2 Haziran 2016 Perşembe

ibtidaname Sultan Veled

4510, Ölümsüzlük dünyâsında baş oldu; aşağılık nefsiyse arıklaştı, zora düştü,
Nefsine hâkim olan, yokluğa da hükmetti, varlığa da,
Nefsinin başına ayağını basan, hem yol alır; hem yolculara kılavuz olur,
Lanetlenmiş nefsini öldüren, içindeki aşağılıkları da arıtmıştır,
Perdesiz olarak sevgilinin yüzünü görmüştür; gizli olanlan apaçık seyretmiştir,
Kimde define, gevher varsa yol alır; kim illetliyse kalakalır,
Işığı olan görür; bağdan - bahçeden tatlı meyvalar devşirir,
A yol arkadaşı, anlamsız, gereksiz birşeyi bilmezse ne çıkar? Söyle bana,
Bilirsem de ne ziyanı dokunur? Zâti hepsi de bedene benzer; bense canım,
Akıllılar katında oyundan ibaret olan şey, çocuklara göre yüceliktir, büyüklüktür,
 4520, Akıllı kişinin aklı, öbürünü aramaz; çünkü Allah ona, ondan daha iyisini verir,
Hak sana bir harman dolusu altın verirse, nasıl olur da bir arpa değerindeki gümüşe bakarsın?
Her solukta Allah'nın kudretini gören kişinin gönlünden Hak'tan gayrisi yer mı eder?
Aklın varsa, onun, Yaratan'dan başka sevgilisi olduğuna inanma,
Hak, ondan bâtılı uzaklaştırdı mı, onun gönlü, bil ki dâima Hak'la dopdoludur,
İnsanın boyuna yediği gıda, hayvanın rızkı değildir, olamaz,
Allah'nın bilgisi, yüzlerce çeşittir; kumaş gibi hem yücedir, değerlidir, hem aşağı,
Çok ve üstün bilgi, üstün kişilere nasîb olur; aşağılık bilgi, aşağılara,
Sen söz söylerken, karşındakinin aklına göre söylemez misin?
O dileyen, dinleyecek olan kişinin anlayışı ne kadardır; yahut hangi hâl
üstündür ona:
 4530, Söz kaftanını onun boyuna göre biçer - dikersin: aşağılık kişi, sözün değerini nerden bilecek?
İşte, evveline bir evvel düşünülemeyen Allah da, buna göre, lâyığınca, sana eş - dost olur,
Senin kadrince, kaabiliyetince söz söyler sana, sözü çoğaltır; neden
faydalanacaksan onu gösterir sana,
Allah, gücün ne kadarsa, o kadar yük yükler sana: böyle de boyuna işte - güçte olmanı sağlar,
Daha fazla yüklerde âciz kalırsın; çünkü o bilgiyi kavrayamazsın
Tilki, arslan gibi kükreyemez; kulda, padişahın heybeti ne gezer?
Allah'nın işleri sonsuzdur; onun denizinin kıyısını kimsecikler görememiştir,
Onu övmeyi bırak da aşk şarabını iç; yürü, kendinden geçişi satın al da aklını - fikrini sat - gitsin,
Asıl akıl - fikir, kendinden geçiştedir; ona ulaşmanın yolu da sarhoşluktur, kadehi alıp çekmektir,
Aşk yalımı sarhoş eder, doğru yola götürür; sense kendini aylıklığa adamadasın,
 4540, Aşk kahvesi ölüyü diriltir: sarhoş eder de körün gözünü açar,
Aşk bineği, âşıkları, varacakları yere ulaştırır; bundan dolayı da âşıklar, onu dilerler,
Aşk kahvesi, canların içkisidir; bağlarda - bahçelerde kadehlerle içerler onu,
Abdal aşk kadehinin düşüncesindedir; budur yol saptırmaktan kurtaracak sizi ancak,
Düşünce kadehi, gönüllerde döner - durur; arılık - duruluk ırmağı ondan coşar da akar,
Sarhoşluğu, dileklerin de sonudur; nağmelerin de en güzeli boyuna sen boyuna okadehleri içedur,
Kim bizim sarhoşumuzsa bizdendir; aklı başında olan kişiyse bundan uzaktır, ayrıdır,
Meyhaneciysen şarabımızı iç: saf ol, bönleş de eli çabuk bir Ayyar kesil,
CIII
«Cennet ehlinin çoğu aklı az olanlardır» hadîsi, «Allah'ı bilip tanıyanın dili tutulur», «Allah'ı tanıyanın dili uzar, çok
söyler o kişi» hadislerinin yorumu, Bu hadislerin anlamları, birbirine zıttır; çünkü Allah'ı tanıyanın dili tutulur
buyurulmakta; sonra da Allah'ı tanıyanın dili açılır, çok söyler, Allah'ı çok anar denmekte, Aklı az olan buyuruyor ya,
bu sözle hiçbir şey bilmeyen ahmaklar kastedilmiyor; öyle bir aklı az kastediliyor ki bütün akıllılardan da daha akıllı,
Hani şâir,
Senin yüzünü gören kişidir deli - divâne olan, Sonra da senden uzakta kalan, deli - dîvâne olmadı mı der ya onun gibi
işte, Allah'yı bilip tanımak, aklın son derecede olğunluğundandır; aklın olğunluğuysa, Hakk'ın tecellîsine mazhar olup
kendinden geçmekle olur, Beş yaşındaki çocuk; bir güzelin karşısında kendinden geçmez; çünkü o zevki, o
güzelliği anlayamaz ki, Onun için de, ona karşı, nasılsa öyle kalır, hâli değişmez; akıllı, ergin kişinin o güzelliğe
karşı kendinden geçmesine karşılık, çocukta hiçbir şeycik olmaz, Şimdi anlaşıldı ya, «Cennet ehlinin çoğu, aklı az
olanlardır» denmekle, aklın, tanıyışın son derecede olması yüzünden bilgisiz halde kalakalmak,
 kendinden geçip gitmek kastediliyor; hani,
Bilgim öyle bir dereceye erişti ki Sonunda, birşey bilmediğimi bildim
demişlerdir, Allah'nın güneşe benzeyen kudretini gören, nasıl olur da bir zerre gibi olan kendi kudretine bakar?
Allah'nın sonsuz bilgisini gören, kendine verilmiş olan bir katre bilgiyi ölçüye mi alır?
Şu halde Yüce Allah'yı görüp kendi sıfatlarını unutan, kendini görmekten kurtulur,
Allah'yı görür bir hale ulaşır,

Mustafa, cennetler ehlinin çoğu, aklı az olanlardır; bönler, birşey bilmeyenlerdir buyurdu,
Onların aptallığı, akıllarının son derecede üst oluşundandır; hor - hakıyr aptala benzemezler onlar,
 4550, Faydasız olanları bilmezler onlar; faydayla dopdolu olanlarıysa arar - dururlar,
Dosttan başkasını bilmezler; dostuysa iyice bilirler, anlarlar, ona karşı uyanıktırlar,
Aynı zamanda Peygamber, kim Hakk'ı gördüyse buyurdu, dilsiz olur, söz söylemekten kalır,
Gene, kim Allah'yı gördüyse buyurdu, iki dünyâda da dili uzar söyler - durur,
Bu iki söz, birbirine zıt görünür; git, getir, getirme der gibi hani,
Ama lâyığınca yorumlarsan, ne zıttır, ne de yanlış;
Ne yüzden dilsiz olur, söyleyeyim sana; o söz, kişinin kendi yönünden söylenmiştir,
Hak'tan söylemeye, sırdan dem vurmaya başladı mı dili, uzar da uzar,
Bu yanda dilsizdir de o yanda söyler - durur; bu yanda oturmuştur da o yandan yelip yortar,
Bu yanda uyumaktadır, o yanda uyanık; bu yanda topaldır da o yanda rahvan,
 4560, Allah bilgisinin karşısında bilgisiz ol, Allah cezbesiyle sensiz, benlıksiz
Harmana karşı bir tohumdan bahsetme; sevgiliye canını feda et,
Kim onu gördüyse varlığından yandı, eriyip gitti; ne yüceliği kaldı, ne alçaklığı,
İşte cennet ehlinin aptallığı bu çeşit aptallıktır; yoksa ezelden bilgisiz değildir onlar,
Bunun sırrını kimse anlamadı; padişahların sırrına, aşağılık kişi nerden erecek?
Önümüzde baş koy da başını kurtar; başsız kalan baştır padişahlık eden, baş olan,
Ekmek, insana feda olunca ölülüğü gidip tümden can olmıyor mu?
Sürme taşı, neden seçilmekte? Her gözün nuruna gıda oluyor da ondan,
Çünkü göze çekilince nur oluyor; gözün nuru gibi her yana gidiyor,
Sürme, o yoklukta, ben der, nurum; şeklim değişti ;sürmelikten uzağım artık,
 4570, Mansûr, yokluk âleminde "Ben Hakk'ım" dedi; "Koruktum, şimdi üzüm oldum'
Üzümü anmanın da yeri mi? Nur denizi kesildim; hattâ iki âlem de benim yüzümden nurla dopdolu,
Bedenim, gözlere bir perde; Ay'ın önündeki kara bulut gibi hani,»
Ay kara bulutun altında gizlenince yerdekıler, buluttan başka ne görebilirler?
Ama gökte olana gelince: Ay, onun önünde apâşikârdır,
Onun gözlerine karşı, dâima perdesizdir; çünkü o, Ay'ın da üstündedir,
Can olan Ay'a sâhib olan, nasıl olur da onun yerine beden bulutunu seçer?
Erenleri de erenler bilir; düşmanlar, nerden dostları görecekler?
Akıl gerek ki aklı bilsin; çocuk, aklı anlamakta âciz kalır,
Kimi gerçek olarak istiyorsan, odur sana can olan; sen de ona cansın,
 4580, İster insan olsun, ister melek; ona ayrı deme; senin cinsindendir o,
Görünüşte, cinsinden değilse bile ona, bu insan değil deme: senin cinsindendir, Köpek, insana meylettiğinden Allah, onu
insan cinsinden saymadı mı? Kur'ân'da ona «Dördüncüleri» dedi, «Sekizincileri» buyurup onu insanlardan saymadı mı?

CIV
İnsanın gönlü neye akar, insan neyi severse, onun cinsindendir; ancak o sevginin bir maksada dayanmaması
gerek, Sevgi, garezsiz olursa, Elest ahdından beri, onların bir cinsten olduklarına delildir, Çünkü «İnsan,
sevdiğiyledir,» Netekim, «Adamın ne biçim adam olduğunu sorma; kiminle düşüp kalkıyor, onu sor»
demişlerdir, Herkesi yeyip içtiği şeylerden tanırlar bunlar da iki çeşittir: Duygu gıdası, akıl gıdası, Duygu gıdası
ekmektir, ettir, sudur, buna benzeyen şeylerdir, Akıl gıdâsıysa bilgilerdir, hikmettir, Şimdi, bâzı kişilerin
gönülleri, fıkha, bâzılarının mantıka, bâzılarının tefsire, hazalarının da, Allah ikisine de rahmet etsin, Attâr ve
Senâî'nin dîvanlarına akar; bâzılarının gönülleriyse» Enverî, Zahîr-i Fâryâbî ve Nızâmî'nin şiirlerinin
bulunduğu dîvanları çeker, Enverî'nin, öbürlerinin divanlarına meyleden, bu âlem ehlindendir; onu balçık kavramış,
karmıştır, Ama Senâî ve Attâr'm divanlarına, Allah bizi aziz sırrıyla kutlasın, Mevlânâ'nın, özünde özü, içinde iç olan ve
Senâî ile Attâr'in sözlerinin özü - özeti bulunan faydalı sözlerine meyletmek, meyleden kişinin, gönül ehlinden ve
velîler bölüğünden olduğuna delildir,

İnsanları, düşüp kalktıkları kişilerden tanı; insanların hayırlısı böyle buyurmuştur,
Neye meylin varsa bil ki osun; ondansın, Meylin bedeneyse bedensin; caraysa cansın,
Akıllılar, seni o cinsten sayarlar; bakırı nasıl olur da gümüş yerine satın alırlar?
Bu anlamı belirten bir hikâye dinle de bu hususta şüphen kalmasın:
Ceylanla kurttan doğan bir yavru vardı; hangi cinsten olduğu küçüklerce de şüpheliydi,
 büyüklerce de,
Bu, ceylan mı, kurt mu; eti din bakımından helâl mı?
 4590, Halk müftünün katına, helâl, yahut haram olduğunu sormaya geldi,
Kurt cinsindense, şüphe yok ki eti helâl olamazdı, Ama güzelim ceylan cinsindense, şüphesiz helâldi, yenebilirdi
Müftü, buna dedi, tam bir cevap verilemez; kesin cevap verilirse gerçek değildir o cevap,
Çünkü sizin de bu hususta şüpheniz var; öyleyse etraflıca cevap vermek gerek size,
O yavrunun önüne kemikle ot koyun; hepiniz de dikkat edin,
Hangisine yönelecek? Helâl, yahut haram oluşu bundan anlaşılır,
Otu yerse ceylandır; ama kemiği yerse köpektir; köpek huyludur,
Onda ceylanlık üstünse, gıdası terü taze ottur,
Böyle şeylerde hüküm, üstün olan yöne göredir; içinde azıcık bakır olan gümüş, değerden
 düşmez,
 4600, Çünkü o gümüşte bakırdan fazla gümüş vardır; ırmak pislikle pislenmez,
İnsanın varlığı yerle göktendir; yarısı en yücelerdendir, yarısı en aşağılardan,
Yarısı hayvandır onun, yarısı melek; beden yerdendir, can gökten,
Meyli en fazla neye? Ona dikkat et; gece - gündüz, kiminle konuşmakta, ona bak,
Aşağılık âleme meylediyor, göğe ağmayı dilemiyorsa,
Bil ki hayvanlığı üstündür; aşağılık hayvanı dilemektedir o,
Ama meyli bunun aksineyse, göğe, can âlemine meylediyorsa,
Ona melek de, insan deme; çünkü o, melek gibi serden uzaktır,
Gıdası Allah kelâmıysa, zevki, neşesi Allah kadelıindense,
Şüphe yok ki insan suretinde melektir; durağı da güzelim göktür,
 4610, İnsanları huylarıyla bil, anla, yaratılışlarıyla değil; çünkü insan, huyuyla insandır,
 suret, giydiği elbisedir ancak,
Hırkayı, abayı bırak; kendisine bak; sedefe benzeyen bedende inci ara,
Can kuşuna bu beden; kafestir; bir kafes erkek şeklindedir, öbürü kadın,
Ama can kuşu, ne kadındır, ne erkek; o, bu iki vasıftan da hürdür,
Kuşa bak, kafesi bırak; beden kafesini bir arpa değerince bile sayma,
Buğdayla dolu yüz tane çuval olsa; çuvallara bakmazsın, buğdayı götür dersin,
Altınla doluysa altın dersin, şekerle doluysa şeker adını verirsin,
Hatırın çuvala gider mi hiç? Çuvala ne soru sorarsın, ne de ondan cevap beklersin,
Beden çuvaldır, huysa buğday sanki; insanlarsa buğday isterler, ekmek dilerler,
Huy şekere benzer, beden çuvala; huyu nicedir, onu ara da dedi - kodudan geç,
 4620, Gerçekten de bu âlemin görünüşü geçicidir; bu âlemi seçme, yok olur - gider o,
Ersen dünyâya gönül verme; verirsen de bil ki dünyâ gibi sen de soğuksun,
Bu beden, birkaç günlük eğreti birşeydir ancak; hileden - düzenden geç, Allah'dan bahset,
Allah'dan başkası kalmaz; ne mutlu o cana ki onun adını anar,
Gönüllerinizi ona bağlayın; ondan başkasından kesin; canla - gönülle onun aşkını satın alın,
Gönlünde ona yer veren, dileği dâima onu aramak olan,
Hak'tan başkasına bakmaz bile; insan inciyi bulduktan sonra boncuk da nedir?

CV
Yaratıklar üç çeşittir, Biri melek, biri hayvan, öbürüyse insan, Meleğin suçu - sorumu yoktur; çünkü o, ibâdetten,
zikirden başka bir işte bulunmaz, Suyla diri duran balık gibi o da ibâdetle diridir; bundan dolayı da ibâdetine,
zikrine karşılık sevap da kazanmaz; çünkü kendi gıdasını yemektedir; kendi işini işlemektedir, Hayvanın da suçu -
sorumu yoktur; çünkü o da uyumakla, yeyip içmekle, gafletle diridir; onun için yaratılmıştır; başka birşey
yapmak elinden gelmez; hayvanlık âleminde, gaflette hoştur, birşeye aldırdığı yoktur; eserdir; ona ne cennet
vardır, ne cehennem, Ama yarısı melek yarısı hayvan sıfatına sahip olan insana gelince: Melekliği ibâdeti ister,
hayvanlığı gafleti uyumayı, yeyip içmeyi; bu iki sıfat, boyuna, savaşmadadır Melekliği yücelere çeker onu,
hayvanlığı aşağılara atar; bu bakımdan da onun suçu yazılır, sorumludur; neden daha güzel, daha iyi olanı
yapmadın diye soruya çekilir, cezaya çarptırılır, Çünkü iyi işlerde bulunmaya istidadı varken neden kötüyü seçti?
Karşılığı cehennemdir bu işin, Ama çalışıp da hayvan sıfatlı nefisle savaşa girer, melek sıfatını geliştirirse kâfir
nefse üst gelir, durağı da cennet olur da mertebesi meleklerden de yücelir, Çünkü o, bu kadar engellerle
savaştı, zahmetlere girdi, tabiâtine aykırı işlerde bulundu, ibâdeti, itaati seçti; bu yüzden de durağı
meleklerden üstün oldu, Netekim esenlik ona, Mustafâ buyurur: «Gerçekten de Allah melekleri yarattı, onlara
akıl verdi; hayvanları yarattı, onlara şehvet verdi, insanları yarattı, onlara hem akıl verdi , hem şehvet ,
Kimin aklı , şehvetinden üstün olursa o, meleklerden de yücedir;kimin şehveti, aklından üstün olursa o,
hayvanlardan da aşağıdır,»

Bil ki yaratıklar üç çeşittir: bir kısmı tüm cisimdir; bir kısmı tüm akıl,
Bir kısmıysa ikisinin karışımından yaratılmıştır: yarı akıldan, yarı da cisimden meydana gelmiştir,
Bedenden ibaret olanlar, hayvanlardır: cisimle akıldan meydana gelenlerse insanlar,
 4630, Akıldan yaratılanlar meleklerdir; hepsi de göğün yücesinde Allah'yı noksan sıfatlardan tenzih eder,
Hayvanla melek, cehennem ateşinden de emindir, cennetle de alış - verişleri yoktur onların,
Çünkü onların ellerinden, bundan başka bir iş gelmez: yüce Hak, onlara irâde ve ihtiyar vermemiştir,
Meleğin yapabileceği şey, ancak ibâdettir, itaattir; boyuna ona itaatten başka birşeyden huzur duyamazlar,
Hayvan da uykudan, yeyip içmekten başka birşey yapamaz,
Çünkü Allah, onları bunun için yaratmıştır; nasıl olur da başka bir işe koyulurlar?
İnsana gelince: O iki şeyden var olmuştur: onun dokunması iki çeşit şeyden meydana gelmiştir,
Onun yarısı nurdandır, yarısı topraktan: yarısı küfürden meydana gelmiştir, yarısı dinden,
Ondaki küfür, hayvan tabiâtindendir; dinse, onda melek gibi gizlidir,
Ondaki bu iki şey, birbirine aykırıdır: biri aşağılıklara çeker onu, öbürü yüceliğe,
 4640, Hayvan sıfatı onu şehvetlere çeker; melek sıfatıysa ibâdetlere, itaatlere yönetir,
Bu iki sıfat, gece - gündüz savaşmadadır; kimi bu üst olur, kimi o,
Melek sıfatları üst oldu mu, o yücelik arayan, melek mertebesini de aşar,
Melek bile ona kul - köle kesilir; onların hepsi de ayak gibi ona uyar, oysa baş olur,
Hepsi de ondan nurlanır, onunla ışıklanır: çünkü saltanat da onundur, ululuk da,
Bunun aksine, bilgisizlik yüzünden hayvanlık sıfatları üst olursa,
Gerçekte o, hayvandan da aşağı bir hâle gelir, bunun içindir ki Kur'ân'da «Daha da sapık» dendi,
Çünkü hayvanın yüzünden binlerce rahatlığa, huzura erilir; bu çeşit insansa kötülükle, cefayla dopdoludur,
Böyle insanların kusuru, aybı kesilen adamdan kaçmak, mümkün oldukça sohbetinden kaçınmak gerek,
O çirkin kişi, cansızlardan bile aşağıdır: çünkü o, belâ ve gam sermayesidir,
 4650, Kur'ân'da bu çeşit kişilerden bahsedilirken «Taştan da katı» denmedi mi?
«Taştan» dendi, «Su kaynar da» bu çeşit adamdan, kötülükten başka birşey meydana gelmez,
Karadaki, topraktaki yılan hayvandır da denizdeki balık, adetâ gökteki melektir,
Ama yılan balığı, sanki denizde bir insandır; hasılı insanın iki sıfatı, savaşır - durur, bu yüzden de insan gamlara düşer,
Balık sıfatı üstünse ona balık de; asıl ve öz, üstün olan sıfatla belirtir,
Özü, sıfat vasfeden: çünkü aslında pis mi, yoksa temiz mı, bu, insanın sıfatından belli olur,
Şeytan, kötü sıfatı yüzünden ziyankâr oldu: çünkü o, aslında kâfirdi,
Adamın yılan sıfatı üstünse, çirkin yılandır, ateş vasfı üstündür onda,
Nur vasfı gitmiştir ondan, ateş vasfı kalmıştır; gülün letafeti kalmamıştır onda,
tiken sertliği kalmıştır,
 4660, Hâsılı onda ne varsa, canı diri olan kişi, görür, bilir,
Can olan, can kesilen, ölüme zebûn olmaz; onun dalı, ebedî olarak yapraklarla, meyvalarla dopdoludur,
Gerçekten de yok olup giden, hayvan canıdır; sen de Allah'yla diril de ebedî yaşa,
Bedenle diri olan can, sonunda mutlaka ölüp gidecektir,
Varlığı uykuyla, yeyip içmekle olduğundan, ölüm çağında alt - üst olur - gider,
Mum ışığı gibi söner; çünkü ışığı, beden mumuııdandır,
O illetlinin, kendinden bir ışığı yoktur; ondan dolayı da yokluk kılıcıyla öldürüldü,
Güneşin ışığı kendindendir de onun için kaynak gibi boyuna coşar - durur,
Onun ışığı fitille, zeytin yağıyla değildir; bu yüzden de her ev, onunla aydınlanır,
Hiçbir yel söndüremez onu; çünkü kimsenin buna gücü yetmez,
 4670, Vahye mensup ruh diri kalır; o, bu daima - duman kalıpla diri değildir,
Peygamberler, böyle ruha sahiptirler; o yüzden cesetsiz de diridir onlar: kimse uyandırmamış, yakmamıştır ki onu,
Hayatları, tümden Allah'dandır; her zaman, yeniden yeniye bağışlar elde ederler,
Bir küpe benzeyen bedende denizdir onlar; gören kişiye, gündüz gibi meydandadır onlar,
Var olanlar da onlardır, yok olanlar da; dünyâya nur saçarlar, rahmet saçarlar,
Gönüllerde düşünce gibi yürürler; dillerde, boyuna, zikir gibi dururlar,
Balık, nasıl denizde, denizle diriyse, aşağıda, yukarda ne varsa, herşey, onların yüzünden diridir,
Allah'ın nuruna, bilgisine mazhardır onlar; halkın kötülüğünü de bilirler, anlarlar, iyiliğini de,
Çünkü varlıklarından yok olmuşlardır; Allah'dan özge varlıkları kalmamıştır; sırları,
Allah'dan nasıl gizli kalabilir ki?
Allah, gizli şeyleri bilir ama örter; her çirkin kişiye meyvayı saçıp dökmez,
 4680, Güzelin cilvesi, güzele karşıdır; çünkü güzel de canla - gönülle güzeli ister, Çirkine karşıysa kendini çirkin
gösterir; hattâ yüzünü kömürle karalar, Onu mahzun etmeyi istemez; bu yüzden de salına - salına yürümez hiç, Halayık,
efendisini diler, ona yaklaşmak, onunla buluşmak isterse; Gönlünü kapmak, kendine meftun etmek için, ona karşı
hünerini göstermez mi?
Hünerini nasıl olur da ondan gizler? Gizlemesi şöyle dursun, olduğundan yüzlerce kez daha fazla göstermeye çalışır,

CVI
Şeyhi inkâr eden, gerçekte şeyhi inkâr etmemiştir; şeyh onu inkâr etmiştir; şeyhin yanına gelmeyen de, şeyhin,
kendisini reddetmesi yüzünden gelmez, Şeyh, tepeden tırnağa keramettir; şeyhten bir keramet görmeyen, şeyhin
kerameti olmadığından görmemiş değildir; şeyh, o müridi istemediğinden kendi güzelliğini, kerametini ondan gizler,
Şeyh» «Allah'ın huylarıyla huylanın» hükmünce Allah sıfatlarıyla sıfatlanmıştır; «Gerçekten de Allah güzeldir, güzelliği
sever,»

Şeyh, müride cilvelenir; nasıl olur da aşağılık inatçıya cilvelenir; Aşağılık, alçak kişilere güzelliğini göstermez; cehennemliğe
cennet nimetlerini nereden verecekler?
Ben de ne söylüyorum? Zâti mürîdle şeyh birdir, eşektir onların bir olduğunda şüphe eden,
Bu, gerçekten, aynı cinsten oluştan meydana gelen bir meyildir; sen, öküzün atla yoldaş olduğunu gördün mü hiç?
 4690, Bu cins oluş da, dille değildir, akılladır; bil de kendini hayâlden, zandan kurtar,
Buğday cinsinden olan, şüphe yok ki buğdaydır; insanlarda da cinsi ,cinsiyle kopuşur,
Kimi garezsiz - ivazsız arayıp duruyorsan, şüphesiz olarak bil ki sen, osun,
Onun ta kendisisin; ondan ayrı değilsin; o denizde bir dalgasın adetâ,
Bu anlatış, bu sonsuz anlamlar, Bahâeddin Veled'den mirastır bana,
O, öyle biriydi ki, âlemde benzeri yoktu; o, insanların özüydü - özetiydi,
Bilginler, onun güneşine karşı birer zerreydi; arifler, onun denizinden birer katreydi,
Dünyâya, ona benzer kimse gelmedi; o devlet kuşuydu, geri kalanlarsa sinek,
Gönül ehli olanlar da devlet kuşuydular ama onun karşısında âciz kalırlardı,
Her padişah, her kutup, çok aradı, araştırdı ama onun hâlini - sânını kimsecikler anlamadı,
 4700, Öyle bir padişahlar padişahı değildi ki hâli - sânı, anlatılabilsin, dile gelsin, güzelce açıklansın,
Padişahlar padişahına da padişahtı, mertebesi, bundan da ötedeydi; övülüp anlatılabilmekten ileriydi, sınırsızdı,
Onu dille övmeye imkân yoktu, Övgü, ona nispetle, bil ki, yergiydi,
Övgü, bilirsen, ona sövgüdür; sen, eşekliğinden, tutar da denize katre adını takarsın,
Çünkü bu övgülerin hepsi de, öylesine bir denize nispetle, bir katredir ancak,
Padişahın karşısında tutar da, şahneyi översen, o övgü, padişaha karşı bir yergidir,
Benim dostum odur, ben de dostuyum onun; onunla düşüp kalkmaktayım, gönlümü alanım o,
Lûtrünun zerresini yüzlerce dünyâya değişmem; ayağının tozunu göklere vermem,
Hele kardeşlerimin içinde, anamdan doğunca babam, bana o padişahın lakabını takmıştır,
Nasıl öveyim onu? Bu işe girişmeyi kuruyorum, kendimi buna zorluyorum da kendimi de övüyorum sanma,
 4710, Ada, lakaba kapılıp yoldan kalma sakın; bütün bunlardan maksadım, o padişahtır ancak,
Ümmet, Ahmed'e beslediği sevgi yüzünden çocuğun adını Muhammed koymuyor mu?
Babam da, babasına beslediği sevgi dolayısiyle beni, o erenler padişahıyla adaş etti,
O, atalarından beri Belh şehrindendi; üstünlüğü, ne sayıya sığardı, ne sınıra,
Ünlü, ileri bilginler, onun karşısında, ırmak önündeki testilerdi sanki,
Onun sonsuz bilgisinin suyuyla, hepsi de beden ve can küplerini doldurmuşlardı,
Hepsi de karınca gibi, onun harmanının çevresine toplanmıştı;
hepsi de onun her çeşit bilgisine, hünerine muhtaçtı,
O, her hünerde deniz gibiydi; her bilgide tekti, eşsizdi,
Hiçbir bilgi, ondan gizli değildi; o, bütün üstâdların üstâdıydı,
Okumakla ,bellemekle elde ettiği bilgisi böyleydi: Allah'nın ona bağışladığı bilgiyi de artık sen kıyasla,
 4720, Erenlerin bildikleri bilgide de hepsi ona uymuştu; o bilgide de eşi yoktu,
Her mürîd, onun bağışıyla zamanın kutbu olmuş, rütbesi, Zuhal yıldızının bulunduğu göğü
 aşmıştı,
Erenler, onun kadehinin bir yudumcağzına iştiyak çekmedeydi: hepsi de onunherkese bağışladığı
 lûtufla ileri gidenlere katılmıştı,
Birgün, müridin biri, ona bir soruda bulundu da, a efendimiz dedi, a tek kutup,
Bâyezîd'le Cüneyd'in halleri nasıldı; ne yüzden halk, bunlara av oldu?
Bize anlat da bilelim: çünkü erenlere kavuşmayı arayan, dileyen kişileriz biz,
O, bir hoş güldü de naz yönünden dedi ki: iyi kişilerdi, niyaz ehliydiler
Bu sözü, öylesine söyleyip geçiverdi; hâlinde hiç bir değişiklik olmadı,
Sen şuna bir bak da, o padişahın yakınlığı ne derecedeydi, anla,
Öylesine olgun, öylesine ezelden ululuk sahibi erenler hakkında,
 4730, Rast gele, hâlinde hiçbir değişme olmadan, kolayca, iyi kişilerdi deyip geçiveriyor,
Kendindeki hâllerse bundan çok daha güçlü, onun ululuğundan hiç kimse, bir koku bile almamıştı,
Sözü de hepsinden üstündü onun, hâli de; inciler arasında değer biçilmez bir mücevherdi o,
Hepsi de yıldızdı, oysa güneş; hepsi de erdi, oysa Cemşîd,
Ululuğuna dâir bir hikâye dinle de porsumuş canın, solmuş bedenin tâzeleşsin,
Bir gün gezinmek için bir bahçeye gitmişti; orda bir kadınla birkaç genç gördü,
Gençler, aşkla kadına dalıp gitmişlerdi, kendilerinden geçmişlerdi: o da nazlanıp durmadaydı,
Kadın, onların yanıp erimelerinden öyle bir zevk alıyordu ki yere, göğe sığamıyordu,
O hâl Şeyh'e pek hoş geldi de dedi ki: Ey Hak, ululuğuna and olsun ki,
Benim kimim - kimsem, yalnız sensin: nasıl beden, canla diriyse, benim canım da seninle diri,
 4740, Sen de beni bu çeşit bir okşa, bana tecellî et de ben de derime sığmayayım,
Irmak kıyısında bu dilekte bulundu: bu dilekte ayağını diredi,
O, bu dilekte bulunur - bulunmaz, onun da gelişip güçlenmesi için ırmakta yeşil bir nur
 ışıldamaya başladı,
O geliştikçe nur, küçülüp azalmaya koyuldu: oysa ırmak kıyısında oturmuştu: nur, önünde
 yuvarlanıp dönmekte, o da onu seyretmedeydi,
Nur, âşıklar gibi ona hayrandı ;o da sevgililer gibi cilvelenmedeydi, nazlanmadaydı,
İki sevgili arasındaki aşk oyununa bak; ikilik yok, bu sözü bırak,
Allah'nın aşkı, kendinedir, başkasına değil; denizin dalgasına karşı bir saman
çöpünün sözü mü olur.

CVII
Velîler, Hakk'ın sırlarıdır; kendi sırrıyla aşk oyununa girişen, kendisiyle aşk oyununa girişmiş olur, başkasıyla değil,
Bu yüzden de yüce Hak, kendisiyle aşk oyununa girişir; netekim, esenlik ona , Musta fâ'ya , «Sen olmasaydın
gökleri, yeri yaratmazdım» buyurur, Yâni, ben ki Allah'yım, hikmetlerim, kudretlerim belirsin diye âlemi yarattım,
Hanî «Ben gizli bir defineydim, bilinmeyi, görünmeyi diledim de o yüzden halkı yarattım» buyurur ya; anlayışlı, akıllı
kişi, bilir ki bu iki sözün de anlamı birdir,

Ahmed'e bu yüzden, Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım;
Seni yaratmayı dılemeseydim, bir kıl bile yaratılmazdı;
Ne melek olurdu, ne insan; ne cansız olurdu, ne bitki, hayvan,
 4750, Peygamberler, haber çavuşları gibi halka senin vasıflarını bildirdiler,
Bizden sonra padişah geliyor; haberdâr olun da gelişini gözleyin;
Herkesin elini tutan, herkesin sığındığı zât odur; o, ne dilerse, Allah, onu yapar dediler,
Ay, onun buyruğuyla ikiye bölünmedi mi? Göğe ağıp da dilediğini bulmadı mı
Hikmet, bir kaynak gibi ondan coşup aktı da akıl da onu içip kandı, can da,
İnsanlara, daha yüzbinlerce şaşılacak şeyler gösterdi; bir - bir say - dur,
Duyup işitmekten âciz kalırsın; çünkü sıfatlarının sonu yoktur da yoktur,
Emin peygamberler, Allah'nın sırıdır; sır da seçilmiş kişinin gönlündedır,
Gönüldeki şeylerin özü-özeti değil midir sır; ibâdetten maksat, Allah râzılığını eldeetmek değil mi?
Herkes, kendisindeki sırla övünür; bu yüzden de onu gönlünde saklar,
 4760, Sır, padişaha benzer, geri kalanlar ordudur; bunu gönül ve ruhla bedene kıyasla,
Herkes, kendi sırrıyla sarhoştur; gönüldeki sır, ne yücelir, ne alçalır,
Bu bağdaki, bu bostandaki ağaçların hepsi de onun yüzünden diridir, meyvalarla dopdoludur,
Şu yücelik, alçaklık, bir görünüştür; o şarapla esriksen şu ikisinden de geç,
Bil ki bu birliğe iki sığmaz; rahmet denizinde zahmet yoktur,
Onun denizine dalda, bir gör; din yolunda gidersen tümden din kesilirsin,
Allah'dan bahset, ondan başkasından söz etme; çünkü hiçbir surette ondan ayrı değilsin sen,
Gözlerini aç, dünyâ şaşıyla dolu ama sen şaşı olma,
Sen onlara katılma, bir yana çekil; tertemiz kişilerin topluluğunun ardına düş, canla - başla yürü de,
Her solukta neşe ve gam dünyâsının ardında yepyeni bir dünyâ gör,
 4770, Gamla neşe birbirine zıddır da o yüzden ikisi de kalmaz, geçip gider,
Gam geldi miydi neşe yok olur; köle, hürlük yoluna nasıl, ne vakit girebilir ki9
Neyin zıddı varsa o, ebedî olamaz; bil ki zıt, zıddıyla yok olur,
Zahmet gelince rahat gider; kilit anahtarın zıddı değil midir?
Anahtar bulununca kilit açılmaz mı? Kilit, anahtar yüzünden yıkılıp gitmez mi?
Ölümle yaşayış yok olmaz mı? Zahmet, meşakkat gelince sağlık - esenlik gitmez mi?
Yağmur yağınca toz yok olmuyor mu? Derman gelince dert gitmiyor mu?
Buna binlerce örnek var ama haberdâr olan akla bu kadarı da yeter,
Akıllıya bir işaret kâfidir; gaflette olanaysa, ne kadar anlatırsan anlat, fayda etmez,
Bunun açıklanmasını arıyorsan, Hak, Kur'ân'da buyurmamışmıdır?
 4780, Mahşerde ne güneş vardır, ne zemheri; o dağılış âlemine iki zıt nasıl sığar?
Kıyamet, gerçekten de ebedîlik âlemidir; oraya zıt sığamaz; çünkü zıt, zıddını giderir, yok eder,
Hâsılı orda soğuk yoktur; ordakiler sıcak da görmezler,
Çünkü sıcak gelince soğuk gider; soğuktan da sıcak kaçar,
Bil ki kıyamet âlemine sığmaz bu; ebedîliğe yokluk nasıl eş olabilir'7
Kıyamet gününe yokluk yol bulamaz; o gün, ebedîlik günüdür o günün sahibi de Allah'tır,
Allah, Kur'ân'da böyle açıklar; «Din gününün sahibi» benim buyurur,
O gün gizli şeyler belirir; iyi yücelir, kötüyse rezil olur - gider,
Güzel olan çirkinleşmez; onun yurdu, ebedî olarak cennettir,
Erlerin yoluysa iyinin de ötesindedir, kötünün de; onların-yolculukları, adım
almaksızın kendilerinden kendilerinedir,
 4790, Onlar, ucu - bucağı olmayan engin denize benzerler; ama birseldde benzeye bedenden de
 gizlidirler,
Sen onların görünen bedenlerine bakma: tertemiz canlarını gör,
Gör de onların canlariyle diril; yokluktan, zevalden emin olarak ebedî yaşayışa eriş,
Ne mutlu onları görenlere, kendilerini de, yakınlarını da bırakıp gidenlere;
Bu çeşit kişi, Nuh gibi ruh denizinde dünden de - yarından da, sabahtan da -akşamdan da
 geçmiştir,
Kendi güneşini kendinde görmüştür; bundan sonra da ona, iyi nedir, kötü ne
Dünyâ bezentilerinden sıçrayıp kurtulmuş, nakşı - sureti olmayan yana ulaşmıştır,
Yüzü belirmeyen sevgilinin yüzünü, cansız, bedensiz, hem de iki gözüyle bakmaksızıngörmüştür,
Ayrılıktan baş çıkarmış, kavuşma denizine dalmış, o kavuşmada viizbinlerce nîmet elde etmiştir,
 4800, Kendini uçsuz-bucaksız bir deniz olarak görmüş, bedenden kurtulmuş, salt can kesilmiştir,
Sen de bir yoldasın ki bahtın o yolda sana yâr olacak; pılın-pırtını canla -başla o yana çekiyorsun,
Çünkü faydanı o yanda görmedesin; o yüzden de bütün yanları - yöreleri bırakıp o yanı
seçmedesin,
Benim sohbetimi canla - gönülle seç, kabul et de din âleminden haberdâr ol,
Ne diye canla - gönülle seç diyor, candan söz ediyorum?
Cananın sırrıyım ben; kimde o sır varsa, bilir ki o mâdenim ben,
O aradığın, her yana koşup aktardığın sevgili, o güzel, benim, ben,

CVIII
Kim Allah velîsiyse, gerçekten de onun varlığı - benliği kalmamıştır; gerçekten haberi olmayan aşağılık kişilerin zarurî
ölümlerinden önce, bu çeşit kişi, Allah'ın ululuğu karşısında ölmüş, tamâmiyle yok olmuştur «ölmeden önce ölün»
buyruğuna uyup var olmuş, dirilik bulmuştur; böyle kişi artık ölmez; ebedî olarak kalır; çünkü pis olan varlığı,
tertemiz buluşup kavuşma tuzlasında arınmış, baştan başa tuz kesilmiştir, Bütün âlem, bilse de, bilmese de,
böylesi şeyhin imindi olur; çünkü âlemin bütün hoşlukları, onun ışığındandır; netekim altın yaldız da altın
mâdenindendir ve kim altın yaldızlı birşeye yüz tutmuşsa, altından yüz çevirmemiş, gece - gündüz yüzünü altına
tutmuş, ona karşı yere kapanmış sayılır; fakat burdaki altın eğretidir sonunda solar, kalmaz, O halde Allah'ya
öyle kulluk etmek gerek ki sonunda ona ulaşılsın, Bu takdirde bilinir ki bütün âlem, Şeyhin mürididir; ne
yana yüz tutulsa, şeyhe yüz tutulmuş olur, ona kulluk edilir; bu, böyledir ama bilmezler,

Dünyâda hoşuna giden, bedenine canına esenlik veren herşey, bütün o hoşluklar benim;
nakşı-sureti bırak da yüzünü anlama tut,
Çünkü onların hepsi de surettir, can benim; onların içinde güneş gibi parlamaktayım ben,
Cisimlerin güzellikleri candan değil mi? Toprak, altın bulunduğundan dolayı maden olmuyor mu'?
 4810, Nakışlarla örtülmüşüm ama onların hepsi de benim nuruma âşık,
Hepsi de benden başkasını aramamakta; hepsi de bana doğru koşup gelmekte,
Onların parıltısında ancak ben varım; onların başlan, benim hevesimle dopdolu,
Göğün, yerin bütün zerreleri, iyiden - kötüden, sıcaktan - soğuktan ne varsa, gerçekte
Bana secde etmekte; gece - gündüz, hepsi de canla - gönülle beni anmakta,
Çünkü bu gölgede Hak nuruyum ben; kârım da ondandır benim, sermâyem de ondan,
Allah'dan hiç ayrılmadım ben; o coşkun denizin dalgasıyım adetâ,
Açık - gizli, ikilik yok; gerçekten de perdesiz olarak onunum, onun tecellisiy im ben,
Irmağın suyundan yüz testi su içsen, hepsi de aynı güzelliktedir, aynı akıcılıkta,
Her testinin suyu, susuza seçilmiş deva benim dese,
 4820, Sözünü canla kabul et; çünkü susuz, onunla suya kanmakta,
Su, önceden ,ırmaktan ayrılmadan hiçbir testiye girmez,
O tatlı, arı - duru, cana can katan su, ırmaktan ayrılmıştır,
Testiye girmiştir ama hassası, gene o hassadır; su, gene o sudur,
Ayrılık varsa da o dâva, anlam bakımından eğri değil, doğrudur, yerindedir,
Öyleyse, hiçbir zaman uçsuz - bucaksız denizden ayrılmamış olan,
Güneşin ışığı gibi o denizle duran, akıl gibi baştan yitmeyen o su,
Yerdeki halk da, gökdekiler de bana karşı yere kapanmakta derse, bu dâvası yerindedir,
Aklı başında olan hiç kimse, Allah'nın tertemiz nüm, Allahnın zâtından ayrıdır demez,
Sen de böyle bir nura, ayrı deme: seni yaratan odur, ayağına? baş koy da,
 4830, Başına bir sırdır, bağışlasın: her hayrına karşılık hayırlar versin, sevaplar ihsan etsin,

CIX
«İsteyerek, istemeyerek gelin» âyetinin tefsiri,
 «Hiçbir şey yoktur ki ona hamdederek
noksan sıfatlardan tenzih etmesin onu» âyetinin anlamı,

Allah, sen, canla - gönülle kabul edesin diye Kur'ân'da bunu anlatmıştır,
Buyurmuştur ki: Yer, gök, onlardaki herşey, küçük olsun, büyük olsun, düşman olsun, dost olsun,
Vahşî hayvanların, kuşların hepsi, bütün canlılar, bil ki ibâdettedir,
Sonra haddi - hesabı olmayan şu insan topluluğundan olanlar,,,
Bu topluluğun bir bölüğü Allah'ya niyaz etmekte, Allah'yı anmakta: bir bölüğü namazdan ayrı düşmüş,
Bir bölüğü hırsız: dîne, olmayacak şeyler karıştırmış: yol kesici,
Erkek, kadın, bir bölüğü de zina edip durmada,
Şunların işleri - güçleri, canla - gönülle itaat, ibâdet: bunlarınsa rahattan - huzurdan kaçış,
Bir bölüğü, dileyerek itaat etmekte, kullukta bulunmakta: bir bölüğüyse istemiyerek, zorla ibâdet
 etmekte: bundan da bir şey ummakta,
Eşsiz - önıeksiz şekiller meydana koydu: bir bölüğü tertemiz, bir bölüğüyse pis mi, pis:
 4840, Şeddad, Bel'am, Nemrud gibi kötülüğe, günaha baş - aşağı batmış - gitmiş,
O işte de pek beceriklidir onlar: herbiri, kötülükte kendisine uyulur, yolunca gidilir bir kişi kesilmiş,
Gönüllerinden kaabiliyet gitmiş: mayalarında hiçbir temizlik kalmamış,
Hak, bu köhne sarayda, güzelin de olmasını diledi: çirkinin de: rahatın da bulunmasını takdîr etti,
zahmetin de,
Kâfiri, hırsızı, hâini, gaddarı: mü'mini, temizi, iyi işlerde bulunanı:
Hepsini pergelsiz düzdü - koştu: hepsinin de, onun gücüyle işe güce koyulmasını diledi,
Bunun hikmeti, akıldan, vehimden uzaktır, bunu anlayasın diye söylemek isterim ama,
Korkarım, pek uzun sürer: bekleyen de bekleye - bekleye ölür - gider,
Bırakayım da sır yoluyla Allah söylesin: kapalı kapıyı açsın sana,
Hakk'ın söylemesi, daha faydalıdır sana: o seni ararsa kavuşmaya erersin,
 4850, Hırsızlığı, hainliği seçen, Yezîd gibi, seçkin kişilere kastetti,
O meydan, Allah'ya kulluk meydanıdır; o da dünyâda bu işi yapar,
Ama maksadı kulluk değildir; niyeti, yaşama hırsıdır, yaşama ümîdidir ancak,
Boğazına haram lokma sokmak için halkın malını zorla alır,
İyiler, binlerce rağbetle, binlerce istekle kulluk ederler; kötülerse hırsla, tamahla iş görürler,
O, Allah için ibâdet eder; buysa ancak kendi rahatını sağlamaya çalışır,
O, dileyerek itaat eder; buysa boyuna zorla, O, zevkle - şevkle kullukta bulunur, buysa
 zahmetlerle dopdolu bir halde,
Şu halde dost - düşman, halkın hepsi de baş eğmiştir, Hakk'a yüz tutmuştur,
Bu sebepledir ki cansız - canlı herşey buyurmuştur,
İyi - kötü, eğri - doğru, varlıkların herbiri, dilsiz olarak bizi, noksan sıfatlardan tenzih eder,
 4860, Dört unsur da bizi anar; neşe de bizim gücümüzle yürür - gider, gam da,
Sıkıp daraltmak da Hak'tandır, gevşetip ferahlatmak da; yürü, bunu Kur'ân'dan apaçık oku,
Hepsi Hak'tan, Hak'tan gayrı kim var? iki âlemde de herşey onunla diri,
Şiddetle zuhuru yüzünden gizlidir; bir şahsa benzeyen dünyânın bedeninde candır o,
Diri kişinin bedeninde can yok mu? Baş da canla yürür, ayaklar da,
Beden bahanedir, sen ondaki canı gör; toz tozarken yeli görmeye bak,
Akıllı, tozdan yeli görür de gönlüne hiç toz konmaz,
Böylece gökte, yerde herşeyi gören, gösteren akla sahip kişi, insanın bedeninde nasıl canı görüyorsa, onun gibi,
Rahmân'ın cemâlini görür,
Bu yüzden Bâyezîd, sırlar âleminde anlam incisini deldi de,
 4870, Bu dünyâda dedi, yerde, gökte hiçbir şey görmedim ki,
Onda, Allah belirmesin; dünyâ bize bir ayna kesildi,
Bu dünyâ aynadır; biz de ona bakmadayız; ne mutlu gelip de o aynaya bakana,
Sanatkârın sanatı, sana o aynada görünür; o aynada, apaçık sanatkârı görürsün,
Kişi, onu tanıyıp bilesin diye hünerini gösterir, sanat eserim meydana getirir,
Akranı içinden onu seçmeni, gizli - açık, onu övmeni ister,
Canla - gönülle onu istemeni, ona fazlasiyle meyletmeni diler,
Hak da, onu akıl gözüyle görmen için sanatını böylece gösterdi,
Bilgide eşi - benzeri olmadığını, ondan başka bir padişah, bir sahip bulunmadığını bilmeni diledi,
İstedi ki her zaman hayretin arttıkça artsın; bu düşünceyle başını, ayağını yitiresin,
 4880, Mecnun gibi halktan uzaklaşasın; Zü'n - Nün gibi boyuna sarhoş olasın,
Onun işlerine bakasm da her solukta canını - gönlünü onun yoluna döküp saçasın,
Ne yabancıdan bahsedesin, ne kendinden; onun yararı sana şerbetten de hoş gelsin,
Melhemden baş çekesin de yaralanmayı dileyesin; onun belâsından darmadağın olmayasın,
Onun zahmetini, definelere, hazînelere değişmeyesin; onun bakırını kimyaya bile vermeyesin,
Gamın, yüzlerce neşeyle satın alasın; onun tarafından yıkılmayla onarılmaya eresin,
Dert, dermandır; dertten kaçma; ey oğul, her solukta derdini arttırmaya bak,

CX
Dünyânın derman görünen hoşlukları, gerçekte derttir; tatlısı acıdır; güzeli çirkindir, Dünyâ ateşe mensuptur,
nura değil; sonunda da adamı, aslı olan cehenneme çeker; çünkü «Herşey döner, aslına varır,» Evliyanın durağı ne
cehennemdir , ne cenne t; ne tekim «Ger çeklik makaamında, gücü yeten padişahın katında» buyurur, Bir
kimse, padişahın yanına gitse, faydası için padişahtan bir beylik, bir mevki istese, bunun, padişahın değil, kendi
faydası için ister, Bu, şunun aksinedir: Birisi, bir güzele âşık olsa, ondan mal istemez; belki malını feda eder ona,
Güzelden isteği, kendi hayrı için değildir, dileği o güzeldir ancak, Şu hâlde zahitler, cehennem korkusundan, cennete
girmek sevdasından Allah'a ibâdet ederler; evliyâsa bunun aksine, Allah'a, Allah için ibâdet ederler,
Bedenini öldürmeyen, arıklaştırmayan, sonunda cehennem otu,
cehennem gıdası olur, insan, gerçekte candır ama kendini beden sanır,
Netekim Senâî buyurmuştur :
Sen cansın: kendini cisim sanıyorsun,
Sen ırmaksın; kendini testi sanıyorsun,
Asıl olan varlığını bırakmıştır da düşman olan yabancı bedene sarılmıştır;
beden ondan ayrılmayı diler; oysa gece - gündüz onu besler; kendisini aç - çıplak bırakır,

Şehvetin tadı - tuzu, bil ki acılıklarla, zahmetlerle dopdolııdıır; melhemide baştan başa tümden
 yaradır - beredir,
Bu dünyânın lezzeti, zevki ateştir; gül gibi görünür ama dikendir,
Bu dünyâ, tuzağa, yeme benzer; her neşesinin, her sevincinin altında yüzlerce gam gizlidir,
 4890, Kuş gibi sen de yem için tuzağa ayak bastın mı, muradına ermeden öldürürler seni,
Bu dünyânın güzelliği, aldatıcıdır; o yüzden de kâfir aldanmış, ona kul - köle olmuştur,
Kimde işin sonunu gören akıl varsa, boyuna ondan kaçmayı yol - yordam edinir
Elde bulunan zevki, anlam zevki için bırakır; elde edilecek nimetler için malı - mülkü terkeder,
Ne mutlu o kişiye ki âhirette esen kalmak için dünyâ zahmetini çeker,
Dünyâ zevki, veba gibi öldürücüdür; onun gamı da yok olup gider, sevinci de,
Gerçeğinde de bir fayda yoktur, alayında da; içinde bulunduğun ânı da evvelki zamanlar gibi
 geçip gitmiş bil,
Allah'ya harcanmayan ömür, yitmiş - gitmiştir; âhiretse gelip çatacaktır,
Ömrünü gafletle elden çıkardın da öylesine bir devletten mahrum kaldın,
Ömrün boyunca ibâdette bulunsaydın; âhiret için ekin ekseydin,
 4900, Dirildiğin zaman zenginlerden olur, cennette hoş, neşeli bir halde esenleşirdin,
Yarlıgayış padişahından, bu dünyânın âhiretın tarlası olduğu rivayet edilmedi mi?
Yarın için bugün ekin ekersen, orda, iyi - kötü, ne ektiysen biçersin,
A sapık, değil mi ki ekmedin, ne de kötü yürüdün sen; ölümünden sonra nicolacak hâlin
Mahşer günü, yaptıkların sana gösterilince, o soru çağında cevâbın ne olacak
Kötü işin karşılığı azaptır; bu çeşit kişinin yeri - yurdu, ebedî olarak cehennemdir,
Namaz ve ibâdet ekinini eken temiz kişinin durağı, cennetin baş köşesidir,
Burda varlığından, benliğinden ölen kişiyse, bu ikisini de yurt edinmeyi boş verir,
O, cehennemede aldırmaz, cennete de; o, Hak'la Hak olmuştur; Hak'ladır o kişi,
Başsız - ayaksız Hakk'a koşar; çünkü Hak'tan başkasını aramaz, dilemez,
 4910, Kullara padişahtan gelirler vardır; baş çekenlereyse hırsız gibi dara çekilmek,
Ey anlayış bilen kişi, kul varlığından öldü mü, ondan ebedî yaşayışa kavuşur
İnsan tuzlaya düştü mü, tuz olur - gider; o artık hayırdan da kurtulur, serden de,
Onda, varlığından bir damar bile kalmamıştır; iyiliği gitmiştir, kötülüğü de yok olmuştur,
Tepeden tırnağa tuz kesilmiştir; bana inanmıyorsan bir tad da gör,
O, nefsinden ölmüştür: onda Allah sevgisinden başka herşey yok olmuştur,
İş de bitmiştir, işi yapacak olan da; nura karşı karanlıklar nasıl kalabilir ki,
Herşey, yokluğa dönüşmüştür; varlık da ondan görünmededir artık, varlığı belirtenler de,
Buyruğu, var olanlara böyle gelir çatar: vaadedildiği gibi var olanlar da yok olur - gider,
Onun yalımı beni yakıp yandıralı, bende sevgiliden başka bir varlık kalmadı,
 4920,Ben olmuşumdur, kalan,onun zâtıdır ancak:bundan böyle de kendi kendisininsâkiysidir o,
Evde ev sahibinden başkası yok: başkasının varlığından hiçbir emare görünmez,
Ulaşanlar, gerçekte böyle olurlar da dâvaya kalkışırlarsa onlardan bu dâvayı güden Hak'tır,
Velîler, o denizde bu çeşit, ben'den de ayrılmışlardır, biz'den de
Değişmeyi kabul eden, bil ki candır; kandile ışığın gıdası, zeytinyağıdır,
Vahye, ilhâme kaabiliyeti olan, candır, beden değil; onun denizine karşı beden testisini kır gitsin,
Ne mutlu, canın yüzünü görene, inatçı bir düşman olan bedenden kurtulana,
O, kendini bulmuştur, can olduğunu görmüştür; bedenin, kurbanlık bir hayvan olduğunu
 anlamıştır,
Allah buyruğuyla onu kurban edene, şüphe yok ki Kur'ân'ın sırları ilhanı edilir,
Kim bedenini öldürmezse beden öldürür onu: kâfirler gibi de cehenneme sürüye - sürüye
 götürür,
 4930, Cansan niçin bedenden bahsedersin; ne diye her solukta onun dileğini araştırır -
 durursun;
Yağlı - ballı şeyleri düşmanın önüne korsun; o köpek huylunun ayıya dönmesini istersin;
Kendi dostunu bir arpaya bile almazsın? Eşek değilsen yemeği dosta ver, onu doyur,
Sevgilinin, dostun yemeği hikmettir, bilgidir; onlardan başkası onca yemdir, tuzaktır,
Herşeyin, kendi cinsinden gıdâlanması gerek ki o gıdayla gücü kuvveti artsın,
Bedenden de geç, bedenin gıdasından da: değil mi ki cansın, can gıdâsıyla geçin,
Arı - duru su olduğun hâlde testiyim deme; hâlis şarapsın, küpüm diye söylenme,
Dostla aşk oyununa giriş, postla değil: tersine iş yapan, kâfirin ta kendisidir,
Asla giden kişiyi asıl olarak bil: beden, nerden can âlemine yol bulacak'?
Can temizdir, temizliğe gider: bedense toprağa mensuptur, toprağa kavuşur,
 4940, Herşeyin parça - buçuğu, aslına varır, ulaşır: eşek beden, Mesîh gibi can olamaz,
Altının lâyığı altındır, aşağılık bakır değil: melek ol da göğün yücelerine ağ,
Şeytana, göğe çıkmaya yol yoktur: meğer ki melek huyuyla huylan,
Temiz ol da temizlere var: korku nedir, bilmeyenler gibi pislikte oturup kalma,

CXI
İç temizliğini sağlayan su , şeyhtir; pisin suyla temizlenmesi gerektir, En önemsiz görünen zanaatlar,
sanatlar bile ustasız, hocasız elde edilemez, Yüce Tann'yı tanımaksa işlerin en gücü, en yücesidir; onun üstünde
birşey yoktur, nasıl olur da kendiliğinden elde edilir? Yüce Allah, o iş için de hocalar belirtmiştir ki onlar da,
esenlik onlara, peygamberlerdir, erenlerdir, Onlar olmadıkça o işi hiç kimse elde edemez kolay değildir o iş,
Ustasız bilen, pek azdır, pek azla da hüküm verilemez, O pek az erişilen durağa eren kişi de başkalarına öğretmek
için o durağa ulaştırılmıştır, İster gayb âleminden, ister üstaddan öğrensinler, öğrenenler, muratlarına erişmiş
olurlar, Ama ulaşan mürîde de, şeyhe, sen hangi şeyhten muradına erdiysen ben de gider, ondan muradıma
ererim, senden değil demek de gerekmez; bu, ben peygamberden, yahut şeyhten bunu kabul etmem, onların
buldukları yerden isterim demeye benzer ki bu çeşit bir düşünceye düşen, kâfir olur, Bu, şuna benzer: Birisi, bir
mum yakmı ş tı r ; ba şka sı da bi r mum yakmak istemektedir; fakat, mumunu bu mumdan yakmam; senin
yaktığın yere gider, ordan yakarım der, Bu söze gülünmez mi?

Şeyh seni tertemiz eder: ona yapış: değil mi ki pissin, böyle bir ırmağı bırakma,
Kir, pislik, suyla arınır: kirli, pis olan, suya girdi mi, arınır,
İnsan, bir sanatı kendiliğinden belleyemez: yanan bir mum yakılmadıkça mum yakılamaz,
Sönmüş mum, yanan mumdan uyanır; ona varmadıkça sönük kalır,
Sanat nurdur, sanatkârsa muma benzer: ustanın çevrini çek anlamsız lâfı bırak,
Ustasız, kendi kendine bir sanatı elde eden kişi nâdirdir,
 4950, O nâdir yetişen de, ancak onun yüzünden o sanata gücün yetsin diye yetişmiştir,
O sanatkâr, terzi bile olsa, ne derse onu yap, onu sök - dik,
Terziliği öğrenip onun gibi has libaslar dikinceye dek ona uy
O işi vasıtasız olarak bilen, dünyâdakiler içinden seçilmiş bir erdir,
Onun yüzünden o sanatı öğrenen, insanlara ondan da daha iyi elbise diken kişiyi de,
Onu aynı bil, hattâ daha üstün say: çünkü o sanatta hem olgundur o, hem düzgün,
İlk usta bundan iyiydi: şimşir ağacının yanındaki ödağacına benzerdi deme,
Bir mumdan yüz mum yakılsa, birbiri ardınca, hepsi de bir yerde toplansa,
Sonuncusunu da birincisi bil; çünkü ikisi de yanlışsız, kuşkusuz aynıdır, birdir,
Mumunu ister sonuncudan yak, ister ilkinden; farkı yoktur, bunu böyle bil,
 4960, Mumunu, onuncudan ) aksan da birincisinden bir farkı yoktur,
Çünkü bilmen gerek ki her ikisinde de aynı ışık var; ikisi de karanlık geceleri aydınlatır,
Şeyh'ten feyzalıp erişen her mürîd, gönül ışığını can gözüyle görmüştür,
O mürîdten de bir başkası feyzalır; kendi benliğinden geçip Allah'ya doğru yol alır,
Böylece yüzbinlercesi, birbirinden uyup perdeyi geçse,
Sen, akıl gözüyle bak da hepsini bir gör: böylece de o bakış, o görüş, seni bilgisizlikten satın alıp
 kurtarsın,
Işık padişaha benzer, mumsa bineğe: ışık ay gibidir, munısa gece gibi,
Mumlarımız, sayı bakımından çoktur ama hepsi de aynı sıfattadır,
Mumu bırak da ışığa bak; ışık olduysan da var, yürü, aydınlıkta otur,
Mumların suretleri, yolunu keser senin; o suretler, dîninin de düşmanlarıdır, aklının da, canınında,
 4970, Ne mutludur suretlerden kurtulan, böyle bir tehlikelerle dolu kuyudan sıçrayıp halâs olan,
Böyle kişi, anlama yüz tutup yol almış, kavuşma durağına doğru uçup gitmiştir,
Anlamı seçenin gözü açıldı: nakışta - surette kalan kör oldu - gitti,
Önüne ön düşünülmeyen demde hepimiz de anlamadık; kim bunu bildiyse dâvadan kurtuldu,
Asıl olan anlamdır: hepimiz bir asıldan olduğumuzdan da kavuşup buluşmayı istemekteyiz,
Suretlerde birkaç gün konuğuz: sonunda can oluruz, çünkü canız biz,
Beden eğretidir ama hoş gelmiştir sana; ama can, bu takdirde aslıyla nasıl esenleşir?
Can, eğreti bedende esenleşince kâra da aldırış etmez oldu, sermâyeye de,
Bu takdirde boyuna oturduğu o eski durağına, asıl yurduna nasıl varabilecek?
Nasıl o aman yurduna varıp rahata erecek'? Söyle bana,
 4980, Ruh suya benzer, bedense testiye; suya ırmak, testiden daha iyi gelir,
Su, testide hoş, tatlı bir hale gelir ama bil ki ırmakta, ondan yüzlerce kez daha hoştur, daha tatlı,
Velîler, bedendedirler ama gerçekte bedenden dışardadır onlar: az görünürler ama herkesten çoktur onlar,
Ayrılık âleminde, tam buluşmadalar onlar; çift görünürler ama tektir onlar,
Ebedî olarak hepsi de Hak'la biledir: bilgileri, kitaptan, sahîfeden değildir,
Onlar, burdayken o âleme ulaşmışlardır: sırlar, gözlerinin önüne apaçık serilmiştir,
İki âlemde de Allah naipleridir onlar; önde gidenlerdir, yücelerdir, kılavuzlardır onlar,
Sözleri Allah'dandır, kendilerinden değil; onların önünde ne iyiden bahset, ne kötüden,
Allah var oldukça vardı onlar: var oldukça da var olacaklardır o dervişler,
Halkın da bilgileri vardır ama asıl bilgi, bilgiyi verenden nasıl ayrılır ki?,
 4990, Allah velîleri, Allah sırrıdır; sırrın, sır sahibinden ayrıldığını kim gönnüştür?
Hepsi de, denizin dalgaları gibi denizledir: ama zâtının vasfı, lûtfa, kahra benzer,
Onlara karşı melek de kuldur - köledir; peri de kapıcılardır onların, şeytan da, insan da,

CXII
Var olanların bedenleri, gökteki, yerdeki varlıklar, bütün bezentiler, görünen şeyler, gayb âleminin, anlam ülkesinin
perdesidir, Ama bu perde, yabancılara gerilmiştir, velîlere değil, Ham Nil ırmağının suyu gibi; Sıbtîlere suydu,
Kıbtîlerin ağızlarında kan, insanın eli de dosta okşayıştır, melhemdir, düşmanaysa gürzdür, yaradır, Şimdi
âlemin bütün parça - buçukları, yedi organın, canın aracı olduğu gibi Hakk'ın aracıdır; Hak'la hoş olan kişilere onlar
da hoştur, Hak'la hoş olmayanlara onlar da hoş değildir,

Varlık alemindeki bütün cisimler, dostlara değil, Allah düşmanlarına perdedir,
Bu nakışlar, bu suretler, görüş ehli olana gayb âleminin nakışları, suretleridir,
Tapıdan sürülmüş, gönül gözleri kör olanlar, bu balçık âleminde kalakalmışlardır,
Bu gayb suretlerinden, bu nakışlardan bir eser bile göremez onların gözleri,
Nil, Sıbtî'ye su değil miydi: ama Kıbtîye, öfkesinden kan olup durmaz mıydı?
Hani, sevgiliyle hoş olan kişinin, başkalarını görünce yüzünü ekşitmesi gibi,
Hani padişahın haber çavuşu, padişah tarafından adamlara, bir iş buyurmaya gider ya;
 5000, Padişah, yolladığı kişilerden memnunsa çavuş, onların önünde başını yere kor,
Yüzlerce gönül alçaklığı gösterir onlara; yakınlarına gösterdiği lütfü, sevgiyi, onlara da gösterir,
Ama padişah, onlara kızgınsa, o da, nefretle, kinle dolu olarak gider,
Kurt gibi onların kanına susar; onlara kılıçla, gürzle varır,
İşte, azından - çoğundan, yücesinden - aşağısından, göğün, yerin bütün parça - buçukları,
Hak katında çavuşlara benzerler; hepsi de canla - gönülle Hakk'ı gözetir,
Hak, herkesle nicedir; kime cefâ edecek, kime vefa gösterecek
Onlar da, o kişiye karşı öyle davranırlar; birine ilkbahardır onlar, öbürüne kış,
Birine zehirdir onlar, öbürüne panzehir; birine lûtuftur onlar birine kahır,
Birine ateştir, öbürüne nur; birine şeytandır sanki, ötekine huri,
 5010, O dâima diri, sanki bir kişidir deyaratılışı, ardındaki gölgesi
Gölge nerden kendiliğinden hareket edecek? Gölgenin oynayışım, gölge sahibinden bil,
Sen, Âdem gibi has kişilerden değilsin de âlem, o yüzden sana yabancı,
Allah sana yabancı kesilmiştir de o yüzden yerle gök, senden çekinmededir,
Dağdan, çölden, ırmaktan korkup duruyorsun ya; hâinsin de o yüzden kahırdan korkmadasın,
Yılan, mağarada, makbul olmak için Rasûl'ün huzuruna ziyarete gelmedi mi?
Süleyman, karıncaların yuvasına yaklaşınca küçücük bir karıncanın sözünü duymadı mı?
Hani karıncalara, padişahın, ordusunun atlarının nallarından sakının demişti,
Hannâne direğinin sesi de bilinmektedir; hani ayrılıktan ıztırâba düşmüştü, inlemişti,
Bundan önce direğin hikâyesini, nasılsa öylece anlatmıştım,
 5020, Ebû Cehl'in elinde, kırık - dökük taşlar, Peygamber'ın peygamberliğini, akıl - fikir sahibi insanlar gibi
 ikrar etmedi mi?
Avucundaki her taşın sesini yakın da işitti, yabancı da: imanlı da duydu, imansız da,
Hani o gece iki haftalık Ay, Ahmed'in işaretini görüp anlayınca ikiye bölünmüştü,
Sopa, Kelim'in elinde yılan olmadı mı; bilgili köpek, Kehif Ashabına katılmadı mı?
Yer, Kaarûn'u, o aşağılık kişiyi, Musa'nın buyruğuyla bir lokma gibi yutmadı mı?
Ateş, Halil'e gül bahçesi kesildi; herkese kılıçtı, ona zırh oldu,
Allah, Kurân'da bunun gibi çeşit - çeşit mucizeler andı,
Yeryüzünün de, yedi göğün de zerreleri, tümden, Allah'ya kuldur - köledir,
Boyuna Allah râzılığını elde etmeye çalışırlar; düşmana karşı arslan gibi coşup kükrerler,
Dosta bal gibi yumuşarlar; düşmanaysa cehennem gibi azap kesilirler,
 5030, Yürü, Allah rızâsını elde et de hepsi de candan - gönülden kul olsun sana,
O zaman hepsi de dost olur, eş olur sana: artık ne kaplandan korkun kalır, ne arslandan,
Kim Hak'tan korkarsa, aşağı - yüce, bütün yaratılmışlar, ondan korkar,
Birisine Allah dost oldu mu, başkalarından yarar mı gelir ona','
Arslan, korkusundan, binek olur ona; yüzünü gördü mü, yere baş kor,
Allah yardımı, ona yoldaş oldu mu, ona ne bir hatâ erişir, ne ziyana girer o,
Allah'ın seçilmişi olan kişiye kul da itaat eder, padişah da,
Korkanlar, Allah'dan aman bulurlar; korku, eziyet, belâ, emîn olanlaradır,

CXII
Allah'dan korkmak, ulu bir duraktır; «İhlâs sahipleri pek büyük tehlikededir» denmiştir, Fare, arslandan hiç
korkmaz; farenin korkusu kedidendir, Dünyâ ehli fare sıfatlıdır, Allah'dan korkma mertebesine erememişlerdir, Onlar,
kendi cinslerinden olan şahneden, asesten korkarlar, Akıl, bu dünyânın terâzisidir; akılsız adamda anlayış
yoktur; pisi temizden ayırd edemez, Akıl da, yalnızca herşeyi ayırd edemez, meğer ki Hak derdi, ona yardımcı
ola, O dert, akla, doğru - düzen ayırd ediş kaabiliyeti verir de böylece Allah'ya varan yolu aşar, kavuşma
durağına erer, Dert, âhiret dilemek, Allah'ya kavuşmak için aklı kendisine araç edinir,

Velîden başkası, nerden Allah'dan korkacak'? Bir karıncacık, ejderhâdan korkmayı ne bilsin?
Fare, kedinin önüne kahramanca gidemez; ama arslanın karşısına korkmadan gider,
 5040, Pis fare kediye lâyıktır; inatçı arslan fareye saldırmaz,
Halk, şahneden, asesten korkar; Hak'tan korkansa eşi bulunmayan kişidir ancak,
Öküz adamdan, yahut süt emen çocuk, yılandan, akrepten korkar mı hiç;
Kimin aklı fazlaysa korkusu da fazladır; bilmeyen kişiyeyse melhem de birdir, yara da,
Korkmak, ürkmek, aklın işidir; aklı olmayanın iyiden, kötüden haberi bile yoktur,
Akıl gerek ki onların arasından aşağılık kişiyle yüce kişiyi ayırd etsin
Ama aklın ayırd edişi de tam değildir; çünkü derdi olmayan akıl, hamdır,
Akıl, dertle eş oldu mu, ondan sonra onun re'yi sağlamlaşır,
Dertsiz akıl, dünyâya kılavuzdur; ama derde düştü mü, âhiretin Hayder'i olur,
Akla, beğenilen yolu seçecek gözü, görüşü veren, derttir,
 5050, Böylesi akıl, boyuna Allah'yla meşgul olur; boşboğaz, kötü işli nefse eş olmaz,
Aşağılık himmeti yücelir; ne padişahtan korkar artık, ne validen,
Göğün yücesinde meleklerle uçar; her solukta yeni bir bayrak açar,
Aşk mushafını candan okur; onun bildiğim kim bilebilir, kim anlayabilir ki?
Ebedî saltanata nail olur; mekân âleminde mekansız padişah kesilir,
Böyle olur ey can, belki de yüz misli olur; onun hâli sözle anlatılamaz ki
Köpük, denizi belirtebilir mi; çünkü o, arı duru suya perdedir,
Su kuşu, ancak suyu ister; çünkü topraktan azaba düşer o,
Balıkların yatakları sudur; su onlara hem şaraptır, hem meze,
Dünyâ şeker kesilse, değil mi ki su değil, onlara zehir olur,
 5060, Velîler balıklardır, Hak'sa deniz; onların yerleri - yuvaları, dâima denizdir,
Denizden başkası onlarca «La» dır, «La» dan sonra duraklarıysa «illâ» dır,

CXIV
İstek ikidir, yol da iki, Allah ondan razı olsun, Seyyid Burhâneddîn-i Muhakkik'a, yolun sonu var mıdır, yok mudur
diye sordular, Buyurdu ki: Yola son vardır ama durağın sonu yoktur, Çünkü gidiş ikidir biri Allah'ya gidiş,
Allah'ya giden yolun sonu vardır; çünkü bu,
varlıktan, dünyâdan ve kendinden geçiştir; bunların hepsinin de sonu, bitimi vardır; ama Hakk'a eriştin mi, ondan
sonraki gidiş, Allah'yı tanımak hususunda,
Allah bilgisinde; o tanıyışın sırasında gidiştir ki buna son yoktur,

Bil ki yolun durağı Hakk'a ulaşmaktır; ama bundan sonra o ulaşmada sonsuz bir yol var,
Yol iki çeşittir: Biri kendinden, varlığından geçmektir; bu çeşit yolun sonu, sınırı vardır,
Çünkü bedenin varlığı sınırlıdır; bu varlık dünyâsının sonu vardır,
Duraklar yolununsa sonu yoktur; gönül yolu, bil ki sonsuzdur,
Kendinden geçmenin, şu yokluk âleminden sefer etmenin imkânı vardır,
Ama ölümsüzlük yurdu olan o duraktan geçmeye imkân yoktur, çünkü orası, Allah'ya ulaşmak durağıdır,
Karada yol da meydandadır, yolun durağı da; ama denizdeki yolun belirtisi görünmez,
Kavuştuktan sonraki gidiş, bir başka şekildedir; kavuşup buluşan kişinin gidişi gizlidir, neliksiz - niteliksizdir,
 5070, Önce Allah'a doğru yol almadaydı; şimdiyse yolu - yordamı, Allah'a kavuşma âlemindedir,
Kavuşanların gidişlerini şöyle bil: "Her gün bir işte" âyetini işitmedin mi?
Onların zahirleri, adetâ Hakk'ın gölgesi oldu ya: tertemiz canları da Arş'ın sırrı kesildi,
Gölge, kendiliğinden oynamaz, adam oynadıkça oynar; gölgenin iyiden-kötüden ne haberi var?
Onların gidişleri, ilerleyişler, Hak'la olduğundan, soluktan soluğa da Hak'tan ders alırlar,
Velînin iyi hareketi de Allah'dandır, kötü (görünen) hareketi de: gölge ne yaparsa bil ki adamın
 yaptığı harekettendir,
İki âlemi de yaratan, bu sebeple Kur'ân'da «Attığın zaman sen atmadın» buyurdu,
Kendini gören kişi, bu sözden uzaktır, anlamaz; kapkaranlık nefis, bu nura zıttır,
Halka göre bu söz, olmayacak bir sözdür; ama âşıklara göre de hâli anlatan bir söz,
Aşık kişi anlar bunu: akıllı kişi, burda ahmaktır,
 5080, Akıl, bu dünyânın mimarıdır; aşksa dükkânın yıkımıdır,
Akıl, perdeyi arttırır; aşksa perdeden dışarıya çıkar,
Akıl, ad - san, namus ve şeref bağına bağlıdır; aşksa ayıpla, arla bağdaşır,
Akıl baş olmayı, başa geçmeyi ister; ama aşk, her kula - köleye toprak olur, yere döşenir,
Aşıklara töre, yol - yordam, toprağa döşenmek, varlığa toprak saçmaktır; onlar
elbiseye de aldırış etmezler, süse - püse de,
Onların tümü, tacirlikten, zenginlikten kaçar; tümü de mala, dükkâna düşmandır,
Kimi esrikliğe düşerler, kimi alçalırlar; her an varlıktan utanırlar,
Canla - gönülle yokluğu ararlar; salına - salına sevgiliye doğru giderler,
Can gibi gözden gizlidir onlar; meleklerle gökte seyrandadır onlar,
Bedenleri görünür ama canları, Ay'dan da nicelerdedir,
 5090, Hepsi de birbirini bilir; binlerce kişi olsalar, gene de canları birdir onların,
Halkın gözüne görünmezler, perde ardındadır onlar; yaratanın katındaysa pek sevgililerdir onlar,
Halk, onların parıltısını görseydi; aşklarını canla - başla satın alırdı, onlara âşık olur giderdi,
Halk, ırmak gibi denize akıp gitmediğindendır ki boyuna şu topraklığı araştırır - durur,
Allah velîleri gizli olduğundan da halk hep bu dünyâya aldanır - gider,

CXV
Velîlerin âlemi görünseydi küfürle îman bir olur, kâfir kalmazdı, Bu söz, birisine aykırı gelir de, Peygamber herkese
kendisini gösterdi; neden Ebû - Zerr'le Ebû -Cehil bir olmadı derse deriz ki: O kendini göstermek, kaabiliyeti
olanlara göredir; çünkü Peygamber, güneş gibidir, iyiyi de aydınlatır, kötüyü de, güzeli çirkinden ayırır; netekim
kıyamette iyi ve kötü meydana çıkar, «O gün yüzler ağarır, yüzler kararır» buyurulmuştur, Ama dünyâda bunlar
gizlidir; sebebi de dünyânın gece, âhiretin gündüz oluşudur, Herşey geceleyin gizlenir, gündüzün meydana
çıkar, Görünmek şuna benzer: Güneş, taşı değerli mücevher yapar, onun lâ'l olduğunu gösterir, Ama göremeyenlere o,
gene taştır, Bilenler taşı la'iden, boncuğu inciden ayırd ederler, Bu görünüş, kaabiliyeti olanlaradır, reddedilmişlere
değil,

Onların biri, halka yüz gösterseydi, dostla düşman hep bir olur - giderdi,
Yabancı olanlar eş - dost kesilirlerdi; dostla düşman, hep bir olur - giderdi,
Ebü'l-Hakem, nerden Ebû-Cehl olurdu'? Bütün güçlükler kolaylaşır, kolay görünürdü,
Heryer, gül bahçesi olurdu, tiken kalmazdı; hiç kimse yabancının, dosta eş olduğunu görmezdi,
Ruh, cisimsiz olarak tek kalırdı; ad konacak kişiye nerden bir ad bulunabilirdi ki?
 5100, O âlem, perdesiz olarak görünürdü; çünkü şirk, her yandan, her yerden silinir, her yan arınır, şirk kalmazdı,
Herkes, herşey,önceden nasılsa o hâle gelir tertemiz ruh olur, farktan-tuzaktan,düzenden
 kurtulurdu,
Gerekmeyen yok olurdu da lâyık olan, gereken meydana çıkardı, görünürdü,
Yaratılış, varlık perdesini Allah gerdi; onun ardından da çeşit çeşit halk meydana getirdi,
İyi - kötü, arı - duru, tortulu, temiz - pis, hepsi de perde ardında; ahmak kişiye gizli,
Böylece de her aklı yetmezin bunu anlamamasını,bilgisizliğin kökünden sökülmemesini sağladı,
Geceleyin göz, açık da olsa, o karanlıkta, kuzgunu doğandan seçemez,
Onca kurtla koyun birdir; kim arddadır kim önde, anlayamaz, tanıyamaz ki,
Ama mahşer gününde, iyi - kötü, çok - az, doğru - yanlış, hepsi de belirir,
Gece olan şu dünyâ ortadan kalkar; ondan sonra da artık iyiyle kötü bağdaşamaz,
 5110, Hepsi de birbirinden ayrılır; her cins, kendi cinsiyle kopuşur,
Tohumlar, yer altında aynıdır; çünkü halk gözünden gizlidir onlaı,
Ama neşir baharının Sûr'u üfurüldü mü, hepsi topraktan haşrolur,
Her tohumun sırrı meydana çıkar; iyiyle kötü birbirinden ayrılır, herkese görünür,
Bu halkın genç - ihtiyar, hepsi, kıyamette böylece mezarlarından çıkar,
Birisi bembeyazdır, öbürü simsiyah; bembeyaz kabul edilir, simsiyah sürülür,
Kâfirlere cehennem yurd olur, mü'minlere nimetler sarayı cennet,
Allah, kıyamette gizli şeyler meydana çıkacağından, kıyamete "Din günü,, buyurdu,

CXVI
Dünyâ gecedir, âhiretse gündüz; dünyâ ehli geceye mazhardır evliya gündüze mazhar, Gündüz, kimi mazhardan
kimi de mazharsız görünen birşeydir, Yüce Allah, kıyamete «Din günü» dedi; demek ki âhiret, gündüzdür; çünkü
aydın günde iyi ve kötü belirir; cehennemlik, cennetlikten ayrılır, Peygamberlerle erenler de gündüze mazhardırlar,
gündüz hükmündedirler; onların vücuduyla mü'min kâfirden, münkir, ikrar edenden ayırd edilir, Adem'in
vücuduyla iblis, meleklerden ayrıldı; bunun gibi Musa'nın vücuduyla Firavun ve ona uyanlar, İbrahim'in vücuduyla
Nemrud ve taraftarları, Mustafâ'nın vücuduyla Ebû - Cehil, Ebû -Leheb ve onların cinsinden olanlar ayırd edildiler, Dünya ve
dünya ehli gecedir; gece uyku getirir; bu sebeple de halk gaflet uykusuna batıp gitmiştir; çünkü dünya gecesindedir;
elbette uykuları da ağır olacaktır,

Bu dünyâ geceye, öteki dünyâsa gündüze benzer: bu, kış gibidir, ötekıyse bahar gibi,
 5120, Gece şarabının ölçüsü - tartısı yoktur: bu yüzden de gaflet uykusu ağırdır,
Gece sâkıysi halkı öylesine sarhoş edip sızdırmış, yıkakoymuştur ki,
Yüzlerce nâra atılsa gene uyanıp kalkmaz: kötülükle kendi kendinin kanını döker,
Onları ancak ölüm uyandırır: böyle kötü sızıştan kaldırıp akıllarım başlarına getirir,
Gece, şüphe yok ki herkesin uykusunu getirir: ot - otlak, sürüyü otlamaya sevkeder,
Geceyi uykusuz geçiren kişiyi, uyuyanlardan sayma,
O, önceden ölümü görmüştür: sana da dirilik gerek; onunla düş - kalk,
Âşık da yaratılmıştır ama canı, hakla bâtılı ayırd edenin nurudur, sırrıdır,
Onun sureti, büyük kıyamettir: kopacak kıyâmetse, küçük kıyamettir,
Bu kıyamette vergiler, bağışlar var: o kıyâmetse azap için, ceza için kopar,
 5130, Bu da, o da Allah nurudur, o yüzden de birdir: bu kıyamet, bilki ondan ayrı değildir,
İkisinin de yapacağı iş ayrıdır: ikisi de sırları meydana çıkarır,
İkisi de aydın güneştir: iyiyi - kötüyü, hem de değıştirmeksizin gösterir,
Bu halka, kalp akçayla geçer akça, karanlık gecede ayrı görünür,
Ama gece geçti de gündüz oldu mu kalp, hiç kuşkusuz rezil - rûsvây olur,
Mustafa gündüzdü de her gizli, onun yüzünden apâşikâr bir hâle geliverdi,
Ebû-Bekir aziz ve seçkin olmadı mı? Ebû-Cehil, hor, lanetlenmiş bir hâle düşmedi mi?
Herkese de onun, varlığın aslı olduğu, bununsa yoktan - yokluktan ibaret bulunduğu malûm oldu,
Bu bakırdı, oysa baştan başa altın: bu boncuktu, oysa değer biçilmez tek inci,
Ebû Cehil'den başka daha yüzbinlercesi, onun gibi cehennemlik oldu - gitti,
 5140, Yüz milyonlarca inananlarsa o seçilmiş Peygamber'in yüzünden cennet ehli oldular,
Buna ne son var, ne başlangıç; bunun sırrını yarın duyarsın benden,
Bunun sırrı, sen de bilirsin ki şudur: Sen beden değilsin; tümden cansın sen,
Mâden olduğunu bilmiyorsun da o yüzden altın kırıntıları gibi küçücüksün,
Özsün, tertemiz, terli taze öz: nakıştan, deriden geç de senden başka dost olmadığını gör,
Gözünü aç da kendine bak; iyiyi kabullen, kötüyü terket,
Çünkü iyi de sende yürür - gider, kötü de; ikisini ayırd et, iyice bil, ikisinin de aslı nerdendir, gör
 de herbirini aslından seç,
Ben de iyice arılayayım, bileyim ki gözün var, görüyorsun, dâima bütün iyiden kötüden haberin
 var,
Sen şimdi değil, ezelden beri Allah'yla eştin, dosttun, onunla bileydin,
 5150, Kendini görme, Hakk'a bak: gözünü hiç o tapıdan ayırma,
Ben de kendi yüzünü gördüğünü, ezelî sıfatlarından ayrılmadığını bileyim, anlayayım,

CXVII
Peygamberlerle velîlerin ve mü'minlerin nurları ezelîdir, Allah'yla hiledir, Sonradan oluş, sayı, onların
süretlerindedir, anlamlarında değil, Bu yüzden, esenlik ona, Peygamber, «Ben peygamberdim, Adem'se balçık
halindeydi» buyurur, Hepsi de Allah nuruyla diri olduğundan, birdir onlar onlara, onların nuruyla bakarsan,
hepsini bir görürsün; ama suretlerine bakarsan sayılı görünürler; netekim güneş, yüzbinlerce eve vurur, fakat ışığı
birdir, Bundan dolayı Mustafâ, Allah'ın salavâtı ona olsun, «Mü'minler bir nefistir» buyurdu; çünkü bu birlik,
onlara mahsustur; başkalarıysa görünüşte de sayılıdır, öz bakmından da, Sözgelişi, herkesin evinde bir
mum vardır birinin mumunun sönmesiyle öbürünün evi kararmaz; çünkü herbirinin ayrı bir mumu vardır,
Ancak mü'minlerin evlerinin ışığı güneşe benzer; battı, yahu tutuldu mu, bütün evler karanlık olur, Velîleri övmek,
gerçekte kendini övmektir, Netekim, Allah aziz sırrıyla bizi kutlasın, Mevlânâ buyurur:

Güneşi, öven, kendini övmüş olur,
Bu, iki gözüm de aydın, ağrımıyor, görüyor demektir:
Alemde ki güneşi yermek de kendini yermektir:
İki gözüm kör, görmüyor, kötü demektir,

Mustafa dedi ki: «Ben peygamberdim, yokluk âleminde bir defineydim,
Adem'se henüz balçık halindeydi: bense Allah'yla hemdemdim,
Allah vardı, o, var oldukça onunlaydım: onun sırrıyım: onun sırrıyım ben, bire iki deme,
Biz vardık, bu âlemse yoktu: bizim önümüze ön yoktu: Adem'se sonradan olma,
Âdem'in sureti balçıktandı, sonradan olmaydı: tertemiz nûrununsa evveli yoktu, ezeliydi,
Erlerin canları, Hakk'ın nuru olduğundan, Hak'tan başkasıyla esenleşemezler,
Güneşin ışığı yere vurur ama iyice şunu bil ki güneşten ayrılmaz,
O canlar, Hak nurunun saçıntılarıdır: onlar, Hak'tan ayrılamazlar,
 5160, Beden bakımından bu, bir erkek oldu, öbürü, bir kadın: ama hepsini de bir gör,
Biri Anadolu'lu oldu, öbürü Şam'lı: biri bilgin oldu, öbürü bilgisiz,
Herbirinin bir dili var, bir sesi, bir ünü: herbirinin Hak'la ayrı bir sırrı var,
Bütün bu sayılar, suretlerdedir: anlam âleminden olan, görmez,
Zıt oluş,eşit oluş,sayı, bunlar,suretlerdedir: bir olan Allah'nın zâtı, bu sıfatlardan münezzehtir,
Suretlere bakmayan boyuna anlama yönelir, anlamı götürür
Hâsılı o, perdesiz olarak bir görür de birden başkasını seçip âşık olmaz ona,
Güneşin ışığı binlerce eve vurur: evler yüzünden de sayılar belirir,
Ama aklı, bilgisi olan, ışığı ışıktan nasıl ayırır?
Yüz eve vuran ışık, onca birdir: çünkü onun dostu, kılavuzu akıldır,
Bütün Allah velîlerinin bedenleri de, ışıkla dolu olan o evlere benzer,
 5170, Bütün Allah velîlerinin bedenleri de ışıkla dolu olan o evlere benzer,
Hepsi de o nurla apaydındır: hepsi de o yüzden birdir, herbiri, birer Mansur'dur,
Allah, ışığını kendine çekerse, hepsi de ışıksız kalır, doğru yolu bulamaz,
Mustafa, hadîsinde bu sebeple onlara «Tek bir kişi» dedi,
Geri kalan halk, onlara benzemez: gen kalanların gönüllerinde Hak nuru yoktur,
Bil ki bunların canları, hayvanı candır, o çeşit can da beden gibi yok olur - gider,
Öyle can, bedenle diridir: vahye, ilhama mazhar olan can gibi ebedî değildir,
Vahye, ilhama mensup can, Hak erinin canıdır: çünkü o, dokuz göğü de
aşmıştır,
Hayvânî can, yemekle, içmekle, uyumakla gelişir: bu sebepler olmadı mı da
yok olur - gider,
 5180, Ölüp giden can, zâti can değildir: çünkü o, sevgilinin nuruyla aydınlanmamıştır,
Onun ışığı, kandil gibi bir sebebe dayanır: o ışık, zeytinyağına boş veremez,
Zeytinyağıyla, fitille diridir: bu ikisi olmayınca yok olur,
Bu çeşit canlar, bir değildir: çünkü onlar, nifakla, şüpheyle doludur,
Bir evin ışığı sönerse komşusu hiç gam çeker mi? Ne münâsebet,
Çünkü her evin bir ışığı vardır: bu ışık, öbürüne aldırış bile etmez,
O, bunun sönmesinden gamlanmaz: bunun yüzünden elbisesini, yenini - yakasını yırtmaz,
Bu, evi, kapıyı aydınlatan güneşle Ay ışığının tersinedir,
Dünyâ bütün sayvanları, bütün evleri, bu ikisinin ışığıyla doludur,
Bunlar tutulunca, evlerin döşemeleri, tavanları karanlıklarla dolar,
 5190, Bu yüzden de herkes, zora düşmüş, yoksullaşmış gibi gamlanırdı bu tutulma yüzünden,
Birleşme, birlik, bu ışıktadır: sebepten meydana gelen, ışık, bu sıfattan uzaktır,
Şu halde bütün canlar da bir değil: tam inanç sarayı nerde, şüphe sokağı nerde?
Vahye, ilhama mazhar olan can, Arş'a mensuptur: hayvanı cansa en aşağıdır, yeryüzüne mensuptur,
Vahye, ilhama mazhar olan can, Hak'la durur: onun varlığı, dâima Hak'ladır,
Herşey yok olur - gider, oysa durur, kalır: çünkü ona Allah sâkıydir,
Böyle bir toplum bin kişi de olsa, sayıdan geç, hepsini bir gör,
Sayılarını dalgalar gibi bil: onları bir denizden meydana gelmiş gör,
Dalga nasıl, ne vakit denizden ayrılır ki? ister yukarda olsun, ister aşağıda:
Bil ki dalgalar, denizin ta kendisidir: her tarafta oynar - dururlarsa da denizdir
onlar,
 5200, Bu sözü yorumsuz kabul et de Nil gibi akıp denize git,
Böylece de sonunda deniz, kendisine yol versin sana: gören bir inci hâline getirsin seni,
Solmuş - sörpümüş canını diriltsin: seni de kendi gibi ebedi kılsın,
Onun dostlarının safına giresin: kırıcılık - yıkıcılık yolunu seçmeyesin,
O rintlerin ellerinden şarap içesin de şu zindana benzeyen dünyâdan kurtulasın, O mahmurluk vermeyen şarapla
sarhoş olsun da sayısız zevkler, saralar süresin,
Dâima Hakk'ın tecellîlerini seyredesin; aynı zamanda başkalarına da bağışlarda bulunasın
Ey velîleri övmede tek olan, neden kendi çevrende dönüp dolaşmıyorsun sen? Her solukta evliyadan bahsediyorsun da
bir soluk olası, kendi yörene koşmuyorsun,
Elinde onların bağışlarından bir şey var ama bilmem ki ayran mı içtin, yoksa şarapla mı sarhoşsun?
 5210,Hâlis misk mi oldu, yoksa bir kokudan mı ibaretsin:arı-duru deniz misin, yoksa ırmak mı?
Sözle mi sarhoşsun, yoksa hâlle mi sarhoşsun, yoksa her ikisini de elde edemedin de bomboş mu kaldın'?
Gönlüne ondan bir cevap geldi; onlardan bahset, kendinden bahsetme dendi; Değil mi ki varlığından geçmişsin, yok
olmuşsun ııerden söyleyebileceksin kendini? Sen, o savlicanda bir topsun adetâ,
Sevgilide yok olmuşsun, kendinle nerden oyalanacaksın? Varlığından yok oldun mu, onunla var olursun artık,
Ayna gibi tertemiz oldun mu, artık nasıl kendinden bahsedebilirsin,
Sözün velîlerden olur, kendinden değil: çünkü sende ne iyi kalmıştır artık, ne kötü,
Aynanın yüzünde ne nakış vardır, ne resim; ama değil mi ki aynasın, bütün nakışlar, resimler, sende görünür,
Ama şunu da bil de yanlış söz söyleme, bu yolda, bu tarzda sözler söyledin,
Her velîyi ayrı - ayrı övdün, onların övgülerinde binlerce inciler deldin ama
 5220, Suyla dolu tulum gibi onlarla dolu değilsin sen; bulut nasıl yağmurla doluysa, Senin bilgi yağmurun da yüceden
gelmekte: aşağılık yeryüzünü yeşertmekte, Bilmen gerek ki gönül neyin cinsindense ona akar; yabancıya
dost muamelesinde bulunabilir misin?
Hayvanın gönlü yeşilliğe, bağa - bostana akar: insanın gönlüyse Rahmân'a kulluğa,
İbâdete meyil, cins oluştan meydana gelir; mü'minin canı, o yüzden ibâdete niyet eder,
Her solukta canla - gönülle, gerçek olarak, tertemiz bir hâlde hayırlarda bulunmayı, ibâdet
 etmeyi diler,
Kimi namaza, oruca meyleder, kimi oturarak, durarak Allah'yı anışa,
Hiç devenin, eşeğe meylettiğini gördün mü? Meyletse bile buna meyil denmez,
Böylesine meyil, geçicidir: gerçekte niyaz yönünden değildir bu,
Erlerin meyilleri, gerçekliğin aşırı bir hadde oluşandandır: aşk gerek ki aşka yönelsin,
 5230, Dervişleri seven kişi, şüphe yok ki onlardandır; mutlaka onlara katılır,

CXVIII
Dînin aslı Hak sevgisidir; bütün bilgiler, insanda sevgiyi meydana getirmek, varsa çoğaltmak içindir, Amelsiz sevgi fayda
verir ama sevgisiz amel fayda vermez; delîli de şu: Birisi, yaptığı suçları birgün, esenlik ona, Mustafâ'ya bir bir
anlattı, bir dereceye dek ki, Allah'ın salâtı ona olsun, Mustafâ, o sonsuz suçlara şaştı, Sonunda o kişi dedi ki: Yâ
Resûlullah, bütün bunları yaptım ama seni pek çok seviyorum, Mustafâ buyurdu ki: Değil mi ki beni seviyorsun,
bizdensin; «İnsan sevdiğiyledir; bir toplumu seven, onlardandır,» Sevgisiz amel fayda etseydi iblis, bunca
İbâdetten sonra reddedilmez, lânetlenmezdi, Amele, düzen, riya sığar ama sevgiye asla sığmaz, Söz gelişi,
birisi, birisine hizmetler etse, onun gönlünü alacak hareketlerde bulunsa, ona, karşı alçalsa, niyeti de onu kendisinden
emîn edip fırsat bulunca başını kesmek olsa, bilirsin ki bütün bunlar düzendir, Riyaya dayanan, garezlerle dolu
ibâdetler de bu hükümdedir, Veliler, bütün sırları bilirler, ama ehil olmayana bildirmeleri uygun değildir; uygun
olsaydı yüce Allah, kendisi, onlara, yaptıklarını belirtirdi,

Mustafâ buyurdu ki: Bir kimse, özü temiz olarak bir toplumu canla - gönülle severse,
Onlardandır; görünüşten geç; kâfir olsa bile onu mü'min bil,
Birisi, Rasûlullâh'ın huzurunda yalvarıp sızlanarak dedi ki: olmayacak şeyler yaptıran nefsin
elinden zahmet içindeyim,
Yalan - dolandan başka bir söz söylemiyorum; boyuna şarap içmeye, zina etmeye koşmadayım,
Hiçbir vakit namaz kılamıyorum; ibâdetin, Allah'yi anısın çevresinde dolanamıyorum,
Yediğim, içtiğim, hep haramdan elde edilen şeyler: suçsuz kişiye sövüyorum,
Tuttuğum yol hırsızlık, hainlik: hayır işi hiç mi, hiç düşünmüyorum,
Sayısız ayıp işlerim var; bağlanmaya, öldürülmeye, dara çekilmeye lâyıkım,
Seher çağından kuşluk vaktine dek bu çeşit sözler söyledi; hâlini tamamıyle bildirdi,
 5240, Sonunda dedi ki: Yâ Rasûlallah, yalnız gerçek olarak, tertemiz bir sevgiyle seni seviyorum,
Sana, senin Allah'na âşıkını ben: bu hevesle senin için canımı veririm,
Bütün o işler bende; ama bu söylediğim söz de dosdoğru, yalan yöne hiç yelip yortmuyorum,
Mustafa, bir an düşündü, ne demek gerek: huyu buydu onun,
Onun halini yönsüz - yöresiz âleme arzetti; sorusuna ne cevap gelecek; onu bekledi,
Derken o adamı tertemiz kişiler arasında gördü: vefa yolunun yolcularının safındaydı o,
Yüzünü o adama döndü de dedi ki: Ey arayan, senin hayrın, şer işlerinden üstün,
Değil mi ki bizi seviyorsun sen, bil ki bizdensin, iyi bir dostsun,
Çünkü îman, candan - gönülden sevgidir; tam inançsız rükû, sücûd değil,
İman, rükû, sücûd olsa bile bu sevgi içindir; îman, böyle bir gerçeklikle seçilir, makbul olur ancak,
 5250, İmanın aslı, bil ki sevgidir; ama halk, o sevginin adını îman takmıştır,
Sen ekmeğin adını bilmesen de yedin mi, doyarsın, güç - kuvvet elde edersin,
O ekmek, senin eline, ayağına güç - kuvvet verir: düşman, hafif bir yumruğunla yıkılır,
Ama ekmek yemesen, ekmek olmasa, ekmeğin adını söyleyip dursan, o addan hiçbir kuvvet gelmez sana,
Amel, ibâdet olmaksızın da îman makbuldür; ama îmansız amel, halkı saptırmaktır, sapıklıktır ancak,
İkisi de olursa daha iyidir; elbise, onu daha büyük bir kişi giyerse daha da fazla bezenir,
Eğersiz at işe yarar; onunla yol alınabilir,
Ama yalnız eğer, adamı hiçbir yere götürmez: ona binmeye kalkışma, yol almaz o,
Aşkı at say, ameliyse eğer, sen eğeri bırak, seçilmiş atı ara,
İkisi de olursa hem daha iyidir, hem daha hoş; kimde bu ikisi de olursa baş olur, başbuğ kesilir,
 5260, Bir remizdir söyledim, bunu anla da dîni gönülde ara, toprakta değil,
Bil ki Allah toprağa bakmaz; o ancak, en ulu Arş olan gönüle bakar,
Bunu tamâmiyle açar, yayar, anlatırsam o gizli sır, dünyâya yayılır - gider,
O sırrın pek gizli kalması daha iyidir; böylece yol yitirmişlerin ayıplarını da perdelemiş olur,
Şu gelip geçen dünyâ, orada hiçbir sır meydana çıkmasın diye perdedir çünkü,
İnsanlardan güzel de gizli kalır, çirkin de: ikisinin de gönlünü Allah bilir,
Perde ardından adalet sahibi kimdir, zulmeden kim, Allah'dan başkası bilemez bunu,
Çünkü herkese, herşeye gücü - kuvveti yeten odur; herkesi perdesiz gören odur,
Yahut da gerçeği gören, sırları görmek, yolu - yordamı olan gönül ehli görür,
Allah, onu sırlarına mahrem etmiştir; nurlar nîmetiyle onu beslemiş, yetiştirmiştir,
 5270, inanmıştır o, Tann nuruyla görür; hattâ göz açıp yumacak bir anda bile Allah'dan ayrı değildir o,
O, Hakk'a nispetle denizdeki katreye benzer; nem gibi toprakta kalmamıştır,
Kâfirler, topraktaki neme benzerler; mü'minlerse çevikçe ummana gitmişlerdir,
O, aslına ulaşıp kavuşmuştur; buysa şu toprak yurdunda bağlanıp kalmıştır,
O, ebedî hayâta karılıp birleşmiştir ölümsüzlükle; buysa bir sed gibi şu dünyâya kakılmıştır,
Ey solukdaş, bunun sonu gelmez; dön de gene sır hikâyesini söylemeye bak,
İçe, gönüle ait olan herşeyin kavuşmak olduğu, dışa ait olanlarınsa ayrılıktan ibaret bulunduğu anlaşılsın,
Dışa ait ne varsa, tümü de fanidir; sende bâkıy olan, Rabb'e mensup içtir, gönüldür,
İnsanın değeri, içe, gönüle göredir; dıştaki suret, tümden bezentidir,
Çuval, insanları aldatabilir mi hiç? İnsanlar, çuvalın içindeki buğdayı ararlar,
 5280, Sen, onlar gibi, o dünyâdansın da onun için velîleri sevmedesin,
Görünüşe göre şimdi Müslümansın ama, gerçekte, dinlerin de ötesindesin,
Aşk ne mü'mindir, ne kâfir; bu ikisine o denize yol yok,
Suret nakısları, şu toprak âlemdedir; o dalgaya karşı nakış, su olur gider,
Âşıkların kıblesi sevgilidir; hakla bâtılı seçenden başkası aşktan bir koku alamaz,
Çünkü ayırd eden, aradaki farkı görendir; taklitle din pâdişâhı olan değil,
Onun katında iyiyle kötü belirir; herkesin hâlini görür o,
Zamanede vaktin sarrafıdır; kalpları tanır, altından ayırır,
Onun karşısında, çekinen kişi, kötü kişi gibi olur mu hiç; kalp akçayı geçer akça yerine alır mı o?

CXIX
İnsan, ayırd edebilen, hakla bâtılın, yalanla doğrunun, kalpla geçer akçanın arasını ayırd edebilen kişidir, Bu yüzden
de, esenlik ona, Peygamber, «Mü'min, anlayan,
ayırd eden kişidir» buyurur, Kimde ayırd ediş varsa, görünen nakşa aldanmaz; sarrafın, paranın görünüşüne, damgasına
aldanmayışı gibi, Hak erenleri de sarraftır; geçer akçayı kalptan, hakkı bâtıldan seçerler, bilirler, Evliyayı övüyorum ya;
halkın yolunu vuran Şeytan, başkalarını övmekten sana ne fayda dedi; beni o kulluktan alıkoymak istedi, Hani
birisi, boyuna yârabbi derdi de Şeytan, niceyebir yârabbi diyeceksin, bir kerecik bile sana, buyur sesi gelmiyor dedi de o
yolcuyu yolundan alıkodu; yıllarca Allah'yı anıştan, ona kulluktan kaldı, Zamanlar geçti, sonra ona Allah'dan, Yârabbi
demeyi neden bıraktın diye ses geldi, Kul, bir kere bile buyur sesi gelmedi de ondan dedi, Yüce Hak, O sesin yârabbi
demen, buyur demenin tıpkısıydı; ben sana, yârabbi demen için buyur demiyordum; iş böyle değilse neden başkaları
yârabbi demiyorlar buyurdu, Adam, kendine geldi de bu engellemenin Şeytan'dan olduğunu anladı; tekrar ipin ucuna
yapıştı da yârabbi demeye koyuldu,

Mustafa, mü'min yücedir buyurdu, çünkü onda dosdoğru ayırdediş kaabiliyeti vardır,
 5290, O tertemiz kişi, anlayışlıdır, ayırd edendir; görünüşe aldırış etmez,
Birinin görünüşü Ay gibi güzel olsa, bütün hünerleri bilse, Huyu - huşu tatlı, hoş, içi - dışı incir
gibi tüm tad olsa
Bil ki bu, mü'mine deri gibi görünür, o görüntülere kapılıp da nerden yoldan kalacak o?
O, bütün bunlardan geçer de gönüle bakar; gece - gündüz o yola koyulur,
Bakışı, görüşü, boyuna Allah nûruyladır; Ledün bilgisinden de haberdardır,
Kim akıllıysa, irâde sahibiyse, onun katında cismin değeri yoktur,
Onca, cisimlere itibâr edilmez; katında cisim, hapishanedir, karanlıklardan ibarettir,
Tertemiz aklı, bilgi ister; gönlü, görünüşe aldırış bile etmez,
Hakk'a âşık olanın cismi, kalb gibidir; nefsi dileyenin, nefse uyanınsa ruhu nefis gibi,
 5300, Âşıkın katında Allah'dan özgesi cehennemdir; ona kavuşmaktan başka bir
istekle geçen ömür,yitmiş - gitmiştir,
Sevgilinin aşkına kapılmayan, zamanede helak olmuş - bitmiştir,
Onun kadehinden içen can, onun esirgeyiş gölgelerinde herşeyden emindir,
Zamanede âşık olmayan, işin sonunda, kahırlara uğrar da yok olur,
Anlamı olmayan suret, ışığı sönüveren şimşeğe benzer,
Anlamla dopdolu olan beden sahibinden fetva alırlar gönül ehli olanların hepsi,
Nasıl olur da gizli şeyler, bilinmez onca? Onun nuru, Allah'dandır,
Allah'dan birşey gizlenebilir mi hiç? Bunu, kör olandan başkası söylemez,
Yerde, gökte, Allah nurundan birşey gizlenebilir mi? Kendine gel,
Onun gözlerindeki nur, Allah nurudur: hâsılı sırlar, ona aşikârdır,
 5310, Gönül ehline, yaratılmış da deme; çünkü onlar, yücelerin nicesinden de ötededir,
O bölüğün hüküm sürdüğü yer, nakışsızdır, sûretsizdir: tüm can kesilmiştir onlar,
Orda ne aşağı vardır, ne yukarı; o bilgiye bu adlar, perdedir,
O neliksiz - niteliksiz yolun izi belirmez; her aşağlık kişi, oraya nasıl gitmeyi kurar?
Onların yolları, gecesiz, gündüzsüz, âşıklıktır hep: canlan, gönülleri, aşkla yanıp yakılmadadır,
Ama bu yanış, ziyan veren yanış değil; yalnız ölülere ebedilik, ziyan verir mi?
Onların yanışları, mezarlığa düşse, orada yüzlerce gül bahçesi biter,
Şaşılacak bir bahçe, bir güllük olur da bahçıvansız, sebepsiz güller yetişir,
O gülün kokusu, Zuhal yıldızını da aşmıştır; gök, o kokuyla sarhoş olmuştur; döner - durur,
O gül, sonunda yok olan, mum gibi kendi ışığıyla eriyip giden gül değildir,
 5320, Allah'dan var olan, rengi solmayan, kokusu bitmeyen güldür,
Hiçbir yaprağı toprağa dökülmez; gökler, onun güzelliğine hayran olup kalmıştır,
Yaprağı, herkese azıktır: bunu anlatmaya kalkışma, tut dilini,
Böylesi sır, nasıl dile gelir de söylenir? Sus, bu sözü söyleme, yum ağzını,
Ben ki canla - gönülle bu yoldayım: ben ki Allah'ın âşıklarındanım;
Ben ki bu sevdada kendimden geçmişim; artık bana, ne aşağılık var, ne yücelik,
Meydanda top gibi koşmadayım; çevgenle her yana, her yöreye yuvarlanmadayım,
Bana ne durak vardır, ne bir yer; ne başım var benim, ne elim, ne ayağım,
Bu yürüyüşte bir kastım da yok; bu gül bahçesinde tek olarak koşup duruyorum,
Canla - gönülle gittiğim yolun ne evveli var, ne sonu var,
 5330, Varlığım, tümden, onun yüzünden yıkılmış; aklım, bu işe şaşırıp kalmış,
Neden beni yıkıp yakıp yakmada: neden her solukta şarapsız sarhoş etmede beni?
Bu yorgun gönüllüden ne istiyor; ne diye boyuna nükteler söylemekte bana?
Onun aşkı pek akıllı; bense pek safım; saf adam, o şarapla ne olmaz, ne hâllere düşmez?
Konuşup durmam da ondan, benden değil; oynayış, hareket ediş, candan; bedenden değil,
Çünkü sanatkâr, candır, bedense araç; tene, boyuna candan gelir hâl,
Kötü kişilere gelen, hoşa gitmez haller de neliksiz - niteliksiz tapıdan gelir;
Kötüye kötülük lâyıktır da ondan; iyi huylu olmayan, hordur hakıyrdir,
Öğüdü bırak da bağı çöz; yolu, perdesiz olarak göster bize,
Çünkü eski toplumun sözleri iyidir ama eğridir, hatalıdır bizce,
 5340, Ama hepsi de bunda mazur: çünkü onlar, bu çeşit yüce sözlerden de uzaktılar, bu çeşit yüce
 hallerden de,
Bizim yolumuzsa pek şaşılacak bir yol, neliğe de sığmıyor, niteliğe de; Arş'tan da yüce, ferşten
de, göklerden de,
Devran, devran olalı bizim eşimizi kimse görmemiştir; bu yıkık yerde aşk defînesiyiz biz,
Ne mutlu o kişiye ki bize dost oldu; burnuna bu gülden, bir kokudur, erişti,
Bil ki kokumuz, güzümüzün aynıdır; gözü açık olan, kokumuzu aldığı gibi yüzümüzü de görür,
Azıcık görününce adı kokudur; iyice göründü mü, gerçek olarak bil ki adı yüzdür,
Ama azla çok da birdir: bir tek inciyi, bilgisizlikle iki sayma,
Bütün âlem birdir, ikilik yok; sen, senliğinden kurtulursan, sana da açıkça görünür bu,
Bu söz, sırların da özüdür: ne mutlu o gönüle ki bununla esenleşir,
Öyle bir yere erişir ki oraya kimsecikler erişemez; perdesiz olarak Allah, tecellî eder ona,
 5350, Sözümü, sâdece söz sanma; çünkü hem keşiftir bu söz, hem de Ledün bilgisinin özü,
Harf zarfıyla belirmededir ama gören kişiye pek değerlidir,
Bu söze, bu da herkesin sözü gibi söz deyip geçme; bu söz, o denizin gemileridir,
Bu sözler, seni korkunun da, ümîdin de ötesindeki yere götürür,
Âşıklar, o çeşit tahtı, bahtı araya - aktara o yana doğru koşarlar,
Hepsi de nur denizinin dalgıcıdır; hepsi de başsız - ayaksız oynar - durur,
Herbiri, eşsiz birer padişahtır; hepsi de Hak gibi eşten - ortaktan da münezzehtir, yakınlardan da,
Her iki âlem de nûrlarıyla diridir; hiçbir şey yoktur ki onlara kul - köle olmasın,
Onları anlatmak, harflere sığmaz, hani denizin bir kaba sığmadığı gibi,
Âşıklara yol - yordam yoktur; onların aşklarında sebep tozu bulunmaz,
 5360, Renksizlikte renk arama; çünkü orda ne Rum ülkesinin halkı vardır, ne Zenci,
Gene ilk bahse döndüm; Şeytan, pilimi - pırtımı nasıl tezce aşırdı, onu anlatayım :
Dertle başı dönmüş bir halde kalmam için erleri övmeme engel oldu,
Bir zaman o tuzakta ayağı bağlı kaldım; övgüden de yumdum dudaklarımı, öğütten de,
Derken Allah'dan ilham geldi; kendine gel dendi, bu ağır şüpheden tez sıyrıl;
Bu çeşit zanlara düşmek, Şeytanın vesvesesindendir; İblis, insanlara düşman değil mi ki?
Yola düşüp giden gerçeklerin yollarını vurandır; dostu dosttan ayırandır o,
Oğul, işit, bu, şuna benzer: Bir yol eri, boyuna Allah'yı anar dururdu,
Canla - gönülle, yârabbi demeyi vird edinmişti; ne gece, ne gündüz, bir soluk bile susmaz, boyuna bu virdi tekrarlardı,
Şeytan ona, a ahmak dedi, niceyebir bu ses, bu yanıp yakılmak, bu çılgınca kendinden geçiş?
 5370, Dudaklarından bunca yârabbi sesi çıktığı hâlde rabbinden hiçbir, buyur sesi gelmedi,
Yârabbi demen kabule geçseydi Allah'dan da dileğine karşılık bir ses gelirdi,
Adam bu sözü ondan duyunca sustu, donakaldı; ondaki coşkunluk sönüverdi,
Bir zaman böyle geçti; derken ansızın canından Hakk'ın hitabını duydu,
Ey beni arayan deniyordu ona, niçin sustun, neden söylemiyorsun'?
Adam, boyuna dedi, usanmadan, incinmeden, yorulmadan pek çok yârabbi dedim;
Gece - gündüz o sesle koştum, kimi uyanık çağırmadaydım, kimi uykuda,
Ne dedim, ne dedim? Benim için uyku nerde? A Mevlâ, âşıklara uyku nedir?
Derken birisi yeter bu şamata, a arayan, ne kadar, ne vakte dek yârabbi diyeceksin dedi;
Hak'tan buyur sesi gelmedikten sonra, haber çavuşu gibi boyuna, ne vakte dek her yana koşup duracaksın?
 5380, Bu söz kulağıma gelince basımdaki sarhoşluk geçti, mahmurluğu kaldı,
Dilim seni anmaz oldu; çünkü şunu anladım ,bildim ki çağrım kabule geçmiyor,
Allah ona şöyle cevap verdi: Neden seni, beni anmaktan ayrılmış görmedeyim?
Senin o yârabbi demen, benim sana, buyur dememin ta kendisi değil mi?
Haber çavuşunun ayağından güç - kuvvet kesilir mi hiç?
Senin yârabbi demen, benim buyruğumla değil mi? O sözü senin dudaklarından,çıkaran ben değil miyim?
Candan - gönülden, dilinle - damağınla sana yârabbi dedirten, gece - gündüz seni o zikre koşan kim?
Bu, böyle değilse neden başkaları, beni akıllarına bile getirmiyorlar da sen anıyorsun?
Hiçbir kimse, onların yârabbi dediklerini, yahut yolu - yordamı kötü kişilerin dua ettiklerini duymuş mu?
Sen bu çağrıya koşulmuştun; ne diye ters göründü sana bu?
Ters olan şey, beni anmayı bırakman, ömrünü yele vermendir,
 5390, İster gökte olsun, ister yeryüzünde, Şeytan'ın vesvesesi böyle olur işte,
Cennette Adem'i aldatıp yememesi buyurulan meyvayı ona yediren o değil mi?
O aşağılık köpek, bir tanecik buğday için onu cennetten hemencecik çıkartmadı mı?
O lanetlenmiş, çekinen kişilerin yollarını vurur; böylece de bu alış - verişle onları aldatır,
Vesvese verenlerin hepsi de onun ordusudur; hepsi de onun ansıyla - argacıyla örülüp dokunmuştur,
O, adetâ padişahtır, öbürlerinin hepsi de ordu; o cana benzer, öbürleriyse bedendir sanki,
İblis nasıl da onlara musallat olur; kimdir ondan kendisini kurtarabilen?
Bu sebepledir ki ihlâs sahipleri tehlikededir; çünkü onların, din matahından altınları, gümüşleri
 vardır,
Hırsızdan zenginler korkarlar; onun için de boyuna tetik dururlar,
Müflis ne diye hırsızlardan korksun? Zâti kesesi de boş, dağarcığı da,
 5400, Hattâ müflis, hırsızları da soyar; köpek gibi onlardan ekmeğini kapar,
Bunun başka çeşit anlatılışı, açıklanışı da vardır ki anlatsam akıllar da yiter - gider, fikirler de,
Ama bununla oyalanırsam anlatmak istediklerim kalır,
Artık bil ki temiz kişileri övmek pek iyi, pek güzel birşeydir; sen o yoldan kalma,
Allah velîlerini övüyorsun ya, onları kendinden ayrı da sanma,
Bil ki o övüş, kendini de övüştür; çünkü gönül birliği, ikilikten uzaktır,
Değil mi ki anıyorsun, anılırsın; şükret de boyuna şükredilsin sana,
O andığın ad var ya; şüphesiz olarak bil ki osun sen,
Ateş ateşle artmaz mı? Su da suyla artar, ırmak olup akar,
Daha da fazlalaştı mı, deniz kesilir; duman da yoğunlaştı mı gök olmuyor mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder