30 Eylül 2016 Cuma

Hendek muharebesinde Resûl-i ekrem(sav) ile Eshâbı
üç gün ağızlarına bir lokma koymamışlardı.Bu sırada Resûl-i Ekrem’e dikkat ettim.Mübârek karınlarına (açlıktan) taş bağlamışlardı.Hendek kazmakla meşgûl olan Eshâb,bir taş parçasını kıramadıklarını Peygamber efendimize haber verdiler.
Peygamber efendimiz(aleyhisselâm) kayaya üç defa vurmuşlar,her vuruşlarında kuvvetli bir ateş çıkmış,Yemen,İstanbul,Faris illeri görünmüştü.Peygamberimiz “Buraların müslümanlar tarafından fethedileceğini”buyurmuştu.
Câbir Bin Abdullah(ra)
1845 yılında,Avrupa’da ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı çok geçmeden,o yıllarda İngiltere’nin sömürgesi olan İrlanda’yı da etkiler.
Osmanlı Sultanı I.Abdülmecit,felaketi öğrendiğinde İrlanda’ya 10 bin sterlin göndermek üzere girişimlerde bulur.Ne var ki İngiltere Kraliçesi Viktorya,ülkesi topraklarında yaşanan dram için ancak
iki bin sterlin ayırabilmiştir.
1847 yılında bir milyon İrlandalı'nın hayatını kaybettiği Büyük Açlık Dönemi'nde Osmanlı Devleti içi gıda dolu
3 gemisini İrlanda Drogheda limanına göndermiştir.


Güzel ahlak,gelmeyene gitmek,
kötülük edeni bağışlamak,
vermeyene vermektir.
Hz.Muhammed(sav)


Böyle kimselere müşfikāne muâmele edin. Hastasını
ziyârete git, cenâzesinde bulun! Yalnız işte âyînine iştirâk etme! Bizzât Resûllullah gider, hastalarını ziyâret eder, cenâzelerinde bulunurdu. Civâr-ı mescidde bir Yahûdî vardı.
Cenâb-ı Resûl’ün hizmetinde bulunurdu. Âhireti teşrîflerine
yakın bir zamana tesâdüf etti.
– Gel, dedi, bir kelime söyle. Bizden olasın!.. İstidâd
gördü. Ahlâkı son derece güzel idi. Çocuk babasına baktı:
– Baksana, dedi, bana ne teklif eder!.. Ne cevab verdi
bilir misiniz?
– Ebu’l-Kāsım’a itâat et. Mâdem hizmetinde bulundun.
Kabûl et. Hürriyetin var.
Onun üzerine şehâdet getirdi. İşte hüsn-i muâmele dînimize de
bir ulviyet kazandırır.
Kendisini düşman olarak gören bir müşriğin bile ona malını, kıymetli eşyalarını güvenle emanet etmesi,Efendimiz'in
şahsiyetiyle ilgili çok önemli bir özelliktir.
Hz Muhammed'in(sav) hayatındaki en etkileyici konulardan biri peygamber olarak seçilmeden önce tüm toplumun ona emin sıfatıyla inanması ve güvenmesidir.


اعوذبالله من الشيطان الرجيم. بسم الله الرحمن الرحيم إنّ َاللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّوا اْلأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن 1 تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً Sadakallâhülazîm.
ان للهّ
Ale’t-tahkīk Allahu te’âlâ... “Allah” ism-i şerîfi, a’zam-ı esmâ-i ilâhiyyedir. İsm-i a’- zam olmasına cümle ulemânın icmâ’ı var. Çünkü hem sıfât-ı aliyye-i celâliyye ve kahriyye, hem sıfât-ı celîle-i cemâliyye ve ikrâmiyye... Cümlesini müstecmi’ olan zât-ı vâcib-i te’âlâ hazretlerine ilm-i hâsdır. “Allah” ism-i şerîfi zât-ı ulûhiyyetine mevzû’ ism-i hâs olduğu için, hem sıfât-ı celâliyyeyi, hem sıfât-ı cemâliyyeyi müstecmi’dir. Diğerleri ise yalnız bir sıfata delâlet etmekdedir. Burada daha ziyâde i’tinâ ile, pek ziyâde te’kîd ile ifâde ve iş’âr için “Allah” ism-i şerîfi zikr kılınmışdır. (الله ان (ale’t-tahkīk Allah celle celâluhû (يأمركم (sizin cümlenize emr ü fermân buyurur... Emri haber sûretiyle bize ifâde buyurması da ayrıca bir te’kîddir belâgatca. “Şöyle yapınız!” demiyor; “Allah size emr ediyor, buyuruyor; Rabb-ı zü’l-celâliniz, ulûhiyetde müteferrid ma’bûd-i bî-misâliniz sizin cümlenize emr ü fermân buyuruyor.” Neyi? İki şeyi. Ne kadar ahkâm-ı sübhâniyye varsa hepsi bunda dâhildir. ,ehline emâneti bir Her) أَن تُؤدُّوا الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا) :
Evvelâ sâhibine, müstahakkına te’diye eyleyin. Emânetlere hıyânet 1 Nisâ, 4/58. etmeyin. Nasıl ki âyet-i uhrâda tasrîh var: 2 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ ) .etmekdir hıyânet sûlüneRe ve a’Allah, etmek hıyânet Emânete) تَخُونُوا اللّهَ وَالرَّسُول... Emânet fi’l-asl masdardır. Fakat burada isim olarak îrâd buyurulmuşdur, “mü’temen bih” ma’nâsına. Buna binâ’en cem’ sîgasıyla vârid olmuş. Masdarlar cemi’lenmez; fakat isim kılınınca ismiyetine ri’âyeten cemi’lenir. İşte ne kadar size emniyet edilmiş, teslîm edilmiş, zimmetinize îdâ’ edilmiş vezâ’ifler varsa cümlesini hüsn-i isti’- mâl edin. Fahri Râzî diyor: Bu emânetullâh üç kısma taksîm olunur. Emânetullâh’a ri’âyet etmenin vücûbuna dâir birçok ehâdîs, birçok âyât-ı Kur’âniyye var. Ez cümle 3 إِنَّا عَرَضْنَا اْلأَمَانَةَ ) 4) عَلَى السَّمَاوَاتِ وَاْلأَرْض... .ederler îfâ âtla’mürâ itine’şerâ, yetleâ’ri i-hüsn ahidlerini, emânetleri herbir ki kimselerdir ol lermin’Mü) وَالَّذِينَ هُمْ ِلأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ) Emânet üç kısma taksîm olunur: Bir kısmı kul ile Rabbi beyninde.. Bir kısmı her kulun ibâdullâha karşı borçları, vezâ’ifi.. Bir kısmı da herkesin kendi nefsine karşı olan vezâ’ifi. Bunların cümlesi emânetde dâhildir.

وَهَلْ يَكُبُّ النَّاسَ في النَّارِ عَلَى مَنَاخِرِهِمْ، إِلاَ حَصَائِدُ أَلْسِنَتِهِمْ٥ Ekser nâsın burunları üzerine nâr-ı cahîme düşmesi, mu’azzeb kılınması; hasâ’id-i elsine sebebiyledir. Ya’ni lisânıyla kesb eylediği seyyi’ât böyle bâ’is-i duhûl-i nâr olur. İnsan lisânını muhâfazaya i’tînâ etmeli. Çünki sonra dünyâda da, âhiretde de mûcib-i felâketi olur.

 ان اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّوا الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا) mu’azzamanın sâdin ve kilitdârı Osman ibni Talha bin Abdiddâr hakkında nâzil olmuşdur. Resûl-i Ekrem Efendimiz yevm-i fetihde Mekke’ye dâhil olunca Osman bin Talha Ka’be’nin kapısını kilitleyip sath-ı Ka’be’ye çıkmış ve miftâh-ı Ka’be’yi Peygamber Efendimize teslîmden imtinâ’ ile ben onun Resûlullah olduğunu bilseydim miftâhı ondan esirgemezdim demiş idi. İmâm Ali hazretleri Osman’ın elini büküp miftâhı aldı. Ka’be kapısını açdı. Resûlullâh Efendimiz derûn-ı beyt-i mu’azzama girip iki rek’at namaz kıldı. Dışarıya çıkdıkda Abbas hazretleri miftâh-ı Ka’be kendisine verilip sikāyet ile sidâneti cem’ etmesini taleb ettiyse de bu âyet-i kerîme nâzil olmakla Resûl-i müctebâ efdalü’t-tahâyâ hazretleri miftâhı Osman’a iâde edip i’tizâr [243] eylemesini Hazret-i Ali’ye emr etdi. İmâm Ali de miftâhı Osman’a i’âde ile i’tizâr eyledi. Osman dedi ki, öyle ya.. İcbâr ve ezâ ettikden sonra şimdi geldin de rıfk ile mu’âmele ediyorsun. Hazret-i Ali: Senin hakkında Kur’ân nâzil oldu da şimdi bunun için sana bu mu’âmeleyi ediyorum cevâbını verdi ve âyeti okudu. Osman âyeti istimâ’ etmesiyle hemen şehâdet getirdi ve Cibrîl aleyhisselâm hubût edip sidânetin ile’l-ebed evlâd-ı Osman’da olduğunu Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimize haber verdi.

 İnsanın Rabbiyle olan muâmelesinde emânete riâyeti memûrâtı işlemek ve menhiyâtı terk etmekdir. Bu bir deryâdır ki sâhil ve pâyânı yokdur. İbn-i Mesûd hazretleri buyurdu ki: Emânet her şeyde ve hattâ abdestde ve cenâbetden guslde ve namazda ve zekâtda ve savmda bile lâzımdır.






Tekke-zaviyeler ihya ve imar için çalışmışlar,
alın teri ile elde ettiklerini yolculara gariplere misafirlere harcamışlardır.
Tekke-zaviyeler iç güvenlik ve emniyet yönünden
tehlike arzeden bölgelerde hizmet vermişlerdir.
Tekke-zaviyeler ilk yardım merkezi olarak hizmet vermiştir.
Kar ve tipili havalarda dervişler etrafa dağılır
Yolunu kaybeden,donma tehlikesi geçiren insanlar
tekkeye getirilir,gerekli müdahaleler yapılırdı.


Abdullah bin Mes’ud(ra):
“Hz.Ömer’in ilmi terazinin bir kefesine,yeryüzündekilerin ilmi de öteki ke­fesine konsa,Ömer’in(ra) ilmi ağır basardı.O,aramızda Allah’ı en iyi tanıyan,Allah’ın kita­bını en güzel okuyup anlayan ve dinde derin anlayış sahibi olan­dı.”

 
Ya Ömer,meleklerden Cibril gibisin,o,kâfirlere şiddetle iner. Enbiyadan da Nuh gibisin,o "Ya Rabbi,yeryüzünde hiç kâfir bırakma" dedi.
Taberani, Ebu Nuaym, İ.Asakir


Halife her Cuma olduğu gibi,o Cuma da Medine'de Mescid-i Nebevi minberinde hutbedeydi.Orada konuşurken,bir ara sözleri arasında şöyle dedi:
 "Yâ sâriyetu el-cebele, el-cebele !"(Ey Sâriye,dağa, dağa çekil)
 Mescittekiler soran gözlerle birbirlerine baktılar.Sâriye,İran'da devam eden fetihlerde görevli bir komutandı.Hz.Ömer Sâriye b. Zenim'i,Dâr-ı İbkird ve Fesa bölgesine komutan olarak tayin etmişti.Bu iki yer İran topraklarındaki iki bölgenin adıydı.Şimdi o,Medine'den Sâriye'ye sesleniyor ve ona hemen dağa çekilmesini söylüyordu.Oysa Sâriye ile arasında çok büyük bir uzaklık vardı.
Aradan birkaç hafta geçince Medine'ye bir elçi geldi.Elçiyi, komutanı Sâriye Medine'ye göndermişti ve elçinin yanında bir fetihname bulunmaktaydı.Elçi o Cuma günü savaşta olanları anlatınca durum açıklığa kavuştu:Hz.Ömer'in minberden emir verdiği gün,Sâriye'nin askerleri Sasani Devleti güçleriyle çarpışıyordu.Cuma vaktinde savaş sırasında Sâriye,Hz.Ömer'in şu sözlerini ve emrini duymuştu
Duydukları üzerine şaşırmıştı ama yine de,emredileni yerine getirmek için askerin sırtını yakındaki dağa vermiş ve sonunda zaferi kazanmıştı.


Sana üç yoldaş vardır.Biri vefakardır ikisi gaddar.
Biri dostlarındır,öbürü malın mülkün.Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.
Mal seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.
Ölüm günüde dost, sana hal diliyle der ki:
Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.
Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler.
Mevlânâ Hz


Resulullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder,fazlasını ihtiyaç sahiplerine verirdi.Kalanı ile yetinirdi.
Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim.
Artanını ihtiyaç sahiplerine vereceğim.
Ve bununla yetineceğim.
Hz.Ömer
Hazret-i Ömer,sıkıntı içinde yaşamayı tercih edip,
maaş artırma teklifini kabul etmedi.


Halife Ömer(r.a),bir sahabiyle arasında çıkan ihtilaf sebebiyle hâkimin huzuruna çıktı.Hâkim,büyük sahabilerden Zeyd bin Sâbit’ti (r.a.).Hz.Zeyd’i bu vazifeye tayin eden de halifenin kendisiydi.
Hz.Zeyd,(sesini rahat duyabilmek için)“Şöyle buyurun.” dedi.Hz.Ömer hiddetlendi.Oraya bir davalı olarak gidiyordu.Hâkimse,kendisine ayrı bir yer gösteriyordu.Ömer (r.a.),parmağını hâkime doğru çevirerek şu ibretli ikazda bulundu:
“Huzurunda halife ile halktan birisi eşit olmadığı müddetçe, sen bu makama layık olamazsın! Hâkim, vazife başında iken halifenin değil, Allah’ın emrini ve hükmünü yerine getirmelidir.”
Müslüman olsun olmasın, Hz. Ömer’in yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şikâyetini dile getirebilirdi. Hattâ gerektiğinde valileri bile kendisine şikâyet edebiliyorlardı. Hz.Ömer, şikâyetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına bakardı.