2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

6605 Hayvan tabiatı yiyip yatmaktan ibarettir. O bunlarla yaşar. Hakk’ın emir ve
nehyi altına girmeksizin kendi tabiatını bırakmaz. Tabiatı yakmak olan nâra
ilahi emir geldi ki: “Ey nâr, İbrahim’e gül, gülzar ol, tabiatını bırak, onu yakma,
ey karanlık gece, ona gündüz gibi aydın ol. Dert isen derman, cisim isen
ona karşı can ol!
6610 Ey nâr, sen benim elimde aletsin ben yak dersem yak, yakma dersem yak-
105 İsra suresi 17/97 Allah, kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa, böyleleri için
O’nun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz.
Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız.
ma!” Ellerin ayakların senin aletlerin değil midir? Herkes için başka bir iş
yapmıyor mu, düşmana karşı gürz gibi yumruk, dosta karşı gül gibi yumu-
şak olmuyor mu? Sebtilere su olan Nil nehri, Kibtilere kan olmamış mıydı?
Cihanın bütün eczası aletlere benzer, durumun gereklerine göre her zaman
başka türlü olurlar.
Kahra görevlendirilirse seni ateş gibi yakarlar, vücuduna diken gibi sapla- 6615
nırlar. Lütuf ile emrolunurlarsa, etrafında huri gibi sabah yeli ile beraber dolanırlar.
Aşağı ve yukarı, ön ve arka, sağ ve sol yerde gökte ne varsa, bu ikisinin
üstünde gayb âleminde -ki orada gam ve neşe yoktur- neler varsa hepsi
de Hakk’ın elinde aletlerdir. Hak Teala her birine bir türlü emirler, vazifeler
verir.
O, ne isterse, o olurlar, kimine dost, kimine düşman gibi hareket ederler. 6620
Öyleyse aletten korkma, Allah’tan kork! Yüzünü alete değil, onu kullanana
dönder.
(SAYFA 254) Hak senden razı olursa, yer, gök senin için adi birer bende olur. Yılanı
senin eline asa yapar, düşman için de asayı ejderha eder. Öyleyse Huda’ya
sarıl, aletten korkma, aleti kullanan Allah’tan kork.
Hak’tan başkasını görmek, Hak’tan başkasından korkmak, şirk olur. Şirkin 6625
bir de manevi kısmı vardır. Eğer iyi kulak verirsen onu da söyleyeyim. Dinin
zahiri şekli dil ile ikrardır ki bu, halk arasında kolay bir şeydir. Sen kelime-i
tevhidi söyledin mi, herkes sana mümin der ve öyle bilir. Fakat manevi (hakiki)
muvahhit o kimsedir ki o, Hak’tan başka şeye iltifat etmez.
Her şeyin Hakk’ın emriyle hareket ettiğini ve birer alet olduğunu bilir. Onun 6630
emri olmadan ne ağaç, ne yaprak, bir şey kımıldanamaz. Hayat da, ölüm de
onunla kaimdir. İyi kötü her şey, onun nuruyla aydınlanır, rızasıyla dikenler
gülşen olur. Ev içindeki aydınlık güneşten geliyor, çünkü haddizatında evin
kendinde aydınlatmak özelliği yoktur. Çünkü güneş batınca evin içi zindan
gibi karanlık olur. Işıksız evde kim rahat edebilir?
Bunun gibi, can nuru da tenden ayrılınca, ten hücresinde ışık kalmaz. O za- 6635
man vücut, sahte para gibi, rezil, kepaze olur. Ondan herkes iğrenmeye baş-
lar. Şişip kokmadan evvel hemen mezara götürüp toprak altına defnederler.
Cenab-ı Peygamber, “Ölülerinizi çabuk kaldırın.” buyurdu, çünkü diriler
ölüden huzursuz olurlar. Ölü ile diri birbirinin zıttıdır, halk bundan dolayı
defnetmekte acele ederler.
İşte bunun gibi bütün cihan parçalarının hayatı Hak’tandır. Gördüğümüz ve 6640
göremediğimiz bütün kainat, sana hoş görünen her ne varsa, onda hayat eseri
olduğundandır, manevi güneşin o cisme akseden nurundandır. Bundan
dolayı güzel görünür. Öyleyse o zevki, o güzelliği eşyanın kendinden bilme,
onu bahşeden Huda’dan bil. Suda, havada, toprakta, ateşteki (bütün anasırda)
sevimlilik, hep nur-ı Huda’dandır.
Cihanın parçaları üzerindeki ışıltılar emanettir: Kanalın içinde akan su gibi. 6645
Su, kanalın içine akıyor ama kanaldan var olmuyor. Bu sırra dikkat et, üze-
283
Sultan Veled
MAKALE 91
Bu makale şunu beyan edecektir:
Matlup taleple karışmıştır. Şu halde candan neyi talep edersen kendini aynen
o bil. Nitekim demişlerdir:
RUBAİ
Ger der heves-i lokma-i nanî, nanî
Ver der taleb-i govher-i kânî, kânî
İn nukte-i remz eger bedânî, dânî
Her çiz ki der costen-i ânî, anî
Meali: Eğer bir lokma ekmek hevesinde isen, ekmeksin! Maden cevherine talipsen,
madensin. Bu işaretin gizlediği sırrı biliyorsan, anlarsın ki, her neye talip isen, osun!
İstekte istenileni görmek lazımdır ki “Ve men yehdillâhu fe huvel
muhted”105 “Yolunu doğrultan, Hakk’ın hidayetine mazhar olandır.”
Bu makale, şunu da açıklayacaktır ki:
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir
(emrine mahkumdurlar). Hak Teala (SAYFA 253) ne isterse o olurlar, ne emrederse
onu yaparlar. Nasıl ki ellerin senin aletlerindir, senin istediklerini yaparlar.
Mesela, düşmanlara karşı topuz (yumruk) oldukları gibi, dostlara kar-
şı gülden yumuşak olurlar. Şu halde Hakk’ın aletleri olan kainatın parçaları-
nın da böyle olması lazımdır ve böyle olmuştur. Ateş, İbrahim Aleyhisselam
için gülşen olmuş, ben-i İsrail için su olan Nil, Kıbtiler (Mısırlılar) için kan olmuştur.
Bütün âlem parçalarını böyle bil! Muvahhit, manayı böyle gören ve
böyle bilen kimsedir. Gerçi surette (zahir şeriatte) sadece dil ile tasdik edenler
mümin muvahhit sayılır, fakat ehl-i manaya (batın ehline) göre müşriktir.
Çünkü surete dayalı iman kolaydır. Fakat bunun için ictihat, mürşidin eğitimi
ve temel kabiliyet lazımdır.
Her neye talip isen, bil ki sen osun, nihayet matlubuna vasıtasız kavuşursun.
Çünkü istenen istekten ayrılmaz. Havadaki rüzgarla toprak gibi.
6600 Havada uçan toprakta rüzgarı gör, rüzgar olmasaydı toprak havaya nereden
çıkacaktı? Toprağın yeri daima enginlerdir. Rüzgar olmaksızın (kendi kendine)
havaya çıkamaz. Toprağı havada gördüğün vakit, göz sahibiysen, rüzgarı
gör. İşte bunun gibi, insan da topraktan yaratıldı, bu kalıba girmeden evvel
büsbütün topraktı. Bundan dolayı, insanın eğilimi de, hayvan gibi, daima
aşağılaradır. Cezbe olmadan yücelere yükselemez.
6605 Hayvan tabiatı yiyip yatmaktan ibarettir. O bunlarla yaşar. Hakk’ın emir ve
nehyi altına girmeksizin kendi tabiatını bırakmaz. Tabiatı yakmak olan nâra
ilahi emir geldi ki: “Ey nâr, İbrahim’e gül, gülzar ol, tabiatını bırak, onu yakma,
ey karanlık gece, ona gündüz gibi aydın ol. Dert isen derman, cisim isen
ona karşı can ol!
6610 Ey nâr, sen benim elimde aletsin ben yak dersem yak, yakma dersem yak-
105 İsra suresi 17/97 Allah, kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa, böyleleri için
O’nun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz.
Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız.
ma!” Ellerin ayakların senin aletlerin değil midir? Herkes için başka bir iş
yapmıyor mu, düşmana karşı gürz gibi yumruk, dosta karşı gül gibi yumu-
şak olmuyor mu? Sebtilere su olan Nil nehri, Kibtilere kan olmamış mıydı?
Cihanın bütün eczası aletlere benzer, durumun gereklerine göre her zaman
başka türlü olurlar.
Kahra görevlendirilirse seni ateş gibi yakarlar, vücuduna diken gibi sapla- 6615
nırlar. Lütuf ile emrolunurlarsa, etrafında huri gibi sabah yeli ile beraber dolanırlar.
Aşağı ve yukarı, ön ve arka, sağ ve sol yerde gökte ne varsa, bu ikisinin
üstünde gayb âleminde -ki orada gam ve neşe yoktur- neler varsa hepsi
de Hakk’ın elinde aletlerdir. Hak Teala her birine bir türlü emirler, vazifeler
verir.
O, ne isterse, o olurlar, kimine dost, kimine düşman gibi hareket ederler. 6620
Öyleyse aletten korkma, Allah’tan kork! Yüzünü alete değil, onu kullanana
dönder.
(SAYFA 254) Hak senden razı olursa, yer, gök senin için adi birer bende olur. Yılanı
senin eline asa yapar, düşman için de asayı ejderha eder. Öyleyse Huda’ya
sarıl, aletten korkma, aleti kullanan Allah’tan kork.
Hak’tan başkasını görmek, Hak’tan başkasından korkmak, şirk olur. Şirkin 6625
bir de manevi kısmı vardır. Eğer iyi kulak verirsen onu da söyleyeyim. Dinin
zahiri şekli dil ile ikrardır ki bu, halk arasında kolay bir şeydir. Sen kelime-i
tevhidi söyledin mi, herkes sana mümin der ve öyle bilir. Fakat manevi (hakiki)
muvahhit o kimsedir ki o, Hak’tan başka şeye iltifat etmez.
Her şeyin Hakk’ın emriyle hareket ettiğini ve birer alet olduğunu bilir. Onun 6630
emri olmadan ne ağaç, ne yaprak, bir şey kımıldanamaz. Hayat da, ölüm de
onunla kaimdir. İyi kötü her şey, onun nuruyla aydınlanır, rızasıyla dikenler
gülşen olur. Ev içindeki aydınlık güneşten geliyor, çünkü haddizatında evin
kendinde aydınlatmak özelliği yoktur. Çünkü güneş batınca evin içi zindan
gibi karanlık olur. Işıksız evde kim rahat edebilir?
Bunun gibi, can nuru da tenden ayrılınca, ten hücresinde ışık kalmaz. O za- 6635
man vücut, sahte para gibi, rezil, kepaze olur. Ondan herkes iğrenmeye baş-
lar. Şişip kokmadan evvel hemen mezara götürüp toprak altına defnederler.
Cenab-ı Peygamber, “Ölülerinizi çabuk kaldırın.” buyurdu, çünkü diriler
ölüden huzursuz olurlar. Ölü ile diri birbirinin zıttıdır, halk bundan dolayı
defnetmekte acele ederler.
İşte bunun gibi bütün cihan parçalarının hayatı Hak’tandır. Gördüğümüz ve 6640
göremediğimiz bütün kainat, sana hoş görünen her ne varsa, onda hayat eseri
olduğundandır, manevi güneşin o cisme akseden nurundandır. Bundan
dolayı güzel görünür. Öyleyse o zevki, o güzelliği eşyanın kendinden bilme,
onu bahşeden Huda’dan bil. Suda, havada, toprakta, ateşteki (bütün anasırda)
sevimlilik, hep nur-ı Huda’dandır.
Cihanın parçaları üzerindeki ışıltılar emanettir: Kanalın içinde akan su gibi. 6645
Su, kanalın içine akıyor ama kanaldan var olmuyor. Bu sırra dikkat et, üze-
284
Rebabnâme
rinde yiğitçe durup düşün! İyi de kötü de her şeyde Hakk’ı gör, ta ki madde
cinsinden olan cisminden kurtulasın. Tâ ki gayb âleminin güneşini seyredesin,
her ayıp ve kusurdan temizlenesin. Fakat ışık olmazsa karanlıkta temizlik
yapamazsın.
6650 Karanlıkta bulaşmak ve kirlenmekten başka bir şey yoktur. Ey ham adam,
nur tarafına kaç! Tâ ki öfkeden, kirden temizlenesin. Artık saf ol, ne vakte kadar
tortulu kalacaksın? Kendini iyi ara ki kendini bulasın, bu benlikten geç ki
o benliğe eresin. Soğan gibi katlandıkça katlanmışsın, kendinden geç, bir an
kendinle meşgul olma!
(SAYFA 255) Bu sözün yüzlerce manası var, düşün ki sana da açıkça görünsün.
MAKALE 92
Bu makale şunu beyan edecektir:
Sözün çeşitli ve birçok yüzleri (manaları) vardır. Peygamberimiz buyurmuştur
ki: “inne li’l-kurâni zahran ve batnan ve libatnihî batnen ilâ sebati
abtun” Meali şerifi: “Kur’an-ı Kerim’in zahiri ve batını var. Batının da batını
var, yedinci batına kadar.” Zahir uleması ilk batını görebildiler. Biraz manevi
olanlar, derecelerine göre ikinciyi, nihayet üçüncüyü gördüler. Ondan ileri
gidemediler. Yalnız halktan gizlenmiş olan erler (evliyaullah) dürdüncü,
beşinci, altıncı ve yedinci batının derinliklerine dalarak orada kıymetli mana
incileri buldular.
Sözün böyle muhtelif manaları olunca, sözün aslı ve madeni olan insanların
da birçok cepheleri (dereceleri) olduğu bu bakışla belli oldu. Gök nasıl,
biri diğerinden yüksek tabaka tabaka ise, manevi gök olan insanların da böyle
olması doğaldır.
Çünkü zahiri gökler, manevi göklerin numunesidir. Her kim ne kadarı-
nın manalarına daha çok nüfuz edebilmişse, onun manevi seması (derecesi)
daha yücedir. İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar
ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş. İkinci varlık Huda’ya vasıl
olmuştur. “men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu” “Nefsini bilen, Rabbini
bilir (bulur).”
Resul-ı Ekrem Efendimiz buyuruyorlar ki: “Kur’an-ı Mübin’in yedi batnı 6655
(manası) vardır.” Birinci batın ehl-i zahire bildirildi. Bizim gayretimizle onlara
ikinci batından da kapı açıldı. Üçüncü batna adım atan nadirdir. O kapıları
Hak yardımıyla açanlar, yani dört, beş, altı ve yedinci tabakaya gidenler,
o yolun sonuna erenler, dergah-ı Huda’da hasü’l-havas, iki cihanda şahenşah
oldular.
Ehl-i batın ve kutb-ı zaman odur. Müminlere yardım ve rehberlik eden odur. 6660
Eğer o şah bunların şerhini beyan etmediyse, o mana kendisine ayan olmadığından
değildir. Bil ki o, merdan-ı Huda gibi yedinci tabakaya kadar yükselmiştir.
Yedinci batna vasıl olmuş ve o batındaki mana incilerini delmiştir
(derinliklerine nüfuz etmiştir.). O şah, dördüncü batındaki esrarı beyan etmedi,
ki o, söze ve açıklamaya sığmaz.
Avamda onu dinleyecek kulak yok. Ruhlarında o kabiliyet kayıp. O beyan, 6665
onların kulağına sığmaz, anlayışları o sırrı anlamaktan noksandır. Onun şerhini
ondan ancak dilsiz olarak dinleyebilir, o sırra bu suretle vakıf olursun.
Çünkü ruhların konuşmasında harf ve ses gibi şeyler yoktur. Çünkü can badesi
kap kacağa sığmaz. Çünkü o badenin başı sonu yoktur. Zarf ise sınırlı-
dır. Sınırı olmayan, sınırlıya sığar mı?
Ehl-i dilin sözleri dilsizdir, sırları canlarında gizlidir. O canlar şarabı sakiden 6670
daima dudaksız vesairesiz çekerler (içerler). O sofradan baki nimet yerler ve
o nimet yüzünden güneş gibi nur saçarlar.
(SAYFA 256) O fırka, sayıları binleri bulduğu halde birdirler, çünkü yolları ve menzilleri
birdir. Onların garip halleri şerh etmekle tükenmez. Biz yine o batın-
285
Sultan Veled
rinde yiğitçe durup düşün! İyi de kötü de her şeyde Hakk’ı gör, ta ki madde
cinsinden olan cisminden kurtulasın. Tâ ki gayb âleminin güneşini seyredesin,
her ayıp ve kusurdan temizlenesin. Fakat ışık olmazsa karanlıkta temizlik
yapamazsın.
6650 Karanlıkta bulaşmak ve kirlenmekten başka bir şey yoktur. Ey ham adam,
nur tarafına kaç! Tâ ki öfkeden, kirden temizlenesin. Artık saf ol, ne vakte kadar
tortulu kalacaksın? Kendini iyi ara ki kendini bulasın, bu benlikten geç ki
o benliğe eresin. Soğan gibi katlandıkça katlanmışsın, kendinden geç, bir an
kendinle meşgul olma!
(SAYFA 255) Bu sözün yüzlerce manası var, düşün ki sana da açıkça görünsün.
MAKALE 92
Bu makale şunu beyan edecektir:
Sözün çeşitli ve birçok yüzleri (manaları) vardır. Peygamberimiz buyurmuştur
ki: “inne li’l-kurâni zahran ve batnan ve libatnihî batnen ilâ sebati
abtun” Meali şerifi: “Kur’an-ı Kerim’in zahiri ve batını var. Batının da batını
var, yedinci batına kadar.” Zahir uleması ilk batını görebildiler. Biraz manevi
olanlar, derecelerine göre ikinciyi, nihayet üçüncüyü gördüler. Ondan ileri
gidemediler. Yalnız halktan gizlenmiş olan erler (evliyaullah) dürdüncü,
beşinci, altıncı ve yedinci batının derinliklerine dalarak orada kıymetli mana
incileri buldular.
Sözün böyle muhtelif manaları olunca, sözün aslı ve madeni olan insanların
da birçok cepheleri (dereceleri) olduğu bu bakışla belli oldu. Gök nasıl,
biri diğerinden yüksek tabaka tabaka ise, manevi gök olan insanların da böyle
olması doğaldır.
Çünkü zahiri gökler, manevi göklerin numunesidir. Her kim ne kadarı-
nın manalarına daha çok nüfuz edebilmişse, onun manevi seması (derecesi)
daha yücedir. İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar
ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş. İkinci varlık Huda’ya vasıl
olmuştur. “men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu” “Nefsini bilen, Rabbini
bilir (bulur).”
Resul-ı Ekrem Efendimiz buyuruyorlar ki: “Kur’an-ı Mübin’in yedi batnı 6655
(manası) vardır.” Birinci batın ehl-i zahire bildirildi. Bizim gayretimizle onlara
ikinci batından da kapı açıldı. Üçüncü batna adım atan nadirdir. O kapıları
Hak yardımıyla açanlar, yani dört, beş, altı ve yedinci tabakaya gidenler,
o yolun sonuna erenler, dergah-ı Huda’da hasü’l-havas, iki cihanda şahenşah
oldular.
Ehl-i batın ve kutb-ı zaman odur. Müminlere yardım ve rehberlik eden odur. 6660
Eğer o şah bunların şerhini beyan etmediyse, o mana kendisine ayan olmadığından
değildir. Bil ki o, merdan-ı Huda gibi yedinci tabakaya kadar yükselmiştir.
Yedinci batna vasıl olmuş ve o batındaki mana incilerini delmiştir
(derinliklerine nüfuz etmiştir.). O şah, dördüncü batındaki esrarı beyan etmedi,
ki o, söze ve açıklamaya sığmaz.
Avamda onu dinleyecek kulak yok. Ruhlarında o kabiliyet kayıp. O beyan, 6665
onların kulağına sığmaz, anlayışları o sırrı anlamaktan noksandır. Onun şerhini
ondan ancak dilsiz olarak dinleyebilir, o sırra bu suretle vakıf olursun.
Çünkü ruhların konuşmasında harf ve ses gibi şeyler yoktur. Çünkü can badesi
kap kacağa sığmaz. Çünkü o badenin başı sonu yoktur. Zarf ise sınırlı-
dır. Sınırı olmayan, sınırlıya sığar mı?
Ehl-i dilin sözleri dilsizdir, sırları canlarında gizlidir. O canlar şarabı sakiden 6670
daima dudaksız vesairesiz çekerler (içerler). O sofradan baki nimet yerler ve
o nimet yüzünden güneş gibi nur saçarlar.
(SAYFA 256) O fırka, sayıları binleri bulduğu halde birdirler, çünkü yolları ve menzilleri
birdir. Onların garip halleri şerh etmekle tükenmez. Biz yine o batın-
286
Rebabnâme
ları beyana geçelim.
6675 Bu yedi batın, yedi kat semaya benzer. Evliyanın yükselişleri bu batınlarda
meydana gelir. Hak Teala’nın iki türlü göğü vardır: Biri manevi, öbürü surete
bağlıdır. Manevi gök de yedi tabakadır, cismani gök de. Fakat cismaniler,
manevilere nispetle çok alçak kalır. Cismani gökler, bu suretler (maddi vü-
cutlar) için yaratılmıştır ki, onlardan faydalansınlar. Çünkü yer ile gök, tenleri
(şahısları) dadı gibi beslerler.
6680 Manevi semalar ise, latif ruhlar içindir ki o ruhların, o semalarda yükselmekle
şerefleri artar. Hak Teala ruhları başka türlü gıdayla gıdalandırır: İlim,
şevk, fikir gibi. Merdan-ı Huda’nın yolculuğu daima bu semalardadır. Her
birinin mevki ve mertebesi bu semaların birindedir. Bu mahsus göğün cismi
suretdir. Buhar ve dumandan olmaları dolayısıyla yükselmişlerdir. Her ne
kadar zeminin üstünde bir tavan gibi yükselmişlerse de onlar da zemin gibi
ilimden, akıldan müstesnadırlar.
6685 Bundan dolayı ilahi emaneti kabul etmediler. Çünkü ilim nurundan nasiptar
değillerdi. Adem evlatları akılları olduğu için kabul ettiler. Tâ ki onunla vuslata
yol bulsunlar. Asman, Kuran’dır. Bu mahsus felekler değil. Çünkü meleklerin
yolculuğu onda değildir. Kuran’ın şerefli ifadesi, manevi asmandır.
Her kimin cisminde manevi can varsa, Kur’an ona göre baki göktür. Çünkü
ruhun yükselme yolu bu feleklerdir.
6690 Ehl-i zahirin anladığı, bu manevi asmanın birinci tabakasıdır. Ehl-i batının
anlayışı, ikinciden başlar. Her kim üçüncü batna gidebilmişse, o, tefsir ilminde
umman olmuş sayılır. Bu yol üzere bağıştan bağışa çık git! Perdesiz arma-
ğana vasıl oluncaya kadar daima canıgönülden talep ve temennide bulun,
gece gündüz yana yakıla, de ki: “Bana yüzünü perdesiz ne vakit göstereceksin?
O gülşenin kokusuyla ne zamana kadar yetineceğim?”
6695 İyi, kötü her şey arada engel olursa, ben seni perdesiz olarak nasıl görebilirim?
Gerçi nur gibi gözüme girmişsin, sen olmasan nursuz kalırım. Gözüm
senin cemalinle dolmuştur, canım, gönlüm senin dikensiz gülzarındadır. Gö-
zümde senin hüsnünden başka bir şey yoktur. Fakat gözümde kendim perde
oluyorum. Seni daima açıkça perdesiz görmek isterim. Lütuf buyur, yolumdan
kaybolma.
6700 Ey güzellik deryası, muhakkak biliyorum ki bensiz değilsin. Böyle olduğu
halde ben neden o güzelliği arayıp duruyorum? Ben hayran olunacak bir
varlığım. Dünyada, bende neler gizli olduğunu bilecek bir hayran arıyorum.
Hakk’ın hassı, ezeli nuruyum (burada vahdet vardır). İki gören şaşılıktan
kurtulamamıştır. Hakikatte hep biriz, cümlemiz şüpheden kurtulup kesin ve
açık olana vasıl olmuşuz. Ey yâr, bil ki, bunu anladığın zaman Ferkadan’ın
tepesine ayak basarsın! (SAYFA 257)
6705 Ben Yezdan’ın hassıyım, bana iyi bak ki bir testi içinde deryayı göresin! Testiyi
bırak da suya bak! Genç, ihtiyar her şeyi nakış bil! Ey oğul! Nakış gölge
gibidir. Gölgeden geç de mana tarafına git ki esası bulasın. Peygamberler
gövdedir. Kurallar, dal yaprak. Dallar asıldan meydana geldi ki onları görerek
asla intikal etsinler diye.
Gözün gördüğü rengarenk suretlerin hepsi, bize manadan haber verir. Suret- 6710
ten manayı görün ve daima suretten manaya geçin! Mananın yüzünü perdesiz,
bizim nakış ve rengimizden seyredin! Akıl, manadır. Çünkü göze görünmez,
ondan türlü suretler görürsün.
Bunun gibi, cihanın nakışında, yerde, gökte, dağda, deryada, ayda, güneşte 6715
ve yıldızlarda Hakk’ın lütuf ve cemalini açıkça gör! Halkta ve halkın iyi, kötü
huylarında ‘hakiki birin’ yüzünü perdesiz seyret!
Cinde, şeytanda, insanda Hakk’ın kudret ve ilmini açıkça seyret! O maha- 6720
retlinin hünerlerini gör, onların görüşleri sana da sirayet etsin. Sen de onlar
gibi haberdar olursun. Büyükleri candan sever, daima güzel sözleriyle meş-
gul olursun. Akıl ve idraki iyi olan kimseye cihanı yaratan gizli kalmaz. O,
her zaman sebeplilikten sebepsizlik tarafına gider, daima taraftan tarafsız tarafına
koşar.
Nakışlarda nakkaşı görür, sergilenenlerin içerisinde sergiciyi seyreder. Da- 6725
ima Hak yolunda inşa olur, ilm-i esma (isimlerin bilgisi) ona ders olur. İyi,
kötü gözüne görünen her şey ona: “Ehade bak!” der. Yanında her şey birer
peygamber gibi olur, ona derler ki: “Gölgeden geç, asla git!” Hak Teala apa-
çık olduğundan dolayı nazarlardan gizlidir. İyi bak ki anlayasın.
Her kim bu sırrı bildiyse zinde ve lütf-ı Hak civarında ebedi kaldı. Yine sı- 6730
kıntının değerlendirmesine geçiyorum. Sıkıntıdan rahata eren (maksuduna
ceht ile vasıl olan), derece itibariyle çok yüksektir, gittiği yerlere hayat götü-
rür. Âlem halkına rehber olur, yerde olduğu halde semaların üstündedir. Fakir
görüntüsünde köhne hırka içinde bulunsa da halkın mürşit ve önderidir.
Onun bu tür kıyafete girmesi geçim derdinden (fayda sağlamak için) değil- 6735
dir. Hırkasını bırak da kendisine bak! Gör ve bil ki o hırka perdesi altında
gizlenmiş nasıl bir baş padişahtır. Defineyi şunun için viranelere gömerler ki,
halkın elinden kurtarsınlar.
(SAYFA 258) Tâ ki, virane hazineye kale olsun, onu fenadan (yağmadan) kurtarsın.
Virane, hazinenin bekçisi demektir, gece gündüz onu bekler.
Onun sahip olduğu bu mertebenin daha üstünde padişahlık, gizli saltanat 6740
vardır. İstemeden bulunan onundur, aylar, yıllar onu ister. Onu ararlar. Zahmetsiz,
külfetsiz hazineler elde eder; hicransız, ayrılıksız vuslata erer. O nadirdir,
fakat bu, enderdir. O kadirdir, fakat bu daha kudretlidir. O, âşık mesabesindedir;
bu maşuk. O, Hamza gibidir, bu Faruk.
Gerçi o, İsa gibi göklere ermiştir; fakat bu, arşın, kürsün, boşun da üstünde- 6745
dir. Böyle padişahı kimse bilmez, anlayamaz. Canıgönülden talep etse bile.
Ancak havas anlar. O havas ki insanlar ve cinler arasında haberdar ve gören,
saf ruhlu kimselerdir. Onun esrarını onlar anlayabilir; onun söz ve davranı-
şından ancak onlar koku sezebilir. Yoksa, bağı göremeyen göz, ağacın üze-
287
Sultan Veled
ları beyana geçelim.
6675 Bu yedi batın, yedi kat semaya benzer. Evliyanın yükselişleri bu batınlarda
meydana gelir. Hak Teala’nın iki türlü göğü vardır: Biri manevi, öbürü surete
bağlıdır. Manevi gök de yedi tabakadır, cismani gök de. Fakat cismaniler,
manevilere nispetle çok alçak kalır. Cismani gökler, bu suretler (maddi vü-
cutlar) için yaratılmıştır ki, onlardan faydalansınlar. Çünkü yer ile gök, tenleri
(şahısları) dadı gibi beslerler.
6680 Manevi semalar ise, latif ruhlar içindir ki o ruhların, o semalarda yükselmekle
şerefleri artar. Hak Teala ruhları başka türlü gıdayla gıdalandırır: İlim,
şevk, fikir gibi. Merdan-ı Huda’nın yolculuğu daima bu semalardadır. Her
birinin mevki ve mertebesi bu semaların birindedir. Bu mahsus göğün cismi
suretdir. Buhar ve dumandan olmaları dolayısıyla yükselmişlerdir. Her ne
kadar zeminin üstünde bir tavan gibi yükselmişlerse de onlar da zemin gibi
ilimden, akıldan müstesnadırlar.
6685 Bundan dolayı ilahi emaneti kabul etmediler. Çünkü ilim nurundan nasiptar
değillerdi. Adem evlatları akılları olduğu için kabul ettiler. Tâ ki onunla vuslata
yol bulsunlar. Asman, Kuran’dır. Bu mahsus felekler değil. Çünkü meleklerin
yolculuğu onda değildir. Kuran’ın şerefli ifadesi, manevi asmandır.
Her kimin cisminde manevi can varsa, Kur’an ona göre baki göktür. Çünkü
ruhun yükselme yolu bu feleklerdir.
6690 Ehl-i zahirin anladığı, bu manevi asmanın birinci tabakasıdır. Ehl-i batının
anlayışı, ikinciden başlar. Her kim üçüncü batna gidebilmişse, o, tefsir ilminde
umman olmuş sayılır. Bu yol üzere bağıştan bağışa çık git! Perdesiz arma-
ğana vasıl oluncaya kadar daima canıgönülden talep ve temennide bulun,
gece gündüz yana yakıla, de ki: “Bana yüzünü perdesiz ne vakit göstereceksin?
O gülşenin kokusuyla ne zamana kadar yetineceğim?”
6695 İyi, kötü her şey arada engel olursa, ben seni perdesiz olarak nasıl görebilirim?
Gerçi nur gibi gözüme girmişsin, sen olmasan nursuz kalırım. Gözüm
senin cemalinle dolmuştur, canım, gönlüm senin dikensiz gülzarındadır. Gö-
zümde senin hüsnünden başka bir şey yoktur. Fakat gözümde kendim perde
oluyorum. Seni daima açıkça perdesiz görmek isterim. Lütuf buyur, yolumdan
kaybolma.
6700 Ey güzellik deryası, muhakkak biliyorum ki bensiz değilsin. Böyle olduğu
halde ben neden o güzelliği arayıp duruyorum? Ben hayran olunacak bir
varlığım. Dünyada, bende neler gizli olduğunu bilecek bir hayran arıyorum.
Hakk’ın hassı, ezeli nuruyum (burada vahdet vardır). İki gören şaşılıktan
kurtulamamıştır. Hakikatte hep biriz, cümlemiz şüpheden kurtulup kesin ve
açık olana vasıl olmuşuz. Ey yâr, bil ki, bunu anladığın zaman Ferkadan’ın
tepesine ayak basarsın! (SAYFA 257)
6705 Ben Yezdan’ın hassıyım, bana iyi bak ki bir testi içinde deryayı göresin! Testiyi
bırak da suya bak! Genç, ihtiyar her şeyi nakış bil! Ey oğul! Nakış gölge
gibidir. Gölgeden geç de mana tarafına git ki esası bulasın. Peygamberler
gövdedir. Kurallar, dal yaprak. Dallar asıldan meydana geldi ki onları görerek
asla intikal etsinler diye.
Gözün gördüğü rengarenk suretlerin hepsi, bize manadan haber verir. Suret- 6710
ten manayı görün ve daima suretten manaya geçin! Mananın yüzünü perdesiz,
bizim nakış ve rengimizden seyredin! Akıl, manadır. Çünkü göze görünmez,
ondan türlü suretler görürsün.
Bunun gibi, cihanın nakışında, yerde, gökte, dağda, deryada, ayda, güneşte 6715
ve yıldızlarda Hakk’ın lütuf ve cemalini açıkça gör! Halkta ve halkın iyi, kötü
huylarında ‘hakiki birin’ yüzünü perdesiz seyret!
Cinde, şeytanda, insanda Hakk’ın kudret ve ilmini açıkça seyret! O maha- 6720
retlinin hünerlerini gör, onların görüşleri sana da sirayet etsin. Sen de onlar
gibi haberdar olursun. Büyükleri candan sever, daima güzel sözleriyle meş-
gul olursun. Akıl ve idraki iyi olan kimseye cihanı yaratan gizli kalmaz. O,
her zaman sebeplilikten sebepsizlik tarafına gider, daima taraftan tarafsız tarafına
koşar.
Nakışlarda nakkaşı görür, sergilenenlerin içerisinde sergiciyi seyreder. Da- 6725
ima Hak yolunda inşa olur, ilm-i esma (isimlerin bilgisi) ona ders olur. İyi,
kötü gözüne görünen her şey ona: “Ehade bak!” der. Yanında her şey birer
peygamber gibi olur, ona derler ki: “Gölgeden geç, asla git!” Hak Teala apa-
çık olduğundan dolayı nazarlardan gizlidir. İyi bak ki anlayasın.
Her kim bu sırrı bildiyse zinde ve lütf-ı Hak civarında ebedi kaldı. Yine sı- 6730
kıntının değerlendirmesine geçiyorum. Sıkıntıdan rahata eren (maksuduna
ceht ile vasıl olan), derece itibariyle çok yüksektir, gittiği yerlere hayat götü-
rür. Âlem halkına rehber olur, yerde olduğu halde semaların üstündedir. Fakir
görüntüsünde köhne hırka içinde bulunsa da halkın mürşit ve önderidir.
Onun bu tür kıyafete girmesi geçim derdinden (fayda sağlamak için) değil- 6735
dir. Hırkasını bırak da kendisine bak! Gör ve bil ki o hırka perdesi altında
gizlenmiş nasıl bir baş padişahtır. Defineyi şunun için viranelere gömerler ki,
halkın elinden kurtarsınlar.
(SAYFA 258) Tâ ki, virane hazineye kale olsun, onu fenadan (yağmadan) kurtarsın.
Virane, hazinenin bekçisi demektir, gece gündüz onu bekler.
Onun sahip olduğu bu mertebenin daha üstünde padişahlık, gizli saltanat 6740
vardır. İstemeden bulunan onundur, aylar, yıllar onu ister. Onu ararlar. Zahmetsiz,
külfetsiz hazineler elde eder; hicransız, ayrılıksız vuslata erer. O nadirdir,
fakat bu, enderdir. O kadirdir, fakat bu daha kudretlidir. O, âşık mesabesindedir;
bu maşuk. O, Hamza gibidir, bu Faruk.
Gerçi o, İsa gibi göklere ermiştir; fakat bu, arşın, kürsün, boşun da üstünde- 6745
dir. Böyle padişahı kimse bilmez, anlayamaz. Canıgönülden talep etse bile.
Ancak havas anlar. O havas ki insanlar ve cinler arasında haberdar ve gören,
saf ruhlu kimselerdir. Onun esrarını onlar anlayabilir; onun söz ve davranı-
şından ancak onlar koku sezebilir. Yoksa, bağı göremeyen göz, ağacın üze-
288
Rebabnâme
rindeki kuşu hiç göremez.
6750 Kumruyu göremeyen, gagasının üzerindeki tüyleri nerede sayabilecek?
Onun nuruna bakmaya gündüz kuşlarının gözü tahammül edemez, gece
kuşu (yarasa) nasıl dayanabilir? Süleyman’ın, rüyada bile göremediği o gü-
neşi kör karınca nereden görecek? Gece gündüz durmaksızın talepte bulunsa
bile, o huzura kimse yol bulamaz. Onun cinsinden değildir ki ısrarına dayanamayarak
ona yüzünü göstersin.
6755 Bu, lütuf ve ihsan yoluyla erişir, çalışmakla değil. Gayret işi değil, baht ve
devlet işidir. O semte kanatsız olan uçamaz. Böyle yolu yürüyerek kim katedebilir?
Ayaktan vazgeç ki, Huda sana kanat versin, başından geç ki kar-
şılık olarak yüz baş alasın. Canından geç ki, Huda sana tükenmez vuslat ve
kavuşmanın kaynağı bir can versin. Her kim Hakk’a bir verirse, karşılığında
yüz alır. Sayısız veren de sayısız alır.
6760 Eğer tacir isen ver, al! (Alışveriş et.) Tacir değil de ücretli isen, hani ücretin?
Karşılıksız kalışın ondandır ki sırran günahkarsın, zahiren uslu, edepli gö-
rünsen de. Her kimin ibadeti karşılıksız kalmışsa, bil ki onun taatinden isteği
Hak değildir. Eğer ibadetten maksudu Hak olaydı, istediği neyse o olurdu.
(Kendisi de Hak olurdu.) Mademki muradı hasıl olmuyor, dünyada mahrumiyyet
bu sebepledir.
6765 Ey oğul, onun ibadetle Hak’tan kastettiği Hak değildir, onun maksudu baş-
kadır. Gerçi dili Hak diyor, fakat aklı, fikri dünya tarafına kanatlanmıştır.
Çünkü onun matlubu ancak bu cisimdir. Canının Hak’tan aldığı nasip de
ancak Hakk’ın ismidir. Onun canında o nurdan eser yok, maddi kuvvetlerden
başka bir şey onu memnun etmez. Nurdan tamamen uzak, baştan başa
nârdır, hayatının bütün sefahatı matemdir, neşesi yoktur. (SAYFA 259)
6770 Çünkü onun ruhani gıdadan nasibi yoktur, bu âlemden başka sevgilisi de
yoktur. Hayvan gibi yiyip yatmak esiridir.
Bu iki şeyden başka düşündüğü de yoktur. Dünyada hayvan gibi yaşar, hayvan
gibi hor ve hakir olarak ölür. Topraktan çıkan kurt gibi, toprak olur gider,
onda göklere çıkacak ruh nerede? Öyle ruhlar keremden doğar, kirmden
(böcek kurdu) değil. O canları bu âlemden hariç bil!
6775 Onlar dumandan ve buhardan doğmuş değildir, duyuların ve maddenin
ötesindedir. Suretten geç ki onun, her iki âlemin padişah ve önderi olduğunu
göresin. Âlemin gıdası odur, âlem onun kabuğudur. Ondan ötesi düş-
mandır, dost ancak odur. Ondan ne zamana kadar köşe bucak kaçıp duracaksın?
Canını, başını mertçesine onun yoluna koy! Bundan sonra sözlerim,
bütün onun güzelliğinin anlatımına bağlı olacaktır.
6780 Gerek vasıldan, gerek salikten, hangisinden bahsedersem, söz konusu onun
zatının vasfıdır. İyi dinle! Hayır, şer, iyi, kötü her şey âdemde olduğu gibi,
onda acayip bir şey daha vardır ki “dimağdır”.
MAKALE 93
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hakimler derler ki: “Yer, gök (kainat) âlem-i ekberdir (büyük âlemdir), insan
âlem-i asgardır (küçük âlemdir).” Fakat evliya bunun aksini söyler. Derler
ki: Her ne kadar dış görünüşte insan, bu âlemden doğdu ise de, hakikatte
âlem, âdemden doğmuştur. Nitekim, meyve zahiren ağaçtan doğmuştur, fakat
hakikatte ağaç meyveden doğmuştur. Çünkü bağcının gönlünde ağaçtan
evvel meyve doğmuş, sonra ağacı dikmiştir. Bu nedenle meyve evvel, ağaç
sonra var olmuştur. İşte bunun gibi, Hak Teala Hazretleri’nin de âlemden
maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu halde âdem evvel, âlem sonra
mevcut olmuş olur. Bu tertip üzere âdem de o erlerin demi için vücuda
gelmiştir. Nasıl ki âlemden maksut, âlem halkıdır, halktan maksut da o kutubdur.
Nitekim denilmiştir. “Maksûd zi-avâlim-i âdem âmed vü maksûd ez-ân
dem âmed” Meali: Âlemden maksut, âdemdir. Âdemden de maksut, o demdir.
(?) Bu makale şunu da takdir edecektir: Zina, şarap içmek, aldatma ve yalancılık
gibi cürümler, mansıb-ı tahaşşîdir (korkulacak bir makamdır. Bedenin
güç yetiremeyeceği iştir.)
Çünkü nasip ve büyüklük Huda’ya mahsustur, kulların ona müdahalesi
kesin şirktir. Acz ve tembelliğe dayanan cürümler ise kabil-i uzuv ve merhamettir.
Hariçte bunun misali vardır. Padişahın bendelerinden biri bir suç iş-
lese, padişahın onu affetmesi umulur.
Fakat tahtına göz dikerse baş kurtaramaz, lanetli İblis “Ben âdemden hayırlıyım.”
diyerek varlık ve benlik davasına kalktığı için kovuldu. Şu halde
köle için rütbe ve makam talebinden zararlı bir şey yoktur. Nitekim hakim
Senai buyurmuştur: “Âdemî râ zi-câh bihter-i Kel fuzûli şeved çi yâft külah.”
Meali: İnsan için zindana atılmak, makam talebinden daha iyidir. Çünkü kel,
başına külah bulunca fodulluğa (kanaatsizliğe) başlar.
(SAYFA 260) Bazıları dediler ki: “Âlem en büyük kainattır. Çünkü kainatta sayı-
sız, türlü mahluklar vardır.” Şüphesiz, zemin ve sema da büyük âlemlerdir.
Çünkü iyi kötü her cins mahluk oradadır. Âdemin de en küçük âlem olması
akla kabul edilebilir gelir, çünkü kainatın parçalarından (anasırdan) doğ-
muştur.
Fakat evliyalar bunun aksini iddia ederler, derler ki; görüş sahibi olan, bu 6785
sözü söylemez. Çünkü büyük âlem insan vücududur, çünkü onda artık, eksik
yüz çeşit harika vardır. Gerçi âdem, âlemden sonra vücuda geldi. Fakat
hakikatte o âlemden evvel mevcut idi. Her ne kadar meyve, ağacından meydana
geliyorsa da, yüce yaratıcı, ağacı meyve için yaratmıştır. Bağcı, ağacı
meyveliğe meyve için dikmez mi?
Şu halde meyve, manen ağaçtan evvel mevcut olmuş olur. Meyvenin çoğal- 6790
ması bu niyetin mahsuludur. Gerçi görünüşte meyveyi ağaç veriyor, fakat
bütün meyve ağaçları meyveden doğdu. Öyle değil mi ki bağcının gönlüne
meyve, ağaçtan evvel doğmuştur da ağaç yetiştirmeyi ondan sonra düşün-
289
Sultan Veled
rindeki kuşu hiç göremez.
6750 Kumruyu göremeyen, gagasının üzerindeki tüyleri nerede sayabilecek?
Onun nuruna bakmaya gündüz kuşlarının gözü tahammül edemez, gece
kuşu (yarasa) nasıl dayanabilir? Süleyman’ın, rüyada bile göremediği o gü-
neşi kör karınca nereden görecek? Gece gündüz durmaksızın talepte bulunsa
bile, o huzura kimse yol bulamaz. Onun cinsinden değildir ki ısrarına dayanamayarak
ona yüzünü göstersin.
6755 Bu, lütuf ve ihsan yoluyla erişir, çalışmakla değil. Gayret işi değil, baht ve
devlet işidir. O semte kanatsız olan uçamaz. Böyle yolu yürüyerek kim katedebilir?
Ayaktan vazgeç ki, Huda sana kanat versin, başından geç ki kar-
şılık olarak yüz baş alasın. Canından geç ki, Huda sana tükenmez vuslat ve
kavuşmanın kaynağı bir can versin. Her kim Hakk’a bir verirse, karşılığında
yüz alır. Sayısız veren de sayısız alır.
6760 Eğer tacir isen ver, al! (Alışveriş et.) Tacir değil de ücretli isen, hani ücretin?
Karşılıksız kalışın ondandır ki sırran günahkarsın, zahiren uslu, edepli gö-
rünsen de. Her kimin ibadeti karşılıksız kalmışsa, bil ki onun taatinden isteği
Hak değildir. Eğer ibadetten maksudu Hak olaydı, istediği neyse o olurdu.
(Kendisi de Hak olurdu.) Mademki muradı hasıl olmuyor, dünyada mahrumiyyet
bu sebepledir.
6765 Ey oğul, onun ibadetle Hak’tan kastettiği Hak değildir, onun maksudu baş-
kadır. Gerçi dili Hak diyor, fakat aklı, fikri dünya tarafına kanatlanmıştır.
Çünkü onun matlubu ancak bu cisimdir. Canının Hak’tan aldığı nasip de
ancak Hakk’ın ismidir. Onun canında o nurdan eser yok, maddi kuvvetlerden
başka bir şey onu memnun etmez. Nurdan tamamen uzak, baştan başa
nârdır, hayatının bütün sefahatı matemdir, neşesi yoktur. (SAYFA 259)
6770 Çünkü onun ruhani gıdadan nasibi yoktur, bu âlemden başka sevgilisi de
yoktur. Hayvan gibi yiyip yatmak esiridir.
Bu iki şeyden başka düşündüğü de yoktur. Dünyada hayvan gibi yaşar, hayvan
gibi hor ve hakir olarak ölür. Topraktan çıkan kurt gibi, toprak olur gider,
onda göklere çıkacak ruh nerede? Öyle ruhlar keremden doğar, kirmden
(böcek kurdu) değil. O canları bu âlemden hariç bil!
6775 Onlar dumandan ve buhardan doğmuş değildir, duyuların ve maddenin
ötesindedir. Suretten geç ki onun, her iki âlemin padişah ve önderi olduğunu
göresin. Âlemin gıdası odur, âlem onun kabuğudur. Ondan ötesi düş-
mandır, dost ancak odur. Ondan ne zamana kadar köşe bucak kaçıp duracaksın?
Canını, başını mertçesine onun yoluna koy! Bundan sonra sözlerim,
bütün onun güzelliğinin anlatımına bağlı olacaktır.
6780 Gerek vasıldan, gerek salikten, hangisinden bahsedersem, söz konusu onun
zatının vasfıdır. İyi dinle! Hayır, şer, iyi, kötü her şey âdemde olduğu gibi,
onda acayip bir şey daha vardır ki “dimağdır”.
MAKALE 93
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hakimler derler ki: “Yer, gök (kainat) âlem-i ekberdir (büyük âlemdir), insan
âlem-i asgardır (küçük âlemdir).” Fakat evliya bunun aksini söyler. Derler
ki: Her ne kadar dış görünüşte insan, bu âlemden doğdu ise de, hakikatte
âlem, âdemden doğmuştur. Nitekim, meyve zahiren ağaçtan doğmuştur, fakat
hakikatte ağaç meyveden doğmuştur. Çünkü bağcının gönlünde ağaçtan
evvel meyve doğmuş, sonra ağacı dikmiştir. Bu nedenle meyve evvel, ağaç
sonra var olmuştur. İşte bunun gibi, Hak Teala Hazretleri’nin de âlemden
maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu halde âdem evvel, âlem sonra
mevcut olmuş olur. Bu tertip üzere âdem de o erlerin demi için vücuda
gelmiştir. Nasıl ki âlemden maksut, âlem halkıdır, halktan maksut da o kutubdur.
Nitekim denilmiştir. “Maksûd zi-avâlim-i âdem âmed vü maksûd ez-ân
dem âmed” Meali: Âlemden maksut, âdemdir. Âdemden de maksut, o demdir.
(?) Bu makale şunu da takdir edecektir: Zina, şarap içmek, aldatma ve yalancılık
gibi cürümler, mansıb-ı tahaşşîdir (korkulacak bir makamdır. Bedenin
güç yetiremeyeceği iştir.)
Çünkü nasip ve büyüklük Huda’ya mahsustur, kulların ona müdahalesi
kesin şirktir. Acz ve tembelliğe dayanan cürümler ise kabil-i uzuv ve merhamettir.
Hariçte bunun misali vardır. Padişahın bendelerinden biri bir suç iş-
lese, padişahın onu affetmesi umulur.
Fakat tahtına göz dikerse baş kurtaramaz, lanetli İblis “Ben âdemden hayırlıyım.”
diyerek varlık ve benlik davasına kalktığı için kovuldu. Şu halde
köle için rütbe ve makam talebinden zararlı bir şey yoktur. Nitekim hakim
Senai buyurmuştur: “Âdemî râ zi-câh bihter-i Kel fuzûli şeved çi yâft külah.”
Meali: İnsan için zindana atılmak, makam talebinden daha iyidir. Çünkü kel,
başına külah bulunca fodulluğa (kanaatsizliğe) başlar.
(SAYFA 260) Bazıları dediler ki: “Âlem en büyük kainattır. Çünkü kainatta sayı-
sız, türlü mahluklar vardır.” Şüphesiz, zemin ve sema da büyük âlemlerdir.
Çünkü iyi kötü her cins mahluk oradadır. Âdemin de en küçük âlem olması
akla kabul edilebilir gelir, çünkü kainatın parçalarından (anasırdan) doğ-
muştur.
Fakat evliyalar bunun aksini iddia ederler, derler ki; görüş sahibi olan, bu 6785
sözü söylemez. Çünkü büyük âlem insan vücududur, çünkü onda artık, eksik
yüz çeşit harika vardır. Gerçi âdem, âlemden sonra vücuda geldi. Fakat
hakikatte o âlemden evvel mevcut idi. Her ne kadar meyve, ağacından meydana
geliyorsa da, yüce yaratıcı, ağacı meyve için yaratmıştır. Bağcı, ağacı
meyveliğe meyve için dikmez mi?
Şu halde meyve, manen ağaçtan evvel mevcut olmuş olur. Meyvenin çoğal- 6790
ması bu niyetin mahsuludur. Gerçi görünüşte meyveyi ağaç veriyor, fakat
bütün meyve ağaçları meyveden doğdu. Öyle değil mi ki bağcının gönlüne
meyve, ağaçtan evvel doğmuştur da ağaç yetiştirmeyi ondan sonra düşün-
290
Rebabnâme
müştür. Zemine türlü türlü ağaçlar dikmiştir ki, onun ürettiği meyveleri yiyesin!
Meyve bağbanın hatırına düşmeseydi ağaç nereden olacaktı? Şu halde
meyve baba, ağaç da evladıdır.
6795 Âlem de gerçi görünüşte âdemden evveldir. Fakat âlemden kastedilen
insan-ı kamil olduğuna göre âdem, âlemden evvel vücut bulmuştur. Çünkü,
âlemden bizatihi maksut, odur. Hak Teala Hazretleri cihanı yiğitler için yarattı
ki, onlardan birçok kerametler zuhur etsin. Eğer maksut bizzat bunlar
olmasaydı, bu yer ve gök vücuda gelmezdi. İşte ‘levlak’ sırrı budur. İyi dinle
de merd-i Huda’ya canıgönülden yönel!
6800 Çünkü onun kalp ile seyrettiği Huda’dır, o, iki cihanda da padişah-ı mutlaktır.
Onun eteğini çabuk tut ki ilerleyebilesin, enginlerde kalmayasın! Onu
rehber bil, bu yolda rehbersiz koşup durma, ki arayıp taramadan kurtulasın.
Çünkü yolunda bir çok yol kesici vardır. Bu korku ve bu tehlikelerden kurtulan
pek azdır. O eşkiyalar sende gizlenmişlerdir. Vakit vakit senden zuhur
ederler.
6805 Ev, bark, mal ve makam arzusu insanı kuyunun dibine düşürür. Bu yol kesicilerin
başı (reisi), liderlik sevgisidir. Hak yolunda ululuk talep etmek şirktir.
Adaletin uygulaması amacıyla olanı ve yoklukla süslü olanı başka. Böyle
olan kimse, zahirde reis gibi görünürse de batında kul gibidir (kendini hizmete
vakfetmiştir). Sureten şah ve hakim görünür, fakat hakikatte bende ve
mahkumdur.
6810 Onun reislikten amacı hizmettir. O, Rahmanın merhametle görevli bir kuludur.
Gece gündüz ondan sudur eden hayır ve şer (bütün davranışlar), kendi
için değil, Hak içindir. Barışı, kavgası daima Allah rızası için, lütuf ve kahrı
da o padişah içindir. İşte yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan padişahlar böyle
reislerdir ki yere ve göğe gölge salmışlardır.
(SAYFA 261) Ama o kimse ki kendi hırsını tatmin için reislik talep eder, ta ki herkes
onun iradesine göre hareket etsin.
6815 Böyle olan reis kendini beğenmiştir, maddi dünyanın tuzağına tutulup kalmıştır.
Onun bu sözü ve hükmü birkaç günlüktür. Ondan sonra ne başlığı
kalır, ne başı. Onun fani saltanatı şimşek gibidir. Birden parlar, birden sö-
ner, sapkınlığı çabuk meydana çıkar. Bunun makam ve mertebesi, o reis gibi
nereden olacak? O, sofanın ortasında oturur, bu, kapısında. O, melekler gibi
göklerde başı önde, bu, şeytan gibi yerde sürüngendir.
6820 Onunla bu, ciddi bir söz ile bu söze karşı söylenilen saçma sapan karşılıklar
(asman ve risman) gibidir. Aralarında hiç münasebet yoktur. Bilakis pek bü-
yük mesafe vardır. Hakk’a karşı baş kaldırmak şirktir. Şeytan, onun için laneti
hak etti. İblis bu yüzden kovuldu. Yoksa evvel melekler gibi makbul idi.
Reislikten büyük cürüm yoktur. İblis’ten ibret al da ondan uzak dur! Hakikatte
bela zindanı olan böyle makamdan sakın ki yolunda engel olmasın.
6825 Şirkten başkası küçük günahlardır. Hepsi de ayak değerindedir. Asıl baş
odur (şirktir). Reisliğin, makamın mayası benliktir (kibirdir). Benlikteki kö-
tülüğün haddi ve payanı yoktur. Öyleyse benliğin başını kes ki, ondan kurtulasın,
güneş gibi semalara ayak basasın! Biz Hak yolunda benlikten kurtulmadıkça,
Hak Teala Hazretleri ders vermek üzere bize üstatlık etmez. Benli-
ğimizden tamamen geçmedikçe, beka mülkü tarafına bizim için yol yoktur.
Biz varlığı yokluk kaynağında bulduk, ondan dolayı yokluk tarafına koşa- 6830
rız. Eğer sen Mevla’ya gerçekten talip isen, varlığın esasını yoklukta ara! Her
kim kendinden yok olduysa baki kaldı, her kim kendinden geçtiyse, atını
öne sürdü (herkesi geçti). Aşıkların yolu nişansızlıktır. Onu, meşhur olmak
istememeyi (adem-i iştiharı), annen gibi gönlüne oturt! (sev!) Tarafsız tarafı-
na gönül yolundan git! Çünkü o menzile senlik sığmaz.
Şüphe etme ki, varlığın, yolunda haildir (engeldir). O, istenenin yüzünü gör- 6835
mene engeldir. Böyle kötü varlıktan gafil olma (aldanma), böyle reislikten
vazgeç de boş otur! Bu işsizlikte sana bir iş verirler ki, akıllardan hariçtir. O
kapıda küfürle din, mahbubun yüzündeki örtü gibi, perdedarlık hizmetinde
bulunurlar. Her kim bu ikiden (küfürle dinden) geçmezse, yakinen bil ki
maddiyat perdesine takılıp kalmıştır.
Daima ayağı ikilikte bağlıdır, kah korku (havf), kah istek (reca) içindedir. Sen 6840
hayır ve şerden boşalmadıkça (kalbini gayrıdan temizlemedikçe) cemalullah
ile nasıl dolabilirsin? Ey müşteri, dünya alışverişini bırakmadıkça, Hak’tan
nasıl mükafat kumaşı alabilirsin? Nur-ı ilahi ile semirmedikçe, kendi kendine
nasıl boşalabilirsin? Kendi kuvvetin buna kafi gelmez. Güneşin nurundan
soyutlanma yoluyla faydalan ki sonunda lâl olabilesin.
Buradaki lâlden maksat, bildiğiniz rengarenk lâl değildir, dinin aslıdır. 6845
(SAYFA 262) Can lâli, can gibi bakidir, Hak ona kadehsiz sakidir. Daima ondan al
ve ona kendinden ver (durmadan alışveriş et) ta ki nur-ı Hak’la ağzına kadar
dolasın! Nasıl ki bir cahil, ilim ehlinden azar azar ilim ve hilm öğrenir. Kazandığı
ilim nispetinde cehaleti yok olur, bu yolla kolayca âlim olur.
Sen de aşama aşama gayret edersen Rahmana yetişirsin, yoksa gaflet kuyu- 6850
sunun dibine dalar, çöker kalırsın. Cenab-ı Hak beş vakit namazı bunun için
emretmiştir ki, bu vesileyle Hak’tan ders alasın! Yavaş yavaş ahlâk-ı Huda
ile ahlâklanasın, evliya güruhuyla yoldaş olasın! Kendinden geçerek Hakk’a
yakın olasın, katre gibi onun deryasına karışasın! Bu yoldan başka bir yol
daha vardır ki o yol, seni menzile zahmetsizce çarçabuk yetiştirir,
meşakkat ve yol zahmeti olmaksızın. O yol, cezbe yoludur. Cezbe-i Hak, seni 6855
karar yerine eriştirir.
291
Sultan Veled
müştür. Zemine türlü türlü ağaçlar dikmiştir ki, onun ürettiği meyveleri yiyesin!
Meyve bağbanın hatırına düşmeseydi ağaç nereden olacaktı? Şu halde
meyve baba, ağaç da evladıdır.
6795 Âlem de gerçi görünüşte âdemden evveldir. Fakat âlemden kastedilen
insan-ı kamil olduğuna göre âdem, âlemden evvel vücut bulmuştur. Çünkü,
âlemden bizatihi maksut, odur. Hak Teala Hazretleri cihanı yiğitler için yarattı
ki, onlardan birçok kerametler zuhur etsin. Eğer maksut bizzat bunlar
olmasaydı, bu yer ve gök vücuda gelmezdi. İşte ‘levlak’ sırrı budur. İyi dinle
de merd-i Huda’ya canıgönülden yönel!
6800 Çünkü onun kalp ile seyrettiği Huda’dır, o, iki cihanda da padişah-ı mutlaktır.
Onun eteğini çabuk tut ki ilerleyebilesin, enginlerde kalmayasın! Onu
rehber bil, bu yolda rehbersiz koşup durma, ki arayıp taramadan kurtulasın.
Çünkü yolunda bir çok yol kesici vardır. Bu korku ve bu tehlikelerden kurtulan
pek azdır. O eşkiyalar sende gizlenmişlerdir. Vakit vakit senden zuhur
ederler.
6805 Ev, bark, mal ve makam arzusu insanı kuyunun dibine düşürür. Bu yol kesicilerin
başı (reisi), liderlik sevgisidir. Hak yolunda ululuk talep etmek şirktir.
Adaletin uygulaması amacıyla olanı ve yoklukla süslü olanı başka. Böyle
olan kimse, zahirde reis gibi görünürse de batında kul gibidir (kendini hizmete
vakfetmiştir). Sureten şah ve hakim görünür, fakat hakikatte bende ve
mahkumdur.
6810 Onun reislikten amacı hizmettir. O, Rahmanın merhametle görevli bir kuludur.
Gece gündüz ondan sudur eden hayır ve şer (bütün davranışlar), kendi
için değil, Hak içindir. Barışı, kavgası daima Allah rızası için, lütuf ve kahrı
da o padişah içindir. İşte yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan padişahlar böyle
reislerdir ki yere ve göğe gölge salmışlardır.
(SAYFA 261) Ama o kimse ki kendi hırsını tatmin için reislik talep eder, ta ki herkes
onun iradesine göre hareket etsin.
6815 Böyle olan reis kendini beğenmiştir, maddi dünyanın tuzağına tutulup kalmıştır.
Onun bu sözü ve hükmü birkaç günlüktür. Ondan sonra ne başlığı
kalır, ne başı. Onun fani saltanatı şimşek gibidir. Birden parlar, birden sö-
ner, sapkınlığı çabuk meydana çıkar. Bunun makam ve mertebesi, o reis gibi
nereden olacak? O, sofanın ortasında oturur, bu, kapısında. O, melekler gibi
göklerde başı önde, bu, şeytan gibi yerde sürüngendir.
6820 Onunla bu, ciddi bir söz ile bu söze karşı söylenilen saçma sapan karşılıklar
(asman ve risman) gibidir. Aralarında hiç münasebet yoktur. Bilakis pek bü-
yük mesafe vardır. Hakk’a karşı baş kaldırmak şirktir. Şeytan, onun için laneti
hak etti. İblis bu yüzden kovuldu. Yoksa evvel melekler gibi makbul idi.
Reislikten büyük cürüm yoktur. İblis’ten ibret al da ondan uzak dur! Hakikatte
bela zindanı olan böyle makamdan sakın ki yolunda engel olmasın.
6825 Şirkten başkası küçük günahlardır. Hepsi de ayak değerindedir. Asıl baş
odur (şirktir). Reisliğin, makamın mayası benliktir (kibirdir). Benlikteki kö-
tülüğün haddi ve payanı yoktur. Öyleyse benliğin başını kes ki, ondan kurtulasın,
güneş gibi semalara ayak basasın! Biz Hak yolunda benlikten kurtulmadıkça,
Hak Teala Hazretleri ders vermek üzere bize üstatlık etmez. Benli-
ğimizden tamamen geçmedikçe, beka mülkü tarafına bizim için yol yoktur.
Biz varlığı yokluk kaynağında bulduk, ondan dolayı yokluk tarafına koşa- 6830
rız. Eğer sen Mevla’ya gerçekten talip isen, varlığın esasını yoklukta ara! Her
kim kendinden yok olduysa baki kaldı, her kim kendinden geçtiyse, atını
öne sürdü (herkesi geçti). Aşıkların yolu nişansızlıktır. Onu, meşhur olmak
istememeyi (adem-i iştiharı), annen gibi gönlüne oturt! (sev!) Tarafsız tarafı-
na gönül yolundan git! Çünkü o menzile senlik sığmaz.
Şüphe etme ki, varlığın, yolunda haildir (engeldir). O, istenenin yüzünü gör- 6835
mene engeldir. Böyle kötü varlıktan gafil olma (aldanma), böyle reislikten
vazgeç de boş otur! Bu işsizlikte sana bir iş verirler ki, akıllardan hariçtir. O
kapıda küfürle din, mahbubun yüzündeki örtü gibi, perdedarlık hizmetinde
bulunurlar. Her kim bu ikiden (küfürle dinden) geçmezse, yakinen bil ki
maddiyat perdesine takılıp kalmıştır.
Daima ayağı ikilikte bağlıdır, kah korku (havf), kah istek (reca) içindedir. Sen 6840
hayır ve şerden boşalmadıkça (kalbini gayrıdan temizlemedikçe) cemalullah
ile nasıl dolabilirsin? Ey müşteri, dünya alışverişini bırakmadıkça, Hak’tan
nasıl mükafat kumaşı alabilirsin? Nur-ı ilahi ile semirmedikçe, kendi kendine
nasıl boşalabilirsin? Kendi kuvvetin buna kafi gelmez. Güneşin nurundan
soyutlanma yoluyla faydalan ki sonunda lâl olabilesin.
Buradaki lâlden maksat, bildiğiniz rengarenk lâl değildir, dinin aslıdır. 6845
(SAYFA 262) Can lâli, can gibi bakidir, Hak ona kadehsiz sakidir. Daima ondan al
ve ona kendinden ver (durmadan alışveriş et) ta ki nur-ı Hak’la ağzına kadar
dolasın! Nasıl ki bir cahil, ilim ehlinden azar azar ilim ve hilm öğrenir. Kazandığı
ilim nispetinde cehaleti yok olur, bu yolla kolayca âlim olur.
Sen de aşama aşama gayret edersen Rahmana yetişirsin, yoksa gaflet kuyu- 6850
sunun dibine dalar, çöker kalırsın. Cenab-ı Hak beş vakit namazı bunun için
emretmiştir ki, bu vesileyle Hak’tan ders alasın! Yavaş yavaş ahlâk-ı Huda
ile ahlâklanasın, evliya güruhuyla yoldaş olasın! Kendinden geçerek Hakk’a
yakın olasın, katre gibi onun deryasına karışasın! Bu yoldan başka bir yol
daha vardır ki o yol, seni menzile zahmetsizce çarçabuk yetiştirir,
meşakkat ve yol zahmeti olmaksızın. O yol, cezbe yoludur. Cezbe-i Hak, seni 6855
karar yerine eriştirir.
292
Rebabnâme
MAKALE 94
Bu makalede “cezbetun min cezebati’l-hak hayrun min ibâdeti’s-sakaleyn”
hadis-i şerifi izah olunacaktır. Meali: “Rahmani bir cezbe, bütün insan ile cinin
ibadetinden hayırlıdır.” Çünkü cezbe, Hakk’ın fiilidir, ibadetler ise, kulların
fiilleridir.
Bu makalede şu da beyan olunacaktır ki, iradeler, meyiller, muhabbetler
aşkın parçalarıdır. Az olursa irade, çok olursa meyl, daha çok olursa muhabbet,
aşırılığa kaçarsa (ifrat derecesini bulursa) aşk denir. Aşkın kemali de cezbedir.
Nasıl ki suya da muhtelif isimler verilir:
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok
olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir. Şu kadar var ki hepsi bir
sudur.
Cenab-ı Peygamber buyurdular ki: Bir cezbe-i Huda, halkın riyasız yaptıkları
ibadetlerden hayırlıdır. Cezbe, insan ile cinin gayretinden iyidir. Çünkü
cezbe aşk cinsindendir. Muhabbet artınca ona aşk denir, aşkın kemali de cezbedir.
Aşk, tam kemale varınca cezbe olur, çünkü o güzel yüz onda görünür.
6860 Ayine saf olursa, yüz onda hicapsız (berrak) olarak görünür. Eksik aşka cezbe
deme! Çünkü eksik aşk cezbeden uzaktır. Az suya katre ismi verilir, akmaya
başlayınca çay, ırmak derler, ırmağın büyüğüne, büyüklüğünden dolayı
fırat derler. Daha büyük olursa ceyhun olur ki denize kadar,
6865 ceyhundan sonra derya olur. Çeşitli adlarla anıldığı halde hepsi sudur. Her
mertebede bir isim verilir, derya olunca kemalini bulur. Kalbindeki irade ve
meyiller de -az veya çokluğuna göre- böyledir.
(SAYFA 263) Aşkı da bu tertip üzere bil! Aşkın aşırısı da cezbe olur. O adetlerin
(tekliklerin) hepsi bir mana ifade eder. Bundaki maksadımızı anla!
6870 Aşk, sonsuz dereceye varınca adı cezbe olur, nasıl en aşağı mertebesinde iken
meyil deniyordu. Cezbeyi aşkın kemali bil! Çünkü o, aşığı Huda’ya eriştirir.
Cezbe halinde muhabbet (aşk), Hak’tır. Onun nuru senin ruhuna sirayet eder
de sen, aşkı kendinin zannedersin. Halbuki, bu aşk ve sıdk, Huda’dandır.
Vücudunda parlayan bütün onun nurudur. Ruhlar, o fazl ve keremden tıka
basa dolmuştur.
6875 Muhabbet, Hakk’ın vasfı olunca, kalpteki heyecanı ondan bil, kendinin
zannetme! Kuran-ı Kerim’de bu manaya işareten “yuhıbbuhum ve
yuhıbbûnehû”106 buyrulmuştur. Ta ki sen seni kendinde ondan göresin. Talip,
onu bil! Çünkü sendeki talep, onun nurlarının lütfundan parlamıştır. Senin
ona talip oluşun, onun sana talip olduğundandır. O lütuf, senin hem derdin,
hem dermanındır. Her şeyde Hakk’ı gör! Hak’tan başka bir şey bilme!
Çünkü zahir, batın hep odur.
106 Maida suresi 5/54 Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk
getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere kar-
şı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.
İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
“Evvel, ahir, zahir, batın benim.” buyurdu ki iyi bile ve iyi anlayasın! Hep 6880
odur, padişahtan başka kimse yoktur, hangi semte baksan onu görürsün.
Gayrısı tamamen yaratılmıştır (fanidir). Ancak Hak Teala baki ve daimdir.
Faniye bakma (ehemmiyet verme) ki, o, yok olucudur. Bakiye bak ki, baki
kalasın. Cezbe, seni ayrılıktan ve ayrılık kusurundan kurtarır. Cezbe sebebiyle
ilmin, açık (ayn) olur.
Kulak yoluyla ne duydun, ne öğrendinse, gözün onları açıkça görür. Sana 6885
ilme’l-yakin, ayne’l-yakin olur. Yedinci kat semanın üstüne ayak basarsın.
Çünkü cezbe, ibadetlerin sultanıdır, belki sırrın sırrı ve dinin özüdür. Cezbede
sana ansızın bir halet gelir ki aletsiz sanatkar olursun. Hak’tan sana bir
kudret erişir ki, onunla cehalet kuyusu, eğitilmeden ilmin ta kendisi olur.
Nasıl ki Nuh’un emriyle dünyada tufan kopmuştu. Nasıl ki Salih’in duasıy- 6890
la dağdan (kayadan) deve doğmuştu, nasıl ki İbrahim, ateş içinde güller, gü-
listanlar, yeşillikler görmüştü, nasıl ki Musa’nın elinde asa, Hakk’ın emriyle
birdenbire ejderha olmuştu, deryaya vurmasıyla tozlu yollar açılmış o suretle
Firavun’u gark etmişti,
nasıl ki İsa Aleyhisselam, nefesiyle ölüyü diriltmiş, yokluktan varlığa iade et- 6895
mişti, nasıl ki Cenab-ı Muhammet (s.a.v.), o sultan-ı güzin, felekteki ayı aşikar
olarak Hakim-i Kibriya’nın emriyle o nur yüzlüyü iki parça etmişti, Ebu
Cehil’in elindeki taşları, lehinde şehadet ettirerek söyletmişti, o avazı kulaklar,
şekten ve şüpheden uzak olarak işitmişlerdi, (SAYFA 264)
nasıl ki İbn Ethem, Uhud’da Hakk’ın didarını açıkça seyreylemişti. Bunun 6900
gibi, evliya-yı kiram’dan Bayezit ki Hakk’a olan yakınlığı durmaksızın artardı.
Maruf Gerhi, Cüneyd Bağdadi ve Ebu Said gibi evliyanın meşhurları ki
her biri zamanının seçkini idi. Her birinin başka türlü kerametleri vardı, her
biri arzulanan makama yol bulmuşlardı. Her biri o asla bağlanmış, hepsinin
hali, kali kemal mertebesine ermişti.
Eğer o şahların hallerini açıklamakla meşgul olursam uzun ömür sarf etmek 6905
mecburiyetinde kalırım. Bunların cümlesini vuslata cezbe çekmiştir, her biri
o vuslat şarabını kadehsiz içmiş, her biri bu kâr ve kazancı (bu faziletleri)
cezbeden bulmuş, o suretle kendilerine gaybın sırları tecelli etmiştir. Bu, cezbenin
suretidir (neticesidir). İyi dinle de onun için canı ve gönlü feda et. Eğer
cezbe-i Hak olmasaydı evlad-ı âdemden biri, Hazret-i Âdem gibi nasıl olabilirdi?
Adem evlatlarına o mülk, o saltanat nereden nasip olacaktı? Her biri âlemin 6910
sığınağı olabilir miydi? Her biri ahlâk-ı ilahi ile nasıl ahlâklanır, bu kadar
mucize ve kerametleri nasıl gösterebilirdi? Bunların hepsi de cezbe neticesi
olarak husule geliyor. Hakk’a yâr olan cana ne mutlu! Yâr olmak nedir ki? O,
Hak’tan fani olmuş, ikiliksiz olarak onun sarhoşluğunda ayılmıştır. Bu ayılma,
o bildiğin sarhoşların ayılması kabilinden değil ki! Onların ne söylediklerinden
haberi olur, ne de söylenenden.
293
Sultan Veled
MAKALE 94
Bu makalede “cezbetun min cezebati’l-hak hayrun min ibâdeti’s-sakaleyn”
hadis-i şerifi izah olunacaktır. Meali: “Rahmani bir cezbe, bütün insan ile cinin
ibadetinden hayırlıdır.” Çünkü cezbe, Hakk’ın fiilidir, ibadetler ise, kulların
fiilleridir.
Bu makalede şu da beyan olunacaktır ki, iradeler, meyiller, muhabbetler
aşkın parçalarıdır. Az olursa irade, çok olursa meyl, daha çok olursa muhabbet,
aşırılığa kaçarsa (ifrat derecesini bulursa) aşk denir. Aşkın kemali de cezbedir.
Nasıl ki suya da muhtelif isimler verilir:
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok
olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir. Şu kadar var ki hepsi bir
sudur.
Cenab-ı Peygamber buyurdular ki: Bir cezbe-i Huda, halkın riyasız yaptıkları
ibadetlerden hayırlıdır. Cezbe, insan ile cinin gayretinden iyidir. Çünkü
cezbe aşk cinsindendir. Muhabbet artınca ona aşk denir, aşkın kemali de cezbedir.
Aşk, tam kemale varınca cezbe olur, çünkü o güzel yüz onda görünür.
6860 Ayine saf olursa, yüz onda hicapsız (berrak) olarak görünür. Eksik aşka cezbe
deme! Çünkü eksik aşk cezbeden uzaktır. Az suya katre ismi verilir, akmaya
başlayınca çay, ırmak derler, ırmağın büyüğüne, büyüklüğünden dolayı
fırat derler. Daha büyük olursa ceyhun olur ki denize kadar,
6865 ceyhundan sonra derya olur. Çeşitli adlarla anıldığı halde hepsi sudur. Her
mertebede bir isim verilir, derya olunca kemalini bulur. Kalbindeki irade ve
meyiller de -az veya çokluğuna göre- böyledir.
(SAYFA 263) Aşkı da bu tertip üzere bil! Aşkın aşırısı da cezbe olur. O adetlerin
(tekliklerin) hepsi bir mana ifade eder. Bundaki maksadımızı anla!
6870 Aşk, sonsuz dereceye varınca adı cezbe olur, nasıl en aşağı mertebesinde iken
meyil deniyordu. Cezbeyi aşkın kemali bil! Çünkü o, aşığı Huda’ya eriştirir.
Cezbe halinde muhabbet (aşk), Hak’tır. Onun nuru senin ruhuna sirayet eder
de sen, aşkı kendinin zannedersin. Halbuki, bu aşk ve sıdk, Huda’dandır.
Vücudunda parlayan bütün onun nurudur. Ruhlar, o fazl ve keremden tıka
basa dolmuştur.
6875 Muhabbet, Hakk’ın vasfı olunca, kalpteki heyecanı ondan bil, kendinin
zannetme! Kuran-ı Kerim’de bu manaya işareten “yuhıbbuhum ve
yuhıbbûnehû”106 buyrulmuştur. Ta ki sen seni kendinde ondan göresin. Talip,
onu bil! Çünkü sendeki talep, onun nurlarının lütfundan parlamıştır. Senin
ona talip oluşun, onun sana talip olduğundandır. O lütuf, senin hem derdin,
hem dermanındır. Her şeyde Hakk’ı gör! Hak’tan başka bir şey bilme!
Çünkü zahir, batın hep odur.
106 Maida suresi 5/54 Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk
getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere kar-
şı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.
İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
“Evvel, ahir, zahir, batın benim.” buyurdu ki iyi bile ve iyi anlayasın! Hep 6880
odur, padişahtan başka kimse yoktur, hangi semte baksan onu görürsün.
Gayrısı tamamen yaratılmıştır (fanidir). Ancak Hak Teala baki ve daimdir.
Faniye bakma (ehemmiyet verme) ki, o, yok olucudur. Bakiye bak ki, baki
kalasın. Cezbe, seni ayrılıktan ve ayrılık kusurundan kurtarır. Cezbe sebebiyle
ilmin, açık (ayn) olur.
Kulak yoluyla ne duydun, ne öğrendinse, gözün onları açıkça görür. Sana 6885
ilme’l-yakin, ayne’l-yakin olur. Yedinci kat semanın üstüne ayak basarsın.
Çünkü cezbe, ibadetlerin sultanıdır, belki sırrın sırrı ve dinin özüdür. Cezbede
sana ansızın bir halet gelir ki aletsiz sanatkar olursun. Hak’tan sana bir
kudret erişir ki, onunla cehalet kuyusu, eğitilmeden ilmin ta kendisi olur.
Nasıl ki Nuh’un emriyle dünyada tufan kopmuştu. Nasıl ki Salih’in duasıy- 6890
la dağdan (kayadan) deve doğmuştu, nasıl ki İbrahim, ateş içinde güller, gü-
listanlar, yeşillikler görmüştü, nasıl ki Musa’nın elinde asa, Hakk’ın emriyle
birdenbire ejderha olmuştu, deryaya vurmasıyla tozlu yollar açılmış o suretle
Firavun’u gark etmişti,
nasıl ki İsa Aleyhisselam, nefesiyle ölüyü diriltmiş, yokluktan varlığa iade et- 6895
mişti, nasıl ki Cenab-ı Muhammet (s.a.v.), o sultan-ı güzin, felekteki ayı aşikar
olarak Hakim-i Kibriya’nın emriyle o nur yüzlüyü iki parça etmişti, Ebu
Cehil’in elindeki taşları, lehinde şehadet ettirerek söyletmişti, o avazı kulaklar,
şekten ve şüpheden uzak olarak işitmişlerdi, (SAYFA 264)
nasıl ki İbn Ethem, Uhud’da Hakk’ın didarını açıkça seyreylemişti. Bunun 6900
gibi, evliya-yı kiram’dan Bayezit ki Hakk’a olan yakınlığı durmaksızın artardı.
Maruf Gerhi, Cüneyd Bağdadi ve Ebu Said gibi evliyanın meşhurları ki
her biri zamanının seçkini idi. Her birinin başka türlü kerametleri vardı, her
biri arzulanan makama yol bulmuşlardı. Her biri o asla bağlanmış, hepsinin
hali, kali kemal mertebesine ermişti.
Eğer o şahların hallerini açıklamakla meşgul olursam uzun ömür sarf etmek 6905
mecburiyetinde kalırım. Bunların cümlesini vuslata cezbe çekmiştir, her biri
o vuslat şarabını kadehsiz içmiş, her biri bu kâr ve kazancı (bu faziletleri)
cezbeden bulmuş, o suretle kendilerine gaybın sırları tecelli etmiştir. Bu, cezbenin
suretidir (neticesidir). İyi dinle de onun için canı ve gönlü feda et. Eğer
cezbe-i Hak olmasaydı evlad-ı âdemden biri, Hazret-i Âdem gibi nasıl olabilirdi?
Adem evlatlarına o mülk, o saltanat nereden nasip olacaktı? Her biri âlemin 6910
sığınağı olabilir miydi? Her biri ahlâk-ı ilahi ile nasıl ahlâklanır, bu kadar
mucize ve kerametleri nasıl gösterebilirdi? Bunların hepsi de cezbe neticesi
olarak husule geliyor. Hakk’a yâr olan cana ne mutlu! Yâr olmak nedir ki? O,
Hak’tan fani olmuş, ikiliksiz olarak onun sarhoşluğunda ayılmıştır. Bu ayılma,
o bildiğin sarhoşların ayılması kabilinden değil ki! Onların ne söylediklerinden
haberi olur, ne de söylenenden.
294
Rebabnâme
6915 Onu tatmak lazım, tarif ile bilinemez. Ona talip isen, bütün varlığını yoluna
harca. Bunu vaktiyle arifler söylemişler: Bunu tatmadan nakil yoluyla anlayamazsın!
“Men yezuk lem yarif’’i iyi dinle. İşitmeyi bırak da görmeye bak!
Bu türün ucu bucağı yok. Kalan kısmını da Huda’dan yalvararak iste. Ola ki
ona birdenbire zafer bulur, bilenler zümresiyle ahbap olursun.
6920 Canıgönülden her neye talip olursan, nihayet onu çarçabuk ve kolaylıkla
elde edersin. O ilahi armağanın sana muhakkak surette isabet edeceğine hü-
küm ve Hakk’ın takdiri olmasaydı o hale, o söze, o kâr ve kazanca candan talip
olmazdın! Bunu iyi bil! (Emin ol.) Neye talip isen, istediğin senindir. Derman,
derdi olanındır. Mallar, müşteri içindir. O sır, serseri bir adama nereden
erişecek?
6925 Su, susuzlar içindir, ekmek de açlar içindir. Eğer açlar olmasa (açlık olmasa)
ekmek olur muydu? Olsa da neye yarardı? Güzel yanaklı dilberler olmasa
aşk, aşık olur muydu? Aşık da olmasaydı, dilberlerin kadri kıymeti kalmazdı.
Her kimin talebi ziyadeyse, vuslatı da o nispette ziyadedir. Vuslat, talepte
gizlidir.
6930 Sana hidayet nasıl ki Hak’tan erişiyor, o talebi de Hak’tan bil! Kendi cezbesiyle
seni menziline götürüyor demektir. Senin canın gönlün onun elinde
alettir.
(SAYFA 265) Eğer kulunu iki parmağı arasında şekillendirmeseydi, şüpheden kurtulup
apaçık gerçeğe erebilir miydin? Elsiz, avuçsuz seni kendi tarafına çekiyor
ki sana yüzünü perdesiz göstermek istiyor. Yoksa bütün cihan halkının
talip olması lazım gelir, bu bir özel yardım olmaktan çıkardı.
6935 Öyleyse bu talebi kendinden bilme, Hak’tan bil! Irmak gibi o deryaya ak! Öyleyse
bil ki orada sen yoksun. Gizli, aşikar hep Hak’tır. Ey seyr-i süluk sahibi,
isteyenle istenileni bir gör ki, rızıklandırana kavuşasın. Her gördüğün istekli
onun istediği her arzulu onun arzuladığıdır. Irmak suyu koşa koşa deryayı
arar ki, deryaya karışarak aynı derya olsun.
6940 Denizle ırmak sureten iki görünür fakat manen birdir. Dikkat et! Şeyh ile
Hakk’ı, şaşılıktan dolayı iki gören, mürit değil, merittir (inatçı). Ey maneviliğe
eğimli olan, vahdette ikilik yoktur. Katre deryaya karışınca bir olur. Bu
ilim, sözle (tarif) öğrenilemez. Mahv (fena) lazım. Mahv, deryadır, söz gemi.
Her kim onu görürse onda ayrılık, gayrılık kalmaz, yabancıyı üzerinden toz
gibi silkeler.
6945 Böyle olan varlık cezbe iledir (cezbe mahsülüdür). Dünyada da, ebediyette
de Huda’dan ayrılamaz. O toz Huda’ya bağlanmış, nur ile birleşmiştir. Irmağın
derya ile bağı ve birliği gibi. Dünya adamı dünyadan, ebediyet adamı
da ebediyetten hayat bulur. Dünya hayatından zinde olan ateştir (cehennemin
nasibidir), o, tam bir ahmaktır. Topraktan alınan bir avuç toprak, neticede
toprak olur. İster kuru, ister nemli olsun.
6950 O nemlilik de nihayet zail olur. Çünkü kuruluğu gaiptir (hava, toprak, nâr),
talip de olsa talebi söner. Bu temsildeki rutubet, taleptir. Fakat nispeten pek
az olduğundan diğer unsurlara mağlup olur. Toprağın içindeki rutubet mağ-
luptur. Çünkü karar yeri toprak olunca tıpkıyla yok olur. Fakat rutubete deryadan
yardım gelirse artarak deryasına karışır. Cisimlerin içindeki iman bu
rutubete benzer (fakat o esmalardan yardım görerek katlanır).
295
Sultan Veled
6915 Onu tatmak lazım, tarif ile bilinemez. Ona talip isen, bütün varlığını yoluna
harca. Bunu vaktiyle arifler söylemişler: Bunu tatmadan nakil yoluyla anlayamazsın!
“Men yezuk lem yarif’’i iyi dinle. İşitmeyi bırak da görmeye bak!
Bu türün ucu bucağı yok. Kalan kısmını da Huda’dan yalvararak iste. Ola ki
ona birdenbire zafer bulur, bilenler zümresiyle ahbap olursun.
6920 Canıgönülden her neye talip olursan, nihayet onu çarçabuk ve kolaylıkla
elde edersin. O ilahi armağanın sana muhakkak surette isabet edeceğine hü-
küm ve Hakk’ın takdiri olmasaydı o hale, o söze, o kâr ve kazanca candan talip
olmazdın! Bunu iyi bil! (Emin ol.) Neye talip isen, istediğin senindir. Derman,
derdi olanındır. Mallar, müşteri içindir. O sır, serseri bir adama nereden
erişecek?
6925 Su, susuzlar içindir, ekmek de açlar içindir. Eğer açlar olmasa (açlık olmasa)
ekmek olur muydu? Olsa da neye yarardı? Güzel yanaklı dilberler olmasa
aşk, aşık olur muydu? Aşık da olmasaydı, dilberlerin kadri kıymeti kalmazdı.
Her kimin talebi ziyadeyse, vuslatı da o nispette ziyadedir. Vuslat, talepte
gizlidir.
6930 Sana hidayet nasıl ki Hak’tan erişiyor, o talebi de Hak’tan bil! Kendi cezbesiyle
seni menziline götürüyor demektir. Senin canın gönlün onun elinde
alettir.
(SAYFA 265) Eğer kulunu iki parmağı arasında şekillendirmeseydi, şüpheden kurtulup
apaçık gerçeğe erebilir miydin? Elsiz, avuçsuz seni kendi tarafına çekiyor
ki sana yüzünü perdesiz göstermek istiyor. Yoksa bütün cihan halkının
talip olması lazım gelir, bu bir özel yardım olmaktan çıkardı.
6935 Öyleyse bu talebi kendinden bilme, Hak’tan bil! Irmak gibi o deryaya ak! Öyleyse
bil ki orada sen yoksun. Gizli, aşikar hep Hak’tır. Ey seyr-i süluk sahibi,
isteyenle istenileni bir gör ki, rızıklandırana kavuşasın. Her gördüğün istekli
onun istediği her arzulu onun arzuladığıdır. Irmak suyu koşa koşa deryayı
arar ki, deryaya karışarak aynı derya olsun.
6940 Denizle ırmak sureten iki görünür fakat manen birdir. Dikkat et! Şeyh ile
Hakk’ı, şaşılıktan dolayı iki gören, mürit değil, merittir (inatçı). Ey maneviliğe
eğimli olan, vahdette ikilik yoktur. Katre deryaya karışınca bir olur. Bu
ilim, sözle (tarif) öğrenilemez. Mahv (fena) lazım. Mahv, deryadır, söz gemi.
Her kim onu görürse onda ayrılık, gayrılık kalmaz, yabancıyı üzerinden toz
gibi silkeler.
6945 Böyle olan varlık cezbe iledir (cezbe mahsülüdür). Dünyada da, ebediyette
de Huda’dan ayrılamaz. O toz Huda’ya bağlanmış, nur ile birleşmiştir. Irmağın
derya ile bağı ve birliği gibi. Dünya adamı dünyadan, ebediyet adamı
da ebediyetten hayat bulur. Dünya hayatından zinde olan ateştir (cehennemin
nasibidir), o, tam bir ahmaktır. Topraktan alınan bir avuç toprak, neticede
toprak olur. İster kuru, ister nemli olsun.
6950 O nemlilik de nihayet zail olur. Çünkü kuruluğu gaiptir (hava, toprak, nâr),
talip de olsa talebi söner. Bu temsildeki rutubet, taleptir. Fakat nispeten pek
az olduğundan diğer unsurlara mağlup olur. Toprağın içindeki rutubet mağ-
luptur. Çünkü karar yeri toprak olunca tıpkıyla yok olur. Fakat rutubete deryadan
yardım gelirse artarak deryasına karışır. Cisimlerin içindeki iman bu
rutubete benzer (fakat o esmalardan yardım görerek katlanır).
296
Rebabnâme
MAKALE 95
Bu makale şunu beyan edecektir:
İman ve İslam lafızları mudğa (embiryo) veya şekillenmiş cenin gibidir.
Eğer ona (imana) sıdk ve aşk yakın olursa canlanır, kutlanır. Nasıl ki cenin,
annesinden ayrıldıktan sonra zevk ve eğlenceyi kendi cinsinden olan
çocuktan alır ve beslenir, iman da itaat, ibadet ve zikr-i Huda’dan yardım
alarak kuvvetlenir, kemal bulur. Hak Teala Hazretleri bundan dolayı
“âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ”107 buyurmuştur. Zira her zikir bir şahıs
gibidir. Zikri çoğalttığında bir çok şahısları bir araya toplamış gibi olursun.
Şüphesizdir ki, cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade
olur. “el-cemaatu rahmetun”ün hakiki manası budur. Her ne kadar ehl-i zahir
mescit cemaatini ve halk kalabalığını kastederlerse de. O cemaat bunun
mecazıdır. Çünkü çok halkta
(SAYFA 266) rahmetin bulunması onun içindir ki, cemaat çok olursa, zikir de çok
olur, çok rahmet husule gelir. Bundan dolayı, asıl cemaat zikir çokluğudur.
6955 Demek ki, canının içindeki imanın zikrullah ile durmaksızın artar, kuvvetlenir.
Dilin kabulu imanın lafzıdır. İmanın canı tasdikidir. Eğer bir kimsenin
imanı dürüst olmazsa, nur-ı ilahi onun canı olabilir mi? Cihanda yetmiş
iki millet vardır. Her biri diğerinin imanından (itikadından) uzaktır. Bunların
bir tanesi doğru, diğerleri eğridir. Nur-ı Hak eğri itikada nerede gidecek?
6960 Bu yetmiş iki milletten her biri Huda’ya kavuşmayı umarlarsa da, içlerinde
kurtuluş ehli bir tanedir. Doğru fırka, o bir tek kurtulan fırkadır. Bu şahıslar
Hak yanında makbuldur. Böyle olan kimse Huda’yı zikrederse, onun zikri
zikredilenden ayrı değildir. Onun zikri, fikri ilahi armağandır, onun canı
Hakk’a karışmıştır. Canın nuru Hakk’ı anmakla artar. İki şekerparenin birleşmesi
gibi.
6965 Şekerin miktarı arttıkça kıymeti de artar. İnsan hemcinsiyle yola daha iyi gider.
Nur-ı Hakk’ın canına yakın olmasını istersen, bir nefes bile Allah’ı anmaktan
geri durma! Ta ki her zikrinden bir nur hasıl ola, o zikirler yüzünden
envar-ı Huda’ya mazhar olasın! Candan “La ilahe illallah” dersen, her zikir
sana yeni bir can bağışlar. Zikreden dil cenin gibidir. Onun canı, kalbin tasdikidir.
6970 Anne rahminde ceninin sureti geliştikçe can gelir, mudğa halinde kaldıkça
canlanamaz. İmanın sözü (kelime-i şehadet), dinin esası olabilmek için suret
bulması lazımdır ki Cenab-ı Hak ona can vererek diriltsin, yoksa fani ve leş
gibidir. Huda’nın isimlerine bak! Her biri yaratılmış gibi, Huda’dan hayata
kavuşmuştur. İlahi isimler balangıçtan kemaldedir (zihin ve zamana karış-
mamışlardır).
6975 Çünkü bir ism-i salim bir dimağa yerleşince diğer isimlerle birleşerek kuvvet
kesbeder. Her zikirden imanın artar, saf ve aydınlık işleyen olursun. Bu sebeple
canının nuru da fazlalaşır, nedenlerden kurtularak nedensizliğe doğ-
107 Ahzap suresi 33/41 Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.
ru gider. Öyleyse zikr-i Huda’yı daima ve candan artır ki canın müebbeden
zinde kalsın. Daima zikirle meşgul olan, Hak’tan pek çok armağan ve ikrama
nail olur.
Cenab-ı Hak bundan dolayı “ezkurullah zikren kesiran” buyurdu ki zikir- 6980
ler birbirinden kuvvet alsın. İçte zikir çoğalınca nurları harice akseder. Zikrin
içte çoğalması, halk cemaatine benzer. Fakat halkın vasıflarından kurtulmuştur.
Bu zikirler kendinde bulunan kimsenin fikri, şah ile askerleri gibidir:
Fikir şahıstır, vücut da eşşeğidir. Onu her an şuraya buraya sevk eder
durur. (SAYFA 267)
Çünkü cisim fikirsiz yürüyemez. Ne mescit tarafına gidebilir ne de kiliseye. 6985
Cisimsiz fikir de, hayalden ibaret kalır. Mevcut olamaz. Cisim, fikrin elinde
alet gibidir. Fikri, zikir ile meşgul olana ne mutlu! Cemaat ve birlikteliğin ortaya
çıkması onun cismidir. Öz, onun zatıdır başkası hep kabuktur. Herkesin
fikri zikriyle ölçülür: Zikri ziyade olanın fikri (canı) zindedir.
Çünkü onun fikri, zikrinin neticesidir. Dostun dergahında ikisi birleşir. Öyle 6990
ki huriden huri doğmuş, yahut nurundan nurani bir ağaç vücuda gelmiş gibi
olur. Temizlik ve güzellikte ikisi de eşittir. Çünkü her ikisi de muhabbet ve
vefanın timsalidir. Onun fikri, zikri gibi makbulu Huda’dır. Böyle olan kimseden
Huda, bir an ayrı değildir. Şu halde o sayısızdır, halk birdir. Çünkü o,
zandan, şüpheden kurtulmuştur.
Onun gayrıları zan ve tereddüt kuyusuna dalmışlardır. Sülukleri bir an şek- 6995
ten hali değildir. “vahidun keelfin”108 sözü ancak onun hakkında sadıktır,
çünkü onda iki cihan birleşmiştir. Her şey yok olucudur, mevcut yalnız odur.
Öylesine kim eşit olabilir? Şu halde sen ona ister bir şahıs de, ister bin, istersen
sonsuz de! Hep doğrudur. Ondan başka gördüğün yüz binlerce halk, bir
değildir. Onları hesaba katma!
Çünkü o, cihan halkını bir gördü, bunlar göremediler. Bu hakikat onlardan 7000
gizlendi. Bundan dolayı, bunlar ona nispetle yoktur.
Çünkü hepsi kördür, gören yalnız odur. O, yüz binlere eşittir, sen onu bir
görme! Dinin özü odur, diğerleri surettir. Onun aksine olarak bu gafil halk
bir değiller. Birkaç gün hayvan gibi yaşarlar. Hayvan gibi, işin esasından bihaberdirler,
ne gizliden haberleri var ne de açıktan.
Hepsi de zeminin rutubetinden vücuda gelmiş, din deryasından mahrum 7005
mahluklardır. Toprağın altında yaşayan solucanlar gibi akıbetleri ölüp toprağa
karışmaktır. Ama o kimse ki, Nur-ı Huda’dan canlıdır, onun canı fenasız
bekaya erer. Nur-ı Hak gibi ebedi kalır. Bu yerler, gökler yok olduktan
sonra da müebbet kalır. Sinesi zikirlerin hanesi olur, Cenab-ı Hak o sineyi
kin ve husumetlerden temizler.
Zikirler onun kalbinde cemaat, cismani görüntüsü ise cami gibidir. O yüz- 7010
lerce toplanma ve topluluk bir ise de dış görünüşe bakanlar bunda tered-
108 Bin gibi tektir
297
Sultan Veled
MAKALE 95
Bu makale şunu beyan edecektir:
İman ve İslam lafızları mudğa (embiryo) veya şekillenmiş cenin gibidir.
Eğer ona (imana) sıdk ve aşk yakın olursa canlanır, kutlanır. Nasıl ki cenin,
annesinden ayrıldıktan sonra zevk ve eğlenceyi kendi cinsinden olan
çocuktan alır ve beslenir, iman da itaat, ibadet ve zikr-i Huda’dan yardım
alarak kuvvetlenir, kemal bulur. Hak Teala Hazretleri bundan dolayı
“âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ”107 buyurmuştur. Zira her zikir bir şahıs
gibidir. Zikri çoğalttığında bir çok şahısları bir araya toplamış gibi olursun.
Şüphesizdir ki, cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade
olur. “el-cemaatu rahmetun”ün hakiki manası budur. Her ne kadar ehl-i zahir
mescit cemaatini ve halk kalabalığını kastederlerse de. O cemaat bunun
mecazıdır. Çünkü çok halkta
(SAYFA 266) rahmetin bulunması onun içindir ki, cemaat çok olursa, zikir de çok
olur, çok rahmet husule gelir. Bundan dolayı, asıl cemaat zikir çokluğudur.
6955 Demek ki, canının içindeki imanın zikrullah ile durmaksızın artar, kuvvetlenir.
Dilin kabulu imanın lafzıdır. İmanın canı tasdikidir. Eğer bir kimsenin
imanı dürüst olmazsa, nur-ı ilahi onun canı olabilir mi? Cihanda yetmiş
iki millet vardır. Her biri diğerinin imanından (itikadından) uzaktır. Bunların
bir tanesi doğru, diğerleri eğridir. Nur-ı Hak eğri itikada nerede gidecek?
6960 Bu yetmiş iki milletten her biri Huda’ya kavuşmayı umarlarsa da, içlerinde
kurtuluş ehli bir tanedir. Doğru fırka, o bir tek kurtulan fırkadır. Bu şahıslar
Hak yanında makbuldur. Böyle olan kimse Huda’yı zikrederse, onun zikri
zikredilenden ayrı değildir. Onun zikri, fikri ilahi armağandır, onun canı
Hakk’a karışmıştır. Canın nuru Hakk’ı anmakla artar. İki şekerparenin birleşmesi
gibi.
6965 Şekerin miktarı arttıkça kıymeti de artar. İnsan hemcinsiyle yola daha iyi gider.
Nur-ı Hakk’ın canına yakın olmasını istersen, bir nefes bile Allah’ı anmaktan
geri durma! Ta ki her zikrinden bir nur hasıl ola, o zikirler yüzünden
envar-ı Huda’ya mazhar olasın! Candan “La ilahe illallah” dersen, her zikir
sana yeni bir can bağışlar. Zikreden dil cenin gibidir. Onun canı, kalbin tasdikidir.
6970 Anne rahminde ceninin sureti geliştikçe can gelir, mudğa halinde kaldıkça
canlanamaz. İmanın sözü (kelime-i şehadet), dinin esası olabilmek için suret
bulması lazımdır ki Cenab-ı Hak ona can vererek diriltsin, yoksa fani ve leş
gibidir. Huda’nın isimlerine bak! Her biri yaratılmış gibi, Huda’dan hayata
kavuşmuştur. İlahi isimler balangıçtan kemaldedir (zihin ve zamana karış-
mamışlardır).
6975 Çünkü bir ism-i salim bir dimağa yerleşince diğer isimlerle birleşerek kuvvet
kesbeder. Her zikirden imanın artar, saf ve aydınlık işleyen olursun. Bu sebeple
canının nuru da fazlalaşır, nedenlerden kurtularak nedensizliğe doğ-
107 Ahzap suresi 33/41 Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.
ru gider. Öyleyse zikr-i Huda’yı daima ve candan artır ki canın müebbeden
zinde kalsın. Daima zikirle meşgul olan, Hak’tan pek çok armağan ve ikrama
nail olur.
Cenab-ı Hak bundan dolayı “ezkurullah zikren kesiran” buyurdu ki zikir- 6980
ler birbirinden kuvvet alsın. İçte zikir çoğalınca nurları harice akseder. Zikrin
içte çoğalması, halk cemaatine benzer. Fakat halkın vasıflarından kurtulmuştur.
Bu zikirler kendinde bulunan kimsenin fikri, şah ile askerleri gibidir:
Fikir şahıstır, vücut da eşşeğidir. Onu her an şuraya buraya sevk eder
durur. (SAYFA 267)
Çünkü cisim fikirsiz yürüyemez. Ne mescit tarafına gidebilir ne de kiliseye. 6985
Cisimsiz fikir de, hayalden ibaret kalır. Mevcut olamaz. Cisim, fikrin elinde
alet gibidir. Fikri, zikir ile meşgul olana ne mutlu! Cemaat ve birlikteliğin ortaya
çıkması onun cismidir. Öz, onun zatıdır başkası hep kabuktur. Herkesin
fikri zikriyle ölçülür: Zikri ziyade olanın fikri (canı) zindedir.
Çünkü onun fikri, zikrinin neticesidir. Dostun dergahında ikisi birleşir. Öyle 6990
ki huriden huri doğmuş, yahut nurundan nurani bir ağaç vücuda gelmiş gibi
olur. Temizlik ve güzellikte ikisi de eşittir. Çünkü her ikisi de muhabbet ve
vefanın timsalidir. Onun fikri, zikri gibi makbulu Huda’dır. Böyle olan kimseden
Huda, bir an ayrı değildir. Şu halde o sayısızdır, halk birdir. Çünkü o,
zandan, şüpheden kurtulmuştur.
Onun gayrıları zan ve tereddüt kuyusuna dalmışlardır. Sülukleri bir an şek- 6995
ten hali değildir. “vahidun keelfin”108 sözü ancak onun hakkında sadıktır,
çünkü onda iki cihan birleşmiştir. Her şey yok olucudur, mevcut yalnız odur.
Öylesine kim eşit olabilir? Şu halde sen ona ister bir şahıs de, ister bin, istersen
sonsuz de! Hep doğrudur. Ondan başka gördüğün yüz binlerce halk, bir
değildir. Onları hesaba katma!
Çünkü o, cihan halkını bir gördü, bunlar göremediler. Bu hakikat onlardan 7000
gizlendi. Bundan dolayı, bunlar ona nispetle yoktur.
Çünkü hepsi kördür, gören yalnız odur. O, yüz binlere eşittir, sen onu bir
görme! Dinin özü odur, diğerleri surettir. Onun aksine olarak bu gafil halk
bir değiller. Birkaç gün hayvan gibi yaşarlar. Hayvan gibi, işin esasından bihaberdirler,
ne gizliden haberleri var ne de açıktan.
Hepsi de zeminin rutubetinden vücuda gelmiş, din deryasından mahrum 7005
mahluklardır. Toprağın altında yaşayan solucanlar gibi akıbetleri ölüp toprağa
karışmaktır. Ama o kimse ki, Nur-ı Huda’dan canlıdır, onun canı fenasız
bekaya erer. Nur-ı Hak gibi ebedi kalır. Bu yerler, gökler yok olduktan
sonra da müebbet kalır. Sinesi zikirlerin hanesi olur, Cenab-ı Hak o sineyi
kin ve husumetlerden temizler.
Zikirler onun kalbinde cemaat, cismani görüntüsü ise cami gibidir. O yüz- 7010
lerce toplanma ve topluluk bir ise de dış görünüşe bakanlar bunda tered-
108 Bin gibi tektir
298
Rebabnâme
düt ederler. “El-cemaatu rahmetun”un manası budur, Hazret-i Peygamberin
maksudu da bundan başka değildir. Eğer biri çıkar da derse ki: Kasıt, peygambere
tabi halk topluluğudur ki birbirlerini aydınlatır ve yol gösterirler.
Cevaben derim ki: Bu, manevi cemaattir. O, suretten oluşan cemaate bakma!
(Kıymeti yok.)
7015 Halk cemaatinden de maksut budur: Kalabalık arttıkça zikir de artar. Her
biri bir çok zikirle dillerini süsler, bu suretle zikir çoğalarak manevi bir cemaat
meydana gelir.
(SAYFA 268) Bu zikirlerin birleşmesi yüzünden Cenab-ı Hak tarafından hesapsız
rahmet iner. Öyleyse, halkın çokluğundan maksat, zikirdir, yoksa zikr-i
Hak’tan gafil cemaat değil. O cemiyetlerde zikir olmazsa o cemaate ilahi rahmet
nereden erişecek?
7020 Hakikatte ise topluluktan maksat, din eridir. Diğer toplanmalar onun mecazıdır.
Meyle dolu bir kadeh gibi, zikirle dolu olan ancak odur. Canı ve cismi
Allah’ın zikri ile birdir. Asıl onu bil ki daimi zikreden, Yezdan’ın şeker gibi
lütuflarına şükredicidir. Her sözün batını var, zahiri var. Sen, batını al ki sö-
zün özü odur.
7025 Cahil olanlar sözün zahirine bakar, âlimlerse batına bakar, sırrını alır. Ağacın
yaprakları hayvanlara gıda olur. İnsanların gıdası meyvesidir. Karpuzun kabuğu
öküze ve eşeğe verilir. Leziz ve nefis içini de insanlar yer. Sözlerin esrarı
da bu tertip üzeredir. Balıklara göre derya olurlar, halka nispetle gemi.
Bil ki ehl-i suret, suretten hayat alır, ehl-i mana, manadan.
7030 Nâriler, şüphesiz, sonunda nâra katılırlar. Çünkü parçaların kararlılığı bü-
tünleriyledir. Nurilerin varacakları yer de nur olur. Onların keyfi de nurdan
biter. (Nurdan husule gelir.) Her parça, kendi bütünü tarafına gider, her par-
ça, kendi aslıyla birleşir. Bu, Hak deyince, Hak ona yüzünü gösterir. O, Hak
dedikçe ondan uzaklaşır.
MAKALE 96
Bu makale şunu beyan edecektir:
Huda’nın ismi Huda’dan ayrı değildir. Fakat o kimse ki Huda’yı bilmez,
isimden başka bir şey göremez. Bir okuyucu ki, ilmi yüzünden okur, onun
mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Sırtında şeker yüklü eşek gibi ki onun ne tadından haberi var, ne kıymetinden.
İlmi, makam ve dünyayı elde etmek için öğrenen âlimlerle züht ve
takvayı dünya malı için yapan abitlerin, her ne kadar görünüşleri pak ise de
içerileri pistir. Çünkü ilim yükünü eşek gibi taşırlar, ilimden haberleri yok.
“ke meselil hımâri yahmilu esfârâ”109 ‘kitap yüklü eşek gibi’ bunlar, ilmi satmak
için öğrenmişlerdir.
Müşteri bulabilirlerse yüzleri güler ve yaşarlar. Bulamazlarsa donarlar, solarlar,
mahvolup giderler. Fakat evliya-yı kiram böyle değiller: Onların ilimden
amaçları ameldir, manadır. İlim onların canlarının gıdasıdır. Pak canları
o gıdayla beslenir, kutlanır ve kemale erer. Ne mutlu ona ki bunu ayırt etmeye
güç yetirir. Bu iki fırkayı bir tutma, ki demişlerdir:
(RUBAİ)
Yârî ki be nezd-i û gol u hâr yekist
Der mezheb-i û mushaf u zunnar yekist
Merâ gam-ı an yâr çerâ bâyed hord
Ki û râ her-i lengân u esb-i rehvâr yekist
(SAYFA 269) Meali: Bir dost ki yanında gül ile diken eşittir, mezhebine göre mushafın zünnardan
farkı yoktur. Öyle dostun gamını niçin çekelim ki topal merkeple rahvan atı
bir tutuyor.
Bu, Hak dediği zaman, Hak ona ayan olur, o, Hak dediği vakit ondan gizlenir.
Bu, Hak deyince Hakk’a vasıl olur, o, Hak dedikçe Hak’tan uzaklaşır. Bir şa- 7035
hıs gibi ki seni candan sever ve talep eder ve seni daima övgüyle anar. Ça-
ğırdığın zaman yanına gelir, semtinde dolaşır, evini arar, sorar. Yanına gelir,
örtüsüz yüzünü gösterir, seninle tatlı tatlı konuşur. Böyle bir şahıs çağırdığın
zaman gelmez olur mu, yüzünü örterek şuraya buraya kaçar mı?
Cenab-ı Peygamber: “Rabbi nale’l-Kurane ve’l-Kuran yelanehu” buyurmuş- 7040
tur. Bu işarete dikkat et ve candan kabul et. Hak Teala, sevmediği kuldan
nefret eder, huzursuz gözden kendini saklar. Eğer sen makbul-ı Huda isen,
emin ol ki adını çağırdığın zaman ortaya çıkar. Deryada ve büyük ırmaklarda
suyu gördüğün gibi, isimleneni de ismi de görürsün! Âlim insan, her sö-
zün altında ilimler (manalar) görür, onlardan haz duyar.
Fakat cahil için o sözlerden manaya geçmeye yol yoktur (geçemez). O güzel 7045
sözden habersizdir. Ahmaklığından dolayı hazineyi kırat görür. Müsemma
bir defa sana zahir oldu mu, onu her zaman isimde seyredebilirsin. Çünkü
109 Cuma suresi 62/5 Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşe-
ğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete
erdirmez.
299
Sultan Veled
düt ederler. “El-cemaatu rahmetun”un manası budur, Hazret-i Peygamberin
maksudu da bundan başka değildir. Eğer biri çıkar da derse ki: Kasıt, peygambere
tabi halk topluluğudur ki birbirlerini aydınlatır ve yol gösterirler.
Cevaben derim ki: Bu, manevi cemaattir. O, suretten oluşan cemaate bakma!
(Kıymeti yok.)
7015 Halk cemaatinden de maksut budur: Kalabalık arttıkça zikir de artar. Her
biri bir çok zikirle dillerini süsler, bu suretle zikir çoğalarak manevi bir cemaat
meydana gelir.
(SAYFA 268) Bu zikirlerin birleşmesi yüzünden Cenab-ı Hak tarafından hesapsız
rahmet iner. Öyleyse, halkın çokluğundan maksat, zikirdir, yoksa zikr-i
Hak’tan gafil cemaat değil. O cemiyetlerde zikir olmazsa o cemaate ilahi rahmet
nereden erişecek?
7020 Hakikatte ise topluluktan maksat, din eridir. Diğer toplanmalar onun mecazıdır.
Meyle dolu bir kadeh gibi, zikirle dolu olan ancak odur. Canı ve cismi
Allah’ın zikri ile birdir. Asıl onu bil ki daimi zikreden, Yezdan’ın şeker gibi
lütuflarına şükredicidir. Her sözün batını var, zahiri var. Sen, batını al ki sö-
zün özü odur.
7025 Cahil olanlar sözün zahirine bakar, âlimlerse batına bakar, sırrını alır. Ağacın
yaprakları hayvanlara gıda olur. İnsanların gıdası meyvesidir. Karpuzun kabuğu
öküze ve eşeğe verilir. Leziz ve nefis içini de insanlar yer. Sözlerin esrarı
da bu tertip üzeredir. Balıklara göre derya olurlar, halka nispetle gemi.
Bil ki ehl-i suret, suretten hayat alır, ehl-i mana, manadan.
7030 Nâriler, şüphesiz, sonunda nâra katılırlar. Çünkü parçaların kararlılığı bü-
tünleriyledir. Nurilerin varacakları yer de nur olur. Onların keyfi de nurdan
biter. (Nurdan husule gelir.) Her parça, kendi bütünü tarafına gider, her par-
ça, kendi aslıyla birleşir. Bu, Hak deyince, Hak ona yüzünü gösterir. O, Hak
dedikçe ondan uzaklaşır.
MAKALE 96
Bu makale şunu beyan edecektir:
Huda’nın ismi Huda’dan ayrı değildir. Fakat o kimse ki Huda’yı bilmez,
isimden başka bir şey göremez. Bir okuyucu ki, ilmi yüzünden okur, onun
mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Sırtında şeker yüklü eşek gibi ki onun ne tadından haberi var, ne kıymetinden.
İlmi, makam ve dünyayı elde etmek için öğrenen âlimlerle züht ve
takvayı dünya malı için yapan abitlerin, her ne kadar görünüşleri pak ise de
içerileri pistir. Çünkü ilim yükünü eşek gibi taşırlar, ilimden haberleri yok.
“ke meselil hımâri yahmilu esfârâ”109 ‘kitap yüklü eşek gibi’ bunlar, ilmi satmak
için öğrenmişlerdir.
Müşteri bulabilirlerse yüzleri güler ve yaşarlar. Bulamazlarsa donarlar, solarlar,
mahvolup giderler. Fakat evliya-yı kiram böyle değiller: Onların ilimden
amaçları ameldir, manadır. İlim onların canlarının gıdasıdır. Pak canları
o gıdayla beslenir, kutlanır ve kemale erer. Ne mutlu ona ki bunu ayırt etmeye
güç yetirir. Bu iki fırkayı bir tutma, ki demişlerdir:
(RUBAİ)
Yârî ki be nezd-i û gol u hâr yekist
Der mezheb-i û mushaf u zunnar yekist
Merâ gam-ı an yâr çerâ bâyed hord
Ki û râ her-i lengân u esb-i rehvâr yekist
(SAYFA 269) Meali: Bir dost ki yanında gül ile diken eşittir, mezhebine göre mushafın zünnardan
farkı yoktur. Öyle dostun gamını niçin çekelim ki topal merkeple rahvan atı
bir tutuyor.
Bu, Hak dediği zaman, Hak ona ayan olur, o, Hak dediği vakit ondan gizlenir.
Bu, Hak deyince Hakk’a vasıl olur, o, Hak dedikçe Hak’tan uzaklaşır. Bir şa- 7035
hıs gibi ki seni candan sever ve talep eder ve seni daima övgüyle anar. Ça-
ğırdığın zaman yanına gelir, semtinde dolaşır, evini arar, sorar. Yanına gelir,
örtüsüz yüzünü gösterir, seninle tatlı tatlı konuşur. Böyle bir şahıs çağırdığın
zaman gelmez olur mu, yüzünü örterek şuraya buraya kaçar mı?
Cenab-ı Peygamber: “Rabbi nale’l-Kurane ve’l-Kuran yelanehu” buyurmuş- 7040
tur. Bu işarete dikkat et ve candan kabul et. Hak Teala, sevmediği kuldan
nefret eder, huzursuz gözden kendini saklar. Eğer sen makbul-ı Huda isen,
emin ol ki adını çağırdığın zaman ortaya çıkar. Deryada ve büyük ırmaklarda
suyu gördüğün gibi, isimleneni de ismi de görürsün! Âlim insan, her sö-
zün altında ilimler (manalar) görür, onlardan haz duyar.
Fakat cahil için o sözlerden manaya geçmeye yol yoktur (geçemez). O güzel 7045
sözden habersizdir. Ahmaklığından dolayı hazineyi kırat görür. Müsemma
bir defa sana zahir oldu mu, onu her zaman isimde seyredebilirsin. Çünkü
109 Cuma suresi 62/5 Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşe-
ğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete
erdirmez.
300
Rebabnâme
zikir, zikrolunandan ayrı değildir. Öyleyse sen zikr-i Huda’da Huda’yı seyreyle!
Nasıl ki âlim, ilmin lafzından manayı, mazlumun simasındaki hilm
gibi açıkça görür.
7050 Mazlumun simasındaki hilmi akıllılar açıkça seyreder. Cahil onun farkına
varamaz. Çünkü derununda onu anlayacak ilim yoktur. Bir kimsede temyiz
kabiliyeti olmazsa, o merd ile tozu toprağı (gerd) bir sayar. (?) Canının
bir parçası canana eriştiği zaman, katresi derya olur. Ondan sonra onu katre
sayma, derya bil! Çünkü can deryasına candan karışmıştır.
7055 İkilik kalmamış o katre, deryanın kendisi olmuştur her ne kadar evvel katre
idiyse de. Cihanda her veli “Ene’l Hak” der. Çünkü kendine ayan olan bir
şeyi niçin saklasın? “Ene’l Hak”tan başka bir şey söylemez. Hiç bir bağ “Ben
üzüm tanesiyim” der mi?
Hiçbir padişah ben köleyim der mi? Buluttan dem vuran güneş gördün mü?
Hangi âlim kendi hakkında cahil der, hangi bilen kendine gaflet yakıştırır?
7060 Herkes kendinde olanı haber verir. Baharsa bahar, kış ise kış, onu söyler ve
onu gösterir. İyi olsun kötü olsun gizli kalamaz. Herkes kendi makamından
haber verir ki kimi gördü ve nazarına ne ilişti? (Dikkatini ne çekti?) Herkes,
birbirinden farklıdır. Kesin nuru ile şüphe zulmeti bir olur mu?
(SAYFA 270) Sen, yolunda bu mertebelerin hangisinde isen, canının son kararı oradadır.
7065 Yüceyi tercih edersen, yücesin, aşağılara meyledersen, aşağılık, boşsun!
Cins, cinsi tarafına meyleder. Devenin at sürüsüne karıştığını gördün mü?
Ne mutlu ona ki yüceyi tercih eder ve devlet sütünü o memeden emer. Ondan
ayrı olanların da Hak’tan iyi kötü nasipleri vardır. Fakat bu, bütündür,
diğerleri parçadır, ilimde derya deniz olsalar da.
7070 Ölüm zamanında o ilimlerin biri kalmaz, onun bağı bu kıştan meyvesiz ve
yapraksız kalır. Çünkü bağın ölümü kıştandır. Bu yüz gösterince, o, fani
olur. Fakat, küllüne bağlanan parçalar için ne ölüm var, ne de hastalık. Belki
ölümle hastalık da dahil olduğu halde cihanın bütün olaylarının kayna-
ğı odur. O, tendeki can üzerinde mutlak hakimdir. Onun zatından başka her
şey yaratılmıştır, ancak o bakidir.110 Remiz söyledik, anlayacak varsa.
7075 Bu mertebeler bizim Mevlanamızın halidir, bu manalar onun sözlerinin manalarıdır.
Ondan ne anladımsa, aynen onu söyledim. Bunda artık eksik bir
şey yoktur. Onun sözü cana ve gönle kıble oldu. Biz onun haberleriyle zinde
ve tazeyiz. Onun sözü ve takdiri cennet sofrasıdır. O sofrada can için hesapsız
nimetler vardır.
110 Kasas Suresi 28/88 Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun
zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.
MAKALE 97
Bu makalede “İnne lillâhi mâideten mâ lâ ayne raet velâ uzne semi’at velâ
hatıra alâ kalbi beşer lâ yek’adu aleyhâ ille’s-sâimîne” hadisi şerifi şerh olunacaktır.
Meali: “Allah-ı Teala’nın bir sofrası vardır ki, onun mislini ne gözler
gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti. O
sofraya oruç tutanlardan başkası oturamaz.” Bil ki: Hak Teala’nın dünyada
kurulmuş bir sofrası vardır. Fakat o sofra, namahremlerin gözüne görünmez.
Bize Hak’tan, o sofra, o fayda dolu rahmet sofraları erişiyor. O, can nimet- 7080
leriyle dolu ebedi sofra. Canlar cisimsiz olarak onunla beslenir. Kibirliler o
sofraya mahrem değillerdir, o sofradan nasip alanlar kendi varlığından ge-
çenlerdir. Padişah (Hak Teala), bizi; gelin, bu sofradan yiyin diye çağırıyor!
O yemekler oruç tutanlara mahsustur. O beka yemekleri avama nerede kısmet
olacak?
Oruç, Hak’tan gayrısından geçmektir ki can ve gönül onunla gıda bulur. İşte 7085
Hak’la kaim, can-ı pak-ı Hak’la daim olan bu oruçlulardır. Bu bahsin haddi,
kenarı yoktur. Onu bırak ki güzel sevgili, yanına gelmiştir. O nigar ki onu
bir göz görmedi, vasıflarını bir kulak işitmedi. Ne melek, ne de kendi devirlerinde
dokuz kat felek. Çünkü her sınıf için ona yakın olmak yoktur. (SAYFA 271)
O nigarın özellikleri bir kimsenin hatırından bile geçmedi. Geldi, dil ve can- 7090
da bal ile kaymak gibi tatlandı. Nihayet amelden kurtulduk. Ondan hayat
içinde hayata eriştik, bundan sonra zevk ve neşe zamanıdır. Ey dostlar! Bundan
böyle elimizden kadehler için, hazinemizden altınlar alın! Yârânımız
arasında hiçbir fakir kalmasın, hatta başkalarına yardım edecek hale gelsin.
Yokluktan sonra semiren eller (yokluğu görmüş olan zenginler) vermekten 7095
geri durabilir mi? Bizim zevk ve safamızın payanı yoktur, çünkü bize vahdet
kısmet olmuştur. Bundan sonrasını dilsiz, ağızsız, damaksız olarak can
yolundan dinle! Bunu benden can kulağıyla dinlediğinde varlıktan kurtularak
mana âlemine gidersin. Ondan sonra yer ve gök olmayan mekansızlıkta
mana gibi ebedi kalırsın!
Ben sizi her zaman elsiz ve ayaksız olarak o büyükler tarafına çekerim. Ta ki 7100
orada korkudan emin olarak başsız, ayaksız tarafsız tarafına gidesiniz. Baş-
la ayak, daima bir semte doğru gider. Tarafsız tarafına ancak onun makbulu
olanlar gider. Bundan sonra, mekansız yanında yer tutar, varlık dağını kö-
künden kaldırır atarsınız. Nihayet önünüzde engel olacak perde kalmaz. Dininiz,
mezhebiniz kuvvet bulur.
Bir cihandaki hayatın aslı odur, oraya giden kurtuluş bulur. Bunun sonu gel- 7105
mez. Bu gece bu kadarla yetinelim, Hak’tan başkasını gönülden atalım. Yarın
gene Mesnevi’den yeni bir mevzu bulmaya çalışırım. İlm-i ledünden yardım
gördüğüm takdirde yarınki sözlerim daha manalı olur. Çünkü bu ırma-
ğın suyu o deryadan geliyor, o arttıkça bu da artar.
Gönül ırmağı yardımı deryadan alır, maddi engeller ona nasıl engel olabilir? Bel- 7110
ki bu toprak cismin o can Kabe’sini tavaf etmesi de o su ile temizlenmesindendir.
301
Sultan Veled
zikir, zikrolunandan ayrı değildir. Öyleyse sen zikr-i Huda’da Huda’yı seyreyle!
Nasıl ki âlim, ilmin lafzından manayı, mazlumun simasındaki hilm
gibi açıkça görür.
7050 Mazlumun simasındaki hilmi akıllılar açıkça seyreder. Cahil onun farkına
varamaz. Çünkü derununda onu anlayacak ilim yoktur. Bir kimsede temyiz
kabiliyeti olmazsa, o merd ile tozu toprağı (gerd) bir sayar. (?) Canının
bir parçası canana eriştiği zaman, katresi derya olur. Ondan sonra onu katre
sayma, derya bil! Çünkü can deryasına candan karışmıştır.
7055 İkilik kalmamış o katre, deryanın kendisi olmuştur her ne kadar evvel katre
idiyse de. Cihanda her veli “Ene’l Hak” der. Çünkü kendine ayan olan bir
şeyi niçin saklasın? “Ene’l Hak”tan başka bir şey söylemez. Hiç bir bağ “Ben
üzüm tanesiyim” der mi?
Hiçbir padişah ben köleyim der mi? Buluttan dem vuran güneş gördün mü?
Hangi âlim kendi hakkında cahil der, hangi bilen kendine gaflet yakıştırır?
7060 Herkes kendinde olanı haber verir. Baharsa bahar, kış ise kış, onu söyler ve
onu gösterir. İyi olsun kötü olsun gizli kalamaz. Herkes kendi makamından
haber verir ki kimi gördü ve nazarına ne ilişti? (Dikkatini ne çekti?) Herkes,
birbirinden farklıdır. Kesin nuru ile şüphe zulmeti bir olur mu?
(SAYFA 270) Sen, yolunda bu mertebelerin hangisinde isen, canının son kararı oradadır.
7065 Yüceyi tercih edersen, yücesin, aşağılara meyledersen, aşağılık, boşsun!
Cins, cinsi tarafına meyleder. Devenin at sürüsüne karıştığını gördün mü?
Ne mutlu ona ki yüceyi tercih eder ve devlet sütünü o memeden emer. Ondan
ayrı olanların da Hak’tan iyi kötü nasipleri vardır. Fakat bu, bütündür,
diğerleri parçadır, ilimde derya deniz olsalar da.
7070 Ölüm zamanında o ilimlerin biri kalmaz, onun bağı bu kıştan meyvesiz ve
yapraksız kalır. Çünkü bağın ölümü kıştandır. Bu yüz gösterince, o, fani
olur. Fakat, küllüne bağlanan parçalar için ne ölüm var, ne de hastalık. Belki
ölümle hastalık da dahil olduğu halde cihanın bütün olaylarının kayna-
ğı odur. O, tendeki can üzerinde mutlak hakimdir. Onun zatından başka her
şey yaratılmıştır, ancak o bakidir.110 Remiz söyledik, anlayacak varsa.
7075 Bu mertebeler bizim Mevlanamızın halidir, bu manalar onun sözlerinin manalarıdır.
Ondan ne anladımsa, aynen onu söyledim. Bunda artık eksik bir
şey yoktur. Onun sözü cana ve gönle kıble oldu. Biz onun haberleriyle zinde
ve tazeyiz. Onun sözü ve takdiri cennet sofrasıdır. O sofrada can için hesapsız
nimetler vardır.
110 Kasas Suresi 28/88 Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun
zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.
MAKALE 97
Bu makalede “İnne lillâhi mâideten mâ lâ ayne raet velâ uzne semi’at velâ
hatıra alâ kalbi beşer lâ yek’adu aleyhâ ille’s-sâimîne” hadisi şerifi şerh olunacaktır.
Meali: “Allah-ı Teala’nın bir sofrası vardır ki, onun mislini ne gözler
gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti. O
sofraya oruç tutanlardan başkası oturamaz.” Bil ki: Hak Teala’nın dünyada
kurulmuş bir sofrası vardır. Fakat o sofra, namahremlerin gözüne görünmez.
Bize Hak’tan, o sofra, o fayda dolu rahmet sofraları erişiyor. O, can nimet- 7080
leriyle dolu ebedi sofra. Canlar cisimsiz olarak onunla beslenir. Kibirliler o
sofraya mahrem değillerdir, o sofradan nasip alanlar kendi varlığından ge-
çenlerdir. Padişah (Hak Teala), bizi; gelin, bu sofradan yiyin diye çağırıyor!
O yemekler oruç tutanlara mahsustur. O beka yemekleri avama nerede kısmet
olacak?
Oruç, Hak’tan gayrısından geçmektir ki can ve gönül onunla gıda bulur. İşte 7085
Hak’la kaim, can-ı pak-ı Hak’la daim olan bu oruçlulardır. Bu bahsin haddi,
kenarı yoktur. Onu bırak ki güzel sevgili, yanına gelmiştir. O nigar ki onu
bir göz görmedi, vasıflarını bir kulak işitmedi. Ne melek, ne de kendi devirlerinde
dokuz kat felek. Çünkü her sınıf için ona yakın olmak yoktur. (SAYFA 271)
O nigarın özellikleri bir kimsenin hatırından bile geçmedi. Geldi, dil ve can- 7090
da bal ile kaymak gibi tatlandı. Nihayet amelden kurtulduk. Ondan hayat
içinde hayata eriştik, bundan sonra zevk ve neşe zamanıdır. Ey dostlar! Bundan
böyle elimizden kadehler için, hazinemizden altınlar alın! Yârânımız
arasında hiçbir fakir kalmasın, hatta başkalarına yardım edecek hale gelsin.
Yokluktan sonra semiren eller (yokluğu görmüş olan zenginler) vermekten 7095
geri durabilir mi? Bizim zevk ve safamızın payanı yoktur, çünkü bize vahdet
kısmet olmuştur. Bundan sonrasını dilsiz, ağızsız, damaksız olarak can
yolundan dinle! Bunu benden can kulağıyla dinlediğinde varlıktan kurtularak
mana âlemine gidersin. Ondan sonra yer ve gök olmayan mekansızlıkta
mana gibi ebedi kalırsın!
Ben sizi her zaman elsiz ve ayaksız olarak o büyükler tarafına çekerim. Ta ki 7100
orada korkudan emin olarak başsız, ayaksız tarafsız tarafına gidesiniz. Baş-
la ayak, daima bir semte doğru gider. Tarafsız tarafına ancak onun makbulu
olanlar gider. Bundan sonra, mekansız yanında yer tutar, varlık dağını kö-
künden kaldırır atarsınız. Nihayet önünüzde engel olacak perde kalmaz. Dininiz,
mezhebiniz kuvvet bulur.
Bir cihandaki hayatın aslı odur, oraya giden kurtuluş bulur. Bunun sonu gel- 7105
mez. Bu gece bu kadarla yetinelim, Hak’tan başkasını gönülden atalım. Yarın
gene Mesnevi’den yeni bir mevzu bulmaya çalışırım. İlm-i ledünden yardım
gördüğüm takdirde yarınki sözlerim daha manalı olur. Çünkü bu ırma-
ğın suyu o deryadan geliyor, o arttıkça bu da artar.
Gönül ırmağı yardımı deryadan alır, maddi engeller ona nasıl engel olabilir? Bel- 7110
ki bu toprak cismin o can Kabe’sini tavaf etmesi de o su ile temizlenmesindendir.
302
Rebabnâme
MAKALE 98
Bu makalede şunlar beyan olunacaktır:
1. Bir kimsede ilim, irfan, derd-i Huda, aşk-ı ilahi galip olursa, onun bütün vücuduyla
hevasını değiştirir.
2. Hakk’a örtü olan perdeleri ilim ve irfan yakamaz. Meğer ki derd-i Hak (aşk-ı
Huda) yâri ola. “inne ibrâhîme le evvâhun halîm”111 bunun şahididir. Mesela
hamile bir kadın doğurma işine ne kadar vakıf olursa olsun, sancısı tutmadıkça
doğuramaz. Sancısı tutunca da -doğurma usulünü bilmese de- çocuk do-
ğar. Menedemez. Bunun gibi, Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri
ancak bunlar kaldırabilir. Nitekim hakim Senai demiştir: mısra: “Derd bâyed
perde-sûz u merd bâyed kâm-zed” Meali: “Perde yakıcı dert ile fedakar mert
isterim.”
3. Nerede dert var ise, derman oraya gider. Derdin, dermana talip olduğu gibi,
derman da derde taliptir.
(SAYFA 272) Belki dertsiz dermanın kıymeti bile yoktur; susuz bulunmayan yerde
suyun, aç bulunmayan yerde ekmeğin, aşık olmayan yerde maşukun kıymeti
olmadığı gibi. Can, tene galip olunca, o toprak vücutta gönül rengi bağ-
lar. (cana dönüşür.) Aşk-ı Huda’nın ziyadelenmesi neticesinde gönül bu perdelerden
geçer (perdeleri bertaraf eder). Perdeleri aşk derdi (aşk ateşi) yakabilir,
akıl değil. Ne mutlu ona ki, Hak derdini satın alır.
7115 Bütün varını yoğunu sevine sevine vererek aşk-ı Huda’yı satın alır. Çünkü
Hak erlerinin varisi derttendir. Hepsi de bundan dolayı dertle ülfet peyda etmiş,
tabiatlaşmışlardır ki Cenab-ı Meryem’in derdi (sancısı) tutmasaydı do-
ğurabilir miydi?
Doğurmak zahmeti geldi de onun için hurma ağacının altına gitti. O ağacın
altına onu, derdi götürdü de, o ikbal, o baht ona kısmet oldu. Akil kadının,
çocuk doğurma hakkında ne kadar çok bilgisi olursa olsun, sancısı tutmadan
doğuramaz.
7120 Sancısı tutunca da (doğum zamanı gelince de) içindeki neyse meydana çıkar:
Gerek erkek, gerek dişi, gerek başka bir şey; gizli taşıdığı ne ise doğar, zahir
olur. Ey Hak yolunun yolcusu, sen de dertsiz (aşksız) isen vasl-ı Huda’ya
eremezsin. İlim ve hikmet, perdeleri nasıl yakıp aradan kaldırabilir? Belki
perdeleri diker, süsler. Eğer dert, yoldaşın olursa, yol alabilirsin, menzile çabuk
erer ve emeline nail olursun.
7125 Gerçi Ebu Cehil’in de bir hayli bilgisi vardı. Fakat gönlünde peygambere
karşı muhabbet olmadığından burnundan akan sümükten farksızdı. Lanetli
Firavun’la Nemrut da böyle idiler. Bunlar da birer büyük âlim idiler. Her ikisi
de ilimleriyle âlemi sihirlemişler, azametleriyle halkın çoğunu kendilerine
111 Tevbe suresi 9/114 İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah
düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu
bir kişiydi.
itaat ettirmişlerdi. Fakat ruhlarında muhabbet derdi olmadığından cananları
onlara yüzünü göstermedi. Bunların emsali dünyada pek çoktur. Her birinin
hadsiz hesapsız ilimleri vardı.
Din derdi kendilerine rehber olmadığından, nihayet hayırları da şer oldu. 7130
Hepsi de kendi nefisleri perdesine takılıp kaldılar, asi, zalim ve Hak’tan
mahcup oldular. Bilakis Hilal ve Bilal gibi kimseler de cehalet ve dalalet içinde
bulundukları halde, kalplerindeki derd-i Huda’nın yaverliğiyle o nadir
yolda yol alabildiler. O dert sebebiyle cahillikleri ilme, şiddet ve düşnamlıkları
lütuf ve hoşgörüye dönüştü.
Dertsizlerin işi ise bunların aksinedir. Onların önde gitmeleri ters döndü ve 7135
noksanlaştı. Eğer derdin varsa, hani alameti? Eğer mert isen, hani cenk, nerede
hamle? Miskin varsa hani kokusu? Gübre ve pislik madeni olan sen, nerede
misk olabilirsin? Eğer iyi haldeyim dersen, eserini göster! Ben sana nasıl
gül diyebilirim ki baştan ayağa dikensin. Fena ve reddedilmiş olduğunu
körler hissederse, gözlüler yanında nasıl çirkin ve göze görünür olmazsın?
(SAYFA 273)
Git, canıgönülden dert iste, ta ki sen de o tarafa uçabilesin! Her kimin der- 7140
di varsa ona derman erişir, tatlı su, susuzlardan tarafa akar. Derdin, dermana
talip olduğu gibi, derman da derde taliptir. Nasıl ki, susuz olanlar su arar,
su da daima susuzları arar. Aşıkla maşuku da böyle bil: Onlar da daima birbirini
ararlar.
Matlubu talepte gizli bil, her ikisi cisim ile can gibidir. Aşığın gönlü maşuk 7145
ile doludur. Maşukun yüzünü de aşığın yüzünde seyreyle! Aşık, maşukunun
güzelliği sebebiyle yıkılmış harabedir. Maşuk, şahıssa aşık da o şahsın
gölgesidir. Eğer dikkat ehliysen, aşığın benzindeki sarılık, maşukun güzelli-
ğini haber verir ki zavallı aşık, öyle bir gül yüzlü yüzünden sararmış, zayıf
düşmüştür. Öyle bir hurinin aşkıyla perişandır.
O haraplıklar şahadet eder ki bu viranede bir hazine gömülüdür. Hazine 7150
onun güzelliği, virane de benim. O güzellik şaraptır, ben de kadehiyim. Ma-
şuku daima aşıkta ara, ta ki onun güzel yüzünü hicapsız olarak seyredesin.
Çünkü aşığın gözleri maşukla doludur, bu suretle kendini kaybetmiştir. Bunun
gibi, Hakk’ın cemali de görebilene velinin yüzünde alenen görünür.
Evliya ondan dolayı mazhar-ı Yezdan’dırlar ki, Cenab-ı Kibriya yüzünü on- 7155
lardan gösterir. Taleple matlubu başka başka görme ki, matlup, talipten gö-
rünmüştür. O eşsiz padişah, o bütün esrardan haberdar olan Mevlana böyle
buyurdular:
TAZMİN:
Hak Teala Hazretleri ayanen gelmediği (müşahede olunamadığı) için bu
peygamberler onun vekilleridir. Hayır! Yanlış söyledim: Vekille temsil edilen
beraberdir. İki zannedersen çirkin olur.
Senin gibi görüntüye tapanlara ikidir. Fakat suretten kurtulanlara göre bir- 7160
303
Sultan Veled
MAKALE 98
Bu makalede şunlar beyan olunacaktır:
1. Bir kimsede ilim, irfan, derd-i Huda, aşk-ı ilahi galip olursa, onun bütün vücuduyla
hevasını değiştirir.
2. Hakk’a örtü olan perdeleri ilim ve irfan yakamaz. Meğer ki derd-i Hak (aşk-ı
Huda) yâri ola. “inne ibrâhîme le evvâhun halîm”111 bunun şahididir. Mesela
hamile bir kadın doğurma işine ne kadar vakıf olursa olsun, sancısı tutmadıkça
doğuramaz. Sancısı tutunca da -doğurma usulünü bilmese de- çocuk do-
ğar. Menedemez. Bunun gibi, Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri
ancak bunlar kaldırabilir. Nitekim hakim Senai demiştir: mısra: “Derd bâyed
perde-sûz u merd bâyed kâm-zed” Meali: “Perde yakıcı dert ile fedakar mert
isterim.”
3. Nerede dert var ise, derman oraya gider. Derdin, dermana talip olduğu gibi,
derman da derde taliptir.
(SAYFA 272) Belki dertsiz dermanın kıymeti bile yoktur; susuz bulunmayan yerde
suyun, aç bulunmayan yerde ekmeğin, aşık olmayan yerde maşukun kıymeti
olmadığı gibi. Can, tene galip olunca, o toprak vücutta gönül rengi bağ-
lar. (cana dönüşür.) Aşk-ı Huda’nın ziyadelenmesi neticesinde gönül bu perdelerden
geçer (perdeleri bertaraf eder). Perdeleri aşk derdi (aşk ateşi) yakabilir,
akıl değil. Ne mutlu ona ki, Hak derdini satın alır.
7115 Bütün varını yoğunu sevine sevine vererek aşk-ı Huda’yı satın alır. Çünkü
Hak erlerinin varisi derttendir. Hepsi de bundan dolayı dertle ülfet peyda etmiş,
tabiatlaşmışlardır ki Cenab-ı Meryem’in derdi (sancısı) tutmasaydı do-
ğurabilir miydi?
Doğurmak zahmeti geldi de onun için hurma ağacının altına gitti. O ağacın
altına onu, derdi götürdü de, o ikbal, o baht ona kısmet oldu. Akil kadının,
çocuk doğurma hakkında ne kadar çok bilgisi olursa olsun, sancısı tutmadan
doğuramaz.
7120 Sancısı tutunca da (doğum zamanı gelince de) içindeki neyse meydana çıkar:
Gerek erkek, gerek dişi, gerek başka bir şey; gizli taşıdığı ne ise doğar, zahir
olur. Ey Hak yolunun yolcusu, sen de dertsiz (aşksız) isen vasl-ı Huda’ya
eremezsin. İlim ve hikmet, perdeleri nasıl yakıp aradan kaldırabilir? Belki
perdeleri diker, süsler. Eğer dert, yoldaşın olursa, yol alabilirsin, menzile çabuk
erer ve emeline nail olursun.
7125 Gerçi Ebu Cehil’in de bir hayli bilgisi vardı. Fakat gönlünde peygambere
karşı muhabbet olmadığından burnundan akan sümükten farksızdı. Lanetli
Firavun’la Nemrut da böyle idiler. Bunlar da birer büyük âlim idiler. Her ikisi
de ilimleriyle âlemi sihirlemişler, azametleriyle halkın çoğunu kendilerine
111 Tevbe suresi 9/114 İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah
düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu
bir kişiydi.
itaat ettirmişlerdi. Fakat ruhlarında muhabbet derdi olmadığından cananları
onlara yüzünü göstermedi. Bunların emsali dünyada pek çoktur. Her birinin
hadsiz hesapsız ilimleri vardı.
Din derdi kendilerine rehber olmadığından, nihayet hayırları da şer oldu. 7130
Hepsi de kendi nefisleri perdesine takılıp kaldılar, asi, zalim ve Hak’tan
mahcup oldular. Bilakis Hilal ve Bilal gibi kimseler de cehalet ve dalalet içinde
bulundukları halde, kalplerindeki derd-i Huda’nın yaverliğiyle o nadir
yolda yol alabildiler. O dert sebebiyle cahillikleri ilme, şiddet ve düşnamlıkları
lütuf ve hoşgörüye dönüştü.
Dertsizlerin işi ise bunların aksinedir. Onların önde gitmeleri ters döndü ve 7135
noksanlaştı. Eğer derdin varsa, hani alameti? Eğer mert isen, hani cenk, nerede
hamle? Miskin varsa hani kokusu? Gübre ve pislik madeni olan sen, nerede
misk olabilirsin? Eğer iyi haldeyim dersen, eserini göster! Ben sana nasıl
gül diyebilirim ki baştan ayağa dikensin. Fena ve reddedilmiş olduğunu
körler hissederse, gözlüler yanında nasıl çirkin ve göze görünür olmazsın?
(SAYFA 273)
Git, canıgönülden dert iste, ta ki sen de o tarafa uçabilesin! Her kimin der- 7140
di varsa ona derman erişir, tatlı su, susuzlardan tarafa akar. Derdin, dermana
talip olduğu gibi, derman da derde taliptir. Nasıl ki, susuz olanlar su arar,
su da daima susuzları arar. Aşıkla maşuku da böyle bil: Onlar da daima birbirini
ararlar.
Matlubu talepte gizli bil, her ikisi cisim ile can gibidir. Aşığın gönlü maşuk 7145
ile doludur. Maşukun yüzünü de aşığın yüzünde seyreyle! Aşık, maşukunun
güzelliği sebebiyle yıkılmış harabedir. Maşuk, şahıssa aşık da o şahsın
gölgesidir. Eğer dikkat ehliysen, aşığın benzindeki sarılık, maşukun güzelli-
ğini haber verir ki zavallı aşık, öyle bir gül yüzlü yüzünden sararmış, zayıf
düşmüştür. Öyle bir hurinin aşkıyla perişandır.
O haraplıklar şahadet eder ki bu viranede bir hazine gömülüdür. Hazine 7150
onun güzelliği, virane de benim. O güzellik şaraptır, ben de kadehiyim. Ma-
şuku daima aşıkta ara, ta ki onun güzel yüzünü hicapsız olarak seyredesin.
Çünkü aşığın gözleri maşukla doludur, bu suretle kendini kaybetmiştir. Bunun
gibi, Hakk’ın cemali de görebilene velinin yüzünde alenen görünür.
Evliya ondan dolayı mazhar-ı Yezdan’dırlar ki, Cenab-ı Kibriya yüzünü on- 7155
lardan gösterir. Taleple matlubu başka başka görme ki, matlup, talipten gö-
rünmüştür. O eşsiz padişah, o bütün esrardan haberdar olan Mevlana böyle
buyurdular:
TAZMİN:
Hak Teala Hazretleri ayanen gelmediği (müşahede olunamadığı) için bu
peygamberler onun vekilleridir. Hayır! Yanlış söyledim: Vekille temsil edilen
beraberdir. İki zannedersen çirkin olur.
Senin gibi görüntüye tapanlara ikidir. Fakat suretten kurtulanlara göre bir- 7160
304
Rebabnâme
dir. Sureten bakıldığında gözde ikidir, sen gözlerin nuruna bak ki bir oldu-
ğunu görürsün. Gözün nuruna dikkat ettiğinde iki nuru birbirinden ayıramazsın!
Madem ki talip matluptan ayrılmıyor, nur-ı Huda’yı erlerin gönlünde
ara. Burada bir merdin eteğini tut ki, o sayede mihnetlerden kurtulasın!
7165 Ona kul ol ki, sultan olasın, Hazret-i İsa gibi Zuhal’e kadar yükselesin! Eğer
kendinden geçersen, aynen o olursun, ondan sonra kendine arpa tanesi kadar
kıymet vermezsin! Kendini feda edersen, karşılığın bizzat Huda olur.
Ebedi kalacak olan öz odur, sıfatlar geçicidir. Geçmez akçeyi bırak da altın
nakdi al, boncuğun yerine inci hazinesini al! Sıkıntıyı ver, sıhhat rahatlığını
al, cehli ver, tükenmez ilmi al!
7170 Bu kârı her tacir yapamaz (elde edemez). Bir günahkar cennet ehli olabilir
mi? (SAYFA 274)
MAKALE 99
Bu makalede (İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi
enne lehumul cenneh)112 ayet-i kerimesi tefsir olunacaktır. Meal-i şerifi: Hak
Teala Hazretleri kemal-i kereminden ve nihayet merhametinden dolayı mü-
minlerle alışveriş muamelesi yapıyor. Buyuruyor ki: “Sizin bu fani ve sahte
mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet
verdim.”
Gene bu makalede “Allahumme lâ ahsâ senâen aleyke ente kemâ esneyte
alâ nefsik” hadis-i şerifi şerh olunacaktır. Meal-i şerifi: Ya Rabbi, ben seni olduğun
gibi (hakikatin vechiyle) nasıl vasfedebilirim ki senin güzel şükrünü
senden başka yapacak yoktur.
Cenab-ı Hak buyurdu ki: Ben, sizin, bence hiç değeri olmayan nefislerinizle,
mallarınızı satın aldım. Çünkü her ikisi de fani ve reddedilmiş ve yaratılmış
olduğundan akıl yanında hiç kıymeti yoktur. İkisi de daimi yol kesicidirler,
ikisi de sahiplerinin helakine gayret eder. İkisi de böyle kusurlu oldukları
halde ben onları bile bile satın aldım. Bedel olarak da
öyle bir cennet verdim ki nimetle, rahmetle doludur, katiyyen zahmet yok- 7175
tur. Bu alışverişi yapan, Hak Teala Hazretleri’dir ki maksadı sizden sıkıntı ve
elemi uzaklaştırmaktır. Ta ki, bu dünyanın ölümünden, mihnetinden kurtularak
burada hor ve hakir kalmayasınız.
Dünya ehli, reddedilenler, aşağılık ve perişan, hepsi de bu zindanda derde
müpteladırlar. Bu sahte malı verirlerse, bedeline gerçek para (cennet) alırlar
ki, maksud-ı ilahi de budur.
Madem ki, sahte para yerine gerçek para geliyor, hiç durmadan malını, cis- 7180
mini Hakk’a vermeye bak! Yoksa sonunda müminlerin bu alışveriş yüzünden
pek çok şeyler kazandığını görerek: “Eyvah! Gaflet etmişim.” diyerek
pişmanlıkla ellerini ısırır, hayıflanarak ağlar, zırlarsın! Dünya tacirleri
seni kendi menfaatleri için çağırır ki hileyle senden bir şey koparsın. Fakat
Cenab-ı Hak bu alışverişi sırf sana aldanmak için yapıyor ki sana ihsan ve ikramda
bulunsun.
Seni cehennemden kurtarmak için, sana zahmetsizce sonsuz mülk vermek 7185
üzere davet ediyor. O ihsanı bol padişahın lütuf ve merhametine bak ki fena
ağaçları söküp yerine iyilerini dikiyor. Ta ki ağaçların tatlı meyve versin,
fena dallardan kurtularak baştan başa göğe baş versinler. Hak Teala’nın bu
lütuf ve keremini saymaya ve açıklamaya imkan yoktur. Bu ilahi armağanın
şerhi beyana sığmaz, şarihin yüz dili olsa bunu yapmaktan gene aciz kalır.
Git, bunu dilden bekleme ki onun yapacağı iş değildir, çünkü sözle ifade olu- 7190
namaz. Dedikodudan geç, sessizce otur, aklı, fikri bırak! O, kendi vasfını biz-
112 Tevbe suresi 9/111 Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşı-
lığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de
ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz
bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
305
Sultan Veled
dir. Sureten bakıldığında gözde ikidir, sen gözlerin nuruna bak ki bir oldu-
ğunu görürsün. Gözün nuruna dikkat ettiğinde iki nuru birbirinden ayıramazsın!
Madem ki talip matluptan ayrılmıyor, nur-ı Huda’yı erlerin gönlünde
ara. Burada bir merdin eteğini tut ki, o sayede mihnetlerden kurtulasın!
7165 Ona kul ol ki, sultan olasın, Hazret-i İsa gibi Zuhal’e kadar yükselesin! Eğer
kendinden geçersen, aynen o olursun, ondan sonra kendine arpa tanesi kadar
kıymet vermezsin! Kendini feda edersen, karşılığın bizzat Huda olur.
Ebedi kalacak olan öz odur, sıfatlar geçicidir. Geçmez akçeyi bırak da altın
nakdi al, boncuğun yerine inci hazinesini al! Sıkıntıyı ver, sıhhat rahatlığını
al, cehli ver, tükenmez ilmi al!
7170 Bu kârı her tacir yapamaz (elde edemez). Bir günahkar cennet ehli olabilir
mi? (SAYFA 274)
MAKALE 99
Bu makalede (İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi
enne lehumul cenneh)112 ayet-i kerimesi tefsir olunacaktır. Meal-i şerifi: Hak
Teala Hazretleri kemal-i kereminden ve nihayet merhametinden dolayı mü-
minlerle alışveriş muamelesi yapıyor. Buyuruyor ki: “Sizin bu fani ve sahte
mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet
verdim.”
Gene bu makalede “Allahumme lâ ahsâ senâen aleyke ente kemâ esneyte
alâ nefsik” hadis-i şerifi şerh olunacaktır. Meal-i şerifi: Ya Rabbi, ben seni olduğun
gibi (hakikatin vechiyle) nasıl vasfedebilirim ki senin güzel şükrünü
senden başka yapacak yoktur.
Cenab-ı Hak buyurdu ki: Ben, sizin, bence hiç değeri olmayan nefislerinizle,
mallarınızı satın aldım. Çünkü her ikisi de fani ve reddedilmiş ve yaratılmış
olduğundan akıl yanında hiç kıymeti yoktur. İkisi de daimi yol kesicidirler,
ikisi de sahiplerinin helakine gayret eder. İkisi de böyle kusurlu oldukları
halde ben onları bile bile satın aldım. Bedel olarak da
öyle bir cennet verdim ki nimetle, rahmetle doludur, katiyyen zahmet yok- 7175
tur. Bu alışverişi yapan, Hak Teala Hazretleri’dir ki maksadı sizden sıkıntı ve
elemi uzaklaştırmaktır. Ta ki, bu dünyanın ölümünden, mihnetinden kurtularak
burada hor ve hakir kalmayasınız.
Dünya ehli, reddedilenler, aşağılık ve perişan, hepsi de bu zindanda derde
müpteladırlar. Bu sahte malı verirlerse, bedeline gerçek para (cennet) alırlar
ki, maksud-ı ilahi de budur.
Madem ki, sahte para yerine gerçek para geliyor, hiç durmadan malını, cis- 7180
mini Hakk’a vermeye bak! Yoksa sonunda müminlerin bu alışveriş yüzünden
pek çok şeyler kazandığını görerek: “Eyvah! Gaflet etmişim.” diyerek
pişmanlıkla ellerini ısırır, hayıflanarak ağlar, zırlarsın! Dünya tacirleri
seni kendi menfaatleri için çağırır ki hileyle senden bir şey koparsın. Fakat
Cenab-ı Hak bu alışverişi sırf sana aldanmak için yapıyor ki sana ihsan ve ikramda
bulunsun.
Seni cehennemden kurtarmak için, sana zahmetsizce sonsuz mülk vermek 7185
üzere davet ediyor. O ihsanı bol padişahın lütuf ve merhametine bak ki fena
ağaçları söküp yerine iyilerini dikiyor. Ta ki ağaçların tatlı meyve versin,
fena dallardan kurtularak baştan başa göğe baş versinler. Hak Teala’nın bu
lütuf ve keremini saymaya ve açıklamaya imkan yoktur. Bu ilahi armağanın
şerhi beyana sığmaz, şarihin yüz dili olsa bunu yapmaktan gene aciz kalır.
Git, bunu dilden bekleme ki onun yapacağı iş değildir, çünkü sözle ifade olu- 7190
namaz. Dedikodudan geç, sessizce otur, aklı, fikri bırak! O, kendi vasfını biz-
112 Tevbe suresi 9/111 Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşı-
lığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de
ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz
bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
306
Rebabnâme
zat şerh etsin, ta ki derya testisiz olarak (bilavasıta) görünsün. O, kendi şükrünü
kendi eder. Başkalarının şükrü denize nispetle ırmak gibi kalır.
(SAYFA 275) Öyle değil midir ki ırmak, deryadan ancak kendi kadar bir şey gösterebilir,
örnek, ne de olsa sınırlıdır.
7195 Fakat o açıklama ve detaylandırma ki derya bizzat kendi yapar, o şerh gönüllerde
şüphe bırakmaz, kökünü kazır. Dalgasıyla her şeyi leş eder, sonra da
illa nuruyla diriltir. Halkı muhabbet ateşiyle eritir ki, korkudan, mihnet ve
belalardan emin olsunlar. Çünkü korkuda olanların sığınağı odur. Her korkmuş,
ümmetini onun yanında bulur. Hakk’ın civarında ebedi kalır, daima o
nimetlerden nasip alır.
7200 Bir bahara erer ki sonunda kışı yok, o şarabın, o neşenin baş ağırısı da yok.
Orada sonsuz bir cihan görür ki dünya gibi fani değil, bilakis sınırsız ve ebedidir.
Varlık açısından ne öncesi var ne sonrası. Evvel ne halde ise, daima o
halde bulunur (la yetegayyerdir).113 Zaman itibariyle de başlangıcı ve sonu
yoktur. Gene zatını kimse akılla anlayamaz, bilgiyi canından aşkla ananlar başka.
7205 Aşkla varlığından soyunduğu zaman, Hak aşkı ona rehberlik eder. Aşk ate-
şiyle yanıp mahvolduktan sonra onda nur-ı Hak belirmeye başlar. Ondan
sonra Hak Teala sözü ondan söyler, ledün ilmi ondan ortaya çıkar. O, arada
bir vasıta, bir alet gibi kalır, vücudunda Hak hakim olur, vücudu onun tercümanı
olur. Tercüman, gerek iyi, gerek kötü, her ne söylerse, akıllı olan onu
şahın sözü bilir.
7210 O, ancak şah böyle buyurmuştur der. Şahın sözüne bir harf ilave edemez.
Tercüman, alet gibi iradesizdir. Sözü, davranışı Huda’dandır. Sakın onu
döğme ki şahı döğmüş olursun, eğer neyzen isen, onda şahtan başkasını görme.
Eğer Hakk’a Mustafa’sız (peygamberi tasdiksiz) ibadet edersen, ibadetlerin
heba olur. Çünkü Hak, ben ondayım diyor. Bu sırrı neden anlamı-
yorsun?
7215 Ona secde ettiğinde Hak olur, çünkü Hakk’ın ona nispeti, canın tene nispeti
gibidir. Can, bir nefes tenden ayrılmaz, her ikisini bir bil, düşünmeden vazgeç!
113 Değişmez
MAKALE 100
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İbadet ve müslümanlığın esas metodu evliyaya muhabbettir. Binlerce çe-
şit ibadetle bezensen, ilim ve ahlâk ile donansan, onları inkar ediyorsan Allah
indinde kovulmuşsun. İşte delili: Ahd-i risaletinde Cenab-ı Mustafa’ya
(s.a.v.) yönelmeyen, nübüvvetini inkar eden kimselerin ibadet ve taatleri gü-
nahtan ibaret oldu, belki kafir olup cehennemi boyladılar.
Mustafa’sız (s.a.v.) (peygambere inkiyatsız) yapılan ibadet, fısk ve günahtır,
belki daha sevimsizdir. Çünkü asinin tevbe ile günahtan kurtulup sevaba
kavuşması imkan dahilindedir.
(SAYFA 276) Fakat insan peygambere iman etmeden yapılan ibadetin nurundan
kafir olur.
Kafirlerin rahmet-i ilahiyeden ümitleri yoktur. Çünkü küfrün cezası ebedi 7220
azaptır. Öyleyse bir nefes bile durmadan o merdin (peygamberin) eteğine sarıl
ki, seni küfür zindanından kurtarsın. O, senin işlerini düzenler, sen git. Safana
bak! Fena isen de onun yüzünden iyi olursun. Çocuk, işlerini babasına
bıraksa, işleri daha iyi ve daha çabuk vücut bulur. O çalışmadan babası onu
nefis nimetlerle besler.
Babasının sayesinde zahmetsizce yaşar, ondan daima türlü iyilikler görür. 7225
Babasının gölgesi onun için bir gemi gibidir ki onu durmaksızın oraya buraya
taşır durur. Bunun gibi, bir şeyh-i vasıl sayesinde de kendi gayret ve çabana
gerek kalmadan isteğin gerçekleşir. O, sana oruçsuz, namazsız, mescitsiz
bin türlü armağanlar bahşeder. Ondan ağaçsız olarak yüzlerce meyve alır,
gayretsiz önderliğe erersin!
Yemek, uyumak külfeti olmadan, meşakkat çekmeden ebedi ömre nail olur- 7230
sun! Onu gördüğün (ona erdiğin) zaman, uzunu kısalt (yapabildiklerini
önemsiz gör), gayretten vazgeç! Sana ne lazımsa belki lüzumundan fazla olarak
ondan meydana gelir: Sana lazım olanları, senin kalbine doğmadan evvel
bundan haberdar olan şeyh sana bahşeder. Sen dersin ki: Bu, benim hatı-
rımdan bile geçmemişti. Ey yaradan Rabbim, Bu ne keremdir?
Ya Rabbi, ben bunun şükrünü nasıl ödeyebilir, sana layık hamdü senayı na- 7235
sıl ifa edebilirim? Bu ihsanlar, bu güzellikler hep senindir. Sen cisimlerdeki
can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması
yine sendendir. Ey benzeri, eşi olmayan Rabbim! Canım ve gönlüm senin,
senden nurlanır. Semadaki güneşle ay da senden nur alır, suret de, mana da
senin armağanlarınla beslenir.
Bütün eşyada tecelli eden sensin, zahirde, batında senden gayrı kimse yok- 7240
tur. Herkesin, her şeyin nuru senden muktebestir. Canın canlığı, tenin tenliği
de sendendir. Eğer o nuru gizlersen vay haline! Bu cihanı ruhsuz ceset edersin!
Berraklığı tortuya dönüştürür, sıcağı soğuğa çevirir. Ne sema kalır, ne
güneş, ne ay. Hepsi kapkara kesilir.
Nur-ı ilahiden ayrı düşen, mahrum olan her şey pişman ve leş olur. Nasıl ki 7245
307
Sultan Veled
zat şerh etsin, ta ki derya testisiz olarak (bilavasıta) görünsün. O, kendi şükrünü
kendi eder. Başkalarının şükrü denize nispetle ırmak gibi kalır.
(SAYFA 275) Öyle değil midir ki ırmak, deryadan ancak kendi kadar bir şey gösterebilir,
örnek, ne de olsa sınırlıdır.
7195 Fakat o açıklama ve detaylandırma ki derya bizzat kendi yapar, o şerh gönüllerde
şüphe bırakmaz, kökünü kazır. Dalgasıyla her şeyi leş eder, sonra da
illa nuruyla diriltir. Halkı muhabbet ateşiyle eritir ki, korkudan, mihnet ve
belalardan emin olsunlar. Çünkü korkuda olanların sığınağı odur. Her korkmuş,
ümmetini onun yanında bulur. Hakk’ın civarında ebedi kalır, daima o
nimetlerden nasip alır.
7200 Bir bahara erer ki sonunda kışı yok, o şarabın, o neşenin baş ağırısı da yok.
Orada sonsuz bir cihan görür ki dünya gibi fani değil, bilakis sınırsız ve ebedidir.
Varlık açısından ne öncesi var ne sonrası. Evvel ne halde ise, daima o
halde bulunur (la yetegayyerdir).113 Zaman itibariyle de başlangıcı ve sonu
yoktur. Gene zatını kimse akılla anlayamaz, bilgiyi canından aşkla ananlar başka.
7205 Aşkla varlığından soyunduğu zaman, Hak aşkı ona rehberlik eder. Aşk ate-
şiyle yanıp mahvolduktan sonra onda nur-ı Hak belirmeye başlar. Ondan
sonra Hak Teala sözü ondan söyler, ledün ilmi ondan ortaya çıkar. O, arada
bir vasıta, bir alet gibi kalır, vücudunda Hak hakim olur, vücudu onun tercümanı
olur. Tercüman, gerek iyi, gerek kötü, her ne söylerse, akıllı olan onu
şahın sözü bilir.
7210 O, ancak şah böyle buyurmuştur der. Şahın sözüne bir harf ilave edemez.
Tercüman, alet gibi iradesizdir. Sözü, davranışı Huda’dandır. Sakın onu
döğme ki şahı döğmüş olursun, eğer neyzen isen, onda şahtan başkasını görme.
Eğer Hakk’a Mustafa’sız (peygamberi tasdiksiz) ibadet edersen, ibadetlerin
heba olur. Çünkü Hak, ben ondayım diyor. Bu sırrı neden anlamı-
yorsun?
7215 Ona secde ettiğinde Hak olur, çünkü Hakk’ın ona nispeti, canın tene nispeti
gibidir. Can, bir nefes tenden ayrılmaz, her ikisini bir bil, düşünmeden vazgeç!
113 Değişmez
MAKALE 100
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İbadet ve müslümanlığın esas metodu evliyaya muhabbettir. Binlerce çe-
şit ibadetle bezensen, ilim ve ahlâk ile donansan, onları inkar ediyorsan Allah
indinde kovulmuşsun. İşte delili: Ahd-i risaletinde Cenab-ı Mustafa’ya
(s.a.v.) yönelmeyen, nübüvvetini inkar eden kimselerin ibadet ve taatleri gü-
nahtan ibaret oldu, belki kafir olup cehennemi boyladılar.
Mustafa’sız (s.a.v.) (peygambere inkiyatsız) yapılan ibadet, fısk ve günahtır,
belki daha sevimsizdir. Çünkü asinin tevbe ile günahtan kurtulup sevaba
kavuşması imkan dahilindedir.
(SAYFA 276) Fakat insan peygambere iman etmeden yapılan ibadetin nurundan
kafir olur.
Kafirlerin rahmet-i ilahiyeden ümitleri yoktur. Çünkü küfrün cezası ebedi 7220
azaptır. Öyleyse bir nefes bile durmadan o merdin (peygamberin) eteğine sarıl
ki, seni küfür zindanından kurtarsın. O, senin işlerini düzenler, sen git. Safana
bak! Fena isen de onun yüzünden iyi olursun. Çocuk, işlerini babasına
bıraksa, işleri daha iyi ve daha çabuk vücut bulur. O çalışmadan babası onu
nefis nimetlerle besler.
Babasının sayesinde zahmetsizce yaşar, ondan daima türlü iyilikler görür. 7225
Babasının gölgesi onun için bir gemi gibidir ki onu durmaksızın oraya buraya
taşır durur. Bunun gibi, bir şeyh-i vasıl sayesinde de kendi gayret ve çabana
gerek kalmadan isteğin gerçekleşir. O, sana oruçsuz, namazsız, mescitsiz
bin türlü armağanlar bahşeder. Ondan ağaçsız olarak yüzlerce meyve alır,
gayretsiz önderliğe erersin!
Yemek, uyumak külfeti olmadan, meşakkat çekmeden ebedi ömre nail olur- 7230
sun! Onu gördüğün (ona erdiğin) zaman, uzunu kısalt (yapabildiklerini
önemsiz gör), gayretten vazgeç! Sana ne lazımsa belki lüzumundan fazla olarak
ondan meydana gelir: Sana lazım olanları, senin kalbine doğmadan evvel
bundan haberdar olan şeyh sana bahşeder. Sen dersin ki: Bu, benim hatı-
rımdan bile geçmemişti. Ey yaradan Rabbim, Bu ne keremdir?
Ya Rabbi, ben bunun şükrünü nasıl ödeyebilir, sana layık hamdü senayı na- 7235
sıl ifa edebilirim? Bu ihsanlar, bu güzellikler hep senindir. Sen cisimlerdeki
can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması
yine sendendir. Ey benzeri, eşi olmayan Rabbim! Canım ve gönlüm senin,
senden nurlanır. Semadaki güneşle ay da senden nur alır, suret de, mana da
senin armağanlarınla beslenir.
Bütün eşyada tecelli eden sensin, zahirde, batında senden gayrı kimse yok- 7240
tur. Herkesin, her şeyin nuru senden muktebestir. Canın canlığı, tenin tenliği
de sendendir. Eğer o nuru gizlersen vay haline! Bu cihanı ruhsuz ceset edersin!
Berraklığı tortuya dönüştürür, sıcağı soğuğa çevirir. Ne sema kalır, ne
güneş, ne ay. Hepsi kapkara kesilir.
Nur-ı ilahiden ayrı düşen, mahrum olan her şey pişman ve leş olur. Nasıl ki 7245
308
Rebabnâme
cansız cisim toprak içinde paramparça olarak dağılır, baş bir tarafa, ayak bir
tarafa gider, vücudun zerrelerinden her biri bir tarafa düşer. O dağılan vü-
cut parçalarından kimi bardak, kimi testi olur. Eğer bilirsen bu sırdan koku
duyarsın. O vaatlerin (farklı parçaların) cümlesini toplu bir halde bulunduran
candı. Can gidince darmadağın oldular.
7250 Bütün ecza birbirinden ayrıldı, kaselere, bardaklara bak ki vücudun parçaları
candan ayrılmakla ne hale gelmişlerdir?
(SAYFA 277) Cismin aslı toprak idi, sonunda gene büsbütün toprak oldu. Her par-
ça, sonunda bütününe dahil olur. Eğer sen o bütünden isen bu parçadan, bu
köprüden geç! Çünkü bu dünya bir köprüdür, biz o köprü üzerinde Hakk’a
doğru giden yolcularız.
7255 Köprü üzerine ikametgah kuran, kendi kendine aşık olan ahmaktır. Çünkü
bu köprü nihayet harap olacaktır. Ona gönül bağlamak doğru değildir. Dünyanın
geçmez akçe gibi olduğunu bildiğimiz halde gene ona canıgönülden
bağlanırız. Ya Rabbi, bu ne tuzak, nasıl danedir? Can kuşunu bu beladan sen
kurtar. Sen murat edersen can kuşu bu tuzaktan kurtularak sana doğru kanat
çırpar.
7260 İstemezsen, cehennemi boylar, orada ebediyen solur durur. Ya Rabbi, sen ne
istersen o olacaktır. Benim sözlerim kazaya mani olabilir mi?
MAKALE 101
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir.
Fakat bu kanaatin açıklamasını edebe aykırı görür de fenalığı kendi nefsine,
iyilikleri Hakk’a nispet eder. Nitekim Cenab-ı Hak kitab-ı hakiminde
buyurur: “Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke
min seyyietin fe min nefsik”114 (Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.)
Adem Aleyhisselam da bu yolda hareket etmişti: Cennetten çıkarıldıktan
sonra tövbeleri kabul olunduğu zaman Cenab-ı Hak ona sordu ki: Biliyordun
ki hayır, şer hep bendendir. Sen günahını kendine nasıl isnat eyledin,
“zalemna enfüsena”115 dedin? Cevap olarak dedi ki: Ya Rabbi, bu günahın
sebebini sen olarak göstermekten utandım. Şu misali buyurdu ki: Senin bu
edepliliğine mükafaten senin sulbunden bir çok enbiya ve evliya getirece-
ğim. Ta ki namın iki cihanda ebedi unutulmasın.
İçinde bundan başka derin bir bahis vardır ki söylersem mahzun olursun.
Daha iyisi onu gizli tutayım ki belki canımdan ve tenimden olurum. Gerçi o
bahiste Hak benim yardımcımdır, fakat onu lisanıma alamam.
Kendimi kırar, günahkar olurum, bile bile günahkarlar sırasına girerim. Her 7265
fenayı ben kendimden bilirim, şüphesizdir ki iyilikleri senden tanırım. Umdum
ki, Hazreti Adem gibi bana da merhamet eder, içimdeki gamı kökünden
sökersin. Hazret-i Adem cennetten çıktıktan sonra tövbeyi bir nefes dilinden
bırakmadı. “Zalemna enfüsena” vird-i canı oldu, bu zulmü kendime
ben yaptım dedi.
Ondan sonra rahmet-i ilahiyye erişti. Evvelki halinden yüz derece fazlasına 7270
nail oldu. Sonra Cenab-ı Hak sordu ki: İyi, kötü, gam, keder, her şey benden
gelmiyor mu?
(SAYFA 278) Benim emrim olmadan küçük bir yaprak kımıldayabilir mi? Sen cü-
rüm fiilini kendine nasıl isnat ediyorsun? Bunun kendinden olmadığını anlamadın
mı? Hayır, şer hep benim emrimle vücut bulmuyor mu? Adem Aleyhisselam
dedi ki: Ya Rabbi, biliyordum, fakat sana isnat etmek edebi bırakmak
olurdu.
Bundan dolayı suçu kendime nispet ettim. Ta ki sana sığınabileyim. Cenab-ı 7275
Hak buyurdu ki mademki sen edebe riayet ettin, ben de mükafatını verece-
ğim. Senin sulbünden peygamberler getireceğim, her birinin kudretini dünyada
yüksek kılacağım. Ta ki ey temiz can, senin namın asırlar, devirler var
oldukça yaşasın. Ben de eğer ikbal sahibiysem, Hazret-i Adem’in sünneti
üzere gideyim, o gruba dahil olmaya gayret edeyim.
114 Nisa suresi 4/79 Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!)
Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
115 A’raf suresi 7/23 Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
309
Sultan Veled
cansız cisim toprak içinde paramparça olarak dağılır, baş bir tarafa, ayak bir
tarafa gider, vücudun zerrelerinden her biri bir tarafa düşer. O dağılan vü-
cut parçalarından kimi bardak, kimi testi olur. Eğer bilirsen bu sırdan koku
duyarsın. O vaatlerin (farklı parçaların) cümlesini toplu bir halde bulunduran
candı. Can gidince darmadağın oldular.
7250 Bütün ecza birbirinden ayrıldı, kaselere, bardaklara bak ki vücudun parçaları
candan ayrılmakla ne hale gelmişlerdir?
(SAYFA 277) Cismin aslı toprak idi, sonunda gene büsbütün toprak oldu. Her par-
ça, sonunda bütününe dahil olur. Eğer sen o bütünden isen bu parçadan, bu
köprüden geç! Çünkü bu dünya bir köprüdür, biz o köprü üzerinde Hakk’a
doğru giden yolcularız.
7255 Köprü üzerine ikametgah kuran, kendi kendine aşık olan ahmaktır. Çünkü
bu köprü nihayet harap olacaktır. Ona gönül bağlamak doğru değildir. Dünyanın
geçmez akçe gibi olduğunu bildiğimiz halde gene ona canıgönülden
bağlanırız. Ya Rabbi, bu ne tuzak, nasıl danedir? Can kuşunu bu beladan sen
kurtar. Sen murat edersen can kuşu bu tuzaktan kurtularak sana doğru kanat
çırpar.
7260 İstemezsen, cehennemi boylar, orada ebediyen solur durur. Ya Rabbi, sen ne
istersen o olacaktır. Benim sözlerim kazaya mani olabilir mi?
MAKALE 101
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir.
Fakat bu kanaatin açıklamasını edebe aykırı görür de fenalığı kendi nefsine,
iyilikleri Hakk’a nispet eder. Nitekim Cenab-ı Hak kitab-ı hakiminde
buyurur: “Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke
min seyyietin fe min nefsik”114 (Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.)
Adem Aleyhisselam da bu yolda hareket etmişti: Cennetten çıkarıldıktan
sonra tövbeleri kabul olunduğu zaman Cenab-ı Hak ona sordu ki: Biliyordun
ki hayır, şer hep bendendir. Sen günahını kendine nasıl isnat eyledin,
“zalemna enfüsena”115 dedin? Cevap olarak dedi ki: Ya Rabbi, bu günahın
sebebini sen olarak göstermekten utandım. Şu misali buyurdu ki: Senin bu
edepliliğine mükafaten senin sulbunden bir çok enbiya ve evliya getirece-
ğim. Ta ki namın iki cihanda ebedi unutulmasın.
İçinde bundan başka derin bir bahis vardır ki söylersem mahzun olursun.
Daha iyisi onu gizli tutayım ki belki canımdan ve tenimden olurum. Gerçi o
bahiste Hak benim yardımcımdır, fakat onu lisanıma alamam.
Kendimi kırar, günahkar olurum, bile bile günahkarlar sırasına girerim. Her 7265
fenayı ben kendimden bilirim, şüphesizdir ki iyilikleri senden tanırım. Umdum
ki, Hazreti Adem gibi bana da merhamet eder, içimdeki gamı kökünden
sökersin. Hazret-i Adem cennetten çıktıktan sonra tövbeyi bir nefes dilinden
bırakmadı. “Zalemna enfüsena” vird-i canı oldu, bu zulmü kendime
ben yaptım dedi.
Ondan sonra rahmet-i ilahiyye erişti. Evvelki halinden yüz derece fazlasına 7270
nail oldu. Sonra Cenab-ı Hak sordu ki: İyi, kötü, gam, keder, her şey benden
gelmiyor mu?
(SAYFA 278) Benim emrim olmadan küçük bir yaprak kımıldayabilir mi? Sen cü-
rüm fiilini kendine nasıl isnat ediyorsun? Bunun kendinden olmadığını anlamadın
mı? Hayır, şer hep benim emrimle vücut bulmuyor mu? Adem Aleyhisselam
dedi ki: Ya Rabbi, biliyordum, fakat sana isnat etmek edebi bırakmak
olurdu.
Bundan dolayı suçu kendime nispet ettim. Ta ki sana sığınabileyim. Cenab-ı 7275
Hak buyurdu ki mademki sen edebe riayet ettin, ben de mükafatını verece-
ğim. Senin sulbünden peygamberler getireceğim, her birinin kudretini dünyada
yüksek kılacağım. Ta ki ey temiz can, senin namın asırlar, devirler var
oldukça yaşasın. Ben de eğer ikbal sahibiysem, Hazret-i Adem’in sünneti
üzere gideyim, o gruba dahil olmaya gayret edeyim.
114 Nisa suresi 4/79 Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!)
Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
115 A’raf suresi 7/23 Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
310
Rebabnâme
7280 Maceradan, itirazdan geçeyim. Ta ki kuşatılmadan kurtulup serbestliğe ereyim.
Onun yanında alet gibi yok (iradesiz) olayım. Ta ki bende kıl kadar benlikten
eser kalmaya. Bu canla ten, o şahın aleti olunca, o zulümler benden gö-
rünür. Benden, gerek iyi, gerek kötü, sadır olan bütün davranışlar ve hareketler,
ondan olur. Bunu kendinden geçtiğin zaman anlarsın. Kendinle oldukça
bunu görmezsin, çünkü kendine kendin baştan başa engelsin.
7285 Eğer kendinden geçenler tarafına kendinden geçerek gelirsen, bizimle cansız
ve tensiz yoldaş olursun. Yezdan’ın yüzünü örtüsüz görür, ondan sonra
hatayı sevaptan ayırabilirsin! Güneşin yüzü olmadan eşyayı aydınlık görürsün,
gümüşle kalayı eşit tutarsın. Kendi güneşinin aydınlığı cihanı aydınlatır,
o zaman beyaz ve siyah suretler sana ayan olur. Elbette ki, göz sahipleri
de gönül nuruyla iyi ve kötünün sırlarını görür.
7290 O hidayet nuruyla iyi kötü birbirinden seçilir, bakırla altın gibi. Fena ve kovulan
rüsva, iyi ve makbul olanlar yüce olur. Manen güzel ve çirkin görünür,
o zaman kimlerin mümin ve kimlerin kafir olduğu görülür (anlaşılır). Bu sırlara
herkes vakıf olamaz. Padişahın sırlarına ayak takımı mahrem olabilir
mi? Cismani güneş, suretleri gösterir, manevi güneş de sırları yayar.
7295 Gözünü nur-ı manevi tarafına dönder ki, Mesnevi’de yüzlerce cihan seyredesin!
Mesnevi dünyasına ayak basarsan, muhakkak, ölüm tuzağından kurtulursun!
Başsız, ayaksız; hayat tarafına gidersin, orada ne zahmet çekersin,
ne ölüm görürsün. O saha, nur içinde nurdur. Gamsız, kedersiz, nihayetsiz
izzet ve şeref dünyasıdır. Hakk’ın nur ve lütuflarından daima ilginç sohbetlere
ve vuslata nail olursun.
7300 Ben, o olunca, artık söz de arada perde olur, perde ile karşılaşmak şahla mü-
lakat etmek gibidir. Öyleyse sükut et ki ruhu göresin, fethedeni, fetholunanı
perdesiz seyredesin. Her aradığını içinde göresin, ondan sonra büyüklerin
cömertliğine dahil olasın! Bil ki, her kese de altın para bulunmadığı gibi,
her sedefte de inci bulunmaz.
(SAYFA 279) Biz cevhere sahibiz, hani bir müşteri ki bizden en büyük, en kıymetli
cevheri alsın?
7305 Her kimin iki kantar altını varsa, bu dünyada cevheri bizden o alabilir. Fakir
kimse o maksada nasıl erebilecek ki bizden böyle bir cevheri alabilsin? Sana
Hakk’ın lütfu kısmet olmazsa o yüce amaca doğru uçamazsın. Sende ruhani
halet olmazsa, uçanların canına nasıl alet olabilirsin? Onun aşkı yolunda canından
geçmedikçe, o aşkı ilahi sen de nasıl zuhura gelebilir?
7310 Benim gibi, lamekan cihanında yok olmadan ebedi varlığa nasıl erebilirsin?
Ben, aşk ile zindeyim, can ve tenle değil. İyiden, kötüden, kadından, erkekten
her şeyden feragat ettim. Nişansız cihanda binişanım. Haydi, beni kendin
gibi kör sanma! Benim gibi rehberle yoldaş olursan, başsız, ayaksız o
menzile doğru gidersin. O menzile baş ve ayaksız da gidilmez, o menzil bizzat
nur içinde nurdur.
Ayak ve baş gibi şeyler surette (maddi varlıklarda) olur. O taraf, nakış değil, 7315
candır. Cisim ve candan ve gönlünden geçmedikçe dünyaya yol bulamazsın.
Nişansız ol ki, nişansıza kavuşasın, o deryaya cisim ve cansız olarak gidesin.
Rehber olmazsa o yolu nasıl kestirebilirsin? O devleti rehbersiz nasıl elde
edebilirsin. Hazine evi odur (rehberdir, mürşittir), o kapıyı bırakma, herşeyin
nuru odur. O güneşi ihmal etme!
Kapısında dilenci gibi yalvar, ta ki o sultanın armağanlarından nasip sahibi 7320
olasın. Ona de ki: Ey şah, şahlarla semalarda seyrederken yoldaşını hatırlamaz
mısın? Semada şahlarla meclis kurup meleklerle oturup kalkarken “Benim
yerde yoldaşım vardı, nerelerde kaldı?” demez misin? Ey minnet ve ihsan
sahibi, benim miskin gönlüme merhamet eyle, serabına (huzuruna) girmeme
müsaade et. Her ne kadar kulluğuna layık değilsem de, beni lütfunla
kabul eyle!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder