2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

105 Orada yönü olmayan bir âlem seyredersin ki bu dünya onun yanında bir katre
gibi kalır. O âlemde bu geçici hayat, ebediyyet kazanır. Bu vefasız dünyada
ise, vefa cefa ile şerbet, zehir ile nimet, ceza ile lütuf, kahırla rahat, elemle
eştir.
MAKALE 2
Bu makalede şunlar beyan olunacaktır:
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikayeti gerektirir. Vücudu tahrib etmesi,
yürek yakması, tutkununu rüsva etmesi yüzünden şikayeti; hoşluğu,
sarhoşluğu, iki âlemden feragatı, nurlar ve sırlar ummanını dalgalandırması,
sonsuz hayat ve bitmeyen zevke aracı olması yönlerinden şükrü gerektirir.
Bakışın hangisine düşerse ona göre. Eziyet ve mihnet cihetine düşerse şikayeti,
hazine ve saadet safhasıyla ilgilenirse şükrü gerekli kılar. Dikkat edersen
görürsün ki her şey böyledir. Hurufat, sanat vesaire. Hep böyle iki taraflıdır.
Sevilir, sevilmez tarafları vardır. Mesela ilim tahsili zahmet ve meşakkat
bakımından şikayeti, fayda ve zevk bakımından da şükrü icab ettirir. Mesela
şarab; acılığı, fena kokusu ve haram olması, içenleri rezil etmesi yüzünden
şikayeti; zevk ve neşe vermesi yüzünden şükrü icab ettirir. Mesela ilaç;
tatsızlığı, kokusu, tiksindirici olması cihetinden şikayete; hastalığın giderilmesi
ve sıhhati iade etmesi bakımından şükre zemin hazırlar. Bu misalleri dilediğiniz
kadar çoğaltabilirsiniz. Fakat aşıklar nazarında böyle iki taraflı şey
yoktur. Onlara her şey şükür sebebidir.
(SAYFA 8) Yanlarında iyi, kötü; iman, küfür eşittir. Her iki hal de onları Hakk’a
ulaştırır. Çünkü onlar bizzat Hakk’a alet olmuşlardır. Onların hareketleri
Hak’tandır, kendilerinden değil. Ama aşık olmayanlar böyle değildir. Şükür
onlar hakkında kemal, günah ise noksandır. Şükür onları Hakk’a yaklaştırdığı
gibi günah da Hak’tan uzaklaştırır.
Aşk âlemine dair bir çok sözler ve sırlar vardır ki ifade ve anlatımlara sığ-
maz. Hak Teala onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır. Aşıklar bu esrarı
onların seslerinden anlayarak dertlerine derman ederler. Ey şöhret sahibi,
dünyada iyi, kötü, yaş, kuru ne varsa…
Cümlesinde şükürle şikayet gizlenmiştir. Kiminde az, kiminde çok. Bir kısmı 110
zevk ve neşe bir kısmı da keder ve mihnettir.
Yarısı tatlı ve iyi, yarısı da acı ve kötüdür. Bunlardan hangisi gözüne ilişirse
ondan haber verirsin. Eğer iyi tesadüf ederse şükür, fenaya rast gelirse şikayet
edersin.
Bazen iyi tarafını görerek memnun, bazen de fena tarafını görerek dertli olur- 115
sun. Çünkü bulunan her şeyin yarısı neşe, yarısı kederdir. Mutluluk kısmı,
cennet ağaçlarından kopmuş bir dal, keder kısmı da cehennem ateşinden ve
dumanından bir parçadır. Cenab-ı Hak bu dünyada her ikisinden de örnekler
vermiştir. Ta ki faydanı, zararını anlayasın. Bütün eşyada bunu görürsün.
Bazen kabul, bazen red.
Dünyada zahmetsiz hazine (emeksiz nimet) yoktur. İlim de tekrar tekrar 120
okumakla elde edilir. Dikkatin bizzat ilme yönelince sever, imrenirsin. Nasıl
elde edileceğini düşününce de, kolay olmadığını anlayarak, vazgeçmek
istersin. Yalnız ilim değil, her şey böyledir. Bir taraftan kabul, diğer taraftan
red. Fakat bu haller aşktan doğarsa, aşk bir şahıs, âşık da onun aleti olursa, o
vakit her iki tarafa da şükür gerekir. Âşığı her ikisi de vuslata erdirir.
9
Sultan Veled
kalasın. İyi bil ki parçaların kalıcılığı yoktur.
100 Parçalar, gölge gibidir; gelir, geçer. Fakat asıl, güneş gibidir; yüksek ve daimdir.
Sanat eseri, nihayet fanidir. Ancak onların görünmeyen sanatkarı sü-
rekli ve ebedidir. Ne mutlu ona ki sanatkara talip oldu da dünya için din suyunu
döküp telef etmedi. Çünkü sanatkar yanında, can için ebedi safa, minnetsiz
ihsan vardır. O safa şarabının ve sarhoşluğunun baş ağrısı yoktur. Ona
bir can veren, binini alır.
105 Orada yönü olmayan bir âlem seyredersin ki bu dünya onun yanında bir katre
gibi kalır. O âlemde bu geçici hayat, ebediyyet kazanır. Bu vefasız dünyada
ise, vefa cefa ile şerbet, zehir ile nimet, ceza ile lütuf, kahırla rahat, elemle
eştir.
MAKALE 2
Bu makalede şunlar beyan olunacaktır:
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikayeti gerektirir. Vücudu tahrib etmesi,
yürek yakması, tutkununu rüsva etmesi yüzünden şikayeti; hoşluğu,
sarhoşluğu, iki âlemden feragatı, nurlar ve sırlar ummanını dalgalandırması,
sonsuz hayat ve bitmeyen zevke aracı olması yönlerinden şükrü gerektirir.
Bakışın hangisine düşerse ona göre. Eziyet ve mihnet cihetine düşerse şikayeti,
hazine ve saadet safhasıyla ilgilenirse şükrü gerekli kılar. Dikkat edersen
görürsün ki her şey böyledir. Hurufat, sanat vesaire. Hep böyle iki taraflıdır.
Sevilir, sevilmez tarafları vardır. Mesela ilim tahsili zahmet ve meşakkat
bakımından şikayeti, fayda ve zevk bakımından da şükrü icab ettirir. Mesela
şarab; acılığı, fena kokusu ve haram olması, içenleri rezil etmesi yüzünden
şikayeti; zevk ve neşe vermesi yüzünden şükrü icab ettirir. Mesela ilaç;
tatsızlığı, kokusu, tiksindirici olması cihetinden şikayete; hastalığın giderilmesi
ve sıhhati iade etmesi bakımından şükre zemin hazırlar. Bu misalleri dilediğiniz
kadar çoğaltabilirsiniz. Fakat aşıklar nazarında böyle iki taraflı şey
yoktur. Onlara her şey şükür sebebidir.
(SAYFA 8) Yanlarında iyi, kötü; iman, küfür eşittir. Her iki hal de onları Hakk’a
ulaştırır. Çünkü onlar bizzat Hakk’a alet olmuşlardır. Onların hareketleri
Hak’tandır, kendilerinden değil. Ama aşık olmayanlar böyle değildir. Şükür
onlar hakkında kemal, günah ise noksandır. Şükür onları Hakk’a yaklaştırdığı
gibi günah da Hak’tan uzaklaştırır.
Aşk âlemine dair bir çok sözler ve sırlar vardır ki ifade ve anlatımlara sığ-
maz. Hak Teala onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır. Aşıklar bu esrarı
onların seslerinden anlayarak dertlerine derman ederler. Ey şöhret sahibi,
dünyada iyi, kötü, yaş, kuru ne varsa…
Cümlesinde şükürle şikayet gizlenmiştir. Kiminde az, kiminde çok. Bir kısmı 110
zevk ve neşe bir kısmı da keder ve mihnettir.
Yarısı tatlı ve iyi, yarısı da acı ve kötüdür. Bunlardan hangisi gözüne ilişirse
ondan haber verirsin. Eğer iyi tesadüf ederse şükür, fenaya rast gelirse şikayet
edersin.
Bazen iyi tarafını görerek memnun, bazen de fena tarafını görerek dertli olur- 115
sun. Çünkü bulunan her şeyin yarısı neşe, yarısı kederdir. Mutluluk kısmı,
cennet ağaçlarından kopmuş bir dal, keder kısmı da cehennem ateşinden ve
dumanından bir parçadır. Cenab-ı Hak bu dünyada her ikisinden de örnekler
vermiştir. Ta ki faydanı, zararını anlayasın. Bütün eşyada bunu görürsün.
Bazen kabul, bazen red.
Dünyada zahmetsiz hazine (emeksiz nimet) yoktur. İlim de tekrar tekrar 120
okumakla elde edilir. Dikkatin bizzat ilme yönelince sever, imrenirsin. Nasıl
elde edileceğini düşününce de, kolay olmadığını anlayarak, vazgeçmek
istersin. Yalnız ilim değil, her şey böyledir. Bir taraftan kabul, diğer taraftan
red. Fakat bu haller aşktan doğarsa, aşk bir şahıs, âşık da onun aleti olursa, o
vakit her iki tarafa da şükür gerekir. Âşığı her ikisi de vuslata erdirir.
10
Rebabnâme
125 Hastalık da sağlık da aşkı visale erdirmek hususunda beraberdir. Bu sıfat
âşıkların özelliğidir. Başkalarında bulunmaz. Nasıl olur ki istenmeyenler
aynı zamanda istensin. İyi de kötü de her şey âşık için ilerleme vasıtasıdır.
Âşık olmayanlar için fena, fenadır. Âşık olmayanlar için iyi şeyler faydalıdır,
fakat fena şeyler onu visalden men eder. Eğer bu noktada nurlu bir şuur elde
edebilirsen, dikenler, yanında gülşen olur.
130 Artık bunları bırak da rebabı dinle! Bak ne diyor! Birçok nükteler...
(SAYFA 9) Bazen der ki: “Büyüklük nimettir.” bazen de der: “Cehennemdir, beladır.”
bazen der: “Şan ve büyüklükte ben Süleyman gibiyim.” bazen de der:
“Karıncadan da değersizim.” bazen der: “Hakikatte iki âlem benden ibaret.”
bazen de der: “Ben fani bir vücudum.” bazen der: “Ondan (Cenab-ı Hakdan)
iki yüz hazineye sahibim.” bazen de der: “Çeyrek hazineye bile sahip değilim.”
135 Bazen der: “Ben, suyu tatlı bir ummanım.” bazen de der: “Susuzluktan ölü-
yorum.” bazen vuslattan, görmekten dem vurur; bazen de ayrılıktan şikayet
eder. Bazen sevinçten kabına sığmaz olur, bazen de dosttan uzak düştüm
diye yaslara batar. Bazen şükür, bazen şikayet eder, onların her birini en ince
ayrıntısına kadar anlatabilir. Rebabın derisi der: “Ben etten ayrıldım. Lütfen,
germeyin bana acıyın!”
140 Kılları der: “Ben kuyruktan kesileli beri hicran atının ayakları altında çiğneniyor,
mahvoluyorum.” Demiri (telleriyle çubukları) der: “Hükm-i kaza beni
madenden ihraç edeli her dem gam ateşlerine atılırım. Ateşten çıkınca da
mütemadiyen döğülürüm, başıma, sırtıma, enseme her taraftan çekiç darbeleri
yağar. Ta ki rebab üzerine ben de deri gibi gerileyim de şükür ve şikayette
onunla bir olayım.
145 Ta ki aziz dostlardan ayrı düştüğümüz için gurbet ellerde hazin hazin birlikte
ağlayalım. Her birimiz kendi cinsiyle sohbet temennisinde bulunsun ki
Cenab-ı Hak’tan derdimize derman erişsin.” Rebabın ahşab kısmı da şöyle
der: “Biz ağaç üzerinde taze, yaş dallar idik, her sene meyveler verirdik. Şimdi
garib düştük de onun için ağlayıp inleriz. Bizim boyanıp yakılmamız cihanı
tutuşturdu. Canlar içinde yeni bir cihan meydana getirdi.
150 Çünkü Cenab-ı Hak bize ruhun sırlarını buldurttu ki o ne lisana sığar, ne de
açıklamaya. O esrar, aşıklara, bizden, dilsiz olduğumuz halde, nağmelerimiz
vasıtasıyla erişir. Cenab-ı Hak, rebab gibi, aşıkların dertlerine derman olacak
yüz çeşit saz ortaya çıkarmıştır. Ta ki onlar bu sırları onların nağmelerinden
dinleyerek anlasınlar. Bir âlimi, bizim inlemelerimizden dolayı ağlar görürsen,
elini göğsüne koy, dilini başına çek.
155 Biz, özlem ateşinin şerhini dinleyecek kulak, ayrılık ateşiyle yanmış sine isteriz.
Bu hale kendinden geçmiş olanlardan başkası dahil olamaz. Hak yolunda
gizlenenlerden başkasında akıl yoktur. Hudanın aşkında Türk, Arap,
Rum bizim yanımızdadır. Gerek mümin, gerek kafir, gerek iyi, gerek kötü
herkes kendi sırlarını bizden öğrenir. Herkesle hemdem olduk. Yârimiz hepsini
de bizim kârımıza ortak etti.
Aşka yönelince hepsi de bizim gibi aşk tuzağına tutuldu. Biz, aşk tellalıyız. 160
Salla! Çabuk olun! Rahatı terk edin, belaya gelin! Çünkü rahat, mihnettedir.
Davayı bırak da derdin tadını çıkar!
(SAYFA 10) Cananın mahallesindeki at izlerini gör de gayret atını o dergaha doğru
sür! Bu figan ve feryatlar şunun bunun için değildir.
Demir ne, tahta ne? Onları bırak!
Ben onları hakiki derdimi açıklamaya vesile olsun diye söyledim. Ey oğul! 165
Haberdar isen bizim halimize bak! Biz zaten Allah’ın bilgisi dahilinde mevcut
idik. Şimdi cisim olduğumuza bakma; o zaman saf ve temiz bir ruh idik.
Bizim vatanımız o sonsuz visal iken kaza ve kader gerektirdi, ayrılık ortaya
çıktı. Şimdi o visale hasretimizden inler, her zaman ta yürekten onun için
ağlarız. Bizim feryadımız kervanın göç zamanını ilan eden çanlara benzer.”
Hal diliyle durmaksızın deriz ki:
“Ey yolcu, yoluna devam et! Konak yerinde kalma ki orası varılacak yer de- 170
ğildir. Dünyada geçip gittiğin bu kadar menzillerden hangisi hatırında kalmıştır?”
11
Sultan Veled
125 Hastalık da sağlık da aşkı visale erdirmek hususunda beraberdir. Bu sıfat
âşıkların özelliğidir. Başkalarında bulunmaz. Nasıl olur ki istenmeyenler
aynı zamanda istensin. İyi de kötü de her şey âşık için ilerleme vasıtasıdır.
Âşık olmayanlar için fena, fenadır. Âşık olmayanlar için iyi şeyler faydalıdır,
fakat fena şeyler onu visalden men eder. Eğer bu noktada nurlu bir şuur elde
edebilirsen, dikenler, yanında gülşen olur.
130 Artık bunları bırak da rebabı dinle! Bak ne diyor! Birçok nükteler...
(SAYFA 9) Bazen der ki: “Büyüklük nimettir.” bazen de der: “Cehennemdir, beladır.”
bazen der: “Şan ve büyüklükte ben Süleyman gibiyim.” bazen de der:
“Karıncadan da değersizim.” bazen der: “Hakikatte iki âlem benden ibaret.”
bazen de der: “Ben fani bir vücudum.” bazen der: “Ondan (Cenab-ı Hakdan)
iki yüz hazineye sahibim.” bazen de der: “Çeyrek hazineye bile sahip değilim.”
135 Bazen der: “Ben, suyu tatlı bir ummanım.” bazen de der: “Susuzluktan ölü-
yorum.” bazen vuslattan, görmekten dem vurur; bazen de ayrılıktan şikayet
eder. Bazen sevinçten kabına sığmaz olur, bazen de dosttan uzak düştüm
diye yaslara batar. Bazen şükür, bazen şikayet eder, onların her birini en ince
ayrıntısına kadar anlatabilir. Rebabın derisi der: “Ben etten ayrıldım. Lütfen,
germeyin bana acıyın!”
140 Kılları der: “Ben kuyruktan kesileli beri hicran atının ayakları altında çiğneniyor,
mahvoluyorum.” Demiri (telleriyle çubukları) der: “Hükm-i kaza beni
madenden ihraç edeli her dem gam ateşlerine atılırım. Ateşten çıkınca da
mütemadiyen döğülürüm, başıma, sırtıma, enseme her taraftan çekiç darbeleri
yağar. Ta ki rebab üzerine ben de deri gibi gerileyim de şükür ve şikayette
onunla bir olayım.
145 Ta ki aziz dostlardan ayrı düştüğümüz için gurbet ellerde hazin hazin birlikte
ağlayalım. Her birimiz kendi cinsiyle sohbet temennisinde bulunsun ki
Cenab-ı Hak’tan derdimize derman erişsin.” Rebabın ahşab kısmı da şöyle
der: “Biz ağaç üzerinde taze, yaş dallar idik, her sene meyveler verirdik. Şimdi
garib düştük de onun için ağlayıp inleriz. Bizim boyanıp yakılmamız cihanı
tutuşturdu. Canlar içinde yeni bir cihan meydana getirdi.
150 Çünkü Cenab-ı Hak bize ruhun sırlarını buldurttu ki o ne lisana sığar, ne de
açıklamaya. O esrar, aşıklara, bizden, dilsiz olduğumuz halde, nağmelerimiz
vasıtasıyla erişir. Cenab-ı Hak, rebab gibi, aşıkların dertlerine derman olacak
yüz çeşit saz ortaya çıkarmıştır. Ta ki onlar bu sırları onların nağmelerinden
dinleyerek anlasınlar. Bir âlimi, bizim inlemelerimizden dolayı ağlar görürsen,
elini göğsüne koy, dilini başına çek.
155 Biz, özlem ateşinin şerhini dinleyecek kulak, ayrılık ateşiyle yanmış sine isteriz.
Bu hale kendinden geçmiş olanlardan başkası dahil olamaz. Hak yolunda
gizlenenlerden başkasında akıl yoktur. Hudanın aşkında Türk, Arap,
Rum bizim yanımızdadır. Gerek mümin, gerek kafir, gerek iyi, gerek kötü
herkes kendi sırlarını bizden öğrenir. Herkesle hemdem olduk. Yârimiz hepsini
de bizim kârımıza ortak etti.
Aşka yönelince hepsi de bizim gibi aşk tuzağına tutuldu. Biz, aşk tellalıyız. 160
Salla! Çabuk olun! Rahatı terk edin, belaya gelin! Çünkü rahat, mihnettedir.
Davayı bırak da derdin tadını çıkar!
(SAYFA 10) Cananın mahallesindeki at izlerini gör de gayret atını o dergaha doğru
sür! Bu figan ve feryatlar şunun bunun için değildir.
Demir ne, tahta ne? Onları bırak!
Ben onları hakiki derdimi açıklamaya vesile olsun diye söyledim. Ey oğul! 165
Haberdar isen bizim halimize bak! Biz zaten Allah’ın bilgisi dahilinde mevcut
idik. Şimdi cisim olduğumuza bakma; o zaman saf ve temiz bir ruh idik.
Bizim vatanımız o sonsuz visal iken kaza ve kader gerektirdi, ayrılık ortaya
çıktı. Şimdi o visale hasretimizden inler, her zaman ta yürekten onun için
ağlarız. Bizim feryadımız kervanın göç zamanını ilan eden çanlara benzer.”
Hal diliyle durmaksızın deriz ki:
“Ey yolcu, yoluna devam et! Konak yerinde kalma ki orası varılacak yer de- 170
ğildir. Dünyada geçip gittiğin bu kadar menzillerden hangisi hatırında kalmıştır?”
12
Rebabnâme
MAKALE 3
Bu makale şunu bildirecektir:
Adem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hadsiz,
hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir. İlk menzilleri toprak olmalarıdır.
Topraktan sonra bitki oldular. Bitkiler âleminde de bir takım menzillerden
geçtiler. Otu hayvan yedi, hayvan oldu.
Hayvanı insan yedi, insan oldu. Burada da bir çok menzillere uğradı. Evvela
nutfe oldu, sonra alâka oldu, sonra mudğa oldu, nihayet azası gelişerek
ve suret bağlayarak insan oldu. Anasının karnından çıktıktan sonra bir müddet
sütle gıdalandı, sonra ekmek, sonra et daha sonra türlü yiyeceklerle beslendi.
Bu yolculuğu sırasında da birçok haller ve değişimler geçirdi. Hali,
şekli, ahlâk ve tabiatı günden güne değişip gelişerek bütün yaşam şartlarını
taşıyan mükemmel bir insan oldu. Baliğ olup da aklı kemale erdiği vakit, ge-
çirdiği değişimlerin, uğradığı menzillerin bir çoklarını unuttu. Aklında kalanlardan
da nefret etti. O hallerin, o menzillerin hiç biri de ona hoş görünmez
oldu.
Şu halde insan, bugün içinde bulunduğu menzili de hoş görmemeli; çünkü
onlar gibi bu da geçecektir. Bu hal ve bu menzilde evvelkiler gibi nahoş ve
sevimsiz görünecektir.
Ey ademoğlu! Sen evvel katı cisim idin. Sonra bitki, daha sonra hayvan oldun.
Ot iken, seni merada hayvan yedi, sen de otlayan hayvanlara döndün.
Sonra o hayvanı insan yedi. Bu defa da hayvanlıktan kurtularak insan oldun.
175 Ana rahminde iken gıdan, kanla karışık maddelerdi. Oradan hayat bulup
çıktıktan sonra evvela sütle, sonra ekmek, et ve her türlü yemeklerle beslendin,
akıl ve idrakin kemale erinceye kadar sayısız menzillerden geçerek bü-
luğ çağına erdin.
(SAYFA 11) Şimdi o menzillerden hiçbiri hatrında yok; ruhun hepsini toz silker
gibi silkti. O menziller tamamıyla hatrından çıktı. O menziller ki haddizatında
çirkin oldukları halde sana güzel görünmüşlerdi.
180 Şimdi onlardan biri hatrına gelince akıllı bir insanın deliden ürktüğü gibi
ürküyorsun. Mesela, anne sütü sence istenen ve canın gibi sevilen bir şey
iken nihayet reddedilen ve istenmez oldu. Sevilenken sevilmeyen oldu. Şimdi
onu hatırlayınca miden bulanır, içsen derhal kusarsın. Çocuklara karışarak
yapacağın eğlence, oyun vesaire hep böyledir.
185 Çocuklar gibi maskaralık yapmaktan çekinir, hatta onu çocuğun yapsa dahi,
döversin. Sana o vakit güzel görünen şeyler şimdi çirkin oldu. İyice bil ki, bu
dönüp dolaşma, koşup seğirtmelerde bu emirlik, hatta padişahlıkta, bu süslü
giyisiler, değerli taşlarla süslü taçlar, muşa’şa’ (gösterişli) debdebelerde,
elhasıl, gönül bağladığın her şeyde isterse saltanat tahtı olsun hepsi de sana
çirkin görünecektir. Her ne kadar önce tercih edilir ve seçkin görünmüşlerse
de.
190 Sonunda bunları bırakarak o tarafa (ahiret tarafına) koştuğun zaman, bunları
da umursamayacaksın! Bu işlerden de sana nefret gelecek, bu gülşenler birer
diken görünecektir. Küçük çocukların oyunlarının, akılları kemale eren
büyük insanlara hoş görünmediği gibi... İşte bu dünya halkının ciddi işleri
de büyükler yanında böyle hakir ve değersizdir. Cihan halkının kavga ve
gürültüsü, cihanın padişahlığı, refah sahiplerinin keyifli hayatları ve zevkleri
gönül ehillerinin yanında çocuk oyuncakları gibi kıymetsiz, toprağa katılmış 195
ölülerden farksızdır. O menzillerden geçerken sana acı şeyler şeker gibi tatlı
görünmüştü. Bunun gibi çirkin şeyler de güzel görünmüş, onlara olan rağ-
betin günden güne artmıştı.
Seni onlardan men etmeye imkan yoktu. Çünkü onlara olan aşkın, sana onları
güzel göstermişti. Fakat aşk yok olunca onların çirkinliğini herkes gördü
ve anladı.
İşte içinde bulunduğun menzil de böyledir. Daha büyük bir menzile erdiğin 200
zaman, evvelkiler gibi, bu menzil de sana çirkin görünecektir. Evvel Kabe
gibi makbul iken sonra kilise gibi istenmez olacaktır. Bu sihirbaz dünya hilebaz
bir kocakarıdır. İşvesine aldanma! Hile yapmak için kendini bezer durur.
Bu kötü maksatlı hilebazın sözüne kulak verme! Çünkü Cenab-ı Hak Kuran-ı
Kerim’inde: “ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun...” 11 buyurmuştur.
Lehv ve la’ab insana hoş görünür.
Bu kocakarı sihir ve efsunla kendini genç gösterir. Fakat bu, hilebazlıktır. Bu 205
dünya seni daha ne vakte kadar aldatacaktır?
Artık uyan da bu gaddardan uzaklaşmaya bak! Evvel katettiğin menziller de
böyle süslü ve gösterişliydi. Sana sahte paraları altın göstermişler, iblisi huri
diye methetmişlerdi.
(SAYFA 12) Bu sahtekar kocakarı, sahte paraları gerçek para diye sürer. Bu hilesiyle
senin belki yüz defa canını yakmıştır.
Artık kendine gel de bundan böyle aldanma, tâ ki üzerine hakikat güneşin- 210
den bir parıltı düşsün. O nur sebebiyle bu zulmetten kurtulasın, iblisten yakanı
kurtarıp hürriyete kavuşasın. Çocukluğundan büluğuna ve ihtiyarlık
çağına kadar uğradığın menzillerden her biri, senin yanında bir cihan değerinde
idi. Onlar zehir oldukları halde sana bal görünmüşlerdi. O menzillerin
çirkinliklerini geçtikten sonra anladın. Bulunmakta olduğun bu menzilden
de geç de yoluna devam et!
Seferde menziller konaklama yeri değildir. Orada yerleşip kalmak isteyen, 215
kördür, yersizdir. Bu dünya, uğrayıp geçilecek bir menzil olduysa, artık ona
11 Hadid suresi 57/20 Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme,
çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki,
bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra
da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır.
Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.
13
Sultan Veled
MAKALE 3
Bu makale şunu bildirecektir:
Adem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hadsiz,
hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir. İlk menzilleri toprak olmalarıdır.
Topraktan sonra bitki oldular. Bitkiler âleminde de bir takım menzillerden
geçtiler. Otu hayvan yedi, hayvan oldu.
Hayvanı insan yedi, insan oldu. Burada da bir çok menzillere uğradı. Evvela
nutfe oldu, sonra alâka oldu, sonra mudğa oldu, nihayet azası gelişerek
ve suret bağlayarak insan oldu. Anasının karnından çıktıktan sonra bir müddet
sütle gıdalandı, sonra ekmek, sonra et daha sonra türlü yiyeceklerle beslendi.
Bu yolculuğu sırasında da birçok haller ve değişimler geçirdi. Hali,
şekli, ahlâk ve tabiatı günden güne değişip gelişerek bütün yaşam şartlarını
taşıyan mükemmel bir insan oldu. Baliğ olup da aklı kemale erdiği vakit, ge-
çirdiği değişimlerin, uğradığı menzillerin bir çoklarını unuttu. Aklında kalanlardan
da nefret etti. O hallerin, o menzillerin hiç biri de ona hoş görünmez
oldu.
Şu halde insan, bugün içinde bulunduğu menzili de hoş görmemeli; çünkü
onlar gibi bu da geçecektir. Bu hal ve bu menzilde evvelkiler gibi nahoş ve
sevimsiz görünecektir.
Ey ademoğlu! Sen evvel katı cisim idin. Sonra bitki, daha sonra hayvan oldun.
Ot iken, seni merada hayvan yedi, sen de otlayan hayvanlara döndün.
Sonra o hayvanı insan yedi. Bu defa da hayvanlıktan kurtularak insan oldun.
175 Ana rahminde iken gıdan, kanla karışık maddelerdi. Oradan hayat bulup
çıktıktan sonra evvela sütle, sonra ekmek, et ve her türlü yemeklerle beslendin,
akıl ve idrakin kemale erinceye kadar sayısız menzillerden geçerek bü-
luğ çağına erdin.
(SAYFA 11) Şimdi o menzillerden hiçbiri hatrında yok; ruhun hepsini toz silker
gibi silkti. O menziller tamamıyla hatrından çıktı. O menziller ki haddizatında
çirkin oldukları halde sana güzel görünmüşlerdi.
180 Şimdi onlardan biri hatrına gelince akıllı bir insanın deliden ürktüğü gibi
ürküyorsun. Mesela, anne sütü sence istenen ve canın gibi sevilen bir şey
iken nihayet reddedilen ve istenmez oldu. Sevilenken sevilmeyen oldu. Şimdi
onu hatırlayınca miden bulanır, içsen derhal kusarsın. Çocuklara karışarak
yapacağın eğlence, oyun vesaire hep böyledir.
185 Çocuklar gibi maskaralık yapmaktan çekinir, hatta onu çocuğun yapsa dahi,
döversin. Sana o vakit güzel görünen şeyler şimdi çirkin oldu. İyice bil ki, bu
dönüp dolaşma, koşup seğirtmelerde bu emirlik, hatta padişahlıkta, bu süslü
giyisiler, değerli taşlarla süslü taçlar, muşa’şa’ (gösterişli) debdebelerde,
elhasıl, gönül bağladığın her şeyde isterse saltanat tahtı olsun hepsi de sana
çirkin görünecektir. Her ne kadar önce tercih edilir ve seçkin görünmüşlerse
de.
190 Sonunda bunları bırakarak o tarafa (ahiret tarafına) koştuğun zaman, bunları
da umursamayacaksın! Bu işlerden de sana nefret gelecek, bu gülşenler birer
diken görünecektir. Küçük çocukların oyunlarının, akılları kemale eren
büyük insanlara hoş görünmediği gibi... İşte bu dünya halkının ciddi işleri
de büyükler yanında böyle hakir ve değersizdir. Cihan halkının kavga ve
gürültüsü, cihanın padişahlığı, refah sahiplerinin keyifli hayatları ve zevkleri
gönül ehillerinin yanında çocuk oyuncakları gibi kıymetsiz, toprağa katılmış 195
ölülerden farksızdır. O menzillerden geçerken sana acı şeyler şeker gibi tatlı
görünmüştü. Bunun gibi çirkin şeyler de güzel görünmüş, onlara olan rağ-
betin günden güne artmıştı.
Seni onlardan men etmeye imkan yoktu. Çünkü onlara olan aşkın, sana onları
güzel göstermişti. Fakat aşk yok olunca onların çirkinliğini herkes gördü
ve anladı.
İşte içinde bulunduğun menzil de böyledir. Daha büyük bir menzile erdiğin 200
zaman, evvelkiler gibi, bu menzil de sana çirkin görünecektir. Evvel Kabe
gibi makbul iken sonra kilise gibi istenmez olacaktır. Bu sihirbaz dünya hilebaz
bir kocakarıdır. İşvesine aldanma! Hile yapmak için kendini bezer durur.
Bu kötü maksatlı hilebazın sözüne kulak verme! Çünkü Cenab-ı Hak Kuran-ı
Kerim’inde: “ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun...” 11 buyurmuştur.
Lehv ve la’ab insana hoş görünür.
Bu kocakarı sihir ve efsunla kendini genç gösterir. Fakat bu, hilebazlıktır. Bu 205
dünya seni daha ne vakte kadar aldatacaktır?
Artık uyan da bu gaddardan uzaklaşmaya bak! Evvel katettiğin menziller de
böyle süslü ve gösterişliydi. Sana sahte paraları altın göstermişler, iblisi huri
diye methetmişlerdi.
(SAYFA 12) Bu sahtekar kocakarı, sahte paraları gerçek para diye sürer. Bu hilesiyle
senin belki yüz defa canını yakmıştır.
Artık kendine gel de bundan böyle aldanma, tâ ki üzerine hakikat güneşin- 210
den bir parıltı düşsün. O nur sebebiyle bu zulmetten kurtulasın, iblisten yakanı
kurtarıp hürriyete kavuşasın. Çocukluğundan büluğuna ve ihtiyarlık
çağına kadar uğradığın menzillerden her biri, senin yanında bir cihan değerinde
idi. Onlar zehir oldukları halde sana bal görünmüşlerdi. O menzillerin
çirkinliklerini geçtikten sonra anladın. Bulunmakta olduğun bu menzilden
de geç de yoluna devam et!
Seferde menziller konaklama yeri değildir. Orada yerleşip kalmak isteyen, 215
kördür, yersizdir. Bu dünya, uğrayıp geçilecek bir menzil olduysa, artık ona
11 Hadid suresi 57/20 Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme,
çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki,
bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra
da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır.
Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.
14
Rebabnâme
gönül vermek çocukluk olur. Ona meyil bağlamak körlükten, cahillikten do-
ğar. İhlas ile ibadet ve takvadan başkası hatadır. Yürü! Bu alçak dünyadan
kurtul ki iblise ve şeytana mağlup olmayasın. Sonunda yerin cehennem olmasın,
bela ve zillet yüzünden cennetten mahrum kalmayasın.
220 Dünyaya az bağlan ki kolay kurtulasın. Bu varlık kuyusundan ipsiz sıçrayıp
kurtulmak mümkün değildir. Mademki ondan (Cenab-ı Hak’tan) saka tulumu
gibi dolusun, neden taşkınlık ederek yüzünü şuna buna döndürürsün?
Hakk’ın elinde bir oyuncak gibisin! Hareketlerin ve durgunluğun tamamıyla
ve daima ondandır. Cisminin, canının zindeliği o “Hayy-ü Kayyum”dandır,
akıl ve imanın da onunla ayakta durmaktadır.
225 Onun iradesi yönelmedikçe vücudunda bir damar hareket edemez. Fiillerin
ve hareketlerin, daima ondandır. Sen ırmağın üzerinde akıp giden bir saman
çöpü gibisin. Uykun, uyanman, yiyip içmen, hastalığın, sağlığın, hayrın ve
şerrin, hepsi de esrara vakıf olan Hak Teala’dandır. Gözünü aç, iyi bak! Bü-
tün varlığın ondan ibaret olduğunu açıkça görürsün! İki dünyada saf, tortu,
iç ve kabuk, hasılı her şey odur.
230 Öyleyse kendini bırak da ona bağlan! Varlığı ve benliği kökünden sök at! Tâ
ki sen o olasın ve benliğinden kurtulasın, canının değerini cananın hazinesine
katasın! Bu mananın şerhi lisana sığmaz. Öyleyse bunu bırak da rebabı
dinlemeye koş!
MAKALE 4
Bu makalede şu zikredilecektir:
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği, aynı ses ise de anladıkları mana
aynı değildir.
(SAYFA 13) Herkes ondan kendi derdinin açılımını dinler. O bir tek sesten birbirine
benzeyen yüzbinlerce mana anlaşılır. Nasıl ki, bahar mevsimi, maddesi
ve dili olmadığı halde onun feyziyle ağaçlarda, meyvelerde türlü türlü
renkler ve lezzetler meydana geliyor ve Cenab-ı Hakk’ın kusursuz güzelliği
o muhtelif suretlerde kendisini gösteriyor. Cenab-ı Hak bütün âlemleri yarattı
ve terbiye etti.
Karıncadan Süleyman’a varıncaya kadar her mevcut, kabiliyetlerinin seviyesine
göre, ondan özellikler ve nitelikler devşirirler.
Bundan dolayı Sani-i Teala Hazretlerinin yüzünün seyrini sanatında aramak,
bulmak ve görmek gerekir.
Fakat bu görüş hissi değil, ilmi ve aklidir; enbiya ve evliya Cenab-ı Hakk’ı
bizzat kendisinden tanıdılar ve o tecellide fani ve tasarruf sahibi oldular. Denize
dökülen bir testi su gibi. Bu su, denize karışır gider, belirsiz olur; fakat
yok olmaz. Belki derya ile birleştiği için deryanın kendisi olur. İşte bunun
gibi didarı, ilim ve marifette insanı o mertebeye eriştirir ki eserin aracılığına
ihtiyaç olmaksızın sanatçıyı görür.
Onun (Rebab’ın, yahut Huda’nın) tizi, öyle göze keman çekiyor ki sadasının
tizi de, pesi de insanı mest ediyor. Büyük küçük bütün cihan halkı onun inlemelerinden
neşeyle coşmuştur.
Herkes onun sesinden kendi mutluluğunu, kendi derdini dinler. Her biri sır- 235
daşını ayrı görür. Herkes o sesten ayrı bir hisse alır, kulağı başka bir kıssa
dinler. Herkes, yüz binlerce halk onun sesinden –söze gerek duymadankendi
emelini anlar. İlk bahar gibi yüz binlerce çeşitli ağaç, ekşi, tatlı türlü
meyveler verir. Onun verimliliğiyle her tarafta yüzlerce gülşenler, dikenler
meydana gelir, dünyada bağ ve meyvelerin ardı arkası kesilmez.
Dikenden hurmaya kadar, herşey, ilk baharın gelişiyle neşe dolar. Huda’nın 240
nurundan da yeryüzü, gökyüzü, insan ile cinnin aklı ve nefisleri de aynı suretle
faydalanır. Cenab-ı Hak, âlemi -gerek iyi gerek kötü- herkesi pay sahibi
etmek için yarattı.
Herkese ayrı bir varlık, başka bir özellik verdi. Kiminden şarap, kiminden
sarhoşluk meydana getirdi. Semadaki aylar, güneşler, yıldızlar; yerde bulunan
büyük küçük bütün mahluklar,
hepsi de varlığı ondan devşirdiler, her biri layık olduğu mertebeye erişti, 245
Cenab-ı Perverdigar, herkesi liyakatları derecesinde ve kabiliyetleri nispetinde
besliyor, her birine muhtelif işler gördürüyor: Elifbanın farklı harfleri
gibi.
Her şeyin gelişimi ve canı ondandır, hareket ve durgunluk hepsi onun emriyledir.
Kimi dev gibi yerin altında saklanmış, kimi Hazret-i İsa gibi göklere
çıkmıştır.
15
Sultan Veled
gönül vermek çocukluk olur. Ona meyil bağlamak körlükten, cahillikten do-
ğar. İhlas ile ibadet ve takvadan başkası hatadır. Yürü! Bu alçak dünyadan
kurtul ki iblise ve şeytana mağlup olmayasın. Sonunda yerin cehennem olmasın,
bela ve zillet yüzünden cennetten mahrum kalmayasın.
220 Dünyaya az bağlan ki kolay kurtulasın. Bu varlık kuyusundan ipsiz sıçrayıp
kurtulmak mümkün değildir. Mademki ondan (Cenab-ı Hak’tan) saka tulumu
gibi dolusun, neden taşkınlık ederek yüzünü şuna buna döndürürsün?
Hakk’ın elinde bir oyuncak gibisin! Hareketlerin ve durgunluğun tamamıyla
ve daima ondandır. Cisminin, canının zindeliği o “Hayy-ü Kayyum”dandır,
akıl ve imanın da onunla ayakta durmaktadır.
225 Onun iradesi yönelmedikçe vücudunda bir damar hareket edemez. Fiillerin
ve hareketlerin, daima ondandır. Sen ırmağın üzerinde akıp giden bir saman
çöpü gibisin. Uykun, uyanman, yiyip içmen, hastalığın, sağlığın, hayrın ve
şerrin, hepsi de esrara vakıf olan Hak Teala’dandır. Gözünü aç, iyi bak! Bü-
tün varlığın ondan ibaret olduğunu açıkça görürsün! İki dünyada saf, tortu,
iç ve kabuk, hasılı her şey odur.
230 Öyleyse kendini bırak da ona bağlan! Varlığı ve benliği kökünden sök at! Tâ
ki sen o olasın ve benliğinden kurtulasın, canının değerini cananın hazinesine
katasın! Bu mananın şerhi lisana sığmaz. Öyleyse bunu bırak da rebabı
dinlemeye koş!
MAKALE 4
Bu makalede şu zikredilecektir:
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği, aynı ses ise de anladıkları mana
aynı değildir.
(SAYFA 13) Herkes ondan kendi derdinin açılımını dinler. O bir tek sesten birbirine
benzeyen yüzbinlerce mana anlaşılır. Nasıl ki, bahar mevsimi, maddesi
ve dili olmadığı halde onun feyziyle ağaçlarda, meyvelerde türlü türlü
renkler ve lezzetler meydana geliyor ve Cenab-ı Hakk’ın kusursuz güzelliği
o muhtelif suretlerde kendisini gösteriyor. Cenab-ı Hak bütün âlemleri yarattı
ve terbiye etti.
Karıncadan Süleyman’a varıncaya kadar her mevcut, kabiliyetlerinin seviyesine
göre, ondan özellikler ve nitelikler devşirirler.
Bundan dolayı Sani-i Teala Hazretlerinin yüzünün seyrini sanatında aramak,
bulmak ve görmek gerekir.
Fakat bu görüş hissi değil, ilmi ve aklidir; enbiya ve evliya Cenab-ı Hakk’ı
bizzat kendisinden tanıdılar ve o tecellide fani ve tasarruf sahibi oldular. Denize
dökülen bir testi su gibi. Bu su, denize karışır gider, belirsiz olur; fakat
yok olmaz. Belki derya ile birleştiği için deryanın kendisi olur. İşte bunun
gibi didarı, ilim ve marifette insanı o mertebeye eriştirir ki eserin aracılığına
ihtiyaç olmaksızın sanatçıyı görür.
Onun (Rebab’ın, yahut Huda’nın) tizi, öyle göze keman çekiyor ki sadasının
tizi de, pesi de insanı mest ediyor. Büyük küçük bütün cihan halkı onun inlemelerinden
neşeyle coşmuştur.
Herkes onun sesinden kendi mutluluğunu, kendi derdini dinler. Her biri sır- 235
daşını ayrı görür. Herkes o sesten ayrı bir hisse alır, kulağı başka bir kıssa
dinler. Herkes, yüz binlerce halk onun sesinden –söze gerek duymadankendi
emelini anlar. İlk bahar gibi yüz binlerce çeşitli ağaç, ekşi, tatlı türlü
meyveler verir. Onun verimliliğiyle her tarafta yüzlerce gülşenler, dikenler
meydana gelir, dünyada bağ ve meyvelerin ardı arkası kesilmez.
Dikenden hurmaya kadar, herşey, ilk baharın gelişiyle neşe dolar. Huda’nın 240
nurundan da yeryüzü, gökyüzü, insan ile cinnin aklı ve nefisleri de aynı suretle
faydalanır. Cenab-ı Hak, âlemi -gerek iyi gerek kötü- herkesi pay sahibi
etmek için yarattı.
Herkese ayrı bir varlık, başka bir özellik verdi. Kiminden şarap, kiminden
sarhoşluk meydana getirdi. Semadaki aylar, güneşler, yıldızlar; yerde bulunan
büyük küçük bütün mahluklar,
hepsi de varlığı ondan devşirdiler, her biri layık olduğu mertebeye erişti, 245
Cenab-ı Perverdigar, herkesi liyakatları derecesinde ve kabiliyetleri nispetinde
besliyor, her birine muhtelif işler gördürüyor: Elifbanın farklı harfleri
gibi.
Her şeyin gelişimi ve canı ondandır, hareket ve durgunluk hepsi onun emriyledir.
Kimi dev gibi yerin altında saklanmış, kimi Hazret-i İsa gibi göklere
çıkmıştır.
16
Rebabnâme
250 Her şeyde onu gör ki bu varlık hep onun ihsanıdır. Canda ve tende ondan
başkası yoktur. Bu, sizin anlayacağınız kadar bir örnektir. Hakiki görüş ise
ancak aşktan doğar.
(SAYFA 14) O bakışın önünde bu, bir tılsım gibidir; o, isimlenen bu isimdir. Ey
doğru yolu arayan! İsimle isimlenen arasındaki fark, ırmakla deniz arasındaki
nispet kadar büyüktür. Sen ilk baharı bağdan, ağaçlıklardan, gülzar ve çimenlerden
bilirsin.
255 Bu nerede, ilkbahar sen olup da meyve ve ağaçların, hayatı senden almaları
nerede! Sani-i Teala Hazretleri sana cemalini sanatı ve aracısı olmaksızın
gösterir. Celal-i nuru ruhunu temizlesin de onu, ondan gör, kendinden de-
ğil. Bu görüşte iyilik, kötülük söz konusu olamaz. Çünkü Huda, kendini gö-
rüyor. Bu haldeyken din ve mezhep farkı kalmaz. Küfür ile din bu halkın vasıflarıdır.
Rahman’a has olan sıfat, vahdettir.
260 Mimarı, eserlerinden tanımakla bizzat kendini görmek arasında büyük fark
vardır. Şükrü yaratanla şükrün zevki bir midir?
Göz hakkında söylenen sözler nerede, gözün kendisi nerede? Fakat sen, o
oluncaya kadar buna kanaat edeceksin ki o uzun yolu bu suretle kısaltırsın!
Bu kadar bilgi seni nihayet cihanda Hakk’a kavuşturur, ben sana ufacık
bir işaret verdim, ötesini kendin anla! Hatır kuşunu yönden bağımsız olan
Cenab-ı Hak tarafına doğru uçur!
265 Bundan da geçerek tekrar rebabı dinle! O ayrılığı, o yanıp yakılışı anlat! Rebabın
çemberiyle ibrişimi der ki: “Biz, ilm-i ezelide beraberdik. O zaman
huzur-ı Hak’ta can ve dertlere derman idik. Şimdi öyle bir vuslattan ayrılmış
bulunuyoruz. Bu âlemde dilenciler gibi zavallı kaldık.” Havaya dönüşmekle
mana deryasından ayrılan su gibi,
270 Rebab da başlangıçtaki haline dönmek için feryad edip duruyor ve o arzuyla
vücudunu yaralamak istiyor. Eski haline dönmek arzusuyla gözlerine uyku
girmiyor. Sana, rüzgarı, suyu bir temsil olmak üzere söyledim. Maksadım
Cemal-i İlahi’dir. Su, manayı; rüzgar sureti temsil eder. Manaya meyleden,
mutlu ve memnun olur. Aslına dönerek cismanilikten kurtulur, vücut meta-
ını can hazinesine ısmarlar.
275 Başlangıçta nasıl idiyse gene öyle olur, canını ten kaydından azat eder. Ey bu
sözleri dinleyen! Suyu, havayı bırak. Perişan aklını başına topla da kendine
gel! Hava, bela ve musibetlerden kurtulmak için aslına dönmek istediği gibi,
sen de madde âlemine gelmeden önce mana idin, makbul ve övgüye layık
olayım dersen sen de aslına dönmek iste. (SAYFA 15)
MAKALE 5
Bu makale şunu beyan edecektir:
Rüzgarın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı
sudur. Bu ibarelerde havaya dönüşecek olan sudur.
Gene su olacak ve aslına dönecektir.
Şunu da ifade edecektir:
Bu cihan, baykuşların yuvasıdır. Hak Teala Hazretlerini burada bulmak imkanı
yoktur. Bu nedenle, Hak talipleri bu cihanın haricine çıkmalı, onu başka
cihanda, sonsuz cihanda aramalıdır.
Bütün havaların aslı sudur. Kendi asıllarını kaybettikleri için daima muzdariptirler.
Hava olmak imkanı suda saklıdır. Onun asıl mahiyeti su şeklinde bulunmak- 280
tadır. Bunun için kararsızdır ki aslına koşmak ister.
Su, inlemesiyle rüzgara der ki: Irmak tarafına (aslına) gel! Sen, su idin, hava
oldun! Aslına geri dön ki benlikten kurtulasın.
Ben bu hakikati anladığım zaman, canıgönülden onu istemeye başladım.
Ben de kendimden kurtulmak üzere evvelki hale dönmek istiyorum. Bu ema- 285
net varlıktan kurtulduğum zaman ebedi benliğe ayak basarım. Ateş de, vaktiyle
su olan havadır. Her ne kadar şimdi hava ise sonunda gene su olacaktır.
Altı yönün dışından gelen ses diyor ki: “Ey eğri! Yönlerden kaç da doğ-
ruluk tarafına gel.” Padişah şehirdedir. Niçin baykuş yavruları için viranelerde
oturursun?
Haydi! Bu toprak ve su âleminden çık da Hak erleri gibi gönül âlemine git! 290
Mana şahı can cihanında bulunur. O, aydan, güneşten, zuhalden her şeyden
yüksektir. O cihan, deryadır. Bu cihan ise deryanın yüzündeki köpük gibidir.
Sen kendinden tamamıyla kurtulmadıkça, Hakk’ın yanında nasıl yer bulabilirsin?
Kendi varlığından geç, ruh gibi başsız ayaksız yokluk diyarında
yürü!
Ta ki Hazret-i Allah’ı o dergahta perdesiz olarak seyredesin. Halik’in yüzü 295
örtüsüz görüldükten sonra, artık senin için bir daha perde yoktur. Onu gece
gündüz durmaksızın görürsün! Namazsız, oruçsuz, talepsiz, yönsüz... Ey
kavim! Size müjde olsun ki bu kapının açılmasıyla gurbetin perişanlığından
kurtulursunuz. Sevinin ki rıza vakti gelmiştir. Güzelliği her şeyin üstünde
bulunan gerçek sevgili tarafından.
Ezeli sevgili buyurur ki: “Kaçırdığınız fırsatlara üzülmeyin! Size müjde ol- 300
sun sözleşilen vaktiniz gelmiştir. Develerinizi çökertin! Burası neşe ve eğlence
ile dolu son menzildir. Nefsin hevasını kahretmenin sonunda vefa lütfu,
fani hayatın sonunda sonsuz ömür vardır. Biz artık susuyoruz. Siz bu sükutun
sırrını anlayın ki, bu kadardan fazlası bizim şerhimize sığmaz.”
(SAYFA 16) Gene rebabın açıklamalarına geri dönüyorum. Onun söyledikleri de o
17
Sultan Veled
250 Her şeyde onu gör ki bu varlık hep onun ihsanıdır. Canda ve tende ondan
başkası yoktur. Bu, sizin anlayacağınız kadar bir örnektir. Hakiki görüş ise
ancak aşktan doğar.
(SAYFA 14) O bakışın önünde bu, bir tılsım gibidir; o, isimlenen bu isimdir. Ey
doğru yolu arayan! İsimle isimlenen arasındaki fark, ırmakla deniz arasındaki
nispet kadar büyüktür. Sen ilk baharı bağdan, ağaçlıklardan, gülzar ve çimenlerden
bilirsin.
255 Bu nerede, ilkbahar sen olup da meyve ve ağaçların, hayatı senden almaları
nerede! Sani-i Teala Hazretleri sana cemalini sanatı ve aracısı olmaksızın
gösterir. Celal-i nuru ruhunu temizlesin de onu, ondan gör, kendinden de-
ğil. Bu görüşte iyilik, kötülük söz konusu olamaz. Çünkü Huda, kendini gö-
rüyor. Bu haldeyken din ve mezhep farkı kalmaz. Küfür ile din bu halkın vasıflarıdır.
Rahman’a has olan sıfat, vahdettir.
260 Mimarı, eserlerinden tanımakla bizzat kendini görmek arasında büyük fark
vardır. Şükrü yaratanla şükrün zevki bir midir?
Göz hakkında söylenen sözler nerede, gözün kendisi nerede? Fakat sen, o
oluncaya kadar buna kanaat edeceksin ki o uzun yolu bu suretle kısaltırsın!
Bu kadar bilgi seni nihayet cihanda Hakk’a kavuşturur, ben sana ufacık
bir işaret verdim, ötesini kendin anla! Hatır kuşunu yönden bağımsız olan
Cenab-ı Hak tarafına doğru uçur!
265 Bundan da geçerek tekrar rebabı dinle! O ayrılığı, o yanıp yakılışı anlat! Rebabın
çemberiyle ibrişimi der ki: “Biz, ilm-i ezelide beraberdik. O zaman
huzur-ı Hak’ta can ve dertlere derman idik. Şimdi öyle bir vuslattan ayrılmış
bulunuyoruz. Bu âlemde dilenciler gibi zavallı kaldık.” Havaya dönüşmekle
mana deryasından ayrılan su gibi,
270 Rebab da başlangıçtaki haline dönmek için feryad edip duruyor ve o arzuyla
vücudunu yaralamak istiyor. Eski haline dönmek arzusuyla gözlerine uyku
girmiyor. Sana, rüzgarı, suyu bir temsil olmak üzere söyledim. Maksadım
Cemal-i İlahi’dir. Su, manayı; rüzgar sureti temsil eder. Manaya meyleden,
mutlu ve memnun olur. Aslına dönerek cismanilikten kurtulur, vücut meta-
ını can hazinesine ısmarlar.
275 Başlangıçta nasıl idiyse gene öyle olur, canını ten kaydından azat eder. Ey bu
sözleri dinleyen! Suyu, havayı bırak. Perişan aklını başına topla da kendine
gel! Hava, bela ve musibetlerden kurtulmak için aslına dönmek istediği gibi,
sen de madde âlemine gelmeden önce mana idin, makbul ve övgüye layık
olayım dersen sen de aslına dönmek iste. (SAYFA 15)
MAKALE 5
Bu makale şunu beyan edecektir:
Rüzgarın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı
sudur. Bu ibarelerde havaya dönüşecek olan sudur.
Gene su olacak ve aslına dönecektir.
Şunu da ifade edecektir:
Bu cihan, baykuşların yuvasıdır. Hak Teala Hazretlerini burada bulmak imkanı
yoktur. Bu nedenle, Hak talipleri bu cihanın haricine çıkmalı, onu başka
cihanda, sonsuz cihanda aramalıdır.
Bütün havaların aslı sudur. Kendi asıllarını kaybettikleri için daima muzdariptirler.
Hava olmak imkanı suda saklıdır. Onun asıl mahiyeti su şeklinde bulunmak- 280
tadır. Bunun için kararsızdır ki aslına koşmak ister.
Su, inlemesiyle rüzgara der ki: Irmak tarafına (aslına) gel! Sen, su idin, hava
oldun! Aslına geri dön ki benlikten kurtulasın.
Ben bu hakikati anladığım zaman, canıgönülden onu istemeye başladım.
Ben de kendimden kurtulmak üzere evvelki hale dönmek istiyorum. Bu ema- 285
net varlıktan kurtulduğum zaman ebedi benliğe ayak basarım. Ateş de, vaktiyle
su olan havadır. Her ne kadar şimdi hava ise sonunda gene su olacaktır.
Altı yönün dışından gelen ses diyor ki: “Ey eğri! Yönlerden kaç da doğ-
ruluk tarafına gel.” Padişah şehirdedir. Niçin baykuş yavruları için viranelerde
oturursun?
Haydi! Bu toprak ve su âleminden çık da Hak erleri gibi gönül âlemine git! 290
Mana şahı can cihanında bulunur. O, aydan, güneşten, zuhalden her şeyden
yüksektir. O cihan, deryadır. Bu cihan ise deryanın yüzündeki köpük gibidir.
Sen kendinden tamamıyla kurtulmadıkça, Hakk’ın yanında nasıl yer bulabilirsin?
Kendi varlığından geç, ruh gibi başsız ayaksız yokluk diyarında
yürü!
Ta ki Hazret-i Allah’ı o dergahta perdesiz olarak seyredesin. Halik’in yüzü 295
örtüsüz görüldükten sonra, artık senin için bir daha perde yoktur. Onu gece
gündüz durmaksızın görürsün! Namazsız, oruçsuz, talepsiz, yönsüz... Ey
kavim! Size müjde olsun ki bu kapının açılmasıyla gurbetin perişanlığından
kurtulursunuz. Sevinin ki rıza vakti gelmiştir. Güzelliği her şeyin üstünde
bulunan gerçek sevgili tarafından.
Ezeli sevgili buyurur ki: “Kaçırdığınız fırsatlara üzülmeyin! Size müjde ol- 300
sun sözleşilen vaktiniz gelmiştir. Develerinizi çökertin! Burası neşe ve eğlence
ile dolu son menzildir. Nefsin hevasını kahretmenin sonunda vefa lütfu,
fani hayatın sonunda sonsuz ömür vardır. Biz artık susuyoruz. Siz bu sükutun
sırrını anlayın ki, bu kadardan fazlası bizim şerhimize sığmaz.”
(SAYFA 16) Gene rebabın açıklamalarına geri dönüyorum. Onun söyledikleri de o
18
Rebabnâme
bablardan, o fasıllardandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder