106); “Allah dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakır. Ana kitap O’nun yanındadır” (er-Ra‘d 13/39). A‘lâ sûresinin 6-7, Yûnus sûresinin 15 ve Nisâ sûresinin 160. âyetleriyle aralarında nesih ilişkisinin bulunduğu düşünülen âyetler ve müslümanların konuya ilişkin icmâı da bu kapsamda ele alınan delillerdendir. Neshin aklî delilleri incelenirken bunun Allah’ın ilminde değişme ihtimalini düşündürmesini esas alan tartışmalara da girilmekle birlikte (bk. BEDÂ) ağırlıklı biçimde insan hayatında gelişmenin ve toplumlar için değişimin kaçınılmaz olduğu gerekçesi üzerinde durulur; bu konudaki tahliller aynı zamanda neshin hikmet ve yararlarına ilişkin açıklamalar niteliğindedir. Bu hususla bağlantılı olarak Şâtıbî başlangıçta günde iki vakit olan namazın daha sonra beş vakte çıkarılması, Allah rızası için harcama (infak) vecîbesi önceleri mutlak iken miktar ve sınırlarının belirli hale getirilmesi, kıblenin Beytülmakdis’ten Kâbe’ye çevrilmesi gibi örnekleri hatırlatarak teşrî‘ tarihinde neshin umumiyetle Medine döneminde gerçekleştiğine dikkat çeker ve örneklerin çoğunda neshin İslâm’a yeni girenleri ilerideki düzenlemelere hazırlayıp alıştırma ve kalplerini ısındırma amacı taşıdığını belirtir (el-Muvâfaķāt, III, 104).
Hangi tür hükümlerin neshe konu olabileceği tartışmaları sırasında Mu‘tezile âlimleriyle diğer İslâm âlimleri arasında hüsün kubuh meselesiyle irtibatlı teorik bazı görüş ayrılıkları gündeme gelmekle birlikte iman ve ahlâk esaslarına ilişkin hükümlerle amelî de olsa küllî nitelikteki şer‘î hükümlerin neshe konu olmayacağı genel kabul gören bir husustur. Neshin bir hitapla olması, hükmü kaldırılan hitabın herhangi bir vakitle kayıtlı bulunmaması ve neshedici hitabın zaman bakımından neshedilenden sonra gelmesi de neshin şartları arasında sayılır.
İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bir âyetin hükmü ve tilâvetinin (lafız) birlikte neshinden başka hükmü korunarak tilâvetinin veya tilâveti korunarak hükmünün neshedilebileceğini de kabul ederler. Yine çoğunluğa göre Kur’an’ın Kur’an ve sünnetle, sünnetin de sünnet ve Kur’an’la neshi câizdir. İmam Şâfiî ise Kur’an’ın ancak Kur’an’la, sünnetin de ancak sünnetle neshedilebileceğini söyler (er-Risâle, s. 106-109). Öte yandan fakihler Kur’an veya mütevâtir sünnetle sabit bir hükmün haber-i âhâd, icmâ yahut kıyasla neshinin câiz olmadığı hususunda fikir birliği içindedir.
Usul âlimleri bir hükmün sonuçları bakımından kendisinden daha hafif, daha ağır veya kendisine denk bir hükümle neshedilebileceği gibi yerine yeni bir hüküm getirilmeksizin de neshedilebileceği kanaatindedir. Nitekim namazda Kudüs’e yönelme ve yakınlara vasiyet gibi hükümler yerlerine yenisi konularak, kurban etlerini saklama yasağı ve Hz. Peygamber’le görüşmek isteyenlerin önce yoksullara sadaka vermesi gibi hükümler yerlerine yenisi konmaksızın neshedilmiştir.
Bir nassın nâsih olup olmadığı akıl ve şer‘î kıyas yoluyla değil sırf nakil yoluyla bilinebilir. Naklin varlığı ise ya, “Size kurban etlerini saklamanızı yasaklamıştım; artık kurban etlerini saklayabilirsiniz” hadisinde olduğu gibi (İbn Mâce, “Eđâĥî”, 16; Tirmizî, “Eđâĥî”, 94) bizzat nassın lafzında neshe delâlet eden bir ifadenin bulunması veya çatışan haberleri rivayet eden râvilerin söz konusu haberlerle ilgili tarih zikretmeleri ya da ümmetin sonra gelen bir hükmün nâsih olduğu hususunda icmâ etmesi durumunda kabul edilir.
Nassa ziyadenin nesih sayılıp sayılmayacağı tartışmaları da nesih konusunda önemli bir yer tutar. İlâve hükmün müstakil fakat öncekinin cinsinden olmaması halinde nesih sayılmayacağında ittifak vardır; müstakil ve öncekinin cinsinden olması durumunda da âlimlerin büyük çoğunluğuna göre nesihten söz edilemez. Müstakil olmayan ziyade ise Hanefîler’ce nesih kapsamında düşünülürken diğer üç mezhep ve bazı Mu‘tezile âlimlerine göre nesih saYılmaz; bu konuda farklı ihtimallere göre başka görüşler de ileri sürülmüştür (Şevkânî, s. 331-333).
Esasen nesih önceden sabit olan hükmün kaldırılmasını ifade ettiği için “âm lafızdan maksadın ne olduğunun beyanı” anlamına gelen tahsisten farklılık taşır. Fakat neshin sınırlarının belirlenmesinde, nitelik ve etkileri bakımından aralarında ciddi benzerlikler bulunan tahsisten ayırt edilmesi özel bir öneme sahiptir. Bazı usulcüler bunları müşterek olarak nitelerken bazıları aralarında içlem-kaplam ilişkisi bulunduğunu belirtmiştir. Bu kavramların farklı içerikte kullanılması sebebiyle muhtelif âlimlere göre neshedilmiş âyetlerin sayısı da farklılık göstermiş, bazı âyetlerde nesih değil tahsisin söz konusu olduğunu ileri sürenler mensuhların sayısını azaltırken karşı görüş sahipleri tahsis şekillerini neshe dahil ederek bu sayıyı arttırmıştır (Fahreddin er-Râzî, I/3, s. 10-11; Süyûtî, III, 68; nitelikleri, delilleri, hüküm ve etkileri bakımından nesihle tahsis arasındaki farklar için bk. Koca, s. 122-124; ayrıca bk. TAHSİS). Çağdaş müelliflerin birçoğu ilke olarak neshi kabul etmekle birlikte nesih kavramının tahsis, takyid vb. durumları içerecek biçimde kullanılması, İslâm’ın Câhiliye dönemine ait bazı hükümleri iptal etmesinin nesih kapsamında düşünülmesi gibi sebeplerle klasik eserlerde mensuh âyet sayısının oldukça kabarık göründüğüne ve nesih örneklerinin sınırlandırılması gerektiğine dikkat çekerken bazıları da mutlak biçimde Kur’an ve Sünnet’te nesih bulunmadığını savunmaktadır.
Literatür. Nesih konusu sahâbe devrinden itibaren tartışıldığı için bununla ilgili eserlerin tarihi I. (VII.) yüzyıla kadar gider. İbnü’n-Nedîm, Kur’an’ın nâsihi ve mensuhu Hakkında ilk dönemde eser veren çok sayıda ilim adamına işaret eder (el-Fihrist, s. 40). Bunlar arasında Haccâc, Mukātil b. Süleyman, İbn Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Ebû Îsâ et-Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Zeyd gibi isimler vardır. Tefsir kitaplarında Bakara (2/106), Ra‘d (13/39) ve Nahl (16/101) sûrelerinde geçen nesih konusuna hem bu âyetlerin tefsirinde hem de nâsih ve mensuh olduğu bildirilen diğer âyetlerin yorumunda temas edilir ve konu Kur’an ilimleri ve İslâm hukuku açısından değerlendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’de nesihle ilgili olarak ilk asırlarda yazılıp günümüze ulaşan eserlerden bazıları şunlardır: Katâde b. Diâme, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fî kitâbillâh (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1403/1983, 1406/1985, 1989; nesihle ilgili geniş araştırmaları bulunan Hâtim Sâlih ed-Dâmin ayrıca ErbaǾatü kütüb fi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ [Beyrut 1409/1989] adlı derlemesinde Katâde b. Diâme, Zührî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ve İbnü’l-Bârizî’nin neshe dair kitaplarını bir araya getirmiş ve tahkikini yapmıştır); İbn Şihâb ez-Zührî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1988); Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Muhammed b. Sâlih el-Müdeyfir, Riyad 1411/1990; nşr. John Burton, al-Nasikh wa’l-mansukh: en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Ǿazîz adıyla, Cambridge 1987; haz. Fuat Sezgin, Frankfurt 1985 [yazmadan tıpkı basım]); Nehhâs, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fî kitâbillâhi Ǿazze ve celle ve’ħtilâfi’l-Ǿulemâǿi fî źâlik (Kahire 1323, 1938; nşr. Şa‘bân Muhammed İsmâil, Kahire 1986; nşr. Muhammed Abdüsselâm Muhammed, I-III, Küveyt 1408/1988; nşr. Süleyman b. İbrâhim b. Abdullah el-Lâhim, I-III, Beyrut 1412/1991).
Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm ve Nehhâs ile ciddi bir gelişme gösteren nesih ilmi sonraki dönemlerde bu iki âlimden çok yararlanır. Özellikle Ebû Ubeyd’in eserinin erken bir devirde fıkıh ilminin sistematiğine göre hazırlanması önemli bir yenilik olarak kabul edilir. Daha sonra yazılan ve zamanımıza intikal eden neshe dair önemli eserler şöylece sıralanabilir: Hibetullah b. Selâme, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ min kitâbillâh (Kahire 1379/1960 [Vâhidî’nin Esbâbü’n-nüzûl’ü ile birlikte]; nşr. Muhammed Züheyr eş-Şâvîş - Muhammed Ken‘ân, Beyrut 1406/1986; nşr. Mûsâ el-Alîlî, Beyrut 1989; Beyrut, ts. [Âlemü’l-kütüb, Vâhidî’nin Esbâbü’n-nüzûl’ü ile birlikte]); Abdülkāhir el-Bağdâdî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (nşr. Hilmî Kâmil Es‘ad Abdülhâdî, Amman 1987; kitabın yedinci bölümü hadiste nesih Hakkındadır); Mekkî b. Ebû Tâlib, el-Îżâĥ li-nâsiħi’l-Ķurǿân ve mensûħih (nşr. Ahmed Hasan Ferhât, Cidde 1406/1986. Türkçe trc. Musa Kazım Yılmaz, Kur’an’da Nâsih ve Mensûh Var mıdır?, İstanbul 1998); İbn Hazm, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî, Beyrut 1406/1986); Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (nşr. Abdülkebîr el-Alevî el-Medgarî, I-II, Rabat 1988; Kahire 1992); Ebû Ca‘fer Ahmed b. Abdüssamed b. Abdülhak el-Hazrecî, Nefesü’ś-śabâĥ fî ġarîbi’l-Ķurǿân ve nâsiħihî ve mensûħih (nşr. Muhammed İzzeddin el-İdrîsî, I-II, İstanbul 1414/1994); Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Nâsiħu’l-Ķurǿân ve mensûħuh: Nevâsiħu’l-Ķurǿân ([müellif eserini ǾUmdetü’r-râsiħ fî maǾrifeti’l-mensûħ ve’n-nâsiħ olarak adlandırır], nşr. Muhammed Eşref Ali el-Malabârî, Medine 1404/1984; Beyrut 1405/1985; Riyad 1405; nşr. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî, Dımaşk-Beyrut 1411/1990; nşr. Halîl İbrâhim, Beyrut 1992), el-Muśaffâ bi-eküffi ehli’r-rusûħ min Ǿilmi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ (ǾUmdetü’r-râsiħ’in özeti olup önce Hâtim Sâlih ed-Dâmin tarafından el-Mevrid dergisinde yayımlanmış [VI/1, Bağdad 1977, s. 195-216], daha sonra kitap haline getirilmiştir [Beyrut 1405/1984, 1986, 1989]).
Klasik döneme ait eserlerden bazıları şunlardır: Muhammed Şu‘le, Śafvetü’r-râsiħ fî Ǿilmi’l-mensûħ ve’n-nâsiħ (nşr. Muhammed İbrâhim Abdurrahman Fâris, Kahire 1415/1995); İbnü’l-Bârizî, Nâsiħu’l-Ķurǿâni’l-Ǿazîz ve mensûħuh (nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut 1985, 1988); Mer‘î b. Yûsuf, Kitâbü Ķalâǿidi’l-mercân fi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ mine’l-Ķurǿân (nşr. Muhammed er-Ruhayyil Garâyibe - Muhammed Ali ez-Zügūl, Amman 1420/2000; Türkçe trc. Eyüp Aslan, Kur’an’da Nâsih ve Mensuh, İstanbul, ts. [Hak Yayınları]); Abdurrahman b. Muhammed el-Atâikî el-Hillî, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ (Necef 1390/1970).
Nesih Batı’da XVIII. yüzyıldan itibaren ayrı bir önem kazanmış, konu bir yandan Batılılar tarafından İslâm’ın aleyhinde kullanılmaya çalışılırken öte yandan müslümanlar, İslâm’ın Hıristiyanlığı ve Yahudiliği geçersiz kıldığını söyleyerek neshi lehte değerlendirmek istemiştir. Bu bağlamda Rahmetullah el-Hindî’nin İžhârü’l-ĥaķ adlı çalışması önemlidir (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Kahire 1406/1986, s. 373-400: el-Bâbü’ŝ-ŝâlis fî iŝbâti’n-nesħ). Hindu iken hıristiyan olan Ram Çander de Taĥrîf-i Ķurǿân adlı kitabında (Delhi 1877) nesih tartışmasına girer. Kur’an’da neshin varlığını kabul etmeyen Ehl-i Kur’ân ekolünün kurucusu Abdullah Çekrâlevî, Reddü’n-nesħi’l-meşhûr fî kelâmi’r-rabbi’l-ġafûr (Burhânü’l-furķān, s. 112-113) adıyla bir kitap telif etmiştir. Hint alt kıtasında modern dönemde kaleme alınan tefsirlerde nesih meselesine ayrı bir önem atfedilir. Mısır’da Muhammed Abduh ve M. Reşîd Rızâ’nın çıkardığı el-Menâr dergisinde konuyla ilgili uzun makaleler yayımlanmıştır. Modern dönemde neshe dair yazılan eserlerden bazıları şunlardır: Mustafa Zeyd, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm: Dirâse teşrîǾiyye, târîħiyye, naķdiyye (I-II, Kahire 1963; Mansûre 1987); Abdülmüteâl Muhammed el-Cebrî, Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân: limâźâ? (Kahire 1400/1980), en-Nâsiħ ve’l-mensûħ beyne’l-iŝbâti ve’n-nefy (Kahire 1987, 2. bs.), en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye kemâ efhemühû ([Kahire] 1380/1961); Ali Hasan el-Arîz, Fetĥu’l-mennân fî nesħi’l-Ķurǿân (Kahire 1973); Ali Hasan Muhammed Süleyman, Fetĥu’r-raĥmân fî beyâni’n-nesħ fi’l-Ķurǿân (Kahire 1414/1994); Muhammed Sâlih Mustafa, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (Beyrut 1409/1988); Mustafa Muhammed Süleyman, en-Nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm ve’r-red Ǿalâ münkirîhâ (Kahire 1411/1991); Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Lâ Nesħa fi’l-Ķurǿân (Kahire 1398/1978); Hâşimî Tîcânî, Meźhebü’n-nesħ fi’t-tefsîr ve ebǾâdühü’l-ictimâǾiyye (I-II, Cezayir 1412/1992); Muhammed Mahmûd Nedâ, en-Nesħ fi’l-Ķurǿân beyne’l-müǿeyyidîn ve’l-muǾârıżîn ([Kahire] 1417/1996); Mustafa İbrâhim Zelemî, et-Tibyân li-refǾi ġumûżi’n-nesħ fi’l-Ķurǿân (baskı yeri ve tarihi yok); Abdülhalîm Süleyman Rebî‘, Taĥķīķu’l-ķavl fî mevżûǾi’n-nesħ beyne’l-müŝbitîn ve’l-münkirîn (Kahire 1985); Abdülfettâh Süreyyâ Mahmûd, en-Nesħ ve mevķıfü’l-Ǿulemâǿ minh (Kahire 1408/1988). İslâm hukuku bağlamında neshi ele alan modern çalışmalar da vardır: Muhammed Vefâ, Aĥkâmü’n-nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (Kahire 1404/1984); Abdülkādir Ahmed Hafnî, en-Nesħ Ǿinde’l-uśûliyyîn ve eŝeruhû fi’l-aĥkâmi’ş-şerǾiyye (baskı yeri yok, 1998); Hasan Abdullah el-Usaymî, en-Nesħ ve’t-taħśîś fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (Mekke 1988); Abdurrahman b. Süleyman Müzeynî, İtticâhâtü’t-teǿlîf ve’n-nesħ fî mecâli’l-fıķh ve uśûlihî fi’l-ķarneyni’s-sâbiǾ ve’ŝ-ŝâmin el-hicriyyeyn (Medine 1420/2000); Nâdiye Şerîf el-Ömerî [el-Amrî?], en-Nesħ fî dirâsâti’l-uśûliyyîn (Beyrut 1405/1985); Sabrî Muhammed Meârik, Aĥkâmü’n-nesħ ve âŝâruh fi’l-fıķhi’l-İslâmî (Kahire 1987); Muhammed Hamza, Dirâsâtü’l-aĥkâm ve’n-nesħ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (Dımaşk, ts. [Dârü Kuteybe]); Şa‘bân Muhammed İsmâil, Nažariyyetü’n-nesħ fi’ş-şerâǿiǾi’s-semâviyye (Kahire 1977, 1988). Türkiye’de de konu özellikle Kur’an’da neshin varlığı bağlamında çalışılmıştır: Ahmet Lütfi Kazancı, Kitap ve Sünnette Nesh (İstanbul 1964); Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nâsih ve Mensuh Âyetleri (Ankara 1980); M. Sait Şimşek, Kur’an’da İki Mesele: Müteşabih-Nesh (İstanbul 1987); Salih Kul, Kur’ân-ı Kerim’in Önceki Semavî Kitapları Neshi (Erzurum 1991); Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi (İstanbul 1996); Remzi Kaya, Kur’ân-ı Kerîm’de Nesih (Bursa 2001); Talip Özdeş, Kur’ân ve Nesh Problemi (Ankara 2005).
Batı’da John Burton’un konuyla ilgili kitabı, ayrıca neşirleri ve makaleleri vardır: The Sources of Islamic Law: Islamic Theories of Abrogation (Edinburgh 1990), “The Exegesis of Q, 2:106 and the Islamic Theories of Naskh: Mā nansakh min āya aw nansahā na’ti bi khairin minhā aw mithlihā” (BSOAS, XLVIII/3 [London 1985], s. 452-469), “The Interpretation of Q, 87, 6-7 and the Theories of Nash” (Der Islam, LXII [Berlin 1985], s. 5-19).
Nesih konusunda üniversitelerde pek çok çalışma yapılmıştır. Amin M. Salam al-Manasyeh al-Btoush, The Question of Abrogation (Naskh) in the Qur’an adıyla hazırlayıp (1990, New York University) yayımladığı doktora çalışmasında (Amman 1994) İbn Şihâb ez-Zührî’nin eserini incelemiş, Şakir Erkan da Kur’an’da Nesih adıyla bir doktora çalışması yapmıştır (1997, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Bu konudaki yüksek lisans tezlerinden bazıları şunlardır: Râşid b. Îsâ b. Huneyn, en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (1392, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye el-ma‘hedü’l-âlî li’l-kadâ, Riyad); Ahmed Abdullah el-İmârî ez-Zehrânî, İǾlâmü’l-Ǿâlim baǾde rusûħih bi-ĥaķāǿiķi nâsiħi’l-ĥadîŝ ve mensûħih (1398/1978, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Ahmed Muhammed Sıddîk, en-Nesħ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (1399/1979, Câmiatü’l-Melik Abdülazîz külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Fâtıma Sıddîk Ömer Nücûm, Nesħu’l-kitâb ve’s-Sünne bi’l-Kitâb ve’s-Sünne (1400/1980, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Mekke); Abdülkerîm b. Muhammed el-Osman, en-Nâsiħ ve’l-mensûħ li’bni Berekât el-ǾÎdî (1405, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye külliyyetü usûli’d-dîn [Riyad]); Medet Coşkun, Sünnet’in Kur’ânı Neshi Meselesi (1995, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Mustafa Kaygısız, Kur’ân-ı Kerim’de Nesh (1989, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Veysel Dudu, İslâm Hukuku Metodoloji Açısından Nesh Meselesi (2000, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yakup Aydoğdu, Kur’ân’da Nesh Çalışması (2002, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Halil Özcan, On Temel Tefsirde Nâsih ve Mensuh Olayı (1995, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yunuscan Olimov, Taberi’nin (310/922) Camiu’l-Beyan’ında Nesh (2003, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Konuyu çeşitli yönleriyle ele alan makalelerden bazıları şöylece sıralanabilir: Abdülaziz Çâvîş, “Nesih Meselesi” (SR, XV/375 [İstanbul 1334], s. 198-200; XXIII/595 [1340], s. 354-355; XXIII/596 [1340], s. 369-371; XXIII/597 [1340], s. 385-386; VIII/180 [1954], s. 66-67; VIII/181 [1954], s. 82-83); M. Raif Oğan, “Kur’an-ı Kerimi Kimse Neshedemez” (SR, III/69 [1950], s. 290-292); Yusuf Ziya Çağlı, “Şerayiin İhtilafı, Neshin Mahiyeti” (SR, XIV/329 [1961], s. 58-59); K. I. Semaan, “al-Nasikh wa-al-Mansukh: Abrogation and its Application in Islam” (IQ, VI/1-4, London 1961, s. 11-29); Talat Koçyiğit, “Kitap ve Sünnette Nesh Meselesi” (AÜİFD, XI [1963], s. 93-108); Ahmad Hasan, “The Theory of Naskh” (IS, IV/2 [1965], s. 181-200, trc. Mehmet Paçacı, “Nesh Teorisi”, İslâmî Araştırmalar, sy. 3 [1987], s. 105-109; sy. 4 [1987], s. 102-107); Andrew Rippin, “Al-Zuhri, Naskh al-Qur’an and the Problem of Early Tafsir Texts” (BSOAS, XLVII [1984], s. 22-43); Abdullah Aydemir, “Mensuh Ayetler” (Diyanet Dergisi, XXIV/4 [Ankara 1988], s. 51-94); Abdullah b. Hamd eş-Şebâne, “en-Nesħ fi’l-Ķurǿânı Kerîm” (Mecelletü’l-buĥûŝi’l-İslâmiyye, sy. 29 [Riyad 1990], s. 207-278); Ali Bakkal, “Kur’an’da Mensuh Ayetlerin Sayısı” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II [Şanlıurfa 1996], s. 33-74), “İmam Şâfiî’de Nesh Anlayışı” (a.g.e., III [1997], s. 109-132); M. Sait Şimşek, “Kur’an’da Nesh Meselesi” (Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2 [Konya 1986], s. 235-248); Remzi Kaya, “Nesh Terimi ve Muhtevası” (İslâmî Araştırmalar, V [Ankara 1987], s. 93-99), “Kur’an-ı Kerim’de Mensuh Ayetler” (Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI [Bursa 1994], s. 205-220), “Kur’an-ı Kerim’de Neshi İddia Edilen Ayetler” (a.e., VII [1998],s. 353-371); Abdullah Yıldız, “Serahsî’nin (483/1090) Hadis Anlayışı II: Nesh ve İhtilâfu’l-Hadisle Alakalı Meseleler” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, V [1999], s. 255-298); Muhsin Demirci, “Nesih Bağlamında Recim Âyeti Sorunu” (MÜİFD, XVIII [2000], s. 101-119); Talip Özdeş, “Vahiy-Olgu İlişkisi Açısından Nesh’e Getirilen Yorumlara Eleştirel Bir Yaklaşım” (İslâmî Araştırmalar, XIV/1 [Ankara 2001], s. 39-48); A. Galip Gezgin, “Kur’ân’da Nesh Problemine Eleştirel Bir Yaklaşım” (a.e., XIV/1 [2001], s. 49-68); İdris Şengül, “Ulumu’l-Kur’an Konusu Olarak Nasih ve Mensuh” (Diyanet İlmî Dergi, XXXVIII/3-7 [Ankara 2002], s. 91-112); Hamid Naseem Rafiabadi, “Abrogation (Naskh) in the Qur’an: An Overview of the Views of Islamic Scholars” (Insight Islamicus, III [Srinafar-Kashmir 2003], s. 75-90); Israr Ahmad Khan, “A Critique of the Theory of al-Naskh in the Qurǿān” (International Islamic University Malaysia Law Journal, XI/1 [Kuala Lumpur 2003], s. 115-136).