2 Haziran 2016 Perşembe

Mesnevi Hz Mevlana Celaleddin

1401.Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah seni azdıran bir düşmandır.
Hırs, hepsini ister fakat bütün lezzetlerden mahrum olur. A turp oğlu turp hırsa tapma.
O halayıkcağız hem gidiyor, hem de ah diyordu; a kadın sen ustayı yola saldın.

Ustasız is yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın.

1405. Benden bir bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın.
Kuş, hem harmanından tane toplamalıydı, hem de boynuna ip dolaşmamalıydı.
Taneyi az ye bu kadar pis boğaz olma. “Yiyin” emrini okudunsa “İsraf etmeyin” emrini de oku.
Bu suretle tane yemekle beraber tuzağa da düşme. Bilgi ve kanaat ancak bunu icap ettirir.
Akıllı kişi dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar.

1410. Boğazlarına tuzağın ipi dolaştı mi tane yemek, hepsine haram olur.
Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeye kalkışırsa tuzaktaki tane zehre döner.
Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer, halkın bu dünya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi. Akıllı ve işten haberi olan kuşlar, kendilerini taneden adamakıllı çekerler.
Çünkü, tuzağın içindeki taneler zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.

1415. Tuzak sahibi, aptalların başını keser. Güzel ve narin olanlarıysa meclislere çeker götürür.
Çünkü aptalların ancak etleri işe yarar. Güzel ve zariflerinse güzel sesleri işe yarar.

Hasılı halayıkcağız kapının yarığından, hanımının eşeğin altında can verdiğini görünce,
Dedi ki: A ahmak kadın, bu iş nedir? Sana ustan bir şey gösterdiyse,
Yalnız görünüşe kapıldın. Halbuki iç yüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın.

1420. Bal gibi, paluze gibi olan o aleti gördün,âlâ. Fakat a haris neden kabağı görmedin?
Yoksa eşeğin askına o kadar mi dalmıştın ki gözüne kabak görünmedi?
Ustadan sanatın dış yüzünü gördün sevine, sevine ustalığa kalkıştın.
Nice riyacı ve işten haberi olmayan ahmak kişiler vardır ki erlerin yolundan göre, göre ancak sof kumaş görmüştür.
Nice boş boğazlar vardır ki azıcık bir hüner elde etmişler, padişahlardan laftan başka bir şey öğrenmemişlerdir.

1425. Her biri Musa’yım diye eline bir sopa almış, her biri, İsa’yım diye ahmaklara üfürmeye kalkışmıştır.
Bir gün doğruların doğruluğu, senden mihenk taşını isteyecektir. Eyvah o günden!

Artık geri kalanını ustaya sor. Bu harislerin hepsi de kördür dilsizdir.
Hepsini aradın, elde etmek istedin, fakat herkesten geri kaldın. Bu ahmak sürü, kurtlara av olmuştur.
Bir suret gördün, onun sözünü söylemeye başlayıverdin ha; dudu kuşları gibi kendi sözünden haberin bile yok!


Allah telkinine takatleri olmayan ümmetlere peygamberlerin,müritlere, şeyhin telkini, insanla ülfeti olmayan dudu kuşunun ayna karsısında söz söylemeyi öğrenmesine benzer.Ulu Allah da dudu kuşuna yapıldığı gibi müridin önüne şeyhi bir ayna gibi koyar, ayna arkasından ona telkinde bulunur. Allah, Peygamberce ”Dilini oynatıp Cebrail’den önce okumaya kalkışma”ve “Peygamberin söylediği, ancak Tanri’nin vahyettigi sözdür”demiştir. İste sonu olmayan meselenin başlangıcı budur. Nitekim senin hayal dediğin aynadaki dudu kuşunun gagasını oynatması yok mu? O hareket dinarda söz söylemeyi öğrenen dudu kuşunun aksidir, fakat aynamın ardında bulunan söz öğretenin aksi değildir. Yalnız aynanın önünde dudu kuşunun sözü ve hareketi, ayna ardında bulunan ve söz söylemeyi öğretenin tasarrufuna tabidir. Bu da bir örnektir, tıpkısı değil.

1430. Dudu kuşu, önünde bir ayna, ayna içinde de kendi aksini görür.
Aynanın ardında usta gizlenmiştir; güzel dille edeplice söz söyler.
Duducuk, bu söz söyleyeni ayna içinde gördüğü dudu sanır.
Bu suretle o koca kurdun hilesinden haberi olmaz, güya kendi cinsinden olan bu dududan söz söylemeyi öğrenir.
Usta, ona ayna ardından söz söylemeyi öğretir. Böyle olmasa kendi cinsinden olmayan birisinden söz söylemeyi öğrenemez.

1435. O hünerli kus, söz öğrenir ama sırrından da haberi yoktur manasından da. Söz söylemeyi bir insandan beller. Fakat bir duducuk, bundan başka insandan ne bilebilir, ne elde edebilir ki?
Velinin beden aynasında da kötülüklerle dolu olan mürit, tıpkı bunun gibi kendisini görür.
Fakat söz ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Küll-ü nereden görecek?
O sanır ki insan söylüyor. Halbuki bu, başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur.

1440. Söz söylemeyi belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Halbuki o, bu sırra eş değildir, bir dududur, bunu bilemez.
Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın yapabileceği bir şeydir. Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki manadan haberi bile yoktur. Kuş dilini ancak bakışı hoş Süleyman bilir.
Nice kişiler de dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle parlatır. Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da sonunda Allah rahmeti onlara yol gösterir.

Gönül sahibinin biri, gebe bir köpek gördü. Yavruları karnında havlamaktaydı. Köpeğin havlaması bekçilik etmek içindir dedi, halbuki ana karnında bekçilik olmaz. Sonra köpek havlaması, imdat istemeye, süt istemeye ve saireyse delalet eder. Ana karnındaysa bunların hiçbir faydası yoktur. Bu ne iş? Şaşırmış bir haldeyken kendisine gelince Allahya münacatta bulundu, "Bunu,Allahmdan başka kimse bilmez"dedi. Allahdan şu cevap geldi: Bu, hicaptan çıkamamış, can gözleri açılmamış olduğu halde görgü sahibi olduklarını davaya kalkışanların, bu hususta söz söyleyenlerin halidir. Bu davadan ve bu sözlerden ne bir kuvvete sahip olurlar, ne bir yardıma, ne de dinleyenleri doğru yola götürebilirler.

1445. Birisi çiledeyken rüyasında, bir yolda gebe bir köpek gördü.
Ansızın Köpeğin karnındaki enciklerin havladığını duydu. Encikler ortada yoktu.

Köpek Yavruları ana karnında nasıl havlar diye bir hayli şaştı.
Hiç köpek enciği anasının karnında nasıl havlar? Alemde bunu kim görmüştür?

Uykudan uyanıp kendine gelince şaşkınlığı an be an artıyordu.

1450. Çilede kimse yoktu ki düğümü çözsün? Bu işi ancak yüce ve ulu Allah tapısından halledebilirdi.
Dedi ki: Yarabbi, bu müşkül is, bu dedikodu nedir? Çilemde şaşırdım seni zikretmeden kaldım.
Kanadımı aç da uçayım, zikir bahçesine ve elmalıklarına gideyim.
Hatiften derhal ses geldi: Bu, bil ki bilgisizlerin lafına benzer.
Örtüden, perdeden dışarı çıkmamış, gözü bağlı. Fakat yine de beyhude yere söylenip durur.

1455. Ana karnında köpek enciğinin havlaması beyhudedir. Ne ava yarar, ne gece bekçiliğine.
Kurt görmemiş ki onu kovsun. Hırsız gelmemiş ki onu kovalasın.
Harislikten ve baş olma sevdasından bakışı görgüsüzdü, fakat laf söylemede atılgan. Müşteri bulma havasına kapılmış, hararetli bir halde, fakat gözü kapalı olarak işe girişmiş.
Ayı görmeden nişaneleri söylemede, köylüyü bu suretle aykırı bir anlayışa sürmede.

1460. Müşteri bulmak için, mevki kazanmak için ayı görmediği halde ondan yüzlerce nişane vermede.
Kâr veren müşteri, tektir. Fakat onlar, bu müşteri hakkında şüphe ve zan içindedirler.
Hiçbir ululuğu, hiçbir değeri olmayan müşteriye hava satar bu adamlar.
Bizim müşterimiz Allahdır, “Allah satın alır.” Artık sende her müşterinin derdine düşme, kurtul bu işten.
Seni arayan müşteriyi ara, senin başlangıcını ve sonunu bilen müşteriyi bul.

1465. Kendine gel. Her müşteriye el atma. İki sevgiliyi sevmek kötüdür.
O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme kabiliyeti yoktur.
O, yarım nal parasına bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut ve lâl gösteriyorsun.
Şeytan, nasıl kendisini taslanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır.
O, azapçı Şeytan, Fil ashabı ile Lut kavmini nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.

1470. Müşteriyi, sabredenler bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar.
Kim o müşteriden yüz çevirirse o adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de. Darvan’lilar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.

Darvan'lıların Babamız, bönlüğünden bahçenin hasılatından çoğunu yoksullara verirdi. Üzüm oldu mu, onda birini, kuru üzüm yapıldı mı onda birini, helva ve paluze pişirildi mi onda birini, harman toplanıp başaklar yığın yapıldı mı onda birini, harman döğüldü mü onda birini, samanla karışık buğdayın onda birini, buğday samandan ayrıldı mı onda birini, öğütülüp un oldu mu onda birini, hamur yoğruldu mu onda birini, ekmek yapıldı mı yine onda birini verirdi deyip yoksullara haset etmeleri. Ulu Allah, bu yüzden o bahçeye, tarlaya bir bereket vermişti ki bütün bahçe sahipleri, o bahçeyle tarlanın sahibine muhtaç olurlar, hem meyve, hem de para isterlerdi. Halbuki o bahçe ve tarla sahibi, onların hiçbirine muhtaç olmazdı. Adamın oğulları, tekrar tekrar onda bir verişi görüyorlardı da, o bereketi görmüyorlardı, hani o kadın gibi... Eşeğin aletini gördü de kabağı göremediydi ya!

Temiz bir Allah adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü.
Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı.

1475. Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun civarına gelirlerdi.
Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mi tekrar, Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;

1480. Allah hakkı için, Allah hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın.
Bu onda birleri verin de Allah koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Allahdır, meyveleri veren de.
Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.

1485. Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez.
Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez.
Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır.
Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı rızkım bunlarla açılıyor der.
Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona sarf eder.

1490. Fakat bu yer ve deri, ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Allahdan bil.
Elde ettiğin karı, elde ettiğin yere ekersen birine karşılık yüz bin elde edersin. Tutalım şimdi sebep sandığın yere tohumu ektin.
İki üç yıl o tohum bitmez, mahsul vermezse ne yaparsın? Allahya yalvarmadan el açıp dua etmeden başka elinden ne gelir?
Allah huzurunda elini başına vurursun. Bu el ve baş, bu çırpınış, rızkı onun verdiğine tanıktır.

1495. Bu suretle anlar bilirsin ki rızkın aslının aslı, odur. Rızık arayan da onu arar. Rızkı ondan ara, Zeyd’den, Amr’dan değil. Sarhoşluğu ondan iste esrardan, şaraptan değil.
Zenginliği defineden, hazineden, maldan mülkten değil, ondan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil ondan iste.
Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman kimi çağırıyor, kimden imdat istiyordun, bir düşün!
Şimdi de onu çağır, ondan başkalarını bırak. bırak da cihan mülküne varis ol.

1500. Bir zaman gelecek ki “adam, kardeşinden kaçacak”, oğul babasından ürkecek. O anda her dost, düşman kesilecek. Çünkü onlar, senin putundu, yoluna mani oluyordu.
Yüzünü nakkaştan çevirmiştin ve nakşa tutmuştun. Çünkü gönlün, o suretle hoşlanıyor, o nakışla avunuyordu.
Şimdi de dostların seninle zıt olurlar, senden yüz çevirip sana düşmanlığa kalkışırlarsa,
Hemencecik de ki: İşte, günün aydın oldu. Yarın olacak şey bu günden oluverdi.

1505. Buradakiler hep bana zıt oldular. Kıyamette böyle olacaktı ya, bu hal, bana daha önce gelip çattı.
Günümü onlarla geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden ne olduklarını anladım. Eğer bu hal olmasaydı ayıplı bir kumaş satın almış olacaktın. Şükürler olsun ki o kumasın ayıplı olduğunu daha önceden öğrendin.
Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi anladım, yoksa yine sonunda o kumasın ayıbı meydana çıkacaktı.
Mal da gidecekti ömür de. Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da.

1510. Malımı mülkümü verip kalp para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım.
Şükürler olsun ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı.
Yoksa kalp, ta sona kadar boynumda kalacaktı. Bos yere de ömrümü zayi edecektim.
Mademki paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.
Dostun, sana düşmanlık eder, hasedini, kinini dışarıya vursa,

1515. Senden yüz çevirdiği için feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme.
Allahya şükret yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın. Ebedi ve doğru bir dost aramak üzere çuvalından tez çıktın.
Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.
O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur.

1520. Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun düzenini riyasını gördün.
Eğer alemde halkın sana su cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır. Halkı, sana karsı kötü huylu eder de sonunda çaresiz kalırsın, hepsinden yüz çevirirsin.
Şunu iyice bil ki nihayet hepsi de düşman olacak, baş kesici hasım kesilecektir.
Sen de mezarda tek Allah’dan “Yarabbi, beni tek bırakma” diye feryat edeceksin.

1525. Ey cefası vefalıların ahdından güzel olan dost, vefalıların bal gibi vefaları da sendendir.
Ey ambar sahibi, sözü aklından duy da buğdayını Allah yerine saç!
Saç da hırsızdan da emin olsun, buğday bitinden de. Şeytanı, Şeytanın oğlu ile beraber çabuk öldür.
Çünkü o, seni yoksullukla korkutup durmadadır. Ey erkek çakır kuşu, ceylan avlar gibi avla onu.
Padişahın, muradına erişmiş yüce doğanı, ceylana avlanırsa ayıptır.

1530. Adam bu çeşit bir hayli öğüt tohumları ekti ama oğullarının yeri çoraktı bir fayda vermedi.
Öğütçü, yüzlerce çalışıp çabalasa öğüdü duymak ve kabullenmek için dinleyende kabul edici kulak gerek.
Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öğüt verirsin ama bu öğütün, onun kulağına bile girmez.
Duymayan inatçı bir adam, yüzlerce söyleyeni aciz bırakır.
Peygamberlerden daha Öğütçü, daha güzel sözlü kim vardır? Nefesleri tasa bile tesir eder.

1535.Fakat dağ taş bile onların sözlerini duydu, sözleri dağa, tasa bile tesir etti de bahtı kötü kişinin bahtı açılmadı gitti.
Bizlik benlik kaydına düşen gönüller, onların sözlerine karşı taştan da katı bir hal alırlar.

Allah vergisiyle Allah kudreti, halk vergisinde olduğu gibi kabiliyete muhtaç değildir. Çünkü vergi önsüzdür, kabiliyet sonradan meydana gelme. Vermek, Allah sıfatıdır, kabiliyet yaratılmışın sıfatı. Evveli olmayan, sonradan meydana gelen şeye bağlı değildir. Bağlı olduğu farz edilirse sonradan meydana gelmenin imkansız olması lazım gelir.

Bu gönlün ıslah olmasına çare, insanı halden hale döndüren Allahnın ihsan ve lütfudur. Onun vergisine de kabiliyet şart değildir.
Belki kabiliyete sahip oluşa şart, onun lütuf ve ihsanda bulunmasıdır. Allah vergisi içtir, kabiliyet, deri.
Şunu görsene: Musa’nın sopası ejderha olmada, avucu güneş gibi parlamada.

1540.Peygamberlerin aklımıza fikrimize sığmayan yüz binlerce mucizeleri, Sebeplerden olmamıştır, Allah yaratması ile olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor?
Kabiliyet, Allah işinde şart olsaydı hiçbir yok varlık alemine gelmezdi.
Arayanlar için bu gök perdenin altında bir adettir koydu, sebepler ve yollar yarattı. Olan şeylerin pek çoğu o adete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki kudret, o adeti yırtar, kaldırır.

1545. Hoşluk ve tatlılıkla adet, yol yordam koydu ama sonra da o adeti, o yolu yordamı yırttı, adına mucize dendi.
Sebepsiz olarak bize yücelik gelmez. Gelmez ama kudret, sebebi kaldırmada aciz değil.
Ey sebebe kapılan, sebepten dışarı uçma. Fakat sebebi yaratanı da abes sanmaya kalkışma.
Sebebi yaratan Allah, ne dilerse yapar. Mutlak olan kudret, sebepleri de yırtar, ortadan kaldırır.
Fakat arayan muradına erişsin diye çok defa, yaptığı işleri sebeple yapar, sebeple yaratır.

1550. Sebep olmasa mürit nasıl yol arasın? Şu halde yolda sebeplerin görünmesi lazımdır.
Bu sebepler, görüşlere perdedir. Çünkü her göz, onun sanatını görmeye layık değildir.
Sebebi yırtacak bir göz gerek ki perdeleri kökünden çekip çıkarsın.
Bu suretle de mekansızlık yurdunda sebepleri yaratanı görsün, çalışmayı, kazancı dükkânı saçma ve beyhude saysın.
Her hayır ve şer, sebebini yaratandan gelir. Babacığım sebep ve vasıtalar.

1555. Bir zamancağız gaflet devri yürüyüp gitsin diye ana yolun üstünde toplanmış bir hayalden başka bir şey değildir.

Adem aleyhisselam'ın bedeni, ilk yaratılırken Allahnın Cebrail aleyhisselam'a "Yürü, şu yeryüzünden bir avuç toprak al", bir rivayete göre de "Her yerden avuç avuç toprak al"diye emretmesi

Sanat sahibi Allah, hayra, şerre uğramak, sınamak üzere Adem’i yaratmak istediği zaman,
Özü doğru Cebrail’e “Yürü, yeryüzünden bir avuç toprak ödünç al” buyurdu.
Cebrail hizmete bel bağlayıp alemlerin rabbinin emrini yerine getirmek üzere yeryüzüne geldi.
O, buyruk kulu, yere el attı. Toprak, kendini çekti, çekindi.

1560. Dile gelip yalvarmaya, tek yaratıcı hürmetine beni bırak, yürü git, canımı bağışla. O yürük atinin yularını çek benden.
Benden yaratılacak insan, tekliflere uğrayacak, tehlikelere düşecek. Allah hakkı için beni bırak, alma.
Allah seni seçti, Levih’teki bilgiyi sana gösterdi. O lütuf hakkı için vazgeç benden.
Allah ihsanı ile meleklere hoca oldun. Daima Allah ile konuşmadasın.

1565. Peygamberlerin de elçisi olacaksın. Sen vahiy canının hayatısın bedeni değil.
İsrafil bedenlere can verir, sen cana can verirsin. O yüzden İsrafil’den üstünsün.
O, sur’u üfürür, bedenlere can gelir. Senin nefesin mücerret gönüllere can bağışlar.
Bedendeki canın canı, gönlün diriliğidir. Şu halde senin ihsanın, İsrafil’in ihsanından üstündür.
Sonra Mikâil bedenlere fizik verir. Senin çalışmansa aydın gönlü rızıklandırır.

1570. O kile vergisiyle eteğini doldurmuştur. Senin rızkınsa kileye sığmaz.
Kahır ve şiddet sahibi Azrail’den de üstünsün. Rahmetin, gazaptan fazla ve üstün olduğu gibi.
Arşı bu dördü taşırlar. Sen bunların padişahısın. Hakikatte uyanıklık bakımından dördünün en yücesi en üstünüsün.
Mahşer günü görürsün ki arşı sekiz melek taşır. O zaman sekizinin en üstünü yine sen olacaksın demeye başladı.
Bu çeşit sayıp dökmeye, ağlayıp yalvarmaya koyuldu. Çünkü o, bundaki maksadın ne olduğunu anlamış, bundan bir koku almıştı.

1575. Cebrail utanç madeniydi. O antlar, yolunu bağladı.
Yer, pek çok yalvardığı, antlar, yeminler verdiği için geri döndü, dedi ki: Ey kulların rabbi!
Ben senin işinde serseri değildim. Fakat aramızda geçen şeyleri, söylenen sözleri sen daha iyi bilirsin.
Adlarından bir adı andı ki ey her şeyi gören Allah, o adın korkusundan yedi gökte dönmesini terk eder durur.
Utandım adından sıkıldım. Yoksa bir avuç toprak getirmek kolay bir şey.

1580. Sen meleklere öyle bir kuvvet vermişsin ki bu gökleri bile yırtarlar.

Allahnın; insanların babası ve Allah halifesi olan ,melekler tarafından secde edilen ve onlara hocalık eden Adem aleyhisselam'ın mübarek bedenini yoğurmak üzere bir avuç toprak alması için Mikail aleyhisselam'ı yeryüzüne göndermesi.

Allah, Mikail’e “Sen yeryüzüne in de ondan aslan gibi bir avuç toprak kapıver” dedi.
Mikail yeryüzüne gelip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman,
Yeryüzü titredi, ağlamaya, yalvarmaya, gözyaşları dökmeye başladı.
Gönlü yanarak yalvardı, kanlı gözyaşı dökerek ant verdi, dedi ki:

1585. Lütuf sahibi eşsiz Allah hakkı için ki seni, Arsı taşıyan ulu melekler arasına kattı.
Aleme Rızk veren kilelerin memurusun, lütuf ve ihsan susuzlarına avuç,avuç su verirsin.
Çünkü Mikail sözü kileden üremedir. Mikail fizik veren kilecidir.
Bana aman ver, azat et beni. Bak kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum.
Melek, Allah merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz ekeyim?

1590. Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat eder.
Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Allah sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir.
Kullar da onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur.
O Allah Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.
Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti.

1595.Dedi ki: Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim.
Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim.
Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi.
Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben, nasıl inat edebilirdim?
Kul, günde beş kere namaza gel, feryad et diye davet edilir.

1600.Müezzinin “Haydi felaha” demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır.
Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın.
Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçısı bulunmaz.
Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin.
Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki:

1605. O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun.
Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet görünüyordu.
İnatçı kendisini suçlu bilmedikçe nasıl olur da gözleri yaşarır ağlar?

Ağlayıp sızlamanın, gökyüzünden gelen belayı defettiğine Yunus aleyhisselam'ın hikayesi deleldir. Ulu Allah,dilediği gibi iş görür, şu halde sızlanma ve onu ululama, insana fayda verir. Filozoflarsa Allah, tabiata ve sebebe göre işi görür, dilediği gibi değil. Onun için de sızlanış, tabiatı değiştiremez derler.

Yunus peygamberin kavmine bela gelip çattı. Gökten ateş dolu bir bulut ayrıldı.
Yıldırımlar saçıyor, taşları yakıyordu. Gök gürlemekte, benizleri sarartmaktaydı.

1610.Onların hepsi damlardaydı. Vakit geceydi. Gökyüzünden gelen bu bela, gece vakti gelip çatmıştı.
Hepsi damlardan aşağı indi. Başlarını açıp ovanın yolunu tuttular.
Analar evlatlarını kendilerinden ayırdılar. Hepsi feryat figana, çığrışıp ağlaşmaya koyuldu.
O kavim, akşam namazından seher vaktine kadar başlarına toprak serptiler.
Hepsi avaz,avaz ağlaşıp yalvardılar. O inatçı kavme Allah acıdı.

1615. Ümitsizlikten, sabırsız ah ve feryattan sonra yavaş,yavaş bulut dağılmaya başladı.
Yunus peygamberin hikayesi uzun ve etraflıdır. Halbuki toprağı anlatma ve feyiz verme zamanı.
Hasılı ağlayıp sızlanmanın Allah yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmadaki değer nerede var?
Ey ümit hemen kalk, belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan daima gül.
Çünkü ulu Allah üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmadadır.

Allahnın, Adem aleyhisselam'ın bedenini yaratmak üzere bir avuç toprak alması için İsrafil aleyhisselam'ı yeryüzüne göndermesi.

1620. Allahmız bunun üzerine İsrafil’e, yürü dedi, avucunu toprakla doldur gel. İsrafil yeryüzüne geldi ama toprak, ağlayıp inlemeye başladı.
Dedi ki: Ey sür meleği, ey hayat denizi! Ölüler senin nefeslerinle dirilir.
Sür’u öyle bir kuvvetli üflersin ki halk, çürümüşken dirilir, mahşere gelir, o ovayı doldurur.
Su’ru üfler, haydin ey Kerbela şehitleri, kalkın!

1625. Ey ölüm kılıcı ile helak olanlar, dallar, yapraklar gibi topraktan baş kaldırın dersin.
Senin merhametin ve o tesirli nefesin yüzünden şu alem, dirilerle dolar.
Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Sen Arşı taşımaktasın, ihsan ve lütufların kıblesisin.
Arş, ihsan ve adalet madenidir. Onun altıdan yargılamalarla dolu dört tane ırmak akmaktadır.
Süt, ebedi olan bal, şarap ve akar su ırmakları.

1630. Bunlar arştan cennetlere giderler. Alemde o ırmaklardan çok az bir şey görünür.
Gerçi o dört ırmağın burada görünen cüzleri bulanıktır ya. Neden? Acı yokluk zehrinden.
O dört ırmaktan şu kara toprağa bir yudumcuk serptiler de bir fitnedir kopardılar. Bu suretle aşağılık kişiler, onların aslını arasınlar, bunu dilediler. Fakat adam olmayanlar bunlara kani olup gittiler.
Allah çocukları beslemek, yetiştirmek için sütü verdi, her kadının göğsünü bu süt ırmağına kaynak yaptı.

1635. Şarap ırmağını, gamı defetmek, düşünceyi gidermek ve insana kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı.
Bal ırmağına da arının için kaynak etti, o ırmağı bedendeki hastalıkları gidermek için akıttı.
Suyu da temizlenmek ve içip kanmak için herkese ihsan etti.
Bu suretle de bunları görüp asıllarını izlemeni diledi. Fakat ey herzevekil, sen bunlara kani oluverdin.
Şimdi toprağın başından geçenleri dinle. Bak, o kudret sahibi İsrafil’e ne efsunlar okuyor.

1640. İsrafil’e karşı suratını ekşitti, yüzlerce şekilde yalvarıp yakardı.
Ululuk ıssı pak Allah hakkı için dedi, bana bu kahrı helal görme.
Ben bu işten bir koku alıyorum, kafama bir kötü şüphedir girdi.
Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Çünkü hama kuşu, hiçbir kuşu incitmez. Ey dertlilere şifa ve rahmet olan melek, sen de o iki kişinin yaptıklarını yap.

1645. İsrafil, çabucak padişahın tapısına döndü, özür getirdi olanları anlattı.
Dedi ki: Yarabbi, görünüşte toprağı al diye emrettin ama içine onun aksini ilham ettin.
Kulağıma, toprağı al dedin, aklıma da bunun aksini emrettin.
Rahmet gazaptan fazladır, üstündür, üstün geldi ey işleri essiz, örneksiz olan ve iyi işler işleyen Allah.

Allahnın çevik Adem'in aleyhisselam’ın bedenini yoğurmak üzere bir avuç toprak alması için azim ve şiddet sahibi bir melek olan Azrail aleyhisselam'ı yollaması.

Tanri, Azrail’e “Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör.

1650. O arık zalimi bul, hemen bir avuç torak al, gel” dedi.
Kaza ve kader çavuşu Azrail, buyruğu yerine getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi.
Toprak adeti veçhile yine feryada, ant vermeye başladı. Bir çok yeminler verdi.
“Ey has kul, ey arşı taşıyan, ey arşta da, ferste de emrine itaat edilen!
Tek ve merhametli Allah’nın rahmeti hakkı için git. Sana lütuflarda bulunan Allah hakkı için git.

1655. Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi.
Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben.
Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.

1660. Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu. Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.

1665. Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi. Allah’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Allah’dan canını esirgemek can çekişmektir.
Onun en kötü kahrı, iki alemin de ilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.
Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar.
Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Allah gel diyor, başını ayak yap da koş.

1670. Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar.
Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.
Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi.
Aşağılık toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı.
Azrail dedi ki: Yeter, artık bundan fazlası yok. Hem benden sana ziyan da gelmez. Ben, istersen sana başımı, canımı rehin vereyim.

1675. Yalvarmayı düşünme, Artık o merhamet ve adalet sahibi padişahtan başkasına yalvarma da.
Ben emir kuluyum, emri terk edemem. Onun emri, denizden toz koparır.
O kulağı, gözü, başı, yaratan Allah’nın emrinden başka kendiliğimden ne bir hayır dilerim, ne bir şer.
Kulağım onun sözünden başka söze sağır. O, bana tatlı canımdan da değerli.
Can, ondan geldi, o candan değil. O, bedavaca yüz binlerce can verir.

1680. Can nedir ki kerem sahibinden esirgeyeyim? Pire de nedir ki onun yüzünden yorganı yakayım?
Ben, onun hayrından başka bir hayır bilmem. Ondan başkasına sağırım, dilsiz, körüm.
Ağlayıp inleyenlere karsı kulağım sağır. Onun elinde bir mızrak gibiyim ben.

Sana zulmeden mahluk, hakikatte bir alete benzer. Arif, ona derler ki alete değil, Allahya bakar. Görünüşte alete baksa bile bilgisizliğinden değildir de öyle icabetmiştir. Nitekim Allah sırrını takdis etsin, Ebu Yezid dedi ki: Bunca yıldır halkla konuşmam, halkın sözünü duymam, işitmem. Halksa,beni kendileriyle konuşuyorum, onların sözlerini dinliyorum sanır. Çünkü onlar, söz söylediğim ulu zatı görmezler. Onlar, bence birinin sesine ses veren dağa, dağdan gelen sese benzerler. Duyan akıllı kişi, sese bakmaz. Meşhur atasözüdür: Duvar çiviye niye beni yaralıyorsun? der. Çivi de beni kakana bak diye cevap verir.

Ahmakçasına mızraktan merhamet umma, mızrağı elinde tutan padişahtan um. Mızrağa, kılıca nasıl yalvarabilirsin? Onlar, o yüce kişinin elinde tutsaktır.

1685.O, sanatkarlıkta Azeri’dir, bense putum. Benden ne alet yaparsa o aletim ben.
Beni kadeh yaparsa kadeh olurum, hançer yaparsa hançer.
Çeşme yaparsa su veririm, ateş yaparsa ziya.
Yağmur yaparsa yağar, harmana feyiz ve bereket veririm, ok yaparsa bedene saplanırım.
Yılan yaparsa zehirlerim, yardim ederse hizmette bulunurum.

1690. Ben iki parmağın arasındaki kalem gibiyim. İbadet safında mütereddit değilim.
Azrail toprağı söze tuttu; o sırada o köhne topraktan bir avuç kaptı.
Yeryüzünden sihirbazca bir avuç toprak aldı, halbuki toprak, sözle meşguldü, ondan haberi bile olmadı.
O bir avuç toprağı yeryüzünün rızası olmadan aldı, kaçmak isteyen, ayakları gerisin geriye giden çocuğu nasıl zorla mektebe götürürlerse öylece Allah tapısına götürdü.
Allah dedi ki: Apaydın bilgim hakki için seni bu halkın celladı yapacağım.

1695. Azrail dedi ki: Yarabbi, halk bana düşman olur. halkın ölüm çağında boğazını siktim mi herkes bana düşman kesilir.
Yüce Allahm, reva görür müsün halk benden nefret etsin, bana düşman olsun?
Allah dedi ki: Ben, sıtma ve humma, kulunç, yaralanma, gibi öyle sebepler yaratırım ki,
Onlar gözlerini senden çevirirler, o hastalıklara, o sebeplere üç kat sarılırlar, yalnız onları görürler.
Azrail, “Yarabbi, Yüce Allahm, öyle kullarında vardır ki onlar, sebepleri yırtarlar.

1700. Gözleri sebeplerden geçer, senin ihsanınla perdeleri asar.
Hal göz doktorundan birlik sürmesini çekerler de illetten de kurtulurlar sebepten de.
Ne hummaya bakarlar, ne kulunca, ne basura, bu sebeplere hiç ehemmiyet vermezler.
Çünkü bu illetlerin her birinin devası vardır. Deva kabul etmeyen illet kaza ve kaderdir.
Bilki her hastalığın mutlaka bir devası vardır. Soğuk illetinin devası nasıl kürk giymekse.

1705. Fakat Allah, bir adamı dondurmayı murat ederse soğuk, yüz tane kürk giyse yüzünden de tesir eder.
Bedeni öyle bir titremeye baslar ki, ne elbiseyle ısınır ne evle.
Kaza ve kader geldi mi doktor aptallaşır. O ilaç da fayda verme hususunda yolunu şaşırır.
Ahmakları avlayan bu sebepler, nasıl olur da can gözü açık olanın anlayışına perde olur?
Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür” dedi.

Allahdan, Ey Azrail, sebepleri, hastalıkları, kılıç yarasını görmeyen, senin yaptığın işi de görmez. O sebeplerden daha gizlisin ama sen de sebepsin. Hatta o hastaya "Allah, ona sizden yakındır ama siz görmezsiniz" sırrı bile gizli kalmaz.

1710. Allah dedi ki: Aslı bilen kişi, nasıl olur da arada seni görür?
Kendini halktan gizledin ama sırları apaydın görenlerce sen de bir perdesin.
Onlara ecel, seker gibi tatlı gelirken Artık gözleri dünya devlet ve ikbaline sarhoş olur mu?
Onlarca bedene ait olan ölüm, acı değildir. Çünkü onlar, kuyudan, zindandan çayırlığa, çimenliğe gidiyorlar.
Bu ıstıraplarla dolu alemden kurtuluyorlar. İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı?

1715. Padişaha mensup birisi zindanın burcunu yıksa zindandakinin gönlü, ona incinir mi?
Yazık, şu mermer taşı kırdı da canımızı, ruhumuzu hapisten kurtardı.
O güzelim mermer, o yüce taş, zindanın burcuna ne yakışıyordu, ne de güzel uymuştu.
Nasıl oldu da kırdı, beni de hapisten kurtardı? Bu suça karşılık elini kırmalı onun der mi?
Hapisten çıkarılıp dar ağacına götürülen kişiden başka hiçbir mahpus böyle saçma bir söz söylemez.

1720. Birisine, yılan zehrinden kurtarıp şeker verseler bu hal, o adama hiç acı gelir mi?
Can beden kavgasından kurtulur. Beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar.
Hani zindanın kuyusuna hapsedilen adamın uyuyup rüyasında gül bahçesini görmesi gibi.
Bu adam der ki: Allahm, beni bedene döndürme de su gül bahçesinde bir salınıp gezineyim.
Allah da duan kabul edildi, dönme der. Doğrusunu Allah daha iyi bilir ya.

1725. Bu çeşit rüya bir bak ne hoştur. Adam, ölümünü görmeden cennete gitmede.
Artık hiç o adam, uyanmaya hasret çeker, kuyunun dibinde zincirlere, bukağılara vurulmuş olarak yaşamayı arzular mı?
İnanmışsan artık savaş safına gel ki senin meclisin gökyüzündedir.
Yüzlerce ulaşma ümidiyle kalk, ey kul, mihrap önündeki mum gibi dinel.
Başı kesilmiş mum gibi bütün gece arayıp isteme yüzünden ağla, gözyaşları dök, yan dur.

1730. Yemekten, içmekten ağzını yum, gök sofrasına koş.
Her an ümidini gökyüzüne bağla. Gökyüzü havası ile söğüt gibi titre.
Sana anbean gökten su ve ateş gelip durmada. Rızkını arttırmadadır.
Seni de oraya götürürse şaşma. Aczine bakma isteğine bak.
Çünkü bu istek, sende Allahnın bir emanetidir. Her isteyen kişinin istenmesi yerindedir.

1735. Çalış da bu istek artsın. Bu suretle de gönlün şu ten kuyusundan çıksın.
Halk, filan yoksul öldü desinler, sen de a gafiller diriyim ben.
Bedenim yapayalnız yatmış, uyumuş ama sekiz cennet de gönlümde açılmış de.
Can, gül ve nesrin içinde uyuduktan sonra beden, su pislikte kalmış? Ne gam! Uyumuş canın bedenden ne haberi var? O, ister gül bahçesinde uyusun, ister külhanda.

1740. Can, şu su rengindeki alemde “Keşke kavmim, Rabbim beni ne yüzden yarlığadı, bilseydi” diye nara atmada.
Can, şu bedensiz yaşamayı istemezse peki, gökyüzü kimin sayvanı olacak?
Canın, bedensiz yaşamayı dilemezse “Rızkınız gökyüzündedir” nimeti, kimin kısmeti olacak?

Dünyanın yağlı, ballı nimetlerini yemek tehlikelidir. Allah yemeğine mani olur. Nitekim Peygamber, "Açlık,Allah yemeğidir. Onunla,yani açlıkla sözü doğruların bedenlerini diriltir" demiştir. Yine "Ben rabbime misafir olurum, o beni doyurur, suvarır" buyurmuştur. Allah da "Ferahlanarak rızıklanırlar" demiştir.

Bu kaba Rızk kırıntılarından kurtulursan yüce ve latif rızklara nail olursun.
O manevi rızktan binlerce okka yemek yesen yine pak ve tüy gibi hafif olarak gidersin.

1745. O yemek, sen de ne yel yapar, ne kulunç, ne de mide ağrısı verir.
Az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen geğirmeye başlar, imtila olursun.
Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşır, nobranlaşırsın. Çok yersen bedenin imtilaya müstahak olur.
Fakat Allah taamından, o lezzetli rızktan denizler kadar ye, yine de gemi gibi yürü yüz.
Oruca sarıl, sabret, orucu terk etme, her an Allah Rızkını bekle.

1750. Çünkü o işi gücü güzel Allah, bekleyenlere hediyeler verir.
Tok adam ekmek beklemez. Ekmeği yiyeceği ister er gelsin ister geç.
Aç adam daima nerede der durur. Açlıkla bekler, araştırır.
Beklemezsen o yetmiş kat devlet ve ikbal nevalesi sana gelmez.
Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle.

1755. Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur.
Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir.
Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi Rızk vericiye kötü zanda bulunma.
Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da günesin ilk ışığı sana vursun.
Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.

Ne hoştu bu dünya, ölüm olmasaydı: ne hoştu dünya mülk, zevali gelmeseydi diyen ve bu çeşit abes sözler söyleyen gafil kişiye cevap

1760. Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi.
Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı.
Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi.
Halbuki sen asil ölümü dirilik sandın, tohumu çorak yere ektin.
Yalancı akıl, her şeyi aksi görür, diriliği de ölüm sanır a ahmak!

1765. Ey Allah, sen bize her şeyi, o hile yurdunda nasılsa öylece göster.
Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, azığın azlığına hayıflanır.
Yoksa ölen, bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar.
Bu yas konağından, şu daracık deve yatağından geniş bir ovaya göçer.
Orası doğruluk makamıdır, yalan sayvanı değil. Orada hususi bir şarap vardır, adam onunla sarhoş olur ayranla değil.

1770. Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki orada onunla oturan Allahdır. Ateşe tapanların mabedi olan su balçıktan kurtulmuştur.
Aydın bir suretle yaşamadıysan, bir iki nefeslik ömrün kaldı bari ercesine öl!

Kul,müstahak olmadan nimetler veren Allahnın rahmetinden dilenen şeyler. Allah, bir Allah ki, insanlar, ümitsizliğe düştükten sonra yağmur yağdırır. Nice uzaklık vardır, yakınlığa sebep olur. Nice kutluluklar vardır, kötülük istediğinden gelip çatar. Bu suretle de Allahnın, kulların kötülüklerini, iyiliklere döndürdüğü bilinir.

Hadiste gelmiştir ki kıyamet günü, her bedene “kalk” diye emir gelir.
Sur’un üfürülmesi, pak Tanri’nin ey zerreler yerden bas kaldırın diye emretmesidir.
Herkesin canı, sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza gelirse tıpkı öyle, kendi bedenine girer.

1775. Can, kıyamet günü, kendi bedenini tanır, define gibi kendine mahsus olan o yıkık yere girer.
Her can, kendi bedenini tanır, o bedene girer. Kuyumcunu canı, nasıl olur da terzinin bedenine girer?
Bilgi sahibinin canı, bilgi sahibinin bedenine girer, zulmedenin canı, zulmedenin bedenine.
Sabah çağı kuzu anasını, koyun kuzusunu nasıl tanırsa Allah bilgisi de bedenleri tanıma hususunda ruhlara böyle bir bilgi vermiştir.
Ayak bile karanlıkta ayakkabısını tanırken a güzelim can kendi bedenini nasıl tanımaz?

1780. Ey Allahya sığınan, sabah küçük mahşerdir. Büyük mahşeri de var ondan kıyas et.
Can, nasıl toprağa uçarsa amel defteri de sağa, sola öyle uçar.
İyiliğe kötülüğe dair dün ne yaptıysa onların yazılı olduğu nekeslik ve cömertlik defterini, insanın avucuna koyarlar.
Seher çağı uykudan uyandı mı o hayır ve şer, ona gelip çatar.
Riyazatı huy edinmişse uyandığı zaman yanına o gelir.

1785. Dün, hamlık etmiş, kötülükte, azgınlıkta bulunmuşsa sol yanından verilen defteri, yas mektubuna döner.
Dün, temiz, kötülükten çekingen ve dindar olarak yaşamışsa uyanınca değerli inciyi elde eder.
Bizim uykumuz ve uyanmamız, ölümle mahşere iki tanıktır.
Küçük haşir büyük hasrı gösterir; küçük ölüm, büyük ölümü aydınlatır.
Fakat bu defter, hayalidir, gizlidir. Büyük haşirde o defter meydana çıkar.

1790. Bu hayal, burada gizlidir, eseri görünür. Fakat bu hayal, orada suretlere bürünür.
Mühendise bak yere tohum eker gibi gönlüne bir ev yapma hayali kor.
O hayal, dışarıda zahir olur, adeta yerden tohum biter gibi.
Gönülde yurt tutan her hayal, mahşer gününde bir surete bürünecektir.
Mühendisin gönlünde kurduğu hayali, tohum bitirme kabiliyetindeki bir yere ekilmiş, orada bitmiş mahsul tut.

1795. Bu iki mahşeri hulâsa etmeden maksadım bir kısastır, inananların bundan hisse almasıdır.
Kıyamet gününün güneşi doğdu mu çirkin, güzel herkes yerden derhal kalkar. Herkes kaza ve kader divanına koşar, geçer para da potaya girer, kalp para da.
Geçer para neşelenerek, nazlana,nazlana kalp para, yanıp eriyerek.
Anbean sınamalar gelmede, bedende gönül sırları görünmede.

1800. Kandil nasıl suyla yağla görünür, aydınlanıp meydana çıkarsa, yahut toprak, nasıl mahsul verir, sırlarını meydana korsa öyle.
Baharın eli, soğanı, safranı, haşhaşı çıkarır, kışın sırrını nasıl meydana korsa öyle.
Biri “Biz Allahdan çekinenleriz” diye yemyeşil, öbürü menekşe gibi başı aşağıda. Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada.
Gözler, defterler sol yandan gelmesin diye açılmış, bekleyip durmada.

1805. Amel defterinin sağdan verilmesi kolay iş değil. Bunun için gözler sağı solu gözlemede.
Derken bir kulun eline kapkara, suçlarla kötülüklerle dolu bir defter verilir.
İçinde ne bir hayır var, ne bir iyi işte bulunma. Ancak doğru özlülerin gönlünü incitme var.
Baştan ayağa kadar kötülükle, suçla, yol ehline çaldığı ıslıklarla, onlarla ettiği alaylarla dopdolu.
Hileleri, hırsızlıkları, Firavunlar gibi ben, biz demeleri, defteri kaplamış.

1810. O kötü amelli kul, defterini okudu mu analar ki zindandan başka göçecek yer yok.
Suç meydanda özür yolu bağlı. Artık hırsızlar gibi darağacına yürümeye baslar.
O binlerce delili, o binlerce kötü sözü, pis bir çivi gibi ağzını kapatmış.
Üstünde, evinde, çaldığı şeyler çıkmış, okuduğu masal dinlenmez olmuş.
Cehennem zindanına doğru yürümeye koyulur. Çünkü ateşten kaçmasına imkan yok.

1815. Melekler de memurlar gibi önüne ardına düşerler. Evvelce gizliydiler şimdi asesler gibi meydana çıkarlar.
Onu, yürü ey köpek, samanlığına gir diye sürerler, ellerindeki mızraklarla dürterler.
O, her yol basında ayağını sürür, belki o kuyudan kurtulurum ümidine düşer. Bekleyerek durur, susar, bir ümide kapılıp yüzünü geriye çevirir.
Güz yağmurları gibi gözyaşı döker, ümidi kurumuştur, ondan başka elinden ne gelir?

1820. Her an yüzünü geriye çevirir, Allah’nın mukaddes tapısına yönelir.
Derken Allah’dan “Ey nur ülkesinin melekleri, ona ey iyi huylardan çırılçıplak tembel” deyin.
Ey şer madeni, ne bekliyorsun? A şaşkın neden yüzünü geriye çeviriyorsun?
İşte defterin, eline gelen defter a Allah inciten a Şeytana tapan!
Yaptığın şeylerin yazılı olduğu defteri gördün ya. Ne bakıyorsun Artık, yaptığının cezasını gör.

1825. Beyhude yere emekleyip duruyorsun? Böyle bir kuyuda aydınlık ümidi nerede?
Ne görünüşte bir ibadetin var, ne içinde gizli bir iyilik niyeti.
Ne geceleri münacatta bulundun, namaz kıldın; ne gündüzleri haramdan çekindin oruç tuttun!
Ne kimseyi incitmemek için dilini tuttun, ne ibretle önüne ardına baktın.
Önünde ölüm anlayışı ile can çekişmeden, ardında dostlarının ölümünden başka ne var ki?

1830. Ne zulmünle yana yakıla coşarak bir tövbe ettin, ne ağlayıp sızlandın ey
buğday gösterip arpa satan adı adam!
Terazin eğriydi azgındı. Artık mükafat terazisinin doğru olmasını neye beklersin? Hıyanette eksik tartmada adeta sol ayak kesilmiştin, nasıl olur da terazin sağ yanından gelir?
A boyu bükülmüş, mükafat ve mücazat, gölge gibidir, elbet gölgen de önüne iki büküm düşecek.
Allahdan bu çeşit sert hitaplar gelir. Öyle ki bu sözleri dağ duysa kamburlaşır.

1835. Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü.
Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.

1840. Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım.
Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Allah ihsanı ile Allah bağışlaması gelip yetişir.

1845. Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda.
Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.
Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyari da.

1850. İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim.
Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin isinizi düzeltir” kimyasını gönderdik.
Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.

1855. Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.

Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.

Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu. Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.

1860. Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor.
Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba?
Bir beye, Oraya git, gece yarısı kapıyı aç, odaya gir.
Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına aç.
Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!

1865. Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey!
Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti.
Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar.
Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı.

1870. Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? Akik, lâl ve inciden haber ver.
Çünkü Padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
Böyle bir sevgiye karsı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti.
Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu.

1875. Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem.
Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden ibarettir, ben de oyum.
Sonra Ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir hayal.
Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini görmenin imkanı bulunmaz.

1880. Yedi deniz de o denizin bir katresi. Bütün varlık onun dalgasından bir damla.
Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katreleri teker,teker birer sırça yapan sanatkar.
O padişahlar padişahı, hatta padişahlar meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.
Kötü göz söyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok, elbette kıskanacaklar.
Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim.

1885. Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryadı figan o ağıza sığamaz.
Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından çatlayacak.
Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice cüppeler yırttım.
Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum.
Kendine gel bu gün o üç günün ilki. Bu gün zafer günü; firuze günü değil.

1890. Padişahın derdine düşen her gönle anbean ay başı var.
Deli oldum da Mahmut’un hikayesiyle Eyaz’ın vasıflarını söyleyemedim kaldı gitti işte.

Söylenenler, hikayenin suretinden ibarettir, sureti anlayabileceklerin anlayışına, onların tasavvur aynalarına göre söylenmiştir. Bu hikayenin haki katındaki mukaddesliğe iner de söylemeye kalkışırsam utancımdan baş da kaybolur, sakal da, kalem de. Akıllı olana bir işaret yeter.

Çünkü filim rüyada Hindistan’ı gördü. Köy harab oldu, haraçtan ümidini kes.
Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim? Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik.

1895. Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti.
Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, Artık sen benim hikayemi söyle.
Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku.
Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.

1900. Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.
Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?

1905. Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün.
Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?

1910. Benim günahım yok ama aklimi alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede.
Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.
Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan beri güzelliğe hiç haset etmedim.
Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi? Allah sana hayırlar versin, evet iyi de!
O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri anlasın.

1915. Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil.
Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir.
Fakat sevgilimin zülfünden başka iki yüz tane zincir olsa kırarım ha.

"İnsana bak, neden yaratıldı", hükmünce çarık ve kürke bakmanın sebebi

Yine Eyaz’ın aşk hikayesine dön. Çünkü o hikaye sırlarla dopdolu bir hazinedir.
Her gün o güzelim odaya çarığını postunu görmeye giderdi.

1920. Çünkü varlık, insanı adamakıllı sarhoş eder, aklını başından alır, utancını gönlünden.
Önce gelenlerden nice yüz binlerce taifeyi varlık sarhoşluğu, bu geçitte yere yıktı.
İblis de neden Adem benden üstün olsun ki deyip Azazil kesildi.
Ben hem hocayım hem hoca oğlu. Yüz binlerce hünere kabiliyetim var, her şeyi yapabilirim.
Hüner ve marifette kimseden aşağı değilim ki hizmet etmek üzere düşmanın önünde ayak üstü durayım.

1925. Ben ateşten doğdum, o balçıktan. Ateşe karşı balçığın ne değeri vardır ki?
Ben alemin en ulusu, zamanın övünülecek kişisiyken o vakit o neredeydi? dedi.

"Allah,cinleri ateşin dumansız alevinden yarattı" dendiği gibi yine ulu Allah İblis hakkında "Şüphe yok ki o, cin tayfasındandı, rabbinin buyruğundan çıktı" buyurmuştur.

Şeytanın can ateşi alevlenmede. O bir ateştir ki aslı gibi. “Çocuk babasının sırrıdır” denmiştir.
Hayır yanlış söyledim. O ateş Allah kahrıdır. Bu hususta bir sebep göstermeye ne hacet?
Sebepsiz ve sebeplerle hiçbir münasebeti olmayan bir iş, ezelden beri daima olagelmektedir

1930. Onun sebepsiz ve illetsiz pak sanatına, ne sonradan yaratılan bir şeyin sebebi sığar, ne de sonradan yaratılan bir şey.
Baba sırrı da ne oluyor? Babamız onun yaratışı. Yaradılış içtir, babaysa deriye benzer bir suret.
Bil ki ey aşk fındığı, dostun aşktır. Canını iç haline getirmek ister de derini yırtar, döker.
Sevgilisi deri olan kişinin derisini Allah, her an değiştirir durur.
Manen için, Ateşe hakimdir. Fakat kabukların, Ateşe ancak odun olabilir.

1935. Ateşin kudreti, içinde su olan tahta testinin dışındadır.
İnsanın sırrı ateşten üstündür. Hiç cehennemin maliki ateşte helak olur mu?
Şu halde sen, bedenini çoğaltma, mananın fazla olmasına bak ki Malik gibi ateşten üstün olasın.
Halbuki sen deri üstüne deriye bürünüyor, derilere bürünmüş bir kurda dönüyorsun.
Ateşin yiyeceği ancak deridir. Allah kahrı kibrin derisini yırtar, yüzer.

1940. Bu kibirlenme, derinin bir neticesidir. Kibrin mevkii, malı, o sevgiliden, deriden meydana gelir.
Bu kibirlenme nedir? İçten haberdar olmamak. Donan suyun güneşten gafil olusu gibi.
Fakat su güneşten haberdar oldu mu buzu kalmaz, yumuşar, ısınır akıverir.
İçi görmek, bütün bedeni hor etmek, aşık olmaktır. Çünkü bu taktirde bütün beden tamahtan ibaret olur. “Tamah eden alçalır” denmiştir.
Fakat içi görmeyen, deriyle kanaat eder. “Kanaat eden yüceldi” bağı, ona zindan olur.

1945. Burada yücelik kafirliktir alçalmak din. Taş taşlıktan fani olmadıkça yüzüğe takılır mi?
Hem hala taşsın, hem de ben diyor, varlık güdüyorsun. Halbuki senin yoksullanmanın, yok olmanın tam zamanı.
Kafir, daima mal ve mevki arar. Çünkü külhan, fışkı ile tavlanır.
Bu iki dadı, mal ve mevki, deriyi şişirir, yağla etle, kibirle, benlikle doldurur.
Kafirler gözlerini isin içine atmadılar da o yüzden deriyi iç sandılar.

1950. Bu yola kılavuz İblistir. Çünkü mevki tuzağına ilk avlanan odur.
Mal yılana benzer mevki ise ejderhadır. Allah erlerinin gölgesi bu ikisine de zümrüttür.
Yılanın o zümrütten gözü kamaşır, kör olur; yolcu da kurtulur.
O ulu, yani İblis, önce bu yola diken döşemiştir. Onun için her incinen, lanet şeytana der.
Yani bu dert, bana onun hilesinden geldi. Hilede ilk önce ayak olan odur demek ister.

1955. Ondan sonra nice zamanlar geçmiş, niceleri gelip gitmiş, fakat herkes, onun yoluna ayak basmıştır.
Yiğidim kim bir kötü adet koysa, ondan sonra halk körlüğünden o adete uysa.
Bütün o adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır. Çünkü o, baştır öbürleri kuyruk.
Fakat Adem, ben topraktan yaratıldım diye o çarıkla postu önüne koymuştur.
Eyaz gibi o da çarığını göz önünde tuttu, sonunda akıbeti Mahmut oldu.

1960. Mutlak varlık yoklukları meydana getirip durur. Yokluktan başka var yaratan is yurdu var mi?
Adam, yazılmış kağıda yazı yazar mı, yahut fidan dikilmiş fidanlığa tekrar fidan diker mi?
Yazmak için yazılmamış bir kağıt arar. Tohum ekmek için ekilmemiş bir yeri aktarır.
Sen de kardeş tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kağıt kesil de,
“Nun vel kalem” yazısı ile şeref kazan, sana da o kerem sahibi tohum eksin.

1965. Bu paluzeden tatmamış ol. Gördüğün mutfağı görmezlikten gel.
Çünkü bu paluze insana sarhoşluk verir de postla çarık hatırından çıkar.
Can verme ve ölüm zamanı gelince sonra ah eder, o zaman hırkanı çarığını anarşin.
Fakat çirkinlik dalgasına dalmadıkça, sana bir sığınacak bulunmadıkça,
O doğru düzen gemiyi aklına bile getirmez, çarık ve pöstekine göz bile atmazsın.

1970. Fakat yokluk denizine daldın da aciz oldun mu sevgi davasına düşer,“Rabbimiz kendimize zulmettik” demeye kalkışırsın.
Şeytan der ki: Hele şu hama bakin. Şu vakitsiz öten horozun kesin başını.
Bu huy Eyaz’ın zekasından uzaktır. Yalvarıp yakarmadan namaz kılmaz o.
O, önceden de gökteki horozdur. Onun nazarları tam zamanındadır.

"Her şeyi, nasılsa bize öyle göster" hadisiyle "Perde kalksa, bildiğimden, gördüğümden fazla bir şey görmez ve bilmezdim" sözünün ve "Kime kötü gözle bakarsan bil ki kendi varlık dairenden bakmada, sen fena olduğundan onu fena görmedesin" beytinin manası. Eğri merdiven basamağının gölgesi eğri olur.

Ey horozlar, ötmeyi para için değil, Allah için ötenden öğrenin.

1975. Yalancı sabah gelir, onu aldatamaz. Yalancı sabahı, ona iyilik ve kötülük alemidir.
Dünya ehlinin aklı, noksan olduğundan yalancı sabahı, sahici sabah sanırlar.
Yalancı sabah, nice kervanın yolunu vurmuştur. Kervancılar, o Yalancı aydınlığı sabah sanıp yola çıkmışlardır.
Yalancı sabah, halka kılavuz olmasın. Çünkü nice kervanları yele vermiştir.
Ey Yalancı sabaha kapılan, sahici sabahı da Yalancı görme.

1980. Nifaktan, kötülükten kurtulduysan neden kardeşin hakkında kötü zanna düşüyor, münafıklık diyorsun?
Kötü zanda bulunanın işi, daima çirkindir.Dostun hakkında da kendi kitabını okur o.
Eğrilikte kalan aşağılık kişiler, peygamberlere de büyücü ve eğri adam dediler.
O kötü düşünceli aşağılık beyler de Eyaz’ın odası hakkında böyle kötü düşünceye saptılar.
Orada definesi, hazinesi var dediler. Başkalarını kendi aynanda görme.

1985. Padişah onun temizliğini biliyordu. O araştırmayı onlar için yaptırıyordu.
O beye, odayı gece yarısı aç da haberi olmasın.
Bu suretle düşünceleri meydana çıksın. Ondan sonra ona yapılacak şeyi biz biliriz.
O altınları mücevherleri de size bağışladım. Yalnız neler çıktığını bana haber verin, o kadar dedi.
Dedi ama eşi olmayan Eyaz için de içi titremekteydi.

1990. Bunları ben mi söylüyorum? Bu sözleri duysa ne hale gelir? Diyordu.
Sonra da diyordu ki: Dini hakki için onun temkini bundan da artıktır.
Benim sitemime kızmaz, benim sözümden alınmaz, maksadımı sırrımı anlar.
Bir belaya uğrayan, o dertten perişan olmaz, bir çok tevillerde bulunur.
Eyaz’da sabırlıdır, tevillerde bulunur. O işin sonuna bakar.

1995. Yusuf gibi, bu zindandakilerin rüyalarını tabir eder, tabiri onca aşikardır. Rüyasını yoramayan başkasının Rüyasını nasıl yorabilir?
Ben onu sınasam, Sınama yüzünden ona yüzlerce kılıç vursam yine o merhametli sevgilinin sevgisi eksilmez.
Bilir ki o kılıcı kendime vuruyorum. Çünkü ben oyum hakikatte o da ben.

Niyaz, nazın zahiren zıddıdır, fakat hakikatte aşıkla maşuk, görünüşte zıt olmakla beraber birdir. Nitekim aynanın sureti yoktur, suretsizlik de suretin zıddıdır. Fakat aynayla suret arasında hakikatte birlik vardır. Bunu anlatmak uzun sürer. Aklı olana bir işaret yeter.

Ayrılık derdinden Mecnun, ansızın hastalandı.

2000. İştiyak aleviyle kanı kaynadı, nihayet boğaz illetine tutuldu.
Tedavi için hekim geldi. Gördü ki damarını yarmak ve kan almaktan başka çare yok.
Kanı defetmek için hacamat lazım dedi. Çağırdılar hünerli bir hacamatçı geldi. Kolunu bağladı, sis olan yeri deşeceği sırada o huyu, aşktan ibaret olan aşık, bir nara attı.
Dedi ki: Paranı al git, hacamat etme. Ölürsem öleyim, bu köhnemiş beden bırak ölsün!

2005. Hacamatçı dedi ki: Bundan ne korkuyorsun sen kükremiş aslandan bile korkmazsın.
Geceleyin aslan, kurt, ayı, yaban sığırı gibi hayvanlarla bütün yırtıcı hayvanat, saf,saf çevrene toplanırlar.
Onlar sende aşk ve vecitten başka hiçbir şey görmezler. Senden insan kokusu almazlar.
Kurt, ayı ve aslan bile aşk nedir, biliyor. Artık aşktan kör olan kişi köpekten de aşağıdır.
Köpekte aşk damarı olmasaydı Ashabı kehf’in köpeği, kala erbabını arar mıydı hiç?

2010. Şöhret olmamıştır ama alemde onun cinsinden çok köpekler vardır.
Sense kendi cinsinden olandan bile bir koku almadın. Artık kurtla koyundan aşk kokusunu nereden alacaksın?
Aşk olmasaydı, varlık nereden olurdu? Ekmek nasıl olur da gelir senin vücuduna katılırdı?
Ekmek varlığa katıldı neden? aşktan, istekten. Yoksa ekmeğin can olmasına yol var mi?
Aşk,ölü olan ekmeği can haline getirmede, fani olan cani ebedileştirmede.

2015. Mecnun dedi ki: Ben yaradan korkmuyorum. Sabrım, taştan yapılma dağlardan da fazladır.
Yarasız durmaya hayatta tahammülüm yok. Yaralara aşığım, onlara koşa,koşa giderim.
Fakat vücudum Leyla ile doludur. Bu sedef o incinin sıfatları ile dolmuştur.
Ey hacamatçı, korkarım beni hacamat ederken Leyla’yı yaralarsın.
Gönlü aydın olan akıllı kişi, bilir ki benimle Leyla arasında bir fark yok.

Bir sevgili aşıkına sordu: Beni mi çok seversin, kendini mi? Aşık dedi ki: Ben kendimden ölmüş, kurtulmuş, seninle dirilmişim. Kendi varlığımdan, kendi sıfatlarımdan yok olmuşum, seninle var olmuşum. İlmimi unutmuşum, senin bilginle bilgi sahibi olmuşum. Kudretimi hatırdan çıkarmışım, senin kudretinle kudretlenmişim. Kendimi seversem seni sevmiş olurum, seni seversem kendimi sevmiş olurum. "Kimde yakın aynası varsa kendini görmüş olsa bile hakikatte Allahyı görmüş olur." "Sıfatlarıma bürünüp halka görün, seni gören beni görür, sana kaideden bana kasteder. " İşte bu, hep böyle gider.

2020. Bir sevgili aşkını sınamak istedi de bir seher çağı dedi ki: Ey falan oğlu falan,
Ey dertlere uğramış aşık, beni mi daha çok seversin kendini mi? doğru söyle.
Aşık dedi ki: Ben, sende öyle bir fani olmuşum ki tependen tırnağa kadar seninle doluyum.
Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok.
Bu sebeple sirke bal denizinde nasıl yok olursa ben de sende öyle yok oldum.

2025. Hani taş halis laal haline gelir, güneşin sıfatları ile dolar ya,
Artık onda taşlık kalmaz. Onun önü de güneşin sıfatıyla dolar, ardı da.
Ondan sonra kendini severse o güneşi sevmektir civanım.
O, canla başla güneşi sever yine şüphe yok ki kendisini sevmiş olur.
Halis laal, ister kendisini sevsin, ister güneşi.

2030. Bu iki sevgide zaten fark yoktur. Her iki tarafta da doğu ışığından başka bir şey yoktur ki.
Fakat taş laal olmadıkça kendisine düşmandır. Çünkü orada bir varlık değil, iki varlık vardır.
Çünkü taş karanlıktır, gündüz bile kördür. Karanlıksa hakikatte nurun zıddıdır.
O, kendisini sever, kafirdir. Çünkü, büyük Güneşi men eder durur.
Şu halde taşın “ben” demesi yaraşır bir şey değil. O, daima karanlıktadır, yokluktadır.

2035. Firavun ben Allahyım dedi alçaldı. Mahsur Ben Hakkım dedi kurtuldu.
O “Benim” deyisin ardından hemen Allah laneti ulaştı. Fakat ey seven kişi, bu“Benim” deyişin ardından hemen Allah rahmeti ulaştı.
Çünkü, o kara taştı, bu akik. O, nura düşmandı bu aşık.
Bu “Benim” demek, a boşboğaz, hakikatte “Odur” demektir. Fakat iki nurun birleşmesi gibi de değil, bir şeyin bir şeye sızması gibi de değil.
Çalış da taşlığın azalsın, laal ol da taşın nurlansın.

2040. Savaşta, zahmet çekmede sabırlı ol da anbean yoklukta varlık bul.
Sende her zaman taşlık sıfatı azalsın, laal sıfatı kuvvetlensin.
Bedenden varlık sıfatı gitsin, başındaki sarhoşluk çoğalsın.
Kulak gibi tamamı ile kulak ol da sana laal küpe takılsın.
Kuyu kazan adam gibi sen de adamsan su bedenin kuyusunu kaz da suya ulaş.

2045. Fakat duru suyun rabbinden bir cezbe gelirse kuyu kazmadan da su, yerden fışkırır.
Yalnız sen buna kulak asma da kazmaya savaş. Yavaş,yavaş kuyunun toprağını deş derinleştir.
Kim zahmet çekerse defineyi elde eder. Kim çalışır çabalarsa devlete ulaşır.
Peygamber, Rukü ve secde varlık halkasını Allah kapısına vurmaktır dedi.
Kim o kapının halkasını döverse elbette ona devlet baş gösterir.

O kovucu beyin gece yarısında çavuşlarla gelip Eyaz'ın odasını açması, odada asılı bulunan çarıkla postu görmesi, bunu düzen sanıp odanın her tarafını kazması, şüphe ettiği yerlerini deşmesi, kuyucuları getirmesi, duvarları delmesi ve nihayet hiçbir şey bulamayıp utanması, ümitsizliğe düşmesi. Nitekim kötü düşüncelerle hayale kapılanlar da peygamberlerle velilere büyücü dediler, bunlar, bu işi kendiliklerinden yapıyorlar, bununla yücelik ve ululuk diliyorlar diye söylendiler. İşin içyüzünü araştırdıktan sonra da utandılar, hiçbir fayda elde edemediler.

2050. O emin adamlar, hazine, altın ve altın dolu küpler bulmak üzere oda kapısına geldiler.
Yüzlerce hünerle ve istekten çırpınarak kilidi açtılar.
Çünkü kilit pek sağlamdı, adamakıllı kilitlenmişti. Aynı zamanda başka kilitlere de benzemiyordu.
Eyaz bu odayı hasisliğinden, yahut malını, ham altınını gizlemek için değil, bu sırrı halktan gizlemek için kilitlemişti.
Bazıları kötü hayallere kapılır, bir kısım halkta bana riyakar der demişti.

2055. Himmetli adamların öyle can sırları vardır ki lal madeni gibi onları aşağılık adamlardan gizlerler.
Fakat ahmaklarca altın, candan yeğdir. Padişahların yanındaysa can altını saçılır.
Onlar da altın hırsı ile hararetlenmişler, koşuyorlardı. Akılları böyle hızlı gitmeyin, daha yavaş olun diyordu ama dinleyen kim?
Hırs beyhude yere seraba doğru koşar. Akılsa iyi bak der o su değil.
Hırs üstün gelmişti, altın da can gibi sevgiliydi. Artık o anda aklın sesi duyulmaz olmuştu.

2060. Hırsları şamataları bir iken yüz olmuştu. Aklın tedbir ve irşadı artık gizlenmişti.
Nihayet aldanma kuyusuna düşecekler, o vakit hikmetin kınamasını duyacaklardı.
Tuzağın ipine dolaşıp gururu kırılınca nefsi levvamenin kınanmasını işiteceklerdi.
Bu çeşit adam, başını bela duvarına çarpmadıkça kulağı sağırdır, gönlün öğüdünü duymaz.
Helva ve şeker hırsı çocukların iki kulağını sağır eder, öğütleri duymaz.

2065. Fakat çıban çıkarmaya başladı mı kulakları açılır, öğütleri dinler.
O birkaç kişi yüzlerce hırsla, yüzlerce hevesle odanın kapısını açtılar.
Kokmuş ayrana üşüsen, ayranın içine düşen sinekler gibi birbirlerini çiğneyerek odaya girdiler.
Sinekler de ayrana debdebeyle ve koşa,koşa atılırlar ama içine düştüler mi içmelerine imkan bulunmaz, iki kanatları da ıslanır kala kalırlar.
Onlar da içeri girip sağa, sola bakındılar. Fakat odada bir yırtık çarıkla bir eski kürkten başka bir şey yoktu.

2070. Tekrar burası boş olamaz. Bu çarık, işi gizlemek için konmuş.
Keskin kazmalar getirelim de yeri kazalım dediler.
Her tarafı kazdılar estiler. Delikler açtılar, derin,derin çukurlar kazdılar.
Çukurları kazarlarken o çukurlar, onlara, a kazıcılar, bizde bir şey yok diyordu.
Nihayet bir şey bulamayınca bu zandan utandılar, çukurları doldurmaya koyuldular.

2075. Her biri sayısız Lahavle okumaktaydı. Tamah kuşları gıdasız kalmıştı.
Duvarın, kapının yarıkları, delikleri, onların o beyhude sapıklığına şahitti.
Sanki duvar değildi, inkar edememeleri için Eyaz’ın huzurunda onlar aleyhinde birer tanıktı.
Suçsuz birisine bir töhmet atıldı mı duvar ve ören tanıklık verir.
Hasılı üstleri, basları tozla toprakla dolu, yüzleri sapsarı utanmış bir halde Padişahın huzuruna vardılar.

Kovucuların, Eyaz'ın odasından torbaları boş, utanmış olarak Padişahın huzuruna gelmeleri, Nitekim "O gün bir gündür ki yüzler ağarır o gün, yüzler kararır" ve "Allahya yalan isnad edenleri görürsün ki yüzleri kapkara olmuş" ayetleri hükmünce peygamberlerin kötülükten ari ve tertemiz oldukları anlaşılınca onlar hakkında kötü düşüncelere saplananlar da utanırlar.

2080. Padişah mahsustan fikrini gizleyerek onlara “Hayrola koltuklarınızda ne altın var, ne torba.
Paralarla ağır kumaşları gizlediyseniz yüzünüzdeki neşe nerede? dedi.
Kök, gizlice ürer, kök verir ama “Eseri, yüzlerinde görünür” yaprağı yemyeşildir. Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra,bağıra ilan eder.
Kökte bir maya bir sermaye yoksa daldaki bu yeşil yapraklar nedir?

2085. Toprak, kökün ağzını mühürlese bile el ve ayak dalları tanıklık verir.
O emin adamlar, hep birden gölge gibi Padişahın huzurunda secde edip özür getirdiler.
O kızgınlığın, o benlik davasının mazur görülmesini niyaz etmek için huzura kılıç ve kefenle gittiler.
Utançlarından her biri parmaklarını ısırıyorlardı. Her biri cihan padişahı diyordu.
Kanımızı dökersen sana helaldir. Canımızı bağışlarsan bu da bir nimettir, bir lütuf ve ihsandır.

2090. Biz, bize layık olanı işledik. Artık ey ulu Padişah, sen ne buyruk yürütürsen yürüt.
Ey gönülleri aydınlatan Padişah, suçumuzu bağışlamazsan haklısın, bağışlarsan lütuf etmiş olursun. Geceleyin gece gibi hareket etmiş, gündüzün gündüz gibi hareket etmiş olursun.
Bağışlarsan ümitsizliğimiz gider, bağışlamazsan bizim gibi yüzlercesi sana feda olsun.
Padişah dedi ki: Bu yanıp yakılmayı, bu yalvarıp yakarmayı ben istemem. Bu Eyaz’ın hakki.

Padişahın, o kovucuların, o adayı açanların tövbelerini kabul etmeyi Eyaz'a havale etmesi ve cezalarının tertibini onun reyine bırakması ve bu suretle bu kötülük bana değil, onadır demesi.

Bu kötülük bana değil onadır. Bu yara, o izi güzel kölenin damarlarına vurulmuştur.

2095. Can bakımından biriz ama görünüşte bu kârdan, bu zarardan uzağım ben.
Kulun bir töhmet altına alınması, padişaha ayıp değildir. Bu, padişahın ancak bilimini keremini gösterir.
Padişah töhmet altına alınanı ihsanları ile Karun gibi zengin ederse suçsuza bakınca neler yapmaz?
Padişahı gafil sanma. O, herkesin yaptığını bilir. Yalnız bildiğini dışarıya vurmasına Hilmi rıza vermez.
Onun bilgisine karşı “Burada kim şefaatçi olabilir?” Onun ilminden başka pervasızca kim şefaat edebilir?

2100. Zaten o suç, önce onun Hilmi yüzünden meydana gelir. Yoksa onun korkusu, kimde suç islemeye mecal bırakır ki?



Açıklamalar:

1401 - 2100 Beyitlerin Notları :

S. 118, B. 1429 dan sonraki baslık: "Acele edip de dilini oynama. Onu toplamak da bize aittir. Okumak da. Sana okuduk mu sen de onu, oku." Sûre 75 (Kıyamet), ayet 16-18. 20’nci sûrede aynen böyle bir âyet vardır: "Doğru olan saltanat sahibi Allah, pek yücedir. Sana vahye dilmesi bitmeden Kuranı okumakta acele etme, rabbim, bilgimi arttır de!” (Tâhâ, âyet 114) Ayni baslıktaki ikinci âyet, 53’üncü sûrenin (Necm) 4 üncü âyetidir.

S. 119, B. 1444 ten sonraki baslık: "O öyle bir Allahdır ki saha kitap indirdi. Onun âyetlerinden bir kısmi, hükmü apaçık olan âyetlerdir ki bunlar, kitabin asli, esasidir. Öbür kısmi ise onlara benziyken âyetlerdir. Kalblerinde şüphe olan kişilerse fitne koparmak, tevil etmek için o hükmü açık olan âyetlere benziyken âyetleri ele alır, onlara uyarlar. Halbuki onların tevilini Tanri'dan başka kimse bilmez. Bilgide sabit olanlarsa inandık derler, hepsi de rabbim izden. Fakat akil sahibi olanlardan başkaları, bundan öğüt almazlar." Sûre 3 (Âli Imran), âyet 7.

S. 121, B. 1463: "şüphe yok, Allah cennet karşılığı olarak insanların nefislerini, mallarını satın aldı; Allah yolunda vuruşurlar, öldürürler, ölürler. Bu, Tanri'nin Doğru bir vaadidir. Tevrat ve İncil’de de vardır. Kur'anda da. Kim, Allah ile yaptığı ahitte. durursa onu alışverişinden dolayı muştulayın. Ve bu, pek büyük kurtuluştur." Sûre 9 (Tevbe), âyet 111.

S. 124, B. 1496: Zeyd ve Amr, Arap gramerinde örnek olarak kullanılan erkek adlarıdır, falan filân gibi. Kadın olursa Hind adi kullanılır. Fetvalarda da ayni adlar kullanilagelmistir.

S. 124, B. 1500: "Kıyamet günü insan, kardeşinden kaçar. Anasından, babasından., kardeşinden ve oğlundan kaçar." Sûre 80 (Abes), âyet 34-36.

S. 126, B. 1524: "Ve Zekeriyya'yı an; hani Rabbine yarabbi, beni tek bırakma, bana bir oğul ver.. Sen, vârislerin hayırlısısın demişti." Sûre 21 (Enbiya), âyet 89.

S.-127, B. 1536: "Sonra kalbileriniz katılaştı, bundan sonra âdeta tasa döndü, hattâ daha da kati oldu. Tas vardır ki ondan sular kaynar akar. Tas vardır ki yarılır, ondan su çıkar. Bazıları vardır ki Tanri korkusundan yukarıya aşağıya düşer. Allah, yaptığınız şeylerden gafil değildir." Sûre 2 (Bakara), âyet 74.

S. 129, B. 1556-1682: Ankaravî böyle bir hadîs nakletmektedir. S. 370-371.

S. 132, B. 1593: Böyle bir söz hadîs olarak rivayet edilmistir.

S. 132, B. 1593: Mecbur edecek bir kuvvet yoktur, diledigini yapar ve yaptığını, mecbur olduğu için değil, ihtiyariyle yapar. Su halde Tanri, faili muhtardır. Hukemaya gelince: Onlarca kudretli fatira yani yaratıcı kudret, bir illet ve sebeple teb'an yaratır. O kudret, bittabi faaldir. Bu faaliyet, yine zaruri olarak bir münfaillik meydana getirir. Bu faillik ve münfaillik, zaruri olarak gökleri, yıldızları, onların da zaruri dönüşleri, zaruri olarak unsurları meydana getirir. Unsurlarla göklerin, zaruri olarak birleşmesi yine zaruri olarak cemat, nebat, ve hayvani var eder. Hasılı yaratıcı kudret, faili muhtar değildir, fâil bittabidir. O ezelî kuvvet bulundukça faal münfail olması, bu aktif ve pasiflikten de su âlemin vücudu lâzım ve zaruridir. Hattâ bu yüzden Hukema, âlemi, ezelî kudrete nispetle hadis, fakat varlığı bakımından kadim saymışlar ve "Heykeli âlem hadisi kadimdir" demişlerdir. Meselâ bir adam, elindeki şeyi sallar. Eliyle o şey, ayni zamanda sallanır, fakat zaman itibariyle değil de zat itibariyle eli, elindeki şeye nazaran kadim sayılır. Âlemin varlığı da zata nispetle aynen böyledir. Ayni zamanda her şey, nasıl olması lazımsa öyledir. Çünkü Tanri'nin ilmi, malûma tâbidir. Sofiyenin mühim bir kısmi bu inanışta hukemaya uymuştur. Onlarca da Vücudu Mutlak olan Tanri'nin zâti iktizası, zuhura olan meylidir ki buna "İlim" de denir. Allah oldukça, bu zuhura olan meyli de vardır. Diğer bir suretle söylemek lâzım gelirse Allah olsun da zuhuru olmasın, buna imkân yoktur. Su halde âlem, ezelî ve ebedîdir, Hukemanın dediği gibi hadisi kadimdir. Yani sözün açıkçası, Allah, zuhur etmek mecburiyetindedir ve tabii de bu takdirde faili muhtar olamaz. Ehli sünnet, Tanri'yi, faili muhtar olarak kabul etmişlerdir. Onlarca diledigini dilediği vakit dilediği gibi yaratabilir. Yalnız iradesi, mümkün olan şeylere taallûk eder, müstahsile, yani olmasına imkân bulunmayan şeylere taallûk etmez. Mutezile kulun iyilik ve kötülüğü ihtiyar ve iradesiyle yaptığını, fakat Tanri'nin, kulun ne yapacağını bildiğini, ancak bu ezeli bilginin, kulu o isi yapmaya mecbur etmediğini, Allah bilgisinin mücbiri fiil olmadığını söylemişler, bunun neticesi olarak da kullara peygamber göndermek, peygambere dâvasını ispat için mucize vermek, iyilik yapana mükafatta, kötülük edene mücazatta bulunmak lütuftur ve lütuf da Tanri’ye vaciptir, yani aksini yapmaz diye Tanri'yi aşağı yukarı, bu hususlarda mecbur saymışlardır. Şianın ahbarî olmayan sonradan gelenleri de bu hususta Mutezile inanışını kabul eylemişlerdir. Hasılı bu faili muhtar oluş bahsi, açıkçası Tanri'yi ezelî bir yaratıcı kudret olarak kabul eden, daha doğrusu, zamanlarında Tanri yoktur diyemedikleri için ıstılahlarla isi örten Hukema ile şeriatçılar arasında uzun ve sonu gelmez münakasalara yol açmıştır.

S. 133, B. 1607 den sonraki bahis: Yunus Peygamber, kavminin Tanri gazabına uğrayacağını Tanri'nin vahyi üzerine bildirmiş, fakat kavmi tövbe ettiklerinden gazam defolmuştur. Hattâ bunun üzerine Yunus, yalancı çıktığından müteessir olmuş, o teessürle deniz kıyısına gitmiş, orada kendisini bir balık yutmuş, baliğin karnında kırk gün kalmış, sonra balık, yine Yunusu kusmuştur. Bu vaka, Kur'an'in 10 uncu sûresi olan Yunus sûresinde anlatıldığı gibi Tevrat'ta da uzun uzun anlatılmıştır.

S. 141, B. 1709 dan sonraki baslık: "Can boğaza geldi mi siz, ona bakar, bir çare bulamazsınız. Bizse ona sizden yakınız ama göremezsiniz ki. Sûre 56 (Vakıa),Ayet82-85.

S. 144, B. 1742 den sonraki baslık: Böyle bir hadîs rivayet edilmistir. Bir kısmi yazılan âyetin tamamı da sudur "Tanri yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Onlar diridir, Rableri yanında rızıklanırlar. Tanri'nin lütfettiği ihsanlara sevinirler. Kendilerinden sonra şehit olup gelecek ve onlara katılacak olanlar yüzünden sevinç içindedirler. Bilin ki onlarda ne korku vardır, ne hüzün. Sure 3 (Âli Imran), âyet 169-170.

S. 146, B. 1769: "Şüphe yok, Tanri'dan çekinenler, cennetlerde, nehirlerin kıyılarında... doğruluk makamında muktedir Padişahın yanındadırlar. Sûre 54 (Kamer), âyet 54-55.

S. 155, B. -1893-1895: Bu üç beyit arapçadır.

S. 156, B. 1901: Usturlap, günesin nerede bulunduğunu tâyine yarar yarim daire seklinde tahtadan yapılmış bir alettir. Üstüne gökyüzü haritası çizilmiştir. Bir de akrep denen ibresi vardır. Türkçesizde doğru düzen söz yerine kullanılan usturuplu lâf sözü, herhalde bu usturlaptan bozmadır.

S. 157, B. 1911- 1913: Bu beyitler arapçadır.

S. 157, B. 1917 den sonraki baslık: "insana baksana neden yaratıldı? sıçrayan sudan...
O su, erkeklerin önünden ve kadınların kemiklerinden çıkmada. Sûre 86 (Târik), âyet 6-7.

S. 158, B. 1926 dan sonraki baslık: "Cinleri, ateşin havalanan dumansız alevinden yarattı." Sûre 55 (Rahman), An o zamanı ki biz meleklere, Adem'e secde edin dedik, secde ettiler, ancak îblis etmedi. Cin taifesindendi, rabbinin emrinden çıktı. Onlar size düşman oldukları halde onu ve soyunu dost mu edineceksiniz? Zulüm edenler için Allah yerine Şeytanin geçmesi, ne kötü bir şeydir!" Sûre 18 âyet 50.

S. 158, B. 1928: "Oğul, babanın sırrıdır" diye bir hadis rivayet edilmiştir.

S. 158, B. 1933: "Delillerine inanmayıp kâfir olanları yakında ateşe atarız. Bedenlerinin derileri yanıp döküldükçe yerine yeni ve başka deri bitirir, bu "liretle onlara azabı tattırır. Şüphe yok Allah, üstündür ve büküm sahibidir." Sûre 4 (Nisa), âyet 66.

S. 159, B. 1943-1944: "Tamah eden alçaldı. Kanaat eden yüceldi" diye bir hadîs rivayet edilmiştir.
S. 160, B. 1951: Zümrüt, yılanın gözünü kör edermiş. Eskiden böyle bir kanaat varmış.

S. 160, B. 1964: Kur'anın 68 inci sûresi (Kalem) "Andolsun nun'a, kalem'e ve yazdıklarına" diye başlar.

S.-161, B. 1973: Bir hadîse göre gökyüzünde horoz şeklinde ve sesleri de horoza benziyen melekler varmış. Onlar ötüp sabahı bildirirler, onların sesini duyan ve onları gören horozlar da ötmeye baslarlarmış. Esek de seytan görünce anırırmış. Onun için horoz sesi duyunca hamdetmek, eşek anırışını duyunca şeytandan Allahya" sığınmak sevaptır.

S. 161, 1973 ten "sonraki başlık": "Yarabbi, eşya hakikatte nasılsa bize öyle göster" diye bir hadis rivayet edilmiştir. "Perde kalksa, açılsaydı yakınım artmazdı bildiğimden, gördüğümden fazla bir şey bilmez, görmezdim" mealindeki söz, Hz. Ali'nindir.

S. 164, B. 2010: Şeyh Necmeddini Kübrâ, bir gün Ashabı kehif'ten bahsederken yanında bulunan Sa'deddinI Hamevi, acaba bu ümmet içinde sohbeti, köpeğe tesir edecek kimse var mı? Diye hatırından geçirmiş. Bu hâtıra Necmeddin'e malûm olmuş, yerinden kalkıp tekke kapısına çıkmış. O sırada oraya bir köpek gelmiş. Şeyh köpeğe bakar bakmaz köpeğe bir hal olmuş, kendisinden geçmiş, doğru mezarlığa gitmiş.O köpeğin başına elli altmış köpek birikmiş. Ellerini ellerinin üstüne koyup onun yüzüne hayran olmuşlar. Yememişler, içmemişler. Nihayet o köpek ölmüş. Şeyh, onu gömdürmüş. Hattâ bu köpeğe bir de kabir yapmışlar. (Nefahat tercümesi s.476, sene 1289). Mevlâna'nın babası, Necmeddin halifelerindendir. Herhalde, Mevlâna, bu beyitte yukarıda anlattığımız vakaya işaret etmektedir,

S. 165, B. 2019 dan sonraki bahiste geçen söz, hadîsi kutsidir.

S. 167, B. 2048: "Melekût kapısını rükû ve secdeyle dövmede devam edin" mealindeki bir hadis rivayet edilmiştir.

S. 169, B, 2062: Nefsi levvame s. 36, B. 556 ma izahına bakınız.

S. 170, B. 2079 dan sonraki başlık: "O gün yüzler ağarır, yüzler kararır. Kararan yüzler! iman ettikten sonra kâfir mi oldunuz? Kâfir olduğunuzdan dolayı tadın azabı!" Sûre 3 (Ali İmran), âyet 106. "Ve kıyamet günü. Allahya yalan İsnat edenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Cehennemde ululananlara yer ve durak yok mu?" Sûre 39 (Zümer), âyet 60.

S. 170, B. 2082: "Muhammed Allah elçisidir. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere şiddetlidirler, aralarında merhametli olanları rükû eder, secdeye kapanır, Tanri'dan ihsan ve razılık diler görürsün. Secdeden, yüzlerinde alâmet ve nur vardır. Bu sıfat, Tevrat ve İncil'de anılan müminlerin de sıfatıdır...." Sûre 48 (Feth), âyet 29.
2101 Adam öldürenin kan diyeti Padişahın hilmine havale edilmiştir. Nefsimiz sarhoştu kendinde değildi. O hilimden haberi yoktu. Şeytan, sarhoşluğundan istifade etti de külahını kaptı.
Halimliğinin sakisi şarap dökmeseydi Şeytan, nereden Adem’le kavgaya girerdi?
Meleklere bilgi belletildiği zaman Adem onların hocasıydı; paralarının ayarına bakan oydu.

2105. Fakat cennette hilim şarabını içtiği için Şeytanın bir oyunu ile yüzü sarardı.
O bela, Allah belletmesinin incileriydi. Onu çabuk çevik bilgi sahibi yapmıştı. Yine Allahnın kuvvetli hilim afyonu, hırsız Şeytanı, onun eşyasına doğru sürmüş, getirmişti. Akıl, sakim sensin, elimden tut diye onun hilmine gelir sığınır.



Padişahın, Eyaz’a ister affet, ister mücazatta bulun.. Adalet ve lütuf bakımından hangisini yapsan doğrudur ve her birinde maslahatlar vardır. Adalette binlerce lütuf gizli olduğu gibi “Kısasta da sizin için hayat vardır. ” Bir kaatilin hayatı hususunda kısası hoş görmiyen, yalnız onun hayatına bakar, siyaset korkusuyla öyle bir iş yapmaktan çekinecek olan yüz binlerce masumun hayatına bakmaz.
Ey Eyaz suçlulara hükmet. Ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp çekinen Eyaz!

2110. Seni iki yüz kere kaynatıp sınasam sende yine bir hile bulamam.
Sayısız halk sınanmadan utanır. Halbuki sınamalarda sen herkesi utandırıyorsun.
Bu,yalnız bilgi değil, adeta dağ, yüzlerce dağ.
Padişah bu sözleri söyleyince Eyaz dedi ki: Padişahım, bu lütuf ve ihsan, senin lütuf ve ihsanındır. Bunu böyle bilirim ben, ancak o çarıkla posttan ibaretim.
Onun için Peygamber bunu anlattı, dedi ki: Kim kendisini bilirse Allahsını bilir.

2115. Çarığın menidir, kanın post. Hocam bundan ötesi hep onun ihsanı.
Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir.
Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir.
Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama ambarındaki anlasın diye.
Bilgisini, bilgisinin çokluğunu anlasın diye hoca, sana birkaç mesele anlatır.

2120. Yok, ilmi işte bu kadar dersen sakaldan çerçöp silker gibi seni atar, kendisinden uzaklaştırır.
Ey Eyaz, şimdi gel de ceza ver. Alemde görülmemiş bir adaletin temelini koy.
Suçluların ölümüne müstahaktır. Fakat affını hilmini gözetiyorlar, tamahları buna.
Bakalım, merhametin mi üstün olacak, öfken mi? Kevser suyu mu üste çıkacak alev mi?
Halkı avlamak için Elest ahdinden beri hilim dalı da hışım dalı da... İkisi de var.

2125. Bunun için o apaçık Elestü sözünde nefiyle ispat birbirine eştir.
Çünkü bu söz, ispatı bildiren bir sorgudur, fakat onda “Leyse-değildir” sözü gömülüdür.
Bırak da bu ham anlayış kalsın. Hasların kasesini halkın önüne koyma.
Allah’ın kahrı vebaya, lütfu da sabah yeline benzer. Birisi demiri çeker, öbürü saman çöpünü.
Allah, doğruları doğru yola kadar çeker. Batıl olanlarda batılları çekerler.

2130. Mide helvayı severse helvayı çeker, safraya mensupsa sirkeyi ister.
Sıcak döşeme, üstüne oturanın soğukluğunu alır, soğuk döşeme hararetini alır.
Dost görürsen sevgin kaynar, düşman görürsen kızar, öfkelenirsin.
Ey Eyaz, bu işi çabuk bitir. Çünkü bu, bir çeşit öç almadır ki beklenmekte.


Padişahın, Eyaz’a, çabuk bu hükmü bitir, bekleme. “Günler aramızdadır, bazen bize yardım eder, bazen size”deme.

Çünkü bekleyiş, ölümden beterdin diye acele etmesini emir buyurması ve Eyaz’ın cevabı

Eyaz, padişahım dedi, bütün ferman senin. Güneş varken yıldız görünmez.

2135. Zühre, Utarit, yahut da şahap ne oluyor ki güneş varken görünebilsin.
Hırkamla postumdan geçebilseydim hiç böyle kınama tohumu eker miydim?
Odanın kapısındaki kilidi açmak da neydi? Hayale kapılan yüzlerce hasetçi bundan ne umuyordu?
Suyun içine el atmışlar, her biri dere de kuru toprak arıyordu.
Hiç derede kuru toprak bulunur mu? Hiç balık suya asi olabilir mi?

2140. Bu yoksulun cefacı olduğunu sanıyorlardı. Halbuki, öyle vefalıyım ki vefa bile benim vefamı görür de utanır.
Mahrem olmayanlardan çekinmeseydim vefaya ait birkaç söz söylerdim.
Alem şüpheci ve tutulacak bir yer arayıcı. Onun için bizde deriden hariç söz söyleyelim. Kendini kırarsan iç olur, içe ait latif hikayeler duyarsın.
Cevizin kabuğunda ses vardır ama içinde, yağında ses ne gezer.

2145. Onun da sesi vardır, vardır ama kulak duyamaz. Onun sesi, güzelim kulaktan gizlidir. Yoksa için sesi pek güzeldir. Onu duyan, kabuğun şakırtısını dinler mi hiç?
Sen sükut ederek içi elde edesin diye o şakırtıya tahammül ediyorsun.
Bir müddet dudaksız, kulaksız ol da sonra dudak gibi tatlı şeylere eş ol.
Niceye bir nazım ve nesir söyleyecek, sırları açığa vuracaksın? Hocam, bir günceğiz de şunu sına, dilsiz ol bakalım.

Bunca zamandır dedikoduyu sınadık, bir zaman da sükut etmeyi deneyelim.

2150. Ne kadar zamandır kabız veren acı ve sert yemekler pişirdin, bir kere de tatlı yemekler pişirmeyi dene.
Birisi, kıyamette kendine gelir. İsyan defteri, eline simsiyah olarak verilir.
Yas mektupları gibi üstü simsiyah, içi kenarları suçlarla dolu.
Baştanbaşa kötülüklerle suçlarla dolu. Kafirle dolu olan savaş yeri gibi.
Elbette pis ve veballe dolu olan öyle bir defter, sağlam gelmez sol yandan gelir.

2155. Peki, o halde burada da defterine bak, sol eline mi yaraşır sağ eline mi?
Dükkanda bir tek sol ayak mesti, bir tek de sol ayak ayakkabısı bulunsa sınamadan onların sol olduğunu anlarsın.
Sen de mademki sağ değilsin, bil ki solsun. Aslanla maymunun sesi anlaşılır.
Fakat gülü güzelleştiren, ona güzel kokular veren Allahnın ihsanı, lütfu, her solu sağ yapar. Her solağa o, sağlık verir. Denize duru suyu o ihsan eder.

2160. Onun tapısında soldan sağ ol da onun lütuf ve ihsanlarını gör.
Reva görür müsün şu bayağı defter, soldan sağa geçsin? Sen söyle.
Zulüm ve cefalarla dolu olan böyle bir defter, nasıl olur da sağ ele layık olur?

Kafirler hakkında “Onlara gökleri ve yeryüzünü kim yarattı, diye sorarsan Allah yarattı derler” demiştir. Haline uygun söz söylemeyen ve kendisine uygun davada bulunmayan adam da bunlara benzer. Gökleri, yeryüzünü ve bütün mahlukatı yaratan duyar, görür, hazır, nazır, her şeyi gözetir ve her yerde bulunur, kudret sahibi bir tek Allah’nın varlığını kabul eden nasıl olur da taştan yontulan bir puta tapar, malını,canını, ona feda eder?

Bir zahidin pek kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı.
Kadın, kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı.

2165. Kadın, bir zaman onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat vermedi.
Nihayet Allahnın kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti.
Allah hükmü, Allah takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur.
Kadın, hamama gitmişti. Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu.
Kuş gibi hemencecik koş. Evden o gümüş hamam tasını getir dedi.

2170. Halayık bu sözü duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı.
Efendi şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu.
Halayık altı yıldır efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı.
Adeta uçarak eve geldi. Efendiyi evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle kararmıştı ki ihtiyatı akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.

2175. İkisi de neşeyle kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu.
Bu sırada hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve yolladım?
Adeta kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna saldım.
Başındaki kili hemen yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor, hem çarşafını giyiyordu.
O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?

2180. Arif, her an padişahın tahtına kadar ulaşır. Zahitse yürür,yürür bir ayda tam bir günlük yol alır.
Zahidin de şerefli bir günü yok değildir, vardır. Vardır ama onun günü, nereden elli bin yıllık olacak.
İş erinin ömründe her gün, bu cihan yıllarınca elli bin yıldır.
Akıllar, bu sırra eremezler, kapı dışında kalırlar. Bu sır, vehmin ödünü patlatırsa ko patlatsın. Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.

2185. Aşk, Allah sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kuran’da “Onlar Allahyı severler” sözünü okudun ya, bu söz “Allah da onları sever” sözüne eştir.
Şu halde muhabbeti de Allah sıfatı bil, aşkı da. Azizim korku Allah sıfatı olamaz.
Allah sıfatı nerede, bir avuç toprağın sıfatı nerede? Sonradan yaratılanın sıfatı nerede, o pak ve önü sonu olmayan Allahnın sıfatı nerede?
Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır.

2190. Çünkü kıyametin kopacağı bir zaman, bu dünyanın bir sonu vardır. Fakat Allah sıfatına son nerede?
Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kainatı kaplar.
Korkak zahit, ayağı ile yürümeye çabalar. Aşılarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden de!
O korkaklar, aşkın tozuna nereden ulaşacaklar? Aşk derdi, gökyüzünü döşeme edinir.
Zahit bu makama ulaşamaz. Meğer ki Allah ışığının inayeti gelip erişe de bu alemden ve bu yürüyüşten kurtula.

2195. Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol bula.
Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından gelir.
Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince,
Halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan,

2200. Kocasını da namaz da görünce bu halden şüphelendi.
Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve hayaları, meni içinde.
Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur?
Şu alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Allahyı anmaya ve namaza layık mıdır?

2205. Sen de insaf et, zulümle, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri sağ yandan verilmeye değer mi?
Kafire de bu gökyüzünü, şu halkı ve alemi kim yarattı? Diye sorsan,
Der ki: Allah yarattı. Yaratmak, Allahya layıktır.
Fakat onun küfrü, bir hayli kötülüğü ve sitemi, bu çeşit ikrarla bir araya gelir mi?
O kötü ve çirkin hareketler, o noksan işler, bu çeşit bir ikrarla bir araya sığar mı?

2210. İşi, ikrarını yalanlar. Bu suretle de o, korku azabına layık olur.
Mahşer günü, her gizli şey, meydana çıkar. Her suç, kendiliğinden insanı rezil eder.
Elle ayak, dile gelir. Allah huzurunda onun kötülüğüne şahadet eder.
El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle sordum der.
Ayak, ben şehvete koştum, ferç ben zina ettim diye tanıklık eder.

2215. Göz der ki: Ben harama baktım. Kulak der ki: Ben kötü söz işittim.
Derken sözleri baştan aşağıya yalan olur, azası yalanını meydana çıkarır.
Nitekim doğru düzen namazın da yalanı, hayaların tanıklığı ile meydana çıktı.
Şu halde öyle hareket etki o hareketin, dilsiz, dudaksız, tanıklığın, şahadet ederim demenin ta kendisi olsun.
Bütün beden, her uzuv, faydada şahadet ederim desin ey oğul.

2220. Kulun, efendisinin izini izlemesi, ben buyruğa tabiim, şu da benim efendimdir demesidir.
Ömür defterini kararttınsa önce yaptıklarına tövbe et.
Ömrün geçtiyse kökü bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula.
Ömrünün köküne abıhayat dök de ömür ağacın yeşersin.
Bütün geçmiştekiler, bu tövbeyle iyileşir. Geçen yıldaki zehir, bu yüzden şeker kesilir.

2225.Allah, kötülüklerini iyiliğe çevirir. Geçmişteki bütün suçların ibadet olur.
Hocam Nasuh tövbesine sarıl, canla başla buna çalış.
Bu Nasuh tövbesini sana anlatayım, dinle. İnanmışsın ama yeniden inan!

Süt, memeden çıktı mı bir daha dönüp memeye giremez. Nasuh tövbesi de böyledir. İnsan, bir suçtan tövbe etti mi bir daha o suçu aklına bile getirmez, değil ona rağbet etmek, her an ondan nefreti artar. O nefret, tövbenin kabul edildiğine işarettir. O istek, önce lezzetsiz bir hale geldi, sonradan da istek yerine bu nefret geçti. Nitekim "Aşkı, başka bir aşktan başkası getiremez, neden o sevgiliden güzel bir sevgiliye âşık olmuyorsun?" demişler. İnsanın gönlü, tövbeden yine o suça meylederse bu meyil, tövbenin kabul " edilmediğine, kabul lezzetinin o suçun yerine geçmediğine delildir. Yani "Kolay ibadetleri ona kolaylaştırırız" hükmü zahir olmamıştır, onda hâlâ "Güç şeyleri, kötülükleri, ona kolay gösteririz" hükmü vardır.

Bundan önce Nasuh adlı bir adam vardı. Tellâklık eder, bu suretle kadınları avlardı.
Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi..

2230. Kadınların hamamında tellâklık ederdi. Kötülükle, hilede pek çevikti.
Yıllarca tellâklık etti, kimse onun halinden, sırrından bir koku bile almadı.
Çünkü sesi de kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. Fakat şehvette pek yüceydi, pek uyanıktı.
Çarşaf giyer, başını örter, peçe takardı. Fakat şehvetli ve azgın bir gençti.
Bu suretle padişahların kızlarını bile güzelce keseler, ovar, yıkardı.

2235. Tövbe etmekte, ayak diremeye çalışmaktaydı. Fakat kâfir nefis, tövbesini bozdurup dururdu.
O kötü işli herif, bir arifin yanına gidip "'Beni duada an" diye yalvardı.
O hür er, onun sırrını anladı ama Allah hilmi gibi o da açığa vurmadı.
Dudağı kilitliydi ama gönlünde sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü seslerle doluydu.
Allah şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.

2240. İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerler.
Arif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Allah seni kurtarsın.

Allah'ya ulaşmış arifin Allah'dan isteği, Allah'nın kendinden bir şey istemesine benzer. Çünkü "Ben, onun kulağı, sözü, dili ve eli olurum" ve "O taşları attığın zaman sen atmadın, Allah attı" denmiştir. Bu hususta bir çok âyetlerle hadîsler vardır. Allah'nın sebep yaratması, suçlunun kulağını tutmuş, Nasuh tövbesine götürmüştür.


O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi.
Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Allahda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür.
Allah, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder?

2245. Ululuk ıssı Allah, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halketti.
Nasuh, hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu.
Küpesindeki incilerden biri kayboldu ve bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular.
Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar.
Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı.

2250. Bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri adamakıllı aramaya koyuldular.
O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar.
Hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı.
Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir, herkesi aramaya başladılar.
Nasuh, korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.

2255. Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu.
Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahtlar ettim, sonra onları bozdum.
Ben, bana lâyık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı.
Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?
Ciğerime yüzlerce kor düştü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak.

2260. Böyle bir keder, böyle bir gam, kâfirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım, medet medet!
Keşke anam, beni doğurmasaydı, yahut da beni bir aslan paralasaydı.
Allahm, sana düşeni yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada.
Ne de taş gibi bir canım, ne de demir gibi bir yüreğim varmış. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim.
Vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetiş, padişahlık et.

2265. Beni bu sefer de korur, suçumu örtersen ne olur? Her türlü yapılmıyacak işlerden tövbe ettim.
Bu sefer de tövbemi kabul et de tövbemde durmak için yüzlerce kemer bağlanayım.
Bu sefer de kusurda bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.
Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de cellâtların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryadetmedeydi.
Hiçbir Firenk bu hale düşmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor.

2270. Kendine ağlayıp duruyor, Azrail'i gözünün önünde görüyordu.
Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi, yarabbi demeye başladı.
O yarabbi yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu:


Arama nöbetinin Nasuh'a gelmesi ve "Herkesi aradık, Nasuh'u da arayın" denmesi, Nasuh'un korkudan kendisinden geçişi, Allah elçisinin - Allah ona rahmet ve esenlikler versin - bir hastalığa, yahut sıkıntıya uğradığı vakit "Şiddetten, açılır, savuşursun" buyurduğu gibi Nasuh'un da o şiddetten kurtuluşu.

Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, âdeta bedeninden ruhu uçtu.
Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.

2275. Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Allah'ya ulaştı.
Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Allah, bir doğan kuşuna benziyen canını, huzuruna çağırdı.
Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.

2280. Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır.
Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.

2285. Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir.
Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.

İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri

Canı helak eden o korkudan sonra "Kaybolan inci, işte buracıkta" diye müjdeler geldi.
Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.

2290.Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu.
Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.

2295. Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.
Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.

2300. Nasuh, "Bu bana Allah'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben.
Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Allahm.

2305. Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu.
Yaptıklarımın hepsini Allah gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
Sonra da yine Allah rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.

2310. Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı.
Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.

2315. Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim.
Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Allah beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.

Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi

Ondan sonra birisi gelip Nasuh'a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı, seni çağırıyor.
Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka.
Gönlü, senden başka bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak, senin işin.

2320. Nasuh, yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh'un hastalandı şimdi.
Yürü, koş, acele bir başkasını bul. Allah hakkıyçin benim elim, işe varmıyor artık.
Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider?
Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben ölüm ve yokluk acısını tattım.
Allah'ya sağlam tövbe ettim. Canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam.

2325. O mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider diyordu.

Birisi tövbe eder, pişman olur, sonra o nedameti unutur da deneneni yine denemeye kalkarsa ebedî olarak ziyana düşer. Tövbesinde sebatı, kuvveti olmaz, o tövbeden bir halâvet duymaz ve tövbesi kabul edilmezse, Allah'ya sığınırız, Köksüz ağaca benzer. Her gün biraz daha sararır, biraz daha kurur.

Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamiyle arık bir haldeydi.
Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilâç dolaşır dururdu.
Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas, matem içindeydi.
Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada da işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.

2330. Aslan, bir erkek fille savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı.
O zayıflıkla bir müddet avlanamadı, öbür canavarlar da kuşluk yemeği yiyemez oldular.
Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlar da dara düştüler.
Aslan, bir tilkiye var git, benim içim bir eşek avla.
Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir.

2335. Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim.
Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım.
Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona, o bildiğin afsunlardan oku,
Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.

Allah ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Allah'ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Allah'dır

Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.

2340. Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın.
Onun, halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızık, aklın elinden verilir.
Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet.
O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzuvlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır.
Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur. ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar. Nuh zayıflamaz.

2345. Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner.
Gemisini tamir hususunda ona yardım et. has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış.
Ona yardım edersen bu yardım sana yarar, ona değil- Allah "Allahya yardım ederseniz yardıma nail olursunuz" buyurdu.
Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al.
Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan, ölü hayvan avlar.

2350. Onun önüne ölüyü getirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir.
Tilki, aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım.
Hile ve afsun benim isimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.
Candan bir selâm verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.

2355. Dedi ki: Bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun?
Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Allah veriyor, ona şükretmedeyim.
Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var.
Mademki rızkı taksim eden o, şikâyet küfürdür. Sabır gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.
Allahdan başka herkes düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikâyetlenmek iyi bir şey mi?

2360. Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı vardır.

Oduncunun eşeği, has ahırdaki arap atlarının şevketini görünce o devleti dilemesi, bu hikâye münasebetiyle de yargılanma ve inayetten başka bir şey istemenin doğru olmadığı. Çünkü yüz çeşit zahmet, yargılanma lezzeti gibi olsa o zahmetlerin hepsi de atlıdır. Fakat denenmiyen devleti istersen o devletin bir de zahmeti vardır, sen onu göremezsin. Nitekim her tuzakta tane görünür, tuzak görünmez. Sense şu bir tek tuzağa tutulmuşsun, o tanelerin hep senin olmasını ister keşke oraya varsam onların hepsini toplasam dersin. Sanırsın ki o taneler, tuzaksızdır.

Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.
Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu.
Arpa nerde? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bir şişle onu nodullayıp duruyordu.
İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibiyle dostluğu vardı.

2365. Ona selâm verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu.
Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi.
İmrahor dedi ki: Sen, birkaç gün onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin.
Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı.
Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze arap atlarını gördü.

2370. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde.
Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı da dedi ki: Ey ulu Allah,
Tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?
Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum,
Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve belâ, yalnız bana mahsus?

2375. Derken ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler.
Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı.
Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler.
Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi.
Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.

2380. Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi, ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım.
O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen, dünyayı terk eder.



Eşeğin, ben kısmetime razıyım deyip tilkinin sözünü beğenmemesi

Tilki dedi ki: Allah emrine uyup helâl rızık aramak farzdır.
Bu âlem, sebepler âlemidir. Sebepsiz hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lâzımdır.
Allah "Allah'ın ihsanını dileyin" diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz değildir.

2385. Peygamber, rızık için "Kapısı bağlıdır, kapısında da kilit var" buyurmuştur.
O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır.
Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden ekmek vermek, Allahnın âdeti değildir.

Tilkiye eşeğin cevap vermesi

Eşek, o senin dediğin Allah'ya dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren, ekmek de verir.
Padişahlık ve zafer istiyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum.

2390. Tuzak kurup av avlıyanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızık yemede. Bunlar, ne kazanç peşinde dolaşırlar, ne de rızık kazanmaya çalışırlar.
Rızık verici Allah, herkese kısmetini vermededir. Herkesin kısmetini, önüne koymadadır.
Kim sabrederse rızkı gelir yetişir. Çalışıp çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır dedi.

Tilkinin eşeğe cevabı

Tilki dedi ki: Allah'ya dayanma, nadir bulunur. Bu dayanmada mahir olanlar, pek az kimselerdir.
Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten ileri gelir. Herkes, nerden padişahlığa yol bulacak?

2395. Peygamber, kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes, elde edebilir mi?
Haddini bil de yukarlarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!

Eşeğin, tilkiye cevap vermesi

Eşek, bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir.
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
Allah, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya.

2400. Sen nasıl rızıka düşkün bir âşıksan rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir âşıktır.

Allah'ya dayanma münasebetiyle bu dayancı denemek istiyen ve sebepleri bırakıp şehirden ve halkın geçeceği yerlerden uzaklaşarak bir dağ eteğine giden, açlıktan basını bir taşa koyan ve içinden Yarabbi, senin sebep yaratmana ve rızık vericiliğine dayandım, sebepleri bıraktım. Bu suretle sana dayanmanın sebep halk etmesini de göreyim diyen zahidin hikâyesi

Bir zahit, Mustafa'dan "Herkesin rızkı Allahdan gelir.
Dilesen de, dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır" sözünü duymuştu.
Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu.
Bakalım diyordu, rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.

2405. Bir kervan, yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce,
Birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor?
Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. ölü mü acaba, yoksa diri mi? dedi.
Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.

2410. Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.
Zahit, rızkın, insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı.
Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamiyle bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp dişlerini zorla açtılar.

2415 Ağzına çorba döktüler, ekmek parçaları tıktılar.
Adam dedi ki: Gönül, susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun.
Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Allahdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.

Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi

Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!

2420 Allah sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun.
Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.

Eşeğin, tilkiye Allah'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Allah'ya dayanma vardır. Allah'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi

2425. Eşek dedi ki: Ben Allah'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur.
Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Allahya şükür, rızkı artırır.
Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Allah'nın âlemi geniş.

2430. Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.
Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?

2435 Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?
Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir
nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.


Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.

2440. Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi.
Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Allahydı ya!
Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Allahlık kibri, Allahlık hışımı ne oldu?

2445. Oturunca "Ben yüce Allahyım" diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden?
Senin nefsin, mezeyle, hurma şarabiyle sarhoşsa bil ki gayıp salkımını görmemiştir.
Çünkü o nuru görenlerde alâmetler vardır. Onlar, bu gurur yüzünden uzaklaşırlar.
Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş, tatlı suyu görmemiştir.
Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir.

2450. Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır" yol kesen taşlanmış Şeytandan da.
Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır.
Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkanır durur.
O köpük, toprağa aittir, denizde gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık Şeytan, bir daha ona el atamaz.

2455. Eşek, tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi, mukallitçe söyledi.
Suyu övdü, fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü, elbisesini yırttı, fakat âşık değildi.
Münafıkın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil.
Elma kokusuna sahiptir ama elmaya değil. O koku, onda ancak zarar vermek için vardır.
Bütün kadınlar, savaşta saf yarmazlar, feryat ve figan ederler.

2460. Onu saf içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer durur.
Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır olana!
Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez.
Ne mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve âciz bulunana!
Cüzi aklı, erkek ve üst olursa dişi nefsini aklı, alt eder.

2465. Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir.
Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.
O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti.
Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu, öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu.
Babam, sabır demir kalkandır. Allah, kalkana "Zafer geldi çattı" yazısını yazmıştır.

2470 Mukallit, söz arasında yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir tarzda değil.
Misklere bulanmıştır ama misk değildir. Kendisinde misk kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.
Ey mürit, pislik, misk haline gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek.
Evet, arpa yememeli eşekler gibi. Ceylâncasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek.
Karanfilden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylânlarla Huten sahrasına yürü!

2475 Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul.
Mideni şu ottan, arpadan vazgeçir, reyhan ve gül yemeye başla.
Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa.
Ot ve arpa yiyen kurban olur. Allah nuriyle gıdalanan Kuran olur.
Senin yarın pisliktir, yarın misk. Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini artır.

2480 O mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok.
Söyliyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyva nerden olacak? Öyle söz, tesir eder mi hiç?
Küstahçasına insanları yola sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer.
Sözü pek parlaktır, fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.

Kâmil ve Allah'ya ulaşmış şeyhin davetiyle, okumakla fazilet kazanmış kişilerin sözleri arasındaki fark

Nura ulaşmış şeyh, insana yol bildirir, sözünü nurla yoldaş eder.

2485. Çalış çabala da sarhoş ol, nura ulaş, sözünden Allah nuru aksın.
Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır.
Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmezde kayna" tılsa hepsinden de pekmez lezzetini alırsın.
Bilgi de nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar.
Ne söylersen o da nur olur. Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz.

2490. Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok.
Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve denizde yaradılıştan vardır.
Düşünce, oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir.
Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.
Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.

2495. Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi, onu kandırdı.
Yemek hırsı onu öyle bir alçaktı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.

Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Allah'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu. "Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir* Alayım, alay değil, bir şey öğretmektir." "Şüphe yok ki Allah ne sivrisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları." Yani ondan üstün olanların inkâr yüzünden ruhlarının değişmesini, denemiştir. Kâfirler "Allah bu örnekle neyi murat ediyor yani?" derler. Bu söze cevap olarak da "Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler" buyurur. Çünkü her sınama, teraziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kızarır, benizlerine kan gelir, çok kişiler de muratlarına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azıcık düsünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun

Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.

2500. Oğlancı, Allah'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
Tutalım Aliden Zülfikar'ı miras aldın, Allah aslanındaki kol, sende de varsa göster.
Mesih'ten bir nefes bellediğini farzedelim, İsa'nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam?
Kazanmak, bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani?

2505. Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerde?
Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delille Zülfikar haline getir.
Bir delil, seni amelden alıkorsa o Allahnın gazabıdır.
Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin.
Herkese Allah'ya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.

2510. A oğlan, askerin önünde gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede.
Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür.
Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar.
Erlik ilâcını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön.
Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Allahdan sana perdesiz bir selâm gelsin.

2515. Kendine çekidüzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.



Eşek, her ne kadar çekindiyse de nihayet tilki üstün oldu, onu aslanın bulunduğu ormana çekti

Tilki, hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti.
Nerde o tekkenin ilâhicisi ki hararetle defe vurup "Eşek gitti, eşek gitti" desin?
Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez?
Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma.

2520. Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hattâ o öyle bir erdir ki ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer.
Şarapla dolu koca küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır.
Ondan uzakta kalan can, lâ'al dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba âşıktır.
Kör kuş, tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın!
Can Musası, gönlü Sina haline getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar.

2525. Can Şirininin Hüsrev'i nöbet urmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır.
Gayp Yusufları ordularını çekmede, şeker denklerini getirmede.
Mısır'dan gelen develerin yüzü bizim tarafa yönelmiş, ey dudu kuşları, şenlik seslerini duyun!
Şehrimiz, yarın şekerle dolacak. Şeker zaten ucuz ama daha da ucuzlayacak.
Ey tatlı sevenler, şekerlere bulanın, sofrası olanların körlüklerine rağmen dudu gibi şekerlere bakın.

2530. Şeker kamışını dövün, iş ancak bundan ibaret Canlar feda edin, işte sevgili!
Şimdi şehrimizde bir tek ekşi suratlı bile kalmadı. Çünkü Şirin, Hüsrev'leri tahta çıkardı.
Ya hey! Şarap üstüne şarap, meze üstüne meze. Artık minareye çık da sala ver!
Dokuz yıllık sirke tatlılaşıyor. Taş ve mermer, lâ'al ve altın haline geliyor.
Güneş, gökyüzünde elceğizlerini çırpmada. Zerreler, âşıklar gibi birbirleriyle oynaşmada.

2535. Kaynaklar, yeşilliklerden, çayırlık, çimenliklerden mahmurlaştı. Gül, dallar üstünde çiçekler açıyor.
Devlet gözü, tam bir büyü yapmada; ruh Mansur oldu, Enel Hak diye bağırmada.
Tilki bir eşeği baştan çıkarırsa ko çıkarsın. Sen eşek olma da gani yeme.

Birisi, korkusundan kendisini bir eve attı. Benzi safran gibi sararmış, dudakları gömgök olmuş, elleri söğüt yaprağı gibi tirtii- titriyordu. Ev sahibi hayrola, ne oldu? dedi. Adam, dışarıda eşekleri tutup yük yüklüyorlar diye cevap verdi. Ev sahibi : Peki a mübarek dedi, etekleri tutuyorlar Sen eşek değilsin ya, ne korkuyorsun? Adam dedi ki: öyle bir kızışmışlar, işe öyle bir sarılmışlar ki fark etmelerine imkân yok, korktum, ya beni de eşek diye tutarlarsa!

Birisi kaçıp bir eve sığındı. Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş, dudakları gövermişti.
Ev sahibi, peki dedi, A amcasının canı, eşekleri titremede.

2540. Ne oldu, neden kaçtın? Neden böyle benzin attı?
Adam dedi ki: Zâlim padişahı eğlendirmek için bugün sokakta ne kadar eşek varsa yakalıyorlar.
Ev sahibi, peki dedi. A amcasının canı, eşekleri yakalıyorlar. Sen eşek değilsin ya, bundan ne tasan var senin?
Adam dedi ki: Bu işe öyle bir girişmişler, öyle kızışmışlar ki beni bile eşek diye yakalarlarsa şaşılmaz.
Eşek yakalamaya el atmışlar, hiçbir şey farketmiyorlar artık!

2545. Bir şeyi fark etmeyen kişiler, başımıza geçerlerse eşeğin sahibini de eşek diye götürürler mi, götürürler!
Fakat bizim şehrimizin padişahı, abes iş yapmaz. Onun temyiz hassası vardır. O her şeyi duyar, her şeyi görür.
Adam ol da eşek tutanlardan korkma. Ey zamanenin İsası, eşek değilsin sen, ürkme.
Dördüncü kat gök, senin nurunla dolu. Hâşa, senin durağın ahır değildir.
Sen, bir iş için ahırdasın ama gökyüzünden de yücesin sen, yıldızlardan da.

2550. İmrahor başkadır, eşek başka. Her ahıra giden eşek değildir.
Neden böyle eşeğin kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden, güllerden bahset.
Narı, turuncu, elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat.
Yahut dalgası inci olan, incisi söyleyen, gören denizi,
Yahut gül devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle.

2555. Yahut da ceylânları besleyen, hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset.
Alemde gizli merdivenler vardır, basamak basamak tâ göğe kadar.
Her bulutun başka bir merdiveni vardır, her gidişin başka bir göğü.
Her biri, öbürünün halinden bihaberdir. Geniş bir ülkedir, ne başı var, ne sonu!
Bu, o neden böyle hoş diye şaşmaktadır; o, bu neden böyle şaşıyor diye hayrette.

2560. Yeryüzü sahası geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır.
Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke, ne de geniş saha diye şükrederler.
Bülbüller, yediğin şeyden bize de vei' diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler.
Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin, aslanın, o illetin ve açlığın hikâyesine dön!


Tilkinin, eşeği aslanın yanına götürmesi, eşeğin aslandan kaçışı, tilkinin aslanı eşek daha uzaktayken neden acele ettin? diye azarlaması, Aslanın özür getirerek git, bir daha kandır diye tilkiye yalvarması

Tilki, eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti.

2565. Eşek, aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi.
Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kı-mıldıyacak kuvveti yoktu zaten.
Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, tâ dağın eteğine kadar kaçtı.
Tilki dedi ki: A padişahım, kavga zamanında neden sabretmedin?
O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin.

2570. Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir, Allahnın lûtfu.
O uzaktaydı, hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü.
Aslan, kuvvetim yerinde sandım, dedi, bu derece halsiz kaldığımı zannetmiyordum.
Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu, aklım da.
Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir.

2575. Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.
Tilki, evet dedi; Allah yardım eder de körlükle gözünü bağlar.
Çektiği korkuyu unutursa ne âlâ. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir.
Fakat onu kandırır da buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.
Aslan dedi ki: Evet, sınadım, anladım ki pek. halsizim, bedenimde fer kalmamış.

2580. Eşek tamamiyle bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öylece uyur gösteririm.
Tilki yola düştü. "Aman padişahım, sen bana. himmet et de aklını bir gaflet bürüsün.
Eşek, her kötü kişiye kanmamak için Allah'ya? tövbeler etmiştir.
Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz, aklın ve aydın ahdin düşmanıyız.
Eşek başı, çocuklarımızın topudur, eşek fikri, elimizin oyuncağı!" diyordu.

2585. Zühal yıldızının devrinden meydana gelen aklın, aklı küll'e karşı ne değeri vardır?
O akıl, Utarit'le Zühal'den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf ve ihsan olan Allah kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.
Turamızın kıvrımı, "Allah, insana bilgi öğretti" âyetidir. Maksatlarımız, Allah indindeki bilgidir.
O aydın güneş, bizi terbiye etmiştir. O yüzden "Rabbim, yücelerin yücesidir" der dururuz.
Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla bera-berbu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.

2590. Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.

Aht ve tövbeyi bozmak, insanı belâya uğratır. Hattâ çarpar. Nitekim cumartesi günleri, iş işlememeye memur olan yahudilerle İsa'nın maidesini yiyenler hakkında "Onları çarpıp maymun ve domuz haline getirdik" dendi. Bu ümmette, gönül çarpılır, kıyametteyse bedene gönlün suretini verirler.

Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
Allah, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Allah ahdini bozdular.
Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.

2595. Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.
O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.

Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi

2600. Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.

2605. Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir.
O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.

2610. Vahye nail olan, gözü açık bulunan Âdem'i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.
Âdem'in geçmişte bir suçu yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.
Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü.
Yoksa ben, beden bakımından senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım..
O çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.

2615. Fillerle, ejderhalarla dolu aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil durur mu?
Ben, öyle korkunç bir şey görürsen sakın korkma diyecektim ama,
Gönlüm, haline yandı, o derde daldım da aklımdan çıktı.
Seni köpek gibi acıkmış, perişan bir hakle görünce koşa koşa gelsin diye seğirttim.
Yoksa sana tılsımı anlatacak, sana bir hayal görünür ama aslı yoktur diyecektim.

Eşeğin tilkiye cevabı

2620. Eşek dedi ki: Hadi ey düşman, çekil önümden, çekil de çirkin suratını görmeyeyim.
Seni kötü talihli bir hale getiren Allah, çirkin suratını da kerih ve pek berbat bir hale soktu.
Bana hangi suratla geliyorsun? Gergedanın yüzü bile bu kadar kalın derili değildir.
Seni çayıra götüreyim diye apaçık canıma kastettin.
Azrail'i gözlerimle gördüm. Sonra da yine bana düzen kurmaya, beni kandırmaya savaşıyorsun ha!

2625. Ben ister eşek olayım, ister eşeklerin kusuru. Nihayet benim de canım var. Bunu nasıl feda edebilirim?
O gördüğüm amansız korkuyu çocuk görseydi derhal kocalırdı.
O korkudan, o heybetten kendimi cansız, gönülsüz bir halde dağdan baş aşağı attım.
O perdesiz azabı görür görmez ayağım, kakıldı kaldı.
Allahya ahdettim. Yarabbi dedim, ayağımdaki şu bağı çöz.

2630. Bundan böyle kimsenin vesvesesine kanmayayım, ey lûtuflar sahibi Allah, ey yardımcım, ahtım olsun, nezrim olsun!
Allah, o anda ayağımın bağını çözdü. O dua ve sızlanma, o niyaz yüzünden ayağım çözüldü.
Yoksa o erkek aslan bana yetişseydi halim ne olurdu? Aslanın pençesi altında eşek ne hale gelir?
Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü arkadaş?
Herkesin, kendisine muhtaç olduğu ihtiyacı bulunmayan pâk Tann'nın zatına and olsun ki kötü yılan bile kötü arkadaştan yeğdir.

2635. Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını alır. Kötü arkadaşsa insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder.
İnsanın, düşüp kalktığı adamla konuşa görüşe, huyiyle huylanır. Gönül arkadaşının huyunu kapar.
O sana gölge saldı mı mayasız olduğu için senin mayanı çalar.
Aklın, sarhoş bir ejderha bile olsa kötü arkadaş, bil ki zümrüttür.
Aklının gözünü çıkarır, kör eder. Onun kınaması, seni taunun eline teslim eder.

Tilkinin eşeğe cevap vermesi

2640. Tilki dedi ki: Bizim safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek şeyler değildir.
Ey sâf ve bön adam, bütün bunlar, senin vehmindir. Yoksa sana karşı hiçbir gıllügişim yok.
Kötü hayaline kapılıp bana bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?
Sâf kardeşler hakkında iki zanda bulun. Zahiren onlardan cefa bile görsen haklarında kötü düşünceye kapılma.
Bu kötü hayal, bu kötü zan, meydana çıktı mı yüz binlerce dostu birbirinden ayırır.

2645. Seni esirgeyen biri, sana cevreder, seni sınarsa hakkında kötü zanna düşmemek gerektir. Akıl kârı budur.
Hele ben hiç kötü değilim. Adım kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi, tılsımdı.
O uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı affederler.
Vehim ve tamahla korku âlemi, yolcuya pek büyük bir settir.
Bu nakışlar, bu hayal suretleri, dağ gibi Halil'e bile zarar verdi.

2650. Cömert İbrahim bile vehim âlemine düşünce : "Bu, benim rabbimdir" dedi.
Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.
Gözleri bağlayan vehim ve hayal âlemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı.
O bile "Bu, benim rabbimdir" dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün!
Dağ gibi akıllar bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur.

2655. Bu kötülük tufanı, dağlan bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?
Yakîn yolunun bekçisi olan bu hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu.
Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını yeni ay sanmaz.
Fakat bir kimseye Ömerin nuru, dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur.
Yüz binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur.

2660. Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun'dur. Onun ayı da vehim burcunda tutulup gitti.
Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen, o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.
Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse nede öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
Ben kendi benliğimden âciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun?
Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top olayım.

2665. Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.
Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır| Çünkü bütün nakışları aksettirir.

Allah sırrını kutlu etsin, Gazneli Şeyh Muhammed-i Serrezi'nin hikâyesi

Gazne'de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammed'di, Künyesi Serrezi.
Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi.
Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.

2670. O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi dağdan atacağım.
Allah dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem.
Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı.
O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryadetmeğe başladı.
Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş onca tersineydi.

2675. O, gayb âleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu.
Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
Açıklıktan da ileri, gizlilikten de ileri bir duyulmamış ses geldi: Yürü, ovayı bırak, şehire git!
Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Allah, şehirde ne yapayım? Söyle.

2680. Allah dedi ki: Nefsini alçaltma için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen.
Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt.
Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tann dedi.
Mahlûkatın Allahsiyle o zahit arasında birçok sual cevap, birçok macera oldu.
Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu.

2685. Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.

Şeyhin bunca yıldan sonra çölden Gaznenin şehrine gelip gayıptan gelen emirle zembil gezdirerek şunu bunu toplaması ve topladığını yoksullara dağıtması. Buyur kulum yüceliğini bulan cana mektup üstüne mektup gelir, haberci üstüne haberci. Evin penceresi açık olursa oradan güneş de girer, ay ışığı da, yağmur da, mektup da, başka şeyler de ve bunların ardı arası kesilmez.

Şeyh, Allah buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o, acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
Şehrin ileri gelenleri, uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
Şeyh, ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.

2690. Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim.
Buyruk kuluyum, buyruk da Allah'dan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik!
Dilenirken de duyulmamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım.
Bu suretle tamamiyle alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
Allah buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında "Tamah eden alçalır" buyurdu.

2695. Mademki din sultanı, benden tamahkârlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak!
O alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik ederim?
Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Allah için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Allah için, Allah için" demekti.

2700. Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.
"Allah'ya ödünç verin, Allah'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Allah'ya yardım ederseniz Allah da size yardım eder" derler.
Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
O dilenciliği boğazı için değil, Allah için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Allah nuriyle dopdoluydu.

2705. Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
Allah, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.

2710. Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.
Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
Allah, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,

2715. Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de.
Bir âşık, Allah aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
Hem Allah âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.

2720. Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.
Asıkın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de.

2725. Faraza âşıkı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür.
Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir.
Bir tane, hiç, kuşu yiyebilir mi? Samanlık, hiç atı otlatabilir mi?
Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir.
Kul, kulluktan azat olmayı diler. Âşıksa ebediyen azat olmak istemez.

2730. Kul, daima elbise, vergi diler. Aşılan elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir.
Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
Denizin katralarını saymaya imkân yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük
bir göl kalır.
A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!

"Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hadîsi kutsisinin manası

Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!

2735. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.
Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
Pak, aşk, Muhammed'le eşti. Allah aşk yüzünde ona "Sen olmasaydın..." dedi.
Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Allah, onu pevgamberler içinden seçti.
Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?

2740. Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim.
Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.

2745. Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu.
Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
Düşünce de onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.

Şeyhin bir gün içinde dört kere zembille dilenmek üzere Allah buyruğiyle bir beyin evine gitmesi, beyin onu azarlayıp kötü söylemesi, Şeyhin de özür dilemesi

Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti.

2750. Zembili elinde, Allah için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi.
Oğul, bunlar, aklı küll'ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır.
Bey, onu görünce : Kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme.
Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun.
A Şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki ? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim.

2755. Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık?
Abbası Debs, senin hizmetkârın olamaz. Bu şom nefis, hiçbir mülhitte olmasın.
Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma.
Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.

2760. Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu.
İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.

2765. Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı.
Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
Sen anla da o sözü bekleme. Âşıkların gönüllerini az incit.

2770. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ağır ol, ihtiyatı bırakma.
Mutlaka yapılması lâzım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkân olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!

Beyin, Şeyhin öğütünü duyunca ağlaması ye Şeyhin özündeki doğruluğun ona aksetmesi, o küstahlıktan sonra hazinesini Şeyhe bağışlaması, Şeyhin, ben buyruksuz alıp kullanamam diyerek kabul etmemesi

Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı.
Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her an bir görülmemiş çömlek kaynatır durur.
Aşıkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı?

2775. Musa'nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu.
Ahmed'in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.

2780. O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede.
Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi bu eve girip dilediğini alayım.
Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.

2785. Allah, bana git, dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi.

Şeyhe, gayıptan, emrimle iki yıl dilencilik edip aldın. Bundan sonra alma, ver. Elini hasırın altına at. O hasırı Ebuhüreyre'nin torbasına döndürdüm. Âlemdekiler, bu âlemin ötesinde bir âlem olduğunu anlasınlar diye dilediğini o hasırın altında bulursun. O âlem, bir âlemdir ki o âlemde eline toprak alsan altın olur. O âleme ölü girse dirilir. En büyük kutsuzluk, oraya girince en büyük kutluluk haline gelir. Küfür, orada iman olur, zehir tiryak kesilir. O âlem,
ne bu âlemin içindedir, ne dışında. Ne altında, ne üstünde. Ne bu âleme bitişiktir, ne bu âlemden ayrı. Neliksiz, niteliksiz bir âlemdir o âlem. Her an, o âlemden binlerce eser ve numune görünür. Nitekim elin sanatı, elin suretinin., gözün bakışı, gözün suretinin.. Dilin fasih oluşu, dilin suretinin ne içindedir, ne dışında, ne o surete bitişiktir, ne ayrı, Akıllı kişiye bir işaret yeter.

O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Allah'dan emir geldi:
Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz, sana bu kudreti gayıptan ihsan ettik.
Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir, hemen ver.

2790. Ne dilersen ver, hiç düşünme. Allah, bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu.
İhsanımızda ne tükenme vardır, ne azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne hasret duyarız.
Ey dayanılan zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.
Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış, dilenciye sun.
Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet.

2795. Yürü, "Allah eli, onların elleri üstündedir" sırrı sana verildi. Allah eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç.
Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.

Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.



Açıklamalar:

2800. O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne de noksan, o kadar verirdi ona.

2101 – 2800 Beyitlerin Notları

S. 173, B. 2108 den sonraki baslıktaki âyet, 2 nci sûrenin (Bakara) 179 uncu âyetidir.

S. 173, B. 2114: "Nefsini bilen, rabbini bilir." Bu söze hadîs diyenler olduğu gibi Hz. Ali'nin sözü olduğunu söyleyenler de vardır.

S.176, B. 2152: Baş sağlığı mektuplarının üstünün ve ihtimal kenarlarının siyah olması
o vakit de adetmiş. Bu anlaşılıyor.

S.-177, B. 2162 den sonraki başlıktaki cümle, 89 uncu sûresinin (Zümer 38 inci âyetindendir.

S. 179, B. 2181: "Meleklerle ruh, ona ellin bin yıl süren" bir günde çıkarlar." Sûre 70 (Maaric), âyet 4.

S. 179, B. 2186: "Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse Allah, onun yerine bir kavim getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allahyı" severler. Müminlere karşı aşağılanırlar, kafirlere karşı yücelirler, üstün olurlar, Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah ihsanıdır ki dilediğine verir. Allah genişleticidir ve her şeyi bilir." Sûre 5 (Mâide), âyet 54.

S. 182, 2227 den sonraki başlık: Kur'an'ın 66 ncı sûresinin (Tahrim) 8 inci âyetinde "Ey inananlar, Allahya nasuh tövbesiyle tövbe edin" denmektedir. Bu kelime, halis tövbe ve geçmiş günahlara tamamiyle pişman olup bir daha suç istememeye azmetmek mânasına gelir. Müfessirler bu hikâyede nakledilen Nasuh adlı adamı kabul etmiyorlar. Halk ağzında da halis tövbe yerine "Nasıh, nusuh tövbesi" sözü kullanılır. Aynı başlığın sonlarındaki âyetler, 92 nci sûrenin (Leyl) 7 ve 10 uncu âyetleridir.

S. 183, B. 2241 inci beyitten sonraki başlıkta bulunan hadîsi kutsî için c. l, s. 190, b. 1938 in, âyet için de yine aynı ciltte s. 60, b. 615 in izahlarına bakınız.

S. 168, B. 2272 den sonraki başlığın sonlarındaki söze-hadîs diyenler ve Hz. Ali'ye isnad edenler vardır. Ankaravi şerhi, s. 497.

S. 191, B. 2338 den sonraki bahis: Kutup için c. 2,. s. 75, b. 815 ve 818 in izahlarına bakınız. Gülşeni raz'ın ' s. 29, b. 339-340 ve s. 31-3*. b. 394-571 in izahlarına da bakın.

S. 192, B. 234S. Kutup, lügatte değirmen taşının etrafında döndüğü değirmen mânasına gelir. Bir yuvarlağa tam tepesinden geçip onun karşılığından çıkmak üzere bir şiş saplasak ve yuvarlığı döndürsek, bu şişin etrafında dönmüş olur ki bu şiş, o yuvarlak için kutup demektir. Hâsılı, Allah'nın ilk taayyün ve tenezzülü olan. ve Hakikati Muhammediye de denen zati iktizası, bilgi âlemine mazhar bulunan kutup, kendi varidatına tabidir ve onun varidatı, âlemde tecelli eder. İnsan, kâinatın ruhu olduğu gibi kutup da, insanların ruhudur.

S. 192, B. 2347: "Ey inananlar, Allah'ya yardım ederseniz o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar." Sûre 47 (Muhammed), âyet 7.

S. 195, B. 2384: "Namazı kıldınız mı yeryüzüne dağılın, Allah ihsanına yapışın, o ihsanı elde etmeye çalışın, Allahyı çok anın, olur ya kurtulursunuz." Sure 62 (Cumua), âyet 10.

S. 199, B, 2428: "şükrederseniz nimetimi ziyadelendiririm, küfranda bulunursanız muhakkak ki azabım, çok şiddetlidir." Sûre 14 (İbrahim), âyet 7.

S. 199, B. 2428: 2 nci sûrenin (Bakara) 195 inci âyetinden.

S. 200, B. 2437: Beylerbeyi tâbiri ta o zamandan beri varmış.

S. 201, B. 2447: Peygamber 39 uncu sûrenin (zümer) 22 inci âyeti olan "Allah, kimin göğsünü İslâmla, açtı, genişlettiyse o adam, Allah'sından nura kavuşmamış mıdır? Allahyı anmayı kabul etmiyen katı kalblilere vay! Onlar, apaçık sapıklıktadılar" âyetini okuduktan sonra "Nur, kalbe girdi mi kalbi genişletir, ferahlatır" demiş sahabe "Bunun alâmeti nedir ey Allah elçisi?" diye sorunca "Aldanma yurdundan çekinme, sevinç yurduna yönelme, ölüm gelmeden ona hazırlanma" diye cevap vermiştir.

S. 204, B. 2496 dan sonraki başlık: Kur'anda sinek ve örümcek gibi şeyler anılınca yahudiler, böyle Allah sözü mü olur, demişler, bunun üzerine "Şüphe yok ki Allah, sivrisineği, yahut ondan üstün ve büyük olan bir şeyi örnek getirmeden utanmaz, inananlar, bilirler ki o, rablerindendir ve doğrudur. Kâfirlere gelince, derler ki: Allah ne ister bu örnekle? Allah, bu örnekle çoğunu azdırır, saptırır, çoğunu da doğru yola götürür. Saptırdıklan da ancak kötülük işleyenlerdir" âyeti inmiştir, (Sûre 2, Bakara, âyet 26).

S. 205, B. 2502: Zülfekar, ağzı iki çatal bir kılıçtır. Peygamber tarafından Ali'ye verilmişti. "Ali'den başka er yok, Zülfekardan başka da kılıç" sözü meşhurdur. Hattâ Ali'yi sevmede ileri gidenler, bu sözün Uhud savaşında Cebrail tarafından söylendiğini iddia etmişler ve içlerinden, bu kılıcın gökten indiğini bile söyleyenler olmuştur.

S. 211-212, B. 2585-2586: Gökteki yıldız hakkındaki telâkkiler, İranlılarla Yunanlılar arasında hemen hemen birdir. Çok kuvvetle umulabilir ki bu inanışlar, Hind-iran'dan belki de Mısır yoluyla Yunanistan'a geçmiştir, Zuhal, Uranüs - gök'le Gea - yer'in oğludur.
Adı Kronos'tur. Zeus yani Müşteri, bunun, kız kardeşinden doğan oğludur. Rengi boz yeşil olan bu yıldızın mizacı soğuk ve kurudur. Bu bakımdan senenin talihine hâkim olursa sıcak yerlerde bile hararet azalır. Bu yüzden büyük kutsuz yıldız sayılır. Yunanlılar bu yıldızı, yarı beline kadar göğsü açık, yalnız arkasiyle başının ön tarafı kapalı bir ihtiyar olarak temsil ederlerdi. Elinde üzüm kestikleri eğri uçlu bir bıçak yahut orak bulunurdu. Sonraları bir timsah ve zamana işaret olmak üzere bir kum saati verdiler. İran'da sağ elinde bir insan kafası, sol eliyle de bir insan avucunu tutan bir ihtiyar, yahut beyaz ata binmiş ve sağ elinde bir kılıç bulunan bir adam şeklinde temsil etmişlerdir. Zühal'e Saturne de denir. Sanayi erbabiyle padişah mensuplarının ve kale dizdarlarının talihlerine bu yıldız hâkimdir. Utarit-Mercure'se ticaret Allahsıdır. Tacirler, mallarına revaç vermek için yalan söylediklerinden yalan ve hilenin de hamisidir. Babası Zeus, anası atlas kızı Maya'dır. Ticaret, sanat, belagat, fesahat Allahsı olduğu gibi kozmografya bilgisiyle fülüt ve liri ve yeryüzündeki ölçüleri de icatetmiş. Omuzlarına hafif bir manto atmış, ayaklariyle omuzları kanatlı, fesahat ve belagatı gösterirse sağ eli yukarıda güzel bir delikanlı suretinde temsil edilirdi. Kitabet ve zekâ da bu yıldıza aittir. Nücum bilgisine göre yıldızların, yeryüzüne ve yeryüzündekilerine tesirleri vardır. Akıl ve zekâ da Zuhal ve Utarid'in tesiriyle vücut bulur.

S. 212, B. 2587: "Bağışlayan Allah, Kur'anı belletti, insanı yarattı, ona söz söylemeyi öğretti." Sûre 55 (Rahman), Ayet 1-4.

S. 212, B. 2590 dan sonraki başlık: 2nci surenin (Bakara) 65 inci ve 5 inci sûrenin (Maide) 60 ıncı âyetlerinde de cumartesi gününe hürmet etmeyenlerle İsa Peygambere gökten inen yemeğe hürmet etmeyenlerin çarpılıp domuz ve maymun şekline sokuldukları anlatılmaktadır. Bu çarpılmaya "mesh" denir. Tenasüh inanışıyle alâkası meydandır. Meshedilen taifenin soyu üremez, öylece geçip giderlermiş. Muhammed ümmetinde, Peygamberin şerefi için bu azap kaldırılmıştır. Fakat onların da içleri, mâneviyatarı çarpılır. Kıyamette de çarpıldıkları şekilde dirilirler.

S. 215, B. 2633: "Kim, bağışlayan Allah'yı anmadan göz yumarsa ona bir şeytan musallat ederiz. Bu şeytan, bunun arkadaşıdır." Sûre 43 (Zuhruf), âyet 36.

S. 216, B. 2645: Eskiden para sahipleri, paralarını yerlere gömerler, o definenin bulunmaması, yahut bulanın eline geçmemesi için büyüler yaptırırlardı. Meselâ birisi oraya yaklaştı mı gözüne bir yılan, bir ejderha görünür, korkusundan geri dönmeye mecbur olurmuş. Şüphe yok ki defineyi çaldırmamak için icadedilen bu yalandan istifade ederek para karşılığında okuyup, üfleyip böyle bir şey yaptığını iddia edenler de türemişti. Böyle bir yılan, ejderha, yahut başka korkunç bir şey göstermeye "tılsm" derler ki dilimizde tılsım şeklini almıştır. Şark edebiyatında d
a daima hazine ve defineyle yılan ve ejderha beraber anılagelmiştir. c. 2, s. 78, .b. 848 in izahına da bakınız.

S. 221, B. 2705: Çile, Hafız divanı, s. 519, b. 3938 in izahına bakınız.

S. 223, B. 2733 den sonraki başlık: "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" diye bir hadisi kutsi rivayet edilmiştir.

S. 225, B. 2750: Şey'en lillâh, Allah için bir şey demektir. Bu söz halk ağzında şeydullah şekline girmiştir. Eski Melâmei'lerden beri dervişler, şeyhlerinin emriyle nefislerini alçaltmak için içi oyulmuş ve iki tarafından birer zincir geçirilmiş olan ve keşkül denen şeyi ellerime ahp dilenmeye çıkarlar. Keşkül, ya ellerinde bulunur, yahut boyunlarından asılıp sol yanlarına sarkıtılır. Başka dilenciler gibi dualarla, yahut ısrar ve antlarla bir şey istemezler. Ya sakin bir surette, yahut ilâhi okuyarak dolaşırlar. Bazan birisine şey'en lillâh diye keşküllerini uzattıkları olur. Vermeyene bir şey demezler, verene eyvallah deyip çekilirler. Herkes, vereceği şeyi, dervişin keşkülüne kor, keşkülün içinde para, ekmek, hattâ yemek karmakarışıktır. Gene bu münasebetle halk, cinsi ayrı karmakarışık bir şeyi anlatırken fukara keşkülü gibi der. Dervişlerce sahabeden Selmanı Fârisî, güya, başlarında Ali olan kırklardanmış ve kırklar için eline keşkül alıp böyle bir şeyler toplamaya çıkarmış. Bu yüzden bu dervişce dilenciliğe "Selman etmek, Selman'a çıkmak" de denir. Kalenderîlerde Selman etmek, hemen umumî bir âdetti. Yalnız Bektaşilerle Mevlevilerin sülükleri, hizmet ve sohbetle olduğu için bu iki tarikatta .Selman âdeti yoktur. Keşküllerin pirinçten, sair madenlerden, hattâ gümüşten yapılmışları, üstünde âyetler, (hadîsler, azizlerin adları, sanatlı bir surette yazılmış bulunanları vardı ki bunların cidden değerlileri, bugün müzelerimizdedir. Şunu da söylemeden geçmeyelim: Süt ve badem yağıyla yapılan, üstüne döğülmüş şam fıstığı dökülen muhallebiye benzer güzel bir tatlımızın adı da "keşkûli fukara" dır. Halk; bir kadın, bu tatlıya pek düşkünmüş, nihayet kocası iflâs etmiş, eline keşkül alarak dilenmeye, bu suretle karısına bu tatlıyı yedirmeye mecbur olmuş, bu yüzden tatlıya bu ad verilmiş der.

S. 225, B. 2755: Abbası Debs, pek meşhur bir hırsızmış.

S. 225, B. 2763: Nirencat'ın doğrusu. Neyrencat'tır. Halk dilinde yanlış olarak Mirencat diye anılagelmiştir. Hile ile, olmayan şeyleri göstermek bilgisi imiş, gözbağcılık gibi.
Sihir-büyü, malûm olduğu üzere bazı dualar ve havaslarla herhangi bir şeyi elde etmektir. Meselâ bir sabun, insan şekline sokulur, bir şeyler okunarak üstüne iğneler batırılıp bir kuyuya atılır. O, orada erirken kimin için yapıldıysa o da eriyip zayıflamağa başlar, nihayet ölürmüş. İki kaşığı tersine bağlayıp okuyup üfleyerek bir eski mezara gömmek, kariyle kocanın arasını açarmış. Bir evin kapısına okunarak domuz yağı sürülürse o eve soğukluk girermiş, daha neler de neler. Bütün bu çeşit Şeyler, müslümanlıkta menedilmiştir. Hattâ,, inanarak ve helâl sayarak yapmak yaptırmak, küfürdür. Hikmet filozofi demektir.

S. 227, B. 2776: Peygamber, parmağı ile işaret etmiş, ay ikiye bölünmüş. Bundan önceki ciltlerde bu, çok geçti. Bir kere de bir seferden dönüşte Peygamber, başını Ali'nin dizine koyup yatmış, uyumuştu. Gün kavuşmuş, ikindi namazının vakti geçmiş, fakat Ali, Peygamberi uyandırmaya cesaret edememiş, kıyamamıştı. Peygamber uyanınca Ali'ye namazı kılıp kılmadığını sormuş, Ali kılmadığını söyleyince Yarabbi demiş, Ali, senin ve Peygamberinin hizmetindeydi. Sen güneşi tekrar doğdur da namazını kılsın. Güneş batmışken tekrar batıdan görünmüş, Ali namazını kılınca derhal batmıştı. Şiîler'in pek ehemmiyet verdikleri bu mucizeye "Reddüş şems" denir. Bir kere de Ali'nin halifeliği zamanında ve Ali'nin duasiyle olmuştur. Bu mucizenin olmadığını ve bu hadîsin uydurma olduğunu söyleyenler vardır.

S. 228, B. 2795: S. 62-63, 740-743 ün izahına bakınız.

S. 229, B.-2798 den sonraki başlık: Hadisi kutsi olarak rivayet edilir.


1 yorum:

  1. Adım Eliza, 5 yıllık kocam beni 2 yaşında bebeğimiz ile terk etti çünkü onu gece geç saatlere kadar dışarıda kaldığı için aldatmakla karşı karşıya kaldım, daha ne olduğunu anlamadan kocam başka bir kadınla yaşıyordu, beni tanıştıran bir arkadaşla tanıştım Dr. Ajayi'ye güçlü bir büyü tekeri. Ajayi'ye durumumu anlattım ve bir aşk büyüsü yapıldı, 3 gün içinde kocam eve döndü ve yeniden mutlu bir hayat yaşıyoruz. Evlilik sorunlarının çözümü için Whatsapp: +2347084887094 numaralı telefondan Dr. Ajayi ile iletişime geçin.

    YanıtlaSil