2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

Aşk, ister hakiki, ister mecazi olsun, aşığı vahdet canibine kılavuzlar. Sende 6105
gerçekten aşk varsa, aşkın ister Huda’ya olsun, ister bir insana olsun, safa ve
menzil itibariyle farksızdır. Her ikisi de aynı neticeyi verir. Çünkü aşkta, aşktan
başka şey yoktur. Niyet ve isim onun çeri çöpüdür. Niyet ve ismin sonu
varlığa son olur. Mestlikte batıp kalan aşık binişan olur.
Rehber, yalnız aşktır, mutluluk aşktan ibarettir, cennet ve kevser de bizzat 6110
aşktır. Aşk gelince irade gider. Aşk deryasının dalgaları, seni istediği yere
yuvarlar durur. O deryada niyetin eseri yoktur. Onun dalgaları arasında
yüzlerle cihan yuvarlanır. Sel ve ırmak suyu üzerindeki çöpün hali neyse,
kendini aşkın elinde öyle (meslubu’l-irade-iradeden soyutlanmış) bil! Aşkın
elinde alet olanın, aşk sarhoşluğu ile, başından ayağından haberi olmaz.
O, muhakkak mazhar-ı yezdandır. Dıştan ten görünürse de hakikatte candır. 6115
Sureti (cismi) Hakk’ın elinde alettir. Ondan ne vücuda gelirse o haletten (alet
olmasından) bil!
(SAYFA 235) Cihanda kutb-ı hakiki odur, yer gök onun hükmündedir. Halka kendilerini
şeyh ve mürşit göstermek için aşkı alet edinenler de vardır. Halet
olan aşk yanında (aşk-ı ilahi yanında) alet olan aşkın ne değeri vardır?
Aşk-ı Hak, şahsı Hakk’ın elinde alet kılar. Irmak suyu üzerindeki çöp gibi. O 6120
su, o çöpü yuvarlaya yuvarlaya her tarafa götürür, durmaksızın sürükler. O
kimse ki, hakikaten aşıktır, perde arkasında gizlidir, üzerine kilit vurulmuş-
tur.
Ahmaklık edip de o cahil (sahte aşık) yanına gitme! Boş dağarcıktan ne alabileceksin?
Müflis dilenci sana lokma verebilir mi? Kendi aç olan, seni yeme-
ğe davet edebilir mi?
260
Rebabnâme
6125 O, ırmak gibi görünse de seraptır, lafazanlığına aldanarak semtine uğrama!
Onun yanına gitmekle kıymetli vaktin zayi olmasın, taşa sırları söylemek
gibi... Özetle, lafa aldanıp da herkese teslim olma! Çünkü davalar ekseriyen
laftan ibaret olur. Her kaynayan kazanın yemeğini yeme! Çünkü hepsinde
pişen yemek bir olmaz. Kimi pilav, kimi paça, kimi işkembe, kimi mumbar...
6130 Bunun gibi, her dükkanda şeker arama! Her sudan tulumunu, kırbanı doldurma!
Suların hepsi de görünüşte saf sema gibi berraktır. Fakat her birinin
tadı başkadır. Kimi tatlı, kimi tuzlu, kimi acıdır. Öyleyse çeşitlerine bak, acı-
yı tatlıdan ayırt et, renge aldanma! Suları, her birinin tadını tatmak suretiyle
ayırabilirsin!
6135 Bunun gibi, dini de zevk yolundan ara! Namazda, niyazda şevkte ara! Her
kim imanından zevk duymazsa, günah içinde boğulur kalır.
MAKALE 84
Bu makale şu hadis-i şerifi izah edecektir:
“El-iman küllühü zevkun ve şevkun” “İman, zevkle şevkten ibarettir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor,
onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de. Çünkü onda hakiki ruh yoktur.
Onu diri gösteren, hakiki ruhun ona aksetmiş olan gölgesidir. Nasıl ki güne-
şin ışığı evi aydınlatır, cahil olan onu evin kendi aydınlığı zanneder. Bilmez
ki emanettir, güneşin ışığının yansımasıdır.
Bu makale şunu da bildirecektir. Nefis ile dünya insanı aldatır, hile ile kendilerini
dost gösterirler. Şehevat ile, güzellerle, tatlı yağlı yemeklerle kendilerine
bağlarlar. Cahil insanlar bunları kendi haklarında hayır ve menfaat zannederler.
Bilmezler ki, zarar üstüne zarardır. Nitekim kötü bir adam pak bir
çocuğu para ile riya ve tatlı dille ikna ederek lekeler. Çocuk cahillikle kendine
yapılan bu tevazu ve ihsanı hakkında nimet ve muhabbet eseri zannederek
aldanır, fakat onun fenalığını rüsva ve kötü isimli olduktan sonra anlar.
Babası veya hocası onu döverek, sıkıştırarak ilimleri öğrenmekle meşgul
ederler. Bunlar da başlangıçta çocuğa fena ve acı gelir ve düşmanlık görünür.
Fakat bunların da dostluk ve şefkat eseri olduğunu sonradan anlar. Ahiret
halleri de böyledir.
(SAYFA 236) İmanın aslı zevk ve şevkten ibarettir. O cihan ki orada ne üstünlük
vardır, ne taht. Cenab-ı Peygamber “El-iman zevkun ve şevkun” buyurmuş-
tur. Acırım o kimseye ki onda aşk ve şevk yoktur. İnsanda aşk olmazsa, onu
ölü bil! Yeryüzünde bulunuyorsa da,
onun vücudu sağ olsa da ruhu ölüdür. Hararetli görünse de donmuştur. 6140
Onun sağ görünmesi kalp akçenin dış görünüşüne benzer. Nihayet foyası
meydana çıkar. Onda değer arama! Hayvani ruh onda emanettir. Kanal içinde
akıp giden su gibi. Ondaki can değil, canın yansıyan ışığıdır. Yansımadan
doğan hayat, geçicidir. Çünkü ışığın yansıması ışığın varlığıyla mümkündür.
Işık gidince aksi de kalmaz.
O evdeki (aşksız vücuttaki) şule iğretidir, ondan sürekli fayda da mümkün 6145
değildir. Çünkü ışık güneşle beraber döner dolaşır.
Haydi, o güneşi ışık gibi sen de takip et! Tâ ki karanlık içinde kalmayasın,
Yusuf gibi, atıldığın kuyudan çıkmaya bak! Üzerine bir anne şefkatiyle titrediğin
bu düşman nefsinin mevcudiyeti kuyuya benzer. Çabuk çık ki orada
bir şey yoktur. Sakın! Onun kandırmacasına aldanma.
Çünkü seni kandırma ve hile ile bir kuş gibi aldatarak sana tuzağı yuva gibi 6150
gösteriyor. Kendini sana sığınak olarak gösteriyor. Tâ ki orada candan ikametgah
kurasın. Sana der ki: “Bu tatlı yemeklerden ye! Halkın malını haksız
yere al ki zengin olasın! Yemeklerden gıda ve kuvvet almıyor musun? Servet,
sana riyaset ve ululuk vermiyor mu? Emin ol ki ben sana babandan da,
akrabandan da hayırlıyım. Başkasına inanırsan yanarsın.”
Sana onun sözleri akıllıca görünür. Bundan dolayı daima ona yâr olursun. 6155
261
Sultan Veled
6125 O, ırmak gibi görünse de seraptır, lafazanlığına aldanarak semtine uğrama!
Onun yanına gitmekle kıymetli vaktin zayi olmasın, taşa sırları söylemek
gibi... Özetle, lafa aldanıp da herkese teslim olma! Çünkü davalar ekseriyen
laftan ibaret olur. Her kaynayan kazanın yemeğini yeme! Çünkü hepsinde
pişen yemek bir olmaz. Kimi pilav, kimi paça, kimi işkembe, kimi mumbar...
6130 Bunun gibi, her dükkanda şeker arama! Her sudan tulumunu, kırbanı doldurma!
Suların hepsi de görünüşte saf sema gibi berraktır. Fakat her birinin
tadı başkadır. Kimi tatlı, kimi tuzlu, kimi acıdır. Öyleyse çeşitlerine bak, acı-
yı tatlıdan ayırt et, renge aldanma! Suları, her birinin tadını tatmak suretiyle
ayırabilirsin!
6135 Bunun gibi, dini de zevk yolundan ara! Namazda, niyazda şevkte ara! Her
kim imanından zevk duymazsa, günah içinde boğulur kalır.
MAKALE 84
Bu makale şu hadis-i şerifi izah edecektir:
“El-iman küllühü zevkun ve şevkun” “İman, zevkle şevkten ibarettir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor,
onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de. Çünkü onda hakiki ruh yoktur.
Onu diri gösteren, hakiki ruhun ona aksetmiş olan gölgesidir. Nasıl ki güne-
şin ışığı evi aydınlatır, cahil olan onu evin kendi aydınlığı zanneder. Bilmez
ki emanettir, güneşin ışığının yansımasıdır.
Bu makale şunu da bildirecektir. Nefis ile dünya insanı aldatır, hile ile kendilerini
dost gösterirler. Şehevat ile, güzellerle, tatlı yağlı yemeklerle kendilerine
bağlarlar. Cahil insanlar bunları kendi haklarında hayır ve menfaat zannederler.
Bilmezler ki, zarar üstüne zarardır. Nitekim kötü bir adam pak bir
çocuğu para ile riya ve tatlı dille ikna ederek lekeler. Çocuk cahillikle kendine
yapılan bu tevazu ve ihsanı hakkında nimet ve muhabbet eseri zannederek
aldanır, fakat onun fenalığını rüsva ve kötü isimli olduktan sonra anlar.
Babası veya hocası onu döverek, sıkıştırarak ilimleri öğrenmekle meşgul
ederler. Bunlar da başlangıçta çocuğa fena ve acı gelir ve düşmanlık görünür.
Fakat bunların da dostluk ve şefkat eseri olduğunu sonradan anlar. Ahiret
halleri de böyledir.
(SAYFA 236) İmanın aslı zevk ve şevkten ibarettir. O cihan ki orada ne üstünlük
vardır, ne taht. Cenab-ı Peygamber “El-iman zevkun ve şevkun” buyurmuş-
tur. Acırım o kimseye ki onda aşk ve şevk yoktur. İnsanda aşk olmazsa, onu
ölü bil! Yeryüzünde bulunuyorsa da,
onun vücudu sağ olsa da ruhu ölüdür. Hararetli görünse de donmuştur. 6140
Onun sağ görünmesi kalp akçenin dış görünüşüne benzer. Nihayet foyası
meydana çıkar. Onda değer arama! Hayvani ruh onda emanettir. Kanal içinde
akıp giden su gibi. Ondaki can değil, canın yansıyan ışığıdır. Yansımadan
doğan hayat, geçicidir. Çünkü ışığın yansıması ışığın varlığıyla mümkündür.
Işık gidince aksi de kalmaz.
O evdeki (aşksız vücuttaki) şule iğretidir, ondan sürekli fayda da mümkün 6145
değildir. Çünkü ışık güneşle beraber döner dolaşır.
Haydi, o güneşi ışık gibi sen de takip et! Tâ ki karanlık içinde kalmayasın,
Yusuf gibi, atıldığın kuyudan çıkmaya bak! Üzerine bir anne şefkatiyle titrediğin
bu düşman nefsinin mevcudiyeti kuyuya benzer. Çabuk çık ki orada
bir şey yoktur. Sakın! Onun kandırmacasına aldanma.
Çünkü seni kandırma ve hile ile bir kuş gibi aldatarak sana tuzağı yuva gibi 6150
gösteriyor. Kendini sana sığınak olarak gösteriyor. Tâ ki orada candan ikametgah
kurasın. Sana der ki: “Bu tatlı yemeklerden ye! Halkın malını haksız
yere al ki zengin olasın! Yemeklerden gıda ve kuvvet almıyor musun? Servet,
sana riyaset ve ululuk vermiyor mu? Emin ol ki ben sana babandan da,
akrabandan da hayırlıyım. Başkasına inanırsan yanarsın.”
Sana onun sözleri akıllıca görünür. Bundan dolayı daima ona yâr olursun. 6155
262
Rebabnâme
Fakat, bir de enbiya ve evliyayı dinle: “Nefsin en büyük düşmanındır.” diyorlar.
Sakın, hilesine aldanma ki o, düşmandır. Can bağı ve can fidanı içine
yerleşmiş kurttur. Öyle bir yol kesicidir ki daima ayağına yüz sürer, her
zaman yeni yeni işvebazlıklar gösterir. O işveleri tuzağa konulan tane bil ki,
seni kuş gibi tutmak içindir.
6160 Tıpkı bir Luti gibi: “Saf bir çocuğa der ki, “Ey güzel gözlü çocuk, sen benim
yanımda aydan daha parlaksın.” Ona altın ve gümüş bezlederek baştan çıkarır.
Nihayet, onu kuş gibi tuzağa düşürerek kullanır ve adını kötüye çıkarır.
Çocuk bu aldanıştan dolayı sonunda saçlarını yolar, elleriyle başını ve bağrı-
nı döver. Baba öğüdü ona acı görünür, onu eşekçe reddeder.
6165 Sonunda hepsinin ters olduğunu gönül aynasının pası silindiği zaman gö-
rür, gaflet uykusundan uyandığı zaman, sahte para ile gerçek parayı anlar
(cehaletinden dolayı). Babasının, kendine fena görünen öğütlerinin kıymetini
takdir etmeye başlar (bade harabül Basra).94 Yol kesici nefsin sözleri de
böyledir: “Lutinin iğfalkar sözleri gibidir” ki seni yemek, uyumak, mal ve
kadın gibi hoş gelen şeylerle (SAYFA 237) yolundan alıkor, sakın hilesine aldanma,
semtine uğrama!
6170 (Tekrar ediyorum) Sakın hilesine aldanma! Onun elinden kurtulmak kolay
değil, çok güçtür. Enbiya sana baba gibi öğüt verir, çünkü onlar senin haline
elvereceği senden iyi bilirler. Sana anne ve akrabandan daha şefkatlidirler.
Her ne kadar teklifleri nefse ağır gelirse de o ateşe girersen tazelik bulursun.
Safana sınır, son olmaz. Evliyanın acı öğütleri, neticede Hüsrev’le Şirin’in kavuşmalarından
daha tatlı gelir.
6175 Onların nasihatleri seni zindandan kurtarır, nefis kuyusunun derinliğinden
sıçratarak çıkarır. Sana ilk önce nefsin öğütleri hoş görünür, fakat sonunda
seni sihirle bağlar, hapse atar. Sana Hazret-i Peygamber vaktinden evvel her
şeyi söylemiş, din yolunu temizlikle göstermiştir.
94 Basra harab olduktan sonra.
MAKALE 85
Bu makalede “Huffetu’l-cennetu bi’l-mekârih ve huffetu’n-nâru bi’ş-
şehevâti” hadis-i şerifi şerh olunacaktır. Meali: “Cennet yolu bela ve musibetlerle,
cehennem yolu da hoşa giden şeylerle donanmıştır.” Cenab-ı Peygamber
buyuruyorlar ki: “Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin
dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğ-
ru giden yoldur. Şu halde zahmetli yolu tercih eden cennettedir. Rahat yolunu
tercih eden de ebedi sıkıntıya maruz kalır.
Cennet yolu baştan başa dikenliktir. Cehennem yolu da bilakis gülzar ve
gösterişli ağaçlarla bezenmiştir. Dikenli yolu tutarsan cenneti bulursun, gül-
şen tarafına gidersen, bil ki cehennemdesin!
Hazret-i Peygamber’den “Haffeti’l-cennetü bilmekkare...”yi işittin! Onu ca- 6180
nıgönülden kabul et! Bil ki, cehennem yolu, senin nefsani şehvetlerindir, cismani
ve hayvani lezzetlerindir. Ne mutlu o cana ki; onun sermayesi, rahatı
bırakmak ve sıkıntı çekmekten ibarettir. Hakk’ın vaadini yerine getirerek,
mutmain olarak, güveni Allah korkusunda arar. Zahmet, ona rahat etmekten
iyi gelir, ebediliğin veresiye ticareti dünyanın peşin kârından iyi görünür.
Zaten her işte rahat, mihnettedir. Hiçbir kimse zahmet çekmeden av avlaya- 6185
mamıştır. Hamallar yükü birbirinden kapar ki o yoldan bir kısmet elde ederek
rahat etsin. Bu dünyanın gerek iyi, gerek kötü, bütün hal ve vasfı böyledir.
Aklın varsa muhakeme et! Âlemde sıkıntısız nimet yoktur. Darlıksız bir
saha arama, bulamazsın. Eğer öyle zahmetsiz bir nimete konmak emelinde
isen, çiğ yemek peşinde koşarsın.
Amel zahmetine katlanmadan da cennet mülkünü elde edemezsin. Mabu- 6190
duna ibadetsiz nasıl kavuşabilirsin? Bu tamahı kafandan çıkar ve böyle boş
emelden kalbini temizle ki, bu, hiç olmamıştır ve hiç de olmayacaktır. Gönlünü
bu endişe ile meşgul etme! Eğer zahmet çekmeden devlete ermiş birini
görürsen, ehemmiyet verme! Ekseriyete bak ki dediğim gibidir.
(SAYFA 238) Bu, binde bir, dünyada pek az tesadüf eden nadir durumlardandır.
Atını galip tarafına sür!
Nadir üzerine kimse hüküm vermemiştir. Sakın ha sakın ekseriyetten ayrıl- 6195
ma! Tâ ki sonunda isteğine eresin. Gamın meserrete dönüşsün. Burada iyi
yemeyenler, orada yer, burada mahsul almayanlar orada alır. Her kim tamahı
terk ederek açlığa sabrederse sonunda (cennette) leziz ve nefis yemeklerle
doyurulur. Ey akıllı, dünyanın şu birkaç günlük zahmetine katlan ki bereketli
ve sonsuz nimete nail olasın!
Onda bir ticaret, tacirlerce kâr sayılmaz. Bire on kazanmaya bak ki bu kâr 6200
herkese nasip olmaz. Eğer fevkâlâde bir kâr temin etmek istersen, nefsin hazzını
verme ki öyle bir ticaret elde edesin. Dünyada Hak için yapılan züht ve
takvanın ahiretteki mükafatı ebedi mülktür. Herhangi bir alışverişte bire on
kazanırsan, artık o ipe sıkı sarılır, elden bırakmazsın. O ip, emir ve nehy ipidir.
Irmak gibi, emir bağı tarafına doğru ak!
263
Sultan Veled
Fakat, bir de enbiya ve evliyayı dinle: “Nefsin en büyük düşmanındır.” diyorlar.
Sakın, hilesine aldanma ki o, düşmandır. Can bağı ve can fidanı içine
yerleşmiş kurttur. Öyle bir yol kesicidir ki daima ayağına yüz sürer, her
zaman yeni yeni işvebazlıklar gösterir. O işveleri tuzağa konulan tane bil ki,
seni kuş gibi tutmak içindir.
6160 Tıpkı bir Luti gibi: “Saf bir çocuğa der ki, “Ey güzel gözlü çocuk, sen benim
yanımda aydan daha parlaksın.” Ona altın ve gümüş bezlederek baştan çıkarır.
Nihayet, onu kuş gibi tuzağa düşürerek kullanır ve adını kötüye çıkarır.
Çocuk bu aldanıştan dolayı sonunda saçlarını yolar, elleriyle başını ve bağrı-
nı döver. Baba öğüdü ona acı görünür, onu eşekçe reddeder.
6165 Sonunda hepsinin ters olduğunu gönül aynasının pası silindiği zaman gö-
rür, gaflet uykusundan uyandığı zaman, sahte para ile gerçek parayı anlar
(cehaletinden dolayı). Babasının, kendine fena görünen öğütlerinin kıymetini
takdir etmeye başlar (bade harabül Basra).94 Yol kesici nefsin sözleri de
böyledir: “Lutinin iğfalkar sözleri gibidir” ki seni yemek, uyumak, mal ve
kadın gibi hoş gelen şeylerle (SAYFA 237) yolundan alıkor, sakın hilesine aldanma,
semtine uğrama!
6170 (Tekrar ediyorum) Sakın hilesine aldanma! Onun elinden kurtulmak kolay
değil, çok güçtür. Enbiya sana baba gibi öğüt verir, çünkü onlar senin haline
elvereceği senden iyi bilirler. Sana anne ve akrabandan daha şefkatlidirler.
Her ne kadar teklifleri nefse ağır gelirse de o ateşe girersen tazelik bulursun.
Safana sınır, son olmaz. Evliyanın acı öğütleri, neticede Hüsrev’le Şirin’in kavuşmalarından
daha tatlı gelir.
6175 Onların nasihatleri seni zindandan kurtarır, nefis kuyusunun derinliğinden
sıçratarak çıkarır. Sana ilk önce nefsin öğütleri hoş görünür, fakat sonunda
seni sihirle bağlar, hapse atar. Sana Hazret-i Peygamber vaktinden evvel her
şeyi söylemiş, din yolunu temizlikle göstermiştir.
94 Basra harab olduktan sonra.
MAKALE 85
Bu makalede “Huffetu’l-cennetu bi’l-mekârih ve huffetu’n-nâru bi’ş-
şehevâti” hadis-i şerifi şerh olunacaktır. Meali: “Cennet yolu bela ve musibetlerle,
cehennem yolu da hoşa giden şeylerle donanmıştır.” Cenab-ı Peygamber
buyuruyorlar ki: “Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin
dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğ-
ru giden yoldur. Şu halde zahmetli yolu tercih eden cennettedir. Rahat yolunu
tercih eden de ebedi sıkıntıya maruz kalır.
Cennet yolu baştan başa dikenliktir. Cehennem yolu da bilakis gülzar ve
gösterişli ağaçlarla bezenmiştir. Dikenli yolu tutarsan cenneti bulursun, gül-
şen tarafına gidersen, bil ki cehennemdesin!
Hazret-i Peygamber’den “Haffeti’l-cennetü bilmekkare...”yi işittin! Onu ca- 6180
nıgönülden kabul et! Bil ki, cehennem yolu, senin nefsani şehvetlerindir, cismani
ve hayvani lezzetlerindir. Ne mutlu o cana ki; onun sermayesi, rahatı
bırakmak ve sıkıntı çekmekten ibarettir. Hakk’ın vaadini yerine getirerek,
mutmain olarak, güveni Allah korkusunda arar. Zahmet, ona rahat etmekten
iyi gelir, ebediliğin veresiye ticareti dünyanın peşin kârından iyi görünür.
Zaten her işte rahat, mihnettedir. Hiçbir kimse zahmet çekmeden av avlaya- 6185
mamıştır. Hamallar yükü birbirinden kapar ki o yoldan bir kısmet elde ederek
rahat etsin. Bu dünyanın gerek iyi, gerek kötü, bütün hal ve vasfı böyledir.
Aklın varsa muhakeme et! Âlemde sıkıntısız nimet yoktur. Darlıksız bir
saha arama, bulamazsın. Eğer öyle zahmetsiz bir nimete konmak emelinde
isen, çiğ yemek peşinde koşarsın.
Amel zahmetine katlanmadan da cennet mülkünü elde edemezsin. Mabu- 6190
duna ibadetsiz nasıl kavuşabilirsin? Bu tamahı kafandan çıkar ve böyle boş
emelden kalbini temizle ki, bu, hiç olmamıştır ve hiç de olmayacaktır. Gönlünü
bu endişe ile meşgul etme! Eğer zahmet çekmeden devlete ermiş birini
görürsen, ehemmiyet verme! Ekseriyete bak ki dediğim gibidir.
(SAYFA 238) Bu, binde bir, dünyada pek az tesadüf eden nadir durumlardandır.
Atını galip tarafına sür!
Nadir üzerine kimse hüküm vermemiştir. Sakın ha sakın ekseriyetten ayrıl- 6195
ma! Tâ ki sonunda isteğine eresin. Gamın meserrete dönüşsün. Burada iyi
yemeyenler, orada yer, burada mahsul almayanlar orada alır. Her kim tamahı
terk ederek açlığa sabrederse sonunda (cennette) leziz ve nefis yemeklerle
doyurulur. Ey akıllı, dünyanın şu birkaç günlük zahmetine katlan ki bereketli
ve sonsuz nimete nail olasın!
Onda bir ticaret, tacirlerce kâr sayılmaz. Bire on kazanmaya bak ki bu kâr 6200
herkese nasip olmaz. Eğer fevkâlâde bir kâr temin etmek istersen, nefsin hazzını
verme ki öyle bir ticaret elde edesin. Dünyada Hak için yapılan züht ve
takvanın ahiretteki mükafatı ebedi mülktür. Herhangi bir alışverişte bire on
kazanırsan, artık o ipe sıkı sarılır, elden bırakmazsın. O ip, emir ve nehy ipidir.
Irmak gibi, emir bağı tarafına doğru ak!
264
Rebabnâme
6205 Sağlam ip, Kuran’dır ve Kuran’daki hükümlerdir. Her kim Hak rızası için
ona sıkıca tutunursa, şüphe yok ki, o ip delaletiyle Hakk’a kavuşur. Çünkü
o ipin liflerini bizzat Hak Teala bükmüştür. Taat, zikir, huşuyla eda olunan
namaz sende bulunursa, bilhassa açlık. O açlık ki, ibadetlerin anasıdır, mutluluk
ve rahat kaynağıdır. Temiz can onunla huzur bulur, vücudun sıhhati
onunla idame olunur.
6210 O açlık senin hem ruhuna, hem vücuduna menfaatlidir. Ey Hak adamı! Az
yemeyi adet edin! Dünya ve ahiretin menfaatleri ondadır. Eğer kendini seversen,
az ye! Evliyanın şiarı (meslekleri), tıbbın esası az yemektir. Hangi
meslekte bulunursan bulun, hangi türden olursan ol, az yemeye alış! Çünkü
çok yemek, hırstan ileri gelir. Hırs ise nefsin en kötü huylarındandır. Vaz
geç!
6215 Düşman nefsin eline silah verme, tâ ki seni balık gibi ağa düşürmesin. Onun
başını gayret kılıcıyla kes ki, Huda seni kulları sırasına davet etsin. Onun istediklerini
vermezsen sana itaat eder. Ondan sonra istekte bulunmaktan vazgeçer,
emrine boyun büker. O, sana esir olur, sen de ona emir olursun! O zaman
huzurunda, öl dersen, ölür. O, bir defa itaat altına girdi mi bütün dertlerin
derman bulur.
6220 Ondan sonra, el gibi senin hesabına çalışır, ayak gibi aşağı yukarı senin hesabına
koşar, seğirtir. Cenab-ı Peygamber’in “Eslem şeytani” buyurmasının
manası budur ki, şeytan onun emri altına girmişti. Öyle değil mi ki, hizmetkarın
senin elin ve ayağındır. Her tarafa senin için koşar. Çarşıya senin için
gider, ava çıksan tazı gibi ardında gider, avı senin için tutar. Senin, kendin
için yapmak istediğin şeylerin hepsini, senin yerine, senin için o yapar.
6225 Başka türlü hareket edemez. Çünkü bir defa, senin emrin altına girmiştir.
(SAYFA 239) Bir de bunun aksini düşün. Eğer sen onun esiri isen, onun arzusu nerede
ise oraya koşmaya mecbur olursun, o fena nefsin elinde alet, Rahman
yanında şeytan gibi kovulmuş olursun. Sen de onun gibi manen şeytan demeksin.
Çünkü onun peşinde koşup geziyorsun! O, sahte süsleriyle zenginlerin,
fakirlerin yollarını kesmektedir.
6230 Mademki sen mağlupsun, o galiptir. Sen onun hükmündesin; o, öz sen, kabuksun.
Ne mutlu ona ki hayrı galiptir, daima Hakk’ın rahmetine taliptir.
Onunla tek başına vuruşur, daima çabada bulunur. Şarap gibi kanını içer, zelil
ve itaatkar eder, evini barkını harap eyler. Gece gündüz onunla harp eder,
kökünü gövdesini kazmaya uğraşır.
6235 Huda’dan yalvararak yardım talep eder ki, onu gebertsin de şerrinden emin
olsun. Cenab-ı Hak buyurdu ki: “La havle vela kuvvete illa billah” de ki bu
mübarek kelime onu kahreder. Ben sana bu cenkte yardım ederim. O, Kaf
Dağı da olsa çöp gibi kalır. Onu kahır hususunda ben sana yardımcı olursam
kökünü kazarım. Madem ki, benim emrime tabi olmakla onunla çarpışıyorsun,
benim rızam için onun boynunu koparmak istiyorsun!
6240 Ben seni onun elinde güçsüz bırakır mıyım ki sen ona mağlup ola, ondan geri
kalasın! Ben her ne kadar zaferi senin elinde açığa çıkarıyorsam da, o hamleyi
yapan benim. Nasıl ki bir baba küçük çocuğuna der ki: “Şu taşı iki elinle
tut, kaldır!” Sonra çocuğa yardım eder. Ellerini çocuğun ellerinin altına sü-
rerek taşı birlikte kaldırırlar. Çocuk, o kocaman taşı kendim kaldırdım diyerek
sevinir ve kurulur.
İşte bunun gibi, Cenab-ı Hak da: “Ey kulum, gayretinle düşman yerin dibine 6245
geçti, onu yapan ben olduğum halde seni ödüllendirmek için sendenmiş gibi
gösteriyorum.” der ve onu takdir ederek mükafatlandırır, derecesini yıldızlardan
yüce eder. Durma, çalış! Benim elimden ne gelir, gayretimin ne kıymeti
var deme, bir nefes de olsa ibadetten geri durma! Senin az gördüğün o
ibadet, ruhunda neşe ve eğlence meydana getirir, terazini doldurur.
Hak Teala Hazretleri buyurur ki: “Benim indimde az şeyler hadsiz hesap- 6250
sız, bin denecek derecede çoğalır. Ben az şeyleri -fen ve sanat gibi vasıtalara
muhtaç olmadan- çoğaltmaya kadirim. Bil ki yoktan da var ederim. Varlıklara
yüzlerce bağış benim lütfumdandır. Çok olsun, az olsun; fazla veya noksan
bulunsun, emin ol ki ileride işine yarar. Ben her şeye kadirim, yardıma
da ihtiyacım yok. İmanı sadık olanlar bunu kesin olarak bilir.
Bilki bu kudret benim deryamdan bir katredir. Her an benden böyle yüzler- 6255
ce kudret meydana gelir.”
Ey Veled, (Sultan Veled) mademki kudretin sonu yoktur. Huda’dan daima
yardım iste! Sakın, muradım oldu diyerek istemekten geri durma! Kıyamete
kadar iste!
(SAYFA 240) Aşk bahsinin sonu yoktur. Bundan dolayı, himmet (gayret) atını bizzat
aşk tarafına doğru sür! Aşktan, aşıkane bahset! Dua ve niyazlarında aşktan
başka bir şey isteme!
Aşk, şeyh-i kamildir. Onu tut, sana ne verirse onu kabul et! Onun küfrünü 6260
İslam’dan iyi bil! Onun çevgeni önünde top gibi yuvarlan! Onun yolunda canınla
oyna, baş çekme, ondan başka kimsenin adını anma! Muhakkak bil ki
her şey aşktır, aşktan başka şey yoktur. Aşktan geçme! Onun mahallesinde
kal! Tâ ki orada huriler, kasırlar, yüzlerce nur deryası göresin!
Onun deryasına bakarak cihanı bir katre, güneşe kıyasen gökleri bir zerre gö- 6265
resin! Bu cihanda şaşkın şaşkın dolaşan insanları görerek hallerine acıyasın.
Az şeyin onlara çok görünüşüne, dikenliği gülşen sanışlarına hayret edersin.
O gafil halka dünyanın değersiz bir zevki, gözlerine hazine görünüyor. Onu
elde etmek için sıhhatlerini kaybediyorlar. Eşeklik ederek tavla zarını Kâbe
sanıyorlar, aptallıklarından cezayı mükafat sanıyorlar.
Bu dünyada fare gibi yuva kurmuşlar, vahşiler gibi ne ilimden haberleri var, 6270
ne dinden. Şeytan sapkınlığından ibaret olan bu haletle ömürlerini sona erdiriyorlar.
Bir merd-i Huda’nın nazarı onlara dokunursa o iksir ile bakırları
altın olur. Onun küfrü şüphesiz İslam olur. Nasıl ki katreler denizde inci
olur. Değil mi ki bir leş tuzlaya düşse bir müddet sonra tamamen tuza dönü-
şüyor. Bunda şüphe yok.
265
Sultan Veled
6205 Sağlam ip, Kuran’dır ve Kuran’daki hükümlerdir. Her kim Hak rızası için
ona sıkıca tutunursa, şüphe yok ki, o ip delaletiyle Hakk’a kavuşur. Çünkü
o ipin liflerini bizzat Hak Teala bükmüştür. Taat, zikir, huşuyla eda olunan
namaz sende bulunursa, bilhassa açlık. O açlık ki, ibadetlerin anasıdır, mutluluk
ve rahat kaynağıdır. Temiz can onunla huzur bulur, vücudun sıhhati
onunla idame olunur.
6210 O açlık senin hem ruhuna, hem vücuduna menfaatlidir. Ey Hak adamı! Az
yemeyi adet edin! Dünya ve ahiretin menfaatleri ondadır. Eğer kendini seversen,
az ye! Evliyanın şiarı (meslekleri), tıbbın esası az yemektir. Hangi
meslekte bulunursan bulun, hangi türden olursan ol, az yemeye alış! Çünkü
çok yemek, hırstan ileri gelir. Hırs ise nefsin en kötü huylarındandır. Vaz
geç!
6215 Düşman nefsin eline silah verme, tâ ki seni balık gibi ağa düşürmesin. Onun
başını gayret kılıcıyla kes ki, Huda seni kulları sırasına davet etsin. Onun istediklerini
vermezsen sana itaat eder. Ondan sonra istekte bulunmaktan vazgeçer,
emrine boyun büker. O, sana esir olur, sen de ona emir olursun! O zaman
huzurunda, öl dersen, ölür. O, bir defa itaat altına girdi mi bütün dertlerin
derman bulur.
6220 Ondan sonra, el gibi senin hesabına çalışır, ayak gibi aşağı yukarı senin hesabına
koşar, seğirtir. Cenab-ı Peygamber’in “Eslem şeytani” buyurmasının
manası budur ki, şeytan onun emri altına girmişti. Öyle değil mi ki, hizmetkarın
senin elin ve ayağındır. Her tarafa senin için koşar. Çarşıya senin için
gider, ava çıksan tazı gibi ardında gider, avı senin için tutar. Senin, kendin
için yapmak istediğin şeylerin hepsini, senin yerine, senin için o yapar.
6225 Başka türlü hareket edemez. Çünkü bir defa, senin emrin altına girmiştir.
(SAYFA 239) Bir de bunun aksini düşün. Eğer sen onun esiri isen, onun arzusu nerede
ise oraya koşmaya mecbur olursun, o fena nefsin elinde alet, Rahman
yanında şeytan gibi kovulmuş olursun. Sen de onun gibi manen şeytan demeksin.
Çünkü onun peşinde koşup geziyorsun! O, sahte süsleriyle zenginlerin,
fakirlerin yollarını kesmektedir.
6230 Mademki sen mağlupsun, o galiptir. Sen onun hükmündesin; o, öz sen, kabuksun.
Ne mutlu ona ki hayrı galiptir, daima Hakk’ın rahmetine taliptir.
Onunla tek başına vuruşur, daima çabada bulunur. Şarap gibi kanını içer, zelil
ve itaatkar eder, evini barkını harap eyler. Gece gündüz onunla harp eder,
kökünü gövdesini kazmaya uğraşır.
6235 Huda’dan yalvararak yardım talep eder ki, onu gebertsin de şerrinden emin
olsun. Cenab-ı Hak buyurdu ki: “La havle vela kuvvete illa billah” de ki bu
mübarek kelime onu kahreder. Ben sana bu cenkte yardım ederim. O, Kaf
Dağı da olsa çöp gibi kalır. Onu kahır hususunda ben sana yardımcı olursam
kökünü kazarım. Madem ki, benim emrime tabi olmakla onunla çarpışıyorsun,
benim rızam için onun boynunu koparmak istiyorsun!
6240 Ben seni onun elinde güçsüz bırakır mıyım ki sen ona mağlup ola, ondan geri
kalasın! Ben her ne kadar zaferi senin elinde açığa çıkarıyorsam da, o hamleyi
yapan benim. Nasıl ki bir baba küçük çocuğuna der ki: “Şu taşı iki elinle
tut, kaldır!” Sonra çocuğa yardım eder. Ellerini çocuğun ellerinin altına sü-
rerek taşı birlikte kaldırırlar. Çocuk, o kocaman taşı kendim kaldırdım diyerek
sevinir ve kurulur.
İşte bunun gibi, Cenab-ı Hak da: “Ey kulum, gayretinle düşman yerin dibine 6245
geçti, onu yapan ben olduğum halde seni ödüllendirmek için sendenmiş gibi
gösteriyorum.” der ve onu takdir ederek mükafatlandırır, derecesini yıldızlardan
yüce eder. Durma, çalış! Benim elimden ne gelir, gayretimin ne kıymeti
var deme, bir nefes de olsa ibadetten geri durma! Senin az gördüğün o
ibadet, ruhunda neşe ve eğlence meydana getirir, terazini doldurur.
Hak Teala Hazretleri buyurur ki: “Benim indimde az şeyler hadsiz hesap- 6250
sız, bin denecek derecede çoğalır. Ben az şeyleri -fen ve sanat gibi vasıtalara
muhtaç olmadan- çoğaltmaya kadirim. Bil ki yoktan da var ederim. Varlıklara
yüzlerce bağış benim lütfumdandır. Çok olsun, az olsun; fazla veya noksan
bulunsun, emin ol ki ileride işine yarar. Ben her şeye kadirim, yardıma
da ihtiyacım yok. İmanı sadık olanlar bunu kesin olarak bilir.
Bilki bu kudret benim deryamdan bir katredir. Her an benden böyle yüzler- 6255
ce kudret meydana gelir.”
Ey Veled, (Sultan Veled) mademki kudretin sonu yoktur. Huda’dan daima
yardım iste! Sakın, muradım oldu diyerek istemekten geri durma! Kıyamete
kadar iste!
(SAYFA 240) Aşk bahsinin sonu yoktur. Bundan dolayı, himmet (gayret) atını bizzat
aşk tarafına doğru sür! Aşktan, aşıkane bahset! Dua ve niyazlarında aşktan
başka bir şey isteme!
Aşk, şeyh-i kamildir. Onu tut, sana ne verirse onu kabul et! Onun küfrünü 6260
İslam’dan iyi bil! Onun çevgeni önünde top gibi yuvarlan! Onun yolunda canınla
oyna, baş çekme, ondan başka kimsenin adını anma! Muhakkak bil ki
her şey aşktır, aşktan başka şey yoktur. Aşktan geçme! Onun mahallesinde
kal! Tâ ki orada huriler, kasırlar, yüzlerce nur deryası göresin!
Onun deryasına bakarak cihanı bir katre, güneşe kıyasen gökleri bir zerre gö- 6265
resin! Bu cihanda şaşkın şaşkın dolaşan insanları görerek hallerine acıyasın.
Az şeyin onlara çok görünüşüne, dikenliği gülşen sanışlarına hayret edersin.
O gafil halka dünyanın değersiz bir zevki, gözlerine hazine görünüyor. Onu
elde etmek için sıhhatlerini kaybediyorlar. Eşeklik ederek tavla zarını Kâbe
sanıyorlar, aptallıklarından cezayı mükafat sanıyorlar.
Bu dünyada fare gibi yuva kurmuşlar, vahşiler gibi ne ilimden haberleri var, 6270
ne dinden. Şeytan sapkınlığından ibaret olan bu haletle ömürlerini sona erdiriyorlar.
Bir merd-i Huda’nın nazarı onlara dokunursa o iksir ile bakırları
altın olur. Onun küfrü şüphesiz İslam olur. Nasıl ki katreler denizde inci
olur. Değil mi ki bir leş tuzlaya düşse bir müddet sonra tamamen tuza dönü-
şüyor. Bunda şüphe yok.
266
Rebabnâme
6275 O halde, bir müminin himmetiyle bir kafirin ehl-i din olmasına neden inanmıyorsun?
Aşk, bütün iksirlerin iksiridir; her kim âşıktır, o büyüktür, önderdir.
Bütün eşyanın tazeliği, hayatı ondandır. O, çoban gibidir, halk da sürü.
Her kimin talihi yâr olur da onunla sohbet ederse, dikenlerinde güller biter.
Dikeni, gülü ne edeceksin, onun lütfuyla parçalar bütün olur.
6280 Her kim bir veliye bir an yakın olursa, onun makamı göğün en yüksek tabakasının
üstünde olur. O kimse -mesela- Firavun ise Musa olur, Deccal ise İsa
olur, karınca ise Süleyman olur, katre ise umman olur. Şeytan kadar çirkin
olsa, melekleri imrendirecek kadar güzelleşir ayağını yerden âsumana kor.
Asuman da ne? Yerde gökte ondan başka kimse bulunmaz, âleme şevk ve
zevk hep ondan dağılır.
6285 Onun nurunda halis şarabın neşesi ve özelliği vardır, nurundan herkes faydalanır.
Yollarını onunla aydınlatırlar, cümlesi de onun harmanında dane
toplarlar. Aşk insana daha bunun gibi yüzlerce meziyet bahşeder. Sineni ankaya
üstün kılar. Aşk, her kime yâr ve yakın olursa, arşı âlâ ayağının altına
yer olur. Ferş de arş da, onun nurundan ışık alır, dikenler onun lütfuyla gül-
şen olur. (SAYFA 241)
6290 Fakat bu devlet, herkese nerede nasip olacak? Bu, cesetten kurtulanların kısmetidir.
MAKALE 86
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Ahirette talipler, zahitler ve müctehitler için “ve refea ba’dakum fevka
ba’dın derecâtin”95 yüce sözünde buyurulduğu gibi, çeşitli ikram, mükafat
ve dereceler vardır. Dünyada olduğu gibi halkın kimi zengin, kimi daha zengin,
kimi bey, kimi paşa, kimi vezir, kimi padişahtır. Fakat vasıl-ı ilallah olanların
makamları o kadar yücedir ki taliplerden, zahit ve müctehitlerden hiç-
biri o dereceye yükselemez. Belki böyle yüksek derecelerin varlığından bile
haberdar değillerdir. Karıncayla Süleyman arasındaki fark gibi, taliplerle vasıllar
arasındaki mesafe de nispet kabul etmez. Zahitlere aşkın (kendi değil)
kokusu erişeydi, yanlarında züht ile fısk farksız olurdu. Yanlarında küfür ile
iman da eşit olurdu.
Çünkü derya yanında bir testi suyun ne kıymeti kalır? Küfür ile imanı, biri
karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın
ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Ehl-i menzil (vasıllar) her ikisinden de kurtulmuş, o hesabı kapatmışlardır. 6295
Bu eğrilik doğruluk, henüz arayıp sorma âleminde bulunanlarca söz konusu
olabilir. Yol üstünde giderek istenilen hedefe varmış ve bütün varını yoğunu
oraya taşımış olanlar, eğriden, doğrudan geçmişlerdir. Çünkü esasa, hedefe,
varıp merama ermişlerdir. Eğri yoldan sen kork ki henüz yoldasın! Basacağın
yere dikkat et!
İman yolunu (süluk) takip et, çünkü doğru yol odur. İman yolunu Huda süs- 6300
lemiştir. Ey yolcu, canıgönülden gayret et ki o yoldan menziline çabuk eri-
şesin! Bu doğru yolda şevkle, neşeyle yürü! Doğru yolda giden zarara uğramaz.
Doğruluğu elden bırakmayan kurtuluş bulur. Şeref yolunu tutan şerefli
olur. Ne mutlu o cana ki gayret eder, doğru yolda çala kamçı gider.
Bu yol kesen dünyayı terk eyler! Emin olan ebediyet semtine yönelir. Kor- 6305
kusuz, zararsız kâr elde ederek mutluluk ve beka huzuruyla yaşar. Salikler
bu vasıflara sahiplerdir. Çünkü onların seyri daima o yoldadır. Fakat Hakk’a
vasıl ve Hakk’ın nurunu perdesiz taşıyanlar, taşıyan değil, belki taşınanlar,
yıldızlar gibi kaybolmazlar.
Huda’yla beraber ebedi mülkte bakidirler, kendi kendilerine hem şarap, 6310
hem sakidirler. Onların halleri saf ve tortu düşüncelerinden yücedir. Sırları
(“kaf”, “ha” da) bulunur. “Ta”, “ha” ve “kaf” “ha” harflerinde gizlenmiştir.
Karın derisinde gizlenen misk gibi.
(SAYFA 242) Eğer burnun varsa o halden koku alır, o kelamdan sözlerine vakıf
olursun! Onların maksutları züht ile takvanın üstündedir. Zahit o devleti nerede
umacak!
95 En’am suresi 6/165 O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda
sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır.
Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
267
Sultan Veled
6275 O halde, bir müminin himmetiyle bir kafirin ehl-i din olmasına neden inanmıyorsun?
Aşk, bütün iksirlerin iksiridir; her kim âşıktır, o büyüktür, önderdir.
Bütün eşyanın tazeliği, hayatı ondandır. O, çoban gibidir, halk da sürü.
Her kimin talihi yâr olur da onunla sohbet ederse, dikenlerinde güller biter.
Dikeni, gülü ne edeceksin, onun lütfuyla parçalar bütün olur.
6280 Her kim bir veliye bir an yakın olursa, onun makamı göğün en yüksek tabakasının
üstünde olur. O kimse -mesela- Firavun ise Musa olur, Deccal ise İsa
olur, karınca ise Süleyman olur, katre ise umman olur. Şeytan kadar çirkin
olsa, melekleri imrendirecek kadar güzelleşir ayağını yerden âsumana kor.
Asuman da ne? Yerde gökte ondan başka kimse bulunmaz, âleme şevk ve
zevk hep ondan dağılır.
6285 Onun nurunda halis şarabın neşesi ve özelliği vardır, nurundan herkes faydalanır.
Yollarını onunla aydınlatırlar, cümlesi de onun harmanında dane
toplarlar. Aşk insana daha bunun gibi yüzlerce meziyet bahşeder. Sineni ankaya
üstün kılar. Aşk, her kime yâr ve yakın olursa, arşı âlâ ayağının altına
yer olur. Ferş de arş da, onun nurundan ışık alır, dikenler onun lütfuyla gül-
şen olur. (SAYFA 241)
6290 Fakat bu devlet, herkese nerede nasip olacak? Bu, cesetten kurtulanların kısmetidir.
MAKALE 86
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Ahirette talipler, zahitler ve müctehitler için “ve refea ba’dakum fevka
ba’dın derecâtin”95 yüce sözünde buyurulduğu gibi, çeşitli ikram, mükafat
ve dereceler vardır. Dünyada olduğu gibi halkın kimi zengin, kimi daha zengin,
kimi bey, kimi paşa, kimi vezir, kimi padişahtır. Fakat vasıl-ı ilallah olanların
makamları o kadar yücedir ki taliplerden, zahit ve müctehitlerden hiç-
biri o dereceye yükselemez. Belki böyle yüksek derecelerin varlığından bile
haberdar değillerdir. Karıncayla Süleyman arasındaki fark gibi, taliplerle vasıllar
arasındaki mesafe de nispet kabul etmez. Zahitlere aşkın (kendi değil)
kokusu erişeydi, yanlarında züht ile fısk farksız olurdu. Yanlarında küfür ile
iman da eşit olurdu.
Çünkü derya yanında bir testi suyun ne kıymeti kalır? Küfür ile imanı, biri
karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın
ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Ehl-i menzil (vasıllar) her ikisinden de kurtulmuş, o hesabı kapatmışlardır. 6295
Bu eğrilik doğruluk, henüz arayıp sorma âleminde bulunanlarca söz konusu
olabilir. Yol üstünde giderek istenilen hedefe varmış ve bütün varını yoğunu
oraya taşımış olanlar, eğriden, doğrudan geçmişlerdir. Çünkü esasa, hedefe,
varıp merama ermişlerdir. Eğri yoldan sen kork ki henüz yoldasın! Basacağın
yere dikkat et!
İman yolunu (süluk) takip et, çünkü doğru yol odur. İman yolunu Huda süs- 6300
lemiştir. Ey yolcu, canıgönülden gayret et ki o yoldan menziline çabuk eri-
şesin! Bu doğru yolda şevkle, neşeyle yürü! Doğru yolda giden zarara uğramaz.
Doğruluğu elden bırakmayan kurtuluş bulur. Şeref yolunu tutan şerefli
olur. Ne mutlu o cana ki gayret eder, doğru yolda çala kamçı gider.
Bu yol kesen dünyayı terk eyler! Emin olan ebediyet semtine yönelir. Kor- 6305
kusuz, zararsız kâr elde ederek mutluluk ve beka huzuruyla yaşar. Salikler
bu vasıflara sahiplerdir. Çünkü onların seyri daima o yoldadır. Fakat Hakk’a
vasıl ve Hakk’ın nurunu perdesiz taşıyanlar, taşıyan değil, belki taşınanlar,
yıldızlar gibi kaybolmazlar.
Huda’yla beraber ebedi mülkte bakidirler, kendi kendilerine hem şarap, 6310
hem sakidirler. Onların halleri saf ve tortu düşüncelerinden yücedir. Sırları
(“kaf”, “ha” da) bulunur. “Ta”, “ha” ve “kaf” “ha” harflerinde gizlenmiştir.
Karın derisinde gizlenen misk gibi.
(SAYFA 242) Eğer burnun varsa o halden koku alır, o kelamdan sözlerine vakıf
olursun! Onların maksutları züht ile takvanın üstündedir. Zahit o devleti nerede
umacak!
95 En’am suresi 6/165 O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda
sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır.
Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
268
Rebabnâme
6315 Padişah mülkü eşekçiye (katırcıya) nerede kısmet olacak? O geride kalmış
adama önderlik nerede! Taliplere, cennette hayır ve sevaplarına göre yüksek
makamlar verilir. Her birinin mükafatı derecesine göredir; biri diğerinden
daha yüksektir. Kimi ziyade, kimi daha ziyade, hepsi de lütf-ı Hak’la doludur.
Fakat vasılların hali (makam ve mertebeleri) bunlarınkinden bambaşkadır.
İki cihanın da ötesinde bir saltanattır.
6320 Oraya ne kamer sığar, ne felek. O tarafa uçan meleklerin kanatları yanar.
Ruhu’l-Kuddüs (Cibril) dememiş miydi ki: “Ya Resulullah! Bundan sonrası
sizin için vuslat ve buluşma sahasıdır. Ben size buraya kadar rehberlik edebilirim.
Bundan ileriye bir adım daha atamam.” Cenab-ı Peygamber sordu ki:
“Bundan ileriye niçin gidemezsiniz?” Dediler: “Bana müsade yok ki seninle
beraber o vuslat ülkesine geleyim. Çünkü celal-i nuru beni yakar.
6325 Bundan sonra Hakk’a vasıl olana kadar yolsuz ve kılavuzsuz gidersiniz.
Ey kutb-ı âlem! O sahibiyet ve dokunulmazlık (harim) yalnızca sizindir.
Padişah-ı zülcelale sizden başka sohbet arkadaşı yoktur.” Öyle değil midir
ki padişah, saraya, haremine giderken yanında hizmetçiden başka kimse bulunmaz.
Fakat hizmetçi de ancak kapıya kadar gider. Şah içeri girer, hizmetçi
de yerine döner. Hadim için o birliktelikten hisse yoktur. Padişah orada yalnız
olarak kalır.
6330 Yahut, askerin serdarına padişahın emrini tebliğ eden bir yaver “Sizi padi-
şah istiyor” diyerek döner gider, yahut onunla beraber sarayın kapısına kadar
gelir, fakat içeri giremez. Ona der ki: “Buradan öteye siz yalnız gidersiniz,
şahın huzuruyla şereflenin ve muradınıza erin! Oraya girebilmek şerefi
ancak size özeldir, çünkü siz sultanın danışmanlarındansınız.
6335 Benim gibiler o şerefe nereden nail olacak, o makam yalnız sizindir.” Eğer
meleğin yüz kanadı olsa, orayı geçer geçmez hepsi yanar. Çünkü ora kimseye
yurt olamaz. Cenab-ı Ahmet’ten başkasının orada yeri yoktur. Bundan
dolayı Hazret-i Cibril özür dileyerek demişti ki: “Bundan öteye yalnız gideceksiniz
ki ora, sizden başkasına layık değildir. Sizden başka kimseye o nimetten
nasip yoktur. Çünkü manaya aşina, yalnız sensin!”
6340 Sen Âdem’den evvel sultan-ı enbiya idin, Huda tarafından ezelden seçilmiş
idin. Cihanlar var olmadan evvel, cihan senindi. Ezelden öncelik sahibi padişah
idin, devirler yokken sahibkıran idin, sınırsız, desteksiz meleklerin padişahı.
Allahın ezeli ve ebedi nurusun. Sen, dünyada amel yüzünden zengin
olmadın, bil ki ameller seninle övünüp şeref buldular ve kabul gördüler.
(SAYFA 243)
6345 Eğer sen dünyada amelle meşgul oldunsa bu, ümmetine öğretmek içindi ki
bu vasıtayla eğri ile doğru birbirinden ayrılsın. Büyük bir cemaate hitaben
“Ben size öğretmen gönderildim.” buyurmamış mıydınız? Senin sözün de
davranışın da hep bizim içindi. Gerçi yerdesin, fakat yerin göklerdedir. Senin
sırrında kimsenin dahili yoktur, sırrına Hak’tan başkası vakıf değildir.
Her ne kadar ahir geldinse de evvel sensin, müminleri ikilikten kurtarırsın!
Senin bu hallerinin ötesinde hal yoktur, ilminin gül bahçesinden kimse koku 6350
almamıştır.
269
Sultan Veled
6315 Padişah mülkü eşekçiye (katırcıya) nerede kısmet olacak? O geride kalmış
adama önderlik nerede! Taliplere, cennette hayır ve sevaplarına göre yüksek
makamlar verilir. Her birinin mükafatı derecesine göredir; biri diğerinden
daha yüksektir. Kimi ziyade, kimi daha ziyade, hepsi de lütf-ı Hak’la doludur.
Fakat vasılların hali (makam ve mertebeleri) bunlarınkinden bambaşkadır.
İki cihanın da ötesinde bir saltanattır.
6320 Oraya ne kamer sığar, ne felek. O tarafa uçan meleklerin kanatları yanar.
Ruhu’l-Kuddüs (Cibril) dememiş miydi ki: “Ya Resulullah! Bundan sonrası
sizin için vuslat ve buluşma sahasıdır. Ben size buraya kadar rehberlik edebilirim.
Bundan ileriye bir adım daha atamam.” Cenab-ı Peygamber sordu ki:
“Bundan ileriye niçin gidemezsiniz?” Dediler: “Bana müsade yok ki seninle
beraber o vuslat ülkesine geleyim. Çünkü celal-i nuru beni yakar.
6325 Bundan sonra Hakk’a vasıl olana kadar yolsuz ve kılavuzsuz gidersiniz.
Ey kutb-ı âlem! O sahibiyet ve dokunulmazlık (harim) yalnızca sizindir.
Padişah-ı zülcelale sizden başka sohbet arkadaşı yoktur.” Öyle değil midir
ki padişah, saraya, haremine giderken yanında hizmetçiden başka kimse bulunmaz.
Fakat hizmetçi de ancak kapıya kadar gider. Şah içeri girer, hizmetçi
de yerine döner. Hadim için o birliktelikten hisse yoktur. Padişah orada yalnız
olarak kalır.
6330 Yahut, askerin serdarına padişahın emrini tebliğ eden bir yaver “Sizi padi-
şah istiyor” diyerek döner gider, yahut onunla beraber sarayın kapısına kadar
gelir, fakat içeri giremez. Ona der ki: “Buradan öteye siz yalnız gidersiniz,
şahın huzuruyla şereflenin ve muradınıza erin! Oraya girebilmek şerefi
ancak size özeldir, çünkü siz sultanın danışmanlarındansınız.
6335 Benim gibiler o şerefe nereden nail olacak, o makam yalnız sizindir.” Eğer
meleğin yüz kanadı olsa, orayı geçer geçmez hepsi yanar. Çünkü ora kimseye
yurt olamaz. Cenab-ı Ahmet’ten başkasının orada yeri yoktur. Bundan
dolayı Hazret-i Cibril özür dileyerek demişti ki: “Bundan öteye yalnız gideceksiniz
ki ora, sizden başkasına layık değildir. Sizden başka kimseye o nimetten
nasip yoktur. Çünkü manaya aşina, yalnız sensin!”
6340 Sen Âdem’den evvel sultan-ı enbiya idin, Huda tarafından ezelden seçilmiş
idin. Cihanlar var olmadan evvel, cihan senindi. Ezelden öncelik sahibi padişah
idin, devirler yokken sahibkıran idin, sınırsız, desteksiz meleklerin padişahı.
Allahın ezeli ve ebedi nurusun. Sen, dünyada amel yüzünden zengin
olmadın, bil ki ameller seninle övünüp şeref buldular ve kabul gördüler.
(SAYFA 243)
6345 Eğer sen dünyada amelle meşgul oldunsa bu, ümmetine öğretmek içindi ki
bu vasıtayla eğri ile doğru birbirinden ayrılsın. Büyük bir cemaate hitaben
“Ben size öğretmen gönderildim.” buyurmamış mıydınız? Senin sözün de
davranışın da hep bizim içindi. Gerçi yerdesin, fakat yerin göklerdedir. Senin
sırrında kimsenin dahili yoktur, sırrına Hak’tan başkası vakıf değildir.
Her ne kadar ahir geldinse de evvel sensin, müminleri ikilikten kurtarırsın!
Senin bu hallerinin ötesinde hal yoktur, ilminin gül bahçesinden kimse koku 6350
almamıştır.
270
Rebabnâme
MAKALE 87
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine
yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir. Bütün enbiya
onun yardımcılarıdır.96 Halka kendi ilimlerini öğreterek onlara onun,
Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.), ilmini anlayacak kabiliyet ve yeteneği verdiler.
Nasıl ki yeni okumaya başlayan bir çocuğa hazırlık olmak üzere hece öğ-
retirler enbiya da din ilimlerini halka öğrettiler. O ilimler asırdan asıra halka
erişti ve halk da bundan faydalandı. Nihayet halkta yüksek ilimleri öğrenmeye
kabiliyet meydana gelince Hazret-i Muhammet Aleyhisselam ilimlerin
aslı olan ilimleri getirdi. Demek ki, bütün enbiya onun işine yardımcılık ettiler
ve onun için geldiler. Şu halde evvel ve ahir olmak üzere başka türlü bilenin
cehaletine hükmetmek lazım gelir “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru
vel bâtın”97. Bütün enbiya, senden önce gönderilmiş müjdeciler gibidir. Cihan
halkına dediler ki: “Bizden sonra celilü’l-kadr bir sultan (bir peygamber)
geliyor ki bu ruhlar, bu cesetler hep onun hürmetine yaratıldı. Biz cihana
onun kıymet ve mertebesini bildirmek için geldik, tâ ki dünya halkı onun
nurundan toplasın, çünkü o, rahmeten li’l-âlemindir” 98.
6355 Biz size onun gelişini müjdeliyoruz ki o kokudan haz alasınız. Bizim kokumuzla
yavaş yavaş yakınlık kurun ki bizden onun kokusunu duyarsınız. Bu
suretle onunla tanışıklık meydana gelsin, onun deryasında yüzebilecek kabiliyet
elde edesiniz.
Biz, onun hükmünden size birer parça öğretiyoruz ki onun getireceği ilmi
anlayabilesiniz. Çünkü onun ilmi, ilimlerin özüdür. Uğursuz nefis onu anlayamaz.
6360 Çünkü aşağılık nefsin özelliği karanlığın baskın olmasıdır. Zulüm ise yaşayabilmek
için zulmet arar. İyi bil ki, zulmet, hayvan tabiatıdır. İnsanlık nuru
hayvanda gizlidir. Biz onlarda insan nurunu belirtiriz, hayvan hasletini gö-
nüllerinden yok ederiz. Tâ ki başlangıçta onu anlamaya yetenekli olsunlar,
sonra o gelince, ona yönelsin ve istesinler, onun ilmiyle tanışıklık kursunlar,
onun güzel huylarıyla, bilhassa hilmiyle ahlâklansınlar.
6365 Tâ ki o ilimleri, o sırları, hülasa o nuru candan kabule hazırlanmış olsunlar.
Çünkü onun getireceği ilmi, kimse talimsiz edinemez. (SAYFA 244)
Bundan dolayı, o ilmin başlangıcını önceden öğrenmek lazımdır ki o yüksek
ilmi anlamak mümkün olsun. Bizim ilimlerimiz, o ilmin ön sözüdür, onun
96 Ali imran suresi 3/81 Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım
edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar,
“Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demiş-
ti.
97 Hadid suresi 57/3 O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
98 Enbiya suresi 21/107 (Ey Muhammet!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
ilmi öz, bizimki kabuktur. Biz enbiya zümresi hep onun için çalışıyoruz ki
âlemler o sultanı bilsin.
Onun hakkında Huda, hitab-ı izzet buyurdu ki: “Ey cümle enbiyanın özeti, 6370
incisi! Eğer senin zat-ı pakın olmasaydı gökler ve yerler vücuda gelmezdi.”
Öyleyse kesinlikle ve açıkça bil ki evvel ve ahir odur. Eğer gözün varsa ondan
başkasını görme! Eğer bunun sırrını ilmen söylesem, genç, ihtiyar, hep
benim gibi kendinden geçerler. Bir miktarını söyledim. Aklın varsa parçalardan
bütüne geç!
Bundan sonra, şaşılar gibi biri iki görme! Sence o birden başkası istenen ol- 6375
masın. Ey esrara vakıf olan! Bu bahsin sonu yok. Gene sen aşkın güzelliğini
şerh et! Asıl hedef, aşktır. İki âlem onun parçasıdır. Onun (aşkın) dini ve şeriati
bütün şeriatlerin ruhudur. Onun işleri herkese layıktır. Feleğin işi, zeminin
işine benzemez. Sultanın işi vezirin işine, vezirin işi bir fakirin işine kı-
yas edilebilir mi?
Cenabı Hak “kulle yevmin huve fî şe’nin” 6380 99 buyurmakla sürekli faal olduğunu
bildiriyor. Herkesten aynı düzeyde iş bekleme! Güldeki letafet dikende
olamaz. Âşıkların işi züht ve salâh değildir. Çünkü onlar felahı Hak’tan bulmuşlardır.
Âşıkların hakikatte namazı başkadır, her zaman Hak’la başka niyazları
vardır. Onlar o namazla ebedi hayata kavuşmuşlar, aşk-ı Huda deryasında
ebediyyet kazanmışlardır.
Balıklar gibi aşk deryası içinde küfürden, dinden, zühtten, fısktan uzak ola- 6385
rak yaşarlar. Aşk, sınırsız bir deryadır. Âşıklar o deryada balıklar gibi mutlu
hayat sürerler. Vücudun topraktan doğduğu gibi, onlar da aşktan doğmuş-
tur. Tenden geç de tertemiz cana bak! Ten, toprağa gider. Çünkü topraktan
doğmuştur. Can da kendi aslına yüz tutar. Parça, nihayet aslına geri döner,
insanın niyeti (himmeti) neye sarf edilirse kendi de odur.
Matlubun ne ise, kendini o bil! Yani iyi kötü neyi talep ediyorsan, sen osun! 6390
Eğer şimdi (burada) iyi ve pak isen, iyilerin yanına gidersin. Kötü isen, kötü-
lerle bir olursun, çünkü onun parçasısın, aslına gideceksin. Fakat bunun (kö-
tülükten kurtulmanın) çaresi vardır. Kafir nefs-i emmareyi terk et! Fıskı bı-
rak, itaate sarıl! Tâ ki lanetli şeytanın tuzağından kurtulasın!
Eğer buna gücün yetmiyorsa, dertli bir aşk sarhoşu ara! Tâ ki onun hali sana 6395
da sirayet etsin. Sen de talepte onun gibi olasın! Talep hususunda onun özelliklerini
benimseyesin, onun ateşinden sana da bir alev sirayet etsin. Mertlerin
sohbeti seni, mertlerin cemaatine dahil eder. Her ne kadar cisim isen de
seni can eder.
(SAYFA 245) Ey din yolunun talibi, sohbet gibi makbul ve etkili şey yoktur. Sohbete
bağlan ki, seçkin olasın.
Küfür de İslam da sohbetten doğar, her millette de böyledir. Öyleyse candan 6400
99 Rahman suresi 55/29 Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
271
Sultan Veled
MAKALE 87
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine
yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir. Bütün enbiya
onun yardımcılarıdır.96 Halka kendi ilimlerini öğreterek onlara onun,
Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.), ilmini anlayacak kabiliyet ve yeteneği verdiler.
Nasıl ki yeni okumaya başlayan bir çocuğa hazırlık olmak üzere hece öğ-
retirler enbiya da din ilimlerini halka öğrettiler. O ilimler asırdan asıra halka
erişti ve halk da bundan faydalandı. Nihayet halkta yüksek ilimleri öğrenmeye
kabiliyet meydana gelince Hazret-i Muhammet Aleyhisselam ilimlerin
aslı olan ilimleri getirdi. Demek ki, bütün enbiya onun işine yardımcılık ettiler
ve onun için geldiler. Şu halde evvel ve ahir olmak üzere başka türlü bilenin
cehaletine hükmetmek lazım gelir “Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru
vel bâtın”97. Bütün enbiya, senden önce gönderilmiş müjdeciler gibidir. Cihan
halkına dediler ki: “Bizden sonra celilü’l-kadr bir sultan (bir peygamber)
geliyor ki bu ruhlar, bu cesetler hep onun hürmetine yaratıldı. Biz cihana
onun kıymet ve mertebesini bildirmek için geldik, tâ ki dünya halkı onun
nurundan toplasın, çünkü o, rahmeten li’l-âlemindir” 98.
6355 Biz size onun gelişini müjdeliyoruz ki o kokudan haz alasınız. Bizim kokumuzla
yavaş yavaş yakınlık kurun ki bizden onun kokusunu duyarsınız. Bu
suretle onunla tanışıklık meydana gelsin, onun deryasında yüzebilecek kabiliyet
elde edesiniz.
Biz, onun hükmünden size birer parça öğretiyoruz ki onun getireceği ilmi
anlayabilesiniz. Çünkü onun ilmi, ilimlerin özüdür. Uğursuz nefis onu anlayamaz.
6360 Çünkü aşağılık nefsin özelliği karanlığın baskın olmasıdır. Zulüm ise yaşayabilmek
için zulmet arar. İyi bil ki, zulmet, hayvan tabiatıdır. İnsanlık nuru
hayvanda gizlidir. Biz onlarda insan nurunu belirtiriz, hayvan hasletini gö-
nüllerinden yok ederiz. Tâ ki başlangıçta onu anlamaya yetenekli olsunlar,
sonra o gelince, ona yönelsin ve istesinler, onun ilmiyle tanışıklık kursunlar,
onun güzel huylarıyla, bilhassa hilmiyle ahlâklansınlar.
6365 Tâ ki o ilimleri, o sırları, hülasa o nuru candan kabule hazırlanmış olsunlar.
Çünkü onun getireceği ilmi, kimse talimsiz edinemez. (SAYFA 244)
Bundan dolayı, o ilmin başlangıcını önceden öğrenmek lazımdır ki o yüksek
ilmi anlamak mümkün olsun. Bizim ilimlerimiz, o ilmin ön sözüdür, onun
96 Ali imran suresi 3/81 Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım
edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar,
“Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demiş-
ti.
97 Hadid suresi 57/3 O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
98 Enbiya suresi 21/107 (Ey Muhammet!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
ilmi öz, bizimki kabuktur. Biz enbiya zümresi hep onun için çalışıyoruz ki
âlemler o sultanı bilsin.
Onun hakkında Huda, hitab-ı izzet buyurdu ki: “Ey cümle enbiyanın özeti, 6370
incisi! Eğer senin zat-ı pakın olmasaydı gökler ve yerler vücuda gelmezdi.”
Öyleyse kesinlikle ve açıkça bil ki evvel ve ahir odur. Eğer gözün varsa ondan
başkasını görme! Eğer bunun sırrını ilmen söylesem, genç, ihtiyar, hep
benim gibi kendinden geçerler. Bir miktarını söyledim. Aklın varsa parçalardan
bütüne geç!
Bundan sonra, şaşılar gibi biri iki görme! Sence o birden başkası istenen ol- 6375
masın. Ey esrara vakıf olan! Bu bahsin sonu yok. Gene sen aşkın güzelliğini
şerh et! Asıl hedef, aşktır. İki âlem onun parçasıdır. Onun (aşkın) dini ve şeriati
bütün şeriatlerin ruhudur. Onun işleri herkese layıktır. Feleğin işi, zeminin
işine benzemez. Sultanın işi vezirin işine, vezirin işi bir fakirin işine kı-
yas edilebilir mi?
Cenabı Hak “kulle yevmin huve fî şe’nin” 6380 99 buyurmakla sürekli faal olduğunu
bildiriyor. Herkesten aynı düzeyde iş bekleme! Güldeki letafet dikende
olamaz. Âşıkların işi züht ve salâh değildir. Çünkü onlar felahı Hak’tan bulmuşlardır.
Âşıkların hakikatte namazı başkadır, her zaman Hak’la başka niyazları
vardır. Onlar o namazla ebedi hayata kavuşmuşlar, aşk-ı Huda deryasında
ebediyyet kazanmışlardır.
Balıklar gibi aşk deryası içinde küfürden, dinden, zühtten, fısktan uzak ola- 6385
rak yaşarlar. Aşk, sınırsız bir deryadır. Âşıklar o deryada balıklar gibi mutlu
hayat sürerler. Vücudun topraktan doğduğu gibi, onlar da aşktan doğmuş-
tur. Tenden geç de tertemiz cana bak! Ten, toprağa gider. Çünkü topraktan
doğmuştur. Can da kendi aslına yüz tutar. Parça, nihayet aslına geri döner,
insanın niyeti (himmeti) neye sarf edilirse kendi de odur.
Matlubun ne ise, kendini o bil! Yani iyi kötü neyi talep ediyorsan, sen osun! 6390
Eğer şimdi (burada) iyi ve pak isen, iyilerin yanına gidersin. Kötü isen, kötü-
lerle bir olursun, çünkü onun parçasısın, aslına gideceksin. Fakat bunun (kö-
tülükten kurtulmanın) çaresi vardır. Kafir nefs-i emmareyi terk et! Fıskı bı-
rak, itaate sarıl! Tâ ki lanetli şeytanın tuzağından kurtulasın!
Eğer buna gücün yetmiyorsa, dertli bir aşk sarhoşu ara! Tâ ki onun hali sana 6395
da sirayet etsin. Sen de talepte onun gibi olasın! Talep hususunda onun özelliklerini
benimseyesin, onun ateşinden sana da bir alev sirayet etsin. Mertlerin
sohbeti seni, mertlerin cemaatine dahil eder. Her ne kadar cisim isen de
seni can eder.
(SAYFA 245) Ey din yolunun talibi, sohbet gibi makbul ve etkili şey yoktur. Sohbete
bağlan ki, seçkin olasın.
Küfür de İslam da sohbetten doğar, her millette de böyledir. Öyleyse candan 6400
99 Rahman suresi 55/29 Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
272
Rebabnâme
sohbet erlerine talip ol, tâ ki din yolunda onlara yoldaş olasın. Onlar gibi sen
de vasıllardan olasın, candan canana yol bulasın! Zulmetten ibaret olan nefsinden
kurtulup yok olasın, görme nuruyla var olasın. Zulmetin, nura dö-
nüştü mü, artık ayrılıksız ebedi vuslat bulursun.
6405 Varlık dikenlerin tamamen gülşen olur, Hak nuruyla karanlığın aydınlanır.
Bütün perdeler kalkar, gizli olan sır, gün gibi açığa çıkar. Yârini perdesiz
bir kenarda görür, ondan dudaksız, kadehsiz bade içersin! O badeyle tamam
sarhoş olunca, kendinden başka padişah görmezsin. Ondan sonra canın
“Ene’l hak” der. Çünkü cananın, senin canından zuhur eder.
6410 Artık o söz, canın değil, cananın sözüdür, her ne kadar senin dilinden söyleniyorsa
da. Cana, tene bakma, onlar alet değerindedir. İkisinin de hareketi
o halin sonucudur. Rüzgar, toprağı havaya kaldırdığı vakit, aklın varsa,
onu topraktan bilme! Çünkü o, rüzgarın elinde vasıtadır. İşi yapan, rüzgardır.
Toprağın, kendiliğinden havalanması mümkün değildir. Rüzgar olmazsa
toprak yerinden kımıldanamaz.
6415 Toprağın merkezi enginlerdir, rüzgar onu birdenbire yüklenerek havaya
kaldırıyor. Çaylak kuşunun pençesine takılan piliç gibi. Sen havadaki rüzgarı
gör, (ki fail odur) her ne kadar görünen toprak ise de. Eğer bir kul, “Ene’l
Hak” derse, onun sözünü buna kıyas et! Bil ki o söz Hak’tandır, ondan değil.
El olmazsa kılıç, kendiliğinden kesemez.
6420 Yarayı açan kılıç değil, onu kullanan koldur. Dünyada iyi kötü her fiil, şahıstan
meydana gelir. Sen de din yolunda Hakk’ın aleti olunca, şüphesizdir ki
Hak, senden tecelli eder. Nur-ı Hak’la dolu olan göz, Hakk’ın cemalini senin
davranışlarından görür. Nursuz olan göz, nerede Hakk’a iman edecek? Kendi
cinsine gitmek için, cins lazımdır. Nur, nurdan başkasıyla ahbap olmaz.
Temizler, temizlerin tarafına gelir.100
6425 Evliyayı da veli olan görebilir. Onların güzelliğini düşman, nereden bilecek?
İyi bil ki düşmanın gözü velinin karşısında kördür. Yusuf’un güzelliği kardeşlerine
tecelli edebildi mi? O güzellik, Yakup’tan başkasına zahir olmadı,
çünkü o, Yusuf’a aşk ve muhabbetle baktı. Eğer sende de aşk varsa, beri gel!
Tâ ki dostun yüzündeki güzelliği göresin! Âşkın yoksa ona karşı körsün demektir.
Burunsuz, miskten koku duyar mı?
6430 Nezle hastalığı baş gösterirse, misk veya gül kokusundan faydalanamazsın!
(SAYFA 246) İşte bunun gibi, körlüğün galip olursa daima karanlıktan hoşlanır
(nurdan ürkersin), İblis gibi, Hak’tan uzak olursun. Gece, gündüz oturup
kalktığın, lanetli şeytan olur. Ruhunda doğruluktan eser kalmaz, aşağılara
çeken bataklığa düşersin. Günden güne gafletin artar, uyanıklığın eksilir. Bu
halinle yoldaşsız kalırsın!
100 Nur suresi 24/26 Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere,
temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar.
Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.
Çünkü yoldaşın farkındalık idi, farkındalığı olmayan, nursuz can taşır. Her 6345
ne kadar hareket etse de sen onu ölü farzet! Ölü olan, gönül sırrından haberdar
olabilir mi? Hayvanlar da daima hareketlidirler, fakat nur-ı Hak’tan haberdar
değiller. Onların hareketi, ağaç üzerindeki dalların hareketi gibidir. O
armağandan, o kıymetli mallardan haberleri yok. Alelade şahıslar da hayvan
gibi habersiz olur, isterse yükü inci ve mücevher olsun.
O kıymetli inciden haberi olmayınca, artık ona samandan uygun birşey ve 6440
samanlıktan münasip bir yer olamaz. Fakat gözü gören, zeki ve farkında
olur. İyi, kötü onun nazarından kaçamaz. O, perdesiz, didarı görür, gönül
levhasındaki sırrı okur. Göğü, yeri içinde seyreder. Mademki göz vardır, her
şeyi görür. Ruhun ahvali ondan gizlenemez, gönül nurunun sırrı da ona yüz
gösterir.
Başlangıçta az olsa da sonra çok olur, hilal gibi günden güne gelişerek dolu- 6445
nay olur.
273
Sultan Veled
sohbet erlerine talip ol, tâ ki din yolunda onlara yoldaş olasın. Onlar gibi sen
de vasıllardan olasın, candan canana yol bulasın! Zulmetten ibaret olan nefsinden
kurtulup yok olasın, görme nuruyla var olasın. Zulmetin, nura dö-
nüştü mü, artık ayrılıksız ebedi vuslat bulursun.
6405 Varlık dikenlerin tamamen gülşen olur, Hak nuruyla karanlığın aydınlanır.
Bütün perdeler kalkar, gizli olan sır, gün gibi açığa çıkar. Yârini perdesiz
bir kenarda görür, ondan dudaksız, kadehsiz bade içersin! O badeyle tamam
sarhoş olunca, kendinden başka padişah görmezsin. Ondan sonra canın
“Ene’l hak” der. Çünkü cananın, senin canından zuhur eder.
6410 Artık o söz, canın değil, cananın sözüdür, her ne kadar senin dilinden söyleniyorsa
da. Cana, tene bakma, onlar alet değerindedir. İkisinin de hareketi
o halin sonucudur. Rüzgar, toprağı havaya kaldırdığı vakit, aklın varsa,
onu topraktan bilme! Çünkü o, rüzgarın elinde vasıtadır. İşi yapan, rüzgardır.
Toprağın, kendiliğinden havalanması mümkün değildir. Rüzgar olmazsa
toprak yerinden kımıldanamaz.
6415 Toprağın merkezi enginlerdir, rüzgar onu birdenbire yüklenerek havaya
kaldırıyor. Çaylak kuşunun pençesine takılan piliç gibi. Sen havadaki rüzgarı
gör, (ki fail odur) her ne kadar görünen toprak ise de. Eğer bir kul, “Ene’l
Hak” derse, onun sözünü buna kıyas et! Bil ki o söz Hak’tandır, ondan değil.
El olmazsa kılıç, kendiliğinden kesemez.
6420 Yarayı açan kılıç değil, onu kullanan koldur. Dünyada iyi kötü her fiil, şahıstan
meydana gelir. Sen de din yolunda Hakk’ın aleti olunca, şüphesizdir ki
Hak, senden tecelli eder. Nur-ı Hak’la dolu olan göz, Hakk’ın cemalini senin
davranışlarından görür. Nursuz olan göz, nerede Hakk’a iman edecek? Kendi
cinsine gitmek için, cins lazımdır. Nur, nurdan başkasıyla ahbap olmaz.
Temizler, temizlerin tarafına gelir.100
6425 Evliyayı da veli olan görebilir. Onların güzelliğini düşman, nereden bilecek?
İyi bil ki düşmanın gözü velinin karşısında kördür. Yusuf’un güzelliği kardeşlerine
tecelli edebildi mi? O güzellik, Yakup’tan başkasına zahir olmadı,
çünkü o, Yusuf’a aşk ve muhabbetle baktı. Eğer sende de aşk varsa, beri gel!
Tâ ki dostun yüzündeki güzelliği göresin! Âşkın yoksa ona karşı körsün demektir.
Burunsuz, miskten koku duyar mı?
6430 Nezle hastalığı baş gösterirse, misk veya gül kokusundan faydalanamazsın!
(SAYFA 246) İşte bunun gibi, körlüğün galip olursa daima karanlıktan hoşlanır
(nurdan ürkersin), İblis gibi, Hak’tan uzak olursun. Gece, gündüz oturup
kalktığın, lanetli şeytan olur. Ruhunda doğruluktan eser kalmaz, aşağılara
çeken bataklığa düşersin. Günden güne gafletin artar, uyanıklığın eksilir. Bu
halinle yoldaşsız kalırsın!
100 Nur suresi 24/26 Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere,
temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar.
Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.
Çünkü yoldaşın farkındalık idi, farkındalığı olmayan, nursuz can taşır. Her 6345
ne kadar hareket etse de sen onu ölü farzet! Ölü olan, gönül sırrından haberdar
olabilir mi? Hayvanlar da daima hareketlidirler, fakat nur-ı Hak’tan haberdar
değiller. Onların hareketi, ağaç üzerindeki dalların hareketi gibidir. O
armağandan, o kıymetli mallardan haberleri yok. Alelade şahıslar da hayvan
gibi habersiz olur, isterse yükü inci ve mücevher olsun.
O kıymetli inciden haberi olmayınca, artık ona samandan uygun birşey ve 6440
samanlıktan münasip bir yer olamaz. Fakat gözü gören, zeki ve farkında
olur. İyi, kötü onun nazarından kaçamaz. O, perdesiz, didarı görür, gönül
levhasındaki sırrı okur. Göğü, yeri içinde seyreder. Mademki göz vardır, her
şeyi görür. Ruhun ahvali ondan gizlenemez, gönül nurunun sırrı da ona yüz
gösterir.
Başlangıçta az olsa da sonra çok olur, hilal gibi günden güne gelişerek dolu- 6445
nay olur.
274
Rebabnâme
MAKALE 88
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “yekâdu zeytuhâ
yudîu ”101 mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Zeyt (zeytin ağacı-yağı), bulanıklık ve diğer cisimlerden arındırılınca parlamaya
başlar. Öyle ki, talip onu ateş yalımı zanneder, artık kalp, saflık bulunca
onda gayb âleminin suretleri ve daha birçok ilginç görüntüler akseder.
Bundan dolayı vaktinin çoğu gözleri kapalı, baş dizinin üstünde düşünmekle
geçer. Gözlerini açıp da halkı gördüğü zaman o şöhretliler, gözünün önünden
(hayallerinden) silinir. Fakat gelişerek yüksek makamlara erişince gö-
nül kandilinin yağı (zeyt) Hakk’ın nuruna kavuşur. Ondan sonra sır gözüyle
gördüklerini kendi gözleriyle seyretmeye başlar, kalbinin nuru güneş gibi
yeri göğü kaplar ve bütün ilginçlikleri baş gözüyle seyreder.
Tarikatta ilk lazım olan şey kalbin saflaştırılmasıdır. Vücut içindeki kalp, toz
unsurlarından temizlenmelidir. Bedendeki ruh suyu berrak olursa o, Hak’tan
başka birşeye meyletmez. Sufiler gibi, içinde gayb eserlerini seyretmek üzere
başını yakasına çeker. Gönül deryasında balıklar gibi baş gösterip içinde
maddiyattan (anasırdan) arınmış suretler seyreder.
6450 İçinde bu nur arttıkça kendinden geçer, kendini Hakk’ın nuruna feda eder.
Ondan sonra içindeki nur, dışına vurur, yanında iç ile dış farkı kalmaz.
(SAYFA 247) O, gönül nurunu dışarıda açıkça görür, semadaki ayı gördüğü gibi. O
nur bakışında dolunay gibi parlar durur, ruhlar semasında dolaşır. O nurun
ışığıyla yer ve gök dolar, güzelliğiyle âleme zevk bahşeder.
6455 Temiz ruhlara zevk ondan dağılır, taliplerin işi ondan canlanır. O, devrinde
âlemin kutbudur. Onun cefası da safa ve rahattır. Ayağının altına başını korsan,
ondan sır alırsın. Yaş, kuru sınırından geçersin. Ondan, sayısız mükafatlara
erişirsin çarh-ı felek senin hükmüne boyun eğer. Yokluğu olmayan ebediliğe
ulaşırsın, ruhun safa bulur, terakki eder.
6460 Bir cihandaki -bu cihan onunla ayakta kalır- ebediyet mülkünün devam ve
bekası da ondandır. Sana orada her dem başka bir mülk verilir ki o arma-
ğanlar kesinlikle hesaba sığmaz. Çünkü onun merhamet deryasının kenarı
yoktur. Ey talip, benim öğüdümü candan kabul et. Doğruların eşiğine başını
koy! Merd-i Huda’nın ayağı tozunu gözüne sürme gibi çek ki güzelleşesin!
6465 Onun huzurunda yok ol ki var olasın, şarapsız, küpsüz, kadehsiz ondan sarhoş
olasın. İmrenirim o cana ki onun makbulu olur, kendinden geçerek onun
tarafına gider. Onun rızasından başka birşey talep etmez, değersiz ve tortulu
olsa da aziz ve saf olur. Ondan hayat derenler asla ölmez, kederlerinden kur-
101 Nur suresi 24/35 Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir
kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne do-
ğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse
aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller
verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
tularak temizlik elde eder. Ölümsüz, fenasız bekaya nail olur, her terk ettiğine
karşılık yüz fayda elde eder.
Bütün bu varlıkların yok olduğunu açıkça görür, yokluğu da var görür ve sı- 6470
nırsız var olduğunu anlar. O, her şeyi halkın gördüklerinden başka şekilde
görür. O temiz ruh, kalaya altın demez. Halk yanında kıymetli olan şeyler,
onlar yanında hakir ve leştir. Eğer bizim öğüdümüzü candan dinlersen, bize
gönül verir, bizim gibi olursun! Dinin, bize olan irtibatınla dembedem artar,
neşe ve keder kavgasından kurtulursun.
Gam ve mutluluğu âlemin ötesinde yaşarsın, gönlünde Hak’tan başka bir 6475
şey bırakmazsın. Ne zıt, ne benzer, ne sınır, ne sayı, hiçbir şey kalmaz, sana
vahdet deryası incilerini saçarak görünür. Hak erinden daha bunun gibi yüzlerce
armağana erişirsin, her derdin ardı sıra devası da gelir. Merdanın vasıfları
dil ile tarif olunamaz. Bu kadarla yetinerek bu bahsi kapatıyorum. Ben
sana nazım ve nesirle evvelini, ahirini anlattım. Oku, vakıf ol!
275
Sultan Veled
MAKALE 88
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “yekâdu zeytuhâ
yudîu ”101 mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Zeyt (zeytin ağacı-yağı), bulanıklık ve diğer cisimlerden arındırılınca parlamaya
başlar. Öyle ki, talip onu ateş yalımı zanneder, artık kalp, saflık bulunca
onda gayb âleminin suretleri ve daha birçok ilginç görüntüler akseder.
Bundan dolayı vaktinin çoğu gözleri kapalı, baş dizinin üstünde düşünmekle
geçer. Gözlerini açıp da halkı gördüğü zaman o şöhretliler, gözünün önünden
(hayallerinden) silinir. Fakat gelişerek yüksek makamlara erişince gö-
nül kandilinin yağı (zeyt) Hakk’ın nuruna kavuşur. Ondan sonra sır gözüyle
gördüklerini kendi gözleriyle seyretmeye başlar, kalbinin nuru güneş gibi
yeri göğü kaplar ve bütün ilginçlikleri baş gözüyle seyreder.
Tarikatta ilk lazım olan şey kalbin saflaştırılmasıdır. Vücut içindeki kalp, toz
unsurlarından temizlenmelidir. Bedendeki ruh suyu berrak olursa o, Hak’tan
başka birşeye meyletmez. Sufiler gibi, içinde gayb eserlerini seyretmek üzere
başını yakasına çeker. Gönül deryasında balıklar gibi baş gösterip içinde
maddiyattan (anasırdan) arınmış suretler seyreder.
6450 İçinde bu nur arttıkça kendinden geçer, kendini Hakk’ın nuruna feda eder.
Ondan sonra içindeki nur, dışına vurur, yanında iç ile dış farkı kalmaz.
(SAYFA 247) O, gönül nurunu dışarıda açıkça görür, semadaki ayı gördüğü gibi. O
nur bakışında dolunay gibi parlar durur, ruhlar semasında dolaşır. O nurun
ışığıyla yer ve gök dolar, güzelliğiyle âleme zevk bahşeder.
6455 Temiz ruhlara zevk ondan dağılır, taliplerin işi ondan canlanır. O, devrinde
âlemin kutbudur. Onun cefası da safa ve rahattır. Ayağının altına başını korsan,
ondan sır alırsın. Yaş, kuru sınırından geçersin. Ondan, sayısız mükafatlara
erişirsin çarh-ı felek senin hükmüne boyun eğer. Yokluğu olmayan ebediliğe
ulaşırsın, ruhun safa bulur, terakki eder.
6460 Bir cihandaki -bu cihan onunla ayakta kalır- ebediyet mülkünün devam ve
bekası da ondandır. Sana orada her dem başka bir mülk verilir ki o arma-
ğanlar kesinlikle hesaba sığmaz. Çünkü onun merhamet deryasının kenarı
yoktur. Ey talip, benim öğüdümü candan kabul et. Doğruların eşiğine başını
koy! Merd-i Huda’nın ayağı tozunu gözüne sürme gibi çek ki güzelleşesin!
6465 Onun huzurunda yok ol ki var olasın, şarapsız, küpsüz, kadehsiz ondan sarhoş
olasın. İmrenirim o cana ki onun makbulu olur, kendinden geçerek onun
tarafına gider. Onun rızasından başka birşey talep etmez, değersiz ve tortulu
olsa da aziz ve saf olur. Ondan hayat derenler asla ölmez, kederlerinden kur-
101 Nur suresi 24/35 Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir
kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne do-
ğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse
aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller
verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
tularak temizlik elde eder. Ölümsüz, fenasız bekaya nail olur, her terk ettiğine
karşılık yüz fayda elde eder.
Bütün bu varlıkların yok olduğunu açıkça görür, yokluğu da var görür ve sı- 6470
nırsız var olduğunu anlar. O, her şeyi halkın gördüklerinden başka şekilde
görür. O temiz ruh, kalaya altın demez. Halk yanında kıymetli olan şeyler,
onlar yanında hakir ve leştir. Eğer bizim öğüdümüzü candan dinlersen, bize
gönül verir, bizim gibi olursun! Dinin, bize olan irtibatınla dembedem artar,
neşe ve keder kavgasından kurtulursun.
Gam ve mutluluğu âlemin ötesinde yaşarsın, gönlünde Hak’tan başka bir 6475
şey bırakmazsın. Ne zıt, ne benzer, ne sınır, ne sayı, hiçbir şey kalmaz, sana
vahdet deryası incilerini saçarak görünür. Hak erinden daha bunun gibi yüzlerce
armağana erişirsin, her derdin ardı sıra devası da gelir. Merdanın vasıfları
dil ile tarif olunamaz. Bu kadarla yetinerek bu bahsi kapatıyorum. Ben
sana nazım ve nesirle evvelini, ahirini anlattım. Oku, vakıf ol!
276
Rebabnâme
MAKALE 89
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse
de. Dikkat edilirse
(SAYFA 248) görülür ki, hepsi bir sözdür. Bu çeşitlemeden amaç şudur: talip, o
biricik sözün değişen üsluplarından başka başka zevk alarak istekli olsun.
Çok çeşitli renkte ve biçilen birçok modelde elbisesi olursa her birini giydi-
ğinde seyredenlere başka zevk, başka güzellik arzeder. Nitekim şair demiş-
tir: “ ‘İbârâtunâ şettâ ve husnuk vâhid” Meali: “Sözlerimiz başka başka olsa
da mevzu birdir (senin hüsnündür).”
Şu da ifade olunacaktır ki:
Manayı olduğu gibi “hakikat-i vechle” anlatmak mümkün değildir. Ancak
benzetme ve dışardan misallerle ifade olunur. Teşbihle, temsiller arasında da
farklıklık bulunması doğaldır. Şu kadar ki, temsiller güzel ve istenilene uygun
yapılırsa dinleyen der ki: “Benzetme güzel, benzetilen de böyle olsa gerek.”
İşte bu yolla o manaya talip olur. Mesela bir çocuğa mahbubun dudaklarındaki
zevki duyurabilmek için “şeker gibi tatlı”dır dersiniz. Çocuk şekeri
tatmış ve biliyor olduğu için kendisinde dudağa karşı bir meyl, bir istek
oluşur.
Hak Teala Hazretleri de cenneti anlatırken insanların bildiği ve çok sevdi-
ği şeyleri (ağaçları, meyveleri, çiçekleri, hurileri, sündüs ve ipek…) öne sürer
ki cennet hakkında bir fikir edinerek talip olsunlar. Hakikatteyse cennetteki
güzellik, nimetlerindeki fevkaladelik hatır ve hayale sığmaz.
6480 Bu bir tek söz yüz misalde, yüz şekilde söylendi, çünkü şiirini, hakikati olduğu
gibi anlatacak şekilde söylemek mümkün değildir. Nasıl ki, sen sevgilini
güzel görünsün diye her dem başka türlü bir elbiseyle süslersin, güzel
görünsün diye bazen ipekli, bazen yünlü kumaşlar giydirirsin. Söz de şiirin
elbisesi hükmündedir, şair manayı süslemek için türlü üsluplara girer. Ger-
çi lisandan çıkan sözler, hesapsızdır. Fakat cümlesinden maksut olan mana
birdir.
6485 Şunu da bil ki, o cemalin güzelliği, ne misale sığar ne de söze. Madem ki,
onun sıfatı beyana gelmiyor, o halde, her ne söylersem Hak onun ötesindedir.
Fakat anlayabildiğin kadar söylemeliyim ki, sen de ilm-i ledünden bir
koku olsun alasın. O koku, sana vuslat yolunda rehberlik edebilir. Yoksa
onun gibi nerede olacak? O hüsnü sana ancak benzetme yoluyla söyleyebilirim.
Mesela, o güzelin çenesi elmaya,
6490 dudakları lâle (kıymeli bir taş) veya şekere, yanaklarıyla, çehresi (yüzü) kamere
benzer, derim. On yaşlarındaki bir çocuğun damağında şekerin lezzeti
mevcut olduğundan o, bu teşbihle dudaktan hoşlanır. Der ki: “Dudak, her
halde tatlı bir şey olacak.” Hakikatte ise dudakla şeker arasında hiç münasebet
yoktur. Hiçbir kimse inciyi taşa benzetir mi? Eğer benzetirse sana anlatmak
için söyler. Canın, o gülzarın kokusunu alsın diye.
6495 Cenneti anlatmak için ağaçlardan, köşklerden, hurilerden bahsetmek de böyledir.
Sündüs, ipek, akarsular, şarap, süt ve bal ırmakları vesairenin ruhani
zevklerle hiç alâkası yok. Cennet zevki nerede, gönül safası nerede. O kalpler
ki Huda’nın baktığı yerlerdir, onların sıfatları ne kitaba sığar, ne sayfalara.
(SAYFA 249) Sana ne söyleseler (ne türlü anlatsalar) onun üstündedir. Ruhun özellikleri
ruh yoluyla anlaşılır.
Canan tarafına can yoluyla gidersen, oraya tensiz, harfsiz, sessiz gidersin. 6500
Fani olur, akıldan fikirden kurtulursun, o tarafı başsız, kulaksız dinlersin. O
saklı hazine (kenz-i mahfi), sana zahir olur. Engin, yüksek kayıtları olmaksı-
zın canın yücelir. Onu, vücutsuz olarak yoklukta müşahede edersin, ne gök,
ne yer, ne boşluk, ne doluluk hiçbir şey yok olmaz. Bu visale ermek için fani
olmakta gecikme ki zararların aynen kâr olsun.
Nitekim, kimya vasıtasıyla bakır altın oluyor, itaat yüzünden beşer, me- 6505
lek oluyor. İyi, kötü, bismil, mundar (murdar), tuzlaya düşen şeyler, bütün
parçalarıyla baştan ayağa tuza dönüşüyor ki, bunda şüphe yok. Bir cahil,
âlimden her gün yeni yeni şeyler öğrenerek cehli ilme dönüşür. Bunu anla ki
tamamlanasın.
Hak ehlinin “fena fillah” olması da böyledir. Git, fani ol ki bu dersi anlaya- 6510
sın. Bunu anlamaya uğraşma, amele gayret et! Bu anlayış amele yakın olursa,
bakır olsan da işin altın gibi olur, duyularla algılanmanın dışına çıkarsın.
Bir cihanda ki orada yüksek, taht gibi şeyler yoktur, şevk ve neşeyle felekleri
geçersin. Bu sema üstüne çıkarsın ki, bu sema yanında, bir bulut parçası gibi
kalır, ilimler öğrenirsin ki kitaplar ona bir satır bile olamaz.
Bu ilimler, Hakk’ın ilminden pek az bir şeydir, o ilm-i celilden bir koku du- 6515
yarsın. O ilimlerin bir miktarı dünyaya onun için geldi ki bu azdan o çoğa ge-
çiş ile istenen ve rağbet edilen olasın. Eğer bu nimetlerden biraz olsun koku
hissetmezsen, senin zindeliğin üfürükle şişirilmiş tuluma benzer. Tulumun
da az çok bir güzelliği vardır, fakat sen onu yok say! Çünkü hava ile dolmuş-
tur.
Onun şişkinliği yemekten (beslenmekten) değildir. O, hastalığı yüzünden şi-
şen bir hastaya benzer.
Eğer o hastalıktan kurtulaydı, bir hazine gibi gıdadan, sıhhatten dolardı. Git, 6520
kendinden boşal, aşktan dol! Tâ ki bu deryada sedefsiz inci olasın! Haydi!
Benliğinde kalma, ta ki, Merdan-ı Huda gibi vahdet deryasında zuhur edesin.
Kötü nefsin başını vur ki, sağırlıktan, suçtan, fısktan ve yolsuzluktan
kurtulasın. Çünkü o sağ kaldıkça bütün bu fenalıklar ondan doğar. Ondan,
suçtan ve taatsizlikten başka bir şey bekleme.
Alçak nefsin ölmedikçe emin oturma! Onu durmadan tırmala ve hırpala! Tâ 6525
ki yavaş yavaş kökünü kazasın. Öldü mü, artık ilm-i ledün yüz göstermeye
başlar. Nefsin ölmesi ruhun yaşaması demektir, fani olduktan sonra gelen
hayat ebedidir. Her kim, burada ecelden evvel ölürse canını kurtarır, ebedi
hayat onda meydana gelir. Her kim, Cenab-ı Peygamber’in “mutu kable en
277
Sultan Veled
MAKALE 89
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse
de. Dikkat edilirse
(SAYFA 248) görülür ki, hepsi bir sözdür. Bu çeşitlemeden amaç şudur: talip, o
biricik sözün değişen üsluplarından başka başka zevk alarak istekli olsun.
Çok çeşitli renkte ve biçilen birçok modelde elbisesi olursa her birini giydi-
ğinde seyredenlere başka zevk, başka güzellik arzeder. Nitekim şair demiş-
tir: “ ‘İbârâtunâ şettâ ve husnuk vâhid” Meali: “Sözlerimiz başka başka olsa
da mevzu birdir (senin hüsnündür).”
Şu da ifade olunacaktır ki:
Manayı olduğu gibi “hakikat-i vechle” anlatmak mümkün değildir. Ancak
benzetme ve dışardan misallerle ifade olunur. Teşbihle, temsiller arasında da
farklıklık bulunması doğaldır. Şu kadar ki, temsiller güzel ve istenilene uygun
yapılırsa dinleyen der ki: “Benzetme güzel, benzetilen de böyle olsa gerek.”
İşte bu yolla o manaya talip olur. Mesela bir çocuğa mahbubun dudaklarındaki
zevki duyurabilmek için “şeker gibi tatlı”dır dersiniz. Çocuk şekeri
tatmış ve biliyor olduğu için kendisinde dudağa karşı bir meyl, bir istek
oluşur.
Hak Teala Hazretleri de cenneti anlatırken insanların bildiği ve çok sevdi-
ği şeyleri (ağaçları, meyveleri, çiçekleri, hurileri, sündüs ve ipek…) öne sürer
ki cennet hakkında bir fikir edinerek talip olsunlar. Hakikatteyse cennetteki
güzellik, nimetlerindeki fevkaladelik hatır ve hayale sığmaz.
6480 Bu bir tek söz yüz misalde, yüz şekilde söylendi, çünkü şiirini, hakikati olduğu
gibi anlatacak şekilde söylemek mümkün değildir. Nasıl ki, sen sevgilini
güzel görünsün diye her dem başka türlü bir elbiseyle süslersin, güzel
görünsün diye bazen ipekli, bazen yünlü kumaşlar giydirirsin. Söz de şiirin
elbisesi hükmündedir, şair manayı süslemek için türlü üsluplara girer. Ger-
çi lisandan çıkan sözler, hesapsızdır. Fakat cümlesinden maksut olan mana
birdir.
6485 Şunu da bil ki, o cemalin güzelliği, ne misale sığar ne de söze. Madem ki,
onun sıfatı beyana gelmiyor, o halde, her ne söylersem Hak onun ötesindedir.
Fakat anlayabildiğin kadar söylemeliyim ki, sen de ilm-i ledünden bir
koku olsun alasın. O koku, sana vuslat yolunda rehberlik edebilir. Yoksa
onun gibi nerede olacak? O hüsnü sana ancak benzetme yoluyla söyleyebilirim.
Mesela, o güzelin çenesi elmaya,
6490 dudakları lâle (kıymeli bir taş) veya şekere, yanaklarıyla, çehresi (yüzü) kamere
benzer, derim. On yaşlarındaki bir çocuğun damağında şekerin lezzeti
mevcut olduğundan o, bu teşbihle dudaktan hoşlanır. Der ki: “Dudak, her
halde tatlı bir şey olacak.” Hakikatte ise dudakla şeker arasında hiç münasebet
yoktur. Hiçbir kimse inciyi taşa benzetir mi? Eğer benzetirse sana anlatmak
için söyler. Canın, o gülzarın kokusunu alsın diye.
6495 Cenneti anlatmak için ağaçlardan, köşklerden, hurilerden bahsetmek de böyledir.
Sündüs, ipek, akarsular, şarap, süt ve bal ırmakları vesairenin ruhani
zevklerle hiç alâkası yok. Cennet zevki nerede, gönül safası nerede. O kalpler
ki Huda’nın baktığı yerlerdir, onların sıfatları ne kitaba sığar, ne sayfalara.
(SAYFA 249) Sana ne söyleseler (ne türlü anlatsalar) onun üstündedir. Ruhun özellikleri
ruh yoluyla anlaşılır.
Canan tarafına can yoluyla gidersen, oraya tensiz, harfsiz, sessiz gidersin. 6500
Fani olur, akıldan fikirden kurtulursun, o tarafı başsız, kulaksız dinlersin. O
saklı hazine (kenz-i mahfi), sana zahir olur. Engin, yüksek kayıtları olmaksı-
zın canın yücelir. Onu, vücutsuz olarak yoklukta müşahede edersin, ne gök,
ne yer, ne boşluk, ne doluluk hiçbir şey yok olmaz. Bu visale ermek için fani
olmakta gecikme ki zararların aynen kâr olsun.
Nitekim, kimya vasıtasıyla bakır altın oluyor, itaat yüzünden beşer, me- 6505
lek oluyor. İyi, kötü, bismil, mundar (murdar), tuzlaya düşen şeyler, bütün
parçalarıyla baştan ayağa tuza dönüşüyor ki, bunda şüphe yok. Bir cahil,
âlimden her gün yeni yeni şeyler öğrenerek cehli ilme dönüşür. Bunu anla ki
tamamlanasın.
Hak ehlinin “fena fillah” olması da böyledir. Git, fani ol ki bu dersi anlaya- 6510
sın. Bunu anlamaya uğraşma, amele gayret et! Bu anlayış amele yakın olursa,
bakır olsan da işin altın gibi olur, duyularla algılanmanın dışına çıkarsın.
Bir cihanda ki orada yüksek, taht gibi şeyler yoktur, şevk ve neşeyle felekleri
geçersin. Bu sema üstüne çıkarsın ki, bu sema yanında, bir bulut parçası gibi
kalır, ilimler öğrenirsin ki kitaplar ona bir satır bile olamaz.
Bu ilimler, Hakk’ın ilminden pek az bir şeydir, o ilm-i celilden bir koku du- 6515
yarsın. O ilimlerin bir miktarı dünyaya onun için geldi ki bu azdan o çoğa ge-
çiş ile istenen ve rağbet edilen olasın. Eğer bu nimetlerden biraz olsun koku
hissetmezsen, senin zindeliğin üfürükle şişirilmiş tuluma benzer. Tulumun
da az çok bir güzelliği vardır, fakat sen onu yok say! Çünkü hava ile dolmuş-
tur.
Onun şişkinliği yemekten (beslenmekten) değildir. O, hastalığı yüzünden şi-
şen bir hastaya benzer.
Eğer o hastalıktan kurtulaydı, bir hazine gibi gıdadan, sıhhatten dolardı. Git, 6520
kendinden boşal, aşktan dol! Tâ ki bu deryada sedefsiz inci olasın! Haydi!
Benliğinde kalma, ta ki, Merdan-ı Huda gibi vahdet deryasında zuhur edesin.
Kötü nefsin başını vur ki, sağırlıktan, suçtan, fısktan ve yolsuzluktan
kurtulasın. Çünkü o sağ kaldıkça bütün bu fenalıklar ondan doğar. Ondan,
suçtan ve taatsizlikten başka bir şey bekleme.
Alçak nefsin ölmedikçe emin oturma! Onu durmadan tırmala ve hırpala! Tâ 6525
ki yavaş yavaş kökünü kazasın. Öldü mü, artık ilm-i ledün yüz göstermeye
başlar. Nefsin ölmesi ruhun yaşaması demektir, fani olduktan sonra gelen
hayat ebedidir. Her kim, burada ecelden evvel ölürse canını kurtarır, ebedi
hayat onda meydana gelir. Her kim, Cenab-ı Peygamber’in “mutu kable en
278
Rebabnâme
temutu”102 emr-i şerifini iyi dinler ve candan kabul ederse
6530 gece gündüz nefsini kahra çabalar ve bu gayrette de Hak’tan yardım talep
eyler. (SAYFA 250)
102 Hadisi şerif. Mutu kable en temutu “ölmeden önce ölün”
MAKALE 90
Bu makale şunu beyan edecektir:
Nefis, düşmandır. Çünkü “i’da aduvvuke nefsek elleti beyne habibik”
buyrulmuştur. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir.
Onu öldürmek, ancak Huda’nın yardımıyla mümkün olur ki “la havle
ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” in manası budur. Nasıl ki küçük
bir çocuk yırtıcı bir canavara güç yetiremeyerek gücü yetenleri yardıma ça-
ğırır, onlar yetişerek canavarın elinden çocuğu kurtarırlar. Şimdi senin itaatin,
gayretin, cihadın da manevi feryattır ki Cenab-ı Hak seni bu yırtıcı nefsin
elinden kurtarsın. Eğer gayret etmez, itaati terk edersen, feryat ve imdat
istemeyi terk etmiş, yardım talebinden uzak durmuş olursun. Çünkü itaatsiz,
çaba ve gayretsiz yalnız dil ile olan imdat isteme, gerçekten imdat ve sı-
ğınma sayılmaz, çünkü ibadet ve itaati ne kadar artırsan dua ve imdat istemeyi
de o nispette artırmış olursun. Şu halde manevi dua, gayrettir. Maksudun
oluşması da duana olan icabettir. Bir ilim talebesi, tahsile gayret etmez,
gece gündüz “Ya Rabbi bana ilim ver!” diye dua eder. Bir gece üstadı bacadan
içeriye doğru “Ey kulum! Çalış” diye seslenir. Talebe zanneder ki bu cevap
Hak’tandır. Ondan sonra çalışmaya başlar.
Az zaman zarfında akranlarına üstün ve ilimde önder biri olur. Şu halde
duanın dayanağı talep ve gayrettir. Bundan başkası dalalettir (beyhude
emeldir). Cenab-ı Hak bu manaya işaret olarak “İhdinas sırâtel mustakîm”103
buyurmuştur.
Sen eğri yolu doğru zannetmişsin! Elbette menziline varamazsın! Eğer doğru
yolu biliyorsan, sırat-ı müstakimi tutmuş olursun. Tâ ki Hakk’ın yardımıyla
nefsini öldüre ve dokuzuncu felek üstüne ayak basasın. Hakk’ın yardımı olmazsa
nefsini kim öldürebilir? Sinek, kartalın hakkından gelebilir mi? Fakat
Allah’ın yardımı yaver olursa, iş kolaylaşır, dertlere ilaçsız da derman gelir.
Hak yolunda gayret göstermek lazımdır ki, rahmet deryası coşagelsin.
Senin çaban ve gayretin dua ve yardım isteme mahiyetindedir. Hal diliyle 6535
demiş oluyorsun ki: “Ya Rabbi, şu nefis köpeğinin elinden beni kurtar.” Senin
bu manevi feryadınla rahmet deryası coşar. Huda, kereminden canına
nur doğdurur. Nihayet o nur ile zulmetinden kurtulur, himmet ayağını ayla
güneşin üzerine basarsın! Öyleyse bil ki gayret, manevi dua ve yardım çağ-
rısıdır. Dua ve yakarış çok olursa her duana karşı icabet sesi, “Lebbeyk!” işitirsin,
gamın neşeye karşılık olur.
Çabayı terk etmek, duayı terk etmektir. Dua olmazsa icabet de olmaz (çağır- 6540
mana cevap verilmez). Cenab-ı Hak, “Dua eden kuluma benden sürekli icabet
erişir.” buyuruyor. Ey yalancı tembel, sen kibirle duayı terk ettin, ne icabeti
ararsın? Amele yakın olmayan yüz dua, rahmet deryasında küçük bir
dalga bile meydana getiremez. Malumun olsun ki, hakiki dua, senin gayretindir.
Onu artır ki sana “kün” emrinden icabet erişsin.
103 Fatiha suresi 1/6 (6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine
ve sapıklarınkine değil.
279
Sultan Veled
temutu”102 emr-i şerifini iyi dinler ve candan kabul ederse
6530 gece gündüz nefsini kahra çabalar ve bu gayrette de Hak’tan yardım talep
eyler. (SAYFA 250)
102 Hadisi şerif. Mutu kable en temutu “ölmeden önce ölün”
MAKALE 90
Bu makale şunu beyan edecektir:
Nefis, düşmandır. Çünkü “i’da aduvvuke nefsek elleti beyne habibik”
buyrulmuştur. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir.
Onu öldürmek, ancak Huda’nın yardımıyla mümkün olur ki “la havle
ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” in manası budur. Nasıl ki küçük
bir çocuk yırtıcı bir canavara güç yetiremeyerek gücü yetenleri yardıma ça-
ğırır, onlar yetişerek canavarın elinden çocuğu kurtarırlar. Şimdi senin itaatin,
gayretin, cihadın da manevi feryattır ki Cenab-ı Hak seni bu yırtıcı nefsin
elinden kurtarsın. Eğer gayret etmez, itaati terk edersen, feryat ve imdat
istemeyi terk etmiş, yardım talebinden uzak durmuş olursun. Çünkü itaatsiz,
çaba ve gayretsiz yalnız dil ile olan imdat isteme, gerçekten imdat ve sı-
ğınma sayılmaz, çünkü ibadet ve itaati ne kadar artırsan dua ve imdat istemeyi
de o nispette artırmış olursun. Şu halde manevi dua, gayrettir. Maksudun
oluşması da duana olan icabettir. Bir ilim talebesi, tahsile gayret etmez,
gece gündüz “Ya Rabbi bana ilim ver!” diye dua eder. Bir gece üstadı bacadan
içeriye doğru “Ey kulum! Çalış” diye seslenir. Talebe zanneder ki bu cevap
Hak’tandır. Ondan sonra çalışmaya başlar.
Az zaman zarfında akranlarına üstün ve ilimde önder biri olur. Şu halde
duanın dayanağı talep ve gayrettir. Bundan başkası dalalettir (beyhude
emeldir). Cenab-ı Hak bu manaya işaret olarak “İhdinas sırâtel mustakîm”103
buyurmuştur.
Sen eğri yolu doğru zannetmişsin! Elbette menziline varamazsın! Eğer doğru
yolu biliyorsan, sırat-ı müstakimi tutmuş olursun. Tâ ki Hakk’ın yardımıyla
nefsini öldüre ve dokuzuncu felek üstüne ayak basasın. Hakk’ın yardımı olmazsa
nefsini kim öldürebilir? Sinek, kartalın hakkından gelebilir mi? Fakat
Allah’ın yardımı yaver olursa, iş kolaylaşır, dertlere ilaçsız da derman gelir.
Hak yolunda gayret göstermek lazımdır ki, rahmet deryası coşagelsin.
Senin çaban ve gayretin dua ve yardım isteme mahiyetindedir. Hal diliyle 6535
demiş oluyorsun ki: “Ya Rabbi, şu nefis köpeğinin elinden beni kurtar.” Senin
bu manevi feryadınla rahmet deryası coşar. Huda, kereminden canına
nur doğdurur. Nihayet o nur ile zulmetinden kurtulur, himmet ayağını ayla
güneşin üzerine basarsın! Öyleyse bil ki gayret, manevi dua ve yardım çağ-
rısıdır. Dua ve yakarış çok olursa her duana karşı icabet sesi, “Lebbeyk!” işitirsin,
gamın neşeye karşılık olur.
Çabayı terk etmek, duayı terk etmektir. Dua olmazsa icabet de olmaz (çağır- 6540
mana cevap verilmez). Cenab-ı Hak, “Dua eden kuluma benden sürekli icabet
erişir.” buyuruyor. Ey yalancı tembel, sen kibirle duayı terk ettin, ne icabeti
ararsın? Amele yakın olmayan yüz dua, rahmet deryasında küçük bir
dalga bile meydana getiremez. Malumun olsun ki, hakiki dua, senin gayretindir.
Onu artır ki sana “kün” emrinden icabet erişsin.
103 Fatiha suresi 1/6 (6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine
ve sapıklarınkine değil.
280
Rebabnâme
6545 Ceht ve gayreti artır ki, dua odur. Cenab-ı Hak bu yüzden derdine derman
göndersin.
(SAYFA 251) Hiçbir kimse çalışmadan sanatkar olmuş veya sanatta şöhret kazanmış
mıdır? Öyleyse canıgönülden gece gündüz gayret et ki, Allah indinde isteğine
erişenler gibi makbul olasın! Burada bir hikaye dinle, ki ab-ı hayattır,
candan iç! Bir medresede saf bir adam (talebe) vardı. Ham hayal peşinde ko-
şan biri.
6550 Hücresinde gece gündüz “Ya Rabbi, bana lütfundan bir kapı aç da beni âlim
et!” diye dua ederdi. Diğer hücrelerde bulunan talebeler ise tam bir gayret
ve faaliyetle derslerini tekrarlar dururlardı. Müzakere ve sohbet gürültüleri
medresenin içini, dışını doldurur, hararetle tartışmalarda bulunurlardı. Öğ-
retmenleri dolaşır, kapıdan pencereden onların konuşma ve tartışmalarını
dinler, gece gündüz nasıl şevkle çalıştıklarını memnuniyetle seyrederdi.
6555 Tahsile olan hırslarını, birbirleriyle zeka yarıştırdıklarını görürdü.
Öteki de “Ya Rabbi beni büyük bir âlim kıl, herkesten üstün olayım.” diye
dua eder dururdu. Bir gece hocası ona bacadan nida etti ki: “Ey kulum gece
gündüz gayret et, derslerini tekrar tekrar oku!” O, bu sözleri söyleyen Hak
Teala’dır zannetti. Tahsil konusundaki isteği uyandı. Bu andan itibaren o da
arkadaşları gibi çalışmaya başladı.
6560 Okumayı, tekrarlamayı artırdı, özetle aldığı emre uygun hareket etti. Az
zaman zarfında din ilimlerinde akranlarına üstün bir âlim oldu. O, çabayla
bu mertebeye erişti, çünkü yolunu doğrulttu, amacına ulaştı. Evvelki tuttuğu
yol eğriydi, onun için mahrum kalıyordu. Doğru yolu kötü sayıyordu.
Allah’tan daima doğru yol iste! Yoksa işin daima eğri olur.
6565 “Rızkı, sebeplerinde arayın, evlere kapılarından girin!”104 Her sanatın ayrı
bir yolu vardır. Terzinin layığı (aleti) iğnedir, kazma, külünk değil. Külünk,
kuyu kazanlara lazımdır. Çünkü o, işini bu aletle yürütebilir. Her sanatı böyle
birer birer değerlendir, her birinin başka türlü aletleri vardır. Deha ile hiç-
bir sanat öğrenilmemiştir, gayretsiz, hiçbir kimse muradına ermemiştir.
6570 Nadiren olmuş olan varsa onu hesaba katma! Çalış ki gayretinden sonuç elde
edesin! Eğer talip isen gayret yolunu bırakmazsın, yoksa hayvan gibi vücut
ve kalıptan ibaretsin demektir. Talepten ziyade gayret lazımdır, gayretini artır
ki, seçkin olasın! Gayretsiz talep, yalancılıktır, yalanın da sonu gelmez, iyi
neticesi olmaz. Yalancının hali o kölenin haline benzer ki, kendisini satın almak
isteyen efendisine der:
6575 “Hiç tereddüt etmeden al, benim birçok marifetlerim var, bana hiçbir şey
gizli değildir. Hünerlerimden biri şu ki, efendiye bir şey lazım olsa ben onu
söylemeden bilirim. Mesela, susuz olsa ben onu bir usul ile derhal anlar, su-
104 Bakara suresi 2/189 Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere
arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır.
Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
yunu veririm.
(SAYFA 252) Ben, bu bilgimde hiç şüpheye düşmedim, efendim söylemeden suyu
yetiştiririm.” Bu söze inanan efendi onu bu hünerinden dolayı yüz altına satın
alır.
Birkaç gün sonra efendi yanındaki tarlayı dolaşırken hararetlenir, son dere- 6580
ce susar. Bitap bir halde bir yere oturarak, köle su getirecek de içeceğim, diye
bekler. Efendinin ızdırabı arttıkça artar, söylemeden su gelecek, diye bakınır.
Kölede böyle bir hareket yok, bu sefer hiddetle bağırmaya başlar: “Ey uğursuz
eşek! Susuzluktan yandım, bardağı çabuk yetiştir, bu kadar bekletmek
olur mu?
Susuzluktan öleceğim, su getir!” diye tekrar bağırır. Bu feryatlar kölenin ku- 6585
lağına girmez. Hiçbir sözüne cevap vermez. Efendi susuzluğa dayanamayarak
bardağı alır dereye koşar, akan sudan doldurur. Hemen içer, bunu gören
köle der ki: “Anladım, sen, gerçekten susuzmuşun da suyu onun için istermişin!
Susayana böyle bir alamet lazımdır ki
ben onun susuzluğunu o alametten anlayayım ve bilgi edineyim. Şimdi su- 6590
suzluğuna kanaat getirdim ve iyice anladım ki, hakikaten susamışsın.” Efendiye
su lazım olduğunu şundan anlarım ki kovsam da sudan ayrılmaz, daima
su tarafına gelir. Onun sudan başka beklentisi olmaz, ona ırmaktan sevgili
birşey bulunmaz. Su için varını yoğunu, suyu bulamazsa canını feda eder.
İşte bundan dolayı şu söz halk arasında mesel hükmüne girmiştir: “Efendiye 6595
su lazım olduğunu bilirim.” Köle, efendisine su lazım olduğunu bildiği halde
efendi niçin gaflette kalmıştır? Eğer sen de aşıkların yoluna gitmek istiyorsan
bil ki sen de o zümredensin!
281
Sultan Veled
6545 Ceht ve gayreti artır ki, dua odur. Cenab-ı Hak bu yüzden derdine derman
göndersin.
(SAYFA 251) Hiçbir kimse çalışmadan sanatkar olmuş veya sanatta şöhret kazanmış
mıdır? Öyleyse canıgönülden gece gündüz gayret et ki, Allah indinde isteğine
erişenler gibi makbul olasın! Burada bir hikaye dinle, ki ab-ı hayattır,
candan iç! Bir medresede saf bir adam (talebe) vardı. Ham hayal peşinde ko-
şan biri.
6550 Hücresinde gece gündüz “Ya Rabbi, bana lütfundan bir kapı aç da beni âlim
et!” diye dua ederdi. Diğer hücrelerde bulunan talebeler ise tam bir gayret
ve faaliyetle derslerini tekrarlar dururlardı. Müzakere ve sohbet gürültüleri
medresenin içini, dışını doldurur, hararetle tartışmalarda bulunurlardı. Öğ-
retmenleri dolaşır, kapıdan pencereden onların konuşma ve tartışmalarını
dinler, gece gündüz nasıl şevkle çalıştıklarını memnuniyetle seyrederdi.
6555 Tahsile olan hırslarını, birbirleriyle zeka yarıştırdıklarını görürdü.
Öteki de “Ya Rabbi beni büyük bir âlim kıl, herkesten üstün olayım.” diye
dua eder dururdu. Bir gece hocası ona bacadan nida etti ki: “Ey kulum gece
gündüz gayret et, derslerini tekrar tekrar oku!” O, bu sözleri söyleyen Hak
Teala’dır zannetti. Tahsil konusundaki isteği uyandı. Bu andan itibaren o da
arkadaşları gibi çalışmaya başladı.
6560 Okumayı, tekrarlamayı artırdı, özetle aldığı emre uygun hareket etti. Az
zaman zarfında din ilimlerinde akranlarına üstün bir âlim oldu. O, çabayla
bu mertebeye erişti, çünkü yolunu doğrulttu, amacına ulaştı. Evvelki tuttuğu
yol eğriydi, onun için mahrum kalıyordu. Doğru yolu kötü sayıyordu.
Allah’tan daima doğru yol iste! Yoksa işin daima eğri olur.
6565 “Rızkı, sebeplerinde arayın, evlere kapılarından girin!”104 Her sanatın ayrı
bir yolu vardır. Terzinin layığı (aleti) iğnedir, kazma, külünk değil. Külünk,
kuyu kazanlara lazımdır. Çünkü o, işini bu aletle yürütebilir. Her sanatı böyle
birer birer değerlendir, her birinin başka türlü aletleri vardır. Deha ile hiç-
bir sanat öğrenilmemiştir, gayretsiz, hiçbir kimse muradına ermemiştir.
6570 Nadiren olmuş olan varsa onu hesaba katma! Çalış ki gayretinden sonuç elde
edesin! Eğer talip isen gayret yolunu bırakmazsın, yoksa hayvan gibi vücut
ve kalıptan ibaretsin demektir. Talepten ziyade gayret lazımdır, gayretini artır
ki, seçkin olasın! Gayretsiz talep, yalancılıktır, yalanın da sonu gelmez, iyi
neticesi olmaz. Yalancının hali o kölenin haline benzer ki, kendisini satın almak
isteyen efendisine der:
6575 “Hiç tereddüt etmeden al, benim birçok marifetlerim var, bana hiçbir şey
gizli değildir. Hünerlerimden biri şu ki, efendiye bir şey lazım olsa ben onu
söylemeden bilirim. Mesela, susuz olsa ben onu bir usul ile derhal anlar, su-
104 Bakara suresi 2/189 Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere
arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır.
Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
yunu veririm.
(SAYFA 252) Ben, bu bilgimde hiç şüpheye düşmedim, efendim söylemeden suyu
yetiştiririm.” Bu söze inanan efendi onu bu hünerinden dolayı yüz altına satın
alır.
Birkaç gün sonra efendi yanındaki tarlayı dolaşırken hararetlenir, son dere- 6580
ce susar. Bitap bir halde bir yere oturarak, köle su getirecek de içeceğim, diye
bekler. Efendinin ızdırabı arttıkça artar, söylemeden su gelecek, diye bakınır.
Kölede böyle bir hareket yok, bu sefer hiddetle bağırmaya başlar: “Ey uğursuz
eşek! Susuzluktan yandım, bardağı çabuk yetiştir, bu kadar bekletmek
olur mu?
Susuzluktan öleceğim, su getir!” diye tekrar bağırır. Bu feryatlar kölenin ku- 6585
lağına girmez. Hiçbir sözüne cevap vermez. Efendi susuzluğa dayanamayarak
bardağı alır dereye koşar, akan sudan doldurur. Hemen içer, bunu gören
köle der ki: “Anladım, sen, gerçekten susuzmuşun da suyu onun için istermişin!
Susayana böyle bir alamet lazımdır ki
ben onun susuzluğunu o alametten anlayayım ve bilgi edineyim. Şimdi su- 6590
suzluğuna kanaat getirdim ve iyice anladım ki, hakikaten susamışsın.” Efendiye
su lazım olduğunu şundan anlarım ki kovsam da sudan ayrılmaz, daima
su tarafına gelir. Onun sudan başka beklentisi olmaz, ona ırmaktan sevgili
birşey bulunmaz. Su için varını yoğunu, suyu bulamazsa canını feda eder.
İşte bundan dolayı şu söz halk arasında mesel hükmüne girmiştir: “Efendiye 6595
su lazım olduğunu bilirim.” Köle, efendisine su lazım olduğunu bildiği halde
efendi niçin gaflette kalmıştır? Eğer sen de aşıkların yoluna gitmek istiyorsan
bil ki sen de o zümredensin!
282
Rebabnâme
MAKALE 91
Bu makale şunu beyan edecektir:
Matlup taleple karışmıştır. Şu halde candan neyi talep edersen kendini aynen
o bil. Nitekim demişlerdir:
RUBAİ
Ger der heves-i lokma-i nanî, nanî
Ver der taleb-i govher-i kânî, kânî
İn nukte-i remz eger bedânî, dânî
Her çiz ki der costen-i ânî, anî
Meali: Eğer bir lokma ekmek hevesinde isen, ekmeksin! Maden cevherine talipsen,
madensin. Bu işaretin gizlediği sırrı biliyorsan, anlarsın ki, her neye talip isen, osun!
İstekte istenileni görmek lazımdır ki “Ve men yehdillâhu fe huvel
muhted”105 “Yolunu doğrultan, Hakk’ın hidayetine mazhar olandır.”
Bu makale, şunu da açıklayacaktır ki:
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir
(emrine mahkumdurlar). Hak Teala (SAYFA 253) ne isterse o olurlar, ne emrederse
onu yaparlar. Nasıl ki ellerin senin aletlerindir, senin istediklerini yaparlar.
Mesela, düşmanlara karşı topuz (yumruk) oldukları gibi, dostlara kar-
şı gülden yumuşak olurlar. Şu halde Hakk’ın aletleri olan kainatın parçaları-
nın da böyle olması lazımdır ve böyle olmuştur. Ateş, İbrahim Aleyhisselam
için gülşen olmuş, ben-i İsrail için su olan Nil, Kıbtiler (Mısırlılar) için kan olmuştur.
Bütün âlem parçalarını böyle bil! Muvahhit, manayı böyle gören ve
böyle bilen kimsedir. Gerçi surette (zahir şeriatte) sadece dil ile tasdik edenler
mümin muvahhit sayılır, fakat ehl-i manaya (batın ehline) göre müşriktir.
Çünkü surete dayalı iman kolaydır. Fakat bunun için ictihat, mürşidin eğitimi
ve temel kabiliyet lazımdır.
Her neye talip isen, bil ki sen osun, nihayet matlubuna vasıtasız kavuşursun.
Çünkü istenen istekten ayrılmaz. Havadaki rüzgarla toprak gibi.
6600 Havada uçan toprakta rüzgarı gör, rüzgar olmasaydı toprak havaya nereden
çıkacaktı? Toprağın yeri daima enginlerdir. Rüzgar olmaksızın (kendi kendine)
havaya çıkamaz. Toprağı havada gördüğün vakit, göz sahibiysen, rüzgarı
gör. İşte bunun gibi, insan da topraktan yaratıldı, bu kalıba girmeden evvel
büsbütün topraktı. Bundan dolayı, insanın eğilimi de, hayvan gibi, daima
aşağılaradır. Cezbe olmadan yücelere yükselemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder