2 Haziran 2016 Perşembe

Mesnevi Hz Mevlana Celaleddin

Yıldızların nuru olan Şah Hüsameddin, beşinci cildin başlamasını istiyor...
Ey Allah ışığı cömert Hüsameddin, beşeri bulantılardan durulanların üstatlarına üstatsın sen!
Halk perde ardında olmasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve havsalalar dar ve zayıf bulunmasaydı.

Seni övmeye manevi bir tarzda girişir, bu sözlerden başka sözler söyleyecek bir dudak açardım.



5 Fakat Doğan kuşunun lokmasını yont kuşu yutamaz. Çaresi, suyla yağı birbirine katmaktan ibaret.

Seni bu zindan aleminde yaşayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin vasfını ancak ruhanilerin topluluğunda söyleyebilirim.

Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni, aşk sırrı gibi gizlemekteyim.
Övmek tarif etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da ihtiyacı yok, tarife de.
Güneşi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı değil, ağrımıyor demek ister.


10 Alemdeki güneşi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye kendini yermektir.
Alemde muradına ermiş güneşe haset eden kişiyi bağışla sen.

Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu soldurabilir mi?
Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi?
Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?

Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.



15 Senin kadrin, rütbense akılların anlayacağı dereceyi çoktan geçti. Akıl, seni anlatmada şaşırdı, aciz kaldı.
Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması gerek.
Çünkü hepsi anlaşılmayan bir şey bilin ki atılıvermez.

Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin?
Sırrı atıp ortaya koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayışları tazele!

20 Sözler sana göre kabuklardan ibarettir ama başka anlayışlara göre tamamıyla içtir.
Gök arşa göre aşağıdadır ama bu bir yığın toprağa göre pek yücedir.
Seni kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete düşmeden ben onlara seni öveyim de yol bulsunlar.
Sen Allah nurusun. Canı, Allah’ya kuvvetle çeker durursun. Halksa vehim ve şüphe karanlıklarındadır.

Bu güzelim nurun, şu gözsüzlere sürme çekmesi için şart, o nuru ululamaktır.

25 Delik kulaklı istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi karanlığa aşık değildir.
Geceleri dönüp dolaşan çipiller, nasıl olur da iman meşalesini tavaf edebilirler?
Müşkül ve ince nükteler din nuruna ulaşmamış, karanlıkta kalmış kişilere, tabii bir bağdır.
Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için güneşe göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik deşik eder.

30 İnsan için, iç sıkıcı dört şey vardır; bu dört şey aklın çarmıhı kesilmiştir.



KESİLESİ KUŞLAR

“Dört kuş al, onları yanına topla” ayetinin tefsiri”



Ey idraki güneşe benzeyen, sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kuşu öldür!
Çünkü bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır.

Tene ait dört huy, Halil’in kuşlarına benzer. Onları kesmek cana yol açar.
Ey Halil, iyiden kötüden kurtulmak için kes onların başlarını da ayaklar setten kurtulsun.

35 Kül, sensin, hepsi de senin cüzülerindir. Çöz ayaklarını, onların ayakları senin ayakların demektir.
Alem, senin yüzünden ruhların uçtuğu, toplandığı bir yer haline gelir; bir atlı, yüzlerce orduya dayanç olur.

Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci kuştur.
Halkın ebedi olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun başlarını kes.
Sonra da onları bir başka çeşit dirilt de artık onlardan bir zarar gelmesin.



40 Dört yol kesen manevi kuş, halkın gönlünü yurt edinmiştir.
Bütün gönüllere emir olursan, ey kişi, bu zamanda Allah halifesi sensin.
Bu dört diri kuşun kes başlarını da ebedi olmayan halkı ebedileştir!

Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur.

Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe.



45 Kuzgunun dileği, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavuşmaktır, bunu umar durur.
Hırs kazı, kuru yaş ne bulursa yere gömer.
Bir an bile kursağı durmaz Allah buyruğundan yalnız “Yeyin” hükmünü duymuştur.

Yağmacıya benzer, evini kazar, çabuk çabuk dağarcığını doldurmaya bakar.
İyi kötü ne olursa dağarcığına tıkar. İnci tanelerini de oraya tıkıştırır, nohut tanelerini de.

50 Başka bir düşman gelip de çuvalına kuru yaş, ne bulursa doldurmasın der.
Vakit dardır, fırsat geçmekte. O da bundan korkarak durmaksızın eline ne geçerse çabucak koltuklar.
Başka bir düşman getirmez diye efendisine güveni yoktur.

Fakat iman sahibi o yaşayışa güvenir, bu yüzden de yavaş yavaş, durup dinlenerek yağma eder.
Padişahın düşmanı nasıl kahrettiğini bilir. Bu yüzden fırsatı kaçırmayacağına da emindir, düşmanın gelmeyeceğine de inanmıştır.

55 Başka kapı yoldaşlarının ona çullanmayacağını, onun derip devşirdiğini kapışmayacaklarını bilir, emindir.
Padişahın adaletini bilir, kulların nasıl zaptettiğini , kimsenin kimseye nasıl sitemde bulunmadığını görmüştür.
Hasılı acele etmez, sakindir, nasibini kaçırmayacağına emindir.
Bu yüzden sabreder gözü toktur, eline geçeni başkalarına ihsan eder, yeni yakası temizdir.
Çünkü yavaşlık Allah ışığıdır. O çabukluksa şeytanın dürtmesinden meydana gelir.

60 Zira Şeytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip öldürür.
Kur’an dan duy, Şeytan, seni şiddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür.
Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlığın kalır, ne sabrın, ne sevap düşüncen!
Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı büyük!



İNANANIN KAFİRDEN FARKI


Allah Rahmet etsin, Mustafa’nın şu “Kafir yedi barsakla yemek yer, inanan
bir barsakla” hadisini söylemesindeki sebep

Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler.

65 Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik.
Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.

Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?



70 Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler.
Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.

Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.

75 Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.

O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü.
Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.



80 O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi.
Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti.
Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı.
Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.

85 O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı.
İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.

Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi.

90 Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.

Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu.
Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.

95 Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.



İBADETLERİN TANIKLIĞI
Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için kendisini gizlemesi



Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.

100 Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi.

Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.

Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.

105 Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.
Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.



110 Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de.
Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.

Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.

Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”



115 Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular.
Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil.
Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.





Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline ağlamaya başlaması ve bunun sebebi




O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı.
Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.

120 Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil.
Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.

125 Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;

130 Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.

Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?

135 Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?

140 Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?
Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.



145 Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
“Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.

150 Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin.
Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.
Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.

155 O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur.
Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
“Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!

Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,

160 Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker.

Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
“Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.

165 Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!

Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.

170 Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.

Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.



175 Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?

Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.



180 Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!





İBADETLERİN TANIKLIĞI
Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.




Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.



185 İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.

Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.


190 Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.

195 Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır.
Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.

Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
Bu suretle de Allah’nın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.
Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.

Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Allah’nın da suyu pislikten arıtması, hasılı ulu Allah’nın kötülüklerden arı, noksanlardan münezzeh oluşu

200 Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez.
Allah yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır.
Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim.
Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım.
Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Allah huyu ile huylandım.

205 Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım.
Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.

Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir.
Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.

Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?

210 Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer.
Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.

Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır.
Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir.
Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur.


215 Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür.
Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.

Suyun bulandıktan sonra ulu Allah’dan yardım dilemesi
İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım.
Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
Allah buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek!

220 Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır.

Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar, arıtır.
Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik bağışlayana gider.
Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye koşar.

Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, sesinle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.”

225 Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.
Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte.
Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir.
Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir?

230 Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.

Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil.
Doymak Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.

235 Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır.

Dışarıdan görünen iş ve sözün içe ve içteki nura tanıklığı
İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak.
İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.



240 Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar.
Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!

Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince
horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.”
Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.

O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.

245 Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır.
İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.

Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.

250 Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü;
İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.

Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.



255 Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.

“Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!

Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.

Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.



260 A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!..

Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.

265 Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de.
Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.

Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.

270 Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur.

Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.

Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.

275 Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı.
Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu.
Azer de dirildi ama o anda yine öldü.

Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.



280 Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler.

Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.
Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi.

285 Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü.
Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.

Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.





ÖLÜYÜ DİRİLTEN YEMEK
”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.



Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.

290 Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur?
Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir.
Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir.

295 Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun.

Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
Melek gibi Allahyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.

Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta. Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı mıdır ki?



300 Allah aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık kişilerin gözlerinden pek gizlidir.
Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak yer.
Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemeğe titremeleri

İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?

Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
Bok böceği, bok içinde yaşar ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.



Münacat


305 Ey eşi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç!
Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Allahsı o tulumun ağzını kapama.
Ey kendisine sığınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!

Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle her an yüzlerce kapı açarsın.

310 Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi muma döndü.

Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nununu, göz sadını, kulak cimini yazdın.
Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme;
Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın.
Halbuki ben, yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yokluk sevgilisi, bence daha vefalıdır.

315 Allah akıla o şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Allahsını dilemesini diledi.

Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselam’ın her gün o levihten bir şey anlamasına benzer

Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır.
Yokluğu parmaksız olarak yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına şaşırıp kalmışlar.

Herkes bir hayale kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak için bir bucağı kazmada;

320 Biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde dağlardaki madenlere yüz çevirmiş;
Öbürü, bir hayale düşmüş, sıkıntılı uğraşmalarla, didişmelerle inci çıkarmak için denize yönelmiş;
Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya düşmüş!
O yol kesen, kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmuş.
Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş.

325 Bu gidişler, içteki renk renk hayaller yüzünden dışarıda da birbirine aykırı görünür.

Bu ona bakıp ne yapıyor, ne iş işliyor diye hayrette. Bu şaraptan her tadan kişi, öbürünün yaptığını boş bulmada.
O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidişler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
Hepsi de can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana yüz çevirmiştir.

Birbirine aykırı gidişler ve çeşitli didinişler, karanlıkta kıblenin ne tarafta olduğunu arayanların haline ve denizin dibinde inci arayan dalgıçların durumuna benzer

Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.

330 Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır.
Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.

O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar.
Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu anlaşılır.

335 İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer.

Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır.
Kendilerini bir ateşe vururlar ama hakikatte kendi mumlarının çevresinde dolanmaktadırlar.
Alevinden ağacın daha ziyade yeşerdiği bahtı yaver Musa’nın ateşini umarlar.

Her sürü o ateşin ihsanını duymuştur; herkes her kıvılcımı o ateş sanır.

340 Fakat sabah çağı, ebedilik nuru doğdu mu her biri, etrafında döndüğü nurun ne biçim bir mum olduğunu görür.
Kim o zafer mumu ile kanadını yakmış ise o mum, ona seksen tane kanat bağışlar.

Nice pervaneler iki gözlerini yummuşlardır da kötü bir muma atılmışlardır, kanatlarını yakıp onun altına düşe kalmışlardır.

Pişmanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına, böylece
bir havaya körcesine düşmelerine ah ederler.
Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? der.



345 Mum da ağlaya ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık başkasını nasıl aydınlatabilirim?

“Ey hasret, hazır ol o kullara ki” ayetinin tefsiri
O “Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
Mum sönmüş, şarap bitmiş, sevgili de bizim eğri görüşümüzden utanmış, dalgalara batmış, gömülmüştür.
Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık, körlükten Allahya şikayet et dur.
Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeşlerin ruhları.

350 Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz çevirmişlerdir.
Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!

Biz ne hava kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.
Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!



YIRTIK CÜBBE
Fereciye önce fereci denmesinin sebebi



Sofinin biri bir iç sıkıntısına uğradı, cüppesinin önünü yırttı, ondan sonra ferahladı.

355 O yırtık cüppeye fereci (ferahlık) adını koydu. Bu lâkap, o kurtulmuş adamdan sonra yayıldı.
Yayıldı ama safını şeyh aldı, götürdü, halka tortudan ibaret olan adı kaldı.

Böylece her şeyin bir saf ve tortusuz tarafı vardır, adını da tortu gibi aleme bırakmıştır.
Kim toprak yemeyi adet edinmişse tortuya yapışmıştır. Sofi ise hemencecik safın bulunduğu tarafa gider.

Elbette tortunun bir safı vardır der ve gönül, bu delaletle saflığa varır, ulaşır.

360 Tortu güçlüktür, safı da kolaylığı. Saf, hurmaya benzer, tortu da hurma çağlasına.
Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidini kesme. Bu ölümden sonra hayata yol var.
Oğul ferahlamak istiyorsan cüppeni yırt da o saflıktan hemencecik baş çıkarsın.
Sofi saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavaş yavaş yürümekle olmaz.
Fakat bu alçak ve aşağılık kişilerce sofuluk, terzilikten ve oğlancılıktan ibarettir.

365 Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de iyidir ama,
O hayalle asla kadar gitmek şartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi değil.
Hayal, seni güzellik otağının çevresine sokulmaktan men eden gayret çavuşudur.
O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.

370 O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar. Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider.
Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar dururlar.
Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp
durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
375 Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”

380 Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk!
Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!

385 Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki!
Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.

390 Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da,
Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz değilse işte sustum.
Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den öğren o hırs kazını kesmek gerek.

Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.



TAVUS KUŞU
Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep



395 Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik.
Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.

400 Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun.
Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!

405 Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil.
Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram.

Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına düşer mi ya?

410 Meğer ki sen gelesin de ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin.
Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir.
Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol!
Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol.
Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün.

415 Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın.
Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Allah’nın kahır ve azabı!
Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir.
Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!
Allahnın lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna yapışır ama ulu Allah kahırları lütuf içinde, lütufları da kahır içinde gizlemiştir. Bu tersine çakılmış nal ve Allah’nın mekridir. Bu suretle işi ayırt edenler ve Allah’nın nurıyle bakıp görenler, hali görenler ve görünüşe aldananlardan ayrılır. Allah “hanginiz daha iyi iş yapacak diye imtihan eder” buyurmuştur.

420 Bir derviş bir dervişe “Allah’yı nasıl gördün, söyle” dedi.
Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım.
Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı vardı.
Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir ırmak.
Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere ulaşacağından neşeli ve sarhoş.

425 Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu.
Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu.
Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş içinden baş göstermedeydi.
Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.



430 Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi atlıyordu.
Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu.
Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya kaçmada.
Fakat suya dalan, ateşten baş göstermede. Ey hakikatten haberi olmayan,
ibret al, ibret!

435 Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım.
A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,

440 Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı.
Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.
O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
Ulu Allah’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.

445 Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır.
Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir.
Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
Hasılı Allah büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta yatmışlardır!

450 Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa düşmüşlerdir.
Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu Kuran’ı okuyup anla, sihri halali gör.
Ben Firavun değilim ki Nil’e gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim.
O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir su görünmededir.
İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yeğdir, namazdan da.

455 Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve oruç, onun
tam olmasıyla farz olur.
Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.


Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, uğraşmadan ve sınamadan meydana gelir derler. Onların hilafına olarak akılların, yaradılışta birbirine uygun olmaması




Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.

460 Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da.
Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allah’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar.
Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmiştir.
O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.

465 O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.
O Firavunlukta suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir bu.
Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Allah hileciye az yol gösterir.
Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.

470 Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek kal!
Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, tilkiliğe kalkışma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi umma.
Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her
şeyden kurtul.
Gücü kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayışa acınır.

475 Susuz ve aciz kişini ağlayışı mânevidir, doğrudur. Soğuk,soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.
Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri hasetle, illetle doludur.



GÖZYAŞI BEDAVA
Köpeği açlıktan ölen ve dağarcığı ekmekle dolu olduğu halde köpeğine bir lokma bile vermeyip de ölümüne ağlıyan, şiirler söyliyen, başına yüzüne vuran Arap


Arab’ın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı dökmede, başıma ne dertler geldi demedeydi.
Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin için feryat ve figan ediyorsun?
Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol üstünde ölüyor.

480 Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.
Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi.
Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karşılık ihsanda bulunur.
Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?
Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için taşımaktayım dedi.

485 Adam dedi ki: Neden o köpeğe ekmek yemek vermedin? Arap o kadar merhametim yok.
Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyaşı bedava dedi.
Adam, a havayla dolu kırba, toprak başına! Demek ki sence ekmek, gözyaşından daha iyi ha?
Gözyaşı, kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen ekmek, beyhude kan dökmeye değmez dedi.
Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmişti. Bu bütünün parçası, anacak aşağılık ve bayağı bir şeydir.

490 Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden başkasına satmayana kul,
köle olayım.
O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye başlar.

Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye eğilmez.
Dua ederken Allah’ya sınık bir halde el kaldır. Allah’nın merhamet ve ihsanı, sınık kişiye doğru uçar.
Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir kardeş.

495 Allah’nın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı hilebazların
bile utanıp şaşırdıkları Allahm!
Hilen Allah’nın hilesinde yok oldu mu kendine şaşılacak bu pusu elde edersin.
Öyle bir pusu ki onun en aşağı vasfı, ebediliktir. Oradan ebedi bir surette boyuna yücelir ağarsın.

İnsana kendini görüp beğenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü göz olamaz. Ancak gözü, Allah’nın nuru ile değişmiş ve “Benimle duyar, benimle görür” sırrına ermiş, varlığı, varlıksız bir hale gelmişse o başka
Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın.
Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.



500 Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da ayağı titremeye başladı.
Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına imkan yok diye hayrette kaldı.
Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye hikmetini bildirdi.

Allah eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi.
Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyişin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.



505 İbret al da o dağ gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman
çöpünden aşağı olan adam, hünerini malını arz etme!
”Az kaldı kafirler, gözleriyle seni yere düşüreceklerdi” ayetinin tefsiri
Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuşlarına bile nazar değdirir, onları bile öldürürler.
Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye başlar.
Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi,
Yürü bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış görür.

510 Atla beraber koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir.

Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile başka bir tarzda döndürürler.
Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümededir.
Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır, yok eder.
İlerisi gidiş, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.

515 Allah’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir.
Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha.
Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır.
Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?



520 Adem’in işlediği küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi.
Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi.
Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.

Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır.
Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.

525 Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır.
Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.

Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.

Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.

530 Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.
Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!

Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
Ululuk, ululuk ıssı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer.

Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!

535 Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya kalkışırsın.

Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu görüp hayretle “Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kuşunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır” diye cevap vermesi

Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı.

Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?

Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar.

540 Halk, havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar.
Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkaşın kim?
Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.

Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.
Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.

545 Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş.
Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama vebal olur.
Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir mahveder.

Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir.
Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.

550 Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.
Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.
Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.

O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düşüp yüzünü yırtma.
Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir.

555 Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılığı ile ağlamada.
Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
Nefsi mutmainne’nin saflığı ve temizliği, düşüncelerle bulanır. Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar, yahut bir şekil yaparsın, sonra temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.

Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.

560 Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.
Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de çözülmüş sayıver!
Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.

565 Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duyduğun şeylerle geçip gitti.
Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.

570 Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker.
Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.

Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.

575 Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir.
Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
“Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki.

580 Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’
Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
“Yeyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.

585 Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat!
Aşıkın Allah’dan kazandığı sevap da Allah’dır
Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de.
Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.

La kılıcı, Allah’dan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?

590 İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!
Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör.
Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.

595 Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.



600 Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.

Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.


Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse
iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri




İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,

605 Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.

610 Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit.
Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.

615 Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu.

Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır. Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.

620 Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar.
Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.

625 Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz.
İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.

Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.

630 Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar.

Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner.
Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.

Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.

635 Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar.
Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda dönüp dolaşmaya başlar.
Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir.
Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.

640 Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ!




Tavus kuşunun cevap vermesi


Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın.
Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela gelip çatmada.
Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar.
Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.

645 Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok.
Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.
Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya uğratır.


Hünerler, anlayışlı olmak ve dünya malını elde etmek,
tavusun kanatları gibi insanın canına düşmandır

Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.

650 Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak.
Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü başıma kastetmede.
Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düşüncelere sevk etmez.
Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum.

655 Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı.
Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz değildir.
Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu.
Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle kılıç vurmasın.
Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya atmayayım?

660 Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum.
Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır onunla beni yaralar.
Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü yırtmadayım.
Bu suretle şu yücelik, şu güzellik azalsın da tamamı ile bitince de ben vebale az düşeyim.
Yüzümü bu niyetle yırttığımdan suçum yok. Çünkü, bu yüzü yaralarla örtmek gerek.

665 Gönlüm, gizlenme huyuna sahip olsaydı yüzüm, günden güne parlar, güzelleşirdi.

Kuvvetim kudretim yok, iyiliğe de meyledemiyorum. Bunu gördüm, düşmanımı da gördüm, derhal silahımı kırdım.
Bu suretle de onun bana üstün olmamasına, hançerimin kendime vebal olmamasına gayret etmiş oldum.
Damarım oynadıkça kaçıyorum, çünkü adamın kendisinden kaçması kolaydır.
Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder.

670 Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır.
Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.

Gündüzün güneşte yok olan yıldızlar gibi Allah varlığında
yok olup kendisinden geçenler, hüner ve sanatlariyle şerlerinden
emin olmuşlardır. Yok olana tehlike olamaz.



Bir adam yokluğa erişir, kendisine yokluğu ziynet edinirse, o adamın, Muhammet gibi gölgesi olmaz.
“Yokluk benim iftiharımdır” sırrına ziynet yokluktur. Bu çeşit adam, mumun alevi gibi gölgesizdir.
Mum, baştan aşağı alevden ibarettir. Gölge onun çevresine uğrayamaz.

675 Mum kendisinden de kaçtı, gölgeden de. Mumu dökenin isteğine uydu,ışığına sığındı.
Mumu döken muma der ki: Seni yok olmak için döktüm. O da, ben yokluğa kaçtım diye cevap verir.
Bu var olan ışık, lazım bir ışıktır, geçici ve arızi ışık gibi değil.
Mum ateşte tamamı ile yok oldu mu artık ondan ne bir eser görürsün ne bir ışık!
Suret ateşi karanlığı gidermek için mum suretinde durur.

680 Beden mumu şu görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar.

Bu ebedi ışıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi, Allah’ya aittir.
Ateşten meydana gelen şu ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan uzaklaşmıştır.

Bulutun gölgesi yere düşer. Fakat gölge, ayla düşüp kalkmaz.
A bahtı yaver kişi, kendinden geçmek, bulutsuz bir jale gelmektir. Kendinden geçtin mi değirmi aya benzersin.

685 Fakat rüzgar, bir bulutu sürüp getirdi mi ayır nuru aydan daha eksik bir hale düşer.
Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi görünür. İşte beden bulutu da bizi hayal düşüncesine sürer.

Ayın lutfuna bak ki bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar düşmanımızdır demiştir.
Ay, ne buluta aldırış eder, ne toza. O, göğün yücesindedir.

690 Bulut bizim canımıza düşmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler.
Bu perde, huriyi Zâl gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha noksan bir hale getirir.
Ay bizi yücelik kucağına oturtmuş, düşmanımızı kendi düşmanı saymıştır.
Bulutun letafeti ve parlaklığı da yandandır. Fakat buluta ay diyen hayli yol sapıtmıştır.
Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara yüzünü ay gibi parlatır.

695 Gerçi ayla aynı renge boyanmıştır. Bu da bir devlettir ama buluttaki o nur, eğretidir.
Kıyamette güneş de kalmaz, ay da. Göz ışığın aslı ile meşgul olur.
Bu suretle temelli mülkle eğreti mülk seçilir. Şu fani konak, karar yurdundan ayrılır.
Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucağına al.

Kanadım buluttur. O, perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Allah lütfiyle letafet kazanır.

700 Kanadımı yolayım, onu güzelliğini yolumdan atayım da aynı güzelliğini yine aydan seyredeyim.
701 Ben dadı istemem, ana daha hoş. Ben Musa’yım benim dadım anamdır.
Ben, aynı lutfunu vasıtayla elde etmek istemem. Çünkü bu ilgi, nicelerin helakine sebep oldu.
Yahut da bulut, Allah yolunda yok olur da artık ayın yüzüne perdelik etmez.
Suretini yokluk şeklinde gösterir. Peygamberlerle velilerin tenleri gibi.

705 O çeşit bulut, perdelik etmez. Hatta mana bakımından perdelik etmesi bile faydalıdır.
Nitekim aydın sabahta katralar yağar, fakat gökte bulut yoktur.
O yağmur yağışı Peygamberin mucizesi idi. Bulut mahvoldu, gökyüzü rengini aldı.
Buluttu ama ondan bulut huyu gitmişti. Aşığın bedeni de sabırla böyle olur işte.
Bedendir ama bedenliği kaybolmuştur, değişmiştir, ondan renk de gitmiştir, koku da.

710 Kanat başkasının, baş bana lazım. Baş, duygu, görgü yurdudur ve bedenin direğidir.
Başkasının avı için can feda etmeyi mutlak küfür, hayırdan ümitsizlik bil.
Kendine gel, dudu kuşlarının önündeki şekere benzeme. Zehire benze de ziyandan kurtul.
Yahut da neşelen hitabını duymak için kendini köpeklerin önündeki ölüye benzet.
Hızır da bu gemiyi, zaptedecek kimseden kurtarmak için deldi.

715 “Yokluk benim iftiharımdır” sözü, onun için yüce bir söz oldu, tamahkarlardan gani Allah’ya kaçmama yol açtı.
Mamurelerde oturanların hırsından kurtulmak için defineleri, yıkık yerlere gömerler.
Kanadını yolmayı bilmiyorsan yürü, halvete gir de bütün kanatlarını şuna buna harcatma.
Çünkü sen hem lokmasın, hem lokmayı yiyen. Ey can, aklını başına al, hem yiyorsun hem yeniyorsun!

Allah’dan başka her şey hem yer hem yenir. Çekirge avlamakta olan ve ardında onu avlamaya kalkışan aç doğan kuşundan gafil bulunan kuş gibi. Şimdi ey Ademoğlu, sen yiyor ve avlanıyorsun ama seni de avlayacak ve yiyecek olandan emin olma. Onu baş gözüyle göremiyorsan can ve ibret gözüyle gör de sırrın gözü açılsın

Bir kuşcağız kurt avlıyordu kedi fırsat bulup onu kapıverdi.

720. Yiyordu, yeniyordu, fakat kendisi avlanırken başka bir avcıdan haberi bile yoktu.
Hırsız, bir kumaşı çalmaktadır ama şahne de, hırsızın düşmanları ile beraber ardındadır.
Hırsızın aklı, pılı pırtıda, kilitte ve kapıdadır. Şahneden ve seher çağından ah edeceğinden gafildir.
Sevdasına öyle dalmıştır ki kendisini arayandan haberi bile yoktur.
Bir ot, arı duru bir suyu içti mi derhal bir hayvan gelir, onu otlar yer.

725. O ot, hem yer, hem yenir. Allah’dan her varlık böyledir işte.
Allah “Sizi doyurur, fakat kendi yemek yemez” Allah ne yenir ne yer. O, et ve deri değildir.
Yiyen ve yenilen, pusuya gizlenmiş bulunan bir yiyiciden nasıl emin olabilir?
Yenen şeylerin emin olması, sonunda yas ve matem verir. Yürü, yemeyen içmeyen Allah’nın tapısına git.
Her hayal, başka bir hayali yemekte, her düşünce, başka bir düşünceyi otlamaktadır.

730 Hayalden geçemiyorsun, yahut da uyuyup ondan kurtulamıyorsun.
Düşünce arıdır, uykunsa su. Uyusan bile uyandın mı yine başına üşüşür.
Nice hayal arılar uçuşup durur, seni bu yana o yana çekiştirir.
Bu hayal, yiyenlerin en aşağılığıdır. Öbürlerini ise ululuk ıssı Allah bilir.
Kendine gel de o kaba ve haşin yiyiciler bölüğünden kaç. “Seni biz koruruz” diyen Allah’ya sığın.

735 Yahut da o koruyucuya koşup kurtulmak elinden gelmiyorsa o koruma sıfatını kazanan kişiye kaç.
Elini pirden başkasına verme. Pirin elini tutan Allah’dır.
Senin kocalmış aklın, çocukluğu huy edinmiştir, nefis civarında bu huyu kazanmıştır. O, perde altındadır.
Kamil bir aklı, aklına arkadaş et de aklın, o kötü huydan vazgeçsin. Elini onun eline verdin mi yiyicilerin elinden kurtulursun.

740 Allah, “Allah eli onların ellerinin üstündedir” dedi ya, işte senin elin de o biat ehlinin eli olur.
Elini pirin eline verdin, o her şeyi bilen ulu pire uydun mu, kurtuldun demektir.
Çünkü o, ey mürit, vaktinin peygamberidir... Peygamberin nuru ondan zuhur eder.
Ona uydun, onun elini tuttun mu Hudeybiye’de bulunup Peygambere biat eden sahabeden olursun.
Cennetle muştulanan o on kişiden sayılırsın, halis ve potada erise bile ayarı düşmez altına dönersin.

745 Bu bilelik doğrudur çünkü insan kimi severse ona eşittir.
Bu alemde de onunladır, o alemde de. Bu, huyları güzel Ahmet’in hadisidir.
Dedi ki: “İnsan sevdiği ile beraberdir” Kalp dilediğinden ayrılmaz.
Nerede tuzak ve yem varsa orada az otur. Yürü ey arık kötürüm, kendin gibi arık kötürümleri gör!
Ey zebunların zebunu, şunu da bil ki, el, elin üstündedir el üstünde el vardır.

750 Ne şaşılacak şey, sen hem zebunsun, hem de zebunların elini tutmaya çalışıyorsun. Hem avsın hem de avlamayı diliyorsun.
Onların önüne ardına set olma. Çünkü, sen düşmanı görmezsin ama o düşman ortadadır.
Avcılık hırsı, insanı kendi avlanacağından gafil kılar. Erlik gösterir ama yüreksizdir.
İstekte bir kuştan aşağı olma. Serçe kuşu bile önüne ardına bakınır.
Yemin bulunduğu yere geldi mi önüne ardına kaç kere dolanır.

755 Acaba der, önümde ardımda bir avcı var mı? Varsa onun korkusu ile şu lokmadan el çekmem gerek.
Kötülerin hikayelerini gör, hallerine bak. Eşinin dostunun ölümlerinden ibret al.
Onları silahsız, pusatsız nasıl helak etti? Bir bak. O, herhalde senin yanındadır.
Allah işkence yapar ama gürzle elle değil. Bil ki Allah, elsiz hüküm sürer, ferman yürütür.
Allah varsa hani, nerede? Diyen işkenceye uğradı mı vardır, odur diye ikrar eder.

760. Allah varlığı şaşılacak bir şey, akıldan uzak diyen, gözyaşları döker de ey bana benden yakın Allah diye yalvarmaya koyulur.
Tuzaktan kaçmak vaciptir, fakat senin tuzağın kanadına yapışıktır.
İşte onun için ben, bu menhus tuzağın mıhını çekip çıkarıyorum; murada erişmek için dilimi, damağımı acıtmamak istiyorum.
Bu sözü, senin aklına uygun söyledim. Anla da arayıp taramadan yüz çevirme.
Hırs ve hasetten ibaret olan şu bağı çöz. Ebuleheb’in karısının boynundaki hurma ipini düşün.

Halil aleyhisselamın kuzgunu öldürmesindeki sebep. Bunun müridi helak eden
kötü sıfatlardan hangisinin giderilmesine işaret olduğu

765. Ne bu sözün sonu vardır, ne de bu söz bitip tükenir. Ey Allah Halil’i, kuzgunu neden öldürdün?
Buyruğa uydun doğru. Fakat bu buyruğun hikmeti neydi? Onun sırlarından birazcığını göstermek gerek.
Kara kuzgunun gaa diye bağırması, dünyada daima uzun bir ömür istemesindendir.
İblis gibi tek ve pak Allah’dan kıyamete kadar dünya hayatını ister.
İblis de “Beni kıyamet gününe kadar yaşat “ dedi. Keşke, “Rabbimiz, tövbe ettik” deseydi.

770. Tövbesiz ömür, baştanbaşa can çekişmedir. Hazır olan kaçılmayan ölüm, Allah’dan gafil olmaktır.
Hakla olunca ömür de, ölüm de... ikisi de hoştur. Fakat Allah’sız abıhayat bile ateştir.
Öyle bir tapıdan daima ömür istemesi de lanet tesiriyledir.
Allah’dan, ondan başkasını istemek, görünüşte istenen şeyin artmasını stemektir, ama hakikatte onun tamamı ile eksilmesini dilemektir.
Hele ayrılık ve yabancılıkla geçen ömür yok mu? Bu adeta aslanın huzurunda tilkilik taslamaya benzer.

775. Bana daha fazla ömür ver de daha gerisin geri gideyim; mühletini uzat da daha aşağılık bir hale geleyim demektir.
Nihayet o, lanete nişane olur. Lanet isteyen kişiyse kötü bir kişidir.
Hoş ömür, yakınlık aleminden can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise pislik yemek içindir.
Bana fazla ömür ver ki pislik yiyeyim, daima bana bunu ver ki benim yaradılışım kötüdür demektedir.
O ağzı kokan kuzgun, eğer pislik yemeseydi beni kuzgun huyundan kurtar
diye yalvarırdı.

Münacat

780. Ey toprağı altına çeviren, bir başka toprağı da insanlar babası yapan Allah!
Senin işin, eşyayı olduğu halden çevirmek, ihsan ve lutüflarda bulunmaktır, benim işimse yanlışa düşmek, unutmak ve hata etmektir.
Bilginle yanlışımı noksanı mı döndür. Ben baştan aşağıya kadar sümükten ibaretim, sen beni sabırdan, hilimden ibaret bir hale getir.
Ey çorak toprağı ekmek haline getiren, ey ölü ekmeği canlandıran, can eden.
Ey şaşırmış cana rehberlik eden, ey yolunu sapıtmışı peygamber yapan!

785. Yeryüzünün bir cüzünü gök yaparsın. Yeryüzünün neşesini yıldızlarla artırırsın.
Kim bu alemden bir abıhayat elde ederse ölüm, ona başkalarından daha çabuk gelir çatar.
Kâinata bakan gönül gözü, görür ki burada daima yeniden yeniye bozulup düzelen şeyler var.
Şu ten hırkasının iğnesiz, ipliksiz dikilmesinden ve bakırı altın yapan iksirden başka bir şey değildir.
Sen, var olduğun gün, ya ateştin, ya yel, yahut da toprak.

790. Eğer o halde ebediyen kalman mümkün olsaydı hiç sana bu yücelik nasip olur muydu?
Allah seni değiştirdi. Önceki varlığın kalmadı. Onun yerine sana daha iyi varlık verdi.
Böylece yüz binlerce varlığa büründün ki daima ikinci varlık, ilkinden iyidir.
Bunları değiştiren Allah’dan gör de vasıtaları bırak. Çünkü vasıtalara kapıldın da aslından uzaklaştın.
Nerede vasıta çoğalırsa ulaşma kaybolur gider.

795. Şaşkınlığın, her şeyi sebepten bilmendendir. Halbuki hayret, sana o tapıya yol açar.
Bu varlıkları yokluklardan buldun. Öyleyse neden yokluktan yüz çevirdin?
O yokluktan ne ziyana uğradın ki varlığa yapıştın a yer faresi!
Madem ki ikinci evvelkinden daha iyidir, yokluğu ara, insanı halden hale değiştirene tap.
A inatçı, varlığa düştüğün demden beri şimdiye kadar her lahza yüz binlerce haşir gördün.

800. Haberin yokken cemad aleminden yetişip gelişen nebat alemine geldin.
Nebat aleminden de hayat ve iptila alemine düştün.
Sonra tekrar güzelim akıl ve temyiz alemine gider, bu beş duyguyla altı cihet aleminden kurtulursun.
Bu ayak izleri, deniz kıyısına kadar gider. Sonra deniz içinde ayak izleri yok olur biter.
Çünkü kuruluk menzillerinde ihtiyat için köyler vardır, yurtlar vardır, konaklar vardır.
Deniz konakları da durup dinlenmeyen, sahası ve tavanı olmayan dalgalanmalardır.

805. O menzillerin nişanesi adı sanı yoktur.
Nebat aleminden sırf ruh alemine kadar her iki konak arasında bunlar gibi yüzlerce konak vardır.
Yokluklarda bu varlığı gördün de nasıl beden varlığına böyle yapıştın?
Kendine gel ey kuzgun, kendine gel de şu canı ver, doğan kuşu ol. Allah’nın halden hale döndürmesi karşısında canınla başınla oyna.
Yeniyi al, eskiyi bırak. Çünkü her yılın, geçen üç yıldan daha artıştır daha üstün.

810. Hurma fidanı gibi ihsan sahibi olamazsam var, eskiyi eskiye kat ambarına yığ!
O eski, kokmuş ve pörsümüş şeyi körlere hediye et.
Yeniyi gören seni almaz. O Allah’ya av olur, sana tutulmaz.
Ey kara ve tuzlu su, nerede kör kuş varsa bölük, bölük senin başına toplanır.
Bu suretle de körlükleri artar. Çünkü kara su, körlüğü arttırır.

815. Dünya ehlinin bu sebeple gönül gözleri kördür; onlar, balçıkla bulanmış su içerler.
Madem ki gizli bir alemde abıhayatın yok, şu halde kara ve tuzlu suyu ver, kötülüğü al bu alemde!
Bu halle bir de varlık istiyor, onu anıyorsun ha. Halbuki sen, zenci gibi kara yüzlü olmakla neşelisin.
Zenci aslından öyle doğduğundan, aslından zenci olduğundan o kara renkten hoşlanır, rahattır.
Fakat bir gün güzelleşse, güzel yüzlü bir hale gelse de sonra kararsa çaresini aramaya koyulur.

820. Uçar kuş, yeryüzünde kalsa derde, eleme düşer, feryat etmeye başlar.
Fakat ev kuşu, yeryüzünde güzelce yürür, yem toplar, neşeli bir halde dönüp dolaşır.
Çünkü o aslında uçamaz, öbürü uçucudur.

Peygamber aleyhisselam “üç kişiye acıyın : bir kavmin aşağı bir hale düşen yücesine, yoksullaşan zenginine, cahillere oyuncak olan bilginine” dedi

Peygamber, canım hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,
Hor hakir bir hale gelen yüceye, yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan Mudar kabilesinin arasına düşmüş saf ve temiz alime acıyın.

825. Peygamber dedi ki: Taş ve dağ bile olsanız bu üç bölük halka merhamet edin.
Çünkü o, başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul düştü, parasız kaldı.
Üçüncüsü de, alemde ahmak adamlar arasında belalara uğrayan alimdir.
Çünkü yücelikten horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir.
Bedenden ayrılan uzuv, ölür, yeni kesilmiş uzuv bir müddet oynar, oynar ama bu hareket sürüp gitmez.

830. Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl baş ağrısına eza ve cefaya uğrar.
Köpek gibi bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne gezer.
Suçu olan tövbe eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.

Ceylan yavrusunun eşekler ahırına düşüp mahpus olması , eşeklerin o gariple
gah savaşarak gah alay ederek eğlenmeleri, gıdası olmayan kuru ot yemeye mecbur oluşu…Bu, Allah’nın has kulunun sıfatıdır, o da dünya, hava ve heves
ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür.”İslam garip başlar garip biter. Ne mutlu gariplere” denmiştir. Allah Peygamberi doğru söylemiştir.

Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı.
Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.

835. Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu.
Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu.
Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu.
Kimi, zıddı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar.
Süleyman da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse,

840. Ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım demişti.
Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir kafese kapatılmak!
Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara tutulmuş.
Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla baykuşlardan yaralanır.
İşte can kuşu da, Sebzvar şehrindeki Ebubekir gibi onların arasında zari, zari ağlayıp inleyerek kalakalmıştır.

Muhammed Harzemşah’ın halkı tamamiyle Rafızi olan Sebzvarı savaşla alması, şehirlilerin aman dilemeleri, padişahın bu şehirden bana Ebubekir adlı birisini armağan verirseniz canınızı bağışlarım demesi

845. Muhammet Alp Ulug Harzemşah, tamamı ile mahvolmuş Sebzvar’lılarla savaşa gitmişti.
Askerlerini sıkıştırdı. Ordusu, düşmanları öldürmeye koyuldu.
Şehirliler aman diye huzuruna gelip secde ettiler. Kulağımıza küpe tak, bizi kul et, tek canımızı bağışla.
Sana lazım olan her vergiyi her hediyeyi verelim, onu her yıl çoğaltalım.
Ey aslan huylu canımız senin,bir zamancağız onu bize emanet bırak dediler.

850. Padişah bana Ebubekir adlı birisini getirmezseniz canınızı kurtaramazsınız. Şehrinizden Ebubekir adlı birini bana armağan olarak sunmazsanız,
Size kötülük eder, sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne afsun dinlerim dedi.
Yoluna altın dolu bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini isteme.
Sebzvar’da nasıl olur da Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası bulunur mu? dediler.

855. Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak getirmedikçe
Fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.”
Ey zebun kişi sen de secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın.
Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı nerede? diye aramaya koyuldular.
Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler.

860. Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış.
Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler,
Kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.
Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim.
Bu düşman yurdunda kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim.

865. Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar.
Hamallara verip görsün diye Harzemşah’ın huzuruna götürdüler.
Bu cihan, Sebzvar’dır. Allah eri, burada zayi olur gider.
Harzemşah ulu Allahdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
Peygamber, “Allah, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun” demiştir.

870. Allah, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir.
Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider.
Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Allah, altı cihette de o aynadan nazar eder durur.

875. Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Allah, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.
Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
O olmadıkça Allah kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
Allah, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.

880. Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam.
Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Allah der ki: A iki büklüm adam gönül getir.
Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm.
Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir.
Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır.

885. Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye.
Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu.
Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür.
İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın.

890. Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün.
Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.

895. Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır.
Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.

900. Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur.
Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak.
Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Allah’nın dostu değil ki!
Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.

905 Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.

Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı

O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.


910. Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyunda susun!
Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın.
Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı.
Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.

915. Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.
Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte.
Ben çayırlığın arkadaşıydım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim.
Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim.

920. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi.
Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede.
Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır.
Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim?

925. O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir.
Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.
Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma.
Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.

930. Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır.
Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı arama.
Mısır azizi gayb gözüne kapı açıldığında rüyada,
Yedi semiz ve besili öküzü yedi tane arık öküzün yediğini gördü.
O arık öküzler hakikatte aslanlardı. Böyle olmasa o öküzleri yiyemezlerdi.

935. Şu halde iş eri de surette insan görünür ama hakikatte onda insanı yiyen bir aslan gizlidir.
Adamı güzelce yer, onu tek mücerret bir hale getirir. Derdi varsa tortusunu süzer, saf bir hale sokar.
O bir dert yüzünden bütün tortulardan kurtulur, ayağını süha yıldızının başına kor.
Niceye yolsuzluklarla dopdolu olan kuzgun gibi söylenip duracaksın? Ey Halil horozu neden kestin diyeceksin?
Halil der ki: Buyruğa uydum. İyi ama o buyruktaki hikmet neydi? Söyle de Allah’yı her bir kılımla tespih edeyim.

Halil aleyhisselam’ın, horozu kesmesi, müridin içinde bulunan helak edici ve kötü sıfatlardan hangi sıfatın giderilmesine işarettir?

940. Horoz şehvete mensuptur, şehvetine pek tapar. O zehirli ve kötü şaraptan sarhoştur.
Şehvet soy üretmek için olmasaydı Adem utancından kendisini hadım ederdi. Melun İblis, Allah’ya avlanabilmek için bana kuvvetli bir tuzak lazım dedi.
Allah, ona altın, gümüş ve at gösterdi, halkı bunlarla aldatabilirsin dedi.
İblis, zahiren bunu beğendi. Beğendi ama suratını ekşitti, sıkılmış turunç gibi dudaklarını sarkıttı.

945. Allah, o geberesiceye güzel madenlerden altın ve mücevheratı armağan etti. A melun dedi, şu tuzağı da al. Şeytan dedi ki: Ey güzel yardımcı daha artır.
Yağlı, ballı şeylerle ağır ve değerli şaraplar ve bir çok ipek elbiseler verdi.
Şeytan dedi ki: Yarabbi, imdat et, bundan fazla isterim. Ver de onları iplerimle adamakıllı bağlıyayım.
Bu suretle erkek ve yürekli sarhoşların, erkekçesine o bağları koparsınlar.

950. Bu hava ve heves tuzaklarıyla ipler, senin erini adam olmayanlardan ayırt etsin.
Ey ululuk tahtının sultanı, başka bir tuzak istiyorum, öyle bir tuzak ki insanı baş aşağı atacak kadar şiddetli ve aldatıcı olsun.
Allah, şarap ve çalgıyı getirip önüne koydu.
Şeytan bunları görünce hafifçe güldü neşelendi.
Ezeli azgınlığa haber gönderip fitne denizinin dibinden toz kopar dedi. Musa’da senin kullarından bir kul değil miydi? Deniz dibinde tozdan perdeler salmadı mı?



955. Su her taraftan çekildi ve deniz dibinden bir toz koptu.
Allah erkeklerin aklını, sabrını alan kadın güzelliğini ona gösterince. Parmacıklarını şıkırdatarak oynamaya başladı. Ver, ver şimdicik muradıma kavuştum dedi.
Aklı fikri kararsız hale getiren o mahmur gözleri görünce,
Şu gönlü çöre otu gibi yakıp kavuran dilberlerin yüzlerini seyredince neşelendi.



960. Yüz. ben, kaş. Akik gibi dudaklar. Sanki ince bir perdeden Allah parlamış.
Şeytan, incecik perdeden Allah tecelli etmiş gibi o işveyi görünce derhal yerinden sıçrayıp oynamaya koyuldu.

“İnsanı en güzel bir sıfatla yarattık.Sonra onu aşağılıkların en aşağısına reddettik” ayetiyle “Kimi yaşatır, ömrünün uzun edersek onu kocaltır, güzelliğini ve kuvvetini azaltırız” ayetinin tefsiri

Adem güzellik timsaliydi, melek ona secde etmişti. Fakat Adem, bu güzellikten düşünce,
dedi ki: Eyvah, varlıktan sonra yokluğa düştüm. Allah dedi ki: Cürmün şu: Fazla yaşadın.
Cebrail, onu perçeminden tutup güzeller bölüğünden ve şu cennetten çık dedi.

965. Adem yücelikten sonra bu aşağılık nedir? dedi. Cebrail dedi ki: O lütuftu bu da kahır.
Adem, ey Cebrail dedi, canla, gönülle secde etmiştin. Şimdi nasıl beni cennetlerden sürüyorsun?
Güz mevsiminde ağaçların yaprakları nasıl dökülürse benden de bir sınama yüzünden şu güzelim elbiseler uçmakta.
Parıltısı aya benzeyen yüz, ihtiyarlıkta kertenkele sırtına döner.
Parıl,parıl parlayan o saç, o baş, ihtiyarlık çağında berbat bir hale gelir, tepedeki saçlar dökülür, insan kele benzer.

970.O naz ve edalarla salınan ve mızrak gibi dümdüz olan boy, kocalıkta bükülür, yay gibi iki kat olur.
Lale rengindeki yüz safrana benzer. Aslan gibi kuvvetliyken gücü, kuvveti kesilir, gibi takatsiz bir hale gelir.
Güreşte hileyle bir pehlivanı koltuğuna alıp yere yıkarken şimdi yol yürümek üzere onu koltuklarlar, onun koltuğuna girerler.
Bu ancak gam alametidir, pörsüme nişanesidir. Bunların her biri, ölüm elçisidir.

“Onu aşağılıkların en aşağısına reddettik. Ancak inanan ve iyilikte bulunanlar müstesna. Onlara sonu olmıyan ve kesilmeyen ecir vardır” ayetinin tefsiri

Fakat bir adamın hekimi Allah nuru olursa ona kocalıktan, hararetten bir noksan gelmez.

975. Onun gevşekliği, sarhoşun gevşekliği gibidir. O gevşeklikte bile güçlü kuvvetlidir, Rüstem bile ona haset eder.
Ölürse kemikleri zevke gark olur, zerre,zerre bütün varlığı, şevk ışığına dalar. Fakat nuru olmayan kişi, meyvesiz bağdır. Güz onu alt üst eder.
Gülü kalmaz, kara,kara dikenleri kalır. Saman yığını gibi sararır, mahsulsüz bir hale gelir.
Allahm o bağ ne kusurda bulundu ki o güzelim elbiselerden ayrıldı?

980. Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey sınanan kişi kendine gel!
Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes kendinden uzaklaştırır.
Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir diye davaya kalkışır.
Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.

985. O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.

990. Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.

995. Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.
Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri temizdir, özleri halistir.
Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile göremez.
Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha aklına bile gelmez.
Ey kafirler, “Yaptıkları işledikleri boştur” ayeti, her murada erişmiş kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.



1000. Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret, gelecek devletten gelir.
“Borç verin” emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde yüzlerce devlet görürsün.
Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da kaçabilir?

1005. Allah, onları gönüllerini hoş eder. “Özleri doğrulmuştur halistir” Allah, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup bittikten sonra yine ihsan eder.
Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der. Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri almayız.
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç, hırs ve garez gitti.

1010. Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır.
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik bütün onları, senin başına döktük. Çünkü biz savaşa girmiş, savaşa girmiş savaşta şehit olmuş erleriz derler.
Sen de bu suretle bil ki pak Allah’nın yürekli ve yiğit öyle kulları vardır ki,
Dünya yalanının bıyığını koparırlar, otağlarını yardım burcunun ta üstüne kurarlar.

1015. Bu şehitler yine yeni baştan gazi olurlar. Bu tutsaklar yine yardım elde ederler.
Sonra yine yeni baştan yokluktan baş gösterirler de anadan doğma kör değilsen gör derler.
Sen de bu suretle bil ki yoklukta güneşler vardır. Burada güneş sayılan, orada süha yıldızıdır.
Kardeş yoklukta varlık nasıl olur? Zıt, zıddın içine nasıl girer sığışır?
“Ölüden diri çıkarır” hükmünü bil. Yokluk ibadet edenlerin ümididir.

1020. Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi?
O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi anladıysan düşün bak.
Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
Şu halde yokluk Allah sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.

1025.Allah eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır.
Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder.

Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem

Allah yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi. Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?

A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.

1030. Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var olamaz ki. Köpüğü duygunla görür, denizi de delil ile anlarsın. Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.
Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış meğer.
Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.



1035. Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi?
Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
1040. O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer.
Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
Sana “kul eüzü” yü okumak, ey tek Allah, lütfet, beni bu üfürüklerden koru, feryat bu düğümlerden!
O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım ey imdada yetişen Allah, medet demek gerekir.
Fakat azizim, bunu işinin, gücünün diliyle de okumalısın. Söz dili gevşektir.

1045. Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefakardır ikisi gaddar.
Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün. Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.
Mal seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.
Ölüm günüde dost, sana hal diliyle der ki:
Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.

1050. Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler.

Mustafa aleyhisselam’ın “Sana, seninle beraber mezara gömülecek bir eş, bir arkadaş lazım. Sen, onunla gömülürsün, sen ölüsün ama o diridir. İyi ise sana iyilikte bulunur, kötüyse senden kurtuluşu giderir.Bu eş, bu arkadaş, senin yaptığın işlerdir. Elinden geldiği kadar işlerini iyileştir, iyi amelde bulun” hadisinin tefsiri. Allah elçisi doğru demiştir.

Peygamber dedi ki: Bu yol için amelden daha vefalı bir arkadaş, bir yoldaş yoktur.
Amelin, iyiyse sana ebediyen dost olur. Kötüyse mezarında yılan kesilir.
Babam, doğruluk yolundaki bu amel, bu kazanç, nasıl olur da üstatsız elde edilebilir?
Alemde en aşağılık sanat bile hiç üstatsız elde edilebilir mi?

1055. Her sanatın önü bilgidir, ondan sonra amel gelir. Bu suretle de amel, bir müddet mühletten, yahut ecelden sonra gayda verir.
Ey akıl sahibi, sanata çalış, fakat o sanatı, ehil olan kerem sahibi ve temiz bir kişiden öğren.
Kardeş, inciyi sedefin içinde ara, sanatı da sanat ehlinden iste.
Öğütçüleri gördünüz mü insaf edin de onlardan öğrenmeye çalışın, çekinmeyin. Bir adam tabak olsa da tabaklık sanatını yaparken kirli bir hırka giyse bu hırka, onun zenginliğini ululuğunu azaltmaz ki.

1060. Demirci, demir döverken yırtık pırtık bir elbiseye bürünse halk yanında itibarı eksilmez ki.
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar. Bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.
Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat bellemenin yolu işle.
Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir. Bu hususta ne dilin işe yarar ne elin.
Can yokluk bilgisini bir candan beller. Bu bilgi ne defterden bellenir, ne dilden!

1065. O rumuz, yolcunun gönlünde varsa, ben de remizler bilirim derse yolcu, henüz remizleri bilmiyor demektir.
Yolcunun gönlü açılır,nurlanırsa o vakit Allah, “senin göğsünü açmadık mı? Seni ferahlandırmadık mı?” buyurur.
Senin içini açtık göğsünü ferahlattık.
Sense hala onu dışarıdan istemektesin. Süt sağılan yer, sensin de sen, başkalarının süt sağmasını bekliyorsun.
Sende kıyısı bucağı olmayan bir süt kaynağı var. Sen neden tulumda süt arasın?

1070. A su çeken, denize bir deliğin, bir yolun var senin. utan kuyudan su çekmeye!
“Elem neşrah” ayetinde bildirildiği gibi senin göğsün şerh edilmedi mi ki? Öyleyse neden sıkılır, neden yine şerh istersin ki?
İçinde gönlünün ferahlanmasına, şerh edilmesine bak ki “Onlar, kendilerinde olan Allah delillerini görmezler” ayetindeki kınamaya uğramayasın.

”O sizinle beraberdir” ayetinin tefsiri

Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var da sen hala şuraya buraya koşup duruyor, ekmek istiyorsun.
Şaşkın mısın ne? Kendi başına dolan. Neden her kapıyı dövüp durursun? Yürü, gönül kapısını döv!

1075.Dizine kadar dereye girmişsimde kendinden gafilsin, şundan bundan su isteyip durursun.
Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara ulaşman için önünde de set var, ardında da.
Ata binmişsin, at oyluğunun altında, fakat süvari at arıyor. Bu nedir? dense at, fakat nerede? Diyor.
Hey gidi hey! Bu altındaki at nedir? dedin mi evet diyor, at ama o atı kim gördü acaba?
Suyun sarhoşu su da gözünün önünde. Kendisi su içinde, fakat akar sudan haberi bile yok.

1080. İnci gibi hani. İnci de deniz içinde deniz nerede? Der. Sedef gibi olan hayal onun duvarı.
Nerede demesi kendisine hicap olmakta, güneşin ziyasını kaplayan bir bulut kesilmede.
Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi, kendisine set kesilmede.
Aklı kulağına bağ olmada. Ey Allah şaşkını, aklını Allah’ya ver.

Mustafa aleyhisselam’ın “Bütün dertlerini bir dert yapanı, Allah başka dertlerden kurtarır. Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeylere dertlenen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa Allah kayırmaz”hadisinin tefsiri




Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.

1085. Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir?
Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir.
Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz, öbürüyse meyve verir.
Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
Adalet nedir? ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? dikeni sulamak.



1090.Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil.
Zulüm nedir? bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur.
Allah nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle, sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil.
Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına az tattır.
Yük dengini İsa’nın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan eşeği çayıra salıveriyor.

1095.Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart değildir. Gönülsen yürü, nazlan, horluk çekme. Bedensen şeker yeme, zehir tat!
Zehir bedene faydalıdır, şeker zararlı. Bedenin yardım görmemesi daha iyidir. Cehennem odunu bedendir, onu azalt, bir odun daha biterse hemen kes!
Yoksa iki alemde de Ebuleheb’in karısı gibi odun hamalı olursun, odun hamalı.

1100.Sidre dalını odundan farket, ikisi de yeşil görünür yiğidim ama bir değildir. O dalın aslı yedinci kat göktü.
Bu dalın aslı ise ateştir, dumandır.
Duyguya göre ikisi de birbirine benzer. Çünkü göz ve duygunun mezhebi, yanlış görmedir.
Bu, can gözüne görünür, gönle varmak için yorul çabala. Ayağın yoksa yuvarlan da nihayet her azı, her çoğu gör.

Şu beytin manası
Yolcuysan, yoldaysan, sana yol açarlar.
Yok olursan sana varlıkla yönelirler.



1105.Zeliha, her taraftan kapıları kapadı ama Yusuf’ta hiçbir hareket görünmedi. Kilit ve kapı tekrar açıldı, yol göründü. Çünkü Yusuf, Allahsına dayanmıştı, her yana dönüp dolaşmaktaydı.
Alemde bir yarık görünmemede ama Yusuf gibi hayran bir halde her yana koşup gelmek gerek.
Ki kilit açılsın, kapı görünsün, mekansızlık size yer olsun.
Ey sınanan kişi, aleme geldin ama geldiğin yolu hiç görmüyor musun?

1110. Sen bir yerden, bir yurttan geldin. Geldiğin yolu bilmiyor musun, hayır, değil mi?
Mademki bilmiyorsun, yol yok deme. Bu yolsuz yoldan bize gitmek görünür. Rüyada neşeli bir halde sağa, sola gitmektesin. O meydanın yolu nerede biliyor musun?
Sen gözünü kapa, kendini teslim et de kendini o eski şehirde göresin.
Fakat gözünü nasıl kapatabilirsin ki yüzlerce mahmur göz, senin gözünü kapatmadan seni senden almada.

1115. Sen bir müşterinin aşkı ile gözünü dört açmışsın, ulu olma, baş olma ümidine kapılmışsın.
Uyusan bile rüyada o müşteriyi görmedesin. Kötü baykuş, rüyada yıkık yerden başka bir şey görebilir mi?
Kıvrıla büküle her an müşteriyi aramadasın. Fakat neyin var ki satacaksın? Hiçbir şeyin yok, hiçbir şeyin.
Gönlünde bir ekmek, bir kuşluk kahvaltısı olsaydı alıcılara aldırmazdın bile.

Peygamberlik davasına kalkışan kişiye “Ne yedin de böyle ahmaklaştın, saçma sapan söyleniyorsun?” denilince “Bir şey bulup yeseydim ne ahmaklaşırdım ne saçma sapan söylenirdim” demesi. Her iyi söze, ehlinden başkasına söylenirse saçma denir, hatta söyliyenler, o sözü söylemeye memur olsalar bile

Birisi ben peygamberim bütün peygamberlerden üstünüm diyordu.

1120. Boynunu bağlayıp padişaha götürdüler, dediler ki: Bu, ben Allah elçisiyim demekte.
Halk, bu ne hiledir, bu ne saçma ve kötü şey diye karınca ve çekirge gibi başına üşüşmüş.
Eğer bu, yokluk aleminden elçi olarak gelmişse diyorlar, biz hep peygamberiz hep yüceyiz.
Biz de oradan garip olarak geldik, neden bu peygamberlik, sana mahsus olsun?
Siz de uyuyan bir çocuk gibi yoldan, duraktan habersiz bir halde gelmediniz mi?

1125.Duraklarda uykuda ve sarhoş olarak geçtiniz. Yoldan, yukarıdan, aşağıdan bir haberiniz bile yoktu.
Bizse hoş bir halde beş duygu ve altı cihet aleminin ötesinden ta beş duygu ve altı cihet alemine kadar uyanık olarak yürüdük.
Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı.
Onun için durakların aslını temelini gördük.
Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa ölüverecekti.

1130.Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni adeta cama dönmüştü.
Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye sorayım, Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden çıkarır dedi.
Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de iyilikti.
Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.

1135.Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm.
Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?



1140. Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer.
Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.

1145. Filan yerde seni bir güzel oğlan çağırıyor, sana aşık olmuş dersen bunu anlar.
Fakat Allah’dan bal gibi haber verir, ey ahdına bütün kul, Allah’ya gel dersen,
Bu ölü alemden vazgeç de azık ve kar alemine git. Madem ki baki olmak imkanı var, fani olma diye öğütte bulunursan,
Senin kanına kastederler. Fakat bu, din ve hüner taassubundan değildir.

Halkın, onları Allah’ya ve ebedilik abıhayatına çağıran Allah velilerine düşman olmasının ve onlarla yabancı bir halde yaşamasının sebebi

Hatta mala mülke sarılmaları yüzünden bu sözleri duymak, onlara acı gelir.

1150. Eşeğin yarasına bir bez bağlasan da o bez, yaraya yapışsa, sonra onu çekip çıkarmak istesen eşek derhal,
Acıdan çifte atmaya kalkışır. Ne mutlu o adama ki böyle bir işe girişmedi.
Hele eşeğin elli tane yarası olsa, her yarasının başında, yaraya yapışmış bir bez bulunsa artık var sen kıyas et!

Mal mülk, bez gibidir, bu hırs ise yara. Kimin hırsı fazla ise yarası fazladır. Baykuşun malı mülkü ancak yıkık yerdir. O, Tabes ve Bağdat şehirlerinin vasıflarını dinlemez bile.

1155. Padişah kuşu yoldan geldi mi bu baykuşlara, padişahtan yüzlerce haber getirir.
Saltanat merkezini oradaki bağları bahçeleri, dereleri anlatır. Anlatır ama ona yüzlerce düşmen vah vah eder.
Doğan kuşu eski masallar anlatmada, saçma sapan söylenip durmada.
Halbuki asıl eskimiş ebedi olarak çürümüş olanlar, onlardır. Yoksa o nefes eskiyi yenileştirir.
Eski ölülere can verir, akıl tacını giydirir, iman nuru bağışlar.

1160. Ruh bağışlayan güzelden nurunu esirgeme. O seni kır atın üstüne bindirir.
Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.
Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerede bir diri? Abıhayatın bulunduğu tarafa koşan kim?
Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?
Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.

1165. Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne.
Kökün iyileşmesine”, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.
Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür. Kökü çürümüş ağaç meyve vermez.
Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kurumuşsa faydası yok.
Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde yüzlerce yaprak el sallar.

1170. İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa benzer, ahitse onun içindir.

Kötü işli adam, kötülükte sabit oldu da iyilik edenlerin eriştikleri devleti gördü mü? Şeytan olur, hasedinden hayrı menetmeye kalkışır, Şeytan gibi hani. Harmanı yanan da herkesin harmanının yanmasını ister. “Görmedin mi namaz kılan kulu, namaz kıldırmaya çalışanı?”

Vefakarların faydalandığını gördün mü sen, Şeytan gibi haset edersin.
Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını ister.
Şeytan gibi hasetçi değilsen dava kapısını bırak da vefa tapısına gel.
Madem ki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik davasıdır.

1175. Bu söz, gönlü geliştiren bir sözdür. Susmakla insan yüzlerce gelişmeye nail olur. İçteki şey, dile geldi mi iç, harç olur gider. Çok harç etme de o güzelim iç kalsın.
Az söyleyen adam da derin bir düşünce vardır. Söyleme kabuğu arttı mı iç yok olur.
Kabuk kalın olursa iç küçülür, zayıflar. İç kemale geldi, güzelleşti, büyüyüp oldu mu kabuk incelir.
Hamlıktan kurtulup yetişen olan cevize, bademe ve fıstığa, şu üç meyveye bir bak.

1180. Kim isyan ederse Şeytan olur, iyilerin devletine haset eder.
Allah ahdine vefa edersen Allah da kereminden senin ahdini korur.
Sense Allah’ya vefa etmekten gözünü yummuşsun. “Beni anın da sizi anayım” ayetini duymadın mı ki?
“Ahdıma vefa edin” ahdına kulak ver de sevgiliden “Ahdınıza vefa edeyim” vaidi gelsin.
Ey hüzün sahibi, bizim ahdımız ve borç vermemiz nedir? yere kuru tohum ekmek gibi.

1185. Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir.
Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et demektir.
Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
Tohumun yoksa Allah, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler.

1190. Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden sanat sahibi Allah, o kuru hurma ağacını yeşertti.
Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Allah bu yüzden o istemeden onun yüzlerce muradını vefa etti.
Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile onlara kul, köle kesilmiştir.
Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir Allah ikramıdır.

1195. Onlar, öyle gizli ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır ki, ne akla, hayale gelir, ne de söze sığar.
Zaten iş, ebedi olan, kesilmeyen, tükenmesine imkan bulunmayan ikram ve ihsandır.

Münacat

Ey gıda, temkin ve sebat ihsan eden Allah, halkı bu sebatsızlıktan kurtar.
Sabit olmak lazım olan iş de bu iki büklüm olmuş nefse yardım et, onu doğrult. Sen onlara sabır ver, sen onların terazilerinin iyilik kefelerini ağırlaştır, sen onları suret düzenlerinin hilesinden kurtar.

1200. Ey kerem sahibi, sen onları hasetten geri çek de haset yüzünden taşlanmış Şeytan olmasınlar.
Halk geçici mal ve beden uğruna hasetten yanıp duruyor.
Padişahlara baksana. Haset yüzünden ordu çekip akrabalarını öldürüyorlar. Pislikle dolu düzenbaz aşılar, birbirlerinin kanına, canına kastediyorlar.
Vise’nin, Ramin’in, Husrev’in, Şirin’in hikayelerini oku, o ahmakların haset yüzünden neler yaptıklarını gör.

1205. Aşık da yok oldu, maşuk da. Zaten onlar da bir şey değillerdi, aşk ve hevesleri de.
O temiz Allah’dır ki yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur, işler çıkarır. Gönlü perişan aşığın gönlünde hasetler baş gösterir. Var olan, yoku bu çeşit güçlüklere sokar, böyle mecbur eder.
Herkesten ziyade merhametli, esirgeyici olan şu kadınlar yok mu? Öyle olduğu halde iki ortak hasetten birbirini yer.
Taş yürekli erkekleri düşün, artık haset yüzünden onlar da ne hale düşerler, bir kıyas et.

1210. Şeriat, latif afsun okumasaydı herkes, düşmanının bedenini yırtar, paramparça ederdi.
Şeriat şerri def etmek için bir rey kullanır, Şeytanı delil şişesi içine hapseder. Boşboğaz Şeytanı, tanıkla, yeminle, aht’e yemininden dönmesinden ilzam ederde Şeytan bu suretle şişeye girer.
Şeriat iki zıttı hoşnut eden bir teraziye benzer. Alayla doğruyu bir araya getirir. Şeriat, bil ki kileye teraziye benzer. Onun sebebi ile iki düşman da savaştan kinden kurtulur.

1215. Terazi olmasa o düşman, ziyan ettiğini, hileye uğradığını vehim etmeden nasıl kurtulurdu?
Şu halde şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır, hep cefadır.
Dünya böyle olunca artık devlet ve ikbale erişme hususunda cinler ve insanlar, nasıl hasede düşerler, düşün!
Zaten o şeytanlar, eski hasetçilerdir. Bir an bile yol kesmeden vazgeçmezler. İsyan tohumunu eken Ademoğulluları da haset yüzünden şeytan olmuşlardır.

1220. Kuran’ı oku da bak. İnsan şeytanları da, Allah’nın çarpmasıyla Şeytan cinsinden olmuşlardır.
Şeytan birisini kandırma da aciz oldu mu bu çeşit insanlardan yardım ister.
Siz dostsunuz, bize dostlukta bulunan, bizdensiniz, bizim tarafımızı tutun derler.
Alemde birisinin yolunu kestiler, birini azdırıp yoldan çıkardılar mı iki cinsten olan şeytanlar da sevinirler.
Birisi imanla can verdi, dinde mertebesi yüceldi mi iki bölük de feryada, ağlayıp bağırmaya koyulur.

1225. Bir edep sahibi birisine akıl verdi, onu doğru yola getirdi mi iki bölük de dişlerini çiğnemeye hayıflanmaya başlarlar.

Padişahın, peygamberlik davasına kalkışan kişiye “Doğru peygamber olan, adama ne bağışlar, yahut kendisiyle görüşen ve ona hizmet eden kişiler, dille verilen öğütten başka ondan ne ihsan elde ederler?” diye sorması

Padişah söyle bakalım bari, vahiy nedir, yahut da peygamber olan, ne elde eder? Diye sordu.
Adam dedi ki: Ne vardır ki peygamber, onu elde etmesin, yahut ne devlet kalmıştır ki peygamber ona ulaşmış bulunmasın?
Tutalım ki bu peygambere gelen vahiy, Allah sırlarının hazinesi değil, bal arısının gönlüne gelen vahiyden de aşağı değil ya.
“Allah bal arısına vahiy etti” ayetine gelince onun vahiy evi tatlılarla doldu.

1230. O yüce ve ulu Allah’nın vahiy nuru ile alemi mum ve balla doldurdu.
Bense insanım, hakkımda “Biz onu ululadık” dendi. İnsan yücelere gitmede. Artık insana olan vahiy nasıl olur da arıya gelen vahiyden aşağı olur?

Sen “Biz sana kevseri – çokluğu, tükenmez soy sopu verdik” ayetini okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse?
Yoksa Firavun musun ki kevser, sana Nil gibi kan oluyor, pisleniyor a illetli adam.
Tövbe et. Düşmanlardan vazgeç. Onun testisinde kevser suyu yoktur.

1235. Kimi, kevserden benzi kızarmış görürsen onun la düş kalk, onun huyuyla huylan. Çünkü o, Muhammed huyuyla huylanmıştır.
Böyle yap da “Allah için sever” lerden sayıl. Çünkü Ahmet’in ağacında biten elma ondadır.
Kimi, kevser içmemiş dudağı kuru görürsen onu ölüm ve sıtma gibi düşman say. Baban anan bile olsa o, hakikatte senin kanını içen bir düşmandır.
Bunu, Allah Halil’den öğren. O, önce babasından bizar oldu.

1240. Böyle ol da Allah tapısında “Allah için sevmez düşmanlık eder” ler arasına katıl, aşk gayreti de seni kınamasın.
Sen, “La ilahe illahlah – Allah’dan başka yoktur tapacak” sözünü okumadıkça bu yolun izini bulamazsın.

Bir aşığın sevgilisine, ettiği hizmetleri, gösterdiği vefaları, uzun gecelerde “Yanının yatak görmediğini”, uzun günlerde çektiği elem ve iştiyakı anlatıp da ben bundan başka bir şey varsa beni irşadet. Ne buyurursan yapayım, hatta dilersen Halil aleyhisselam gibi ateşe atışalım, Yunus aleyhisselam gibi kendimi deniz canavarının ağzına atayım, Cercis aleyhisselam gibi yetmiş kere öldürmem lazımsa öldüreyim. Şuayb aleyselam gibi ağlamaktan kör olmak gerekse olayım” demesi peygamberlerin vefalarının, canlarıyla oynamalarını saymaya imkan yok ya, Sevgilinin de ona cevap vermesi

Bu aşık sevgilisinin huzurunda yaptığı işleri bir bir sayıyor, diyordu ki:
Senin için şunları yaptım, bunları ettim. Şu savaş meydanında oklara nişan oldum.
Mal gitti kuvvet gitti, namus gitti. Aşkından nice muratsızlıklara uğradım.

1245. Hiçbir sabah, beni uyur, yahut güler bir halde görmedi. Hiçbir akşam, beni düzgün bir halde bulmadı.
Acı ve tortulu neler içmişse etraflıca ve bir bir saymaktaydı.
Sevgilisine minnet olsun diye değil de aşkına yüzlerce tanık olmak üzere bunları sayıp döküyordu.
Aklı olanlara bir işaret yeter. Aşıkların sevgiliye karşı duydukları susuzluk, ne vakti gider, biter ki,
Usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir işaretle duru suya kanar mı?

1250. Bir söz bile söylemedim diye şikayet ederek o eski derde ait yüzlerce söz söylüyordu.
Onda bir ateş vardı fakat neydi, bilmiyordu. Yalnız mum gibi, onun hararetiyle ağlayıp duruyordu.
Sevgili dedi ki: Doğru bütün bunları yaptın ama kulağını iyi aç ve dinle,
Aşkın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var ki onu yapmadın. Bu yaptıklarının hepsi feridir.
Aşık söyle dedi, o asıl nedir? Sevgili dedi ki: Ölmek ve yok olmaktır.

1255. Hepsini yaptın fakat ölmedin hala dirisin. Canınla oynayan aşıksan hemen öl.
Aşık o anda uzanıp can verdi. Gül gibi başı ile oynadı, gülerek sevinçli bir halde ölüp gitti.
O gülüş onda ebedi olarak kaldı, arif kişinin zahmete uğrayan canı, aklı gibi.
Ayın nuru her iyiye kötüye vursa bile hiç kirlenir mi?
O yine tamamı ile tertemiz aya dönüp gelir, akıl ve can nurunun Allahya dönüp ulaşması gibi.
Işığı yoldaki pisliklere vursa bile ayın nuru daima temizdir.

O yoldaki pisliklerden, o bulaşıklardan nur, pislenmez.
Güneşin nuru “Geri dön” emrini duymuş, acele aslına dönmüştür.
Ne külhanlarda pislenmiştir, ne gül bahçelerinin kokusunu almıştır.
Göz nuru ve nur görmüş zat, aslına dönmüştür; sevdası ovalarda, çöllerde kalmıştır.

Birisi, arif bir alime “Biri, namazda sesle ağlar, ah ederse namazı batıl olur mu?” diye sordu. Arif alim “O yaşın adı, gözyaşıdır. Fakat ağlıyan ne görmüş, ona dikkat etmek gerek. Eğer Allah iştiyakına düşmüş de bu yüzden ağlamış, yahut günahlarından pişman olmuş da ondan dolayı feryadetmişse namazı bozulmaz, daha kamil olur. Çünkü “Kalb huzuru olmadıkça namaz, namaz değildir” denmiştir. Yok, bedeni bir hastalıktan, yahut oğlunun ayrılığından ağladıysa namazı bozulur. Çünkü namazın aslı, bedeni, oğlu terketmek ve İbrahim gibi oğlunu kurban edip Nemrud’un ateşine atılmaktır, namazın kemali için bu lazımdır. Bu huylara bürünmek için Mustafa aleyhisselam’a da “İbrahim’de sizin için uyulacak huylar, sıfatlar vardır” diye emir gelmiştir.

1265. Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, Acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz midir?
Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek.
Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı?
Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir.

1270. Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de.

Bir mürit, şeyhin huzuruna geldi. Pir, ihtiyar demek olan bu şeyh söziyle yaşça ihtiyar olan değil, akıl ve marifet bakımından tecrübe sahibi bulunanı kasdediyorum. İsa aleyhisselam da beşikte çocuktur, Yahya aleyhisselam da çocuk mektebine gider ama ikisi de pirdir, peygamberdir, mürit, şeyhini ağlar buldu. Onu görüp ona uydu, o da ağlamaya koyuldu. İş bitip dışarı çıkınca şeyhin halini daha iyi bilen başka bir mürit, gayrete gelip hemen arkasından koştu, ona yetişti. Dedi ki: Kardeş, bak, sana söyliyim: Allah hakkı için şeyh alıyordu, ben de ağladım diye aklına bir şey getirme ve böyle bir söz söyleme. Otuz yıl riyasız riyazat çekmek, tehlikeleri atlatmak, ejderhalarla dolu denizleri, aslan ve kaplarla dolu yüce dağları aşmak gerektir ki şeyhin ağlayışına sahip olasın; yahut da bütün bunlarla beraber yine o ağlayışa sahip olmazsın, bu da var. O makama erişebilirsen “Yeryüzü bana gösterildi” diye çok şükür etmen gerek.

Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu.
Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı.

Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere.
Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir.

1275. Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi yoktur. Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye başlar.
Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.
Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir.
Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.

1280. Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir. Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.
“Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler.
Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.
Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar.

1285. Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan,
Ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat?
Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama.
O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma.

1290. Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır.
Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.
Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin.
Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.
Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar.

1295. O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde yüklenendir.
Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.
O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı.
Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.

1300. Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan!
Ey vefalı mürit, Allah hakkı için, Allah hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama,
O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir.
Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez.
Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.

1305. O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz.
Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma. Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer.

1310. Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile!
Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl bilir?
Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir? Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı nereden bilecek?
Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de kendi rengine boyar.

1315. Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok o yoksul:
Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer.
Harfler de görünüşte bu harflere benzerler.
Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi?
Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.

1320. Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Allah’dan gelmiştir.
Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma. Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer.
Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir.
Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?

1325. O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular.
Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda.
Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir.
“Hâ mim” Allah lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar. Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.

1330. Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Allah’nın huyudur.
Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.
Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.

Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı,ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim canım, a benim gözümün nuru,aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.

Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.

1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.
Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,

1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi.
Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.

1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.

1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.

1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.

1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,
Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!

1365. Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir.
Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.
Yalnız Allah kulu böyle değildir. yahut da Allah birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!
Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.

1370. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir.
Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir?
Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl gösterir? Bir düşün artık.
Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç.
Yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcetmek gerektir.

1375. Şu halde nikah Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin.
Madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar.
Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle.
Ateşin ne yaptığını bilmezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma.
Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba.

1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin.
Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın.
Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı.
O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.

1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü.
Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi.
Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana.
Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.

1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?
Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
Allah, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.

1395. Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Allah hakkı için eşeğe benzeyen nefisten kaç.
Allah, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir.
Allah hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu.
A haris adam doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile olsa.

1400 Allah, teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku.

701 – 1400 Beyitlerin Notları :

S. 60-61, B. 726-728: "De ki: Allah'dan başka gökleri ve yeryüzünü yaratan, kullarını yedirip doyuran fakat yemeyen birisi var mı ki onu dost edineyim? De ki: Ben müslüman olanların ilki olmaya ve müşriklerden olmamaya memurum." Sûre 6 (En'âm) âyet 14.

S. 61-62, B. 740-743: Peygamber, Mekke fethinden önce hac etmek üzere sahabesiyle Mekke'ye gitmek istemiş ve hattâ hac edecekleri için yanlarına yalnız kınsız olarak birer kılıç almışlardı. Mekke'ye Osman elçi olarak gönderildi. Fakat müşrikler, müslümanların Mekke'ye girmelerine izin vermedikleri gibi Osman‘ı da hapsetmişler, bunun üzerine Hudeybiye denilen yerde bulunan Peygamber, orada bir ağacın altına oturmuş ve Allah ve Allah elçisi uğruna ölünceye kadar canlarıyla, mallarıyla savaşacaklarına dair kendilerine biat etmelerini emretmiş ve sahabe, sevinerek ellerini Peygamber'in eli üstüne koyarak biat etmişlerdir. Kur'an'ın 48 inci sûresi bulunan Feth sûresinin 10 uncu âyeti bunu şöyle anlatır: "Onlar ki sana biat ettiler, şüphe yok söz bundan ibaret: Allah'ya biat ettiler. Allah eli, onların ellerinin üstündedir. Kim bu biattan dönerse zararı kendisine. Kim Allah'ya ahdettiği şeyde durursa ona yakında büyük bir mükâfat verilecektir." Hudeybiye, Mekke yolunda bir kuyudur. Bu münasebetle de oraya bu kuyunun adı verilmiştir. Aynı sûrenin 18 inci âyetinde "Muhakkak Allah, sana ağaç altında biat eden inanmış kişilerden razı oldu, onların kalplerindekini iyice bildi, onlara tam bir inanış ve huzur indirdi. Onlara yakın zamanda bir fetih verdi" dendiğine göre bu biata "Şeceretür rıdvan biati", o ağaca "Şeceretür rıdvan" yani Allah rızası ağacı denmiş, biatta bulunan sahabe de Biatür rıdvan sahabesi diye anılmıştır. Sofiler, bu biata büyük bir önem, verirler. Onlarca tarikata giren salik, şeyhin elini tutmakla bu biat ehlinden olmuştur. Şeyhin eli, şeyhten şeyhe gide gide pire ve nihayet H. Muhammed'e dayanır ki onun eli de hakikatte Allah elidir. Hattâ bu inanışı, aralarında "El ele, el Hakk'a" sözüyle anlatırlar. Peygamber'in altına oturduğu ağaç, zaman geçtikçe ziyaret edilmeye başlanmış ve bunun sonucunun puta tapma gibi bir şey olacağını gören ikinci Halife Ömer, bu ağacı kestirmiştir.

S. 62, B. 744: Sahabenin dereceleri, Sünni'lere göre şöyledir: Peygamberden sonra en ulu ve derecesi yüksek kişi Ebubekir, ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali'dir. Ömer'den sonra Osman'la Ali'yi bir derecede tutanlar, yahut Ali'yi Osman'dan üstün görenler de vardır. Bu dört sahabeye "Çar yârı güzin" yani seçilmiş dört dost denir. Bunlardan sonra bunların da dahil oldukları on kişi gelir ki bunlar, ilk müslüman olanlardandır ve Peygamber, bunların cennetlik olduğunu "muştulamıştır. Bu on kişi şunlardır: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Abdürrahman-ibn-i Avf, Sa'd-ibn-i Ebivak-kas, Talha, Zübeyr, Ebuubeyde, Said. Bu on kişiye, cennetle muştulandıklarından "Aşereyi mübeşşere' yani cennetle muştulanmış on kişi denir. Bunlardan sonra Bedir savaşında bulunanlar, onlardan sonra Uhud savaşında bulunanlar onlardan sonra Hudeybiye biatında bulunanlar, onlardan sonra sair sahabe gelir. Sahabenin derece bakımından en aşağı olanları, Peygamber tarafından kendilerine zekâttan para ve hayvan ayrılıp verilerek kalpleri müslümanlığa ısındırılmaya çalışılan ve bu suretle müslüman edilen, yahut müslümanlıkta durmaları temin olunan, bu yüzden de kendilerine "Müellefetülkulûb" denen dört yüz kadar kişiyle Mekke fethinde esir edilip azat edilenlerdir ki Muaviye, babası ve anası, bunlardandır. Sahabeden sonra sahabeyi görenler, onlardan sonra da sahabeyi görenlere ulaşanlar, ileri derecede sayılırlar.

S. 62, B. 747: Peygamberin "İnsan, dostunun dinindedir", "insan sevdiğiyle beraberdir" ve "Kim, kendisini bir kavme benzetirse o kavimdendir, Kim bir kavmi severse onlarla haşredilir" dediği rivayet edilmiştir.

S. 62, B. 751: "Onların, önlerine de set koyduk, ardlarına da; gözlerini örttük, onlar görmezler." Sûre 36 (Yasin), âyet 9.

S. 63, B. 764: Kur'anın 111 inci sûresinin (Leheb) son âyetinden alınmadır (5).

S. 64, B. 769: Kur'anda Şeytanın "Beni, insanları dirilteceğin güne kadar yaşat" dediği
anlatılmaktadır (Sûre 7, A'raf, Ayet 14).

S. 65, B. 781: Sofilere göre her şey, Allahnın zatî iktizası olan bilgisinde sabit "ilmî suretler" in tecellisidir ve kâinat, bu ilmî suretlerin tecellisi olmak bakımından vardır, Tann'dan ayrı ve müstakil varlığı yoktur. Allah bilgisindeki bu suretlere "Ayanı sabite" denir. Sofilerce her şey, Allah bilgisinde nasılsa bu madde âlemi dediğimiz âlem de öyle tecelli etmiştir. Bu inanış, Yunan felsefesinin müslümanlaşmış bir şeklinden başka bir şey olmıyan "Hukemâ felsefesi" nde de böyledir. Onlarca, da yaratıcı kudretin faal tecellisi olan Aklı küll ile bu faaliyetin meydana getirdiği münfeillik, yani Nefsi Küll, göklerdeki yıldızları meydana getirmiş, bu yıldızlarını hareketi şevkiyye ile dönmeleri dört unsuru, yani ateş, yel, su ve toprağı vücuda getirmiş, göklerle bu dört unsurun birleşmesinden cemat, nebat ve hayvan vücut bulmuştur. Her şey, ne olması lazımsa o suretle olmuştur, ilim, maluma tâbidir. Bir şeyin değişmesine imkân yoktur. Yalnız sofiye, bu son noktada Hukemâ ile bir değildir. Onlarca Allah, dilerse bir şeyin aynı sabitini, yani bilgisindeki sureti değiştirir. "Bu, pek nadir olur, fakat olabilir. Buna "Tebdili ayan" derler ki kerametlerin en yükseğidir. Allah'ya yakınlaşmış, daha doğrusu mevhum varlığından tamamiyle geçmiş, Hak varlığıyla var olmuş birisi, dilerse ayanı tebdil edebilir taşı altın, altını taş yapar. Yahut bir şeyi bir yerde yok eder, başka bir yerde var eder.

S. 65, B. 788: Kimya ve iksir için bakınız: c. l, s. 50,. b. 561 in izahı.

S. 65-66, B. 789-802: Devirden bahsediyor.

S. 68, B. 822 den sonraki başlık ve bahis: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir.

S. 68, B. 831 den sonraki başlık: "Şüphe yok ki islâm garip olarak başladı, yakında yine başladığı gibi garip olur. Ne mutlu gariplere, ne mutlu gariplere, ne mutlu gariplere." Bu hadîsin Müslim hadislerinden olduğunu Ankaravi yazmaktadır.

S. 70, B. 844 den sonraki başlık : "Rafz, terketmek mânasına gelir. Rivayete göre İmam Huseyn'in oğlu Ali Zeynelâbidin'in oğlu Zeyd, Emeviler'e isyan ettiği zaman yanında bulunanlar, kendisinden Ebubekir ve Ömer hakkındaki kanaatini sormuşlar, o da onları hayırla anınca kendisini terketmişler, bu münasebetle Zeyd, "Rafaztümûnî" yani beni terkettiniz demiş ve bundan sonra bunlara, daha sonra bütün Şiî'lere Sünnîler tarafından Râfızi denegelmiştir.

S. 71, B. 869: Ebuhüreyre, Peygamberin ''Allah, ancak sizin kalblerinize ve amellerinize bakar, suretlerinize ve mallarınıza değil" dediğini rivayet etmiştir.

S. 76, B. 931 den sonraki başlık: Yusuf peygamber, zindanda iken Mısır azizi, yedi zayıf öküzün yedi semiz öküzü yuttuğunu ve yedi tane yeşil buğday başağıyla yedi kuru buğday başağını rüyasında görmüş, bunu düş yorucular, yoramamışlar, evvelce zindanda rüyasını yorduğu zatın aklına Yusuf gelmiş, azize söylemiş, o da Yusuf'u zindandan çıkartmıştı. Yusuf, bu rüyayı, yedi yıl bolluktan sonra yedi yıl kıtlık olacağı tarzında yormuş ve Mısır Azizi tarafından Mısır hazinelerine emin tâyin edilmişti. Yusuf, hikâyesi, Kııran’ın 12 nci suresi olan Yusuf sûresinde uzun boylu anlatılır. Bu âyet, o sûrenin 46 ncı âyetidir.

S. 77, B. 956-957: Peygamberin, kadınlar hakkında "Onlar Şeytan'ın ipleridir", "Dünyadan ve kadınlardan sakının, iblis, pusudadır ve insanları, kadınlarla avladığından daha mükemmel hiçbir şeyle avlıyamaz" ve "Bundan sonra sizin kadınlara uymanızdan fazla hiçbir şeyden korkmam. Sakının kadınlardan" dediği rivayet edilmiştir.

S. 79, B. 961 den sonraki başlık: "Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra ona aşağı âlemlerin en aşağısına indirdik." Sûre 95 (Tîn), âyet 4-5“ "Kimi yaşatır, ömürlü edersek onun gücünü, kuvvetini azaltırız, hiç akıl etmezler mi ki?" Sûre 36 (Yasin), âyet 68.

S. 80, B. 973 ten sonraki başlık: Sûre 95 (Tin), âyet 8. S. 82, B. 996-999: Sûre 47 (Muhammed), âyet 4-5 ten.

S. -84, B. 1025 ten sonraki başlık ve bahis: Âlemin aslı, vücudu mutlak olan Allah'nın, zati iktizası olan bilgisinde sabit "ilmî suretler" dir. Âlem, bu surelerin tecelli-. sinden, ibarettir, yoksa âlemi âlem olarak düşünürsek yoktur. Bunun için "Ayan, yani Allah bilgisindekl suretler, varlık kokusunu bile duymamışlardır" denmiştir. Bu suretle bu âlem, yok olduğu halde var görünür. Halbuki asıl var olan âlem, Allah bilgisinde sabit olan "ilmî suretler" dir, fakat bu âlem de var olduğu halde yok gibi görünür. İşte bunun için adem, yani yokluk, varlığa bir ayna olmuştur. Hakikî varlık, o aynada tecelli eder. Şüphe yok ki bütün bu inanış, Eflâtun'un "İde" yani misâl âleminden meydana gelmiştir.

S. 85, B. 1042: Kur'an'ın 113 ve 114 üncü sûrelerine işarettir.

S. 86, B. 1050 den sonraki bahis ve başlık: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir.

S. 86, B. 1056-1058: Bu üç beyit arapçadır.

S. 86, B. 1057: "Senin göğsünü açmadık mı, genişletmedik mi?" Sûre 94 (İnşirah), âyet 1.

S. 88, B. 1072 den sonraki başlık: "O, öyle bir Allahdır göklerle yeryüzünü altı günde yarattı, sonra arşı kapladı. Yeri de bilir, yerden bitip çıbanı da. Gökten ineni de bilir, göğe çıkanı da. O, nerede olursanız olun, sizinle beraberdir. Allah, yaptığınız şeyleri görür." Sûre 57 (Hadîd), âyet 4.

S. 89 B. 1083 ten sonraki başlık: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir.

S. 89 B.-1083 ten sonraki başlık: Zeliha, Yusuf'a âşık oldu ve bir gün Yusuf'un bulunduğu odaya girip kapıları kapadı, Yusuf'u kendisine çağırdı. Fakat Yusuf, Allah lûtfiyle onu reddetti. Becelleşirken Yusuf'un arka tarafından eteği yırtıldı Yusuf, kapıyı armaya muvaffak oldu, fakat Aziz, bu sırada kapı önündeydi. Yusuf’un suçsuz olduğu anlaşılmakla beraber dedikoduyu önlemek için zindana atıldı ve tam yedi yıl zindanda kaldı. Yusuf hikâyesi, Kur'an'ın 12 nci sûresi olan Yusuf sûresinde uzun uzadıya anlatılır. Bu , vaka, sûrenin 23 üncü âyetinde anılmaktadır.

S. 93, B. 1143-1144: "Onlardan seni dinleyenler var., fakat aklı olmayan sağırlara duyurabilir misin? Onlarda sana bakanlar var.. fakat görmeyenlere doğru yolu gösterebilir misin?" Sûre 10 (Yunus), âyet 42-43. Kur'anda aynı mealde başka âyetler de vardır.

S. 95, B. 1170 den sonraki başlık: Sure 96 (Alak), âyet 9-10. Peygamberi, namaz kılmaktan meneden Ebucehil'dir.

S. 97, B. 1182: "Beni anın da sizi anayım. Nimetlerimi inkâr etmeksizin şükredin bana" Sûre 2 (Bakara), âyet 159.

S. 97, B. 1183: "Ey İsrailoğulları, size nimet olarak verdiğim şeyleri anın ve benden korkun da benimle ettiğiniz ahitte durun." Sûre 2 (Bakara), âyet 40.

S. 97, 1190: Meryem, Cebrail'in nefhinden gebe kalıp müddeti bitince pek fena bir hale gelmiş, bu sırada kuru bir hurma ağacına tutunup sallaması emredilmiş, sallayınca kuru ağaçta meydana geliveren taze hurmalar dökülmeye başlamıştır. Bu vak'adan, Meryem'in doğurmasını ve İsa Peygamberin doğar doğmaz konuşmasını anlatan 19 uncu sûrenin (Meryem), 23-25 nci âyetlerinde bahsedilmektedir.

S. 98, B. 1204-1205: Vîse ve Ramin için c. S, s. 21, b. 228-229 un, Husrev ve Şirin için Hafız Divanı, o. 66, b, 497 nin izahlarına bakınız.

S. 100, B. 1220: "İşte böylece her Peygamber için insan ve cin taifesinden düşman şeytanlar halk ettik; bazıları bazılarına uydurma sözler duyururlar. Rabbin dilese yapamazlardı bu işi. Sen de onları uydurdukları yalanlarla bırakıver gitsin." Sûre 6 (En'âm), âyet 112.

S. 101, B. 1229: "Rabbim, bal arısına dağlarda yurtlar yap, ağaçları ve yüce yerleri yurt edin. Sonra her çeşit meyveden ye, rabbinin yollarında itaatle yürü diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli ballar çıkarır ve balda insanlara şifa vardır. İşte bu şeyde düşünenler için bir delil var." Sûre 16 (Nahl), âyet 69.

S. 101, B. 1232: Kevser için bakınız, c. l, s. 272, b. 2731 ün izahı.

S. 101, B. 1236-1240: Birisini Allah için sevmek ve yine birisine ancak Allah için düşman olmak hakkında bir hadîs olduğu gibi "Mümin sevdi mi, Allahyı sever" mealinde de bir hadis rivayet edilmiştir.

S. 101, B. 1239: "İbrahim'in, babasına yarlıganma dilemesi, ancak ona karşı bulunduğu bir vaadden ötürüydü. Fakat onun Allah düşmanı olduğunu anlayınca ondan çekindi, İbrahim, şüphe yok ki çok ağlayıp sızıldanan halim bir zattı." Sûre 9 (Tevbe), âyet 114.

S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: "Onların yanları yatak yürü görmez. Rablerine korkup lûtfunu umarak dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan yoksulları doyururlar." Sûre 32 (Secde), âyet 16.

S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: İbrahim - Ateş, c. l, s. 63, b. 647 nin izahına bakınız.

S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: Yunus - balık, c. 2, s. 291, b. 3138 in izahına bakınız.

S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: Cercis, daha doğrusu Circit, İsa Peygamberden sonra gönderilen bir Peygamberdir. Yetmiş kere öldürmüşler, yetmiş kere dirilmiş.

S. 102, B. 1141 den sonraki başlık: Şuayb, Musa'nın kaynatası olan bir peygamberdir. Musa bu peygambere Çobanlık etmiştir, c. 2, s. 153, b. 1646 nın izahına bakınız.

S. 104, B. 1264 den sonraki bahis: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir, İlk âyet, Kur'an'ın 16 ncı sûresi olan Nahl sûresinin 123 üncü âyetidir. Tamamı şudur: "Sonra sana doğruluğa mail olan İbrahim şeriatına uy diye vahyettik. O Allah'ya şirk koşanlardan değildi" İkinci âyet, 60 inci sûrenin (Mümtahinne) 4 üncü âyetidir. Tamamı şudur: "Sizin için İbrahim'e ve onunla beraber bulunanlara uyacak güzel huylar var, onlar da hani kavimlerine demişlerdi ya: Biz, sizden ve sizin, Allah'dan başka taptığınız şeylerden ayrıyız. Sizi reddederiz, tek Allah'ya iman edinceye kadar aramızda düşmanlık ve buğuz meydana gelmiştir. Ancak İbrahim, babasına, sana Allah'dan yarlıganma dileyeceğim ama azabı gidermek için elimden hiçbir şey gelmez dedi, bu ayrı bir şey. Rabbimiz, sana dayandık, sana döndük, dönülecek yer sensin."

S. 106, B. 1275 ten sonraki baslık: İsa, müslümanlarca doğar doğmaz Peygamber olmuş Yahya'ya da dört yaşındayken peygamberlik verilmiştir. Aynı başlıktaki hadîs şudur: "Yeryüzü bana dümdüz edildi doğuları da gösterildi, batıları da. Ümmetimin mülkü, yakın zamanda bana gösterilen yerlere ulaşacak, oraları kaplayacaktır."

S. 109, B. 1315-1328: Kur'an'ın 29 sûresi, harflerle başlar. 2, 3, 29, 30, 31 ve 32 inci sûreler (Bakara, Âli Imran, Ankebut, Rum, Lokman ve secde) "Elif lam mim" diye, 7 nci sûresi (A'raf), "Elif lam mim sâd" diye, 10, 11, 12, 14 ve 15 inci sûreleri (Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim ve Hıcr), "Elif lam râ" diye, 13 üncü sûresi (Ra'd) "Elif lam mim râ" diye, 19 uncu sûresi (Meryem), "Kâf ha yâ ayn sâd" diye, 20 nci sûresi (Tâhâ), "Tâ hâ" diye, 26, 28 inci sûreleri (Şuarâ, Kasas), "Tâ sin mîm" diye, 27 nci sûresi (Neml), "Tâ sîn" diye, 36 ncı sûresi (Yasin), "Yâ sîn" diye, 38 inci sûresi (Sâd), "Sâd" diye. 40, 41, 48, 44, 45 ve 46 ncı sûreleri (Mü'min, Secde, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkaaf), "Ha mim" diye, 42 nci sûresi (Şûrâ), "Ha mîm ayn sîn kaaf" diye, 50 inci sûresi (Kaaf), "Kaaf" diye, 68 inci sûresi (Kalem), "Nun" diye başlar. Eskiler, bu harflere mâna vermekten çekinmişlerdir. Sonraları bunlara sûrelerin adları diyenler okluğu gibi her harften, Allah adlarından birini anlamak istiyenler de olmuştur. Meselâ "Elif lam mîm" harflerinin "Allah, Lâtif, Mecid" adlarına delâlet etiğini söylemişlerdir. Isnâaşeriyye'nin altıncı imamı olan ve İmam Huseyn'in oğlu Ali'nin oğlu Muhammed'in oğlu bulunan "Ca'fer al-Şâdık" "Bu harflerde bizim için sırlar vardır. Birinci Elif lam mîm de Muhammed, ikincisinde Huseyn zuhur etti. Elif lam râ da Abbasoğullarının saltanatı biter, Elif lam mîm sâd Mehdi'nin zuhuru zamanıdır" demiş ve yine aynı îmam'la diğer imamlar da bu harflere dair sözler söylemişlerdir. Eski yunanlılara Fisagor vasıtasıyle Mısır'dan, oraya da Hind'den geçen inanışa göre harflerle sayılar arasında bir münasebet vardır. 3, 7, 10, 40 gibi sayılar kutludur. Hattâ her sayı bir şeye işarettir. Meselâ Fisagoriler'de 3 ilk sayılır.*, unsurlara delâlet eder. 2 kadın demektir. 3 + 2=5 evlenmeyi gösterir. 3 + 3 = 6 her şeyin altı cihetine işarettir. Yedi, dört unsurla üç buudu ve binaenaleyh varlığı gösteren ilk sayı, yani 3 ile dördü gösterir ki kutlu bir sayıdır. 10 tam ve kâmil sayıdır. 10 ve 3, 7 namına yemin edilir. Ebced hesabı da kökü, ta Hind'e kadar götürülmesi lâzım gelen bir hesaptır sanırız. Tevrat'ta da bu sayıların meselâ kırkın kutluluğunu gördüğümüz gibi "Ahdi cedid" de bilhassa Yohanna vahyinde sayıların ehemmiyeti apaçık görünmektedir. Acaba Kur'anın bu sûrelerinde de hakikaten sayılarla bir münasebet var mı ve bunlar, birçoklarının dedikleri gibi birer şifre midir? Fazlullah'tan itibaren Hurufiler de bu harflere çok ehemmiyet vermişlerdir. Onlarca bu harfler, tekrarlanmamak şartıyla 14 tür: Bu harfler kastedilirse, yani Elif, rı, kâf.... gibi yazılırsa "Elif’den , "Sâd" dan , "Nün" dan harfleri çıkar ki bu suretle on yedi harf olur. Geriye on bir harf kalır. Bu on yedi harfe "Muhkemat", on bir harfe de "Müteşabihat" derler. Bir yerde yurt tutmuş olan adam günde farzolarak 17 rikât namaz kılar, seferde bulunan yolcu, 11 rikât namaz kılar, ikisinin tutarı, Kur'anın, yani Arap harflerinin tutarı olan 28 dir. Aynı zamanda her gün 17 rikât namaz kılındığı halde cuma günü öğle namazı yerine 2 rikât cuma namazı kılınarak namaz, 15 rikât eder, ikisinin tutan, Arap harflerine katılan "4" Fars harflerinin tutarı, olan 32 dir. Şia mezhebinde olanlar da bu on dört harfi terkip ederek " yani "Ali" Allah'nın doğru yoludur, biz ona yapıştık" cümlesini çıkarmışlardır. Hâsılı, bu harflerle pek çok uğraşılmıştır. Birçok asıllı, asılsız dualarda Allahya bu harflerle ant verildiği, yalvarıldığı da vardır. Mevlâna'nın da bu harflere pek büyük bir önem verdiğini bu beyitlerde açıkça görmekteyiz.

S. 119, B. 1332 den sonraki başlık: Böyle bir hadis rivayet edilmiştir. Başlığın sonlarındaki âyet, Kur'an'ın 48 inci sûresinin (Feth) 17 nci âyetindendir.

S. 115, B. 1395: "O gün, gizli şeyler meydana çıkar." Sûre 86 (Târık), âyet 9.

S. 115, B. 1400: "Göğü yüceltti ve teraziyi kodu. Ölçüyü doğrultun, teraziyi eksik tartmayın." Sûre 55 (Rahman), âyet 7-8.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder