2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

805 Hani, Cenab-ı Mevlana gibi bir Rüstem ki onun sema üzerinde yüz geniş
dünyası var; ucu bucağı bulunmayan felekler üzerinde, meleklerden hesapsız
askeri var, o sultanın tahtı arş-ı a’lâdır, levh üzerine kalemden binlerce
çeşit rakam çeker ki (SAYFA 36) haddi hesabı bilinmez. Daima Allah’ın emirlerini
yazar. Sekiz cennetle yedi cehennem onun önünde konmuş bir ayna gibidir.
Cennetliklerin cennetteki, ateş ehlinin duman içindeki suretleri, iyi, kötü, 810
dost ve düşman her birinin rütbesini o aynada görür. Sonra her sınıf için yüz
türlü makam son saftan tut da (mihraptaki) imama kadar hayırdan, şerden,
enginden yüksekten sayısız makamlar ki ayrıntısına girişirsem uzun sürer,
söz kirişi kırılır da sazdan olurum.
Yalnız bence mühim bir şey var, onu söyleyeyim: Can, niçin bu vücutta bu- 815
lunur? (Elest) şehrinde Hakk’ın buyruğu (ruh) neden dolayı yukarıdan aşa-
ğıya indi?
43
Sultan Veled
MAKALE 16
Bu makale şunu bildirecektir:
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendindedir. Zina, adam öldürmek,
haram yemek (SAYFA 35) gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
İyi hallerde, mesela, halka hoş görünmek kastıyla dünyayı terk etmek; taatle,
ibadetle, hayır işleriyle meşgul olmak gibi şeyler görünürde beyaz devlerdir.
Fakat bunların iç yüzünü herkes göremez. Ancak evliya-yı kiram anlar, çünkü
onların her zaman bakışları içedir. (batınadır.)
Onlar siyah ve beyaz devleri tamamen, oldukları gibi görürler.
Akışkanların dibine biriken tortuyu görmek kolaydır. Fakat saf ve berrak su
içinde çözünmüş olarak bulunan tortuyu görmek her gözün işi değildir. Ona
çok dikkatli ve keskin bir göz ister.
785 Onun devden kastettiği mana budur. Hak erlerinin ahlâkı söz değil, davranıştır.
Onların huzurunda perişan sözler söylenmez. Mert olanlar faydasız
söz söylemekten utanır, onların işi eylemdir, söz değil.
Beyaz dev siyah deve nazaran çok zayıf görünür. Nispeten bu, ayak; o, baş-
tır. Böyle devle niceleşmek güçtür.
O lafla (atıp tutmakla) öldürülemez.
790 Çünkü saf akışkan içindeki tortuyu görmek, büyüklük içindeki küçüklükleri
bulup çıkarmak zordur ve ehil olmayanların kârı değildir. Böyle bir kapı-
yı (kaleyi) fethetmek kolay değildir. Karanlığın karanlık olduğu açıkça görü-
lür. Asıl hüner, nur içinde gizlenmiş olan sisi, karanlığı görebilmektir. Böyle
bir sınavdan geçip kurtulmak kolay değildir. Bu işte ehil de, ehil olmayan
da hepsi acizdir. Meğerki ilahi yardım yetişe de böyle cezadan tensiz olarak
(vücudundan soyutlanarak yalnız ruhuyla) geçip gide.
795 Oradaki nur perdelerini geçmek, ancak onun (Halik’in) çekmesiyle mümkün
olabilir. Nur perdelerini Allah’ın yardımından başka kaldıracak yoktur. Tâ
ki huriler görülebilsin. Bil ki bu sırların açıklaması çok uzundur, bu sözlerden
o sırlar nasıl anlaşılabilir. O (beyaz devi öldüren) Rüstem, hilesiz, dalaveresiz
kavgada, safları yarar, direnişleri kırardı.
Yiğitlere göre hileye başvurmak hoş görülmez. Arslanın sığınağı mertliğidir.
800 Tuzak ve hile tilkilerin işidir, fena niyetler (gizli maksatlar) doğru yoldan
sapmışlara yakışır. Beyaz dev ile yalnız o savaştı, bu kudret başkasında yoktu.
Ey hakim! Siyah ve beyaz devler, cesaretsizlere bir yön verirler mi ki, ellerini
kollarını bağlayarak kadınlar gibi esir etsinler. Bu vadide sana biraz söz
söylersem, büyülenirsin ve böyle bir Leyla’ya benim gibi Mecnun olursun.
805 Hani, Cenab-ı Mevlana gibi bir Rüstem ki onun sema üzerinde yüz geniş
dünyası var; ucu bucağı bulunmayan felekler üzerinde, meleklerden hesapsız
askeri var, o sultanın tahtı arş-ı a’lâdır, levh üzerine kalemden binlerce
çeşit rakam çeker ki (SAYFA 36) haddi hesabı bilinmez. Daima Allah’ın emirlerini
yazar. Sekiz cennetle yedi cehennem onun önünde konmuş bir ayna gibidir.
Cennetliklerin cennetteki, ateş ehlinin duman içindeki suretleri, iyi, kötü, 810
dost ve düşman her birinin rütbesini o aynada görür. Sonra her sınıf için yüz
türlü makam son saftan tut da (mihraptaki) imama kadar hayırdan, şerden,
enginden yüksekten sayısız makamlar ki ayrıntısına girişirsem uzun sürer,
söz kirişi kırılır da sazdan olurum.
Yalnız bence mühim bir şey var, onu söyleyeyim: Can, niçin bu vücutta bu- 815
lunur? (Elest) şehrinde Hakk’ın buyruğu (ruh) neden dolayı yukarıdan aşa-
ğıya indi?
44
Rebabnâme
MAKALE 17
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Ruhlar, cisimlerden önce Cenab-ı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi
mevcut ve denizde idiler. O bollukta, o sıkıntısız nimet içinde sevinçli ve
mutlu yaşamakta iken Hak Teala Hazretleri seslendi: “Elestü birabbiküm”18
(Ben sizin rabbiniz değil miyim?) diye.
Ruhlar “Bela.” dediler. “Bela”nın manası; “Evet, arzumuz ve sevdiceğimiz
sensin” demektir. Cenab-ı Hak, ben sizi bu davanızda imtihan edece-
ğim, dedi ve (İhbitu minha cemian)19 diye ferman buyurdu. (Hepiniz cennetten
dünyaya ininiz) demektir. Tâ ki anlaşılsın ki herkesin “bela”sı nasıldır.
Her kim bu davada doğru olduysa ona ebedi devlet vereceğim ve her kim
eğri olursa onun layığı mihnettir.
Neden dolayı o can, bu su ile çamurdan (anasırdan) oluşmuş vücuda girdi
ve göklerden zemine niçin indi? Sonunda bu can o sahilsiz deryaya yine gidecektir.
Neye geldi, niçin kaldı, neden gitti? Bu sırrı sana söylemek çok güç-
tür, dilimi yakar.
820 Kabul edersen sen de benim gibi olursun (aynı hale uğrarsın) ondan sonra
hiçbir kaba sığmaz olursun. Bu zemin ve gökler ne oluyor ki senin gibi bir
padişah oralara sığabilsin. Bu cihan, yanında zerre gibi hor ve hakir kalır.
Nakışlardan, renklerden kurtulup yerden ve gökten daha büyük, çok daha
yüksek âlemlerde seyrederek bu karar ve sebat ve azamiyetle beraber göğü
-can ve ten engelleri olmaksızın- bir bakışta kuşatıp görerek
825 güneş gibi, yörüngenin üzerine biner, çarkıfelek gibi kendi güzelliğinin etrafında
dönersin. Kutub daima kendi etrafında döner, virdini kendi aşkından
yayar (aşkını mırıldanır, söylenir).
(SAYFA 37) İçeride, dışarda ondan başka yoktur. Her ne emrederse olur “Kün feyekün”
(Ol der demez olur.)20 Vasılların seması manadır, oraya manevi olanlar
gider. O sema, candır. Bu sema, o cana nispetle cisim değerindedir. O, adlandırılmış
olandır; bu, addır.
830 O, saf sudur; bu, onun yüzündeki köpüktür. O, sonsuz güzelliktir; bu onun
süsüdür. Hem de Cenab-ı İsa Aleyhisselam o semadadır, bunda değil. Cümle
peygamberlerin yeri de, o yüksek semadır. Enbiya ve evliya ki erenlerdendirler.
Hepsi orada aynı hedefte birleşmişlerdir. Çünkü hepsi de bir nurdur, o can
güneşinin nurudur. Aralarında ayrılık gayrılık yoktur. Görünüşte vahdetin
18 A’raf suresi 7/172 Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine
karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)”
demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
19 Bakara 2/38 “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona
uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
20 Yasin Suresi 36/82 Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
nuru ten giyisisinde sonsuz damlalar suretinde bir çok kez görünür.
Nasıl ki güneşin nuru her evde ayrı ayrı görünür. Hakikatte ise o nurlar aynı 835
kaynaktan geliyor. O ayrı görünüş, evlerin ayrı ayrı oluşundandır. Yoksa gü-
neşin nuru, kursundan ayrılmış değildir. Bu çokluk aracılardan kaynaklanmıştır.
Yoksa, gören göz, nuru birden fazla görmez. Bundan dolayı, Cenab-ı İsa’nın
konakladığı gökte evliya da onunla dostluk içinde bir aradadır. Cümlesinin
canı da o kadehsiz içilen yakınlık şarabıyla elest gününden beri sarhoştur.
Bu yakınlık onlardan başkasında yoktur. Bundan dolayı onların ruhu diğer- 840
lerinden daha kıdemlidir. Onların ruhu şah, başkalarınınki askerdir. Onların
ruhu bütün ruhların sığınağıdır. Onun içindir ki Hak Teala Hazretlerinden
“Elest” hitabı geldiği vakit ruhlar hemen “Bela” dediler. Fakat bu cevapların
kimi kutlu, kimi gevşekti.
Her ne kadar o zaman eşit görünmüşlerse de Cenab-ı Hak istedi ki, doğruları
eğrilerden seçmek suretiyle bu sırrı ortaya çıkarsın.
“İhbitu minha” (Cennetten yeryüzüne inin! Orada, o su ve toprak cihanında 845
yerleşin diye ferman buyurdu.
Tâ ki doğruların “bela”sı meydana çıksın, yalancı “bela”lar da rüsva olsun.
Ruhlar, ilahi emri işitince her biri bir bedende yer tuttu. Bir müddet bedende
kaldılar. Dünyada mal, mülk, çoluk çocuk sahibi oldular, türlü içecek, çeşit
çeşit yiyeceklerin zevkine dalarak verdikleri söze bağlılığı unuttular.
Nihayet bu fani dünyaya gönül bağlayarak “bela”yı bıraktılar. Fakat, enbi- 850
ya ve evliya böyle yapmadılar. Bu cismani dünyaya hiç gönül vermediler.
Cenab-ı Ziya’nın didarına talip oldular, onun ayrılığıyla gece gündüz ağladılar.
O kavuşmayı, o sonsuzluğu bulmadıkça, kendilerine ebedi ömür sunulmadıkça,
Cenab-ı Bari’den o ezeli armağanı almadıkça, o vahdet deryasının dalgaları
içinde yuvarlanmadıkça
bir nefes dinlenmediler ve bir an istemekten ayrı kalmadılar. Gayret ve zah- 855
metten bir nefes uyku tatmadılar.
Evliya-yı kiram, nur deryasının balıklarıdır. Hepsinin kazancı oradadır. Kutub
da, şüphesiz, onların başı ve bütün dervişlerin başı, önde gidenidir.
(SAYFA 38) Evliya o hazretten hediyeler alır. Cümlesi onun bendeleri ve hizmetkarlarıdır.
Kutub, bir olur. Her ne kadar o gayb erleri (dal) ve (zal) gibi bir-
çoksa da.
45
Sultan Veled
MAKALE 17
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Ruhlar, cisimlerden önce Cenab-ı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi
mevcut ve denizde idiler. O bollukta, o sıkıntısız nimet içinde sevinçli ve
mutlu yaşamakta iken Hak Teala Hazretleri seslendi: “Elestü birabbiküm”18
(Ben sizin rabbiniz değil miyim?) diye.
Ruhlar “Bela.” dediler. “Bela”nın manası; “Evet, arzumuz ve sevdiceğimiz
sensin” demektir. Cenab-ı Hak, ben sizi bu davanızda imtihan edece-
ğim, dedi ve (İhbitu minha cemian)19 diye ferman buyurdu. (Hepiniz cennetten
dünyaya ininiz) demektir. Tâ ki anlaşılsın ki herkesin “bela”sı nasıldır.
Her kim bu davada doğru olduysa ona ebedi devlet vereceğim ve her kim
eğri olursa onun layığı mihnettir.
Neden dolayı o can, bu su ile çamurdan (anasırdan) oluşmuş vücuda girdi
ve göklerden zemine niçin indi? Sonunda bu can o sahilsiz deryaya yine gidecektir.
Neye geldi, niçin kaldı, neden gitti? Bu sırrı sana söylemek çok güç-
tür, dilimi yakar.
820 Kabul edersen sen de benim gibi olursun (aynı hale uğrarsın) ondan sonra
hiçbir kaba sığmaz olursun. Bu zemin ve gökler ne oluyor ki senin gibi bir
padişah oralara sığabilsin. Bu cihan, yanında zerre gibi hor ve hakir kalır.
Nakışlardan, renklerden kurtulup yerden ve gökten daha büyük, çok daha
yüksek âlemlerde seyrederek bu karar ve sebat ve azamiyetle beraber göğü
-can ve ten engelleri olmaksızın- bir bakışta kuşatıp görerek
825 güneş gibi, yörüngenin üzerine biner, çarkıfelek gibi kendi güzelliğinin etrafında
dönersin. Kutub daima kendi etrafında döner, virdini kendi aşkından
yayar (aşkını mırıldanır, söylenir).
(SAYFA 37) İçeride, dışarda ondan başka yoktur. Her ne emrederse olur “Kün feyekün”
(Ol der demez olur.)20 Vasılların seması manadır, oraya manevi olanlar
gider. O sema, candır. Bu sema, o cana nispetle cisim değerindedir. O, adlandırılmış
olandır; bu, addır.
830 O, saf sudur; bu, onun yüzündeki köpüktür. O, sonsuz güzelliktir; bu onun
süsüdür. Hem de Cenab-ı İsa Aleyhisselam o semadadır, bunda değil. Cümle
peygamberlerin yeri de, o yüksek semadır. Enbiya ve evliya ki erenlerdendirler.
Hepsi orada aynı hedefte birleşmişlerdir. Çünkü hepsi de bir nurdur, o can
güneşinin nurudur. Aralarında ayrılık gayrılık yoktur. Görünüşte vahdetin
18 A’raf suresi 7/172 Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine
karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)”
demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
19 Bakara 2/38 “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona
uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
20 Yasin Suresi 36/82 Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
nuru ten giyisisinde sonsuz damlalar suretinde bir çok kez görünür.
Nasıl ki güneşin nuru her evde ayrı ayrı görünür. Hakikatte ise o nurlar aynı 835
kaynaktan geliyor. O ayrı görünüş, evlerin ayrı ayrı oluşundandır. Yoksa gü-
neşin nuru, kursundan ayrılmış değildir. Bu çokluk aracılardan kaynaklanmıştır.
Yoksa, gören göz, nuru birden fazla görmez. Bundan dolayı, Cenab-ı İsa’nın
konakladığı gökte evliya da onunla dostluk içinde bir aradadır. Cümlesinin
canı da o kadehsiz içilen yakınlık şarabıyla elest gününden beri sarhoştur.
Bu yakınlık onlardan başkasında yoktur. Bundan dolayı onların ruhu diğer- 840
lerinden daha kıdemlidir. Onların ruhu şah, başkalarınınki askerdir. Onların
ruhu bütün ruhların sığınağıdır. Onun içindir ki Hak Teala Hazretlerinden
“Elest” hitabı geldiği vakit ruhlar hemen “Bela” dediler. Fakat bu cevapların
kimi kutlu, kimi gevşekti.
Her ne kadar o zaman eşit görünmüşlerse de Cenab-ı Hak istedi ki, doğruları
eğrilerden seçmek suretiyle bu sırrı ortaya çıkarsın.
“İhbitu minha” (Cennetten yeryüzüne inin! Orada, o su ve toprak cihanında 845
yerleşin diye ferman buyurdu.
Tâ ki doğruların “bela”sı meydana çıksın, yalancı “bela”lar da rüsva olsun.
Ruhlar, ilahi emri işitince her biri bir bedende yer tuttu. Bir müddet bedende
kaldılar. Dünyada mal, mülk, çoluk çocuk sahibi oldular, türlü içecek, çeşit
çeşit yiyeceklerin zevkine dalarak verdikleri söze bağlılığı unuttular.
Nihayet bu fani dünyaya gönül bağlayarak “bela”yı bıraktılar. Fakat, enbi- 850
ya ve evliya böyle yapmadılar. Bu cismani dünyaya hiç gönül vermediler.
Cenab-ı Ziya’nın didarına talip oldular, onun ayrılığıyla gece gündüz ağladılar.
O kavuşmayı, o sonsuzluğu bulmadıkça, kendilerine ebedi ömür sunulmadıkça,
Cenab-ı Bari’den o ezeli armağanı almadıkça, o vahdet deryasının dalgaları
içinde yuvarlanmadıkça
bir nefes dinlenmediler ve bir an istemekten ayrı kalmadılar. Gayret ve zah- 855
metten bir nefes uyku tatmadılar.
Evliya-yı kiram, nur deryasının balıklarıdır. Hepsinin kazancı oradadır. Kutub
da, şüphesiz, onların başı ve bütün dervişlerin başı, önde gidenidir.
(SAYFA 38) Evliya o hazretten hediyeler alır. Cümlesi onun bendeleri ve hizmetkarlarıdır.
Kutub, bir olur. Her ne kadar o gayb erleri (dal) ve (zal) gibi bir-
çoksa da.
46
Rebabnâme
MAKALE 18
Bu makale şunu bildirecektir:
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı,
Cenab-ı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı.
(Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, gaf, sad, nun) gibi. Ancak onların manası-
nı Cenab-ı Hak bilir, bir de kamil evliyalar bilir ki, “Ve ma ya’lem te’vili illallah
ve’r-rasihûn fi’l-ilm”21 buyrulmuştur.
İlimde derinlik yakalayanlar evliya-yı kiramdır. Onlar değil midir ki, bilgiyi
zahire öğretmişlerdir. O ilmi kitaptan, medreseden öğrenmeye imkan
yoktur. Onun öğretmeni Hak Teala’dır ki, “Er-Rahman alleme’l-Kuran”22 buyurmuştur.
Nitekim Senai de demiştir:
Aşk râ Bu Hanife ders nekerd
Şafiî ra der u rivayet nist
Tercüme: Aşkı Ebu Hanife okutmadı, onun hakkında Şafii’nin de bir duası yoktur.
Bu makale şunu da bildirecektir ki:Elif Hak’tır veya akıldır. Çünkü “evvel
ma halekallah el-akl” (Allah Teala’nın ilk yarattığı, akıldır.) buyrulmuş-
tur. Vakıa diğer harfler elife benzemiyor. Fakat dikkat edersen, hepsinde elif
mevcuttur. “Ba”da üç elif vardır. “Ta” ile “sa” da böyledir. Kalanları da bunun
gibi değerlendirmek lazımdır. Bundan dolayı, harf ne kadar çeşitliyse de
hepsinde de Huda mevcuttur. “ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi”23
buyrulmuştur. Boyun damarı da bir mekandadır. Fakat Cenab-ı Hakkın bulunmadığı,
kudretinin ermediği hiç bir makam, Hak Teala ile varlık bulmayan
hiçbir şey yoktur. “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın”24 (Âlem,
bütün odur. Fakat görecek göz nerede!)
860 Burada “dal” ile “zal”ı misal olarak getirişim, gelişigüzel değildir. Onlarda
gömülü, saklı olan manaları söylemek isterim. Her ne kadar harfler manasız
sayılmakta ise de zarflananın, zarf içinde gizlendiği gibi harflerde de birçok
manalar gizlidir. Fakat o zarflanmış dediğim manalar halkdan gizlidir. Haş-
metli bir zatın köhne, yırtık bir elbise içinde gizlendiği gibi eğer harflerde
böyle manalar gizli olmasaydı Kuran-ı Kerim’de onlar nasıl zikrolunurdu?
Âlemin sırrı olan Cenab-ı Yezdan, “elif, lam, ra, ha, mim” gibi harfleri kendi
kelamında
865 şundan dolayı zikir buyurmuştur ki, zarfa bakarak içinde saklananı anlayasınız.
Taha ve Yasin de böyledir.
21 A’li imran suresi 3/7 O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır.
Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak
için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleş-
miş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
22 Rahman suresi 55/2-3 (1-2-3) Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı.
23 Kaf suresi 50/16 Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona
şah damarından daha yakınız.
24 Hadid suresi 57/3 O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Hafız değilsen Kuran-ı Kerimi aç, bak! Başka yerlerde zikrolunan bu kabil
harfleri söylemeye gerek yoktur. Çünkü yaygın ve bilindiktir. Bu kadar işaret
kafidir. Muhatap söz anlamaz takımından ise o başka.
(SAYFA 39) Akıldan, ilimden nasibi olmayan zavallı işaretten anlamaz.
Her şerefli harfin tefsirinde tefsir edenler güzel ve ince manalar söylemiş- 870
lerdir. Fakat harflerin içindeki (derinliklerindeki) manalar ki ilim sahiplerinin
idraklerinin ötesindedir. Onları Cenab-ı Hak’tan başka hiç kimse bilemez,
onları hakkıyla bilmek, ancak Allah’a mahsustur. Eğer onların anlaşılması
Huda tarafından istenseydi, diğer ayetler gibi onları beyan ederdi. Kereminden
diğer lütufları izhar buyurduğu gibi bu harflerin de terkibini emir
buyururdu.
Nasıl ki, Kuran-ı Kerim’de ticaretin helal, faizin haram olduğunu açıkça bil- 875
dirmiştir. Nasıl ki mü’minleri cennete yakın, kafirleri cehennemde hapsedilmiş
kılmıştır. Fakat ben, sizin anlayacağınız derecede, sizin kavrayışınıza sı-
ğacak oranda onlardan size biraz bahsedeceğim. “Elif” Huda’nın evvel ve
âhir sıfatlarını temsil eder. Harflerin tertibinde “elif”, şunun için başta gelmiştir
ki, Cenab-ı Hak evveldir, sonradan gerçekleşen bir şeye bağlı değildir.
Gerçi “elif” “ba”ya nispetle evveldir. Fakat Cenab-ı Hakk’ın evvelliği böy- 880
le nispî değildir. Onun evvel vasfı, başlangıcı olmayan evveldir. Öncesi gibi
sonrası da herhangi bir şeye bağlı değildir. “Ba” elif huzurunda secde ederek
hayretinden yüzünü semaya çevirmiştir. Secdenin şekli başla yere konmasını
gerektirir. Fakat bu secdedeki mana başkadır. Senin yükümlü oldu-
ğun secde manevidir, manadan sapanlar bunu takdir edemezler.
Aklın Huda’ya bağlılığı, tanışmak suretiyledir. Bundan dolayı yükümlü ol- 885
duğu ilk iş secde olmuştur. Hakk’ın huzurunda o (akıl) başsız olarak secde
etmiştir. O mana damına kanatsız olarak uçar, yükselir. Huda’nın emriyle
huzurunda secde ederken daima Hak’la konuşur. Hilkatin kaynağı akıl idi.
Cenab-ı Hak ona ne emir buyurduysa kabul etti: “Yüzünü bana çevir!” dedi,
çevirdi; “Arkanı dön!” dedi, döndü;
“Kalk!” dedi, derhal kalktı; “Otur!” dedi, hemen oturdu; sonra “Söyle!” dedi, 890
söyledi; “Sus!” dedi, sustu; “Anla!” der demez anladı. Bu emirlerden hiçbiri
ona ağır gelmedi. Cenab-ı Hak ne buyurduysa yerine getirdi.
Çünkü korku ve ümit ölçülerine bağladı. Hak Teala Hazretleri buyurdu ki:
“İzzetim hakkı için, kudret denizimden senin gibi kıymetlisi çıkmamıştır.
Has kullarım her iki dünyada beni seninle tanıyacaklardır. Dünyada asiler 895
de senin aracılığınla bana itaat edeceklerdir. Bizden karşılık ve tövbe sana olduğu
gibi engelleme ve ceza da yalnız sana yöneltilecektir.” Artık bu bahsi
burada bırak da harflerdeki manaları anlat! Tâ ki zarfta saklanandan haberdar
olsunlar. Onu açıklamak zor iştir, söze gelmez, o mana incileri kelimeyle
delinmez.
O manayı nasıl anlayabilirsin ki anlayışın da kavrayışın da noksandır. 900
47
Sultan Veled
MAKALE 18
Bu makale şunu bildirecektir:
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı,
Cenab-ı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı.
(Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, gaf, sad, nun) gibi. Ancak onların manası-
nı Cenab-ı Hak bilir, bir de kamil evliyalar bilir ki, “Ve ma ya’lem te’vili illallah
ve’r-rasihûn fi’l-ilm”21 buyrulmuştur.
İlimde derinlik yakalayanlar evliya-yı kiramdır. Onlar değil midir ki, bilgiyi
zahire öğretmişlerdir. O ilmi kitaptan, medreseden öğrenmeye imkan
yoktur. Onun öğretmeni Hak Teala’dır ki, “Er-Rahman alleme’l-Kuran”22 buyurmuştur.
Nitekim Senai de demiştir:
Aşk râ Bu Hanife ders nekerd
Şafiî ra der u rivayet nist
Tercüme: Aşkı Ebu Hanife okutmadı, onun hakkında Şafii’nin de bir duası yoktur.
Bu makale şunu da bildirecektir ki:Elif Hak’tır veya akıldır. Çünkü “evvel
ma halekallah el-akl” (Allah Teala’nın ilk yarattığı, akıldır.) buyrulmuş-
tur. Vakıa diğer harfler elife benzemiyor. Fakat dikkat edersen, hepsinde elif
mevcuttur. “Ba”da üç elif vardır. “Ta” ile “sa” da böyledir. Kalanları da bunun
gibi değerlendirmek lazımdır. Bundan dolayı, harf ne kadar çeşitliyse de
hepsinde de Huda mevcuttur. “ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi”23
buyrulmuştur. Boyun damarı da bir mekandadır. Fakat Cenab-ı Hakkın bulunmadığı,
kudretinin ermediği hiç bir makam, Hak Teala ile varlık bulmayan
hiçbir şey yoktur. “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın”24 (Âlem,
bütün odur. Fakat görecek göz nerede!)
860 Burada “dal” ile “zal”ı misal olarak getirişim, gelişigüzel değildir. Onlarda
gömülü, saklı olan manaları söylemek isterim. Her ne kadar harfler manasız
sayılmakta ise de zarflananın, zarf içinde gizlendiği gibi harflerde de birçok
manalar gizlidir. Fakat o zarflanmış dediğim manalar halkdan gizlidir. Haş-
metli bir zatın köhne, yırtık bir elbise içinde gizlendiği gibi eğer harflerde
böyle manalar gizli olmasaydı Kuran-ı Kerim’de onlar nasıl zikrolunurdu?
Âlemin sırrı olan Cenab-ı Yezdan, “elif, lam, ra, ha, mim” gibi harfleri kendi
kelamında
865 şundan dolayı zikir buyurmuştur ki, zarfa bakarak içinde saklananı anlayasınız.
Taha ve Yasin de böyledir.
21 A’li imran suresi 3/7 O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır.
Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak
için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleş-
miş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
22 Rahman suresi 55/2-3 (1-2-3) Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı.
23 Kaf suresi 50/16 Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona
şah damarından daha yakınız.
24 Hadid suresi 57/3 O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Hafız değilsen Kuran-ı Kerimi aç, bak! Başka yerlerde zikrolunan bu kabil
harfleri söylemeye gerek yoktur. Çünkü yaygın ve bilindiktir. Bu kadar işaret
kafidir. Muhatap söz anlamaz takımından ise o başka.
(SAYFA 39) Akıldan, ilimden nasibi olmayan zavallı işaretten anlamaz.
Her şerefli harfin tefsirinde tefsir edenler güzel ve ince manalar söylemiş- 870
lerdir. Fakat harflerin içindeki (derinliklerindeki) manalar ki ilim sahiplerinin
idraklerinin ötesindedir. Onları Cenab-ı Hak’tan başka hiç kimse bilemez,
onları hakkıyla bilmek, ancak Allah’a mahsustur. Eğer onların anlaşılması
Huda tarafından istenseydi, diğer ayetler gibi onları beyan ederdi. Kereminden
diğer lütufları izhar buyurduğu gibi bu harflerin de terkibini emir
buyururdu.
Nasıl ki, Kuran-ı Kerim’de ticaretin helal, faizin haram olduğunu açıkça bil- 875
dirmiştir. Nasıl ki mü’minleri cennete yakın, kafirleri cehennemde hapsedilmiş
kılmıştır. Fakat ben, sizin anlayacağınız derecede, sizin kavrayışınıza sı-
ğacak oranda onlardan size biraz bahsedeceğim. “Elif” Huda’nın evvel ve
âhir sıfatlarını temsil eder. Harflerin tertibinde “elif”, şunun için başta gelmiştir
ki, Cenab-ı Hak evveldir, sonradan gerçekleşen bir şeye bağlı değildir.
Gerçi “elif” “ba”ya nispetle evveldir. Fakat Cenab-ı Hakk’ın evvelliği böy- 880
le nispî değildir. Onun evvel vasfı, başlangıcı olmayan evveldir. Öncesi gibi
sonrası da herhangi bir şeye bağlı değildir. “Ba” elif huzurunda secde ederek
hayretinden yüzünü semaya çevirmiştir. Secdenin şekli başla yere konmasını
gerektirir. Fakat bu secdedeki mana başkadır. Senin yükümlü oldu-
ğun secde manevidir, manadan sapanlar bunu takdir edemezler.
Aklın Huda’ya bağlılığı, tanışmak suretiyledir. Bundan dolayı yükümlü ol- 885
duğu ilk iş secde olmuştur. Hakk’ın huzurunda o (akıl) başsız olarak secde
etmiştir. O mana damına kanatsız olarak uçar, yükselir. Huda’nın emriyle
huzurunda secde ederken daima Hak’la konuşur. Hilkatin kaynağı akıl idi.
Cenab-ı Hak ona ne emir buyurduysa kabul etti: “Yüzünü bana çevir!” dedi,
çevirdi; “Arkanı dön!” dedi, döndü;
“Kalk!” dedi, derhal kalktı; “Otur!” dedi, hemen oturdu; sonra “Söyle!” dedi, 890
söyledi; “Sus!” dedi, sustu; “Anla!” der demez anladı. Bu emirlerden hiçbiri
ona ağır gelmedi. Cenab-ı Hak ne buyurduysa yerine getirdi.
Çünkü korku ve ümit ölçülerine bağladı. Hak Teala Hazretleri buyurdu ki:
“İzzetim hakkı için, kudret denizimden senin gibi kıymetlisi çıkmamıştır.
Has kullarım her iki dünyada beni seninle tanıyacaklardır. Dünyada asiler 895
de senin aracılığınla bana itaat edeceklerdir. Bizden karşılık ve tövbe sana olduğu
gibi engelleme ve ceza da yalnız sana yöneltilecektir.” Artık bu bahsi
burada bırak da harflerdeki manaları anlat! Tâ ki zarfta saklanandan haberdar
olsunlar. Onu açıklamak zor iştir, söze gelmez, o mana incileri kelimeyle
delinmez.
O manayı nasıl anlayabilirsin ki anlayışın da kavrayışın da noksandır. 900
48
Rebabnâme
(SAYFA 40) Ey pak can, sana onların suretlerinden bir işaret söyleyeyim ki, ondan
bir koku duyabilesin. Ondan bir koku hissedersen, artık o bir daha saklanmaz,
yüzünü görürsün. Bu elif, harflerin tertibinde niçin evvel gelmiştir?
Onun özelliği ve saltanatı nedir? Şundan dolayı ki: O, bütün harflerin nak-
şında (bünyesinde) mevcuttur. O, imamdır, diğer harfler ardında saf bağlamışlardır.
905 Sonra saflar ona tâbi olmuşlardır, o hem hidayet eden, hem edilendir. Ey
âlim, elif; evveldir, ahirdir, çimen taze bir servi gibi ayakta duruyor. “Elif”ten
sonra “ba” gelir ki eliften ayrıdır. “Ta” ve “sa” gibi birer zarf-ı Huda’dır (?)
“Ha” ile “hı”, “cim” gibi rükudadırlar, korku ve ümid ile huşu halindedirler.
“re” ile “ze”, her üçünden ziyade tevazu ve alçak gönüllülük üzere bulunuyorlar
her ikisi de Huda’yı çağırmaktalar.
910 Harfleri “ya” ya kadar birer birer gözden geçir. Hepsi böyledir. Düşün, anla!
Çok ilginçtir ki şekten şüpheden kurtulmuş o kimselere göre bunların manaları
hep birdir.
Ey aziz! İyi düşünürsen, her harfte eliften başka bir şey olmadığını görürsün.
Dikkatle bak, “ba”da üç elif vardır. “Ta” ile “sa”yı da böyle bil! “Cim”in nak-
şında (yazılışında) üç “elif “gizlidir. “Ya”ya kadar bütün harflerde “elif” gizlenmiştir.
915 Eğer görüş sahibi isen bütün harflerde “elif”ten başkasına bakma! Burada
hadsiz hesapsız sırlar gizlidir. Ben onları açıktan açığa söylersem, herkes o
söze tahammül edemez, başını, ayağını (kendini) kaybeder. Halkın çoğu o
yüzden sapkınlıkta kalır, hepsi Allah’tan uzaklaşır. Ancak saf ve metin akıl
sahibi, derin düşünen akıllılar hariç,
920 kendilerine Hak tarafından kitapsız, kağıtsız sürekli ilim bahşedilen âlimler
hariç, ilimleri akıldan değil, Huda’dan olan, güzel nükteleri nakle dayanmayan
arifler başkadır. Ey akıllı, bu sırları o anlar ki:
Harflerden her birini (illiyyin)25e kadar götüre. Bu sırlar öyle nadir ve acayip
incelikleri taşır ki gözler onlar vasıtasıyla Allah’ın yüzüne bakar ve onu seyreder.
Tâ ki bütün harflerde “elif”i görür. Her ne kadar şekilleri başka baş-
ka ise de.
925 Harflerin farklılığı onu yanıltmaz. Şat nehrinde boğulan ördek gibi. Belki su
yüzündeki gemi gibi elsiz ve ayaksız akar gider. Şu halde ey oğul, sen Hakk’ı
elif gibi bil, yaş, kuru ne varsa her şeyde onu gör. Ondan sonsuz suretler ortaya
çıktı, lakin gören göz, bir manadan başka şey görmedi. Öyle değil mi ki
bir şahısta iyi kötü birçok hal ve hareketler görülür.
930 Gözün onların hepsinde de o şahsı görür. Sev dersen, onu sever, gücenirsen
ona gücenirsin. Ondan ortaya çıkan ki -hayır, şer, iyi, kötü, küfür, din- ne
olursa olsun hiçbirinde o şahıstan başka bir şey göremezsin.
25 Mutaffifin suresi 83/18 Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.
(SAYFA 41) İşte Cenabı-ı Hak da eşyada böyle çeşitli biçimlerde zuhur eder, onu
canıgönülden seversin. O cümle hakikatte bir değilse neden onun tarafına
koşuyor,
neden daima o bire hayran oluyor, başkalarından kesilerek yalnız ona gi- 935
diyorsun? Öyleyse çokluk içinde yalnız o vardır, mevcudat yalnızca ondan
ibarettir. Varlıklar manevi harflerdir. Onlarda gördüğünüz biçimler o manevi
yüzün biçimleridir.
Bunun gibi, o harfleri doldurmuş olan “elif” de, kapları doldurmuş su gibidir.
Sanatkar da eserini böylece doldurmuştur.
İhlas da, iman da, oruç da ve din de.
İtaat ve hayırlar bunların göstergesi olduğu gibi kilise semtinde dolaşmak 940
da küfrün göstergesidir. Küfür ile dinin sayısız göstergesi vardır. Sen bunlardan
her birini onun nakışlarından biri bil! Nakışlar uzaktan el, ayak gibidir.
El, ayak vücuttan ayrı şeyler midir? Bir vücutta sayısız organ vardır: Eller,
ayaklar, yüz, baş, dudaklar, dişler, yanaklar, çene, gözler, kulaklar, burun,
ağız.
Her âdemde bunun gibi yüzlerce şey vardır. Âdem olan bunların hepsini bir 945
görür. Onun birliğine adedler şahittir.
Âkile göre bu çokluk tektir. Saydığım dış organlar hakkındaki hüküm, dahili
organlar hakkında da böyledir. O sayısız yaratılmışlar hep birdir. O, bu her
ikisi de birdir. Akıllılara bir ipucu gösterdim, bu yeterlidir. Eğer küpte kimse
varsa bu sır saklı kalmaz.
Bu sözlerden gene esrar dolu beyitlerime geri dönüyorum. Evliya arasında 950
kutub bir olur. Hepsinin gözüne sürmeyi o çeker.
49
Sultan Veled
(SAYFA 40) Ey pak can, sana onların suretlerinden bir işaret söyleyeyim ki, ondan
bir koku duyabilesin. Ondan bir koku hissedersen, artık o bir daha saklanmaz,
yüzünü görürsün. Bu elif, harflerin tertibinde niçin evvel gelmiştir?
Onun özelliği ve saltanatı nedir? Şundan dolayı ki: O, bütün harflerin nak-
şında (bünyesinde) mevcuttur. O, imamdır, diğer harfler ardında saf bağlamışlardır.
905 Sonra saflar ona tâbi olmuşlardır, o hem hidayet eden, hem edilendir. Ey
âlim, elif; evveldir, ahirdir, çimen taze bir servi gibi ayakta duruyor. “Elif”ten
sonra “ba” gelir ki eliften ayrıdır. “Ta” ve “sa” gibi birer zarf-ı Huda’dır (?)
“Ha” ile “hı”, “cim” gibi rükudadırlar, korku ve ümid ile huşu halindedirler.
“re” ile “ze”, her üçünden ziyade tevazu ve alçak gönüllülük üzere bulunuyorlar
her ikisi de Huda’yı çağırmaktalar.
910 Harfleri “ya” ya kadar birer birer gözden geçir. Hepsi böyledir. Düşün, anla!
Çok ilginçtir ki şekten şüpheden kurtulmuş o kimselere göre bunların manaları
hep birdir.
Ey aziz! İyi düşünürsen, her harfte eliften başka bir şey olmadığını görürsün.
Dikkatle bak, “ba”da üç elif vardır. “Ta” ile “sa”yı da böyle bil! “Cim”in nak-
şında (yazılışında) üç “elif “gizlidir. “Ya”ya kadar bütün harflerde “elif” gizlenmiştir.
915 Eğer görüş sahibi isen bütün harflerde “elif”ten başkasına bakma! Burada
hadsiz hesapsız sırlar gizlidir. Ben onları açıktan açığa söylersem, herkes o
söze tahammül edemez, başını, ayağını (kendini) kaybeder. Halkın çoğu o
yüzden sapkınlıkta kalır, hepsi Allah’tan uzaklaşır. Ancak saf ve metin akıl
sahibi, derin düşünen akıllılar hariç,
920 kendilerine Hak tarafından kitapsız, kağıtsız sürekli ilim bahşedilen âlimler
hariç, ilimleri akıldan değil, Huda’dan olan, güzel nükteleri nakle dayanmayan
arifler başkadır. Ey akıllı, bu sırları o anlar ki:
Harflerden her birini (illiyyin)25e kadar götüre. Bu sırlar öyle nadir ve acayip
incelikleri taşır ki gözler onlar vasıtasıyla Allah’ın yüzüne bakar ve onu seyreder.
Tâ ki bütün harflerde “elif”i görür. Her ne kadar şekilleri başka baş-
ka ise de.
925 Harflerin farklılığı onu yanıltmaz. Şat nehrinde boğulan ördek gibi. Belki su
yüzündeki gemi gibi elsiz ve ayaksız akar gider. Şu halde ey oğul, sen Hakk’ı
elif gibi bil, yaş, kuru ne varsa her şeyde onu gör. Ondan sonsuz suretler ortaya
çıktı, lakin gören göz, bir manadan başka şey görmedi. Öyle değil mi ki
bir şahısta iyi kötü birçok hal ve hareketler görülür.
930 Gözün onların hepsinde de o şahsı görür. Sev dersen, onu sever, gücenirsen
ona gücenirsin. Ondan ortaya çıkan ki -hayır, şer, iyi, kötü, küfür, din- ne
olursa olsun hiçbirinde o şahıstan başka bir şey göremezsin.
25 Mutaffifin suresi 83/18 Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.
(SAYFA 41) İşte Cenabı-ı Hak da eşyada böyle çeşitli biçimlerde zuhur eder, onu
canıgönülden seversin. O cümle hakikatte bir değilse neden onun tarafına
koşuyor,
neden daima o bire hayran oluyor, başkalarından kesilerek yalnız ona gi- 935
diyorsun? Öyleyse çokluk içinde yalnız o vardır, mevcudat yalnızca ondan
ibarettir. Varlıklar manevi harflerdir. Onlarda gördüğünüz biçimler o manevi
yüzün biçimleridir.
Bunun gibi, o harfleri doldurmuş olan “elif” de, kapları doldurmuş su gibidir.
Sanatkar da eserini böylece doldurmuştur.
İhlas da, iman da, oruç da ve din de.
İtaat ve hayırlar bunların göstergesi olduğu gibi kilise semtinde dolaşmak 940
da küfrün göstergesidir. Küfür ile dinin sayısız göstergesi vardır. Sen bunlardan
her birini onun nakışlarından biri bil! Nakışlar uzaktan el, ayak gibidir.
El, ayak vücuttan ayrı şeyler midir? Bir vücutta sayısız organ vardır: Eller,
ayaklar, yüz, baş, dudaklar, dişler, yanaklar, çene, gözler, kulaklar, burun,
ağız.
Her âdemde bunun gibi yüzlerce şey vardır. Âdem olan bunların hepsini bir 945
görür. Onun birliğine adedler şahittir.
Âkile göre bu çokluk tektir. Saydığım dış organlar hakkındaki hüküm, dahili
organlar hakkında da böyledir. O sayısız yaratılmışlar hep birdir. O, bu her
ikisi de birdir. Akıllılara bir ipucu gösterdim, bu yeterlidir. Eğer küpte kimse
varsa bu sır saklı kalmaz.
Bu sözlerden gene esrar dolu beyitlerime geri dönüyorum. Evliya arasında 950
kutub bir olur. Hepsinin gözüne sürmeyi o çeker.
50
Rebabnâme
MAKALE 19
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kutub hem kamildir, hem mükemmeldir. Bütün evliyaya çeşit çeşit ihsanda
bulunur. Kendisi hiçbir kimseden bir şey almaz. Bir padişah gibi ki bütün
komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam
verir. Kendi herkese her şey verdiği halde hiçbirinden bir şey almaz.
Bu makalede şu da bildirilecektir ki, bütün evliya derecelerine göre Hakk’a
vasıl olmuşlardır. Şu kadar ki, hepsi de bulundukları makamın üstünde baş-
ka bir makama taliptirler. Nasıl ki dünya halkı da böyledir. Padişahtan kula,
zenginden fakire kadar her biri halince dünyadan bir şeye sahiptirler. Fakat
o miktara kanaat etmezler, ondan fazlasını isterler.
(SAYFA 42) Nasıl ki ay ile yıldızlar ağızsız, boğazsız güneşten nur içerler. Kutub
da padişahtır. Evliya-yı kiram ondan her an vuslatlara, lütuflara kavuşurlar.
Hepsi de visal-i ilahide oldukları halde daha fazla kavuşma ararlar ve bunu
kutubdan beklerler.
955 Bir kimse sual ederse ki, “Mademki evliya hâlihazırda kavuşmuşlardandır o
halde kavuşmayı aramanın anlamı nedir?” Meselenin çözümü için verilecek
cevap şudur: “Her ne kadar güzelliği yakalamışlarsa da ehli dünyanın hepsi
de -kendine göre- dünyadan bir şeye sahip değiller mi padişahlardan, bü-
yük yöneticilerden, kutlu tüccarlardan, halk tabakasının hamalından tut da,
zayıfına kadar büyük küçük, zengin fakir
960 hepsinin kendilerine göre bir vuslatı, yeteneklerine göre bir devleti vardır.
Bununla beraber hiçbirinin de arzusu yerine gelmiş değildir, hepsi de daha
fazlasını ister. Küçük bir bekçi bekçi başı olmak ister, bekçi başı, zabıta amirliği
arzu eder. Zabıta amirinin gözü muavinlikte, onun gönlü de müdürlüktedir.
Bunların hepsi de dünyaya vasıl olmuşlar, az çok birer şeye sahiptirler.
Dünya bunlardan ayrı bulunmadığı
965 tamamı da dünya malına kavuşmuş oldukları halde kavuşmalarının artmasını
isterler. Bu örnek semboliktir. Sen sembolden asıl olana var! Musa
Aleyhisselam’ın Allah’ın yüzünü görmek istemesi de, işte bundan ileri gelmişti
yoksa yârdan ayrı düşmüş el değildi.
Çünkü Cenab-ı Hak ona peygamberlik vermişti. Didâr-ı ilahi bir peygamberden
nasıl gizlenirdi. Fakat o, Cenab-ı Hakk’ı açıkça görememişti de onu istiyordu.
Tâ ki Muhammet Mustafa (s.a.v.) gibi fahri âlem olsun.
970 Tâ ki onun gibi şah, onun gibi gani, rütbece onun gibi yüksek olsun. İşte
Cenab-ı Musa’nın bu talebi, Allah’ı görmek istemesi, ona kavuşmuş olmasından
ileri geliyordu. Gül bahçesinde bulunduğu halde gül arayan diken gibi.
Vuslat bahçesinde gülün harmanı vardı. Fakat o, buna kani olmuyor, vuslattan
vuslatın sırrına geçmek istiyordu.
975 Eğer aklın varsa bunu anla! Yürü! Başkaları gibi anlatılana bağlanıp kalma!
Vuslat içinde vuslat aramak bunun içindir.
Bunu bilen, insan olur. Kim bilir kutbun erdiği o visal nasıl şeydir ki bütün
evliya onu candan talep ediyorlar?
Askerin sayısı ne kadar çok olursa olsun padişah (kumandan) bir olur.
Şah, mahkum değil, hakimdir, rahmete nail olmuş değil, rahmetin tâ kendi- 980
sidir.
(SAYFA 43) Onun yanında olan her haramı al, tereddüt etme, çünkü onun verdiği
boncuk, cevher olur. Irmağa karışan yol temizlenmiyor mu? O fırından çiğ
ekmek çıkmaz. O fırının harareti nurdandır, nârından değil. O ışık, göktendir
yerden değil. Can içindeki o meşalesiz ışık binlerce Bayezit’e rehberlik etmiştir.
Saf incilerin tamamı bir denizdedirler, hepsi de lafsız, davasız işleriyle (iba- 985
detleriyle) meşguldürler.
O mana deryasının her incisi, Cüneyd gibi sayısız kutubların evi olmuştur.
Bu cevherler (inciler), bir cevherin askeri, bir cevherin aşıkları ve kullarıdır.
İncilerin sultanı o incidir ki bütün sadıkların beklentisi ve yönelimi ondan
yanadır.
O sultanın bendeleri tamamiyle vasıl ve kamiller, ilimleriyle ters düşmeyen
sağlam âlimlerdir.
Çünkü onların hepsi, can deryasında delinmişler, visale erdikten sonra çıldı- 990
rırcasına aşka düşmüşlerdir. Onların seferi seyr-i ilallahtır. Seyirleri, menzillerinde,
oturdukları yerdedir. (Seyr-i ilallah) Saliklerin nasibidir. Gün ve mekandan
geçerek yol alırlar.
Bu zümrenin üstatları o zümredir. Hak yolunda bunlara kılavuzluk ederler.
Bunlar tamamlanmamış inci olduklarından serüvenleri deryanın dışında
sürmektedir.
Bunlar, o padişahların hediyeleri ile gökleri geçerek Hakk’a kavuşurlar. Vak- 995
tin kutbu için -visalde kemale erdikten sonra- diğer bir irşat daha vardır.
Vaktin kutbu, bütün liderlerin lideridir, tüm kamil ermişler ona tabi olurlar.
O, hepsinin baş imamıdır. Onun fırını, kendisine uyanları öyle pişirir ki gü-
neş taze hurmayı öyle pişiremez. Canın (ruhun) pişmesi cisimlerin pişmesine
benzemez. Eğer o seyri arzu ediyorsan suretten geçmen lazım.
Tâ ki boyutsuzlar içinde, içten bir zevk, bir lezzet bulasın. O zevk, her zevkin 1000
üstündedir. Anla ki şevk ile yönlerden münezzeh olan Bâri Teala yanına koş-
tur! O yol için şevkten iyi at yoktur. Bu sözü kulağına küpe edin!
Huda’dan, aşkından başka bir şey isteme! Aşk atına binmeden o yola gidilemez.
Aşk atından başkası oraya nasıl gidebilir?
Sen kendinden geçmedikçe şeklin hal olmaz.
Seni benliğin sımsıkı bağlar. Benlikten tamamiyle soyutlan, o zaman zahmet- 1005
siz bir rahmet dünyası görür, mihnetsiz bir rahata erersin. Canının içinde ni-
51
Sultan Veled
MAKALE 19
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kutub hem kamildir, hem mükemmeldir. Bütün evliyaya çeşit çeşit ihsanda
bulunur. Kendisi hiçbir kimseden bir şey almaz. Bir padişah gibi ki bütün
komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam
verir. Kendi herkese her şey verdiği halde hiçbirinden bir şey almaz.
Bu makalede şu da bildirilecektir ki, bütün evliya derecelerine göre Hakk’a
vasıl olmuşlardır. Şu kadar ki, hepsi de bulundukları makamın üstünde baş-
ka bir makama taliptirler. Nasıl ki dünya halkı da böyledir. Padişahtan kula,
zenginden fakire kadar her biri halince dünyadan bir şeye sahiptirler. Fakat
o miktara kanaat etmezler, ondan fazlasını isterler.
(SAYFA 42) Nasıl ki ay ile yıldızlar ağızsız, boğazsız güneşten nur içerler. Kutub
da padişahtır. Evliya-yı kiram ondan her an vuslatlara, lütuflara kavuşurlar.
Hepsi de visal-i ilahide oldukları halde daha fazla kavuşma ararlar ve bunu
kutubdan beklerler.
955 Bir kimse sual ederse ki, “Mademki evliya hâlihazırda kavuşmuşlardandır o
halde kavuşmayı aramanın anlamı nedir?” Meselenin çözümü için verilecek
cevap şudur: “Her ne kadar güzelliği yakalamışlarsa da ehli dünyanın hepsi
de -kendine göre- dünyadan bir şeye sahip değiller mi padişahlardan, bü-
yük yöneticilerden, kutlu tüccarlardan, halk tabakasının hamalından tut da,
zayıfına kadar büyük küçük, zengin fakir
960 hepsinin kendilerine göre bir vuslatı, yeteneklerine göre bir devleti vardır.
Bununla beraber hiçbirinin de arzusu yerine gelmiş değildir, hepsi de daha
fazlasını ister. Küçük bir bekçi bekçi başı olmak ister, bekçi başı, zabıta amirliği
arzu eder. Zabıta amirinin gözü muavinlikte, onun gönlü de müdürlüktedir.
Bunların hepsi de dünyaya vasıl olmuşlar, az çok birer şeye sahiptirler.
Dünya bunlardan ayrı bulunmadığı
965 tamamı da dünya malına kavuşmuş oldukları halde kavuşmalarının artmasını
isterler. Bu örnek semboliktir. Sen sembolden asıl olana var! Musa
Aleyhisselam’ın Allah’ın yüzünü görmek istemesi de, işte bundan ileri gelmişti
yoksa yârdan ayrı düşmüş el değildi.
Çünkü Cenab-ı Hak ona peygamberlik vermişti. Didâr-ı ilahi bir peygamberden
nasıl gizlenirdi. Fakat o, Cenab-ı Hakk’ı açıkça görememişti de onu istiyordu.
Tâ ki Muhammet Mustafa (s.a.v.) gibi fahri âlem olsun.
970 Tâ ki onun gibi şah, onun gibi gani, rütbece onun gibi yüksek olsun. İşte
Cenab-ı Musa’nın bu talebi, Allah’ı görmek istemesi, ona kavuşmuş olmasından
ileri geliyordu. Gül bahçesinde bulunduğu halde gül arayan diken gibi.
Vuslat bahçesinde gülün harmanı vardı. Fakat o, buna kani olmuyor, vuslattan
vuslatın sırrına geçmek istiyordu.
975 Eğer aklın varsa bunu anla! Yürü! Başkaları gibi anlatılana bağlanıp kalma!
Vuslat içinde vuslat aramak bunun içindir.
Bunu bilen, insan olur. Kim bilir kutbun erdiği o visal nasıl şeydir ki bütün
evliya onu candan talep ediyorlar?
Askerin sayısı ne kadar çok olursa olsun padişah (kumandan) bir olur.
Şah, mahkum değil, hakimdir, rahmete nail olmuş değil, rahmetin tâ kendi- 980
sidir.
(SAYFA 43) Onun yanında olan her haramı al, tereddüt etme, çünkü onun verdiği
boncuk, cevher olur. Irmağa karışan yol temizlenmiyor mu? O fırından çiğ
ekmek çıkmaz. O fırının harareti nurdandır, nârından değil. O ışık, göktendir
yerden değil. Can içindeki o meşalesiz ışık binlerce Bayezit’e rehberlik etmiştir.
Saf incilerin tamamı bir denizdedirler, hepsi de lafsız, davasız işleriyle (iba- 985
detleriyle) meşguldürler.
O mana deryasının her incisi, Cüneyd gibi sayısız kutubların evi olmuştur.
Bu cevherler (inciler), bir cevherin askeri, bir cevherin aşıkları ve kullarıdır.
İncilerin sultanı o incidir ki bütün sadıkların beklentisi ve yönelimi ondan
yanadır.
O sultanın bendeleri tamamiyle vasıl ve kamiller, ilimleriyle ters düşmeyen
sağlam âlimlerdir.
Çünkü onların hepsi, can deryasında delinmişler, visale erdikten sonra çıldı- 990
rırcasına aşka düşmüşlerdir. Onların seferi seyr-i ilallahtır. Seyirleri, menzillerinde,
oturdukları yerdedir. (Seyr-i ilallah) Saliklerin nasibidir. Gün ve mekandan
geçerek yol alırlar.
Bu zümrenin üstatları o zümredir. Hak yolunda bunlara kılavuzluk ederler.
Bunlar tamamlanmamış inci olduklarından serüvenleri deryanın dışında
sürmektedir.
Bunlar, o padişahların hediyeleri ile gökleri geçerek Hakk’a kavuşurlar. Vak- 995
tin kutbu için -visalde kemale erdikten sonra- diğer bir irşat daha vardır.
Vaktin kutbu, bütün liderlerin lideridir, tüm kamil ermişler ona tabi olurlar.
O, hepsinin baş imamıdır. Onun fırını, kendisine uyanları öyle pişirir ki gü-
neş taze hurmayı öyle pişiremez. Canın (ruhun) pişmesi cisimlerin pişmesine
benzemez. Eğer o seyri arzu ediyorsan suretten geçmen lazım.
Tâ ki boyutsuzlar içinde, içten bir zevk, bir lezzet bulasın. O zevk, her zevkin 1000
üstündedir. Anla ki şevk ile yönlerden münezzeh olan Bâri Teala yanına koş-
tur! O yol için şevkten iyi at yoktur. Bu sözü kulağına küpe edin!
Huda’dan, aşkından başka bir şey isteme! Aşk atına binmeden o yola gidilemez.
Aşk atından başkası oraya nasıl gidebilir?
Sen kendinden geçmedikçe şeklin hal olmaz.
Seni benliğin sımsıkı bağlar. Benlikten tamamiyle soyutlan, o zaman zahmet- 1005
siz bir rahmet dünyası görür, mihnetsiz bir rahata erersin. Canının içinde ni-
52
Rebabnâme
metlerle dolu bir cennet görürsün ki her tarafında pınarlar, çeşmeler akar
bahçeleri var. Köşklerindeki sayısız hurileri gör, onların visaliyle çok mutlu
ol! O hurilerden her biri istibrak denilen kıyafetlerle donanmış, hepsi de
Hakk’ın lütfuna mazhar olmuşlardır.
1010 O cennetin her biri sınırsız gül bahçesidir. Fakat bu sözleri hangi sağır kulağa
duyurmalı. O gülşende hiç diken göremezsin, o cennetin meyveleri kabuksuz
ve çekirdeksizdir.
(SAYFA 44) Onun baharında güz faslı yoktur; yaprakları, ağaçları canlı gibi konu-
şur. Çünkü o cennetin temeli tamamıyle hayat üzerine kurulmuştur, onun
temel taşları; namaz, ibadet, aşktır. Taşı, tuğlası, kerestesi itaatten olan cennetin,
şüphesiz ki, her şeyi diriler gibi dile gelir.
1015 Namazsız, zikirsiz, taatsiz zindelik; sadakatsiz, niyazsız, oruçsuz kulluk olur
mu? O serabın -ki, kerestesi bunlardır- elbette duvarı, tavanı baştan başa can
olur. Bağı, ağacı, yaprağı konuşur, cennette hurilerle beraber koşar gezer.
Taştan topraktan yapılan dünya evleri, malzemesi ölü dünyadan alındıkları
için ölüdürler.
Dünya evlerinin malzemesi de ölüdür: Onlar da dünyadan alınmıştır.
1020 Böyle evler nasıl söyleyebilir? Hayat cennetin köşkleri gibi gerçek hayat üzerine
kurulmuş değildir ki söyleyebilsinler.
Bundan dolayı, bu âlemi ona kıyas etme! Çünkü oranın esası itaattir. Orada
ölümsüz hayat vardır. Oranın her bitkisinden acaip, garip sırlar duyarsın!
Evvel ve âhir olan Cenab-ı Hak’tan uzak olmaksızın yaşar, onun visalinden
ebedilik şarabı içersin.
Bu sözlerden gene bahsimize geçmek isterim ki bu varlıktaki hikmeti anlatayım:
MAKALE 20
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Âlem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenab-ı Hak murat
buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Zira her şeyin varlığı zıddıyladır. Bütün eşya, zıtlarıyla anlaşılır.
Âlemi yarattıktan sonra kendi emanetini göklere, yere, dağlara, deryalara
sundu. Hepsi de onu kabul etmek istemedi, ağlayıp inlemeye başladılar ki:
“Bizim bu emanetleri taşımaya gücümüz yetmez.”
Âdem evlatları bunların hepsinden zayıf oldukları halde (zalim ve cahil)
olmaları hasebiyle kabul edip yüklendiler.26
O emanetler, o ilahi emirler, dinin emirleridir. Eğer âdemoğulları bu emanetleri
saklayabilir, başa çıkarabilirse zalimlikten, cahillikten kurtularak
Hazret-i Âdem gibi, meleklerin secdegahı olur (onlardan kıdemli olur).
Eğer sözünde duramazsa mertebece hayvandan aşağı düşer. “illâ kel
en’âmi bel hum edallu”27
Yerle gökler yaratılmazdan evvel Hak Teala Hazretleri vardı. Ve cümleden 1025
gizli idi. Zahir olmak için yerle göğü yarattı, tâ ki karanlıklardan aydınlığı
var ede. O vakit âlem nurdan ibaretti, orada hesapsız melekler vardı.
(SAYFA 45) Kudretiyle yeni bir cihan yarattı, aynı nurdan zulmeti yarattı. Tâ ki zıt,
zıddından belli olsun; Hak, batıldan seçilsin.
Çünkü Cenab-ı Hakk’ın gizli hazinesi vardı. İstedi ki, o hazineyi meydana çı- 1030
karsın. Tâ ki, vahdaniyeti bilinsin, lütuf ve kahrı anlaşılsın! Lütfuyla âdemi
topraktan yarattı, ondan evvel de sayısız mahluklar yarattı ve kaldırdı. Tâ ki
nimetlerine şükreden kullarına emeksiz nimetler bahşede.
Onlar hakkında lütuf üstüne lütuflar yayar. Irmağa yeni yeni gelen akıp duran
sular gibi.
Onlar ki nimete karşı nankörlük ede, o mel’un ki nimetin şükrünü yerine ge- 1035
tirmeye. Yük olarak ona da Huda’nın kahrı isabet eder ve o güzelim bahar
mevsiminden ona sonbaharlar erişir. O, lütuf ve vefa görürken bu, cevr ve
cefa çeker. O, bal ve şeker yerken bu, zehir yutar. O, hayat içinde hayata; bu
da ölüm üzre ölüme kavuşa. Dünyanın esası zulmet olunca ondaki insanlar
da hayvanlar da zulmani olurlar.
Zulmetten doğan, zulmet olduğu gibi onun doğurdukları da zulmet olur. 1040
Bardağın yüzüne sürülen cilanın, içine tesiri olmaz.
İçi ne ise gene odur. Zulmet, nurun zıddıdır ki gizlidir.
Şeytanla huri eşit olamaz. Bu da apaçıktır. O (Huda) saf ve temiz nuru (emanetlerini)
böyle bir zulmetin içine koydu, zayıf bir kuşa Kaf Dağı’nı yükletti.
26 Ahzap suresi 33/72 Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler,
ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.
27 Furkan suresi 25/44 Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı
sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.
53
Sultan Veled
metlerle dolu bir cennet görürsün ki her tarafında pınarlar, çeşmeler akar
bahçeleri var. Köşklerindeki sayısız hurileri gör, onların visaliyle çok mutlu
ol! O hurilerden her biri istibrak denilen kıyafetlerle donanmış, hepsi de
Hakk’ın lütfuna mazhar olmuşlardır.
1010 O cennetin her biri sınırsız gül bahçesidir. Fakat bu sözleri hangi sağır kulağa
duyurmalı. O gülşende hiç diken göremezsin, o cennetin meyveleri kabuksuz
ve çekirdeksizdir.
(SAYFA 44) Onun baharında güz faslı yoktur; yaprakları, ağaçları canlı gibi konu-
şur. Çünkü o cennetin temeli tamamıyle hayat üzerine kurulmuştur, onun
temel taşları; namaz, ibadet, aşktır. Taşı, tuğlası, kerestesi itaatten olan cennetin,
şüphesiz ki, her şeyi diriler gibi dile gelir.
1015 Namazsız, zikirsiz, taatsiz zindelik; sadakatsiz, niyazsız, oruçsuz kulluk olur
mu? O serabın -ki, kerestesi bunlardır- elbette duvarı, tavanı baştan başa can
olur. Bağı, ağacı, yaprağı konuşur, cennette hurilerle beraber koşar gezer.
Taştan topraktan yapılan dünya evleri, malzemesi ölü dünyadan alındıkları
için ölüdürler.
Dünya evlerinin malzemesi de ölüdür: Onlar da dünyadan alınmıştır.
1020 Böyle evler nasıl söyleyebilir? Hayat cennetin köşkleri gibi gerçek hayat üzerine
kurulmuş değildir ki söyleyebilsinler.
Bundan dolayı, bu âlemi ona kıyas etme! Çünkü oranın esası itaattir. Orada
ölümsüz hayat vardır. Oranın her bitkisinden acaip, garip sırlar duyarsın!
Evvel ve âhir olan Cenab-ı Hak’tan uzak olmaksızın yaşar, onun visalinden
ebedilik şarabı içersin.
Bu sözlerden gene bahsimize geçmek isterim ki bu varlıktaki hikmeti anlatayım:
MAKALE 20
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Âlem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenab-ı Hak murat
buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Zira her şeyin varlığı zıddıyladır. Bütün eşya, zıtlarıyla anlaşılır.
Âlemi yarattıktan sonra kendi emanetini göklere, yere, dağlara, deryalara
sundu. Hepsi de onu kabul etmek istemedi, ağlayıp inlemeye başladılar ki:
“Bizim bu emanetleri taşımaya gücümüz yetmez.”
Âdem evlatları bunların hepsinden zayıf oldukları halde (zalim ve cahil)
olmaları hasebiyle kabul edip yüklendiler.26
O emanetler, o ilahi emirler, dinin emirleridir. Eğer âdemoğulları bu emanetleri
saklayabilir, başa çıkarabilirse zalimlikten, cahillikten kurtularak
Hazret-i Âdem gibi, meleklerin secdegahı olur (onlardan kıdemli olur).
Eğer sözünde duramazsa mertebece hayvandan aşağı düşer. “illâ kel
en’âmi bel hum edallu”27
Yerle gökler yaratılmazdan evvel Hak Teala Hazretleri vardı. Ve cümleden 1025
gizli idi. Zahir olmak için yerle göğü yarattı, tâ ki karanlıklardan aydınlığı
var ede. O vakit âlem nurdan ibaretti, orada hesapsız melekler vardı.
(SAYFA 45) Kudretiyle yeni bir cihan yarattı, aynı nurdan zulmeti yarattı. Tâ ki zıt,
zıddından belli olsun; Hak, batıldan seçilsin.
Çünkü Cenab-ı Hakk’ın gizli hazinesi vardı. İstedi ki, o hazineyi meydana çı- 1030
karsın. Tâ ki, vahdaniyeti bilinsin, lütuf ve kahrı anlaşılsın! Lütfuyla âdemi
topraktan yarattı, ondan evvel de sayısız mahluklar yarattı ve kaldırdı. Tâ ki
nimetlerine şükreden kullarına emeksiz nimetler bahşede.
Onlar hakkında lütuf üstüne lütuflar yayar. Irmağa yeni yeni gelen akıp duran
sular gibi.
Onlar ki nimete karşı nankörlük ede, o mel’un ki nimetin şükrünü yerine ge- 1035
tirmeye. Yük olarak ona da Huda’nın kahrı isabet eder ve o güzelim bahar
mevsiminden ona sonbaharlar erişir. O, lütuf ve vefa görürken bu, cevr ve
cefa çeker. O, bal ve şeker yerken bu, zehir yutar. O, hayat içinde hayata; bu
da ölüm üzre ölüme kavuşa. Dünyanın esası zulmet olunca ondaki insanlar
da hayvanlar da zulmani olurlar.
Zulmetten doğan, zulmet olduğu gibi onun doğurdukları da zulmet olur. 1040
Bardağın yüzüne sürülen cilanın, içine tesiri olmaz.
İçi ne ise gene odur. Zulmet, nurun zıddıdır ki gizlidir.
Şeytanla huri eşit olamaz. Bu da apaçıktır. O (Huda) saf ve temiz nuru (emanetlerini)
böyle bir zulmetin içine koydu, zayıf bir kuşa Kaf Dağı’nı yükletti.
26 Ahzap suresi 33/72 Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler,
ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.
27 Furkan suresi 25/44 Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı
sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.
54
Rebabnâme
Kuşun, dağın üzerine konduğuna bakmayın,
Allah’ın sanatıyla Kaf Dağı kuşun sırtına yüklenmiştir.
1045 O emanetler ki semalar kaldıramadı, yerler, dağlar kabulden çekindiler.
Felekler hepsinden ürktüler. İnsan onu kabul etti ve tuttu. Ondan dolayı
Cenab-ı Hak onlara zalim ve cahil dedi ki böyle ağır bir yük altına girdiler. O
ağır yük Cenab-ı Hakk’ın emirleridir. Onları her kim tutarsa, cahillikten kurtulur,
ameli Hak yanında kabul görür ve beğenilir.
1050 Bu alçak zeminden feleklere doğru yükselir, rütbece meleklere üstün olur.
Belki bütün melekler ona hürmetle baş eğerler, uçuşu önünde hümalar kanat
bırakırlar (aciz kalır). Eğer o emanetleri muhafaza edemez, cahil olarak
kalırsa, uğurlu bahtı batar. O alçak adam, hayvandan daha alçak olur çünkü
(la yalemun) zümresine girmiştir. Cenab-ı Hak Kuran’da böyleleri hakkında
“ulâike kel en’âmi bel hum edallu”28 buyurmuştur. Çünkü o, pişmedi, dünyadan
çiğ olarak gitti.
1055 Çünkü bu pişmek kabiliyeti onda yoktu. Bundan dolayı insanlar zümresine
giremedi. Kabiliyet, insanın şanıdır. Gaflet de hayvan tabiatıdır. Şüphe yok
ki hayvan, bu gafletinden dolayı sorumlu olmaz. O, insanların eriştikleri dereceye
varamazsa, birşey kaybetmiş olmaz.
(SAYFA 46) Fakat emri kabul eden insan böyle değildir. Onlar emri yerine getirmediklerinden,
anlaşmayı bozduklarından dolayı o karşılığı kaçırdılar. Eldeki
böyle bir hazineyi, Hakk’ın emrini yerine getirmemek yüzünden elden
çıkardılar.
1060 Kıyamet gününde kendi kendine: “Hey sersem! Böyle bir hazineyi elden çı-
kardın!” diyerek ellerini ısırır. Bu gam, bu pişmanlık ona cehennem azabından
daha büyük bir azap olur. Anka için ölmek, tuzağa düşmekten daha iyidir.
Kaf Dağı üzerinde yaşayan Anka (ki kuşların padişahıdır) bir duvar yarığında
örümcekle beraber yaşamaya mecbur edilerse hali ne olur? Gurur
ve izzetiyle dünyaya sığmayan biri, kuyuya düşse hali ne olur? Padişahlığa
aday olan biri, külhana sığınmaya mecbur olursa ne hale gelir?
1065 Yeri külhan, ikametgahı külhan, yanağı kül, arkadaşı külhancı… Her güruhun
başka bir yeri vardır. Şer bulunan yere hayır giremez. Cenab-ı Hak buyurdu
ki: “Kıyamette iyiler, iyilerle; kötüler kötülerle eş olurlar.” (El habîsâtu
lil habîsîne vel habîsûne lil habîsât)29 Sekiz cennet salihlerin, yedi cehennem
de fasıkların yeridir. Huda, nimeti gayrete göre verir, itaate göre ikram eder.
1070 Âdemoğulları iyilikten mükafat, kötülükten ceza görürler. Derslerine çalı-
28 A’raf suresi 7/179 Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da
bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar
gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
29 Nur suresi 24/26 Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere,
temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar.
Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır
şan çocuk takdir ve teşekkür alır, tembel olan da ceza görür. Amellerin cezası
da böyledir. Bundan dolayı, ibadetlerini riya ve gösteriş gibi fesatlardan
temizle!
Amellerin temiz olursa, karşılığı da temiz olur, büyük mükafatlara hak kazanırsın!
Biz yine o mevcudatı yazalım, o yüceyi, engini açıklamaya başlayalım.
Cenab-ı Hak bizi o hayalden niçin çıkardı da bu alçak zemine tıktı? 1075
55
Sultan Veled
Kuşun, dağın üzerine konduğuna bakmayın,
Allah’ın sanatıyla Kaf Dağı kuşun sırtına yüklenmiştir.
1045 O emanetler ki semalar kaldıramadı, yerler, dağlar kabulden çekindiler.
Felekler hepsinden ürktüler. İnsan onu kabul etti ve tuttu. Ondan dolayı
Cenab-ı Hak onlara zalim ve cahil dedi ki böyle ağır bir yük altına girdiler. O
ağır yük Cenab-ı Hakk’ın emirleridir. Onları her kim tutarsa, cahillikten kurtulur,
ameli Hak yanında kabul görür ve beğenilir.
1050 Bu alçak zeminden feleklere doğru yükselir, rütbece meleklere üstün olur.
Belki bütün melekler ona hürmetle baş eğerler, uçuşu önünde hümalar kanat
bırakırlar (aciz kalır). Eğer o emanetleri muhafaza edemez, cahil olarak
kalırsa, uğurlu bahtı batar. O alçak adam, hayvandan daha alçak olur çünkü
(la yalemun) zümresine girmiştir. Cenab-ı Hak Kuran’da böyleleri hakkında
“ulâike kel en’âmi bel hum edallu”28 buyurmuştur. Çünkü o, pişmedi, dünyadan
çiğ olarak gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder