2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

Kısaca, biri cennete, öteki cehenneme ulaştırır. Türk menisi ile Hindu menisi 1805
gibi ki ikisi de görünüşte farksızdır.
Ama, birinden ay parçası gibi güzel bir çocuk, ötekinden kara yüzlü çirkin
bir Hintli doğar. Bülbül yumurtasıyla yılan yumurtası da böyledir. İki diken
gibi birbirinden farksızdır. O iki dikenin birinden latif güller doğar, öbürü
gül vermez, kuru bir çalı olarak kalır.
Bunun gibi yılanın tohumundan yılan doğar; öbüründen de güzel yüzlü sev- 1810
gili gibi hoş ve sevimli kuş. Dünya rahatı pelit tohumuna benzer.
Ahiret rahatı sana göz ve görüş bahşeder. Bir rahat ki ibadet sıkıntısıyla elde
40 Ali imran suresi 3/106 O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra
inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.
90
Rebabnâme
edilir, onunla semalarda uçarsın. Bunu bilen zümre, her bilinmezden haberli
tüm sesleri duydular. Dağlardan, taşlardan ses işittiler. Ama, ne ses! Manalı
ve muhteşem.
1815 Dağlar taşlar ne ki! Yerde gökte bulunan bütün zerreler onlara açıkça aşkın
esrarını söylerler. Göklerin, yerlerin bütün zerreleri inleyerek Bari-i Teala’yı
tespih etmektedirler. Onların cismani kulağına bu tespih sesleri her zaman
erişir. Çünkü onlar bu cesedi adamakıllı temizlemişlerdir. Yerden göğe kadar
olanı apaçık seyrederler; iyiyi kötüyü, eşkıyayla temizi (her şeyi) görürler.
Çünkü gözleri nurlu ve berraktır. (SAYFA 77)
1820 Onların gözlerinden bir şey gizli değildir. Her kul, o ilahi bağış ile sultan olmuştur.
Aşk-ı Hak ile cümlesinin nârı nur oldu. Her biri Hak’tan yüzlerce
ders aldı. Kalpleri Hak ilminin kaynağıdır, onların madenlerinden hesapsız
altın çıkarırlar.
Hepsinin dilinden söyleyen Hak Teala’dır. Onlardan dinlenenler, ilahi sırlardan
(ilm-i ledün) başka değildir. Hak Teala kendini onların nakışlarından
gösterir. Her biri derya gibi inciler saçar.
1825 Yüzünü onlardan tarafa çevir ki hayat bulasın. Onlardan başkasına dönen
yüz ölümdedir. Hak Teala cihanı onlar için yarattı. Tâ ki değersizler onlarla
şereflensin. Tâ ki ölmüş kalpler onlardan dirilsin. Su ve çamurdan (anasırdan)
yaratılmış varlıklar cisimden kurtulsun. Fani olan toprak, onlarla temasa
gelince fanilikten kurtulur. Bu temasla takvalıların da takvası artar. Çünkü
evliyayı Hak Teala Hazretleri kendine halife kıldı, meleklere üstün kılmakla
mertebesini yüceltti.
1830 Cismini topraktan, sudan yaratarak nurunu onda yerleştirdi. Bu nur sebebiyle
hurilere, meleklere üstün oldular.
Yüzüne felekler de, melekler de hayran oldu. Gönül nuru, nurların sırrının
sırrıdır. O gönülde ne gibi düğünler, şenlikler oluyor!
Eğer ondaki nur, yüce nur olmasaydı, melekler ona nasıl secde ederdi? Söyle!
Meleklerin secde ettiği ve arzuladığı nereden olacaktı, yerden göğe çıkmaya
nasıl güç yetirecekti?
1835 Cenabı Hak, ezelden göstermediği şeyleri Adem’den gösterdi, o bağlı kapı-
nın kilitlerini açtı. İblis, Adem’den evvel feleklerde meleklerin serdarı, muallimi
değil miydi? Adem’in gelmesiyle kesinlikle bilindi ki iblis, melek cinsinden
değilmiş ki, Adem’le oturup kalkabilsin. Ezelden beri kafir, reddedilmiş
ve kovulmuş idi, bu sırlardan hayvan gibi bihaberdi. İman nakşı onda emanetti,
hakiki mahiyeti küfür idi.
1840 Bu sır Adem’den ortaya çıktı ki ondan evvel keşfedilmemiştir.
MAKALE 33
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki
ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Adem’in gelmesiyle açığa çıktı. Ondan
önce hiç bir varlıktan ortaya çıkmadı. Adem’den önce sahte para ile gerçek
para seçilmemişti. Adem’in varlığı ölçüt oldu İblis gibi sahteyi, melekler gibi
gerçek olandan ayırdı. Evvel böyle bir seçim yapılmamıştı. Bunun vasıtası
Adem’in vücuda gelmesi oldu. Böylece ölçüt olma makamı (mihenklik)
Adem’in evlatlarında kıyamete kadar sürekli ve mevcuttur. Sahte para ger-
çek paradan, mümin kafirden, iyi kötüden onların varlığıyla seçilir.
Bu makale şu hadisi şerifi de beyan edecektir: “Lev suvvira’l-aklu
leazleme’ş-şemsu fî şuâi nûrihî ve lev suvvira’l-hamâka leedâe’l-leyl ke’ş-
şemsi fî mukâbeleti zalâmihî”
Meali şerifi: “Eğer akla suret verilseydi nurunun ışığı yanında güneşin
nuru karanlık denecek kadar sönük kalırdı.”
Ahmaklık da tasvir edilseydi, alacağı şekil şu olurdu: “Karanlık gece onun
zulmeti karşısında güneş kadar parlak görünürdü.”
(SAYFA 78) Bu makale şunu da ifade edecektir ki:
İnsandaki şehevani zevkler nâridir. Nârın asıl kaynağı cehennemdir. O
nâr evliyanın nuruyla söndüğü vakit, ham maddesi elbette aslına dönecektir.
“Kullu şeyin yerci’u ilâ aslihî” (Her şey aslına rücu eder).
Cenab-ı Hak bu sırrı duyurmadı. Onu meydana çıkaran Adem oldu. Saf suyun
dibindeki tortuyu o çıkardı. İblis’e harpsiz, darbsız galip geldi. Onu, tekme
vurmadan yedinci kat gökten zemine attı, hakir ve zelil etti. Yükseklerden
indi, yerin dibine geçti, lanet, boynuna halka gibi takıldı.
Allah’ın laneti daima ona yakın olsun, onda garip bir sır saklıydı ki söyle- 1845
sem, akıllar divane olur, akıl başsız ve ayaksız kalır. Şu halde sahte para ile
geçer paranın hükmünü veren Adem olmuştur ki iyi kötü onun aracılığıyla
meydana çıktı. Sahte parayı gerçek paradan ayırdı. Böyle sarrafa kıymet bi-
çilir mi? Çünkü, karışık olsun, saf olsun, onun değerlendirmesine bir şey gizli
kalmıyor.
Bu kadar örtülü ayıbıyla beraber o, meleklere bilindik görünüyordu. Melek- 1850
lerin değerlendirmesine göre onun sahte parası gerçekti, bundan dolayı ona
canıgönülden talebe oldular. Hiçbir âlimde o kudret yoktu ki, onun çirkin
hallerini anlayıp anlatabilsin.
Bu sahteliği anlayacak, görecek kudret Adem’den başkasına verilmemişti.
Bu nur, Adem’den miras olarak geliyor. Onun varisleri veliler ve sâliklerdir.
Evliya-yı kiram böyle bir mirasa kondular. Çünkü bunlar o ahtlerine vefa et- 1855
tiler. Hepsi “Elest” ahdinin zevkiyle sarhoşturlar.
Her ne kadar baştan aşağıya sustularsa da bu vücutlardan önce onların ruhları
o vuslatta “Elest” ahdinde Rahman’ın şarabıyla sarhoş idiler. Hak Teala
Hazretleri buyurdu ki: “Rabbiniz ben değil miyim? İsteklerinizi ben vermiyor
muyum? Benim rahmet soframdan yemiyor musunuz? Her istediğinizi
91
Sultan Veled
edilir, onunla semalarda uçarsın. Bunu bilen zümre, her bilinmezden haberli
tüm sesleri duydular. Dağlardan, taşlardan ses işittiler. Ama, ne ses! Manalı
ve muhteşem.
1815 Dağlar taşlar ne ki! Yerde gökte bulunan bütün zerreler onlara açıkça aşkın
esrarını söylerler. Göklerin, yerlerin bütün zerreleri inleyerek Bari-i Teala’yı
tespih etmektedirler. Onların cismani kulağına bu tespih sesleri her zaman
erişir. Çünkü onlar bu cesedi adamakıllı temizlemişlerdir. Yerden göğe kadar
olanı apaçık seyrederler; iyiyi kötüyü, eşkıyayla temizi (her şeyi) görürler.
Çünkü gözleri nurlu ve berraktır. (SAYFA 77)
1820 Onların gözlerinden bir şey gizli değildir. Her kul, o ilahi bağış ile sultan olmuştur.
Aşk-ı Hak ile cümlesinin nârı nur oldu. Her biri Hak’tan yüzlerce
ders aldı. Kalpleri Hak ilminin kaynağıdır, onların madenlerinden hesapsız
altın çıkarırlar.
Hepsinin dilinden söyleyen Hak Teala’dır. Onlardan dinlenenler, ilahi sırlardan
(ilm-i ledün) başka değildir. Hak Teala kendini onların nakışlarından
gösterir. Her biri derya gibi inciler saçar.
1825 Yüzünü onlardan tarafa çevir ki hayat bulasın. Onlardan başkasına dönen
yüz ölümdedir. Hak Teala cihanı onlar için yarattı. Tâ ki değersizler onlarla
şereflensin. Tâ ki ölmüş kalpler onlardan dirilsin. Su ve çamurdan (anasırdan)
yaratılmış varlıklar cisimden kurtulsun. Fani olan toprak, onlarla temasa
gelince fanilikten kurtulur. Bu temasla takvalıların da takvası artar. Çünkü
evliyayı Hak Teala Hazretleri kendine halife kıldı, meleklere üstün kılmakla
mertebesini yüceltti.
1830 Cismini topraktan, sudan yaratarak nurunu onda yerleştirdi. Bu nur sebebiyle
hurilere, meleklere üstün oldular.
Yüzüne felekler de, melekler de hayran oldu. Gönül nuru, nurların sırrının
sırrıdır. O gönülde ne gibi düğünler, şenlikler oluyor!
Eğer ondaki nur, yüce nur olmasaydı, melekler ona nasıl secde ederdi? Söyle!
Meleklerin secde ettiği ve arzuladığı nereden olacaktı, yerden göğe çıkmaya
nasıl güç yetirecekti?
1835 Cenabı Hak, ezelden göstermediği şeyleri Adem’den gösterdi, o bağlı kapı-
nın kilitlerini açtı. İblis, Adem’den evvel feleklerde meleklerin serdarı, muallimi
değil miydi? Adem’in gelmesiyle kesinlikle bilindi ki iblis, melek cinsinden
değilmiş ki, Adem’le oturup kalkabilsin. Ezelden beri kafir, reddedilmiş
ve kovulmuş idi, bu sırlardan hayvan gibi bihaberdi. İman nakşı onda emanetti,
hakiki mahiyeti küfür idi.
1840 Bu sır Adem’den ortaya çıktı ki ondan evvel keşfedilmemiştir.
MAKALE 33
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki
ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Adem’in gelmesiyle açığa çıktı. Ondan
önce hiç bir varlıktan ortaya çıkmadı. Adem’den önce sahte para ile gerçek
para seçilmemişti. Adem’in varlığı ölçüt oldu İblis gibi sahteyi, melekler gibi
gerçek olandan ayırdı. Evvel böyle bir seçim yapılmamıştı. Bunun vasıtası
Adem’in vücuda gelmesi oldu. Böylece ölçüt olma makamı (mihenklik)
Adem’in evlatlarında kıyamete kadar sürekli ve mevcuttur. Sahte para ger-
çek paradan, mümin kafirden, iyi kötüden onların varlığıyla seçilir.
Bu makale şu hadisi şerifi de beyan edecektir: “Lev suvvira’l-aklu
leazleme’ş-şemsu fî şuâi nûrihî ve lev suvvira’l-hamâka leedâe’l-leyl ke’ş-
şemsi fî mukâbeleti zalâmihî”
Meali şerifi: “Eğer akla suret verilseydi nurunun ışığı yanında güneşin
nuru karanlık denecek kadar sönük kalırdı.”
Ahmaklık da tasvir edilseydi, alacağı şekil şu olurdu: “Karanlık gece onun
zulmeti karşısında güneş kadar parlak görünürdü.”
(SAYFA 78) Bu makale şunu da ifade edecektir ki:
İnsandaki şehevani zevkler nâridir. Nârın asıl kaynağı cehennemdir. O
nâr evliyanın nuruyla söndüğü vakit, ham maddesi elbette aslına dönecektir.
“Kullu şeyin yerci’u ilâ aslihî” (Her şey aslına rücu eder).
Cenab-ı Hak bu sırrı duyurmadı. Onu meydana çıkaran Adem oldu. Saf suyun
dibindeki tortuyu o çıkardı. İblis’e harpsiz, darbsız galip geldi. Onu, tekme
vurmadan yedinci kat gökten zemine attı, hakir ve zelil etti. Yükseklerden
indi, yerin dibine geçti, lanet, boynuna halka gibi takıldı.
Allah’ın laneti daima ona yakın olsun, onda garip bir sır saklıydı ki söyle- 1845
sem, akıllar divane olur, akıl başsız ve ayaksız kalır. Şu halde sahte para ile
geçer paranın hükmünü veren Adem olmuştur ki iyi kötü onun aracılığıyla
meydana çıktı. Sahte parayı gerçek paradan ayırdı. Böyle sarrafa kıymet bi-
çilir mi? Çünkü, karışık olsun, saf olsun, onun değerlendirmesine bir şey gizli
kalmıyor.
Bu kadar örtülü ayıbıyla beraber o, meleklere bilindik görünüyordu. Melek- 1850
lerin değerlendirmesine göre onun sahte parası gerçekti, bundan dolayı ona
canıgönülden talebe oldular. Hiçbir âlimde o kudret yoktu ki, onun çirkin
hallerini anlayıp anlatabilsin.
Bu sahteliği anlayacak, görecek kudret Adem’den başkasına verilmemişti.
Bu nur, Adem’den miras olarak geliyor. Onun varisleri veliler ve sâliklerdir.
Evliya-yı kiram böyle bir mirasa kondular. Çünkü bunlar o ahtlerine vefa et- 1855
tiler. Hepsi “Elest” ahdinin zevkiyle sarhoşturlar.
Her ne kadar baştan aşağıya sustularsa da bu vücutlardan önce onların ruhları
o vuslatta “Elest” ahdinde Rahman’ın şarabıyla sarhoş idiler. Hak Teala
Hazretleri buyurdu ki: “Rabbiniz ben değil miyim? İsteklerinizi ben vermiyor
muyum? Benim rahmet soframdan yemiyor musunuz? Her istediğinizi
92
Rebabnâme
benden almıyor musunuz?
1860 Ben deryayım, siz de balıklara benzersiniz, sizinle vasıtasız sohbet etmiyor
muyum?” Bu suallere cevapta hepsi “Bela” dediler. Fakat her ruhun dili baş-
ka başka idi. Elbette ki ruhların onayı görünüşte birdi, fakat özde madenler
gibi çeşitliydiler. “Bela”ların kimi bakır gibi kıymetsiz, kimi gümüş gibi nispeten
kıymetçe daha yüksekti. Bir kısmı altın gibiydi, diğerlerinden daha
mükemmel, bir takımı da derin derya gibi incilerle dolu idi.
1865 Cenab-ı Hak istedi ki onların sırrı açığa çıksın, kimi aşağıda kalsın, kimi yukarı
çıksın. Kimi güzellik ve hoşluk cihanında görünsün kimi de çirkinlik
ve küfür ve sapkınlık içinde görünsün. Kiminin nuru güneşi bastırsın, gecenin
karanlığı yüzlerce bulut yoğunluğunda görünsün. Öyle zulmet ki kiminin
karanlığı onun yanında güneşin yüzünden daha parlak görünür. Cenab-ı
Peygamber cehalet ile akıl hakkında buyurdular ki: “Hiç bir kimse bunların
ikisini bir tutmaz.” (SAYFA 79)
1870 Eğer bunları bir sayan varsa, o, eşek demektir. O dergahtan, o kapıdan uzaktır.
Aklın nuru eğer perdesiz olarak görünse, onun yanında güneş karanlık
gibi kalır. Cehaletin görüntüsü açığa çıksa, gecenin karanlığı ona nispetle
gündüz sayılır. Fakat bunların ikisi de manevidir. Ondan dolayı halkın gö-
zünden saklıdır. Ölüm gelip de bu suret âleminden ayrılarak başsız ve ayaksız
yönsüzlük tarafına gittiğin zaman
1875 her ikisinin sureti de sana açıkça görünür. Orada iyi kötü sana gizli bir şey
kalmaz. O vakit nuru, nârı görür, gülşenin tadını, dikenin acısını tadarsın.
Eğer sen o güneşin nuruysan ona gidersin! Gözlerin güneş gibi, güneşe yö-
nelir. Eğer nârî isen gider, cehennem ateşinde güzelce yerleşirsin! Parçaların
sonunda bütüne ulaşır, çünkü oradan geldiler, yine oraya gideceklerdir.
1880 Dünya isteklileri cehennemin mayasındandır, kuşlar gibi, tane için tuzağa
düşmüşlerdir. Çünkü dünyanın zevkleri nârîdir, nur ile birleşemez. Çünkü
aralarında zıtlık var. Her kimin yari, ahbabı nâr ise, onu nâr gibi bil ve öyle
gör. Bu cehennem ağacı cehennemin parçası olunca, aslıyla birleşip karar etmesi
doğaldır. Her kim nârî ise nâra gider, nurî olan da elbette ki, nura dahil
olur.
1885 Bu bahsin sonu gelmez. Gene biz evvelki ince sözlerimize dönelim. O “Bela”
zahirde eşit görünmüşlerdi ama, batında çeşitlidirler. Cenab-ı Hak murat eyledi
ki gizli tarafları meydana çıksın, her biri kendi aslına kavuşsun. İlahi
buyruk ortaya çıktı ki yere inin! Kalıplarda canlar cemaatiyle irtibat edin! Ey
ruhlar! Su ve toprak (anasır) âleminde her biriniz birer yer tutup yerleşin!
1890 Tâ ki “Bela”ların mahiyeti anlaşılsın! Her ne kadar bizce gün gibi aşikar ise
de. Biz biliyoruz ki o “Bela”lardan her biri ne niteliktedir, ondan ne gelecektir,
ne sonuç ortaya çıkacaktır. Fakat istedim ki onların görüntüsü bütün
âlem yaratıklarınca da bilinsin. Semadaki melekler de öğrenmiş olsunlar, insanlar
ve cinler yüzlerini tamamen bize döndürsünler. Kudretimin sonsuzluğu
bilinsin, akıllar hayran kalsınlar.
Sanatım hakkındaki hayretleri artsın, onları seyretsinler de padişahlık na- 1895
sıl olurmuş anlasınlar. Acaip sanatımı seyrederek kesin inançları dembedem
artsın. Hakkımdaki sadakatleri artınca bu kafes gibi olan dünyadan kurtularak,
bir deryaya doğru giderler ki, bu cihan ondan bir damla, güneş bir zerredir.
Orada hayat içinde hayat bulurlar. Bu renk ve koku cihanından tamamen
kurtulurlar. Bu dünya zindanından kurtularak lütufla kahırdan, zehirden
kurtulurlar. Kendilerini kılıçsız olarak boğazlarlarsa (ölmeden önce
ölürlerse) dalga gibi deryanın aslından ortaya çıkarlar. (SAYFA 80)
Onların damla gibi kıymetsiz görünen canları o deryada aziz ve makbul 1900
olurlar. Aziz demek de söz mü? O deryaya karışır, deryanın ta kendisi olurlar.
Dalga gibi, denizden oluşurlarsa da sen onları deryanın bizzat kendisi
bil, deryadan başka bir isim verme!
Burada iyi kötü, aziz değersiz yoktur ki, vahdete ikilik sığmaz. Deryadan ko- 1905
pan dalgalar yüz kat yükselse, gene dalga ile derya aynı şeydir. Şaşı olanların
gözü biri iki görür. Onlar daima eğri bakar. Doğruyu eğri görür. Çünkü
kendi gözü fenadır, nasıl iyi görebilir? Senin de can gözünde şaşılık var. Şa-
şılığı bırak da bu sırrı anla ki,
evliyanın cümlesi bir nurdur, Allah’ın nurudur. Şaşılığı olmayan biri nasıl 1910
iki görebilir. Bir suyu, yüz kaba taksim etsen gene bir sudur birkaç su olmaz.
Gözü açık ve nurlu olan bir kimse, külhana gülşen diyebilir mi? Şarap içen
ve onu iyi seçen bir kimseyi, aynı şarabı çeşitli kaplara koymak suretiyle taklit
etmek, “Bunlar bir cinsten değildir” dedirtmek mümkün mü?
93
Sultan Veled
benden almıyor musunuz?
1860 Ben deryayım, siz de balıklara benzersiniz, sizinle vasıtasız sohbet etmiyor
muyum?” Bu suallere cevapta hepsi “Bela” dediler. Fakat her ruhun dili baş-
ka başka idi. Elbette ki ruhların onayı görünüşte birdi, fakat özde madenler
gibi çeşitliydiler. “Bela”ların kimi bakır gibi kıymetsiz, kimi gümüş gibi nispeten
kıymetçe daha yüksekti. Bir kısmı altın gibiydi, diğerlerinden daha
mükemmel, bir takımı da derin derya gibi incilerle dolu idi.
1865 Cenab-ı Hak istedi ki onların sırrı açığa çıksın, kimi aşağıda kalsın, kimi yukarı
çıksın. Kimi güzellik ve hoşluk cihanında görünsün kimi de çirkinlik
ve küfür ve sapkınlık içinde görünsün. Kiminin nuru güneşi bastırsın, gecenin
karanlığı yüzlerce bulut yoğunluğunda görünsün. Öyle zulmet ki kiminin
karanlığı onun yanında güneşin yüzünden daha parlak görünür. Cenab-ı
Peygamber cehalet ile akıl hakkında buyurdular ki: “Hiç bir kimse bunların
ikisini bir tutmaz.” (SAYFA 79)
1870 Eğer bunları bir sayan varsa, o, eşek demektir. O dergahtan, o kapıdan uzaktır.
Aklın nuru eğer perdesiz olarak görünse, onun yanında güneş karanlık
gibi kalır. Cehaletin görüntüsü açığa çıksa, gecenin karanlığı ona nispetle
gündüz sayılır. Fakat bunların ikisi de manevidir. Ondan dolayı halkın gö-
zünden saklıdır. Ölüm gelip de bu suret âleminden ayrılarak başsız ve ayaksız
yönsüzlük tarafına gittiğin zaman
1875 her ikisinin sureti de sana açıkça görünür. Orada iyi kötü sana gizli bir şey
kalmaz. O vakit nuru, nârı görür, gülşenin tadını, dikenin acısını tadarsın.
Eğer sen o güneşin nuruysan ona gidersin! Gözlerin güneş gibi, güneşe yö-
nelir. Eğer nârî isen gider, cehennem ateşinde güzelce yerleşirsin! Parçaların
sonunda bütüne ulaşır, çünkü oradan geldiler, yine oraya gideceklerdir.
1880 Dünya isteklileri cehennemin mayasındandır, kuşlar gibi, tane için tuzağa
düşmüşlerdir. Çünkü dünyanın zevkleri nârîdir, nur ile birleşemez. Çünkü
aralarında zıtlık var. Her kimin yari, ahbabı nâr ise, onu nâr gibi bil ve öyle
gör. Bu cehennem ağacı cehennemin parçası olunca, aslıyla birleşip karar etmesi
doğaldır. Her kim nârî ise nâra gider, nurî olan da elbette ki, nura dahil
olur.
1885 Bu bahsin sonu gelmez. Gene biz evvelki ince sözlerimize dönelim. O “Bela”
zahirde eşit görünmüşlerdi ama, batında çeşitlidirler. Cenab-ı Hak murat eyledi
ki gizli tarafları meydana çıksın, her biri kendi aslına kavuşsun. İlahi
buyruk ortaya çıktı ki yere inin! Kalıplarda canlar cemaatiyle irtibat edin! Ey
ruhlar! Su ve toprak (anasır) âleminde her biriniz birer yer tutup yerleşin!
1890 Tâ ki “Bela”ların mahiyeti anlaşılsın! Her ne kadar bizce gün gibi aşikar ise
de. Biz biliyoruz ki o “Bela”lardan her biri ne niteliktedir, ondan ne gelecektir,
ne sonuç ortaya çıkacaktır. Fakat istedim ki onların görüntüsü bütün
âlem yaratıklarınca da bilinsin. Semadaki melekler de öğrenmiş olsunlar, insanlar
ve cinler yüzlerini tamamen bize döndürsünler. Kudretimin sonsuzluğu
bilinsin, akıllar hayran kalsınlar.
Sanatım hakkındaki hayretleri artsın, onları seyretsinler de padişahlık na- 1895
sıl olurmuş anlasınlar. Acaip sanatımı seyrederek kesin inançları dembedem
artsın. Hakkımdaki sadakatleri artınca bu kafes gibi olan dünyadan kurtularak,
bir deryaya doğru giderler ki, bu cihan ondan bir damla, güneş bir zerredir.
Orada hayat içinde hayat bulurlar. Bu renk ve koku cihanından tamamen
kurtulurlar. Bu dünya zindanından kurtularak lütufla kahırdan, zehirden
kurtulurlar. Kendilerini kılıçsız olarak boğazlarlarsa (ölmeden önce
ölürlerse) dalga gibi deryanın aslından ortaya çıkarlar. (SAYFA 80)
Onların damla gibi kıymetsiz görünen canları o deryada aziz ve makbul 1900
olurlar. Aziz demek de söz mü? O deryaya karışır, deryanın ta kendisi olurlar.
Dalga gibi, denizden oluşurlarsa da sen onları deryanın bizzat kendisi
bil, deryadan başka bir isim verme!
Burada iyi kötü, aziz değersiz yoktur ki, vahdete ikilik sığmaz. Deryadan ko- 1905
pan dalgalar yüz kat yükselse, gene dalga ile derya aynı şeydir. Şaşı olanların
gözü biri iki görür. Onlar daima eğri bakar. Doğruyu eğri görür. Çünkü
kendi gözü fenadır, nasıl iyi görebilir? Senin de can gözünde şaşılık var. Şa-
şılığı bırak da bu sırrı anla ki,
evliyanın cümlesi bir nurdur, Allah’ın nurudur. Şaşılığı olmayan biri nasıl 1910
iki görebilir. Bir suyu, yüz kaba taksim etsen gene bir sudur birkaç su olmaz.
Gözü açık ve nurlu olan bir kimse, külhana gülşen diyebilir mi? Şarap içen
ve onu iyi seçen bir kimseyi, aynı şarabı çeşitli kaplara koymak suretiyle taklit
etmek, “Bunlar bir cinsten değildir” dedirtmek mümkün mü?
94
Rebabnâme
MAKALE 34
Bu makale şunu beyan edecektir:
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde
bulunan şaraptır. Şarabı tanıyan kimse şarabın, cam, şişe, bardak gibi çeşitli
kaplarda bulunmasından yanılmaz. Hangi kapta bulunursa bulunsun onu
görünce tanır ve onu şarap olarak kabul eder. Ama tiryaki olmayan ve şarabı
bilmeyen kimse, onu ancak belli kapların içinde olursa kabul eder. O, gö-
rüntü bir sarhoşluktur manadan bağımsızdır.
Zarf, içinde saklanandan habersizdir. Enbiya ve evliyanın suretleri zarflara
benzer. Her kim yani dışa bakan bir kimse bir nebiyi veya bir veliyi görür,
ona biat ederse ondan sonra başka bir veli görürse baş dönderir. Benim şeyhim
falandır, sana güvenim yok der. Hakikatte ise o lafını ettiği veliden de
haberi yoktur. Zira onlar aynı kaynaktan gelen bir nurdur. Her ne kadar dış-
ta yüz bin adet görünürlerse de. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
An sorh kabâyi ki çû mehpar berâmed İmsâl der in hırka zengâr berâmed
Ve ân Türk ki ân sâl be yağmaş bedîdi Ânest ki imsâl Arabvâr berâmed
Ân bâde hemânest eger şişe bedel şod Beniger ki çi hoş berser-i humâr berâmed
Tercümesi: O kırmızı elbiseli ki, geçen yıl ay gibi görünmüştü, bu sene mavi renkli
hırka içinde zuhur etti. O Türk ki, o sene onu renksiz görmüştün, aynı Türk’tür, bir
sene Arap kıyafetinde gelmişti. O bade aynı badedir kadehi değiştiyse de. Bak! Şarapçının
başı üstünde ne hoş görünüyor.
Bu makale şunu da takdir edecektir ki, garaz, insanların gözüne perdedir.
Hakk’ı görmelerine mani olur.
Nitekim, tarafsız yabancılar Hazret-i Yusuf’un cemaline can feda edercesine
hayran oldukları halde kötü niyetle (SAYFA 81) dolmuş olan kardeşleri canına
kastederek onu kuyuya attılar (ondaki nuru göremediler).
O, şarabı hangi kapta görse tanır. İster şişede bulunsun, ister kapakta.
1915 O, onun kavrayışının dışına nasıl çıkabilir, şarap kadehlerinin boş olması
onu şüpheye düşürmez. Peygamberan-ı izam ve evliya-yı kiramın suretleri
(cisimleri) o ezeli şarabın kaplarıdır. Onlar kap olunca, kabın içindeki Hak
Teala Hazretleri olması gerekir.
Çünkü o, yüzünü açıkça onlardan gösterir. Bu sebepten dolayı Cenab-ı Deyyan
Hazretleri buyurmuştur ki: “Ben yere göğe sığmam, ancak müminin
gönlüne sığarım. Sen beni daima o gönülde ara!”
1920 Bundan dolayı, Hakk’ı tanıyan ve emin olan bir kimse, yere göğe bakmaz,
Hak erinin (Merdan-ı Huda) eteğine yapışır, evliyaya candan tutunur. Süsler,
görüntüler onun yolunu kesmez. Çünkü yolculuk onun (Merd-i Huda’nın)
maneviyatınadır. Bir kimse bir şeyhe bağlanarak ona mürit olduktan sonra
başka bir şeyhe rastlasa, bu, o değildir, benim şeyhim felan zattır diyerek
yüz çevirir.
1925 Anlaşılır ki bu adam, o şeyhten de nasip alamamıştır, belki kokusu bile sinmemiştir.
Çünkü evliyaullahın hepsi bir nurdur. Hepsi de can güneşinin nurudur.
Dış görünüş itibariyle yüz binlerce imiş gibi görünürlerse de manen
birdirler. Mesnevi-i Şerif’te vahdetin nasıl ve ne yolda açıklandığını babamın
dilinden dinle! Evliyadan iki dostu birleşmiş gördüğünde onlar hem bir
olurlar, hem altmış bin.
Onların çokluğu deniz dalgalarına benzer ki sayılarını rüzgar arttırıyor. Can 1930
güneşi bir kaynak olduğu halde birçok beden pencerelerinden geçmekle ayrı
ve çokmuş gibi görünüyor. Fakat görünen yüzüne baktığın zaman görürsün
ki birdir, çokluk yoktur.
Bu noktada şüpheye düşenler, beden perdesinden sıyrılıp çıkamayanlardır.
Ayrımcılık hayvani ruhtan olur. İnsani ruh birliktir.
Çünkü Hak Teala onların üzerine nurunu serpmişti. Hakk’ın nuru için ayrı-
lık düşünülemez.
Bu, herkesin görüp anlayacağı bir meseledir fakat bazı kimselerin kendileri- 1935
ne has art niyetleri, gözlerini kör ediyor, Süleyman’ı onlara karınca gösteriyor.
Yusuf’un kardeşlerine bak! Yusuf onların gözüne neden kurt gibi göründü?
Çünkü, hepsi de garazla dolu idiler.
Art niyetten daha kötü hastalık yoktur. Garaz gelince hüner saklanır kalır.
Fena perdeler göze engel olur.
Göz, o cemali, o güzelliği, o hoşluğu göremez. Bu perde ile yâri görsen, ya- 1940
bancıların suratını görmüş olursun. Gözüne mavi gözlük koysan -gerçeğin
aksine- kırmızıyı da mavi görürsün! İşte garaz, bu renkli gözlük gibidir. Sana
cenneti cehennem gösterir.
(SAYFA 82) Ey kendini beğenmiş, ancak art niyetten geçtiğin zaman eşyayı oldukları
gibi görürsün.
Kendini beğenme gibi fena perde yoktur. O her şeyi kusurlu gösterir. Sıcak 1945
şeyleri donmuş, buz tutmuş görürsün. Garazın kaynağı kendini beğenmiş-
liktir. Ancak ondan temizlendiğin zaman adam olursun! Her kim kendinden
kurtulursa emin olur, emniyet sarayında oturur.
Dingin bir kalp ile korkusuzca yoluna devam eder. Cihana ve cihanın hayır
ve şerrine galip gelir. Belki onun namı zikir gibi dudaklarda (dillerde) tekrarlanır.
Herkes aşk ile onu tefekkür eder.
Daima kıble gibi ona secde ederler, kalplerinden onun sevgisinden başkası- 1950
nı söküp atarlar. Her zaman onun aksinden nur toplarlar. Felekler de melek
gibi kanatsız olarak uçar. Dünyada herkesin arzusu o olur, insan ve cinlerin
işleri ondan biter. Hepsi onun için kendilerinden geçerler, testilerini onun ırmağından
doldururlar. Şarap kadehi gibi ondan dolarlar.
Onun deryasından yüz çeşit inci çıkarırlar.
İnci veyahut derya nedir ki? Hani o laf anlatılacak adam ki ona deryadan bir 1955
çiğ tanesi göstereyim. Eğer o deryadan bu tarafa (dünyaya) bir damla isabet
etseydi bu değersiz dünyada şeref bulurdu. Yer gök fanilikten kurtulur, o
şevk ve neşe şarabından kadeh gibi dolardı.
95
Sultan Veled
MAKALE 34
Bu makale şunu beyan edecektir:
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde
bulunan şaraptır. Şarabı tanıyan kimse şarabın, cam, şişe, bardak gibi çeşitli
kaplarda bulunmasından yanılmaz. Hangi kapta bulunursa bulunsun onu
görünce tanır ve onu şarap olarak kabul eder. Ama tiryaki olmayan ve şarabı
bilmeyen kimse, onu ancak belli kapların içinde olursa kabul eder. O, gö-
rüntü bir sarhoşluktur manadan bağımsızdır.
Zarf, içinde saklanandan habersizdir. Enbiya ve evliyanın suretleri zarflara
benzer. Her kim yani dışa bakan bir kimse bir nebiyi veya bir veliyi görür,
ona biat ederse ondan sonra başka bir veli görürse baş dönderir. Benim şeyhim
falandır, sana güvenim yok der. Hakikatte ise o lafını ettiği veliden de
haberi yoktur. Zira onlar aynı kaynaktan gelen bir nurdur. Her ne kadar dış-
ta yüz bin adet görünürlerse de. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
An sorh kabâyi ki çû mehpar berâmed İmsâl der in hırka zengâr berâmed
Ve ân Türk ki ân sâl be yağmaş bedîdi Ânest ki imsâl Arabvâr berâmed
Ân bâde hemânest eger şişe bedel şod Beniger ki çi hoş berser-i humâr berâmed
Tercümesi: O kırmızı elbiseli ki, geçen yıl ay gibi görünmüştü, bu sene mavi renkli
hırka içinde zuhur etti. O Türk ki, o sene onu renksiz görmüştün, aynı Türk’tür, bir
sene Arap kıyafetinde gelmişti. O bade aynı badedir kadehi değiştiyse de. Bak! Şarapçının
başı üstünde ne hoş görünüyor.
Bu makale şunu da takdir edecektir ki, garaz, insanların gözüne perdedir.
Hakk’ı görmelerine mani olur.
Nitekim, tarafsız yabancılar Hazret-i Yusuf’un cemaline can feda edercesine
hayran oldukları halde kötü niyetle (SAYFA 81) dolmuş olan kardeşleri canına
kastederek onu kuyuya attılar (ondaki nuru göremediler).
O, şarabı hangi kapta görse tanır. İster şişede bulunsun, ister kapakta.
1915 O, onun kavrayışının dışına nasıl çıkabilir, şarap kadehlerinin boş olması
onu şüpheye düşürmez. Peygamberan-ı izam ve evliya-yı kiramın suretleri
(cisimleri) o ezeli şarabın kaplarıdır. Onlar kap olunca, kabın içindeki Hak
Teala Hazretleri olması gerekir.
Çünkü o, yüzünü açıkça onlardan gösterir. Bu sebepten dolayı Cenab-ı Deyyan
Hazretleri buyurmuştur ki: “Ben yere göğe sığmam, ancak müminin
gönlüne sığarım. Sen beni daima o gönülde ara!”
1920 Bundan dolayı, Hakk’ı tanıyan ve emin olan bir kimse, yere göğe bakmaz,
Hak erinin (Merdan-ı Huda) eteğine yapışır, evliyaya candan tutunur. Süsler,
görüntüler onun yolunu kesmez. Çünkü yolculuk onun (Merd-i Huda’nın)
maneviyatınadır. Bir kimse bir şeyhe bağlanarak ona mürit olduktan sonra
başka bir şeyhe rastlasa, bu, o değildir, benim şeyhim felan zattır diyerek
yüz çevirir.
1925 Anlaşılır ki bu adam, o şeyhten de nasip alamamıştır, belki kokusu bile sinmemiştir.
Çünkü evliyaullahın hepsi bir nurdur. Hepsi de can güneşinin nurudur.
Dış görünüş itibariyle yüz binlerce imiş gibi görünürlerse de manen
birdirler. Mesnevi-i Şerif’te vahdetin nasıl ve ne yolda açıklandığını babamın
dilinden dinle! Evliyadan iki dostu birleşmiş gördüğünde onlar hem bir
olurlar, hem altmış bin.
Onların çokluğu deniz dalgalarına benzer ki sayılarını rüzgar arttırıyor. Can 1930
güneşi bir kaynak olduğu halde birçok beden pencerelerinden geçmekle ayrı
ve çokmuş gibi görünüyor. Fakat görünen yüzüne baktığın zaman görürsün
ki birdir, çokluk yoktur.
Bu noktada şüpheye düşenler, beden perdesinden sıyrılıp çıkamayanlardır.
Ayrımcılık hayvani ruhtan olur. İnsani ruh birliktir.
Çünkü Hak Teala onların üzerine nurunu serpmişti. Hakk’ın nuru için ayrı-
lık düşünülemez.
Bu, herkesin görüp anlayacağı bir meseledir fakat bazı kimselerin kendileri- 1935
ne has art niyetleri, gözlerini kör ediyor, Süleyman’ı onlara karınca gösteriyor.
Yusuf’un kardeşlerine bak! Yusuf onların gözüne neden kurt gibi göründü?
Çünkü, hepsi de garazla dolu idiler.
Art niyetten daha kötü hastalık yoktur. Garaz gelince hüner saklanır kalır.
Fena perdeler göze engel olur.
Göz, o cemali, o güzelliği, o hoşluğu göremez. Bu perde ile yâri görsen, ya- 1940
bancıların suratını görmüş olursun. Gözüne mavi gözlük koysan -gerçeğin
aksine- kırmızıyı da mavi görürsün! İşte garaz, bu renkli gözlük gibidir. Sana
cenneti cehennem gösterir.
(SAYFA 82) Ey kendini beğenmiş, ancak art niyetten geçtiğin zaman eşyayı oldukları
gibi görürsün.
Kendini beğenme gibi fena perde yoktur. O her şeyi kusurlu gösterir. Sıcak 1945
şeyleri donmuş, buz tutmuş görürsün. Garazın kaynağı kendini beğenmiş-
liktir. Ancak ondan temizlendiğin zaman adam olursun! Her kim kendinden
kurtulursa emin olur, emniyet sarayında oturur.
Dingin bir kalp ile korkusuzca yoluna devam eder. Cihana ve cihanın hayır
ve şerrine galip gelir. Belki onun namı zikir gibi dudaklarda (dillerde) tekrarlanır.
Herkes aşk ile onu tefekkür eder.
Daima kıble gibi ona secde ederler, kalplerinden onun sevgisinden başkası- 1950
nı söküp atarlar. Her zaman onun aksinden nur toplarlar. Felekler de melek
gibi kanatsız olarak uçar. Dünyada herkesin arzusu o olur, insan ve cinlerin
işleri ondan biter. Hepsi onun için kendilerinden geçerler, testilerini onun ırmağından
doldururlar. Şarap kadehi gibi ondan dolarlar.
Onun deryasından yüz çeşit inci çıkarırlar.
İnci veyahut derya nedir ki? Hani o laf anlatılacak adam ki ona deryadan bir 1955
çiğ tanesi göstereyim. Eğer o deryadan bu tarafa (dünyaya) bir damla isabet
etseydi bu değersiz dünyada şeref bulurdu. Yer gök fanilikten kurtulur, o
şevk ve neşe şarabından kadeh gibi dolardı.
96
Rebabnâme
Bu cihanda o cihan ile bir olur, ebedi mutlu ve kedersiz olurdu. Bu açıklamanın
sonu yoktur. Geri dön de evvelki sözlerine devam et!
1960 Bahsimiz şurada idi. Bu varlık bütün art niyetlerin aslıdır, kaynağıdır.
MAKALE 35
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Şarap, bütün suçların, günahların aslıdır. Bundan dolayı ona “kötülüklerin
anası” demişlerdir. Çünkü şahıs onu içtiği zaman kendisinden zina, yalan,
katillik ve zulüm gibi yüz bin çeşit hata ve kusur meydana gelir. Şarap
gibi, kendini beğenmişlik de garazların aslı ve mayasıdır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan birçok fenalık ve haksızlıkların
meydana gelmesi kaçınılmazdır ki, Hak Teala onlara rıza vermez.
Bu garazlar bütün göstermeliktir. Asıl, odur. Her ne kadar muhtelif renklerde
görünse de. Çeşit çeşit kötü niyetler, senden, başkalarından daha iyi olma
yeteneğini tamamen siler. Gözlerin perdelenir, Hakk’ı göremez olur, dostların
sana düşman görünür. Onun için saf şarap, kötülüklerin anası oldu.
Gençte, ihtiyarda fitnenin başı odur.
Ondan insanlara yüzlerce günah doğar. Dedikodu, savaş ve didişme, şer ve 1965
kargaşa gibi, zina gibi, fısk gibi, namazı terk etme gibi kötülükler hep onun
ürünüdür.
(SAYFA 83) Sarhoşluk halinde kız kardeşine taarruz eden bile olmuştur. İşte bundan
dolayı şarap, şerlerin anası olmuştur. Kötülük, suç, eğrilik hep ondan
doğar. Bil ki, kendini beğenmişlik de böyledir. İnsanlardaki art niyetler hep
ondan meydana gelir.
Kendini beğenmişlerde her zaman gözlerine perde olacak işler, haller mey- 1970
dana gelir. Tâ ki evliyayı eşkiya görürler. Muttakiler tarikatından saparlar,
uzaklara düşerler. Garazsız olmak istersen, bu hastalıktan (kendini beğenmişlik,
kibir, hodperestlikten) tamamen kurtulmalısın.
Kibri bırak, gece gündüz Hakk’ın kulluğunu tercih et! Candan, gönülden
Huda’ya ibadet eyle ki, bu çalışman sana kol kanat olsun.
O kanatlarla insanlardan, meleklerden, hurilerden daha yükseklerde uçasın. 1975
Belki bu kanatlar seni Huda’ya kadar götürür.
Hudaya! Aklını başına topla da kanatlarını kuvvetlendirmeye bak. Gözlerini
Hüda’ya hasret, kendine bakma! Tâ ki Huda sana ilm-i ledün bahşetsin. Orada
öyle derinlere dal ki sana ne gam, ne mutluluk hiçbiri yol bulamasın. Canıgönülden,
kendiliğinden tamamen geç!
Su ve toprak (anasır) âleminin cisimlerine değer verme.
Gece gündüz Hak’la meşgul ol, dembedem ondan yeni yeni ve vasıtasız ders 1980
al! Yol budur, ben sana doğru yolu gösterdim.
Bu yolu terk edersen, irade senindir. Gönlün sana bu yolu bıraktırmak, yü-
zünü yolsuzlar tarafına çevirmek ister. Ebedi ömür bedelinde geçici ömür aldırmak,
makamı bırakıp çabalama içerisinde kalmanı ister. Çektiğin bu kadar
sıkıntı ve kederin mükafatı olan büyük hazineyi bırakmak hüsrandır.
Bu konunun bundan fazla açıklamaya tahammülü yoktur. Bu kadarla yetini- 1985
97
Sultan Veled
Bu cihanda o cihan ile bir olur, ebedi mutlu ve kedersiz olurdu. Bu açıklamanın
sonu yoktur. Geri dön de evvelki sözlerine devam et!
1960 Bahsimiz şurada idi. Bu varlık bütün art niyetlerin aslıdır, kaynağıdır.
MAKALE 35
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Şarap, bütün suçların, günahların aslıdır. Bundan dolayı ona “kötülüklerin
anası” demişlerdir. Çünkü şahıs onu içtiği zaman kendisinden zina, yalan,
katillik ve zulüm gibi yüz bin çeşit hata ve kusur meydana gelir. Şarap
gibi, kendini beğenmişlik de garazların aslı ve mayasıdır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan birçok fenalık ve haksızlıkların
meydana gelmesi kaçınılmazdır ki, Hak Teala onlara rıza vermez.
Bu garazlar bütün göstermeliktir. Asıl, odur. Her ne kadar muhtelif renklerde
görünse de. Çeşit çeşit kötü niyetler, senden, başkalarından daha iyi olma
yeteneğini tamamen siler. Gözlerin perdelenir, Hakk’ı göremez olur, dostların
sana düşman görünür. Onun için saf şarap, kötülüklerin anası oldu.
Gençte, ihtiyarda fitnenin başı odur.
Ondan insanlara yüzlerce günah doğar. Dedikodu, savaş ve didişme, şer ve 1965
kargaşa gibi, zina gibi, fısk gibi, namazı terk etme gibi kötülükler hep onun
ürünüdür.
(SAYFA 83) Sarhoşluk halinde kız kardeşine taarruz eden bile olmuştur. İşte bundan
dolayı şarap, şerlerin anası olmuştur. Kötülük, suç, eğrilik hep ondan
doğar. Bil ki, kendini beğenmişlik de böyledir. İnsanlardaki art niyetler hep
ondan meydana gelir.
Kendini beğenmişlerde her zaman gözlerine perde olacak işler, haller mey- 1970
dana gelir. Tâ ki evliyayı eşkiya görürler. Muttakiler tarikatından saparlar,
uzaklara düşerler. Garazsız olmak istersen, bu hastalıktan (kendini beğenmişlik,
kibir, hodperestlikten) tamamen kurtulmalısın.
Kibri bırak, gece gündüz Hakk’ın kulluğunu tercih et! Candan, gönülden
Huda’ya ibadet eyle ki, bu çalışman sana kol kanat olsun.
O kanatlarla insanlardan, meleklerden, hurilerden daha yükseklerde uçasın. 1975
Belki bu kanatlar seni Huda’ya kadar götürür.
Hudaya! Aklını başına topla da kanatlarını kuvvetlendirmeye bak. Gözlerini
Hüda’ya hasret, kendine bakma! Tâ ki Huda sana ilm-i ledün bahşetsin. Orada
öyle derinlere dal ki sana ne gam, ne mutluluk hiçbiri yol bulamasın. Canıgönülden,
kendiliğinden tamamen geç!
Su ve toprak (anasır) âleminin cisimlerine değer verme.
Gece gündüz Hak’la meşgul ol, dembedem ondan yeni yeni ve vasıtasız ders 1980
al! Yol budur, ben sana doğru yolu gösterdim.
Bu yolu terk edersen, irade senindir. Gönlün sana bu yolu bıraktırmak, yü-
zünü yolsuzlar tarafına çevirmek ister. Ebedi ömür bedelinde geçici ömür aldırmak,
makamı bırakıp çabalama içerisinde kalmanı ister. Çektiğin bu kadar
sıkıntı ve kederin mükafatı olan büyük hazineyi bırakmak hüsrandır.
Bu konunun bundan fazla açıklamaya tahammülü yoktur. Bu kadarla yetini- 1985
98
Rebabnâme
yorum. Yetersiz ahmağı daha fazla yumruklamak istemem.
Bu alçak dünyada, kendine kılavuzluk edecek kimse görmüyorum. Çünkü
hepsi de kusurlu ve kibirlidir. Benliğini ayağının altına almış kimse görmü-
yorum. Hikmet gıdasını hakimden başkası yiyemez. Çünkü o büyük lokma
yalnız onun gıdasıdır. Sözü kimseye değil, kendime söylüyorum. Çünkü
halkın çoğu ahmak ve yetersizdir (söze muhatap olacak nitelikte değillerdir).
1990 Cimriler gibi dünya mülkünü istemiyorum. Çünkü o, leştir. Kuzgunların gı-
dasıdır. Cenab-ı Risaletmeâb Efendimiz “Dünya leştir.” buyurmadı mı? İsteklilerini
köpeklerden saymadı mı? Bu hatayı ashabına bildirmedi mi?
İnsan köpeklerle hiç hemdem olur mu? Anka herkesle beraber uçar mı? Bu,
imkansızdır ve kim inanır ki, küfrü din diye kabul etsin.
1995 Müminin yeri yedinci kat semanın üstündedir. Melekler etrafında hizmet-
çiler gibi saf bağlayıp dururlar. Madem ki dünyada onun cinsinden kimse
yoktur, şüphesiz o, başka cinsten gelmiştir. Onun için bu âlemde karar etmek
imkansızdır. Daima can mülkü tarafına kaçmak ister. Bu servetin içinde
o, garip kalmıştır. Dağlarla taşların arasında sıkışıp kalan lâl gibi.
(SAYFA 84) O kimse ki, mülkü o cihandır, kısmet için nasıl kapı kapı dolanabilir?
2000 Hatta ona dünyayı bütün bağışlasalar, dönüp bakmaz bile. Tatlı suyu içmeye
alışmış olan kimse, çorak sudan tiksinir. Su kuşu gıdasını tatlı suda arar,
o sudan başkası ona azap olur.
MAKALE 36
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Her kime ki padişahlık, nimet, zevk ve sefa elvermiştir (yani naz ve nimet
içinde refahla ömür sürmüştür) fakir ve kuvvetsiz düştüğü zamanlarda da
onu arar, o saadetlere hasretle ah çekerek o anki durumundan şikayette bulunur.
Hak Teala Hazretleri ruhları, cisimlerden yedi yüz bin sene evvel yarattı.
Onlara orada (ruhlar âleminde) padişahlık, mülk, zevküsefa verdi. Bu
âleme (anasır âlemine) gelince elbetteki o hali arzu ve temenniden bir an bile
geri durmadılar, duramazlar. Ancak o haletten nasip almamış olanlardır ki
burada karar tuttular ve bu hale kanaat ettiler. Belki o hali ve o vakti inkar
eylediler.
Morgî ki haber nedared ez âb-i zulâl
Minkâr der âb-i şûr dâred hemi sâl
Meali: Bir kuş ki tatlı sudan haberdar değildir (yani tatmamıştır), gagası daima çorak
suya batar.
Temiz bir ruh ki ezelde o sudan içmiştir. Ondan başkasını hatırından çıkarmıştır.
Daima candan arzu ettiği o sudur. Onun aşkıyla inleyip ağlar.
Onun lafından başka bir şey söylemez ve dinlemez. Başka hiçbir şeye bak- 2005
maz. Dışta ve içte virdi odur. Onun adından başkasını anmaz. O zevküsefayı
nasıl unutabilir? O ebedi saltanatı, o mülk ve haşmeti, o cihanı ki bu cihana
da az çok onun nimetlerinden serpinti gelmiştir. Orada sayısız yeni yeni
cihanlar vücuda gelmektedir. Orada hudutsuz mülkler, saltanatlar vardır ki
bu cihan o deryadan bir katre, o güneşten bir zerredir. Onu açıklayabilecek 2010
sözler ve ibareler yok ki anlatabileyim.
Bununla beraber lisanımdan ona layık olmayan bir iki kelime fırlıyor. Onun
ayrıntısı ve açıklaması sözlere, kelimelere nasıl sığabilir? Zikrini kaba sığdırmak
mümkün mü? Başlangıcı, kaynağı olmayan bir yola düştüm gidiyorum.
Şu ümitle ki, bir gün başımı doğrultarak
ezelde bulunduğum cihanı göreyim. O cihan ki orada talepsiz, arzulara eri- 2015
şirdim. Ağızsız badeler içerdim. Dilsiz nükteler söylerdim. Elsiz, avuçsuz
kadeh tutar, kalpsiz neşelenirdim. Dertli vücuttan kurtulmuş saf can idim. O
sahrada ayaksız koşar gezerdim.
(SAYFA 85) Zıtlarla ve sayılarla sınırlı olan unsurlardan uzak olarak güzel hurilerle
bir arada bulunurdum.
Her tarafta kurulmuş meclisler, nimetlerle dolu sofralar vardı. Hak Teala 2020
Hazretleri her istenileni “Hayır”sız, “Evet”siz, belki istemeden ve zahmetsiz
benim lütuf ve keremimden alın buyurmuştu. İçilen her kadehi yüzlercesi
daha takip ederdi.
Orada her şeyi kulaksız dinlerdim. Bülbüllerinin güller üzerinde namelendi-
ği sırlar dile sığmaz. O sırlardan biri budur ki: Ey kullar! Rabbiniz Teala size
yüzlerce nimet ihsan etti.
99
Sultan Veled
yorum. Yetersiz ahmağı daha fazla yumruklamak istemem.
Bu alçak dünyada, kendine kılavuzluk edecek kimse görmüyorum. Çünkü
hepsi de kusurlu ve kibirlidir. Benliğini ayağının altına almış kimse görmü-
yorum. Hikmet gıdasını hakimden başkası yiyemez. Çünkü o büyük lokma
yalnız onun gıdasıdır. Sözü kimseye değil, kendime söylüyorum. Çünkü
halkın çoğu ahmak ve yetersizdir (söze muhatap olacak nitelikte değillerdir).
1990 Cimriler gibi dünya mülkünü istemiyorum. Çünkü o, leştir. Kuzgunların gı-
dasıdır. Cenab-ı Risaletmeâb Efendimiz “Dünya leştir.” buyurmadı mı? İsteklilerini
köpeklerden saymadı mı? Bu hatayı ashabına bildirmedi mi?
İnsan köpeklerle hiç hemdem olur mu? Anka herkesle beraber uçar mı? Bu,
imkansızdır ve kim inanır ki, küfrü din diye kabul etsin.
1995 Müminin yeri yedinci kat semanın üstündedir. Melekler etrafında hizmet-
çiler gibi saf bağlayıp dururlar. Madem ki dünyada onun cinsinden kimse
yoktur, şüphesiz o, başka cinsten gelmiştir. Onun için bu âlemde karar etmek
imkansızdır. Daima can mülkü tarafına kaçmak ister. Bu servetin içinde
o, garip kalmıştır. Dağlarla taşların arasında sıkışıp kalan lâl gibi.
(SAYFA 84) O kimse ki, mülkü o cihandır, kısmet için nasıl kapı kapı dolanabilir?
2000 Hatta ona dünyayı bütün bağışlasalar, dönüp bakmaz bile. Tatlı suyu içmeye
alışmış olan kimse, çorak sudan tiksinir. Su kuşu gıdasını tatlı suda arar,
o sudan başkası ona azap olur.
MAKALE 36
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Her kime ki padişahlık, nimet, zevk ve sefa elvermiştir (yani naz ve nimet
içinde refahla ömür sürmüştür) fakir ve kuvvetsiz düştüğü zamanlarda da
onu arar, o saadetlere hasretle ah çekerek o anki durumundan şikayette bulunur.
Hak Teala Hazretleri ruhları, cisimlerden yedi yüz bin sene evvel yarattı.
Onlara orada (ruhlar âleminde) padişahlık, mülk, zevküsefa verdi. Bu
âleme (anasır âlemine) gelince elbetteki o hali arzu ve temenniden bir an bile
geri durmadılar, duramazlar. Ancak o haletten nasip almamış olanlardır ki
burada karar tuttular ve bu hale kanaat ettiler. Belki o hali ve o vakti inkar
eylediler.
Morgî ki haber nedared ez âb-i zulâl
Minkâr der âb-i şûr dâred hemi sâl
Meali: Bir kuş ki tatlı sudan haberdar değildir (yani tatmamıştır), gagası daima çorak
suya batar.
Temiz bir ruh ki ezelde o sudan içmiştir. Ondan başkasını hatırından çıkarmıştır.
Daima candan arzu ettiği o sudur. Onun aşkıyla inleyip ağlar.
Onun lafından başka bir şey söylemez ve dinlemez. Başka hiçbir şeye bak- 2005
maz. Dışta ve içte virdi odur. Onun adından başkasını anmaz. O zevküsefayı
nasıl unutabilir? O ebedi saltanatı, o mülk ve haşmeti, o cihanı ki bu cihana
da az çok onun nimetlerinden serpinti gelmiştir. Orada sayısız yeni yeni
cihanlar vücuda gelmektedir. Orada hudutsuz mülkler, saltanatlar vardır ki
bu cihan o deryadan bir katre, o güneşten bir zerredir. Onu açıklayabilecek 2010
sözler ve ibareler yok ki anlatabileyim.
Bununla beraber lisanımdan ona layık olmayan bir iki kelime fırlıyor. Onun
ayrıntısı ve açıklaması sözlere, kelimelere nasıl sığabilir? Zikrini kaba sığdırmak
mümkün mü? Başlangıcı, kaynağı olmayan bir yola düştüm gidiyorum.
Şu ümitle ki, bir gün başımı doğrultarak
ezelde bulunduğum cihanı göreyim. O cihan ki orada talepsiz, arzulara eri- 2015
şirdim. Ağızsız badeler içerdim. Dilsiz nükteler söylerdim. Elsiz, avuçsuz
kadeh tutar, kalpsiz neşelenirdim. Dertli vücuttan kurtulmuş saf can idim. O
sahrada ayaksız koşar gezerdim.
(SAYFA 85) Zıtlarla ve sayılarla sınırlı olan unsurlardan uzak olarak güzel hurilerle
bir arada bulunurdum.
Her tarafta kurulmuş meclisler, nimetlerle dolu sofralar vardı. Hak Teala 2020
Hazretleri her istenileni “Hayır”sız, “Evet”siz, belki istemeden ve zahmetsiz
benim lütuf ve keremimden alın buyurmuştu. İçilen her kadehi yüzlercesi
daha takip ederdi.
Orada her şeyi kulaksız dinlerdim. Bülbüllerinin güller üzerinde namelendi-
ği sırlar dile sığmaz. O sırlardan biri budur ki: Ey kullar! Rabbiniz Teala size
yüzlerce nimet ihsan etti.
100
Rebabnâme
2025 Diğerlerini de mahrem olursanız, kulaksız olarak bizzat Hak Teala Hazretlerinden
işitirsiniz. Hakk’ın lütfuna sınır, son yoktur, dile, beyana sığmaz. Nasipsizlerin
nasibi ondandır, gönül yaralarının şifası ondandır. Amelsiz mü-
kafatlar ihsan eder, istemeden bağışlar verirdi. O kimseler böyle latif ömürler
sürmüştü. Onu verir de bu kesif (değersiz) hayatı alır mı?
2030 Bu divaneliği ancak o alçak nefis yapar ki, o bahttan, o devletten uzaktır. O
deryadan su alamamış boş testi gibi kalmış, o gülşenden bir renk ve koku
elde edememiştir. O ezeli saltanattan nasipsiz kalmış, Huda’ya bir an bile
dost olamamıştır.
Dünya zindanında kalmış kurt gibi ki saydığım lütufların birinden haberi
yok. Kurdun, o saadetlerle ne ilişkisi var, ona o rütbe nereden kısmet olacak
ki?
2035 O ebedi dünyayı hatırlasın, yahut haddi olmayarak sınırsız âlem tarafına
adım atabilsin. Mahduttan doğan da mahdut olur, gayrımahdut olana –hudutsuzlar
gibi- nereden talip olacak? O kimse ki üzerine Hak, nurunu saç-
mıştır, içine aşkını yerleştirmiştir, onu kendisi için vücuda getirmiştir. Eğer
o, bu nimetlerden pay sahibi olursa, o önceki bağışlar ve yardımların muhatabı
olan kimse, Hak’tan başka tarafa nasıl adım atabilir?
2040 Ona bundan başka hal ve hareket nasıl layık olur? Çünkü devaları derttedir.
O derdi cihanın dermanına vermez. Derdin kendisi onun dermanıdır. Kimin
derdi varsa, derman onundur. Her kim neşeliyse gam, keder onun misafiridir.
Her kim burada gece gündüz ağlarsa orada kesintisiz güler (mutluluğuna
nihayet bulunmaz). Burada gıdasını açlıktan alan, sanatı gördüğü gibi sanatkarı
da görür.
2045 Sonunda şarap, kebap gibi cennet nimetleriyle gözü gönlü doyar. Ebedi
ömre nail olur, kavuşma ve Hakk’ın yüzü ona nasip olur. Burada gıdası aç-
lık olan, orada büyüklerle beraber bir sofrada oturur. Burada tatlı hayat ge-
çirenlere ölüm acı gelir. Talipler dünya zahmetine bile bile katlanırlar. Taliplerden
gizli bir şey yoktur. Onlar olmadan olacakları da bilirler.
(SAYFA 86) İlahi nur onların rehberidir. Yolu bilen, tereddüte düşmeden koşar
gider. Peygamberimiz buyurmuştur. Mümin odur ki, dünyaya baktığında
gözü Sani’den başkasını görmez, yüzünü hangi tarafa çevirirse çevirsin, gördüklerini
Nur-ı İlahi ile kesin olarak görür.
Kimi seçerse o, seçkin olur. Kimi de reddederse, bil ki o iki cihanda kovulmuş
olur.
2055 Çünkü onlar Nur-ı Huda ile görürler. Bunda yanılmak olmaz. Ördek ırmakta
boğulur mu? Hatta isterlerse, onların arzularıyla eğriler doğrulur, istemezlerse,
dağlar çukur derecesinde kalır. O bakış neyi isterse var olur, dağ-
lara, taşlara yürü dese yürür.
Müminin eteğine sarıl, ona bende ol! Onun nefesinden nefes al ki ruhun dirilsin,
onun nuruyla senin gözün de nurlansın, daima onun gibi mutluluk
içinde bulunasın.
Olayların korkusundan güvende olup, mümin kadınlar ve mümin erkeklere 2060
kılavuzluk eyleyesin.
Görüştüğün, tanıştığın kimselerin görüşleri ki haberin olmadan sana da geç-
miştir. Ruhun, onun ruhundan çalmıştır.
101
Sultan Veled
2025 Diğerlerini de mahrem olursanız, kulaksız olarak bizzat Hak Teala Hazretlerinden
işitirsiniz. Hakk’ın lütfuna sınır, son yoktur, dile, beyana sığmaz. Nasipsizlerin
nasibi ondandır, gönül yaralarının şifası ondandır. Amelsiz mü-
kafatlar ihsan eder, istemeden bağışlar verirdi. O kimseler böyle latif ömürler
sürmüştü. Onu verir de bu kesif (değersiz) hayatı alır mı?
2030 Bu divaneliği ancak o alçak nefis yapar ki, o bahttan, o devletten uzaktır. O
deryadan su alamamış boş testi gibi kalmış, o gülşenden bir renk ve koku
elde edememiştir. O ezeli saltanattan nasipsiz kalmış, Huda’ya bir an bile
dost olamamıştır.
Dünya zindanında kalmış kurt gibi ki saydığım lütufların birinden haberi
yok. Kurdun, o saadetlerle ne ilişkisi var, ona o rütbe nereden kısmet olacak
ki?
2035 O ebedi dünyayı hatırlasın, yahut haddi olmayarak sınırsız âlem tarafına
adım atabilsin. Mahduttan doğan da mahdut olur, gayrımahdut olana –hudutsuzlar
gibi- nereden talip olacak? O kimse ki üzerine Hak, nurunu saç-
mıştır, içine aşkını yerleştirmiştir, onu kendisi için vücuda getirmiştir. Eğer
o, bu nimetlerden pay sahibi olursa, o önceki bağışlar ve yardımların muhatabı
olan kimse, Hak’tan başka tarafa nasıl adım atabilir?
2040 Ona bundan başka hal ve hareket nasıl layık olur? Çünkü devaları derttedir.
O derdi cihanın dermanına vermez. Derdin kendisi onun dermanıdır. Kimin
derdi varsa, derman onundur. Her kim neşeliyse gam, keder onun misafiridir.
Her kim burada gece gündüz ağlarsa orada kesintisiz güler (mutluluğuna
nihayet bulunmaz). Burada gıdasını açlıktan alan, sanatı gördüğü gibi sanatkarı
da görür.
2045 Sonunda şarap, kebap gibi cennet nimetleriyle gözü gönlü doyar. Ebedi
ömre nail olur, kavuşma ve Hakk’ın yüzü ona nasip olur. Burada gıdası aç-
lık olan, orada büyüklerle beraber bir sofrada oturur. Burada tatlı hayat ge-
çirenlere ölüm acı gelir. Talipler dünya zahmetine bile bile katlanırlar. Taliplerden
gizli bir şey yoktur. Onlar olmadan olacakları da bilirler.
(SAYFA 86) İlahi nur onların rehberidir. Yolu bilen, tereddüte düşmeden koşar
gider. Peygamberimiz buyurmuştur. Mümin odur ki, dünyaya baktığında
gözü Sani’den başkasını görmez, yüzünü hangi tarafa çevirirse çevirsin, gördüklerini
Nur-ı İlahi ile kesin olarak görür.
Kimi seçerse o, seçkin olur. Kimi de reddederse, bil ki o iki cihanda kovulmuş
olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder