2 Haziran 2016 Perşembe

ibtidaname Sultan Veled

2810, Babanın seçtiği er olduğundan bu makaamı Hüsâmeddîn'e bağışlamıştır,
Değil mi ki o gitti, bahanen kalmadı; yüce Allah bunu takdir etti,
Bundan sonra şeyhliği kabul et; halka imâm ol, kılavuz kesil,
Bu topluluğa başlıkta bulun; başbuğ olmadıkça ordu, hiçbir işe yaramaz,
Padişah olmadıkça bütün asker, yol yitirmiştir; dağ dağ bile olsalar, saman çöpünden de aşağıdır onlar,
Tahtı, bahtına eş et de gök bile o tahtın ayağına baş koysun,
Gök ehlinin hepsi de senin müridindir; hepsi de seni görmeyi özler,
Hepsi, senin düşüncene, karârına hayrandır; hepsi, ayağına baş koymuştur,
Hepsine de ihsan ve kerem, senden erişir; hepsinin de işi, senin yüzünden altın kesilir,
Hepsi de senin harmanından başak devşirmededir; hepsi de bu çeşit seçilmiş harmana kuldur - köledir,
 2820, Gök ehli böyle olunca, döşemecilere benzeyen yerdekiler,
Nasıl alçalmışlardır bu yüceliğe karşı; nasıl elden de çıkmışlardır, avuçtan da, bunu sen anla,
Böylece bu söz uzadıkça uzadı; sonunda Veled, onların sözlerini kabul etti, isteklerine uydu,
Elsiz - ayaksız bir halde, yersiz - yönsüz âlemdeki o tahta oturdu,
Can, ayaksız bir halde, önüne ön olmayan âleme, insan varlığından hâli olan yokluk şehrine gitti;
Öylesi bir denize dalgıç kesildi: armağan olarak da inciler çıkardı,
Onları mürîdlere saçıp döküp saçtı: cana da hayat verdi, îmana da,
Halk şaşıp kaldı da, bu ne de ulu kutup, ne de seçkin padişah dedi:
Ömürler boyunca, Allah'ya ulaşmış seçkin erenlerden elde edileni,
Mürîd, bir solukta ondan elde ediyor: onun sayesinde dünyâda tek, eşsiz bir hâle geliyor;
 2830, Gizli yol, onun yüzünden belirdi: câhilleri bilgin edip durmada,
Veled, babasının türbesi başında yedi yıl birçok sır söyledi,
Allah yolu - yordamı yeniden tazelendi diye ünü doğudan batıya dek gitti,
Düğümlü müşkilleri çözüp açtı; hiçbir şeyh, böylesine bir armağan vermemişti,
Düşmanların hepsi de dost oldu; öfkeden, kinden vazgeçti,
Kardeşlerin, Yûsuf a öfkeleri geçti; anlatış yarasıyla öfkeyi öldürdü,
Yûsufun yapmadığını yaptı; dostları gönüllerinden öfkeyi giderdi,
Halkı yeni baştan diriltti: herkesin gönlüne gerçeklik ve niyaz tohumlan ekti,
Sırların önünden perdeyi kaldırdı: aşk bayrağını açtı, dalgalandırdı,
Bütün şeyhler, fısıltıyla, birbirlerine, bu ne kendinden geçiş, bu ne bilgi, bunasıl anlatış diyorlardı,
 2840, Çağlar, her çevri cefâsı, rahattan da hoş diye onun çağma
şaşıp kaldı demedeydiler;
Küfrü; îmandan da üstün oldu: şekli, bedeni, binlerce candan da iyi bir hâle geldi,
Eğriliği, kaş gibi güzel; bu yüzden de doğruluktan daha da iyi,
Herkesten daha ileriye vardı da coştukça coştu; zâtı üstündü ama daha da üstün oldu,
Değil mi ki ondan başka birşey yok; peki neyi aramada; kavuşmak için ne yüzden yelip yortmada?
Belirtisi göninmeksizin içten yürüyüp gidiyor; ama zâti orda ne iç var ne dış,
Gökkubbe dönmeye başlayalı ondan başlayalı ondan başka hiç kimse böyle bir durağa ermedi,
Ezellerin de ezelinden beri Allah'nın haslarının hası, hiçbir kimseye böylesine bir ululuk nasîb olmadı,
Kendi de heskesten üstün, hâli de; haller, onun sözlerine karşı aşağı kalmada,
Böylesine söze karşı hâl de nedir ki? Gönlünün iki gözünü de ovuştur da bak, kıyasla,
 2850, Sonra da onun hâlini, önüne ön bulunmayan çağdan beri sürüp giden hâlini bir
gör; onun hâli, yol alanların hepsinden de ileri,
Allah'nm ona, gizlice ilham ettiklerine, hiçbir kimse, kullukla hayır işlemekle erişememiştir,
Bu çalışmakla, mücâhedeyle elde edilemez; Evtâd bile onun işlerine şaşıp kalmış,
Mürîdlere hatsiz - hesapsız ihsanlarda bulundu; her canı, nurla doldurdu,
Büyükten - küçükten, ihtiyardan - gençten, herkes, sonsuz ihsanlara erdi,
Padişah, onlara keremlerde bulundu ama bugün, onları, bu keremlerden, bu ihsanlardan haberleri bile yok,
Sonunda bilirler; esirden de yüce bir durağa erdiklerini anlarlar,
Padişah, bir çocuğa, atlardan sayısız küheylan ihsan etse,
Çocuk, o bağışa sevinmez; çünkü padişahın ne verdiğinden haberi bile yoktur,
Ergenlik çağma gelir, akıllanırsa, o vakit akıllıların öğütlerini kabûleder,
 2860, İyiyi - kötüyü anlar, hayrı - şerri bilir; yolda doğru yürür,
Bu bağışın, padişahın cömertliğinden gelen pek büyük bir bağış olduğunu bilir,
Ama at sürüsünü küçücük bir çocuğa bağjşlasan, çocuk ne elde ettiğini bılrnez,
Hattâ akıl etmediğinden o bağıştan kaçar bile; çünkü ne iyiliği tanır - anlar, ne kötülüğü,
Sözünün değeri çok olsa bile, çocuğa göre pek azdır, pek değersizdir,
Ama ona bir kuşcağız versen ikiyüz attan daha da hoş gelir; çünkü o, bir kuşu bağrına basmıştır,
Oysa o at, Allah erinin, bir soluk bile Allah'dan ayrılmamış olan erin bağışıdır,
O bağış, o güneşin ışıklarmdandır; gökteki güneş bile o nurdan doğar da yürür,
Ama güneş, ışıklarım o çocuğun başına saçsa bile çocuğun böyle bir bağıştan haberi yoktur,
 2870, Böyle bir aşk ışığından haberi olmayanı insan sayma; o, bir eşektir,
Kim bu sonsuz bağıştan habersizse onu, yokun bir çocuğu bil
Böylesine bir hazîneye sâhib olduğu hâlde bunu mühimsemez de bir pul versen sevinir,
Sanata sevinir, sanatkâra değil; sanat, sanatkârı tanımasına engel olur,
O aşağılık kişi, ebedîlik saltanatından kaçar; o lanetlenmiş, toprağa canını verir,
Ama münkirler gibi uykuda değilsen, toprak nedir; onu da duy da anla,
Bu cihanda ne varsa, yemek olsun ekmek olsun, hepsi de bilki topraktır,
Atlas da, altın taç da topraktır; şu sebeple ki sonunda hepsi de toprak olacaktır,
Önce topraktı; bir renge boyandı da o yüzden sana karşı, Ay gibi parladı,
Sonunda, ondaki o renk gider; önceden nasıl toprak olduysa gene toprak kesilir,
 2880, Akıllı kişi, renge kapılıp da yola düşer mi hiç? Anlayan kişi rengi, kokuyu satın alır mı hiç?
Ebedî olan renkler, renksizlikten meydana gelir; renksizliğe karşı renkler, ancak bir görüntüdür,
Kırmızı, beyaz renk, çınar ağacında, gülde, söğütte, bahar yüzünden görünmez mi?
Bağda, bahçede çeşit - çeşit renkler boyayan görünmeksizin belirir,
Ama bütün bu renkleri meydana getiren bahar, ebedî diri olan
Allah'dandır; bahar, o renklerden de arı - durudur,
Sen dâvayı bırak da gözünü aç, anlamı böyle anla,
Asıl olan, renksizliktir; asla yürü, ona kavuşmaya çalış,
Senden yüzlerce cihanın var olması için varlığın, aslın olan yokluğa karşı yok olmalı,
Böylece de bütün nakışlar senden meydana gelmeli; yeniden yeniye sanatların geçip gitmeli; tekrar belirip görünmeli,
Tertemiz zâtın, seninle kaaim olmalı; sanatlar, boyuna senden vücut bulmalı,
 2890, Ama bu sanatlar da kalmaz; geçer - gider; ne mutlu o kişiye ki Allah sırrını bilir - anlar,
O sırrı elde etmek için bu başı oynar, candan geçer; bu evi bırakır, o kapıyı açar,
Varlıktan - benlikten tümden geçer, varlığını yok eder; iyiliktende tamâmiyle kurtulur - kötülükten de,
Bütün bu vasıflardan arınır; Kâ'be'yi başsız - ayaksız tavaf eder,
Varlığını tümden yok eden; şarapsız - sağraksız sarhoşluğa dalar,
Bu sırrı akılla anlamanın imkânı yoktur; akıl, gam - derdi anlamaya bir âlettir ancak,
Din derdi, küfür perdesini yakar - yandırır; can kilidi, bu anahtarla açılır,
Kimde dert yoksa derman bulamaz; onunla diri olmayan can, can değildir,
Cana benzer ama cananla diri olmadığı için ona can deme,
O can, dört unsurla diridir; geceleyin parlayan muma benzer o,
 2900, Onun ışığı zeytinyağıyladır, fitilledir; deniz gibi, Nil gibi bâkıy değildir o,
Zeytinyağı bulundukça diridir; zeytinyağı bitti mi, söner - gider
Ama Allah'yla diri olursa zevali yoktur, ebedîdir,
Suyla, ekmekle değil, Hak'la durur; ona boyuna Allah'dan yardım gelir,
Güneş gibi nur kaynağıdır; bâkıydir; yokluktan uzaktır,
Çünkü nuru, sebebe dayanmaz; neşesi, sebebe bağlanmaz; düğünü de sebeple olmaz,
Altın gibi iyiliği - güzelliği, kendindendir; tüm lütuttur, baştan başa iyilik güzellik,

LXVIII
Erenlerin üç hâli vardır, Biri, kendi elinde olmayan hâldir; bu hâl, kimi vakit o dilemeden ona gelir; gene
onun dileği olmaksızın gider; bu durak, zayıf bir duraktır, Öbürü, kendilerinde olan hâldir; dilerse o hâle
bürünür, Oyun, nasıl oynayana uyarsa, o hâl de ona uyar; bu, ortalama bir duraktır; öbürüyse, şahsın, o hâlin tıpkı
kendisi olmasıdır ki bu, tamamlanış durağıdır; bu çeşit kişi kutup olur.

Ulular ulusu Allah yolunda, erenlere durak olarak üç hâl vardır,
Bir hâl vardır ki Allah yardımlarıyla, Yaradanm rahmetiyle gelir,
Eren o hâle hükmedemez; o hâle adetâ bir araç kesilir,
 2910, Yel saman çöpünü nasıl savurup götürürse o hâl de onu öyle alır - götürür: kimi
gamlı bir hâle sokar, kimi neşelendirir,
Bir başka hâl vardır ki bundan daha iyidir; topluluğa baş olan, o hâle hükmeder,
Ne zaman isterse o hâle bürünebilir; o hükmetti mi, ne gelmek için zaman bekler, ne de gelince durur - kalır onda,
Eren araç gibi değildir o hâle karşı; o hâl doğan gibi erene itaat eder,
Başka bir hâl de vardır ki bundan da üstündür: o hâl, göğün de ötesindedir, yeryüzünün de,
O hâlin ta kendisi kesilir eren; onsuz birşeye bakmaz, birşeyi görmez,
Bakırın kimya yüzünden altın olması gibi hani; artık o altın, hiçbir suretle değişmeyi kabul etmez,
Bu yüce durak Kutbundur; bilgin, anlayamaz o durağı,
Her solukta hürlerin duraklarına, konaklarına dâir sırları açıp duruyorum,
Maksadım da gönlünde hiçbir şüphe kalmaması, kendini bu üç mehenge vurup ayarını anlamandır,
 2920, A bilgin, bu üç duraktan haııgisindesin; ilkinde mi, ortadakinde mi, yoksa en yücesinde mi?
Bu üç halden de dışarda kalanı hiç anma; o noksandır, aşağılıktır,
O, adam değildir, hayvandır; isterse görünüşte insan şeklinde olsun,
Sonra şunu da bil ki bu üç bölükten üçüncüsünden olan, o durağa erişen,
zahmetten de emindir, tehlikeden de,
Erenlerin çoğu, o ortalama hâle erer, hâl ona uyar, hükmünden çıkmaz,
Ölümün, yokluğun keskin kılıcı, bu çeşit kişinin başını nâdir olarak keser,
İhlâssâhibidir o , fakat gümüşü, altını vardır, bu yüzden de tehlikededir,
Belâ yol kesicilerinin, yolunu kesmesi, ondaki malı - mülkü, kumaşı alması mümkündür,
İlk hâle sâhib olan kişiye o hâl, kimi vakit gelir; eren de anlar o hâli,
Fakat hal, ona itaat etmez, ram olmaz; hiçbir vakit onunla, onun dilediği gibi bulunmaz,
 2930, Ansızın ona gelir - çatar; o istemeden de ondan geçer - gider,
Onun uğrayacağı tehlike, bunun yüzlerce mislidir; o, korkudan pek nâdir aman bulur,
Çünkü son nefeste, ölüm çağında o hâl, ona gelmez, elinden çıkıp gider,
O hâle hâkim olamadığı için o hâl, nasıl olur da dilediği zaman ona gelir?
Son nefeste, ölüm çağında o hâl, ona gelirse iyidir ama gelmezse de vay onun hâline,
Son bölükte olansa, eşi - benzeri olmayan Kutuptur; o ,iki âlemde de uludur, emindir,
Çünkü o hâlin ta kendisi olmuştur; esenliğin, huzurun, esenlikten, huzurdan ayrılması mümkün müdür hiç?
Onda ikilik yoktur ki geçsin - gitsin, herbiri, kendi aslına kavuşsun,
Beden değildir ki bölünsün; bilgi değildir ki bilinsin,
Bilgi ve ilim, her ikisi de vasıflarıdır onun; o, Zümrüdü ankaaya benzer; Allah aşkı da onun Kafdağı'dır,
 2940, Herşey, ondan bağış elde eder; göğe, yere, yüce Arş'a ihsanlarda bulunur,
Bağışlarda bulunur, geri almaz; üstadsız bilgiler bilir o,
İlim, ilim, daha binlerce sanat, binlerce hüner, herşeyin güneşten ışıklandığı
gibi ondan ışıklanır,
Asıl olan onun zâtıdır; iyi-kötü, tortulu,arı-dum, bütün vasıflarsa parça-buçuklardır,
Hepsini de o diker - söker; iki dünyâyı da bir arpaya bile satın almaz,
Allah hasları olan velîleri satın alır; geri kalanları, bırakıverir; cansızdır zâti onlar,
Allah'nm satın aldıklarıdır ölümsüz olarak kalanlar; sattıklarıysa asıllardır,
Değil mi ki bu haslardan olamadın; ne diye bilgisizlikle saçma - sapan söylenir, yokluktan dem vurursun?
Onda, bunun gibi daha yüzbinlerce sıfat var; hattâ daha da fazla; sen perde ardındasın, oysa, hep önde,
Herkes, iyinin - kötünün çevresinde döner - dolaşır; Kutupsa kendi, çevresinde,
 2950, Herkes onu arar, oysa kendini; herkes dostuyla eştir, oysa tek
Bütün âlem ona âşıktır, oysa kendi cemâline âşık,
Herkes, iyi işle iyi olur; Kutbunsa kötülüğü bile iyilikten yeğ,
Demire güzel bir nakış işlerlerse, nakışsız olarak değeri azdır ama,
O nakış yüzünden pazarda mezada verseler, bir dinar fazla eder,
Onun değeri, nakşından dolayıdır, demir olduğundan değil, nakşı olmasa geri verirler onu,
Kötü yaratılış da buna benzer; o çeşit kişinin bilgisi, kendisinden değildir, eğretidir,
Ölüm çağında, nakşı bilinen demire döner; o bilgi ondan gider,
Orduları, bayrakları kendisinden, kendiliğinden olan, özü altın kesilmiş' bulunan kişinin aksinedir bu,
Özü altın olanın değeri, nakşından, bezentisinden dolayı değildir; kimi vakit
değerli, kimi vakit değersiz olmaz o,
 2960, Onu haç yapsalar da, mihrap edinseler de değerinden bir şey yitirmez,
İki hâlde de değeri aynıdır; altın, kötü nakış yüzünden ucuza gitmez,
Arif olmayan kişi, marifete dâir söz etse, o solukta Allah'yı aramaktadır,
Fayda elde etmek için dinle onu; ama yüzlerce faydalı söz söylese, gene kendisine
faydası yoktur,
Dünyâyı anlatsa, yahut âleme şükretse, cihandan şikâyette bulunsa,
Kulak asma sözlerine; çünkü o, yol yitirmiştir; Allah'ın zâtından gaflettedir çünkü,
Onun içinde yılanda var, dost da var; biri cehennemi arar, öbürü Kevser'i,
Ondaki yılan, cehennemin örneğidir; dostsa kıvılcımları söndürmede,
Fakat devrânın Kutbu olan kişiye, bil ki iyi de, kötü de eşittir,
Onun alayı bile gerçek gibi faydalıdır; o, dünyânın alçaklığından vücelmıştır de, yüceltir de,
 2970, Küfrü bile tevhid gibi, seni akıllandıran bir âleme alır - götürür
Birisi, şekerden kurt, çakal, insan şekilleri gibi yüzlerce şekil düzse,
Arslan, kaplan, akrep, yılan gibi çeşit - çeşit, sayısız birçok şekil yapsa,
Aklı olan, hepsini de ister; bu şekiller, onu perde ardına atmaz
Akıllı olan kötü şekilde bakamaz; şeker gibi canla gönülle alır, yer onu,
Şeyhi tanıyan, bilen mürîd, şeyhin yaptığı işleri Allah'dan bilir, öyle görür,
Şeyhin hareketleri onu diriltir; ne görürse görsün, candan kul olur ona,
Hasta kişinin düştüğü hâl, böyle olursa, hasta olsa da dm yolunda, şüphe yok ki Rüstem'dir o,
Şeyhle mağara dostu olan, aşk yolunun tek binicisidir,
Onu mürîd görme, murad bil; onu kul - köle sanma, padişah say,
 2980, Görüntüye, ada - sana göre mürîdtir o, ama can yönünde tek, eşsiz şeyhe benzer o,
Herşeyi Hak'tan gör de çevik ol; sen, Hak'tan gaflettesin de o yüzden gevşeksin,
Allah sırrını anlayan, iki âlemde de korkudan kurtulur,
Hakk'ı arif olan, sırların mâdenidir; güneş gibi nurların kaynağıdır o72
,
Yeryüzü halkı, ona karşı şaşkındır; onun bedeni, kalblerde salt ruhtur,
O, halk içinde boyuna Allah'yı anar; kalbinde lütuf ve ihsan sahibi Allah'dan başka birşey yoktur,
Hak mazharı olanın kalbi tertemizdir; kim onu sevmezse, odur kâfir,
O, halk içinde rahmettir, amandır; onun sevgisi, kalblerde, binlerce cennettir,
Bu sözü bırak da şarap iç; gül gibi tikeninden, çer - çöpünden kurtul,
Can tahtasından nakışları sil; salt güneş kesil, nurlar saç,
 2990, Cansan, geç nakışlardan; o mâdendensen, anlam nakdini ara,
Suretler, nakışlar, geceye benzer; sabahsa Rabb'in ululuğudur, güzelliğidir,
Can güneşi doğdu da gönül göğünden ışıdı mı,
Güneşle eriyen buz gibi hepsi de yok olur; koncalar yerden baş gösterir, boy atar,
Hepsi de dilsiz olarak Allah der; buza, git diye emreder; koncayaysa gel der,
Siz gelesiniz diye, bu cihanı yeniden bezeyesiniz diye buz erir - gider,
Ama o yok olmamıştır; sizinle gelmiştir; her dalın, her yaprağın derdine deva olmuştur,
Yerden biten bitki su içmese, ihtiyar ağaç nasıl olur da güzelleşir, gençleşir?
Yokluk gösterir ama yokluk değildir o; sen yokluğa bak da binlerce varlık seyret,
Karla buz, sana yok gibi görünmez mi? Ama nar, elma, armut, onun yüzünden
ne hâle geldi, nasıl gelişti; onu gör,
 3000, Çayır - çimen, artık kötüleşmez; bağa - bahçeye varınca, bir iyice bak hele,
Gülün de, nesrinin de gücü - kuvveti olmada; küfrü bırakmada, dîne doğru gitmede,
Sus da kendini Hakk'a ısmarla; elini - ayağını çırpıp durma; kendini ona teslim et,
Sana ne yapacaksa yapacak; bu gamın, bu derdin hiçbir faydası yok,
Gamın yersiz, hükmeden o; perdelerden geç de dostun yüzüne bak,
Bu ve bundan sonraki dört beyit arapçadır,

LXIX
Erenlerin bir durağı vardır ki halka belirse, halkın varlığı kalmaz;
bütün âlem yok olur - gider; netekim kıyamet güneşiyle gökteki,
yerdeki cansız şeyler, suretler, buz gibi, kar gibi erir - gider de bir tek su kesilir,

Gene bunların sırrını anlatmaya girişsem, dünyâ durumları yıkılır - gider,
Eski yolcular, gama, neşeye, esenliğe, korkuya dâir neler söyledilerse,
Hepsi de kar gibi yo l- gider; çünkü benim anlatışım, pek bildiğimi açsam, söylesem, gizlediklerim cilvelense,
Ne hükümler kalır ne yollar; sence, mememle yara bir olur -gider,
 3010, Sence zehirle panzehir bir olur; kahır, sana karşı lûtfa döner,
Suyu topraktan ayırd edemez olursun; artık yer nedir sana göre; gökler ne'?
Ne göğün çalışmasıyla yer meydana gelir, ne şeytan çalışıp çabalamayla melekleşir,
O halde gene de kendinden ümit kesme; şimdi söğütsün ama sonunda meyva verirsin,
Cansız, susup duran ölü ekmek, beden olmuyor mu, can hâline gelmiyor mu, coşkunluklar, ondan meydana çıkmıyor
mu?
Ölüdür, cansızdır ama gönülle ruh, ona dayanmıyor mu?
Sindirilince diri bedende hareketsizlikten kurtuluyor, harekete girişiyor,
Sürme iki gözde yok olunca mektupları okuyor, yola gidiyor,
Şu halde varlık yoklukta; ne diye varlık kapısını kendine kapatıyorsun?
Benim, ben şöyleyim, ben böyleyim desem de sen yok olmaya bak ki tümden seçilmiş olasın,
 3020, Yokluk, göğe ağıştır; varlıkta kalan, ne ederse kendine eder; böylece de erir - gider,
Azalan, yok oluş yolunu tutar, herkesten daha üstün fazlalığa ermiştir; susmak, dervişin seçtiği şeydir,
Azlığı, yokluğu seçen, çoğalır, kâr eder; üst olmayı, ilerlemeyi dileyen, aldanır - gider,
Kim kendisinden tümden yok olmazsa, nerden «illâ» nm anlamını anlayacak?
Her varlığın aslı, temeli yokluktur; can şarabını iç ki sarhoş olasın,
Bizim varlığımız, yokluktandır bil bunu; varlığımız, herkesin varlığına benzemez,
Görünüşte başkalarına benzeriz ama başkaları görünüşten ibarettir, bizse canız,
Onların gümüşlerine aldanma, sayılıdır onlar; onları arı - duru, görünüşleri gönül ehlinin katında tortudur,
tortuludur,
Canı bizden ara, sevgilinin sevgilisiyiz biz; altını bizden al, her mâdenin aslıyız biz,
Canımız, neliksizdir, niteliksiz; dıştan da münezzehtir canımız, özden de,
 3030, Belirtimiz yoktur da her belirti bizdendir; soluktan soluğa yüzlerce can, bizden coşup akar,
Biz deniz gibiyiz; âlemse bizdeki köpük; biz, ezelden beri yüceliğe şerefe, üstünlüğe sahibiz,
Bu dünyâ köpüğe benzer, cansa denizdir; köpüğü seçen kör olur, denizi görmez,
Köpük tortudur, dert yer dert içer; arı - duru olansa pilisini - pırtısını arı -durunun olduğu
yere çeker,
Öğüdü bırak da o sırrı söyle; cana, can armağanını çoğalt, O hikâye canlaradır; ne mutlu o kişiye ki bundan hisse
alır, Öğüde ne başlangıç vardır, ne son; dönülmesi gereken yere dönmek gerek,

LXX
Allah aziz sırrıyla bizi kutlasın,
Çelebi Hüsâmeddîn'in Veled'e rüyada görünmesine dönüş,

Bu dünyâda, mâdendeki gümüş gibi, altın gibi gizli bir er vardır,
Görünüşü topraktır, içiyse hâlis altın; bedeni sölpüktür, canıysa çevik,
Özü, göğün de ışığıdır, yerin de; gözünün nuru varsa onu gör,
 3040, O, ne güzel görünüşlüdür, ne eşsiz güzel; ulular arasında eşi yoktur onun,
Hiç kimse, balçık âlemde onun gibisini görmemiştir; gönül ve can, onun mislini bulmamıştır,
Şu devranda benzeri yoktur; zamanda da eşi yoktur, yeryüzünde de, varlık âleminde de, mekân yurdunda da,
Bütün âlem bedene benzer, oysa cana; bütün âlem altın kesintileridir, oysa sanki mâden,
O, cevâbı lâtif olan padişah Hak Husâm'ınm, rüyada bana anlatıp övdüğü gibidir;
Belki de yüzlerce misli; onu dille anlatmaya imkân yok,
Onun kapısının en aşağılık kulu olmuşum; yaşadıkça onun katında şarap içmedeyim,
Bundan öncede ondan içmiştim; hem de sayısız; söze sığmaz bu
Ama anlayışa sığacak derecede, akıllılarca anlatılması gerektiği kadar,
Gerçeklikle dinlersen, başımdan geçenlere dâir birkaç söz söyleyeyim:
 3050, Anadan doğduktan sonra kan içmekten vaz geçince süt emmemeye koyuldum,
Birazcık büyüyünce sütten vazgeçtim; yemek yemeye başladım,
Ondan sonra da pirinçten, baldan, şekerden, kuru - yaş meyvalardan gıdâlanır oldum,
Derken yemeklerden de geçince açlık esnasında benden kaynak gibi hikmet coştu,
Ağızsız yemekler yedim; elsiz nevaleler devşirdim,
İnsanlık vasıfları gittide gönül, melekliğe dündü; uçup yedi kat göğün ötesine, yücesine erişti,
İşin sonunda kendimden geçtim de deniz kesildim; artık beni kıyıda arama,
Bunun ne ucu vardır, ne sonu; nerde iç, nerde anlatış, nerde dil?
Kimi sağa gidiyorum, kimi sola; sus; bu soluk Allah'dan geliyor,
Yürü; büyüksün, güzelsin, oturamaklısın ama sakın yoksulu kınama;
 3060, Onu kırmaya kalkışma, şaşılacak birşeydir o; onun mevsimi baharsızdır, güzsüzdür,
O kendine uyulan zâtın nuru, ateşsizdir; o yanda da ne padişah vardır, ne kul,
Ondan başka şeyh ve üstat arama; çünkü bu âlemde onun gibisi yoktur,

LXXI
Canlar, mânâ âleminde gizliydiler; çirkin, güzelden ayırd edilmezdi; Yüce Allah, güzel, çirkinle belirsin diye ruhları
kalıplara soktu, «Kutlu, anasının karnında kutlu olmuştur; kötü de anasının karnında kötü,» Bunu anlatış, Öğrenci,
hocadan az birşey öğrenir; hoca, onunla övünmez; hattâ onun varlığıyla yerinir, Ama hoca, sanatını pek
mükemmel bir surette öğrenen öğrencisiyle övünür elbette, Yalınız bu övünmek, gerçekte kendisini övmektir; onun
içindir ki esenlik ona, Peygamber, «yokluk, övüncümdür» buyurmuştur, Bunu anlatış,

Eşsiz - ortaksız Allah, başlangıçta canları çeşitli yarattı,
Ana karnında biri iyi olmuştu; öbürü, onun tersine kötü,
O kötü kişi, ezelden kâfirdi; bu nurlu, bu çekinen kişiyse ezelden çekinen kişiydi,
Yüce kişinin canı, ezelden çekinen bir candı; aşağılık kişinin canıysa, ezelden kötüydü,
Canlar, bedenlerde, suretlerde belirince, güzel olan yüceldi; çirkinse rezil - rüsvây oldu,
Ahmed'in canı, yüceye ağdı: Ebû - Cehl'in canı yerin dibine geçti de orda kalakaldı,
Ahmed'in ümmetinden olan, sonunda bir olan Allah'ya yönelip gitti,
 3070, Allah tarafından gönderilmiş olan Ahmed, padişahlar padişahıdır bize; bütün güçlükler, onun yüzünden
çözülmüştür,
Hepimiz de zerreler gibiyiz onun güneşinde; boncuk da nedir onun incisinin yanında'?
Onun ümmeti pek çoktur ama erenler, bunların arasından seçilmişlerdir,
Onun görünen - bilinen işleri halka erişti; iç yüzüyse, gizli işleriyse ergin erenlere ulaştı ancak,
Ümmeti, tek bir ümmettir ama erenler, her yönden, onda fani olmuşlardır,
Onu gören, ondan gelişen kişinin yarlıganmasma kimseler ulaşamaz,
Hak, onun ümmetine lûtuflarda bulunur; ama O'na ancak haslar kavuşur,
Erenler, ister Hicaz toprağından olsunlar, ister Rey'den, onun ümmetinin seçilmişleridir,
Bunu bil ki kabule mazhar olan şâgird, ustası gibi sanatı bilen kişidir,
 3080, Sanatta geri kalan, nasıl olur da ustası gibi sanatı bilen bir kişi olabilir, o sanatta çalışanlara baş olur?
O, ustasından pek az şey elde etmiştir; adetâ üzümden iki avuç alabilmiştir,
O aldığı üzüm, bağdaki üzümün hepsi değildir ki; ancak kadehten bir yudumcuğa benzer o,
Usta, onu gönlünce nasıl beğenebilir; nasıl şehirlerde övünebilir?
Ama ustasının sanatını öğrenmiş olan, onun gibi, onun bilgi mumunu yakmış olan,
Şagirdle, ustası övünür; onun adını, boyuna diline vird eder,
Peygamber, onun içindir ki «Yokluk övüncümdür» buyurdu çünkü o, erenlerden tamamiyle hoşnûd olmuştur,
Can âlemine yol buldun, o âleme erdinse anla ki bu, başkasını değil, kendini övmektir,
Çünkü şâgird, usta oldu mu, arada ikilik kalmaz artık,
Şıra kabı bal küpünden doldu; şarap bal kesildi mi, ikisini bir gör, şaşı olma,
 3090, Olgun ümmet, Hakk'ın velîleridir; çünkü onlar, Allah'ya ulaşmak şarabıyla
sarhoş olmuşlardır,
Kılavuz oydu, onun peşinden gittiler de onun gibi, onlar da buluşmak incisini deldiler,
Böyle bir toplumda nasıl övünmez? Onun bu övüncü gerçekte kendini övmektir,
Çünkü bu su, o suyun tıpkısıdır; ayrı gören uykudadır,
Bir ekmeği dile getirsen de övsen, bütün ekmekler, o övüşe girmiş demektir,
Ayrı - ayrı söylemene hacet yok; hepsini onun gibi övmek gerekmez,
Ekmekler pek çoktur, herbirinin ayrı bir adı, şekli olabilir ama,
Aklı başında olan bilir ki sayıları ne kadar çok olursa olsun, hepsi de birdir,
Sayıya uyup yanılan, bir şeyi bin yapmış olur,
Akıllıya göreyse bin de birdir; ekmeğin şekilleri onu şüpheye düşürmez,
 3100, Bunu iyice bil ki bütün göğün, yerin sayıları, gerçekten de onca birdir,
Onca bütün ekmekler, bir şeydir; çünkü Allah, ona ayırd edişi, o anlayışı vermiştir,
Ama Ganî Allah'nın dostlarıdan başka kim bu yüce durağa erişebilir ki?
Aklı başında ve yüce olan kişiyi ekmeğin sayısı yoldan alıkoymaz
Çünkü o, bütün bu sayıların asıl bakımından bir olduğunu anlamıştır,
Anlayış ışığına sâhib olan kişi, herkesin zâtının bir olduğunu bilir,
Kimin aklı fazlaysa, onun anlayışı fazladır; akıllı kişi, seçilmiş kişidir ve önderdir,
Allah erlerinin akılları, tüm akıldır; başka akıllar, tikendır, onların akıllarıysa gül,
Onların anlayışları yücedir, pek büyüktür; Nuh'un, Kelîm'in, Mesih'in anlayışları gibi,
Böyle bir anlayışa sâhib olan kişi, yüce olsun, aşağı olsun, herşey nedir, nicedir;
 3110, Bu yer, neresidir, niçin var olmuştur; önce neden ve nasıl meydana gelmiştir;
Şekillerden, nakışlardan arı olan gökyüzü, neliksiz-niteliksızken neden nakışlarla, bezentilerle süslendi;
Arş nedir, Kürsî ne, bilir; erenlerden bunları sorarsan hepsini de anlarsın, bilirsin,
Önüne ön olmayan zamandan, dünyânın yoktan var oluşundan beri çağdışı sıfatların hepsi de,
Onlara gün gibi apaydındır; çünkü Hak onların hepsini de görgü sahibi etmiştir,
Sence akıl ermeyecek herşey, onlarca makbuldür; bilirler onları,
Kerpiçten, taştan sözler duyarlar onlar; hareketsiz duran şeyler, onların karşısında keklik gibi koşar - yürür,
Dağ, Davud'a uyup onunla ilâhi söylemedi mi, nağmeler inşâd edip ona solukdaş olmadı mı?
Ahmed, bir başka şeye dayanmaya başlayınca direk feryada başlamadı mı?
O direk, Ahmed'e beni ayrılığınla ağlatma, sızlatma;
 3120, Eskiden bana dayanırdın, şimdiyse ayrılığınla pek perişan oldum, porsudum
demedi mi?
Mustafa onun feryadını, iniltisini duyunca acıdı da ona, söyle dedi;
İstersen seni terü - taze bir ağaç hâline getireyim; kıyamete dek senden meyva devşirsinler,
Yahut inanan kişi gibi seni toprağa gömeyim; kıyamette ter temiz ashapla hasredil,
Direk, bunu isterim, çünkü bu, ölümsüz yaşayış; lütfün bu şarabın sâkiysidir dedi,
Cansız direk bile ölümsüzlüğü istedi; o dalın - yaprağın, o meyvanm geçici olduğunu gördü,
Onları bıraktı da ölümsüzlükten baş çıkardı; öylesine ebedi devleti istedi,
Hazırca ele geçecek meyvadan, yapraktan geçti; padişahlar gibi veresiye devlet sancağını yüceltti,
Erler gibi hazıra ardını döndü; o cömert erlere yöneldi,
Sen dağdan, direkten daha mı değersizsin ki dünyâya böylesine âşık olmuşsun?
 3130, Tahta bir direkte o çeşit himmet olur da sende olmazsa böylesi nefse yüzlerce lanet olsun,
Çünkü dünyâ yaşayışını seçiyor da âhiret buluşmasını bırakıyor,
Ölümsüz âlemi, sonsuz ve ebedî saltanatı terkediyor da,
Üç günlük yalan yaşayışı kabul ediyor; can verip onu alıyorda dini satıyor,
Bir kuşcağaz gibi tuzaktaki birkaç yem onu aldatıyor, tuzağı görmüyor,
Bu dünyâ yemdir, tuzaksa cehennem; bilgisizlikle onu elde etmek için adım atmaya kalkışma,
Onun görünüşü güzeldir, içiyse çirkin; Allah onu kendi kahrıyla yoğurup yapmıştır,
O yemin güzel görünüşü, seni tuzağa doğru çeker; ama bu çekiş, kuş gibi seni tutmak içindir,
Kim bu yemlerden kaçarsa kurtuldu; eyvanlar olsun bu tehlikeden kurtulamayana,
Mustafa, cehennem yoluyla cennetler yolunu sahabeye apaçık olarak bildirdi de dedi ki:
 3140, Cennet yolu tikenliktir; cehennem yoluysa güllük, fesleğenlik,
Tiken yolunu, ağlaya - inleye tutanın canı, bil ki ebedîlik yurdunu, cenneti
konak edinir,

LXXII
Esenlik ona, Mustafâ'dan cennet ve cehennem yollarını sordular, Buyurdu ki: Cennetin yolu tikenliktir,
cehennemin yoluysa güllük - gülüstanlık, «Cennet tiksinilen, istenmeyen şeylerle kaplanmştır; cehennemse
nefsin dilekleriyle» insanın nefsi, içinde bulunduğu çağı görür ve şeytanlardan yardıma erişir, Aklınsa, sonu
düşünme, sonu görme hassası vardır; meleklerden yardım görür, Canda yaygın, neşeli bir anlam vardır; eseri de
yaşayışta, Gönüldeyse öylesine bir güzel sıfat vardır; bunu mu yapayım, onu mu diye iki işte tereddüde düştün
mü, sonunda doğru gördüğünü yaparsın ya; işte bu, gönlün eseridir, Zâtsa öylesine bir anlamdır ki gönlüm
dersin, canım, aklım dersin; bütün bunları, kendinde olan birşeye eklersin; işte odur zât,

Mustafa, cehennem yoluyla cennetler yolunu sahabeye apaçık olarak bildirdi dedi ki ,
Cennet yolu tikenliktir; cehennem yoluysa güllük, fesleğenlik,
Tiken yolunu, ağlaya inleye tutanın canı, bilki ebedilik yurdunu, cenneti konak edinir,
Güllük - gülüstanlık yolu secense, şüphesiz olarak bil ki cehenneme varır - yıkılır,
Acı yaşayan tatlı ölür; zehirden sonra sonunda şeker yer,
Akıllı kişi, işin sonunu görür; her gaflete dalar da ancak içinde bulunduğu hâli seçer, kabullenir,
Aklın sıfatı, sonu görmektir; her ne yaptıysa, her ne yaparsa o iş, dîne aittir,
Onun tersine şom, aşağılık ve pis nefis, sonu görmez; içinde bulunduğu çağı, o hali görür,
Aklın gözü âhiretten yanadır; cennete, sevaba, yarlıganmayadır,
Nefsin dileğiyse şehvettir; içinde bulunduğu hâlden zevk alır, ona alt olur - gider,
Akla yardım melektendir; akıl da melek gibi göğe mensuptur,
 3150, Kötü nefis, şeytanın sudunu emdiğinden, onun cinsindendir; o yüzden, onu seçmiştir,
Melek ve akıl, ikisi de bir nurdandır; -şeytanla nefisse karanlıkların sarhoşudur,
Kötü nefsi iyi akıldan ayırd et; iyi bil ki dost, akıldır, nefisse can düşmanı,
Herbirini huyundan tanı, ktyasla da, apaçık bir tarzda yola düş,
Ruhun, uçsuz - bucaksız deniz gibi sâde, bir çeşitli anlamı vardır,
Onda yaşayıştan başka bir sıfat yoktur; hiç kimse onda, bundan başka bir sıfat bulamaz,
Canlı yaratığın hareketinden anlaşılır ki onda can vardır,
Can, bu vasıfla bilinir: onun bundan başka gizli bir vasfi yoktur,
Sana gülle tiken gibi, iyi, yahut kötü bir iş gelip çatsa,
Hangisini yapsam da tümden dileğime ersem diye işkile düşersin,
 3160, A gönül olan, o iki işten birisini seçtin mi, o güzelim iş, gönüldür, gönlün dileğidir,
A arayıp dileyen, o işten hangisine gönlün akarsa, o yandadır gönlün demek,
Pis ve temiz işlerin, kötü ve iyi sıfatların hepsi de sana belirdi mi,
Namaz ve mihrap ehliysen o sıfatların zatını da ara da bul,
Gönüle, ruha, bedene, akla - fikre ait kendine izafe ettiğin ne varsa;
Hani bedenim, canım dersin, söze, gelince böyle yürütür, söylersin sözü:
Zat, işte o ben dediğindir; bunu iyice bil; bu sır, can - baş verenlerden meydana çıkmıştır,
İnsanlara sen dersin, konuşurken kendine ben dersin hani; azizim benim, zât odur işte,
Söz söylerken, gönülü, aklı, bedeni ve canı kendine izafe edersin hani;
Başa, ayağa, ele, onlardan başka organlara, şüphesiz olarak benim dediğin:
 3170, Gönülle, akılla - fikirle, îmanla, bedene ve cana ait olup kendine izafe ettiğin şeylerde,
O benim diye işaret ettiğin varlıktır senin zâtın; öbürleriyse hep ona uyan, onun olan şeylerdir,
O benliğine kattığın benliktir, o varlıktır ancak senin zâtın; zâtsa birdir, ona iki deme,
Şu hâlde anlaşıldı ki sen, bütün bu, benim diye kendine izafe ettiklerinden başkasın; ezelden beri sen, bu sürünün
çobanısın,
İşte sende ne varsa gösterdim sana; kilidi anahtarsız açtım,
Açtım ki ne defineler, ne paha biçilmez incilere, la'llere sahipsin, göresin;
Kendinle uğraşasın, meleği şeytandan ayırd edesin;
Aklı melekten ayırd etmeyesin; yüzünü Allah'dan özgeye çevirmeyesin;
Nefisle şeytanın bir olduğunu bilesin; bunu gerçek olarak anlayasın da şüphen kalmasın artık,
Şunu bil ki gönül, senin özünde bir padişahtır ki sayısız kulları - köleleri, askerleri var,
 3180, Akılsa, bedende vezîre benzer; geri kalanlar, erkek - kadın, hadem - haşem gibidir,
Akıldan doğan, erkektir; o erkek, hekime benzer, derdin devâsıdır o,
Nefisten doğansa kadındır; kadının karârı kötüdür; bu karan çal onun suratına,
Gönlün düşüncelerini orduları bil; ordusu sayısızdır onun; ne haddi vardır, ne hesabı,
Aklın düşüncesi, yüce Zuhal yıldızına mensup, yüce ordudur; nefsin düşüncesiyse şeytanların ordusu,
Nefsin, periden, şeytandan, bedenlerdeki gönüllere ılgaz eden sayısız ordusu var,
Gönülse Süleyman'dır; dikkat edersen görürsün ki şeytanlardan, perilerden, tapısında,
sayısız askeri mevcut,
Padişahlığı da, bil ki yüzükledir; buyruğu yüzükle yürür,
Yüzüğü varsa Süleymanlık eder; yoksa, değer bakımından şeytanlardan da aşağıdır,
Buyruk yüzükle yürür; onu korumaya bak ki baş olmaktan, buyruk
yürütmekten düşmeyesin dostum,
 3190, Şeytan, senden yüzüğü kaparsa, hiç kimse seni, bir arpaya bile almaz,
Âdem, Allah buyruğunu sıdı da me'vâ cennetinden sürüldü,
Eğnindeki elbise alındı, çırçıplak kaldı, Allah'nın ayrılığıyla ağlamağa koyuldu,
O aldanan, gece - gündüz, ayrılık ateşiyle ağladı, yandı - yakıldı,
Allah katında tövbesi kabul edildi de ondan sonra umduğuna erişmesi kolaylaştı,
Sen de tövbe ederek Allah buyruğuna uy da sâkıylerden onun şarabını iç,
Eskiden olduğu gibi gene padişah ol; doğan gibi her yanda avla arıları,
Taht da Hak'tan elde edilir, saltanat da; şimdi ayrıysan bile gene kavuşursun elbet,
Nasuh tövbesi ettin mi, Allah katında Nuh mertebesine erişirsin,
Buyruk yüzüğünü kolla; aklını başına al da gaflete düşüp Şeytan'a kapılma,
 3200, Gaafil olursan hırsız, pilini - pırtını alır - götürür; bahtın varsa gaflete düşmezsin,
Ne mutlu uyanık olana; din malım - mülkünü, din bahtını, akıllı - fikirli davranıp koruyana,
Bu çeşit kişi, kendisine ihsan etmiş olur; din hırsızından emin olup kurtulur,
A aklı darmadağın kişi, önce kendini ıslâh et de sonra insanları İslaha kalkış,
A adalet isteyen önce kendine karşı adalette bulun da kötü nefse üstün ol,
Kendine zulmedersen, başkasına karşı nasıl adalette bulunabilirsin?
Kendine karşı adalette bulunmayan, sitem görenlere hiç adalette bulunamaz,
Onun yolunda doğru - düzen harekette bulunan kişinin yüzünden bütün eğriler düzelir - gider,
Sen, nefsin elinde tutsak olursan, bilgisizlik, kahır, sitem denizine batıp gidersen,
Sen, kardeşlerinin hayır bağına bağlanmışken, onlardan ne diye hayır umar ne
diye halkı kendine çağırır - durursun?
 3210, Önce kendini dünyâ tehlikesinden kurtar; dünyâdaki yol kesicilerden emîn ol,
Bu tufandan emîn ol da sonra halkı kendine çağırmaya başla,
Onların ellerini tut, o yana çek; o bağa - bahçeye, o güllüğe, o ırmağa doğru götür,
Herkesi o nimetle, o zahmeti olmayan, meşakkati bulunmayan nimetle doyur,
Yoksa nefis kuyusuna düştün mü, koskoca bir dağ kesilsen de saman çöpünden daha değersizsin,
Ne diye kuyunun dibini yurt edindin, o eski vatanını unuttun
Burda, o vatandan uzakta kaldın; yıllardır, korkuyla ümit arasındasın,
Burasının acı, tuzlu suyu sana tatlı geldi; küfrü, sence dîne döndü,
Bu çapraşık durağa alıştın; bu çapraşık durak hoş geldi sana,
O eski dünyâyı unuttun; oysa orda meleklerle düşer - kalkar, konuşur -görüşürdün,
 3220, Orda öylesine içkiler, öylesine sarhoşluklar vardı ki yücelikler
âlemindendi, aşağılıklardan uzak mı, uzaktı onlar,
O cana can katan eşler - dostlar ki yerden de dışarıydılar, gökten de Elest ahdından beri
Hak'la şarapsız, kadehsiz hoştun, sarhoştun hani,

LXXIII
«Rabbiniz değil miyim? Evet dediler» âyetinin tefsiri
ve «Evet» demenin mertebeleri,

Hak'tan, dudaksız - damaksız «Elest» hitabı gelmedeydi; senden de «Evet» sözü duyulmada,
«İnin» emri cana gelince can, hemen beden seğirtti,
Hak, canı, gizli sırrı açmak, açıklamak için bu yana gönderdi,
Böylece her «Evet» sözünün evet olmadığını, bir «Evet» in aşağıları da aşağısından,
 öbürünün yücelerden olduğunun,
Bir «Evet» in güçlü - kuvvetli, öbürünün gevşek, birinin eğrilikten, öbürünün doğruluktan,
 dürüstlükten geldiğinin,
Bir «Evet» in gerçeklikle, öbürünün taklitle söylenmesinin sağlanmasını diledi a benim dostum,
Her «Evet» in rütbesi öbüründen ayrıdır; «Evet» ler, Belh'le Hicaz gibi birbirine uzak mı, uzak,
 3230, Ruhlar bedenlere girince kadehdeki şarap gibi gülümsemeye koyuldular, O güzel duraktan göçtüler; yoğun
bedenlerde yerleştiler,
Neliksiz - niteliksiz ruh ve o anda olduğundan daha üstün bir hâle gelsin diye nelik - nitelik
 âlemine geldi,
Böylece onu görmeksizin de kulluk etmesi, her kulluktan da bir huzura ermesi gerekliydi,
Aldanma dünyâsında aldanmaması, Allah'dan gayrısmdan kaçınması icâp ediyordu,
Çünkü îman, gaybe inanmaktır; bu dünyâdayken Allah'ya kulluk etmektir,
Bu âlemdeki kulluk, gösterişle karışık bile olsa, Allah huzurundaki kulluktan yeğdir,
Padişah, maiyyetiyle meydana çıktı mı, orda, korkudan kulluk kalmaz,
İnsan, ister - istemez, padişaha ram olur; çünkü o, perdesiz olarak yüzünü göstermiştir,
Hattâ insan, korkusundan başak kılçığı gibi titrer; boyuna kulluğa girişmek
zorunda kalır,
 3240, Bu ürküntü, insanı kulağından tutar da kulluğa çeker; insan, canla - gönülle
Allah razılığım aramaya koyulur,
Ama şunu da bil ki o andaki kulluk, hiç de makbul değildir,
Çünkü huzurda bir bölüntü, bir ayrılık yoktur; o andaki kulluk, bir minnete, bir şükre dayanmaz,
Ama o herşeyi bilen er, o görünmezken ona kulluk etmek, huzurundaki kulluktan yüzkat
 üstündür,
Onu görmezken kerem sahibi padişahın emrini tutmak, adama büyük bir huzur verir,
Burdaki kulluk, korkuyla ümid arasından doğar; bu yüzden de bu kulluk, onun huzûrundakinden
 yüz kat üstün sayılır,
Engeller varken bu hizmet, zahmetin karşılığına ermek içindir, o ümitledir,
İnsan vaadedilene dayanır da veresiye için peşini elden bırakır,
Mahşer günü, yüzünün ağarması ümidiyle zahmetler çeker meşakkatlere düşer,
Tatlı bir hâlde ölmek için acılar içinde yaşar; din yolunda rahatım - huzurunu terkeder,
 3250, Melekler Âdem'e secde ettikleri halde Allah, tuttu da Âdem oğullarını üstün etti,
Çünkü onlar, hatsız - hesapsız engeller olduğu halde bir tek Allah'ya yüz tutarlar,
Allah, o soluğu Âdem'e bağışladı da o yüzden ona secde edildi,
Onun soyundan gelen de o yola düşer, gönül gerçekliğiyle Allah adını anar,
Ahirette yüz misli sevaba nail olmak için bu dünyâda Allah'ya kulluk ederse,
Rütbesi melekten üstün olur; sonunda da dokuz göğü bile aşar,
Şu halde Allah, ruhları buraya, imtihan için gönderdi:
Herbirinin değeri, zengine de, yoksula da, ihtiyara da, gence de güneş gibi belirsin;
Hangisi kalp akçadır hangisi geçer akça, ileri gidenlere de geri kalanlara da belli olsun diye
 yolladı,
Biri kılavuz oldu, öbürü yol kesici; âlemde, her yanda, kadın - erkek,
 3260, Allah, «Değil miyim» buyurunca, oracıkta hemen, «Evet» diye cevap verdi,
Bu cevap, dillerde, söyleniş bakımından aynıydı: görünüşe bakılınca hepsi birdi,
Ama gerçekte bir değildi: bir cevap, inançtan doğmuştu, öbürü şüpheden,
Dudaklarından çıkan o söz, gerçekte birbirine aykırıydı; biriyle öbürünün arası, burdan Zuhal yıldızına dek varan mesafeyi
bile aşmadaydı,
Aralarındaki fark, güneş gibi belirsin diye Allah, onları birbirinden ayırdı,
Herkesçe de geçer akça, kalptan ayırd edildi; geçerli olan yüceldi; kalpsa rezil oldu,
Allah, şunu bil ki, iblis'i de bu yüzden meleklerden ayırdı
Görünüşte meleklerdendi o: ama iç yüzde kâfirdi, sürülmüştü,
Âdem, geçerle kalpı ayıran bir meheng oldu da Allah, o solukta îblîs'ı meleklerden ayırıverdi,
Adem'in varlığı,, yokluktan belirince ruhlar, neşeyle gam gibi ayrıldılar,
 3270, İblisin küfrü herkese aydınlandı; çünkü o, gül bahçesinde tikene benziyordu,
Bu çeşit sınayış, her çağda peygamberler dolayısiyle ümmetlerinde de belirdi,
Her peygamberden sonra başka bir peygamberi, başka bir bedenle, bu yüzden gönderdi,
Herbirinin bir dili, bir huyu vardı; herbiri de dolaylarda ünlüydü,
Böylece gerçeğin, aslı olmayandan ayrılmasını, herbirinin dönüp kendi aslına varmasını diledi,
Önceki ümmetten sonra başka bir peygamber geldi mi, o ümmetten olan biri, onu şerbet gibi gördü, öbürüyse yara gibi,
Birinden, ona karşı öfke, savaş, kahır ve cefa belirdi: öbüründen sevgi, barış, lütuf ve vefa,
Ona uymayanlar, ondan önceki peygamberin ümmetiydiler ama bu son gelene ümmet olmadılar,
Çünkü kadehe tapıyorlardı; kadehin nurunu göremiyorlardı,
Oysa ikisi de aynı nurla doluydu; kim onları iki gördüyse, uzağa düştü,
 3280, Çünkü bütün peygamberler, bir nurdandı; bir şaraptan mest olmuşlar, bir şarabın
 mahmuru kesilmişlerdi,
Hepsi de münkire, düşmana kahırdı ama bir güzelim ırmağın suyuydu,
Su kuşu olan, denizi bilir; o suda yüzer - gider,
Balıklar, sevinçli bir surette yüzmek için canla - başla suyu ararlar,
Toprakta yaşayan yılansa sudan çekinir, su kıyısından, ırmaktan kaçar,
Yılan, denizi inkâr eder, istemez ama su kuşu, onu canla başla arar,
Buna karşı baldır o su, öbürüneyse zehir; bunun katında lûtuftur, öbürüyse kahır,
O peygamberi inkâr edenler, yılanlara benzerler; onlar, o gül bahçesinin çevresindeki
 tikenlerdir sanki,
Toprakta yaşayanlar, nerden suyun çevresinde dolaşacaklar'?
Çünkü onlar, toz gibi topraktan tozarlar,
Gıdaları boyuna toprak olduğundan nerden suya yönelecekler onlar?
 3290, Köpek, bir kemik parçasını şekere değişmez; pislik bulunca da aşkla yer,
Şekeri, söz söyleyen dudu yer; o, kendi rızkını gerçeklikle arar,
Herkes, kendi gıdasının peşindedir; herkes, dileğine doğru koşar,
O peygamberin ümmetinde görüş olsaydı, bu peygamberin karşısında, yere baş kordu,
Hiç bu peygamber başka der miydi? Yahut o suydu buysa kıvılcım gibi bir söz söyler miydi?
Suyu içmeyen, yahut onu satın almayıp da satmaya girişen,
Testiyi övüp de içindeki suyu içmeyen, testi önündeyken, suyla dolu testiyi bul diyen susuzu gördün mü hiç?
Şüphe yok ki bu çeşit kişinin sudan haberi yoktur; yılana benzer, gıdası topraktır onun,
Halkın kimisi mukallittir; hepsi de muvahhid değildir ki,
İmanları bilgiye, görgüye dayanmaz; gizliden gizliye, din nakşını inkâr
ederler,
 3300, Bütün peygamberlerse, gerçeğin şüpheden ayrılıp belirmesi için mehenktir,
Mustafâ, çağı erişince geldi; Allah, onun, çağma rahmet ihsan etti,
Ümmeti, öbür ümmetlerden üstün, onlardan seçilmiş bir ümmet oldu,
Allah'dan mahrum olmamaları için ümmetinin adına, rahmet edilmiş, acınmış ümmet dendi,
İyi - kötü, herkes onun bağışına nail olsun diye o «Alemlere rahmet» tir,
Ondan önce inananlar, bir tek ümmetti; aralarında bir tane bile mülhid voktu,
Hepsi de görünüşte makbuldü, iyiydi; mü'minle kâfir bir renkteydi,
Muhammed gelince kötü, iyiden, çirkin, güzelden ayrıldı,
Ebû - Bekr, âlemde Sıddıyk oldu; Ebû - Cehlse mülhıd oldu, zındık diye anıldı,
Ebû - Leheb, şeytan gibi sürüldü; Osmansa Hûd gibi aziz oldu,
 3310, Muhammed'in yüzünden kalp, geçer akçadan ayrıldı: hepsi de perdesiz olarak yüz gösterdi,
Biri, Ay gibi dünyâda göründü; öbürü, alçak İblîs gibi rezil -rüsvay oldu - gitti,
Biri, Firavun gibi yardımsız, yardımcısız kaldı; bu çeşit her boyaya boyanmış sayısız kişi var,
Dünyâda her peygamber, mehenge benzer; onları yüzünden gizli şeyler açığa çıkmıştır,
Geceye benzeyen dünyâ, onlarla gündüze döndü: çünkü onlar, zulmeti yakıp yok eden nurlardı,
Gündüzün hiçbir şey gizli kalır mı? Böyle birşeyi dünyâda hiçbir kimse, birinden ne duymuştur, ne işitmiştir,
Bil ki bu dünya, geceye benzer; dünyâda gerçekten de iyiyle kötü gizlidir,
Kalp olanlar da geceleyin sürülür; halkın çoğu, onlarla alış - verişte bulunur,
Karanlık gecede kalpın da bir aydınlığı vardır: o yüzden çarşıda - pazarda bir hoşça yürür,
Onun aybı geceleyin görünmez; birşey olacaksan, akıllıca davran da önce onun
ayıbını aramaya koyul,
 3320, Böylece de bilgisizler gibi aldanma; altın yerine aşağılık bakırı satın alma,
Ama gündüzün geçer akça, kalp akçadan, çirkin güzelden ayrılır,
Aydın gün, kalpın kesat çağıdır; değeri, gündüzün meydana çıkar,
Geçeri olmayan akça, gündüz geçmez olur, ona değer verilemez; tıpkı Kâ'be'de berbat ve tanbura döner,
İşte peygamber de gündüze benzer; onun yüzünden erkek arslan, zağardan ayırd edilir,
Onun yüzünden mü'min kâfirden, dost düşmandan, perdesiz olarak seçilir, görünür,
O hâlis altın, gündüzü ister, apaydın ateşi diler,
Çünkü ateşle, akıllı, bilgin sarraf tarafından daha da iyi belirir,
Nasıldır, değeri nedir, ayarı ne kadardır; onca belli olur,
Bahçelerde güller nasıl gülerse hâlis altın, ateşte öyle parlar,
 3330, Ama bir de kalpa bak; ateşte gitgide yüzü kararır - durur,
Aklın canın, görüşün varsa, Mustafâ'nın güneşe benzeyen yüzüne karşı, onun' huzurunda,
Örtüsüz - perdesiz kıyameti gör, mahşeri seyret; yüceliği, alçalışı, Halil'le Azer'i anla,
Her yanda bir Âzer vardır, bir Isa; her yönde bir Kıptî vardır, bir Musa, Her cinsten, sayıya sığmaz iyi ve kötü, perdesiz
görünmede, Biri katran gibi kapkara görünür; öbürü güneş gibi, Ay gibi bembeyaz, apaydın,
Birinin değeri yedinci kat göğe dek ağar, öbürünün değeriyse çer - çöpten, odundan, talaştan aşağı,
Biri, onun gibi bilgin kesilmiş, bildiğini tutar: Kutup olmuş, yol göstermede, üstün ve olgun,
Haydi, gene şu düzenlerle dopdolu nefis, nasıl birşey; onu anlatmaya dönelim,
 3340, Bu nefis, halkı yakıp yandıran şu kıvılcımları yapmadığını yapmaya koyulur; Hak yoluna gece - gündüz vurur -
durur,
Kadın olsun, erkek olsun, hiçbir kimse ondan kurtulamaz; ancak âşık olan, onun çemberinden geçip canını kurtarabilir,
Nefis, halkı da kendisi gibi kınanmış bir hâle getirmek için Allah'dan mahrum eder, Ondan daha beter bir düşman yoktur;
onun anlatılışını Peygamber'den dinle

LXXIV
«Düşmanlarının en çetini, iki yağınınım arasındaki nefsindir» hadîsinin anlamı,
 Herkesten daha fazla sevdiğin,
üstüne titrediğin şu bedenden daha zorlu bir düşmanın yoktur,

Mustafa dedi ki: En kötü düşmanın, bedendeki nefistir,
Onun öğüdü hiçbir suretle makbul değildir; hepsi akla uygun bile olsa kabul etme,
Ne derse aksini yap; çirkin bir daldır o, kökünden sök, at,
Akıl erkektir, nefis dişi; dişinin sana söylediği sözü yüzüne çarp,
O düşman, kanına kastetmektedir; er ol da vur boynunu onun,
Tez, Allah için kurban et onu da Kur'ân'ın anlamı anlaşılsın,
 3350, Çünkü Ahmed onu ölümle açtı, açıkladı; ölmedikçe de Kur'ân açıklanmadı,
O, nefis yaşayışından tamamiyle ölmüştü; varlığından, bir addan başka birşey kalmamıştı,
Nefsi, ölümden önce öldürmüştü; Allah uğruna Allah'dan başkasını terketmıştı,
Onun gibi sen de varlığından ölürsen ölmüşlerin hâllerini anlarsın,
Ahmed gibi tez nefsini öldür de diril; bir tek Allah'ya eriş,
Nefsini öldür ki o, yol kesen bir yılandır; akılsa dosttur, kılavuzdur, iyidir,
Nefis yerdir, yer altına girer; akılsa Arş'tır; Arş'ın da yücesine ağar,
Nefsini kökünden çeker, söküp atarsan Hak sana, cömertliğinden Ledün bilgisini bağışlar,
Bedenimiz, canın elinde - avucunda bir araçtır; hiçbir araç, kendi kendine hareket etmez, bir iş görmez,
Söz, hâlden meydana gelir; a arayıp eleştiren, sende ne hâl var; buna bir bak
 3360, Hoş ve güzel bir hâl varsa can gözün onunla açılır, görür
Ama hâlin çirkince, pisse, herşeyin bu yüzden kötüleşir, pisleşir
A istekli kişi, kötü hâli iyiye çevir de hoş, güzel sözün üst olsun,
Kur'ân, güzel hâlden meydana geldi de o yüzden dünyâda mucize oldu,
Ölümden önceki ölüm budur; bu çeşit ölüm, nurlar saçar,
Ölüm hayvânî ruhun değişmesidir; bu çeşit ölüm, insanın yaratılmasıdır;
Bilgisizlikten kurtulmaktır, tümden bilgi kesilmektir, öfkeden arınmaktır, hilim hâline gelmektir bu ölüm,
Böylesine ölüme kim ölüm der; böylesine buluşa kim yitirmek adını takar?
Kötü nefisten ayrıldın mı, Allah civarında buluşmaya, kavuşmaya erişirsin,
Buluşmak, kavuşmak da nedir? Allah kadehini içtin mi, ikiliksiz bir hâlde onun zâtı olur - gidersin,
 3370, İkilik, varlığının bulunduğu bu yandadır; o yandaysa sarhoşsun, kendinde değilsin; orda ikilik, bir
olur,
Sayı mumlardadır; bunu bil ki onların ışığı, ikiliksiz olarak aynıdır, birdir,
Mumlardan şüphen varsa gerçekliğe doğru yönel de bil ki ışık, birdir,
Bedenler sayısızdır, çoktur ama can, boyuna bir değil midir?
Canın ışığı, her bedenden dışa vurmada; ışığım gör de onu bul,
O, bir gevherdir; kendim benden, senden gösterir ama iki olmaz,
İnsanın varlığı, pek büyük bir şehirdir; o şehirde yüzbinlerce halk oturmadadır,
Bu halk, bedenler değildir, düşüncelerdir; bedenler, araç gibi, düşüncelere ram olmuştur,
Beden, düşünceyle harekete gelir; kimi eve doğru gider, kimi dükkâna yönelir,
Düşünce ne yana git derse o yana gider; ona ne buyurursa beden, onu duyar,
onu yapar,
 3380, Demek ki beden, düşüncenin aracıdır; bu, iyiden iyiye anlaşıldı ya ;düşünce öz,
iç, bedense deri, kabuk,
Bil ki halk, düşüncelerle diridir; çünkü ancak düşünceyle işe girişir,
Beden bineğe benzer, düşünceyse binene: binen, bineği nereye sürerse çaresiz o yana gider,
Balçıktan düzülmüş şekiller sayılıdır: ama düşünceler sayısız,
Öylesine bir şehirde böylesine bir halk var; yarısı kötü huylu bu halkın, yarısı iyi huylu,
Orda hüküm yürüten, akılla nefis; apaçık hükmeden de bunlar, gizli hükmeden de,
Allah'nın şahnesi, naibi akıldır; şeytanın şahnesiyse şom ve kötü nefis,
Orda aklın hükmü geçerse nefis işten kalır, işi kesada düşer:
O has şehir de Allah'mn olur; zahmetten, korkudan, belâdan eminliğe erer,
Sonuna dek boyuna mâmur bir halde durur; ehâlisi de zevke saraya garkolur,
 3390, O şehirde, bağlar - bahçeler, köşkler - saraylar kurulur; yapılarının tavanları, duvarları
 tümden ışıktır,
Pazarında Allah zikrim duyarsın; gül bahçelerinden Allah kokusu gelir sana,
Halkının hepsi de boyuna namazdadır, oruçludur; aparıdır, aşka düşer, gerçekliğe sarılır,
 niyazda bulunur,
Hepsi de canla - gönülle Allahya yönelir: hepsi de orda, muradını elde eder,
Allah var oldukça o şehir de durur; Allah, tertemiz şarapla halkı suvarır,
Ama o şehirde nefis, buyruk sahibi olursa, sonunda o şehri kahırla yakar - y andırır,
Orda akıl işten kaldı da yerine herzevekil nefis geçti mi,
O şeytanın naibi işe koyulur; bu yüzden halkı hep kötülüklere düşer,
Küçük, büyük herkes Hak'tan gaflet eder; orda nefis buyruk yürütür, akılsa tutsaktır,
Herkes, lanetlenmiş Seylan'ın hükmüne uyar; o dinsiz de herkesin îmânını alır,
 3400, Orda herkes kötülüklere koyulur: herkes zinaya, içkiye, içkinin, verdiği neşeye kapılır,
Herkes, gençlerin, kadınları sevgisine düşer; herkes kebaptan, ekmekten zevk alır,
Herkes, kendini Şeytan'a kaptırır; herkes düzenlere sarılır da sapıtır,
O şehirde ikisi de hükmederse, şehrin yarısını lütuf bil, yarısını kahır,

LXXV
«Sizden kâfir de var, mü?
 inin de» âyetinin tefsiri, Sende hem küfür gizlidir,
hem îman, Hem yeryüzüsün sen, hem gök, Böylece sana dek herşey var sende;
hangi sıfat üstüne «Hüküm üstün olanındır,»

Küfür de sende toplanmıştır, îman da; melek de sende gizlenmiştir, şeytan da,
Adam - akıllı inanasın diye Kurân'da, sende küfür de var, îman da buyurmuştur,
Bak bakalım, bu ikisinden hangisi üst olmuş sana; sirke mi daha fazla, şeker mi?
A istekli, sana hangisi üstse, onun sayısmdansın sen,
Terazinin dengesi, bil ki budur; elindekini gör, veresiyeye kalma,
Gümüş paran çoksa, paran işe yarar; gümüşe göre yürür, gümüş sayılır,
 3410, Ama paranın çoğu bakırsa, sarrafın önünde horlanır, atılır - gider,
Şu halde belli oldu ki hüküm, üst olanındır; çünkü alt olan, yok hesabına alınır,
Bu söze son yoktur; o üstün, o övünülesi er ne yaptı, onu anlat,

LXXVI
Mürîdlerin yalvarmaları, Veled'in de onların sözlerini kabul edip
babasının yerine geçmesi, şeyhlik makamına oturması

Babasının yerine geçince her yoksula altın defineleri bağışladı,
Akıl bakımından en aşağı olan bile akıl - fikir yönünden tek, herşeyi bilir, herşeyden haberdar bir
 hâle geldi,
Sayısız kadın - erkek mürîd oldu; hepsi de hünerde tek kişi kesildi,
Babasının yolunda halifeler dikti; her durağa bir ulu kişi atadı,
Çünkü uzaktaki şehirlerin halkı da hep bu ırmağa susamıştı,
Yurtlarıda, tuzağa tutulmuş kuşlar gibi kala kalmışlardı,
Yakınları, çolukları - çocukları engel oluyordu da bu yana gelmeye imkân bulamıyorlardı,
 3420, Her tarafa bu yandan, bizden birer halîfe gitmesi gerekli olmuştu,
Böylece kavuşmaya susuz, böyle bir denize karşı kupkuru, mahrum kalmamaları gerekti,
Hiçbir kimse, bizden mahrum kalmasın diye Anadolu, halîfelerle doldu,
Hattâ Anadolu da ne? Bütün dünyâ halîfeyle doldu; bu ummandan her yana bir katre yürüdü - gitti,
Bu güneşin nuru âlemi kapladı; o soluğa sâhib olan herkes, bu nüm gördü,
Halîfelerin hepsi de uyulmaya lâyık oldu; her biri, şeyh olmaya, kılavuzluketmeye liyâkat kazandı,
Hepsi de bu güneş yüzünden la'
l hâline geldi; hepsine de Allah'dan müjde erişti,
Hepsi de ercesine yol aldılar; hepsi de bedenden - candan geçtiler,
Onlara icazet - nâmeler yazdık; bağlan - bahçeleri sayısız meyva verdi,
Hepsi de Faruk gibi gerçek oldu; ünleri göğün yücesini aştı,
 3430, Herbiri, ayrı - ayrı mürîdler edindi; bir çok halk onlardan faydalar gördü,
Onları kim gördüyse, bil ki bizi gördü; çünkü hepimiz de tevhîd âleminde biriz,
Beden bakımından ayrı - ayrıyız, öyle görünürüz ama iki âlemde hepimizin canı bir,
Sen cana bak, bedenden geç ki birliğimiz, sana aydınlansın,
Bu bağıştan mahrum kalmamaları için her tarafa naipler atadık,
Çünkü naip, naip edenin makaammdadır; naip de onu naipliğe atayan gibi güzeldir, hoştur,
Aparı ırmak uzak oldu mu, o, ırmak gibi susuzları kandırır,
Bahçeyle ağaçlar uzakta olursa herkes, o bahçenin, o bağın meyvalarını yiyerek muradına erer,
Bu çeşit yol - yordam, Allah'nın yürüyüp giden yolu - yordamıdır
Allah her çağda bir peygamber gönderir,
Çünkü herkeste o kuvvet yoktur ki peygambersiz Hakk'ın rahmetine erişsin,
 3440, Her aşağılık kişide o rütbe nerde ki o durağın ehli olsun, o görüşe ulaşsın,
Her peygamber, ondan, bu yana haber getirmek, öğüt vermek için bir vâsıtadır,
Böylece de halkın, Hak'tan nasipsiz kalmamaları, peygamberden, bir çocuk gibi ders almaları
 sağlanmıştır,
Halk, Allah buyruğunu peygamberden duyar; çünkü peygamber, onun şarabının sâkıysidir,
Herkes Allah buyruğunu yerine getirir; yapılmaması emredilenleri de bırakır, yapmaz,
Herkes, onun râzılığma ermek için çalışır; herkes, onun aşkıyla aşk ateşiyle coşar köpürür,
Böylece de nefsin eğri hareketlerinden arınır, yaradanın yönüne güzel, aparı bir halde gider,
Sende, bir pislik gizlidir, bir de temizlik; yarısı toprağa mensuptur, yarısı göklere,
Çalış - çabala da çirkinlikten kurtul, kötülükten iyiliğe taşın,
Güzelliğin, o çirkinlikten kurtulsun; aşk denizi, seni gemisiz alsın iyiliğe götürsün,
 3450, Güzel oldun mu, güzele doğm gidersin; sen, onun cinsindensın, aslına yönelir, ulaşırsın,
Hak güzeldir, güzelliği ister; sözden geç; o, hâl ister,
Şu zamanda, senden çirkinlik giderilmezse o çirkinlik içinde güzelliğin yiter - gider,
Hikmet sahibinin öğüdüyle derdine deva bul: yoksa o derd yamanır - kalır sende,
Ondan sonra derman da fayda etmez; bu çağda varlığını cömertçe harca,
Çirkinliklerin mâdeni, varlığındır, benliğindir, çirkini güzel için feda et,
Zâtı bundan daha iyi bir alış - veriş de olamaz: çirkini satıp da güzeli seçmektesin, güzeli
 almaktasın,
Kalp akça yerine hâlis altın alıyor, zehir yerine şeker, bal yiyorsun,
Beden yerine tüm can oluyorsun; altın kesintileri yerine mâden elde ediyorsun,
Böylece on günlük ömrün bin oluyor; hattâ hadsiz, hesapsız bir hâle geliyor,
 3460, Ağrılar - sızılar, zahmetler - meşakkatlar birer - birer senden kaçar artık; ölümlerin
 tümü de senden çekinir,
Kâseye de boş verirsin, çömleğe de; sence buğday da aynı olur, kum da,
Öyle bir âleme gidersin ki orda ölüm yoktur; öyle bir çağa erişirsin ki onu yitirmek mümkün değil,
Başsız oldun mu, bir baş bulursun; kimya yüzünden, bakır gibi, altınlığa erersin,
Zevkin - satan, Allah katından ölümsüz bir hâle gelir; Hakk'ın hukukuna âsi olmazsın,
A düzenbaz, gafletle dopdolusun da o yüzden Hakk'ın hukukuna şükretmiyorsun,
Yoksa burda sana nimetler bağışlayan, tecellî eder de sana binlerce bağışta bulunur,
Keremi, güneş gibi meydanda olduktan sonra o nimetlerin hakkını inkâr mı edebilirsin?
Kör, görmez de inkâr ederse mazurdur; ama gören, o ışığı elde etmişken nasıl bu hâle düşer?
Halk kördür de o yüzden bu hatâya düşer; kör, mutlaka yol yitirir,
 3470, Kötülükte bulunanın gizli - gizli yaptığı şeyler meydana çıkmasın diyedir ki tövbe, bu
 yanda makbul olmuştur,
İnci, halkın cebinde değildir de o yüzden gaybe inanmaları gerekmiştir,
Hayır işlerin karşılığı cennetlerdir diye Kıır'ân'dan vaatler duymuştur,
Alçak bilgisizlerin de kötü işleri yüzünden cehenneme gideceklerini duymuştur,
O işitip duyulanlar, görülmediğinden de kulluk definesi, örtülü kalmıştır,
Bundan dolayı bütün işleri, şüpheyle karışıktır; çok az kişinin içinde zevk nuru vardır,
İmanda ihlâs sahibi azdır; her kişinin kulluğunda can yoktur,
Burda ibâdet eder, namaz kılarsan, candan - gönülden niyaz etmeyi arttırır - durursan,
Sonunda orada, kerem sahibi Allah,nın lûtfuyla hurilere kavuşur, cennetlere girersin,
Yoksa âhirette, gözlerdeki perde, açılınca, herşey meydana çıkar,
 3480, Bütün gizli şeyler apaçık görününce, bu âlem, o âlemde yok olur - gider,
İçte gizlenen şeyler belirir: iyi kişi yücelir; kötüyse rezil olur,
İyilerin yüzleri Ay gibi ağarır; kötülük edenlerin yüzleri katran gibi kararır,
Allah; «O gün yüzler ağarır» O, yaptıklarının karşılıklarını görmek için de
«Yüzler kararır» buyurmuştur,
Ne yer kalır, ne gök; O melekler ordusuyla Allah'nın yüceliği cilvelenir, görünür,
O anda binlerce kişinin biri rahmete mazhar olur; kim buyruğa uymaz ki o zaman'?
Ama o çağda tövbeler kabul olmaz; ağlayıp sızlanmışlar kabul edilmez,
Çünkü o çağ, ektiğini biçmek, gelirini elde etmek çağıdır; o çağda, önceden hurma fidanı diktiysen hurma
devşirırsin,
Ektiğin tikense a şom kişi, o ağaçtan elde edeceğin meyva, ancak zakkumdur,
Kulluğun, orucun, zikrin, ektiğin tohumdur; dünyâ yurdu, senin ekin yerindir, tarlandır,
 3490, Önce ektiysen şimdi biçersin; ekmediysen müflis olursun, borçlu düşersin,
Müflislerin durağı cehennemdir; ınananlarmsa Naîm sarayı,
Bunun da sonu gelmez ey Veled; halîfeler, Anadolu'nun her yanına dağıldı,

LXXVII
Allah azîz sırrıyla bizi kutlasın; Mevlânâ'nın, Şemseddîn, Şeyh Salâhaddîn, Çelebi Hüsâmeddîn gibi halifeleri
vardır, Allah sırlarını kutlasın, Bunlar vilâyet, ululuk, bilgilerdeki güçlülük bakımından şöhret bulmamışlardı; Veled'in
anlatışıyla Mevlânâ gibi meşhur oldular, Vilâyetleri, ululukları pek büyüktü ama gizliydi; güneş gibi meydana
çıktı,

Veled'in babası pek ünlüydü; o, Şemseddîn gibi gizli değildi,
Herkes ona canla - başla mürîd olmuştu: Veled'in çağındaysa mürîdler daha da çoğaldı,
Babasının, taklit yoluyla değil de, tam bir görüşle seçtiği erenler,
Babasından sonra, işleriyle - güçleriyle, ululuklarıyla, Veled'in yüzünden tanındılar,
Veled, canla - gönülle, bunların hallerini anlattı: genç - ihtiyar, herkes tarafından
 tanındılar,
Bir zaman oldu, ibâdetlerini anlattı onlann; bir zaman geldi, halktan çekilişlerini, herşeyi yeter buluşlarım
söyledi,
Zaman oldu, candan kopup gelen sözlerini söyledi; zaman oldu, gizli hâllerini vasfetti,
 3500, Kimi zaman, nasılsa, olduğu gibi, kerametlerini, her birinin namazdaki
gerçekliklerini bildirdi,
Her biri nasıl sohbet ederdi; her birinin Allah katında rütbesi neydi?
Her biri, ne çeşit irşadda bulunur, her biri ne tarzda bağışlar ihsan ederdi?
Bunlardan bahsetti,
Hâsılı hepsinin hâllerini bir - bir gösterdi? halk da şüpheden kurtuldu,
Herkes yeni baştan mürîd oldu, kul - köle kesildi; hepsi de ölmüştü; bu sözlerle dirildiler,
O zaman anlaşılmayan bu gizli şey, herkesçe şüphesiz olarak anlaşıldı, bilindi,
Veled vâsıtasıyle onlann ahvâli, ihtiyar - genç, herkes tarafından anlaşıldı,
Güzellikte, ululukta eşleri - benzerleri olmadığı, onlara karşı büyüğün bile küçük sayıldığı bilindi,
Onların yakınlıkları, erenlerden bile gizliydi; çünkü iki âleme de o gibi er gelmemişti,
O erenler, sevgiliydiler; Hak katında hastı onlar, Hakk'a yakındılar,
3510, Hepsi de Allah mazharıydı; hepsi de cansız olan halka can bağışlamıştı,
Hepsi de halkın ellerini tutmuştu; hepsi de bedensiz salt ruh kesilmişti,
Bu çağda, Hak gibi gizlenmişlerdi; hiçbir kimseye onlann belirtisini bildirmemişti,

LXXIII
Kutup, erenlerin padişahıdır Erenlerin devleti, ululuğu pek büyüktür ama Kutba karşı pek önemsizdir, pek
değersiz, Onların büyüklükleri, Kutba göre birşey değildir; Kutup onlardan birşey elde etmez; çünkü onun
ululuğu, onlara nisbetle yüzbinlercedir, Bunu ve «Dostlarım kubbelerimin altındadır, onları benden başkası
bilemez» haberini anlatış,

Kutup hepsinden başkadır; nasıl bir sırrı vardır onun; ne şaşılacak sırrı,
O, erenlerin sözlerinden birşey elde etmediği gibi onların hâlleri de ona tesîr etmez,
Onların yakınlıkları, onca uzaklıktır: onların hâlleri, ondaki miske karşılık havlıcandır adetâ,
Onların kavuşmaları, ona nazaran ayrılıktır: hepsinin de eşi - benzeri vardır; oysa Hak gibi tektir,
Herkes Allah katında has olabilir ama hasların hası olanın yakınlığı nerde?
Onun yakınlığının öz derecesi pek büyüktür: öbür yakınlıkların buna nazaran değeri yoktur,
Doğan kuşunun lokmasını serçe nerden yiyecek? Yemeye kalkışsa boğazında kalır,
 3520, Esterin yükünü tay çekebilir mi? Hazîne, bir kese akçaya benzer mi?
Arslana karşı arık kedi ne yapabilir? Ona karşı kaplan bile zebûn olur - gider,
Bil ki ileri geçip ödülü alanlar, sonra gelenlerdir; sen de fazla ileri gidenlerdensen, daha fazla sür atını,
Bir söz söyle ki kimse o sözü söylememiş olsun: belli olmayan, belirtisi bulunmayan görüntüyü söyle, onu
belirtisiyle göster,
Göster de düşman bile aşka düşüp dost olsun; azıksız yoksul zenginleşsin, azıkla dolsun,
Göster de her zerre bir güneş kesilsin; kara yüzlü, Ay gibi bembeyaz olsun,
Katre o inciyle denize dönsün, o bakışla körün gözleri açılsın,
Ölü, dirilip mezarından çıksın da aşkla karşına dikilsin, kaçmasın,
Ruhsa gönül şarabını içsin; çünkü o şarap, Nuh'un gemisidir,
Baş çekmez, karşına gelir; her yara, onunla melhem olur, her acı, tatlı kesilir,
 3530, Zahmet, meşakkat ona karşı gerçekten de hazîne olur; bunu bilen de zahmete, meşakkate yönelir,
O, zâti acıyı ister, tatlıyı değil: onun yüzünden acı, ona helva gibi tatlı gelir,
Dert, onca yüzlerce dermandan daha yeğdir; beden de nedir ki?
O, gönlünü, canını bile feda eder,
Bu çeşit kişi, anlayışlardan uzaktır; çünkü o, her nurun sırrının da sırrıdır,
Herkesin anlayışı onun künhüne eremez: ruhlar bile ona karşı bedendir,
Onun zâtını da Allah bilir, vasfını da; padişahın sırrını her yoksul nerden bilecek?
Allah, Erenler kubbelerimin altında gizlidirler; ama onlar, öz kullarımdır benim dedi,
Bu birliğe ikilik sığmaz; suretten geç de birliği gör,
Yalnız küpe sarılma, o testiyi bul: çünkü kaplar, hep bir suyla dolu,
Dostsan suretlerden geç de perdesiz olarak Yaradan'a ulaş,
 3540, Bu dünyâ perdedir; halk, daimî diri olan Allah'nın tapısından, onun yüzünden uzaktır,
Böyle bir perdeyi yırtan, savlicansız, bütün toplan çeler,
Kimde yürek varsa kolayca yırtar o perdeyi; ama kını yüreksizse, Ebû - Cehil olup kalır,
Amca, Mustafa gibi bir Rüstem nerde ki neşeyi de yırtıp atsın, gamı da,
Gamla neşe, görenin gözüne perdedir; onu yırtan kişi, en yüce yere ağar,
Gökle yer kimin perdesi? Hayır da onun perdesi, şer de; zarar da onun perdesi, kâr da,

LXXIX
Allah rahmet etsin, Mansûr-ı Hallac'in, mestlik halinde, «Ene'l-Hak» demesi, Çağının müftülerinin, bir fitne kopmasın,
halk dinden olmasın diye onu öldürmeye fetva vermeleri, Dostların, bu sözden vaz geç, tövbe et de seni öldürmesinler
diye öğüt vermeleri onunsa sözünde ısrar etmesi, İnsanın bedeni, konuk evine benzer; boyuna gayb âleminin halkı
oraya gelir - gider, Ancak ölmüş, buz kesmiş evin, kendisine ne biçim konuklar konmada, bundan ne haberi
olur? evde bir diri olmalı ki konuklardan haberi olsun,

Mansûr'un, o eşsiz binicinin, o yardım görmüş bayrağın hikâyesini duymadın mı?
O, halka apaçık dedi ki: Şu hırkaya benzer bedende Hakk'ım ben,
Herkes, bu sözü bırak, kendini bu çeşit bir belâya uğratma,
Eskiden beri katımızda değerin var; bu tehlikeli yere adım atma,
 3550, Bu söz, bir kere çıktı senden; çıktı ama geri dur; a alıcı doğan, kıızgunluktan vazgeç dedi,
Oysa, ben dedi, gerçeğim, bu sözden dönmem; dindar olan, nasıl olur da kâfir olur?
Bu söz, geri dönülecek bir söz değil; bu sözden sonra hangi söz var ki dönüp de o söze yapışayım?
Bu sözden bana ne gelir ki; böyle bir aşk sırrını gizlemezsem ne çıkar ki
Ben bu zahmette hazîne, define görüyorum; bu azacık şeyden dînim artıyor,
Değil mi ki sonunda beden kalmayacak; gönlüm, beden sevgisini canından sürdü - attı,
Taht da baş vermekle elde edilir, başbuğluk da; bunu kendinden vazgeçen bilir,
Bedenin erimesi, canın artmasıdır; bence dert, dermanın ta kendisidir,
Her yoksul, azığı ölümde buldu; melhemı, yaralı gönlünden elde etti,
A tertemiz kişi, bunun sonu yoktur; o sözü, mazurdum da söyledim; özrümü de şimdi anlatayım,
 3560, Sen, benim varlığımı bir ev bil; her solukta çeşit - çeşit konuk gelir o eve,
Soluktan soluğa gayb âleminin halkı, o sonsuz âlemden, o eve akar,
Bâzı - bâzı o padişah da cana geliveren neşe ve sevinç gibi gizlice, ansızın geliverir,
Allahlık dâvasını o ediyor; şimdi sen söyle, benim burda ne suçum var'?
Ben onun harmanından bir saman çöpüyüm; o sözden haberim var diyebilir miyim hiç?
Ben ne bilirim ki padişah ne yapıyor, ne arıyor; neden boyuna o sözü söylüyor?
Onunla diri olduğumu biliyorum ama ona, ona kul - köle olduğumu hayâl etmedeyim,
Yalınız hayâlden hayâle de fark var, hem de pek büyük; bunu da iyi bil,
Onu hayâl etmede buluşmak, kavuşmak ümîdi var; kötü kişinin hayâlindeyse vebal var, sapıklık var,
Oğul, nerde o hayâl ki biz, o hâldeyiz; onun güzelim yüzünde bir ben
sanmadayız kendimizi,
 3570, Güzeller, bizim güzelliğimizin karşısında kocalmış kişiler; bu elife benzer boya - posa karşı dal
 gibiler,
Kim âşıksa ona dostuz biz; gaflette olanaysa ağyarız,
Ben bu halktan sayılmam; gözünü aç da bak, beni gör de bil, tanı,
Bu bedenden, bu candan önce o nurdum ben; şimdi de, önce neysem oyum; uzak düşünceye
 kapılma,
Yeryüzünde de benim gibi kimse yok, zamanda da; şaşkınca her yana gitme; burda dur hele,
Beni bırakıp da geçip gitme; pirlerden benim gibisi gelmez bu âleme,
Gönlüme Allah'dan başka hiçbir şey sığmıyor; bedenim, Allah gücüyle hareket ediyor,
Gözün varsa aç da beni gör; Çin fitnesi olan güzelliğimi bir seyret,
Ama anadan doğma korsen, böylesi güzellikten nerden şad olacak gönlün'?
Anadan doğma kör, o Ay yüzlüyü göremez; her çer - çöp, her aşağılık kişi,nerden öyle bir
 padişaha lâyık olacak?
 3580, Can olduysan canana varabilirsin; ama bedensen, sonucu, yıkılır - gidersin,
Çünkü beden, kavuşmaktan uzaklaştırılmıştır; ama can, o nurun parıltılarmdandır,
İnsanoğlu yemeğe, yemeğin konduğu çömleğe benzer; yansı altındır o: an yarısı kum, çakıl,
Yarısı aşağlık âlemdendir, yarısı yücelerden; yarısı bayağıdır, yarısı üstün,
Küfürle din, onda,yağla yoğurda benzer; giyilen yeni elbiseyle yıpranmış elbise gibi hani,
Bizim bakışımız, gerçek kimyadır; dosdoğru kılavuzdur, Ay ışığıdır
Beden ehli, deriye, dışa bakar; gönül ehliyse, boyuna sevgiliyi görür,
Bu sözleri duyanların hepsi de cevap verip dedi ki: Sözün iki âlemde de doğru ama,
Senden haberi olanlar, uğrunda, düşmana karşı kalkan gibi;
İnkâr edenlere, mazur olduğunu söylerler, özür dilerler, çünkü işin iç yüzünü bilirler,
 3590, Bu sözden tövbe et, iyi bir söz değildi de kılıç, düşmanın kınında kalsın,
Mansûr, kılıçtan korkum yok dedi, ben biliyorum; ne diye bana ders
veriyorsunuz?
Bilginin sonu yok; bu kadarım bilmiyor muyum ki? Şaşarım buna,
Âşıka baş kaygısı nedir, başın ne değeri var? Ona zehir de bir, şeker de,
Düşmanlar beni dara çekerlerse çeksinler; o dardan vuslata erişirim ben,
Bağ koptu, artık öğüt kabul etmem; tedbîrim, aşk ateşiyle yandı - gitti,
Aşıklara ölüm korkusu yoktur; ellerindekini yitirmeye aldırış bile etmezler,
Zenginlikte iflâsı isterler onlar; başlarını feda etmekten çekinmezler,
Onlarca başın değeri yoktur; onları katında Allah'tan başkasına koyulmak aldanıştır,
Zararlara düşmekte görürler yaşayışı; tehlikelere uğramakta bulurlar emniyeti,
 3600, Onlar için kıble de aşktır, namaz da; onlar için yokluk, yüceliktir, ulaşmaktır,
Ona, bu çeşit baştan geçenleri çok anlattılar; sayısız deliller getirdiler,
Bütün bu öğütler ona tesîr etmedi; aksine onun işini daha da ilerletti,
Dâvasında ısrar etti; ne örfe uygun sözü dinledi; ne fetvaya kulak astı,
Sonunda onu damgacına çektiler; çünkü sevgilisi böyle olmasını istiyordu,
Hiç bir dert çekmeden canını canana verdi; yüzü bir gül gibi tâzeleşti,
O ses, herkesin kulağına geliyordu; o sır herkesçe duyuluyordu,
Herkes, fitne daha da çoğaldı, halk dinden de çıktı, küfürden de dedi,
Tuttular, yansın diye bedenini ateşe attılar; o fitnenin daha fazla aydınlanmamasını
 istiyorlardı,
Ateşin üstünde, yolımdan «Ben Hakk'm» yazısı belirdi; nasıl belirmesin ki o, bu hâle
 bürünmüştü,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder