31 Ekim 2016 Pazartesi

Senin dinine mensup olduğunu söylese de,
dini ciddiye almayan
kişiye güvenme.
İbn Hazm
Bir zaman vardı ya târih-i mukaddes modası... Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası, Mutlakâ eski tesâvir ile ziynetlensin, Diye, ressam aratır hayli zaman bir zengin. Biri peydâ olarak, ben yaparım, der, kolunu Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu Sıvar amma ne sıvar! Sâhibi der: - Usta bu ne? Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! - Bu resim, askeri basmakta iken Fir'avn'ın, Bahr-i Ahmer yarılıp geçmesidir Musâ'nın. - Hani Müsâ be adam? - Çıkmış efendim karaya. - Fir'avun nerde? - Boğulmuş. - Ya bu kan rengi boya? - Bahr-i Ahmer ay efendim, yeşil olmaz ya bu da! - Çok güzel levha imiş! Doğrusu şenlendi oda! 
(Babam) Abdullah İbn-i Amr,üzerinde borcu olduğu halde (Uhud`da şehîden) vefât etmişti. Alacaklıların bu borçtan (bir miktârını) bırakmaları husûsusnda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem`in yardım buyurmasını diledim. Nebî aleyhi`s-selâm bunlardan böyle bir sulh taleb etti ise de alacaklılar (Yahûdî olduklarından) bir şey bırakmadılar. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana: - Ey Câbir, haydi (bahçene) git; hurmanı (toplayıp) tasnîf et: Acve (denilen iyi)yi bir boy, Azk-ı Zeyd (denilen engin) i de bir boy yap; sonra bana (haber) gönder! buyurdu. Ben bu emr-i Nebevî`yi yerine getirdim, sonra Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e (haber) gönderdim. Resûl-i Ekrem geldi. Hurma (harmanı)nın başına oturdu. Sonra (orada bekleşen alacaklılara işâret ederek): - Haydi şu kavmin matlubâtını ölç! buyurdu. Ben de ölçüp dâyinlere tamâmen haklarını verdim. Geri kalan hurmamın sanki aslından bir şey eksilmemişti. buhari 988
Prof.Uzun,Diyanet İşleri'nde göreve başladığı gün hocası Mahir İz şöyle der: "İlk maaşını alır almaz harcamadan bana gel." O da, üzerinde hayli emeği bulunan hocasının tavsiyesine uyarak maaş aldığı gün gider.Maaşı Mahir İz Hoca'nın önüne koyar. Hoca, "Bir hesap et bakalım, maaşının yüzde iki buçuğu ne ediyor?" der. Hocasının neden böyle yaptığını anlayamaz ama dediğini de yapar ve yüzde iki buçuğunu ayırır. Hoca sorar: "Ayırdın mı?" "Ayırdım." "Hah" der. "Şimdi oldu işte. Bu yüzde iki buçuk, senin maaşının zekatıdır. Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve bekletmeden
bir fakire, muhtaca ver."
"Bir iftar öncesi Hazreti Aişe Annemiz yemeğini hazırlamış Güllerin Efendisi'ni beklemektedir. Dışarıdan bir garibin sesi duyulur; "Ey peygamber hanesi! Ben garip bir insanım. yolcuyum. açım. muhtacım. yiyecek bir şeyiniz var mı?" Bu garibin sesini duyunca Aişe Annemiz, Hazreti Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem için hazırladığı mütevazi iftar sofrasını o garibe verir. Biraz sonra Hazreti Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldiğinde;"Ya Aişe! Bana ikram edecek bir şeyin var mı" diye buyurduklarında; "Az önce bir garip geldi ona verdim. Ya Rasulullah!"der, Aişe Annemiz. "Çok iyi ettin, ben de senden bunu beklerdim. " Birlikte hurma ve su ile açarlar oruçlarını. Ertesi akşamki iftar sofrası da başka bir garibe gider. Üçüncü günde aynı sahne tekrarlanır. Yetmiş iki saat sonra oruç yine
birkaç hurma ve su ile açılır.


Kim bir oruçluya iftar ettirirse o oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmemek üzere iftar verene de öbürünün sevabı kadar verilir.
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
(Ahmed bin Hanbel)

Oruç sadece yemekten içmekten vesâireden kesilmek değildir. Kâmil ve sevaplı oruç ancak faydasız laftan, boş vakit geçirmekten kötü söylemekten nefs-i emmârenin bütün temayüllerinden de vaz geçmektir. Şayed biri sana söver, yahut sana karşı câhilce herhangi bir harekette bulunursa kendi kendine “Gerçek ben oruçluyum, gerçek ben oruçluyum!” de, sabret!
Hazreti Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
(Hakîm, Beyhakî)



Allah Resûlü buyuruyor:
Oruç cehenneme karşı bir siper mâsiyetlere yani günahlara karşı bir kalkandır. O halde oruçlu kötü söz söylemesin câhilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisiyle dövüşür yahut ona söverse derhal “ben oruçluyum!” desin. Rûhum kudreti elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, oruçlunun ağzının açlıktan kokması Allah indinde misk kokusundan daha hoş ve temizdir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu: Oruçlu kimse sırf Ben’im için yemesini içmesini, şehvetini terk etmiştir. Oruç, Ben’imdir ve onun sayıya gelmeyen mükâfatını Ben vereceğim. Halbuki diğer ibâdetlerin sevabı on misliyle ödenir.” (Buhârî)
Ramazan orucuna sabır orucu denilmiştir. Sabrın ecri ise Kur’ân-ı Kerîm’in Zümer Sûresi 10. âyetine göre hesapsız olarak verilecektir:
Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.
Oruç da, Kur’ân da kula yani kendilerine devam edenlere kıyâmet günü şefaat edeceklerdir. Oruç der ki: “Ey Rabbim, hakîkat ben onu yani oruçluyu gündüzleri yemekten ve şehvetlerden men ettim. Onun hakkında beni şefaatçı kıl!” Kur’ân da der ki: “Ey Rabbim, ben onu yani Kur’ân okuyanı geceleri uykudan alıkoydum. Hakkında şefaat etmeme izin ver!” Onların bu niyazları kabûl edilerek şefaat ederler.” (Ahmed bin Hanbel)
Kim Ramazan orucunu farz olduğuna inanarak ve sevabını Allah’tan isteyerek gönül hoşluğu ve tam bir ihlâs ile tutarsa geçmiş küçük günahları bağışlanır.” (Buhârî, Müslim)
Bazı oruçlular vardır ki, kendisine âit olanı açlıktan başkası değildir. Nice kâimler yani gece ibâdet eden, teravih namazı kılan kimseler vardır ki, kıyâmından kendisinin olanı uykusuzluktan başkası değildir.” (Ahmed bin Hanbel)
Kim yalan söylemeyi onunla (yani yalanla) amel ve hareket etmeyi ve câhilliği bırakmazsa onun oruç tutarak yemesini içmesini terk etmesinde Allah için kabûl edilecek bir hareketi yoktur.
Her şeyin bir zekâtı vardır. Cesedin zekâtı da oruçtur.” (İbn-i Mâce)
Zekât dış bakımından malda bir azalmadır. Fakat hakîkat ve mânâ îtibariyle berekettir, artıştır. Oruç da böyledir. Zekât lügat bakımından temizlemek mânâsınadır. Nasıl zekât, elde kalacak malı tasfiye ediyor, temiz yapıyorsa oruç da bünyeyi takviye ediyor sağlamlaştırıyor. Oruç Nesâî’nin, Hâkim’in, Ebû Umame -radıyallahu anh-’ten rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfe göre hiçbir benzeri bulunmayan en faydalı ve en büyük bir ibâdettir.
Oruç bünyeye sıhhat verir. Nefsânî ve kötü temayülleri kırar. Kalbe safâ bahşeder. Nihâyet mü’mini Allâh’ına yaklaştırır.
Orucun daha nice faydaları vardır ki, nefs hâkimiyeti, açlığa ve zorluğa tahammül, açların haline vukuf ve merhamet v.s. bunlardandır.






Âlimler demişlerdir ki: Oruç ve açlıkta on güzel haslet vardır:
1- Açlıkta kalb safâsı, gönlün hakka inkıyâdı, göz keskinliği vardır.
Tokluk ise tembellik verir, basîreti kör eder. Dimağda buharı fazlalaştırır, bu sebeble kalbde bir ağırlık olur. Söylenen fikirlere intikal ve intibak edemez, esrârı anlayamaz.
2- Açlıkta rikkat-i kalb olur. Kalb safası da insanı münâcâtın lezzetini idrâk etmeye hazırlar, zikrinin ve sâir ibâdetlerinin tesirini görür.
3- Kalbde zill ü inkisâr olur, şımarıklık gider. Cenâb-ı Hak da hadîs-i kudsîde: “Ben, benim rızâm için kalbi münkesir olanlarla beraberim.” buyurmuştur. Lüzumsuz ferâh ve tuğyanın başlangıcı olan, aynı zamanda büyük mahrûmiyetlerin sebebi olan iftihar ve böbürlenme duygusu gider. Nefis açlıkla kırıldığı kadar hiçbir şeyle kırılmaz.
4- İnsan açlıkta belâları unutmaz, zararlara ve âfetlere dûçâr olanları unutmaz. Tok olan açları unutur, aç olanlar ise açlığın ve belâların elemlerini bilirler. Elemleri, fakirleri ve zayıfları unutmazlar.
5- Açlık bütün mâsıyet arzularını kırar, devamlı kötülüğü emreden nefsin (nefs-i emmâre) üzerine basar.
6- Açlık, insana hamâkat veren fazla uykuyu def eder, çok yiyen ise çok içer, çok içen çok uyur, çok uyuyanın gafleti artar. Kimin gafleti artarsa hüsrâna uğrar ve nedâmeti artar.
Bu sebeble meşâyih-i kirâm müridlere: “Çok yemeyiniz, çok içmeyiniz, bu sebeble çok uyursunuz ve hüsrâna uğrarsınız.” diye buyurmuşlardır.
7- Açlıkta ibâdete devâm kolaylaşır. Toklukta ise ibâdet zorlaşır, ibâdete devâm ise daha güçleşir.
8- Açlıkta bedenler ve uzuvlar sıhhatli olur, hastalıklar def olur. Çünkü umûmiyetle hastalıkların sebebi çok yemek, çok içmek, çok uyumak, kan fazlalığıdır. Hastalık ibâdetlere mânî olur, kalbi huzursuz eder, ibâdet şevkini kırar.
9- Gayet sade bir hayat sürer, sıkıntısı olmaz. Az yemeği îtiyad edinen az mala kanaat eder. Bu sebeble Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “İktisada riayet eden fakra dûçâr olmaz.” yani maîşetinde orta yolu tutan fakir olmaz buyurmuşlardır.
10- Açlıkta sadakasını gönül huzuru ile verebilir, yemeğinin fazlasını yetimlere, miskinlere dağıtır, kıyamette de sadakası altında gölgelenir. (Riyadü’n-Nâsihîn / 309. Aynı mâlumat İsabe’de de vardır.)






Muhammed bin el-Hâris -radıyallahu anh- der ki: Beş zümreye beş şeyi sordum, hepsi de aynı cevâbı verdiler:

1- Tabiblere; devâların en şifâlısını sual ettim: “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.

2- Hikmet ehillerine; Allâh’a ibâdete en fazla yardımcı olan nedir, diye sual ettim, “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.

3- Zâhidlere; zühde en fazla kuvvet kazandıran nedir, diye sual ettim, “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.

5- Sultanlara; her vakit dikkatli bulunmanın çaresi ve en güzel, en lezzetli taam nedir, diye suâl ettim, “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.

Yahya bin Muaz -radıyallahu anh- der ki: “Eğer açlık çarşıda satılır bir şey olsa idi âhiret tâlibine gereken şey, çarşıdan açlıktan başka bir şey satın almamak olurdu.

“Rasûlullah (s.a.) buyuruyor: “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz.” (Taberânî)
İbâdetler Allâh’ın emri ve sevgili peygamberimizin tebliği ile yapılır ki, buna “taabbüdî emir” denilir. Şüphesiz her ibâdette bizim tam ve eksik anlayabileceğimiz nice dünyevî faydalar da vardır. Fakat bu nokta ikinci derecede kalır. Eğer bir mü’min mesela şişmanlığı gidermek veya tansiyonu düşürmek için açlığa katlanırsa o açlık örfî mânâda oruç sayılmaz.
Ameller ancak niyetlere bağlıdır. Mesela namaz bir idmandır, denemez. Zîra o doğrudan taabbüdî bir emirdir. Bununla beraber bu emrin îfâsı zımnında elbette dünyevî faydalar da vardır. Hele, aylık âidat ve giriş ücreti gibi külfetlere ve merâsime tâbî olmayan ve tam eşitliğin timsalini teşkil eden cemaatin içtimâî faydaları ne kadar açıktır. Fakat biz bunlarda birinci derecede taabbüdî emri düşüneceğiz, bunları Allâh’ın emri diye yapacağız.
Bu hadîs-i şerîfte orucun sağlık üzerindeki müsbet tesirine işâret buyurulması, ikinci derecede böyle dünyevî ve bünyevî bir faydası da bulunduğunu açıklamaktadır. Bugün bu durum tıp ilmince de isbat ve îtiraf edilmiştir.
Orucun daha nice faydaları vardır ki, nefs hâkimiyeti, açlığa ve zorluğa tahammül, açların haline vukuf ve merhamet v.s. bunlardandır.
*
Hakîkat cennette Reyyan denilen bir kapı vardır ki, kıyâmet günü oradan yalnız oruç tutanlar girer. Onlardan başkası oradan giremez. “Oruç tutanlar nerededir?” denilir, onlar kalkarlar oradan girerler. Onlar girince artık o kapı kapanır da kimse oradan giremez.” (Ahmed bin Hanbel)
*
Sahur yemeği yemek, berekettir. O halde onu -herhangi biriniz bir yudum su içmekle bile olsa- terk etmeyin. Zîra Cenâb-ı Hakk sahura devam edenlere rahmet eder, melekler de onların mağfiret olunmasını isterler.” (Ahmed bin Hanbel)
*
Muaz bin Zühre radıyallahu anh’den:
Peygamberimizi (s.a.) iftar ettiği zaman: “Ey Allâh’ım! Sen’in rızay-ı şerîfin için oruç tuttum ve Sen’in rızkınla iftar ettim.” derdi.
*
*
Abdullah bin Zübeyr (r.a.) şöyle demiştir.
– Rasül-i Ekrem (s.a.) Sa’d ibn Muaz -radıyallahu anh-’ın evinde iftar etti de şöyle buyurdu: “Oruçlular yanınızda iftar etti, yemeğinizi ebrar yani iyiler yedi, melekler de sizin mağfiret olunmanızı istedi.” (İbn-i Mâce)
İftar ziyâfetlerinde şöhret gösterişleri ve hadden fazla israfa gidildiği görülüyor ki, doğru değildir. Bir de dâvetliler arasında fakirlerden ziyâde zenginler ekseriyeti teşkil etmektedir.
*
Kim Ramazan orucunu tutup da Şevval’den altı günü, onun ardından oruçlu geçirirse bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim)
Bütün yıldan maksat, Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile Kurban Bayramı’nın ilk dört günühariç. Çünkü o beş günde oruç tutmak haramdır.
Şevval’in altı günü Ramazan Bayramı’nın birinci gününden sonraki günlerdir. O günlerde birbiri ardınca altı gün oruç tutmak sevaptır. Şevval ayı içinde fasılalı da tutulabilir. Bu altı gün orucunun bütün yıl oruç tutmaya muâdil olması ibâdetlere en az bire on ecir vaad buyurulmasındandır.

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
Ademoğlunun her amel ve hareketi kendisine âittir, oruç böyle değil. Şüphesiz ki, o benimdir. (Çünkü ben yemem, içmem, beşerî bütün sıfatlardan münezzehim. Hem oruçta riyâ da yoktur.) Binâenaleyh ben onun mükâfatını bol bol vereceğim. (Buhârî )
Bu hadîs-i şerîf, hadîs-i kudsîdir. Yani mânâsı Cenâb-ı Hakk’dan lafzı da Peygamberimiz tarafından buyurulmuştur. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu kudsî hadîsi beyan ettikten sonra şöyle buyurdu:
Oruçlunun sevineceği iki ferah vardır:
1- İftar ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerine kavuştuğu için) sevinir.
2- Rabbine ulaştığı zaman da orucu berekâtıyla yüksek dereceye nâil olduğu için sevinir.
*
Oruç cehenneme karşı bir siper mâsiyetlere yani günahlara karşı bir kalkandır. O halde oruçlu kötü söz söylemesin câhilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisiyle döğüşür yahut ona söverse derhal iki defâ “Gerçek ben oruçluyum!” desin. Rûhum kudreti elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, oruçlunun ağzının açlıktan kokması Allah indinde misk kokusundan daha hoş ve temizdir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu: Oruçlu kimse sırf Ben’im için yemesini içmesini, şehvetini terk etmiştir. Oruç, Ben’imdir ve onun sayıya gelmeyen mükâfatını Ben vereceğim. Halbuki diğer ibâdetlerin sevabı on misliyle ödenir.” (Buhârî)
Ramazan orucuna sabır orucu denilmiştir. Sabrın ecri ise Zümer Sûresi 10. âyete göre hesapsız olarak verilecektir: “Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.
Sabır lügatte, bir kimseyi bir şeyden alıkoymak, nefsi darlık altında iken zabtetmektir. Örfte ise, nefsi aklın ve şerîatın iktizâ ettiği vechile tutmaktır.
*
Oruç da, Kur’ân da kula yani kendilerine devam edenlere kıyâmet günü şefaat edeceklerdir. Oruç der ki: “Ey Rabbim, hakîkat ben onu yani oruçluyu gündüzleri yemekten ve şehvetlerden men ettim. Onun hakkında beni şefaatçı kıl!” Kur’ân da der ki: “Ey Rabbim, ben onu yani Kur’ân okuyanı geceleri uykudan alıkoydum. Hakkında şefaat etmeme izin ver!” Onların bu niyazları kabûl edilerek şefaat ederler.” (Ahmed bin Hanbel)
*
*
Bazı oruçlular vardır ki, kendisine âit olanı açlıktan başkası değildir. Nice kâimler yani gece ibâdet eden, teravih namazı kılan kimseler vardır ki, kıyâmından kendisinin olanı uykusuzluktan başkası değildir.” (Ahmed bin Hanbel)
*
Her şeyin bir zekâtı vardır. Cesedin zekâtı da oruçtur.” (İbn-i Mâce)
Zekât dış bakımından malda bir azalmadır. Fakat hakîkat ve mânâ îtibariyle berekettir, artıştır. Oruç da böyledir. Zekât lügat bakımından temizlemek mânâsınadır. Nasıl zekât, elde kalacak malı tasfiye ediyor, temiz yapıyorsa oruç da bünyeyi takviye ediyor sağlamlaştırıyor. Oruç , hiçbir benzeri bulunmayan en faydalı ve en büyük bir ibâdettir.
Oruç bünyeye sıhhat verir. Nefsânî ve kötü temayülleri kırar. Kalbe safâ bahşeder. Nihâyet mü’mini Allâh’ına yaklaştırır.

Allah Teâlâ buyuruyor:

“Ey mü’minler! Haram olan şeylerden nefsinizi sakınmanız için sizden evvelki geçen ümmetlere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de oruç farz kılındı.” (Bakara sûresi, 183)

Yani, ey ehl-i îmân! Bâtınınızı tasfiyeye hâdim olan oruç tutmak size farz oldu. Nitekim sizden evvel geçen ümmetlerin cümlesine farz olduğu gibi. Bu orucu tutmak sebebiyle sizin haramdan ittikânız, sakınmanız me’muldür.

Beyzâvî’nin beyânı vechile Hazret-i Âdem’den Ümmet-i Muhammediye’ye gelinceye kadar bilcümle enbiyânın şerîatında oruç tutmak bir ibâdet-i kadîme olduğu gibi bu âyet-i celîle ile de Ümmet-i Muhammed’e farz kılınmıştır.

Oruç tutmak insanların nefsine ağır gelib meşakkatli bir ibâdet olduğundan kulûb-ı mü’minîni tatyîb için yalnız Ümmet-i Muhammed’e oruç farz kılınmamış, sizden evvel geçen ümmetlere de farz kılınmıştır diye vârid olmuştur.

Yalnız, evvelki her şerîatte orucun keyfiyeti ve adedi başka başka sûretlerde muhtelif şekillerde emrolunmuş ise de Şerîat-ı İslâmiyye’de Ramazan ayında imsak vaktinden başlayarak akşam namazı vakti olan gurûb-ı şemse kadar yemekten ve içmekten ve cinsî mukârenetten nefsi men etmek suretiyle meşrû kılınmıştır.

* * *

Hadîs-i şerîflerde buyurulmuştur ki:

“Ramazân-ı şerîfin duhûlüyle rahmet-i ilâhiyenin nüzûlü için cennet kapıları açılır ve menhiyâttan ictinâb sebebiyle cehennem kapıları kapandığı gibi şeytanlar da zincirle bağlı olarak hapsolunurlar. Şu kadar ki nefsine esir ve mağlûb olanlar şeytanın mahbûsiyetinden istifâde edip de mazhar-ı hayr olamazlar.” (Camiu’s-Sağır)

“Ramazan-ı şerîfde sıdk u yakîn ile oruç tutanlar namazlarını terk etmeksizin teravih namazını da edâ etseler günah-ı sağâiri mağfûr olur.” (Tirmizi)

“Oruç nâra karşı bir kalkandır. Oruçluyu nefsâni ihtiraslardan muhâfaza eder. Oruçlu kimse, câhilâne fenâ söz söylemek isteyen kimseye iki defâ: Ben oruçluyum, desin. Rûhum yed-i kudretinde olan

Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki: Oruçlunun ağzının açlık kokusu Allah teâlâ hazretleri indinde misk kokusundan daha etyab ve temizdir.” (Buhari)

Hadîs-i Kudsî’de buyurulmuştur ki: “Oruçlu kimse benim rızâm için yemesini içmesini ve cinsî arzusunu bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen ve riyâ karışmayan bir ibâdettir. Onun sayısız ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibâdetlerin hepsi on misli ile ödenmektedir.” (Buhari) buyurmuştur.

Sehl bin Sa’d -radıyallahu anh-’den Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde cennete yalnız oruçlular girerler, onlardan başka hiçbir kimse girmez. Kıyamet gününde “Oruçlular nerededir?” diye ilân edilir. Oruçlular kalkıp giderler. Bunlardan başka hiçbir kimse buradan giremez. Oruçlular girdikten sonra da kapı kapanır, artık kimse giremez.” (Buhari)

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh’-den rivâyet edilen diğer bir hadîs-i şerîfde buyuruluyor ki:

“Cennette bâbü’s-salât, bâbü’l-cihâd, bâbü’r-reyyân, bâbü’s-sadaka vardır. O kapılardan çağırılır. Kim ki Allah rızâsı için malından iki sığır, iki koyun, iki dirhem sadaka verirse cennet kapılarından: “Ey Allah’ın sevgili kulu buraya gel! Bu kapıda büyük hayır ve bereket vardır.” diye çağırırlar. Çok namaz kılanlar salât kapısından; mücahidler, cihad kapısından, oruçlular, Reyyan kapısından; sadaka sahibleri de sadaka kapısından dâvet edilirler.

Ebû Bekir -radıyallahu anh- sordu ki:

- Babam anam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Bir mü’minin bu kapıların hepsinden dâvet olunması mümkün müdür? Bir kişi bu kapıların hepsinden dâvet olunur mu, diye sordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz hazretleri cevâben:

- Evet hepsinden dâvet olunur. Ey Ebû Bekir! Umarım ki sen de bu bahtiyarlardan olasın, buyurdu. (Buhari)

Kezâ Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’den rivâyet edilen bir hadîs-i kudsî:

“Hak celle ve alâ hazretleri “Âdemoğlu’nun işlediği her hayr u ibâdette kendisi için bir hazz u menfaat edişi vardır. Fakat oruç hâlis benim rızâm için yapılan bir ibâdettir. Onun mükâfatını da ben veririm.”buyurduğunu -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- efendimiz nakil buyurmuşlardır.” (Camiu’s-Sağir)

Diğer hadîs-i şerîflerde de şöyle buyurulmuştur:

“Muharremâttan ictinâb eden sâimin sükûtu tesbih, uykusu ibâdet, duâsı makbul ve ameli, ibâdeti de muzaaf olur.” (Camiu’s-Sağir)

“Oruç tutan kimse bir mü’mini gıybet etmedikçe veyahut ezâ ve cefâ etmedikçe iftar edinceye kadar ibâdettedir.” (Camiu’s-Sağir) Bilhassa Ramazanda...
Hazreti Ömer şehit olunca Abdullah b Ömer(ra),Sahâbe-i kirama dedi ki:ilmin onda dokuzu,Hz.Ömer (ra) ile beraber öldü.Bazılarının bu sözü anlamayarak durakladıklarını görünce,ilimden maksadım Allahü tealâ yı bilmektir.Diger bilgiler değildir. dedi. 
 

Ecdâdım Türk değildir.
Osmanlıyı ecdâdımdan fazla severim.Osmanlı olmasaydı,
İngilizler 500 sene evvel alemi İslama hâkim olurlardı.
Osmanlı olmasaydı,Endülüsün başına gelen hazin akibet Arap ülkelerinin başına gelirdi.
Emin Hüseyni
Savaş sonrası Medine'ye dönüş başlamıştı. Şehre yaklaşmışlardı ki, Hazret-i Ebu Bekir' in önünü on iki yaşlarında bir kız çocuğu kesti,"Babam geliyor mu, nerede?" diye şaşkın bakışlarla babasını arıyordu.Bu kızcağız Hazret-i Hamza'nın kızı Fatıma'ydı. Nasıl cevap verecekti? "Baban şehit oldu" dese,buna dili varmıyordu."Geliyor" diyecek olsa, yalan söyleyemezdi. Geride Efendimiz (a.s.m.) geliyordu. En iyisi ona bırakmaktı cevap vermeyi. "Yavrum, arkada Resulullah (a.s.m.) geliyor, o daha iyi bilir, ona sor" diyebildi. Efendimizi (a.s.m.) gören küçük Fatıma aynı soruyu ona yöneltti: "Babam geliyor mu? Nerede kaldı?" Şefkat güzeli Peygamberimiz (a.s.m.): "istemez misin kızım Fatıma,
bundan sonra baban ben olayım?"
Kederden kurtulmak için,
nefsini daha değerli olan
şeylerde harca:
Allah Teala,Hakka davet,
Mazluma yardım vb. Nefsini,dünya malı uğrunda harcayan,yakutu çakıl taşıyla değiştiren gibidir.
Endülüs'te Müslümanlar;
711-1492 tarihleri arasında
780 yıl boyunca İber yarımadasında hüküm sürmüş,bu dönemde tüm Avrupa'yı ilim ve medeniyet ile tanıştırarak Rönesans hareketinin başlamasına öncülük etmişlerdir.
2 Hakem İsfahaniye 1000 dinar göndererek yeni bitirdiği kitabı Eğaniyi Bağdatlılardan önce Kurtubalıların okumasını sağlamıştır.
Batı toplumlarının kültür genetiğinde kendilerinden başka toplumları insan saymama anlayışı vardır. Yunanlılar, Romalılar, Germenler, Anglosaksonlar (İngilizler),Yahudiler, kendilerini üstün ırk olarak görürler, kendilerinden başka insanları insan saymazlar. Onlara; köle, plep, goyim, barbar, vahşi, acem gibi isimler taktıklarını görürüz. Onların anlayışında diğer insanlar evrimini tamamlamamış tamamlama kabiliyeti olmayan mutantlardır ve onlar kendilerine hizmet için yaratılmıştır.
Genç bir delikanlı Hz.Peygambere geldi ve dedi ki:
'Bana zina etmek için izin verir misin?' O daha sözünü bitirir bitirmez, her taraftan halk 'sus' diye bağırdılar. Fakat Hz.Peygamber 'Onu bana yaklaştırınız' dedi.
Bunun üzerine delikanlıya yol verildi.Hz.Peygamber de kendisine yaklaşmasını söyledi. O da yaklaştı.
Hz. Peygamber'in huzurunda oturdu. Sonra peygamber kendisine sordu: —İster misin annenle başkası zina etsin? —Ey Allah'ın Rasulü! Allah canımı sana feda etsin. Annemin zina etmesini istemem. —İşte halk da senin gibi,anneleri için zinayı istemez. Acaba sen kızının zina etmesini ister misin? —Canım sana feda olsun! Bunu da istemem. —İşte senin gibi halk da kızlarının zina etmesini istemez.
Acaba sen kız kardeşinin zina etmesini ister misin?
İyiliğin tamamını işlemeseniz dahi iyiliği emrediniz.Kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız.
Hz Muhammed sav