2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

3605 Halka layık olan, onlara tabi olmaktır. Çünkü körler gözlülere ayak uydurur.
Körler cemaati içlerinde gözlü olmadan yola çıkarlarsa, baş aşağı kuyuya
düşerler. Öyle ise körün asası gözlülerdir. Çünkü o kuvveti ondan bulurlar
(Onun yardımıyla yollarına devam edebilirler). Fakat bu gayreti gözlülerde
arama! Onlara körlerin halinden bahsetme! Çünkü onlar kendi başlarının
liderleridir, daima Hakk’ın vahyine muhataptırlar.
3610 Onun gönlü neyi isterse, şeriatı odur. O asıldır, kurallar ikincil unsurlardır.
O neye gayret ederse, din o olur, o neyi beğenirse, o kabul görür. Onun yaptıklarını,
devrinin şeriati bil! Onun eziyetinde yüz binlerce lütuf gör! Zira
onun kalbi Yezdan’a alet olmuştur. Huda’nın menzili onun gönlünden başka
yer değildir. Şu halde, ondan gelen her şey, Hak’tan geliyor demektir. Böyle
şaha kim itiraz edebilir?
3615 Onun yaptığı işler Hakk’ın işi, söyledikleri de Hakk’ın sözüdür. O, bu âlemde
nebilerden bir nebidir. Hak’tan ona her lahza, bin hediye ulaşır.
(SAYFA 144) O ki, şah olmuştur, niçin bende olsun? O ki atlastır, neden dolayı eski
püskü elbise olsun? Onun davranış ve sözü yeni bir şeriat olur. Eskilerin,
onun yanında arpa kadar kıymeti kalmaz? Onu gördüğün zaman, kuralları-
na candan uy! Ok gibi onun kemanından atıl!
3620 Çünkü kutlu keman onun elindedir. Onun kemanında bulunan oka ne mutlu!
Daima hedefe doğru uçar, din düşmanlarını tamamen yerle bir eder. Şeytan,
onun gölgesinden şuraya buraya kaçacak yer arar. Çünkü o, nurdur;
şeytan, zulmettir. Nur gelince zulmet tamamen gider. Onun kabul ettiği şeyler,
dinin aslının aslıdır. Her şeyi bırak da onun arzusuna tabi ol.
İnsanı öldürmekten büyük bir günah yoktur, ona nispetle her günah küçük 3625
sayılır. Böyle olduğu halde Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.) istemesiyle itaatin
ta kendisi oldu. Onun talebiyle taştan su fışkırdı. Bundan anla ki, o talep makuldur.
O talepten uzak düşen düşmandır. O istemezse ibadetin kendisi kü-
für olur, ondan küfür ortaya çıkarsa iman olur. Şeriatlar talepten (peygamberlerin
istemesiyle) vücuda gelir. Ne mutlu o cana ki bunu istediği gibi
gördü ve bildi ki onun (şeriatin) asıl kaynağı istemektir. İsteksiz şeriatler 3630
önemsizdir, noksandır. Aslı gördükten sonra asıl olmayanla işin ne? İkinciller
o asılların gölgesi gibidir. Bir şahsı tuttuğun zaman, gölgesi ardından
gelir, şahıs olmazsa gölgesini de bulamazsın! Bu cihan var oldukça o şah da
mevcuttur. O mehtap bulunduğu müddetçe mehtaplı gece bulunur. Bu cihan
onlar için var oldu. Yüce ve sefil bütün varlık.
Âlem mevcut olduğu müddetçe o şahlar da mevcuttur. Her ne kadar dünya- 3635
da gözlerden saklı iseler de değil mi ki, güneş gözlüler içindir. Zulmet perdesini
onlar için yırtar. Körün güneşten ne faydası olur? Mermerin, sudan
faydalanmadığı gibi. Çünkü su mermeri etkilemez ona göre yaş, kuru eşittir.
Toprak olmalı ki sudan faydalansın, renk renk çiçekler açsın, meyveler versin.
Evliya toprak olmayı onun için tercih ettiler. Büyüklerin emrine uymakla bü- 3640
yüklenmeyi terk ettiler. Kibir etmek, Huda’ya şirk etmektir. Ve kul için aşa-
ğılanmaya sebep olur. Kibirli olan, taş yürekli olur. Böyle kimseden hakkı yerine
getirmesi beklenemez. Kafasında kibir bulunan kimse, gurura kapılmış-
tır. Bencil olanın kalbi mermer gibidir.
Katı kalpler hakkında Cenab-ı Hak “kel hicara” (taş gibi) 3645 60 buyurdu. Sonra
da “ev eşeddu kuvveten” (taştan daha katı) kaydıyla sefilliğin en altına indirdi.
Böylelerinin derecesi sekardır (cehennemdir). Toprak olmayı kabul et
ki, makbul olasın. Kibir etmek cahillik ve düşüncesizliktir. Taş yürekli olanlara
Hak’tan yardım ve merhamet yoktur. Onlar böyle lütuflardan mahrumdurlar.
(SAYFA 145) Müritler toprak, münkirler taş gibidir. Münkirler müritlerin rengine
nasıl boyanabilirler?
O, (münkir) binlerce ilim ve fen öğrense, yeryüzünde meşale gibi parlasa 3650
onun bu hazinesinden kimseye nasip yoktur. Onun bu husustaki fikri isabetli
değildir. Hak’tan bir muradı yok ki bu cihete adım atsın, hazinesi yok
ki halka versin. Biz ondan uzağız, sudan yağın uzaklaştığı gibi. Biz seçicileriz;
o, gaflettir.
Biz ki, birbirimize yüzümüzü döndürürüz. Çünkü elest şarabını beraber iç-
mişiz,
60 Bakara suresi 2/74 Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş
vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla
(yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
163
Sultan Veled
3590 Ey Rabbim! Yerlerin, göklerin bütün hayatı senin, görünür görünmez ne varsa
hep senin! İyide, kötüde (her şeyde) onu açıkça görürler, hiçbir engel onların
yolunu kesemez. Çünkü onlar Hakk’ı apaçık görmüşler, iki âleme onun
aşkını tercih etmişlerdir. Merdan-ı Huda arasında yolunu şaşırmış veya içine
Hak’tan başka şeyler dolmuş bir kimse yoktur.
Yolunu kaybetmiş veya ondan başkasına yönelmiş bir fert yoktur.
3595 Çünkü âşık odur, oraya koşarsın. Manayı bilen ikilik düşünmez. Ey oğul!
Bir kimse kendini nasıl kaybeder? Kuzu, anasını kaybediyor mu? Kuzu, koyun
sürüsünün içinde anasını tanıyor. Çünkü onun parçasıdır, onun karnından
çıkmış, vücudundan kopmuştur. Annesi nereye gitse o da peşinde. Evliyanın
da Hakk’a nispeti böyledir. Her birinin -muhabbetine göre- mertebesi
vardır.
3600 Mademki kuzu annesini tanıyor, dervişi kuzudan aşağı görme! Öyle yiğitten
züht ve takva arama! Onların Hak’tan umdukları yalnız kendisidir. Cennetten,
hurilerinden geçmişlerdir. Hakk’ın kendinden başka istekleri yoktur.
Hak’tan başkası -isterse cennet olsun- onlara göre cehennemdir. Evliya, şehzadeler
gibidir. Halk onlara tabi olmuştur. Onlar nihayetsiz deryadır, halk sı-
nırlı bir daire içinde hapistirler.
3605 Halka layık olan, onlara tabi olmaktır. Çünkü körler gözlülere ayak uydurur.
Körler cemaati içlerinde gözlü olmadan yola çıkarlarsa, baş aşağı kuyuya
düşerler. Öyle ise körün asası gözlülerdir. Çünkü o kuvveti ondan bulurlar
(Onun yardımıyla yollarına devam edebilirler). Fakat bu gayreti gözlülerde
arama! Onlara körlerin halinden bahsetme! Çünkü onlar kendi başlarının
liderleridir, daima Hakk’ın vahyine muhataptırlar.
3610 Onun gönlü neyi isterse, şeriatı odur. O asıldır, kurallar ikincil unsurlardır.
O neye gayret ederse, din o olur, o neyi beğenirse, o kabul görür. Onun yaptıklarını,
devrinin şeriati bil! Onun eziyetinde yüz binlerce lütuf gör! Zira
onun kalbi Yezdan’a alet olmuştur. Huda’nın menzili onun gönlünden başka
yer değildir. Şu halde, ondan gelen her şey, Hak’tan geliyor demektir. Böyle
şaha kim itiraz edebilir?
3615 Onun yaptığı işler Hakk’ın işi, söyledikleri de Hakk’ın sözüdür. O, bu âlemde
nebilerden bir nebidir. Hak’tan ona her lahza, bin hediye ulaşır.
(SAYFA 144) O ki, şah olmuştur, niçin bende olsun? O ki atlastır, neden dolayı eski
püskü elbise olsun? Onun davranış ve sözü yeni bir şeriat olur. Eskilerin,
onun yanında arpa kadar kıymeti kalmaz? Onu gördüğün zaman, kuralları-
na candan uy! Ok gibi onun kemanından atıl!
3620 Çünkü kutlu keman onun elindedir. Onun kemanında bulunan oka ne mutlu!
Daima hedefe doğru uçar, din düşmanlarını tamamen yerle bir eder. Şeytan,
onun gölgesinden şuraya buraya kaçacak yer arar. Çünkü o, nurdur;
şeytan, zulmettir. Nur gelince zulmet tamamen gider. Onun kabul ettiği şeyler,
dinin aslının aslıdır. Her şeyi bırak da onun arzusuna tabi ol.
İnsanı öldürmekten büyük bir günah yoktur, ona nispetle her günah küçük 3625
sayılır. Böyle olduğu halde Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.) istemesiyle itaatin
ta kendisi oldu. Onun talebiyle taştan su fışkırdı. Bundan anla ki, o talep makuldur.
O talepten uzak düşen düşmandır. O istemezse ibadetin kendisi kü-
für olur, ondan küfür ortaya çıkarsa iman olur. Şeriatlar talepten (peygamberlerin
istemesiyle) vücuda gelir. Ne mutlu o cana ki bunu istediği gibi
gördü ve bildi ki onun (şeriatin) asıl kaynağı istemektir. İsteksiz şeriatler 3630
önemsizdir, noksandır. Aslı gördükten sonra asıl olmayanla işin ne? İkinciller
o asılların gölgesi gibidir. Bir şahsı tuttuğun zaman, gölgesi ardından
gelir, şahıs olmazsa gölgesini de bulamazsın! Bu cihan var oldukça o şah da
mevcuttur. O mehtap bulunduğu müddetçe mehtaplı gece bulunur. Bu cihan
onlar için var oldu. Yüce ve sefil bütün varlık.
Âlem mevcut olduğu müddetçe o şahlar da mevcuttur. Her ne kadar dünya- 3635
da gözlerden saklı iseler de değil mi ki, güneş gözlüler içindir. Zulmet perdesini
onlar için yırtar. Körün güneşten ne faydası olur? Mermerin, sudan
faydalanmadığı gibi. Çünkü su mermeri etkilemez ona göre yaş, kuru eşittir.
Toprak olmalı ki sudan faydalansın, renk renk çiçekler açsın, meyveler versin.
Evliya toprak olmayı onun için tercih ettiler. Büyüklerin emrine uymakla bü- 3640
yüklenmeyi terk ettiler. Kibir etmek, Huda’ya şirk etmektir. Ve kul için aşa-
ğılanmaya sebep olur. Kibirli olan, taş yürekli olur. Böyle kimseden hakkı yerine
getirmesi beklenemez. Kafasında kibir bulunan kimse, gurura kapılmış-
tır. Bencil olanın kalbi mermer gibidir.
Katı kalpler hakkında Cenab-ı Hak “kel hicara” (taş gibi) 3645 60 buyurdu. Sonra
da “ev eşeddu kuvveten” (taştan daha katı) kaydıyla sefilliğin en altına indirdi.
Böylelerinin derecesi sekardır (cehennemdir). Toprak olmayı kabul et
ki, makbul olasın. Kibir etmek cahillik ve düşüncesizliktir. Taş yürekli olanlara
Hak’tan yardım ve merhamet yoktur. Onlar böyle lütuflardan mahrumdurlar.
(SAYFA 145) Müritler toprak, münkirler taş gibidir. Münkirler müritlerin rengine
nasıl boyanabilirler?
O, (münkir) binlerce ilim ve fen öğrense, yeryüzünde meşale gibi parlasa 3650
onun bu hazinesinden kimseye nasip yoktur. Onun bu husustaki fikri isabetli
değildir. Hak’tan bir muradı yok ki bu cihete adım atsın, hazinesi yok
ki halka versin. Biz ondan uzağız, sudan yağın uzaklaştığı gibi. Biz seçicileriz;
o, gaflettir.
Biz ki, birbirimize yüzümüzü döndürürüz. Çünkü elest şarabını beraber iç-
mişiz,
60 Bakara suresi 2/74 Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş
vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla
(yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
164
Rebabnâme
3655 burada o aşkın coşkusuyla gece gündüz beraber ağlamaktayız, bulunduğumuz
o evvelki hale dönmeyi istiyor ve ümit ediyoruz, bir parça kendimize
gelerek uyumadık. Hak’tan başka ne varsa hiçbirini dinlemeyiz, bir an bile
Hak’tan başkasıyla ilgilenmeyiz. Burada bir beyit kalmıştır. Bu dünya samandır,
ahiret ise şekerdir. Bu, sığırlarındır; o, insanlar içindir.
3660 Adl-i ilahi her birine ayrı gıda ayırmıştır, her biri için başka bir yemek pişirmiştir.
“kad alime kullu unâsin meşrebehum”61 bunun içindir (bunun delilidir).
Tâ ki her canın gıdası ayrı olduğunu, her birinin tabiatına ve mizacına
göre gıda verildiğini bilesin! Samanla samanlık hayvana, ilimle hikmet de insana
layıktır. Hak Teala Hazretleri herkese layık bir gıda yaratmış, o gıdaya
göre de kap hazırlamıştır (mide).
3665 Ey Hak adamı dikkat et, herkesin yiyeceği gör nasıl verilmiştir. Kimi hurma
yer, kimi diken; kimi emniyet içinde, kimi korku ve kaygı. Anlam açısından
da kısmetler başka başkadır, kimi kainatın dışında (uçuyor), kimi içinde hapsolmuştur.
Nâr ile nurdan yüz binlerce perde vardır, bu perdenin ehli o perdeden
uzaktadır.
61 Bakara suresi 2/60 Hani, Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan
on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. “Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” demiştik.
MAKALE 56
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kul ile Hak Teala arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur
perdesi vardır. Her kavim, bu perdeler içinde öyle batmıştır ki, asla çıkmak
istemezler ve ondan başkasını batıl ve yolunu şaşırmış sayarlar. Çok gayret
ister ki, bu perdelerden geçeler. Nitekim Bayezit Hazretleri sahralarda otuz
sene ot kökleriyle beslendi. Diğer mücahedeleri bundan anlaşılabilir.
Nasıl ki, bir avuç buğday bir ambara işarettir. Fakat doğru ve kamil bir veliye
düştüğünde zahmetsiz ve gayretsiz emelini görmeye hak kazanırsın. Nitekim
Hz. Mevlana Şeyh Sadreddin Hazretlerine hitaben buyurmuşlardır:
RUBAİ:
Ger âşık-ı rûy-ı Kayser-i Rûm şevî
Omîd buved ki hayy-i kayyûm şevî
Ez hicr megû be-pîş-i sultân-ı visâl
Meters ki-zin hadîs mahrûm şevî
Meali: “Eğer Rum kayserine (cemal-i ilahiye) aşıksan, Rum diyarının sultanı olursun!
Şevket ve haşmet sahibi olursun! Hay ve Kayyum olman da beklenir. Vuslat sultanı-
nın yanında ayrılığa dair söz söyleme! Kork ki, bu sözden dolayı o kavuşmadan mahrum
olursun.”
Gene buyurmuşlardır ki: “Riyazat nîst pîş-i mâ her lutfest u bahşayiş”.
Meali: “Bizim yolumuzda riyazat yoktur, elde ettiğimiz neticeler, bütün
Hakk’ın lütuf ve ihsanıdır.”
(SAYFA 146) Bu makalede şu da ifade olunacaktır ki:
Güzel koku gözü nurlandırır. Zira Yakup Aleyhisselam’ın, Yusuf
Aleyhisselam’ın gömleğinin kokusundan gözleri açıldı. Her kimin ki ona
(Huda’ya) arzusu ve aşkı vardır, o, koku almış demektir. O koku sonunda
onun gözünü açar ve Hakk’a kavuşturur. Eğer aşk ve arzu yoksa, o, ölü demektir.
Ölüyü diriltmek ise İsa Aleyhisselam’a mahsustur. Şeyh-i vasıl, vaktinin
İsa’sıdır. Onun bakışı yardımıyla ölü can dirilir. Herkes bulunduğu
perdede noksanından habersiz olarak sarhoşça dans eder.
O sarhoşlukla kendini gerçekten olgun ve amacına ulaşmış zanneder. Her- 3670
kes bulunduğu perdede öyle saplanmış kalmış ki, o cehennem ona cennet
görünüyor (yerinden ayrılmak istemiyor). Fakat onunla (Hak’la) bağlantı
kuran ve o neşeyle sarhoş olan veliler böyle değildir. Onların ruhu Hakk’ın
nuruyla taşınır, sineleri onun sırlarıyla doludur. O, dünya diyarından kurtulmuş,
tehlikesiz limana kavuşmuştur.
Bu sözü bırakayım da o güzelden bahsedeyim. O, gönlümü avlayan güzel- 3675
dir. O benim yanımda nasıl bir cilve ile kendini gösterdi ki, zehrim bal oldu.
Gönlümde gönül alan o güzelden başka bir şey kalmadı. Can hazinesi odur.
Başkasının pul kadar kıymeti yoktur. Hani bu âlemde görür bir insan ki, böyle
bir gülşenden koku duysun. Koku ona eriştiği zaman gözü açılır, dilsiz de
olsa dillenir.
Hazret-i Yakup öyle olmadı mı? Kokudan gözleri açılmadı mı? Kokusu ol- 3680
mayan (koku hissetmeyen) hor ve hakirdir. Koku, kediyi yiyeceğe doğru gö-
165
Sultan Veled
3655 burada o aşkın coşkusuyla gece gündüz beraber ağlamaktayız, bulunduğumuz
o evvelki hale dönmeyi istiyor ve ümit ediyoruz, bir parça kendimize
gelerek uyumadık. Hak’tan başka ne varsa hiçbirini dinlemeyiz, bir an bile
Hak’tan başkasıyla ilgilenmeyiz. Burada bir beyit kalmıştır. Bu dünya samandır,
ahiret ise şekerdir. Bu, sığırlarındır; o, insanlar içindir.
3660 Adl-i ilahi her birine ayrı gıda ayırmıştır, her biri için başka bir yemek pişirmiştir.
“kad alime kullu unâsin meşrebehum”61 bunun içindir (bunun delilidir).
Tâ ki her canın gıdası ayrı olduğunu, her birinin tabiatına ve mizacına
göre gıda verildiğini bilesin! Samanla samanlık hayvana, ilimle hikmet de insana
layıktır. Hak Teala Hazretleri herkese layık bir gıda yaratmış, o gıdaya
göre de kap hazırlamıştır (mide).
3665 Ey Hak adamı dikkat et, herkesin yiyeceği gör nasıl verilmiştir. Kimi hurma
yer, kimi diken; kimi emniyet içinde, kimi korku ve kaygı. Anlam açısından
da kısmetler başka başkadır, kimi kainatın dışında (uçuyor), kimi içinde hapsolmuştur.
Nâr ile nurdan yüz binlerce perde vardır, bu perdenin ehli o perdeden
uzaktadır.
61 Bakara suresi 2/60 Hani, Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan
on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. “Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” demiştik.
MAKALE 56
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Kul ile Hak Teala arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur
perdesi vardır. Her kavim, bu perdeler içinde öyle batmıştır ki, asla çıkmak
istemezler ve ondan başkasını batıl ve yolunu şaşırmış sayarlar. Çok gayret
ister ki, bu perdelerden geçeler. Nitekim Bayezit Hazretleri sahralarda otuz
sene ot kökleriyle beslendi. Diğer mücahedeleri bundan anlaşılabilir.
Nasıl ki, bir avuç buğday bir ambara işarettir. Fakat doğru ve kamil bir veliye
düştüğünde zahmetsiz ve gayretsiz emelini görmeye hak kazanırsın. Nitekim
Hz. Mevlana Şeyh Sadreddin Hazretlerine hitaben buyurmuşlardır:
RUBAİ:
Ger âşık-ı rûy-ı Kayser-i Rûm şevî
Omîd buved ki hayy-i kayyûm şevî
Ez hicr megû be-pîş-i sultân-ı visâl
Meters ki-zin hadîs mahrûm şevî
Meali: “Eğer Rum kayserine (cemal-i ilahiye) aşıksan, Rum diyarının sultanı olursun!
Şevket ve haşmet sahibi olursun! Hay ve Kayyum olman da beklenir. Vuslat sultanı-
nın yanında ayrılığa dair söz söyleme! Kork ki, bu sözden dolayı o kavuşmadan mahrum
olursun.”
Gene buyurmuşlardır ki: “Riyazat nîst pîş-i mâ her lutfest u bahşayiş”.
Meali: “Bizim yolumuzda riyazat yoktur, elde ettiğimiz neticeler, bütün
Hakk’ın lütuf ve ihsanıdır.”
(SAYFA 146) Bu makalede şu da ifade olunacaktır ki:
Güzel koku gözü nurlandırır. Zira Yakup Aleyhisselam’ın, Yusuf
Aleyhisselam’ın gömleğinin kokusundan gözleri açıldı. Her kimin ki ona
(Huda’ya) arzusu ve aşkı vardır, o, koku almış demektir. O koku sonunda
onun gözünü açar ve Hakk’a kavuşturur. Eğer aşk ve arzu yoksa, o, ölü demektir.
Ölüyü diriltmek ise İsa Aleyhisselam’a mahsustur. Şeyh-i vasıl, vaktinin
İsa’sıdır. Onun bakışı yardımıyla ölü can dirilir. Herkes bulunduğu
perdede noksanından habersiz olarak sarhoşça dans eder.
O sarhoşlukla kendini gerçekten olgun ve amacına ulaşmış zanneder. Her- 3670
kes bulunduğu perdede öyle saplanmış kalmış ki, o cehennem ona cennet
görünüyor (yerinden ayrılmak istemiyor). Fakat onunla (Hak’la) bağlantı
kuran ve o neşeyle sarhoş olan veliler böyle değildir. Onların ruhu Hakk’ın
nuruyla taşınır, sineleri onun sırlarıyla doludur. O, dünya diyarından kurtulmuş,
tehlikesiz limana kavuşmuştur.
Bu sözü bırakayım da o güzelden bahsedeyim. O, gönlümü avlayan güzel- 3675
dir. O benim yanımda nasıl bir cilve ile kendini gösterdi ki, zehrim bal oldu.
Gönlümde gönül alan o güzelden başka bir şey kalmadı. Can hazinesi odur.
Başkasının pul kadar kıymeti yoktur. Hani bu âlemde görür bir insan ki, böyle
bir gülşenden koku duysun. Koku ona eriştiği zaman gözü açılır, dilsiz de
olsa dillenir.
Hazret-i Yakup öyle olmadı mı? Kokudan gözleri açılmadı mı? Kokusu ol- 3680
mayan (koku hissetmeyen) hor ve hakirdir. Koku, kediyi yiyeceğe doğru gö-
166
Rebabnâme
türür. Eğer sen de koku alıyorsan veliler tarafına git. Haydi! Gıdanı kokudan
iste! O mezheptensen onu talep et! Kıble mezheptir, o tarafa git! Cihanda
kimse canından kaçar mı? Dünyada, kıblesi olmayan kimsenin gayreti boş-
tur, ruhani zevkten mahrumdur.
3685 Kıblesiz insan, cansız vücuttur. Derdi olmayana derman da olmaz. Vücut
canla diridir, can da din ile. İyi bil ki, can dinle ayakta kalır. Candan ayrılan
ten, çürür, dini olmayan can da ölür. Dinsiz olan canı fani bil, onun dünya
ve ahirette sığırdan farkı yoktur. Cenab-ı Hak bunlar hakkında: “Onlar hayvan
gibidirler, belki daha aşağı.” buyurmuştur. Çünkü cehaletle çamura çökmüşlerdir.
3690 Dünya çamura benzer, onlar da eşeğe. Bilmemezlikle baş aşağı oraya düş-
müşlerdir. Ruha, Hak tarafına yol gösteren dindir. Dini arttıkça diriliği de artar.
Dinsiz ruhu da ten hükmünde tut! Ten ölünce ondan da eser kalmaz. Ölü
ruh, ceset içindeki hevaya benzer. Böyle canla nasıl rahat olursun? Vahyin
ruhu, takva ehlinin pak ruhudur. Hayvani ruh, eşkıyaların ruhudur. (SAYFA 147)
3695 Vahyî ruh, Hakk’ın nuruyla doludur. Hayvani ruh heva ile şişirilmiş. Semiz
görünür ama içi boştur. O tulum gibi ki, içine hava doldurulmuştur. İnsan
ondan ne umar! Bilir ki, içinde hevadan başka bir şey yoktur. Ne et, ne yağ,
ne de başka bir şey. Diri görünür, fakat ölüdür. Sıcak görünür, lakin donmuş,
buz tutmuştur. Kesin olarak bil ki, hayvani ruh böyledir. Din nurundan boş,
küfürle doludur.
3700 Din bakidir, küfür sonunda yok olur. Din baki olur. Çünkü sonsuzluk ülkesindendir.
İstersen ki, hayat bulasın, canlar cihanında sonsuzluğa kavuşasın,
elini ermiş bir ere ver, çünkü canların hazinesi onun elindedir. Tâ ki, o seni
nefesiyle zinde eylesin. Böyle kerem ancak onun elinden gelir. Ölüye ondan
gayrı kim can verebilir? Dertlere derman ondan başka kimden gelecek?
3705 Mesih’ten sonra bunu yapacak, ancak merd-i Huda’dır. Herkesin derdine
deva ondandır. Zamanın çaresizlerinin çaresi odur, zehrin, panzehiri odur.
Cihanda dertlilerin elinden tutacak da şüphesiz odur. Canı olmayanlara can
verir, dirhemi olmayanlara hazineler bahşeder. Bir nefeste göz, kulak, akıl
verir. Aşk, zevk ve coşku bağışlar.
3710 O kerimden ne istersen hepsi olur, ayrılık hastası onunla vuslata erer. O vü-
cut dünyada Hakk’ın temsilcisidir. Yer, gök ona secde eder. Yerden maksat,
yerde yaşayanlar, gökten murat da gök halkıdır. Kur’an-ı Kerim’de “ve eselehul
karye”yi okumadın mı? Oradaki karyeden maksut da karye ehlidir,
karye değil. Yerin, göğün kendileri kastolunsa da olur. Çünkü her şeyin arzusu
Huda’dır.
3715 Herşey, açıklamasız, kitapsız, yapraksız olarak Hakk’ı tespih etmiyor mu?
Herkes o sesleri işitemez. Onların sırrını ancak Hak erleri bilir. Çünkü şahadet
âleminde onun (merd-i Huda’nın) kulağı, Hakk’ı işitir. Her olup biteni
tamamen duyar. Gözünü de Hak’tan görür bil, kendinden değil. Onun yanında
iyi kötü her şey açıktır. Ey temiz kalpli! Yerde gökte (bütün kainatta)
Hakk’ın nurundan bir şey gizlenebilir mi?
Ey aziz, bu konuda benden bir misal dinle de bu sırdan haberdar ol! İnsanın 3720
çocukken de gözü vardır. Fakat akıl ve zeka sahipleri gibi temyizi (iyiyi kötü-
den ayırma yeteneği) yoktur. Gözüyle iyiyi, kötüyü, hoşgörüyü, kavgayı her
şeyi görür. Fakat aklıyla gözü birleşmedikçe gördüğü şeylerden bir şey anlamaz.
Nazarında inciyle boncuk farksızdır. Kul ile şahı ayırt edemez.
Ne vakit ki göz, aklın aleti (vasıtası) olur, yükseği, alçağı o vakit anlar. Aklı 3725
ona temyiz kudreti bahşeder, büyükle küçüğün derecesini o zaman anlar.
(SAYFA 148) Yanında herbirinin rütbesi belli olur, gönlünde herkes derecesine göre
bir yer tutar. Ondan evvel ki aklı ve temyizi yoktu, yanında müslümanla Yahudi
farksızdı. Efendi, bey, dilenci hep eşitti. Cahille âlimi fark edemezdi.
Sonra nazarında herkesin mertebesi belli oldu, hepsinin durum ve yerini an- 3730
ladı. Gerçi görünüşte gören gözdür. Fakat hakikatte o görüş, aklındır. Evet,
gören göz değildir, akıldır. Yün ve yeşimi (bunla taşı) temyiz eden akıldır.
Beş duyu ki aklın aletleridir.
Bunları ve uzuvlarını nurlandıran akıldır. Vücutta akıl sultandır (hakimdir),
vücut ona esir bir alettir.
Şu halde göze hakim olan da akıldır. İyiyi kötüyü o alır, o satar. Akıllı, kendi- 3735
sinde aklın göründüğü, gafil de cehaletin göründüğü kimsedir. Bunun gibi,
Hak da cana yakın olunca can da şüphesiz Hakk’ın vasıtası olur. Onun sözü,
davranışı Hak’tan olur, ondan değil. O, Hakk’ın elinde alettir. Beş duyu, rahmanın
nuruyla aydınlanır, gönlü de o sultanın tahtı olur.
Öyleyse, Huda’yı gönül ehlinin cisminden gör! Her ne kadar o cisimler un- 3740
surlar âleminden iseler de onların maddi unsurlarını, ucu bucağı bulunmayan
bir derya üzerindeki saman çöpü kabul et! O saman çöpüne basma! (Yani
ehl-i dilin maddiliğine bakma!) Ki, baş aşağı denizin dibini boylarsın! Onu
saman çöpü bilme, sonsuz derya bil! Tâ ki o derya sana sığınak olsun. Değil
mi ki, akıllının aklını hareketleri ve durgunluğundan anlıyorsun?
Bunun gibi Cenab-ı Hakk’ı Hak erinden perdesiz göresin. Cenab-ı Peygam- 3745
ber Aleyhisselam, buyurmuş oldukları şu hadis-i şerifte ne mana incileri delmiştir:
“Mümin Allah’ın nuruyla görür.” Çünkü Hak müminden ayrılmaz.
Şu halde, gören Huda’dır, müminin gözü değil. “Lâ tudrikuhul ebsâru ve
huve yudrikul ebsâr.”62 Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde “Onu gözler göremez,
halbuki o, gözleri görür” buyurdu.
Herkesin idraki ondandır, kendinin değil, aklın varsa iyi anla! Hakk’ın nu- 3750
runu velilerin cisimlerinde gör! Veliler bu yetkiyi ondan alırlar. Akıl istersen
akıllılarla sohbet et! Daima onlarla otur, kalk! Tâ ki onların aklından senin de
aklın artsın, onlardan duyduğun şeylerle değerlendirmelerin sağlam olsun.
62 Enam suresi 6/103 Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden)
hakkıyla haberdar olandır.
167
Sultan Veled
türür. Eğer sen de koku alıyorsan veliler tarafına git. Haydi! Gıdanı kokudan
iste! O mezheptensen onu talep et! Kıble mezheptir, o tarafa git! Cihanda
kimse canından kaçar mı? Dünyada, kıblesi olmayan kimsenin gayreti boş-
tur, ruhani zevkten mahrumdur.
3685 Kıblesiz insan, cansız vücuttur. Derdi olmayana derman da olmaz. Vücut
canla diridir, can da din ile. İyi bil ki, can dinle ayakta kalır. Candan ayrılan
ten, çürür, dini olmayan can da ölür. Dinsiz olan canı fani bil, onun dünya
ve ahirette sığırdan farkı yoktur. Cenab-ı Hak bunlar hakkında: “Onlar hayvan
gibidirler, belki daha aşağı.” buyurmuştur. Çünkü cehaletle çamura çökmüşlerdir.
3690 Dünya çamura benzer, onlar da eşeğe. Bilmemezlikle baş aşağı oraya düş-
müşlerdir. Ruha, Hak tarafına yol gösteren dindir. Dini arttıkça diriliği de artar.
Dinsiz ruhu da ten hükmünde tut! Ten ölünce ondan da eser kalmaz. Ölü
ruh, ceset içindeki hevaya benzer. Böyle canla nasıl rahat olursun? Vahyin
ruhu, takva ehlinin pak ruhudur. Hayvani ruh, eşkıyaların ruhudur. (SAYFA 147)
3695 Vahyî ruh, Hakk’ın nuruyla doludur. Hayvani ruh heva ile şişirilmiş. Semiz
görünür ama içi boştur. O tulum gibi ki, içine hava doldurulmuştur. İnsan
ondan ne umar! Bilir ki, içinde hevadan başka bir şey yoktur. Ne et, ne yağ,
ne de başka bir şey. Diri görünür, fakat ölüdür. Sıcak görünür, lakin donmuş,
buz tutmuştur. Kesin olarak bil ki, hayvani ruh böyledir. Din nurundan boş,
küfürle doludur.
3700 Din bakidir, küfür sonunda yok olur. Din baki olur. Çünkü sonsuzluk ülkesindendir.
İstersen ki, hayat bulasın, canlar cihanında sonsuzluğa kavuşasın,
elini ermiş bir ere ver, çünkü canların hazinesi onun elindedir. Tâ ki, o seni
nefesiyle zinde eylesin. Böyle kerem ancak onun elinden gelir. Ölüye ondan
gayrı kim can verebilir? Dertlere derman ondan başka kimden gelecek?
3705 Mesih’ten sonra bunu yapacak, ancak merd-i Huda’dır. Herkesin derdine
deva ondandır. Zamanın çaresizlerinin çaresi odur, zehrin, panzehiri odur.
Cihanda dertlilerin elinden tutacak da şüphesiz odur. Canı olmayanlara can
verir, dirhemi olmayanlara hazineler bahşeder. Bir nefeste göz, kulak, akıl
verir. Aşk, zevk ve coşku bağışlar.
3710 O kerimden ne istersen hepsi olur, ayrılık hastası onunla vuslata erer. O vü-
cut dünyada Hakk’ın temsilcisidir. Yer, gök ona secde eder. Yerden maksat,
yerde yaşayanlar, gökten murat da gök halkıdır. Kur’an-ı Kerim’de “ve eselehul
karye”yi okumadın mı? Oradaki karyeden maksut da karye ehlidir,
karye değil. Yerin, göğün kendileri kastolunsa da olur. Çünkü her şeyin arzusu
Huda’dır.
3715 Herşey, açıklamasız, kitapsız, yapraksız olarak Hakk’ı tespih etmiyor mu?
Herkes o sesleri işitemez. Onların sırrını ancak Hak erleri bilir. Çünkü şahadet
âleminde onun (merd-i Huda’nın) kulağı, Hakk’ı işitir. Her olup biteni
tamamen duyar. Gözünü de Hak’tan görür bil, kendinden değil. Onun yanında
iyi kötü her şey açıktır. Ey temiz kalpli! Yerde gökte (bütün kainatta)
Hakk’ın nurundan bir şey gizlenebilir mi?
Ey aziz, bu konuda benden bir misal dinle de bu sırdan haberdar ol! İnsanın 3720
çocukken de gözü vardır. Fakat akıl ve zeka sahipleri gibi temyizi (iyiyi kötü-
den ayırma yeteneği) yoktur. Gözüyle iyiyi, kötüyü, hoşgörüyü, kavgayı her
şeyi görür. Fakat aklıyla gözü birleşmedikçe gördüğü şeylerden bir şey anlamaz.
Nazarında inciyle boncuk farksızdır. Kul ile şahı ayırt edemez.
Ne vakit ki göz, aklın aleti (vasıtası) olur, yükseği, alçağı o vakit anlar. Aklı 3725
ona temyiz kudreti bahşeder, büyükle küçüğün derecesini o zaman anlar.
(SAYFA 148) Yanında herbirinin rütbesi belli olur, gönlünde herkes derecesine göre
bir yer tutar. Ondan evvel ki aklı ve temyizi yoktu, yanında müslümanla Yahudi
farksızdı. Efendi, bey, dilenci hep eşitti. Cahille âlimi fark edemezdi.
Sonra nazarında herkesin mertebesi belli oldu, hepsinin durum ve yerini an- 3730
ladı. Gerçi görünüşte gören gözdür. Fakat hakikatte o görüş, aklındır. Evet,
gören göz değildir, akıldır. Yün ve yeşimi (bunla taşı) temyiz eden akıldır.
Beş duyu ki aklın aletleridir.
Bunları ve uzuvlarını nurlandıran akıldır. Vücutta akıl sultandır (hakimdir),
vücut ona esir bir alettir.
Şu halde göze hakim olan da akıldır. İyiyi kötüyü o alır, o satar. Akıllı, kendi- 3735
sinde aklın göründüğü, gafil de cehaletin göründüğü kimsedir. Bunun gibi,
Hak da cana yakın olunca can da şüphesiz Hakk’ın vasıtası olur. Onun sözü,
davranışı Hak’tan olur, ondan değil. O, Hakk’ın elinde alettir. Beş duyu, rahmanın
nuruyla aydınlanır, gönlü de o sultanın tahtı olur.
Öyleyse, Huda’yı gönül ehlinin cisminden gör! Her ne kadar o cisimler un- 3740
surlar âleminden iseler de onların maddi unsurlarını, ucu bucağı bulunmayan
bir derya üzerindeki saman çöpü kabul et! O saman çöpüne basma! (Yani
ehl-i dilin maddiliğine bakma!) Ki, baş aşağı denizin dibini boylarsın! Onu
saman çöpü bilme, sonsuz derya bil! Tâ ki o derya sana sığınak olsun. Değil
mi ki, akıllının aklını hareketleri ve durgunluğundan anlıyorsun?
Bunun gibi Cenab-ı Hakk’ı Hak erinden perdesiz göresin. Cenab-ı Peygam- 3745
ber Aleyhisselam, buyurmuş oldukları şu hadis-i şerifte ne mana incileri delmiştir:
“Mümin Allah’ın nuruyla görür.” Çünkü Hak müminden ayrılmaz.
Şu halde, gören Huda’dır, müminin gözü değil. “Lâ tudrikuhul ebsâru ve
huve yudrikul ebsâr.”62 Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde “Onu gözler göremez,
halbuki o, gözleri görür” buyurdu.
Herkesin idraki ondandır, kendinin değil, aklın varsa iyi anla! Hakk’ın nu- 3750
runu velilerin cisimlerinde gör! Veliler bu yetkiyi ondan alırlar. Akıl istersen
akıllılarla sohbet et! Daima onlarla otur, kalk! Tâ ki onların aklından senin de
aklın artsın, onlardan duyduğun şeylerle değerlendirmelerin sağlam olsun.
62 Enam suresi 6/103 Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden)
hakkıyla haberdar olandır.
168
Rebabnâme
Ey Hak yolunun yolcusu! Eğer Hakk’ı istiyorsan daima yalvararak de ki:
3755 “Ya Rabbi! Beni lütfunla velilerinin sohbetine kavuştur, acilen yolumu doğ-
rult! Tâ ki onlar vasıtasıyla muradım gerçekleşsin, beni bu vücut cisminden,
bu tuzaktan kurtarsınlar, onların ilminden ilmim artsın, onların hoşgörüsüyle
öfkem gitsin, onların nurundan bana da görüş nasip olsun, onların ebedi
hayatından ben de pay sahibi olayım, (SAYFA 149) onlardan yola gitmeyi öğreneyim,
şeklimden geçip baştan başa anlam olayım.
3760 O fırkadan renksizlik rengi kazanayım. Çünkü onların yolu renksizliktir.
Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsisinde velileri hakkında “Benimle görür, benimle
işitir, onların gözü de, kulağı da benim, canları benim nurumla aydınlanır.”
buyurmadı mı?
Cenab-ı Peygamber de bir hadis-i şerifinde buyurmadı mı ki: “Allah ile oturup
kalkmak isteyen, sufilerle otursun kalksın.” Tâ ki biz de Huda ile bir arada
oturalım.
3765 Her kim Allah ile teklifsiz arkadaş olmak isterse, yol erinin hizmetine devam
etsin. Saf kalpli sufilerle otur (tâ ki yakinen sevgiliyi bulasın). Çünkü Hak,
cemalini onlardan gösterir. Onlarla sohbet, vuslatın ta kendisi olur. Öyleyse,
bu sahih hadisi inkar etme. O Hak dostu (veli) aynı nurdan ayrılmıştır. Dünyada
iyi, kötü, gizli, açık hiçbir kimse Hakk’ın düşmanı değildir.
3770 Çünkü iyiyi, kötüyü, her şeyi yaratan onun cömertliğidir. Bütün varlık onun
tezgahında dokunmuştur. Kesin olarak bilinir ki, her şeyi besleyen de odur.
Gerek yerde gerek gökte beslemek işini, muhabbetin temelinin temeli bil,
bundan dolayı genç ihtiyar, herkes ona âşıktır. Bu dünyada da hal, öyle de-
ğil midir? Bir kimse sana yemek yedirse yahut birçok ikramda bulunsa onu
candan sever, daima hayırla anarsın!
3775 Şu halde Cenab-ı Hak da kullarını besliyor, her biri, sofrasından türlü nimetler
yiyor. Hepsinin varlığı ondandır ve bütün emelleri ondan hasıl oluyor.
Ona nasıl candan kul olmazlar? Bundan dolayı ona dünyada (kainatta) hiç-
bir kimse düşman olamaz. Fakat bir kavim ki, onun velilerine candan muhabbet
etmezler, onlara Kur’an diliyle adüv (düşman) adı verildi, kafir, murdar,
müfsit vasıflarıyla yâd edildi.
3780 Meskenlerini cehennem olarak belirledi. Orada acı veren bir azaba atılacaklardır.
Bak! Onların Hak yanındaki özellikleri ne derecededir. Bunu kabul
et, tereddüt etme! Evliyaullahı sevmek ve onlara düşmanlık etmek böyledir
(yani iki hali de gördün ve anladın). Bunun ayrıntısı açıklamalara sığmaz.
Bahtiyardır o kimse ki, veliler tarafına yönelir. Hak derman verirse dert kalmaz.
Veliler, yüz bin yıllık ibadetin derecesini, isterlerse, bir kimseye bir nefeste
kazandırırlar.
3785 Kendi ibadetini kazanç vasıtası bil! Kıyamette ibadetine göre ecir alırsın. Fakat
Hak Teala Hazretleri seni ona havale ederse bil ki, ondan nihayetsiz hazine
elde edersin! (SAYFA 150)
MAKALE 57
Bu makale şunu beyan edecektir:
Bir şeyhe el vermek büyük bir iştir. Musa Aleyhisselam, o kadar azamet,
nübüvvet, ve Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği bu kadar mucizeleriyle
Hızır Aleyhisselam’ın sohbetine talip oldu. Eğer Hızır’ın sohbetinde kendi
gördüğünden yüz bin kat fazla ve belki daha ziyade haller olduğunu açıkça
anlamasa o sohbeti candan temenni eder miydi? Duası kabul olup da onun
hizmetine erişince sohbetine tahammül edemedi. Nihayet, ondan yüz bin
hasretle ayrıldı. O ayrılığın dağı Musa Aleyhisselam’ın canında ebediyyen
kaldı.
Cenab-ı Kelim bir gece ateş arıyordu, çünkü ateşin varlığına büyük ihtiyacı
vardı. Dünyada ilahi uygulama öyledir ki, enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse
derhal istedikleri, yer ve göğün nakışlarından birinin biçimiyle temsil
edilir, yanlarında beliriverir.
Nasıl ki insanlar bu nakışları rüyada görüyorlarsa gönüllerine gelen şey- 3790
ler -gerek gam gerek mutluluk- rüyada resimleniyorsa seçkinlere de yakaza
(uyanıklık) halinde de açıkça görünür olurlar. Mana nuru onlarca suret olur
(maddileşir), bununla dereceleri artar. Hazret-i Meryem’in Cenab-ı Mesih’e
hamile olduğu esnada Ruhu’l-kuddüs’ün yakışıklı bir genç suretine temsil
edilerek görünmesi bundandır.
Lut Aleyhisselam’a gelen melekler de sakalı, bıyığı yeni bitmiş delikanlı şek- 3795
linde görünmüşlerdi. Hazret-i Lut’a demişlerdi ki: “Cihan halkına görünmeyen
bizler yalnız sana göründük ki, bu aşağılık kavmi kahretmekle görevliyiz.
Baştan başa cümlesini birden yok edeceğiz.” İşte bunlar gibi. Cenab-ı
Hak kendi sanatını gerek rüyada, gerek uyanıkken nakışlarda gösterir. İlahi
sanatın ucu bucağı yok. Asayı yılan etti. Böyle ki:
Birine (Hazret-i Musa’ya) vefalı dost olan asa, diğerine (Firavun’a) zehir 3800
oldu, birine gülşen, diğerine ateş oldu. Düşmanlara karşı keskin kılıç, dostlara
karşı sevilen gül bahçesi oldu. Konumuza gelelim; o zaman Musa Aleyhisselam
ne haldeydi? (Medyen’den Mısır’a dönüyordu.) Gece şiddetli karanlık,
eşi hamile, ışığa şiddetle ihtiyaç vardı. Sıkıntılı bir halde ışık arıyordu, ıssız
çölde kimse yoktu, bu ısdırapla sağa sola koşuyordu.
Bu esnada bir ağaç ateş suretine bürünerek Musa Aleyhisselam’a göründü. 3805
Bu vesileyle Cenab-ı Musa halikına kavuşuyordu. Hemen ağaca doğru koş-
tu. Bu ateş ona bir padişahlıktan daha kıymetli göründü.
(SAYFA 151) Cenab-ı Hak Hazret-i Musa’ya kendini o ağaçtan gösterdi, onunla vasıtasız
olarak konuştu. “Elindeki nedir?” Dedi: “Asadır.” Allah’ın emriyle bı-
rakınca asa ejderha oldu. Tekrar buyurdu ki: “Elini cebine sok, ayıptan geç,
gayba yönel!”
Hemen elini cebine soktu, gönlünü sıdkla Hakk’a yöneltti. Sonra buyurdu ki: 3810
“Elini cebinden çıkar, tâ ki dolunay gibi parlasın.” Çıkardığı zaman elinin içi
öyle parlıyordu ki güneşin nuru gölgede kalırdı. Güneşin nuru ondan utanır,
169
Sultan Veled
Ey Hak yolunun yolcusu! Eğer Hakk’ı istiyorsan daima yalvararak de ki:
3755 “Ya Rabbi! Beni lütfunla velilerinin sohbetine kavuştur, acilen yolumu doğ-
rult! Tâ ki onlar vasıtasıyla muradım gerçekleşsin, beni bu vücut cisminden,
bu tuzaktan kurtarsınlar, onların ilminden ilmim artsın, onların hoşgörüsüyle
öfkem gitsin, onların nurundan bana da görüş nasip olsun, onların ebedi
hayatından ben de pay sahibi olayım, (SAYFA 149) onlardan yola gitmeyi öğreneyim,
şeklimden geçip baştan başa anlam olayım.
3760 O fırkadan renksizlik rengi kazanayım. Çünkü onların yolu renksizliktir.
Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsisinde velileri hakkında “Benimle görür, benimle
işitir, onların gözü de, kulağı da benim, canları benim nurumla aydınlanır.”
buyurmadı mı?
Cenab-ı Peygamber de bir hadis-i şerifinde buyurmadı mı ki: “Allah ile oturup
kalkmak isteyen, sufilerle otursun kalksın.” Tâ ki biz de Huda ile bir arada
oturalım.
3765 Her kim Allah ile teklifsiz arkadaş olmak isterse, yol erinin hizmetine devam
etsin. Saf kalpli sufilerle otur (tâ ki yakinen sevgiliyi bulasın). Çünkü Hak,
cemalini onlardan gösterir. Onlarla sohbet, vuslatın ta kendisi olur. Öyleyse,
bu sahih hadisi inkar etme. O Hak dostu (veli) aynı nurdan ayrılmıştır. Dünyada
iyi, kötü, gizli, açık hiçbir kimse Hakk’ın düşmanı değildir.
3770 Çünkü iyiyi, kötüyü, her şeyi yaratan onun cömertliğidir. Bütün varlık onun
tezgahında dokunmuştur. Kesin olarak bilinir ki, her şeyi besleyen de odur.
Gerek yerde gerek gökte beslemek işini, muhabbetin temelinin temeli bil,
bundan dolayı genç ihtiyar, herkes ona âşıktır. Bu dünyada da hal, öyle de-
ğil midir? Bir kimse sana yemek yedirse yahut birçok ikramda bulunsa onu
candan sever, daima hayırla anarsın!
3775 Şu halde Cenab-ı Hak da kullarını besliyor, her biri, sofrasından türlü nimetler
yiyor. Hepsinin varlığı ondandır ve bütün emelleri ondan hasıl oluyor.
Ona nasıl candan kul olmazlar? Bundan dolayı ona dünyada (kainatta) hiç-
bir kimse düşman olamaz. Fakat bir kavim ki, onun velilerine candan muhabbet
etmezler, onlara Kur’an diliyle adüv (düşman) adı verildi, kafir, murdar,
müfsit vasıflarıyla yâd edildi.
3780 Meskenlerini cehennem olarak belirledi. Orada acı veren bir azaba atılacaklardır.
Bak! Onların Hak yanındaki özellikleri ne derecededir. Bunu kabul
et, tereddüt etme! Evliyaullahı sevmek ve onlara düşmanlık etmek böyledir
(yani iki hali de gördün ve anladın). Bunun ayrıntısı açıklamalara sığmaz.
Bahtiyardır o kimse ki, veliler tarafına yönelir. Hak derman verirse dert kalmaz.
Veliler, yüz bin yıllık ibadetin derecesini, isterlerse, bir kimseye bir nefeste
kazandırırlar.
3785 Kendi ibadetini kazanç vasıtası bil! Kıyamette ibadetine göre ecir alırsın. Fakat
Hak Teala Hazretleri seni ona havale ederse bil ki, ondan nihayetsiz hazine
elde edersin! (SAYFA 150)
MAKALE 57
Bu makale şunu beyan edecektir:
Bir şeyhe el vermek büyük bir iştir. Musa Aleyhisselam, o kadar azamet,
nübüvvet, ve Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği bu kadar mucizeleriyle
Hızır Aleyhisselam’ın sohbetine talip oldu. Eğer Hızır’ın sohbetinde kendi
gördüğünden yüz bin kat fazla ve belki daha ziyade haller olduğunu açıkça
anlamasa o sohbeti candan temenni eder miydi? Duası kabul olup da onun
hizmetine erişince sohbetine tahammül edemedi. Nihayet, ondan yüz bin
hasretle ayrıldı. O ayrılığın dağı Musa Aleyhisselam’ın canında ebediyyen
kaldı.
Cenab-ı Kelim bir gece ateş arıyordu, çünkü ateşin varlığına büyük ihtiyacı
vardı. Dünyada ilahi uygulama öyledir ki, enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse
derhal istedikleri, yer ve göğün nakışlarından birinin biçimiyle temsil
edilir, yanlarında beliriverir.
Nasıl ki insanlar bu nakışları rüyada görüyorlarsa gönüllerine gelen şey- 3790
ler -gerek gam gerek mutluluk- rüyada resimleniyorsa seçkinlere de yakaza
(uyanıklık) halinde de açıkça görünür olurlar. Mana nuru onlarca suret olur
(maddileşir), bununla dereceleri artar. Hazret-i Meryem’in Cenab-ı Mesih’e
hamile olduğu esnada Ruhu’l-kuddüs’ün yakışıklı bir genç suretine temsil
edilerek görünmesi bundandır.
Lut Aleyhisselam’a gelen melekler de sakalı, bıyığı yeni bitmiş delikanlı şek- 3795
linde görünmüşlerdi. Hazret-i Lut’a demişlerdi ki: “Cihan halkına görünmeyen
bizler yalnız sana göründük ki, bu aşağılık kavmi kahretmekle görevliyiz.
Baştan başa cümlesini birden yok edeceğiz.” İşte bunlar gibi. Cenab-ı
Hak kendi sanatını gerek rüyada, gerek uyanıkken nakışlarda gösterir. İlahi
sanatın ucu bucağı yok. Asayı yılan etti. Böyle ki:
Birine (Hazret-i Musa’ya) vefalı dost olan asa, diğerine (Firavun’a) zehir 3800
oldu, birine gülşen, diğerine ateş oldu. Düşmanlara karşı keskin kılıç, dostlara
karşı sevilen gül bahçesi oldu. Konumuza gelelim; o zaman Musa Aleyhisselam
ne haldeydi? (Medyen’den Mısır’a dönüyordu.) Gece şiddetli karanlık,
eşi hamile, ışığa şiddetle ihtiyaç vardı. Sıkıntılı bir halde ışık arıyordu, ıssız
çölde kimse yoktu, bu ısdırapla sağa sola koşuyordu.
Bu esnada bir ağaç ateş suretine bürünerek Musa Aleyhisselam’a göründü. 3805
Bu vesileyle Cenab-ı Musa halikına kavuşuyordu. Hemen ağaca doğru koş-
tu. Bu ateş ona bir padişahlıktan daha kıymetli göründü.
(SAYFA 151) Cenab-ı Hak Hazret-i Musa’ya kendini o ağaçtan gösterdi, onunla vasıtasız
olarak konuştu. “Elindeki nedir?” Dedi: “Asadır.” Allah’ın emriyle bı-
rakınca asa ejderha oldu. Tekrar buyurdu ki: “Elini cebine sok, ayıptan geç,
gayba yönel!”
Hemen elini cebine soktu, gönlünü sıdkla Hakk’a yöneltti. Sonra buyurdu ki: 3810
“Elini cebinden çıkar, tâ ki dolunay gibi parlasın.” Çıkardığı zaman elinin içi
öyle parlıyordu ki güneşin nuru gölgede kalırdı. Güneşin nuru ondan utanır,
170
Rebabnâme
köleliğini candan kabul ederdi. Daha bunlara benzer birçok mucizeler bahşederek
onu memnun etti, üzüntüden sıkıntıdan kurtardı.
3815 Bu kadar büyük lütuflara eriştiği halde Cenab-ı Hakk’a dua etti ki: “Ey Rabb-i
Kerim’im! Bana Hızır’ı bir defa göster! Bu gamlı gönlüme merhamet buyur!”
Eğer Hızır’ı görmek mühim bir iş olmasaydı, bu kadar bağışa eriştikten sonra
Cenab-ı Hak’tan onu yalvararak ister miydi? Ona kavuşmayı bu derece arzuyla
ister miydi? Birçok feryat ve niyaz ve yanıp yakılmadan sonra Cenab-ı
Hak, haline merhamet etti.
3820 Buyurdu ki: “Halktan uzak ol, usanmadan yaya olarak yoluna devam et! Ey
seçkin kahraman, bu yolda yoldaşsız olarak tek başına devam et. Tâ ki seni
yalnız olarak görsün, senden yüz çevirmesin, seni güler yüzle karşılasın.”
Öyle yaptı, kendi kavminden kaçtı, o maksat uğrunda her şeyi feda etti. Nihayet
birçok dert ve sıkıntıdan sonra arzuladığına kavuştu.
3825 Cenab-ı Musa Hızır’ı bulunca başından büyüklüğü attı (tevazuyla hareket
etti). Gerçi evvelden beri varlığından soyunmuştu, o varlığın yanında tamamen
yok oldu. Ondan evvel de varlığından fani olmuştu. Cenab-ı Hak ona
can kaynağından varlık verdi. Gençlikte iken hali tamamıyla değişmişti, bü-
tün işleri tamamen Allah tarafından kolaylıkla gerçekleşirdi. Talep edilen
böyle bir varlıktan dolayı o cisim, mutlak can olmuştur.
3830 Kendinden geçip de onda fani olunca, onun nurundan ona varlık verildi. Hı-
zır Aleyhisselam onu görünce uzaktan seslendi, o seyirden ona birçok işaretler
verdi. Ona ilk önce onun halini söyledi. Nasıl olduğunu ve bu sohbeti
Hak’tan ne amaçla istediğini. Musa Aleyhisselam’ın bu husus için yaptığı
dua ve yakarışları haber verdi. Cenab-ı Musa’nın Hızır hakkındaki kanaati
kat kat kuvvetlendi. Hızır’a dedi ki: “Size köle olmak, ömrümün sonuna kadar
hizmetinizde kalmak istiyorum.
3835 Gece gündüz, seferde huzurda sizinle bulunayım, başka bir kimseyle oturup
kalkmayayım. Ben kavim ve kabilemi terk ettiğim gibi ümmetimi, yârânımı,
işimi gücümü, her şeyi bıraktım. Ne riyaset isterim, ne ticaret, ne de âlemde
sensiz yaşamak.”
(SAYFA 152) Hazret-i Hızır, şefkat ve muhabbetle dedi ki: “Ey Kelîm, ayağını yorganına
göre uzat! Cenab-ı Hak duanı kabul buyurdu, seni bize ulaştırdı.
3840 Muradın yerine geldi, fazlasını isteme, memleketine geri dön! Tâ ki o cemaat
imamsız (başsız) kalmasın. Dönüp de vardığın zaman, bizden de onlara selam
götür! Mademki Hak Teala muradını verdi, mabudun isteğini kabul buyurdu,
geri dön! Sen de, ümmetinin muradını ver, herkesin üzerine hikmet
yağmuru yağdır! Çünkü bulut gibi deryaya geldin, ebedi inciler al, götür!
3845 Herkese hikmet yağmuru yağdır, tez ol! Tâ ki kolaylaştıran (Hak cc.) her dikene
bir gülizar versin. Tâ ki herkes kendi isteğine ersin, sevdiğine şükretsin.
O halkı yarı yolda bırakma! Can güneşinden onlara nur getir! Tâ ki herkes
senin nurunla yollarına devam etsin, senin madeninden cevherler alsın.
O müminler senin sofrana muhtaçtırlar. Sofranı döşe ki, herkes o nimetten
faydalansın.
Vuslatınla halka hayat bahşeyle! Yaralardan merhemini esirgeme! Sadakat 3850
meyvelerini ham bırakma! Onları pişir (kemale erdir). Senden istediklerini
alsınlar! Ey doğruluk yolunun önderi, o grubun sevgilisi ve arzusu Huda olsun!
Halk, koyunlar gibidir, onların çobanı sensin! Onları can merası tarafı-
na götürecek sensin! Ondan dolayı Huda, seni bu tarafa peygamber gönderdi,
tâ ki onlar risaletini kabul edeler.
Tâ ki seninle yüce ve alçak anlaşıla, herkese Hak tarafına giden yolu göste- 3855
resin. Halkın mertebeleri senin vasıtanla belli ola. Bir kuvvetli, güçsüz ve bir
zayıf yüksek ola, herkese sadakatine göre mükafat erişe, herkes penceresine
göre güneşten ışık ala. Sadakat, pencere; ruh, hane gibidir. Herkes penceresine
güneşten feyz alır. Bu mertebeler senden (senin vasıtanla) meydana gelecek,
güzel çirkin nurunla meydana çıkacak.
Sen sadakat paralarının mihengi olacaksın, kötülerin adını aşk levhasından 3860
sil! Defterine sadıkları kaydeyle! Münkirleri defterinden sil, kapından sür!
Sen ışıksın! Güzel, hırsız, iyi, kötü, temiz ve murdar senin nurunla meydana
çıkacaktır. Senin Hakk’a karşı kulluğun bundan ibarettir. Gücün yettiği kadar
buna devam et. Hak Teala seni bunun için yarattı ki senden mucizeler
meydana gele.
Seni kabul ederek sana ümmet olan, Hakk’ın kabulüdür. Seni kabul etme- 3865
yen, ebediyyen reddedilmiş olur, iki âlemde de hakir olur ve emellerinden
mahrum kalır. Sana vefa eden cennete, cefa eden cehenneme girer. Âlemde
asıl maksut senin rızan olur, taatlerin en yücesi sana karşı yapılan vefa olur.
Senin gönlünden başka yere Huda bakmaz, Hakk’ın rızası senin rızana bağ-
lı olur.
Sen her kimi seversen, Hak Teala da onu sever, kimi reddedersen, o Hakk’ın 3870
reddettiği olur.
(SAYFA 153) Sensiz, Hakk’ın kabulü de olmaz, reddi de. Hak yanında sensiz ne iyi
olur, ne kötü. Hakk’ın gözleri sürekli sana çevrilidir. Tâ ki yanında daha sevgili
olsun. Sen de onun yanında daha sevilen ve sevgili olasın! Çünkü reddedilmiş
olursan gazaba uğrarsın! Sen olmazsan, Hak cihandan münezzeh, iyi
ve kötünün muhabbetinden yüz çevirir.
Her kim Hakk’ın seyrettiği olmak isterse senin eteğini tutar, yanından ay- 3875
rılmaz. O, sana candan sevgili olmadıkça dünyada Hakk’ın sevgilisi olabilir
mi? Her kim sana yâr olursa, Hakk’a yâr olur. Hakk’ın nurları ve sırlarının
hazinesi olur. Hakk’ın yüzü, sana karşı olan yüze karşı olur, yazıklar olsun
o cana ki, senden ayrı düşer.” Hazret-i Musa cevaben dedi ki: “Dedikleriniz
hep doğrudur. Fakat gönlümde öyle bir aşk uyanmıştır ki,
yaşamı idare etmeyi bilmez, yanında iyiyle kötünün farkı yoktur (öğüt kabul 3880
edecek kabiliyette değil). Aşığa göre cennetle cehennem eşittir. Aşkının yanında
iki âlemin de kıymeti yoktur. Aşıklar, can ve başa tere yaprağı kadar
kıymet vermezler. Himmetleri önünde dünya bir saman çöpü gibi kalır. Bel-
171
Sultan Veled
köleliğini candan kabul ederdi. Daha bunlara benzer birçok mucizeler bahşederek
onu memnun etti, üzüntüden sıkıntıdan kurtardı.
3815 Bu kadar büyük lütuflara eriştiği halde Cenab-ı Hakk’a dua etti ki: “Ey Rabb-i
Kerim’im! Bana Hızır’ı bir defa göster! Bu gamlı gönlüme merhamet buyur!”
Eğer Hızır’ı görmek mühim bir iş olmasaydı, bu kadar bağışa eriştikten sonra
Cenab-ı Hak’tan onu yalvararak ister miydi? Ona kavuşmayı bu derece arzuyla
ister miydi? Birçok feryat ve niyaz ve yanıp yakılmadan sonra Cenab-ı
Hak, haline merhamet etti.
3820 Buyurdu ki: “Halktan uzak ol, usanmadan yaya olarak yoluna devam et! Ey
seçkin kahraman, bu yolda yoldaşsız olarak tek başına devam et. Tâ ki seni
yalnız olarak görsün, senden yüz çevirmesin, seni güler yüzle karşılasın.”
Öyle yaptı, kendi kavminden kaçtı, o maksat uğrunda her şeyi feda etti. Nihayet
birçok dert ve sıkıntıdan sonra arzuladığına kavuştu.
3825 Cenab-ı Musa Hızır’ı bulunca başından büyüklüğü attı (tevazuyla hareket
etti). Gerçi evvelden beri varlığından soyunmuştu, o varlığın yanında tamamen
yok oldu. Ondan evvel de varlığından fani olmuştu. Cenab-ı Hak ona
can kaynağından varlık verdi. Gençlikte iken hali tamamıyla değişmişti, bü-
tün işleri tamamen Allah tarafından kolaylıkla gerçekleşirdi. Talep edilen
böyle bir varlıktan dolayı o cisim, mutlak can olmuştur.
3830 Kendinden geçip de onda fani olunca, onun nurundan ona varlık verildi. Hı-
zır Aleyhisselam onu görünce uzaktan seslendi, o seyirden ona birçok işaretler
verdi. Ona ilk önce onun halini söyledi. Nasıl olduğunu ve bu sohbeti
Hak’tan ne amaçla istediğini. Musa Aleyhisselam’ın bu husus için yaptığı
dua ve yakarışları haber verdi. Cenab-ı Musa’nın Hızır hakkındaki kanaati
kat kat kuvvetlendi. Hızır’a dedi ki: “Size köle olmak, ömrümün sonuna kadar
hizmetinizde kalmak istiyorum.
3835 Gece gündüz, seferde huzurda sizinle bulunayım, başka bir kimseyle oturup
kalkmayayım. Ben kavim ve kabilemi terk ettiğim gibi ümmetimi, yârânımı,
işimi gücümü, her şeyi bıraktım. Ne riyaset isterim, ne ticaret, ne de âlemde
sensiz yaşamak.”
(SAYFA 152) Hazret-i Hızır, şefkat ve muhabbetle dedi ki: “Ey Kelîm, ayağını yorganına
göre uzat! Cenab-ı Hak duanı kabul buyurdu, seni bize ulaştırdı.
3840 Muradın yerine geldi, fazlasını isteme, memleketine geri dön! Tâ ki o cemaat
imamsız (başsız) kalmasın. Dönüp de vardığın zaman, bizden de onlara selam
götür! Mademki Hak Teala muradını verdi, mabudun isteğini kabul buyurdu,
geri dön! Sen de, ümmetinin muradını ver, herkesin üzerine hikmet
yağmuru yağdır! Çünkü bulut gibi deryaya geldin, ebedi inciler al, götür!
3845 Herkese hikmet yağmuru yağdır, tez ol! Tâ ki kolaylaştıran (Hak cc.) her dikene
bir gülizar versin. Tâ ki herkes kendi isteğine ersin, sevdiğine şükretsin.
O halkı yarı yolda bırakma! Can güneşinden onlara nur getir! Tâ ki herkes
senin nurunla yollarına devam etsin, senin madeninden cevherler alsın.
O müminler senin sofrana muhtaçtırlar. Sofranı döşe ki, herkes o nimetten
faydalansın.
Vuslatınla halka hayat bahşeyle! Yaralardan merhemini esirgeme! Sadakat 3850
meyvelerini ham bırakma! Onları pişir (kemale erdir). Senden istediklerini
alsınlar! Ey doğruluk yolunun önderi, o grubun sevgilisi ve arzusu Huda olsun!
Halk, koyunlar gibidir, onların çobanı sensin! Onları can merası tarafı-
na götürecek sensin! Ondan dolayı Huda, seni bu tarafa peygamber gönderdi,
tâ ki onlar risaletini kabul edeler.
Tâ ki seninle yüce ve alçak anlaşıla, herkese Hak tarafına giden yolu göste- 3855
resin. Halkın mertebeleri senin vasıtanla belli ola. Bir kuvvetli, güçsüz ve bir
zayıf yüksek ola, herkese sadakatine göre mükafat erişe, herkes penceresine
göre güneşten ışık ala. Sadakat, pencere; ruh, hane gibidir. Herkes penceresine
güneşten feyz alır. Bu mertebeler senden (senin vasıtanla) meydana gelecek,
güzel çirkin nurunla meydana çıkacak.
Sen sadakat paralarının mihengi olacaksın, kötülerin adını aşk levhasından 3860
sil! Defterine sadıkları kaydeyle! Münkirleri defterinden sil, kapından sür!
Sen ışıksın! Güzel, hırsız, iyi, kötü, temiz ve murdar senin nurunla meydana
çıkacaktır. Senin Hakk’a karşı kulluğun bundan ibarettir. Gücün yettiği kadar
buna devam et. Hak Teala seni bunun için yarattı ki senden mucizeler
meydana gele.
Seni kabul ederek sana ümmet olan, Hakk’ın kabulüdür. Seni kabul etme- 3865
yen, ebediyyen reddedilmiş olur, iki âlemde de hakir olur ve emellerinden
mahrum kalır. Sana vefa eden cennete, cefa eden cehenneme girer. Âlemde
asıl maksut senin rızan olur, taatlerin en yücesi sana karşı yapılan vefa olur.
Senin gönlünden başka yere Huda bakmaz, Hakk’ın rızası senin rızana bağ-
lı olur.
Sen her kimi seversen, Hak Teala da onu sever, kimi reddedersen, o Hakk’ın 3870
reddettiği olur.
(SAYFA 153) Sensiz, Hakk’ın kabulü de olmaz, reddi de. Hak yanında sensiz ne iyi
olur, ne kötü. Hakk’ın gözleri sürekli sana çevrilidir. Tâ ki yanında daha sevgili
olsun. Sen de onun yanında daha sevilen ve sevgili olasın! Çünkü reddedilmiş
olursan gazaba uğrarsın! Sen olmazsan, Hak cihandan münezzeh, iyi
ve kötünün muhabbetinden yüz çevirir.
Her kim Hakk’ın seyrettiği olmak isterse senin eteğini tutar, yanından ay- 3875
rılmaz. O, sana candan sevgili olmadıkça dünyada Hakk’ın sevgilisi olabilir
mi? Her kim sana yâr olursa, Hakk’a yâr olur. Hakk’ın nurları ve sırlarının
hazinesi olur. Hakk’ın yüzü, sana karşı olan yüze karşı olur, yazıklar olsun
o cana ki, senden ayrı düşer.” Hazret-i Musa cevaben dedi ki: “Dedikleriniz
hep doğrudur. Fakat gönlümde öyle bir aşk uyanmıştır ki,
yaşamı idare etmeyi bilmez, yanında iyiyle kötünün farkı yoktur (öğüt kabul 3880
edecek kabiliyette değil). Aşığa göre cennetle cehennem eşittir. Aşkının yanında
iki âlemin de kıymeti yoktur. Aşıklar, can ve başa tere yaprağı kadar
kıymet vermezler. Himmetleri önünde dünya bir saman çöpü gibi kalır. Bel-
172
Rebabnâme
ki zararı kâra tercih ederler, semender gibi ateş içinde yer tutarlar. Aşıkların
hepsi de belayı istirahata tercih etmişlerdir, kendilerinden geçmişler, uyku
ve yemekten kesilmişlerdir.
3885 Onların haraplıklarında abideler, fakirliklerinde bağışlar vardır. Aşıklara
göre köle ve hizmetçiler ayak bağı sayılır, atlas ve süslü ipeğin eski püskü elbiseden
farkı yoktur. Onların canı fitne ve şer ister, kılıçları kan deryası içinde
olmalıdır.
Onların kalbine korku yol bulamaz, canlarına Hak’tan başka vakıf olan yoktur.
Ben, sana görmeden aşık idim. Kıyas et ki gördükten sonra ne hale geldim.
3890 Şekere tadını tatmadan aşık olmuştum. Tattıktan sonra aşkım daha ziyade
oldu. O kimse ki, senin namını işitmekle tuzağına düşmüştü. Artık o şimdi
o tuzaktan kurtulmak istemiyor. Gözleri senin gül gibi yanaklarını, lâl
gibi, inci saçan dudaklarını gören kimse, nasıl zülfün gibi perişan, ayrılığınla
gamlı ve inleyip duran olmaz? İmkanı yok senden ayrılmam. Allah aşkı-
na! Bana ayrılıktan bahsetme!
3895 Eğer bana hizmetinizde bulunmaktan yüz bin zahmet gelecekse, bence o
zahmetlerden her biri yüz bin nimete eşittir. Eğer bu cüretimden dolayı ba-
şım ve sırrım gidecekse, ben bu zararı yüz ticaret karşılığında almaya razı-
yım. Sen güzellik deryasısın, güzeller senden bir damla, iki âlem güneşinden
bir zerredir. Bu zayıf miskinin gönlüne merhamet eyle ki, ayrılığınla daha
acınacak hale gelmeyeyim.
3900 Eğer tane toplayan karınca gibi senin lütfunun harmanından ambarımı doldurursam,
haydi, söyle! Harmanından ne eksilir? Bana karşı gösterilen bu
derece hayal ne oluyor? Cömertlik deryasısın! Bu imsak nedir? Sert söylüyorum,
terbiyesizlik ediyorum.
(SAYFA 154) Fakat aşkının seli ruhumda edep namına bir şey bırakmadı. Mecnun
oldum, edebi bilmiyorum. Edepsizsem de seninim, edepli isem de; altın isem
de gümüş isem de senin madenindenim.
3905 Sen benim canımsın! Ben cansız nasıl yaşarım. Şimdiki katre halim, ayrılığınla
derya olur. Benim hayır ve şerrimden geç (kusuruma bakma)! Beni öldürsen
kanımı talep edecek kimse yoktur.” Bu şekilde pek çok yalvardı, ağladı.
Nihayet Hızır Aleyhisselam ona acıdı. Gördü ki kendine olan muhabbeti uğ-
runda her bir şeyi feda ediyor. Onu kabul etti. Bunun da ona sevgisi düştü.
Sertlik ve şiddeti bırakarak ılımlı bir tarzda konuşmaya başladı.
3910 İki yoldaş Hakk’ın şarabıyla sarhoş olarak sefere çıktılar. Bu iki sultan emr-i
ilahiye tabi olmuş bir vaziyette bir müddet yoldaşlık ettiler. Geniş bir derya
kenarında gayet büyük bir gemi gördüler. Büyük olduğu kadar da sağlam ve
heybetli bir gemi idi. Hiçbir denizde eşi görülmezdi. Eni boyuna uygun, adeta
bir şehirdi. Kenarına yüz deve oturabilirdi.
3915 Sürülerle atı barındırabilir, dağı yüklesen saman çöpü kadar gelmezdi. Öyle
heybetli gemi dünyada ne görülmüş ne de işitilmişti. Hızır Aleyhisselam
onu baltalamaya başladı, onu tahrip etmek üzere candan uğraşıyordu. Gemiyi
baştan başa delik deşik etti. Acele acele durmadan balta sallıyordu. Gemiyi
harap bir halde gören Musa Aleyhisselam hiddetlendi, pek üzüldü.
Hızır’a dedi ki: “Bu yaptığın iş ne akla sığar ne de şeriate. Böyle hareket kim- 3920
seden sadır olmamıştır. Sen sırat-ı mustakim ehli olduğun halde senden bu
yanlış hareket nasıl gerçekleşiyor? Eğer bunu yapan bir cahil olsaydı, onu
diri diri toprağa gömerdim. Şüphe yok ki, bu iş şeytani bir harekettir. Rahmani
olan bir kimse bunu nasıl yapabilir?” Hızır dedi: “Efendim! Ben sana
evvel demedim miydi ki, sen benimle yoldaş olamazsın.
Anlaşmamış mıydık ki, benim işlerimi inkar (itiraz) etmeyecektin. Benden 3925
iyi, kötü ne gerçekleşirse, hepsini iyi görecektin. Benim küfrüm senin yanında
iman olacak, cisimse onu can diye kabul edecektin. Bu şartın bizde kaldı
ki, benim fiillerim ve hareketlerimi eleştirmeye başladın. Benim gayba bağlı
işlerimde ayıp ne gezer? Sen benim cebimi bile koklamamışsın.
Onda ne miskler, ne amberler doludur. Can deryasını güzel incilerle ağ- 3930
zına kadar dolu bil! Yazık ki görüntüde kalmışın! Ondan dolayı merdan-ı
Huda’nın sırrını umursamaz bulunuyorsun. Gerçi o zahirde Hakk’ın ilmidir.
Fakat benim temiz sırrım ondan uzaktır. Bu yola süluk etmeyene göre o yol
iyidir. O, ilacını suda arayan bir susuzdur. Ama o kimse ki, câma ve şaraba
aşıktır, şarapsız ölü, şarap ile diri ve sarhoştur. (SAYFA 155)
Gerçi cümle eşyanın hayatı sudandır, fakat aşığın canı şaraptır. Başka şeyden 3935
hayat bulamaz. Aşık şarap içer, ama, dudaksız ve damaksız. Onun sarhoşlu-
ğu da Hakk’ın güzellik ve letafetindendir. Öyle olmamışmıydı ki Mısırlı kadınlar
Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı.
Turunç ile eli fark edememişlerdi de o nadide güzellik karşısında ellerini
kesmişlerdi.
Güzellik şarabı insanı böyle mest eder, yerle göğü fark edemeyecek hale getirirse,
Hakk’ın güzelliğinden doğan aşkın şarabı âşığı nasıl kendinden geçecek de- 3940
recede sarhoş etmez? Eğer âşıksan, aradaki farkı, kıyasla anlarsın. Gönül ehli
isen iyi dikkat et! Aşığın canı kadeh, Hakk’ın güzelliği de şaraptır. Aşık böyle
sarhoşluktan harap olur. Halk, sudan hayat alır, o şaraptan. Ona o meyden
daha hoş bir şey yoktur.” Musa Aleyhisselam dedi: “Ben bu işte hata ettim,
fakat verdiğim sözü unuttum hoş görün.
Ettiğim itirazdan, meydana gelen kusurumdan tövbe ettim, büyüklük ede- 3945
rek affedin! Ey kerem sahibi, bu, ilk günahımdır. Hak Teala kullarının tövbesini
kabul ediyor. Şüphe yok, siz de Huda’nın ahlâkıyla ahlâklanmışsınızdır.
Affedin de beni şu gam yükünden kurtarın!”
Musa Aleyhisselam bunlara benzer daha birçok rica ve istirhamlarda bulundu.
Nihayet o hoşgörü sahibi merhamet etti. Oradan geçerek gene yollarına
devama, yine şahın sohbetini aramaya koyuldular.
173
Sultan Veled
ki zararı kâra tercih ederler, semender gibi ateş içinde yer tutarlar. Aşıkların
hepsi de belayı istirahata tercih etmişlerdir, kendilerinden geçmişler, uyku
ve yemekten kesilmişlerdir.
3885 Onların haraplıklarında abideler, fakirliklerinde bağışlar vardır. Aşıklara
göre köle ve hizmetçiler ayak bağı sayılır, atlas ve süslü ipeğin eski püskü elbiseden
farkı yoktur. Onların canı fitne ve şer ister, kılıçları kan deryası içinde
olmalıdır.
Onların kalbine korku yol bulamaz, canlarına Hak’tan başka vakıf olan yoktur.
Ben, sana görmeden aşık idim. Kıyas et ki gördükten sonra ne hale geldim.
3890 Şekere tadını tatmadan aşık olmuştum. Tattıktan sonra aşkım daha ziyade
oldu. O kimse ki, senin namını işitmekle tuzağına düşmüştü. Artık o şimdi
o tuzaktan kurtulmak istemiyor. Gözleri senin gül gibi yanaklarını, lâl
gibi, inci saçan dudaklarını gören kimse, nasıl zülfün gibi perişan, ayrılığınla
gamlı ve inleyip duran olmaz? İmkanı yok senden ayrılmam. Allah aşkı-
na! Bana ayrılıktan bahsetme!
3895 Eğer bana hizmetinizde bulunmaktan yüz bin zahmet gelecekse, bence o
zahmetlerden her biri yüz bin nimete eşittir. Eğer bu cüretimden dolayı ba-
şım ve sırrım gidecekse, ben bu zararı yüz ticaret karşılığında almaya razı-
yım. Sen güzellik deryasısın, güzeller senden bir damla, iki âlem güneşinden
bir zerredir. Bu zayıf miskinin gönlüne merhamet eyle ki, ayrılığınla daha
acınacak hale gelmeyeyim.
3900 Eğer tane toplayan karınca gibi senin lütfunun harmanından ambarımı doldurursam,
haydi, söyle! Harmanından ne eksilir? Bana karşı gösterilen bu
derece hayal ne oluyor? Cömertlik deryasısın! Bu imsak nedir? Sert söylüyorum,
terbiyesizlik ediyorum.
(SAYFA 154) Fakat aşkının seli ruhumda edep namına bir şey bırakmadı. Mecnun
oldum, edebi bilmiyorum. Edepsizsem de seninim, edepli isem de; altın isem
de gümüş isem de senin madenindenim.
3905 Sen benim canımsın! Ben cansız nasıl yaşarım. Şimdiki katre halim, ayrılığınla
derya olur. Benim hayır ve şerrimden geç (kusuruma bakma)! Beni öldürsen
kanımı talep edecek kimse yoktur.” Bu şekilde pek çok yalvardı, ağladı.
Nihayet Hızır Aleyhisselam ona acıdı. Gördü ki kendine olan muhabbeti uğ-
runda her bir şeyi feda ediyor. Onu kabul etti. Bunun da ona sevgisi düştü.
Sertlik ve şiddeti bırakarak ılımlı bir tarzda konuşmaya başladı.
3910 İki yoldaş Hakk’ın şarabıyla sarhoş olarak sefere çıktılar. Bu iki sultan emr-i
ilahiye tabi olmuş bir vaziyette bir müddet yoldaşlık ettiler. Geniş bir derya
kenarında gayet büyük bir gemi gördüler. Büyük olduğu kadar da sağlam ve
heybetli bir gemi idi. Hiçbir denizde eşi görülmezdi. Eni boyuna uygun, adeta
bir şehirdi. Kenarına yüz deve oturabilirdi.
3915 Sürülerle atı barındırabilir, dağı yüklesen saman çöpü kadar gelmezdi. Öyle
heybetli gemi dünyada ne görülmüş ne de işitilmişti. Hızır Aleyhisselam
onu baltalamaya başladı, onu tahrip etmek üzere candan uğraşıyordu. Gemiyi
baştan başa delik deşik etti. Acele acele durmadan balta sallıyordu. Gemiyi
harap bir halde gören Musa Aleyhisselam hiddetlendi, pek üzüldü.
Hızır’a dedi ki: “Bu yaptığın iş ne akla sığar ne de şeriate. Böyle hareket kim- 3920
seden sadır olmamıştır. Sen sırat-ı mustakim ehli olduğun halde senden bu
yanlış hareket nasıl gerçekleşiyor? Eğer bunu yapan bir cahil olsaydı, onu
diri diri toprağa gömerdim. Şüphe yok ki, bu iş şeytani bir harekettir. Rahmani
olan bir kimse bunu nasıl yapabilir?” Hızır dedi: “Efendim! Ben sana
evvel demedim miydi ki, sen benimle yoldaş olamazsın.
Anlaşmamış mıydık ki, benim işlerimi inkar (itiraz) etmeyecektin. Benden 3925
iyi, kötü ne gerçekleşirse, hepsini iyi görecektin. Benim küfrüm senin yanında
iman olacak, cisimse onu can diye kabul edecektin. Bu şartın bizde kaldı
ki, benim fiillerim ve hareketlerimi eleştirmeye başladın. Benim gayba bağlı
işlerimde ayıp ne gezer? Sen benim cebimi bile koklamamışsın.
Onda ne miskler, ne amberler doludur. Can deryasını güzel incilerle ağ- 3930
zına kadar dolu bil! Yazık ki görüntüde kalmışın! Ondan dolayı merdan-ı
Huda’nın sırrını umursamaz bulunuyorsun. Gerçi o zahirde Hakk’ın ilmidir.
Fakat benim temiz sırrım ondan uzaktır. Bu yola süluk etmeyene göre o yol
iyidir. O, ilacını suda arayan bir susuzdur. Ama o kimse ki, câma ve şaraba
aşıktır, şarapsız ölü, şarap ile diri ve sarhoştur. (SAYFA 155)
Gerçi cümle eşyanın hayatı sudandır, fakat aşığın canı şaraptır. Başka şeyden 3935
hayat bulamaz. Aşık şarap içer, ama, dudaksız ve damaksız. Onun sarhoşlu-
ğu da Hakk’ın güzellik ve letafetindendir. Öyle olmamışmıydı ki Mısırlı kadınlar
Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı.
Turunç ile eli fark edememişlerdi de o nadide güzellik karşısında ellerini
kesmişlerdi.
Güzellik şarabı insanı böyle mest eder, yerle göğü fark edemeyecek hale getirirse,
Hakk’ın güzelliğinden doğan aşkın şarabı âşığı nasıl kendinden geçecek de- 3940
recede sarhoş etmez? Eğer âşıksan, aradaki farkı, kıyasla anlarsın. Gönül ehli
isen iyi dikkat et! Aşığın canı kadeh, Hakk’ın güzelliği de şaraptır. Aşık böyle
sarhoşluktan harap olur. Halk, sudan hayat alır, o şaraptan. Ona o meyden
daha hoş bir şey yoktur.” Musa Aleyhisselam dedi: “Ben bu işte hata ettim,
fakat verdiğim sözü unuttum hoş görün.
Ettiğim itirazdan, meydana gelen kusurumdan tövbe ettim, büyüklük ede- 3945
rek affedin! Ey kerem sahibi, bu, ilk günahımdır. Hak Teala kullarının tövbesini
kabul ediyor. Şüphe yok, siz de Huda’nın ahlâkıyla ahlâklanmışsınızdır.
Affedin de beni şu gam yükünden kurtarın!”
Musa Aleyhisselam bunlara benzer daha birçok rica ve istirhamlarda bulundu.
Nihayet o hoşgörü sahibi merhamet etti. Oradan geçerek gene yollarına
devama, yine şahın sohbetini aramaya koyuldular.
174
Rebabnâme
3950 Birbirlerinin sohbetinden memnun olarak bir müddet yolculuk ettiler.
Hazret-i Musa Hazret-i Hızır’dan her gün birçok şeyler öğreniyor, yararlanı-
yor, inişte de, yokuşta da ondan birçok esrar dinliyordu. O iki şah bir müddet
gittikten sonra yolları bir köye uğradı. Orada kara gözlü, kırmızı dudaklı,
ay parçası gibi güzel,
3955 biricik inci gibi dilber, benzerine az rastlanır, on yaşlarında bir çocuk gördü-
ler. Cenab-ı Musa o güzelliğe hayran kaldı. Çünkü çok çok güzel idi. Hızır,
gitti onu çocukların arasından çağırarak aldı, tenha bir yere götürdü. Halktan
uzaklaştı, halkın gözünden kaybolunca hemen çocuğun elleriyle ayaklarını
bağlayarak cellat gibi, yere yatırdı.
3960 Belinden hançerini çıkardı, çocuğu bir kuzu boğazlar gibi boğazladı. Musa
Aleyhisselam bunu görünce feryat etti: “Allah aşkına! Bu ne kadar zulüm!
Masum bir çocuğu böyle öldürmek yakışır mı? Ey kardeş! Din ehlinden
Huda bu zulmü uygun görür mü? Bu suçu haklı görecek kimse yoktur. Böyle
bir suçu hiçbir dinden çıkmış, yapmamıştır. Bu iş soğuk dedikçe soğuk
(çok çirkin, çok feci).”
3965 Hazret-i Kelîm, hiddetle dolmuş olarak Hızır Aleyhisselam’a buna benzer
bir hayli suçlamalar yağdırdı. Bunları dinleyen Hızır, baktı ki Musa
Aleyhisselam’ın hiddeti çok fazla. Tatlılıkla dedi ki:
(SAYFA 156) “Sana evvelinde demedim miydi ki, beni bırak. Benim sohbetime tahammül
edemezsin, şehrine git! Bu kadar görmek sana fayda verir, daha fazlasına
tahammül edemezsin! Ben sende bu inkarı, gülşenindeki bu hastalığı
görüyor ve biliyordum.
3970 Senin halinden evvelden haberdar idim. İçerinde gerek hayır gerek şer ne
bulunduğuna vakıftım. Sen kendinden bu kadar haberdar değildin, fakat
yoldaşın senin halini biliyordu. Senden mahşere kadar neler sudûr edecek,
belki ondan sonra da neler gelecek hepsini biliyorum. Açık, kapalı hiçbir şey
benden gizli değildir. Eğer o sırlardan senin haberin olsaydı, benim peşimde
oraya buraya ne koşup gezecektin?
3975 Eğer benim sözlerimden senin de haberin olsaydı kendi memleketine avdet
ederdin. Her ne söyledimse canıgönülden kabul edecektin, tâ ki Cenab-ı
Hak’tan birçok hayırlar elde edecektin. Musa Aleyhisselam ayıktı. Baktı ki
Hızır’la arası açıldı. “Elif” harfiyle “dal” harfi gibi görünüşte ayrı düştüler.
Hızır, kendinden bir düşman gibi uzak duruyordu. Kendisine olan meyl ve
muhabbeti tamamen yok olmuştu. Musa Aleyhisselam kendinden ve yaptı-
ğı işten utandı, fena hareketine tekrar pişman oldu.
3980 Hızır ona dedi ki: “Bu kadar yoldaşlık yeter! Çünkü sen de o uyum oluşamayacak.
Bu vesvese, bu imtihan ne vakte kadar sürecek; bu dedikodu, bu tartışmaların
sonu gelmeyecek mi? Allah aşkına git, bizi kurtar, sohbet ağacını
kökünden çıkar! Hazret-i Musa rica etti ki: “Allah rızası için, beni böyle bir
devletten mahrum etme! Ey bağış ve cömertliğine bir son olmayan! Evvelki
gibi bu ikinci kusurumu da affet!
Eğer böyle bir kusur daha işlersem, benim gibi bir miskinle bir daha bağ 3985
kurma! Ondan sonra itiraz da etmem, senin ayrılığınla erimeye razı olurum.
Eğer bu yoldaşından üçüncü bir hata daha meydana gelirse, özrünü kabul
etme, yanından kov! Ben özür silahını elimden bırakıyorum, bundan sonra
ne isterseniz razıyım. Ne emrederseniz muhalefet etmeyeceğim, işte özür kı-
lıcını kınına koyuyorum.”
Acz ve zillet içinde bu vadide birçok sözler söyledi, kusurunu itiraf etti. 3990
Hızır’ın gene yüreği acıdı, lütfuyla ona bu defa da yâr oldu. Gene dost, ahbap
ve yoldaş oldular, gene gönülden Hakk’a talip oldular. Bir müddet, bal
ile kaymak gibi birbiriyle candan söyleşerek yola koyulup gittiler. Olacak ya!
Bu seferde de birkaç gün yiyecek bulamayarak aç kaldılar.
Açlık sıkıntısı haddini aştı, dağda bayırda çaresiz kaldılar. Açlık o derece şid- 3995
detle etkili oldu ki, leş yemek bile hoş görülür. Belki vacip olur. Çünkü şeraitin
sahibi böyle anlarda leş yemeye müsade eder. Ölüm korkusu vardı, güç-
leri kalmamış, nefisleri isyan edecek hale gelmişti. (SAYFA 157)
Zikirden, fikirden, ibadetten kalmışlar, ölümle yüz yüze gelmişlerdi. 3999
175
Sultan Veled
3950 Birbirlerinin sohbetinden memnun olarak bir müddet yolculuk ettiler.
Hazret-i Musa Hazret-i Hızır’dan her gün birçok şeyler öğreniyor, yararlanı-
yor, inişte de, yokuşta da ondan birçok esrar dinliyordu. O iki şah bir müddet
gittikten sonra yolları bir köye uğradı. Orada kara gözlü, kırmızı dudaklı,
ay parçası gibi güzel,
3955 biricik inci gibi dilber, benzerine az rastlanır, on yaşlarında bir çocuk gördü-
ler. Cenab-ı Musa o güzelliğe hayran kaldı. Çünkü çok çok güzel idi. Hızır,
gitti onu çocukların arasından çağırarak aldı, tenha bir yere götürdü. Halktan
uzaklaştı, halkın gözünden kaybolunca hemen çocuğun elleriyle ayaklarını
bağlayarak cellat gibi, yere yatırdı.
3960 Belinden hançerini çıkardı, çocuğu bir kuzu boğazlar gibi boğazladı. Musa
Aleyhisselam bunu görünce feryat etti: “Allah aşkına! Bu ne kadar zulüm!
Masum bir çocuğu böyle öldürmek yakışır mı? Ey kardeş! Din ehlinden
Huda bu zulmü uygun görür mü? Bu suçu haklı görecek kimse yoktur. Böyle
bir suçu hiçbir dinden çıkmış, yapmamıştır. Bu iş soğuk dedikçe soğuk
(çok çirkin, çok feci).”
3965 Hazret-i Kelîm, hiddetle dolmuş olarak Hızır Aleyhisselam’a buna benzer
bir hayli suçlamalar yağdırdı. Bunları dinleyen Hızır, baktı ki Musa
Aleyhisselam’ın hiddeti çok fazla. Tatlılıkla dedi ki:
(SAYFA 156) “Sana evvelinde demedim miydi ki, beni bırak. Benim sohbetime tahammül
edemezsin, şehrine git! Bu kadar görmek sana fayda verir, daha fazlasına
tahammül edemezsin! Ben sende bu inkarı, gülşenindeki bu hastalığı
görüyor ve biliyordum.
3970 Senin halinden evvelden haberdar idim. İçerinde gerek hayır gerek şer ne
bulunduğuna vakıftım. Sen kendinden bu kadar haberdar değildin, fakat
yoldaşın senin halini biliyordu. Senden mahşere kadar neler sudûr edecek,
belki ondan sonra da neler gelecek hepsini biliyorum. Açık, kapalı hiçbir şey
benden gizli değildir. Eğer o sırlardan senin haberin olsaydı, benim peşimde
oraya buraya ne koşup gezecektin?
3975 Eğer benim sözlerimden senin de haberin olsaydı kendi memleketine avdet
ederdin. Her ne söyledimse canıgönülden kabul edecektin, tâ ki Cenab-ı
Hak’tan birçok hayırlar elde edecektin. Musa Aleyhisselam ayıktı. Baktı ki
Hızır’la arası açıldı. “Elif” harfiyle “dal” harfi gibi görünüşte ayrı düştüler.
Hızır, kendinden bir düşman gibi uzak duruyordu. Kendisine olan meyl ve
muhabbeti tamamen yok olmuştu. Musa Aleyhisselam kendinden ve yaptı-
ğı işten utandı, fena hareketine tekrar pişman oldu.
3980 Hızır ona dedi ki: “Bu kadar yoldaşlık yeter! Çünkü sen de o uyum oluşamayacak.
Bu vesvese, bu imtihan ne vakte kadar sürecek; bu dedikodu, bu tartışmaların
sonu gelmeyecek mi? Allah aşkına git, bizi kurtar, sohbet ağacını
kökünden çıkar! Hazret-i Musa rica etti ki: “Allah rızası için, beni böyle bir
devletten mahrum etme! Ey bağış ve cömertliğine bir son olmayan! Evvelki
gibi bu ikinci kusurumu da affet!
Eğer böyle bir kusur daha işlersem, benim gibi bir miskinle bir daha bağ 3985
kurma! Ondan sonra itiraz da etmem, senin ayrılığınla erimeye razı olurum.
Eğer bu yoldaşından üçüncü bir hata daha meydana gelirse, özrünü kabul
etme, yanından kov! Ben özür silahını elimden bırakıyorum, bundan sonra
ne isterseniz razıyım. Ne emrederseniz muhalefet etmeyeceğim, işte özür kı-
lıcını kınına koyuyorum.”
Acz ve zillet içinde bu vadide birçok sözler söyledi, kusurunu itiraf etti. 3990
Hızır’ın gene yüreği acıdı, lütfuyla ona bu defa da yâr oldu. Gene dost, ahbap
ve yoldaş oldular, gene gönülden Hakk’a talip oldular. Bir müddet, bal
ile kaymak gibi birbiriyle candan söyleşerek yola koyulup gittiler. Olacak ya!
Bu seferde de birkaç gün yiyecek bulamayarak aç kaldılar.
Açlık sıkıntısı haddini aştı, dağda bayırda çaresiz kaldılar. Açlık o derece şid- 3995
detle etkili oldu ki, leş yemek bile hoş görülür. Belki vacip olur. Çünkü şeraitin
sahibi böyle anlarda leş yemeye müsade eder. Ölüm korkusu vardı, güç-
leri kalmamış, nefisleri isyan edecek hale gelmişti. (SAYFA 157)
Zikirden, fikirden, ibadetten kalmışlar, ölümle yüz yüze gelmişlerdi. 3999
176
Rebabnâme
HATTI FASIL (YARI)
4000 “Kâde’l-fakru en yekûne küfran” (Fakr ile küfrün arası pek yakındır.) sırrı
ortaya çıkmış, o geniş kırlar, sahralar daralmış, bunları sıktıkça sıkmıştı. Bu
iki kutub bu halde büyük bir şehre geldiler. Orada biraz dolaşarak canlarını
kurtaracak bir lokma aradılar. Şehir halkı yemek vermek istemedi. İki yoldaş
açlıktan şuraya buraya dolandılar, baş vurdular. Hiçbir kimse bunlara bir dilim
ekmek vermedi. Çünkü tabiatlarında cimrilik vardı.
4005 O şehir halkının bu pintiliği o zamandan beri daima dillerde anılır. Sonra bu
iki yolcu aç ve bîilaç olarak şehri terke karar vererek yola çıktılar. Mahallelerden
geçerken bir konak gördüler ki, şehirde bir daha benzeri yoktu. Fakat
duvarının biri “dal” (dal harfi) gibi eğilmişti, Hızır onu “elif” (elif) gibi doğ-
rulttu. O konağın sahipleri iki yetim çocuktu. Altın, gümüş bir çok nakitleri
vardı (çok zenginlerdi).
4010 Hazret-i Hızır, duvarı doğrulttuktan sonra Allah’tan sabır ve tahammül isteyerek
şehirden çıktı sahra yolunu tuttu. Musa Aleyhisselam ile el ele tutuşarak
yola düştüler. Gidiyorlardı. Hazret-i Musa, hiddetini yenemeyerek “İllallah!”
dedi. Şikayet çığlıkları semaya çıkıyordu. “Bu ne hal? Yeter artık beni
öldürdün.” dedi. Evvelki hiddetli maceralara geri döndü. Hiddetinden kendini
kaybetti. İradesi elinden gitti, Hızır’la gene şiddetle tartışmaya başladı.
4015 Dedi: “Allah aşkına söyle! Sen yol gösteren bir dost musun, yoksa yol kesen
düşman mısın? Öyle bir duvar senin elinle doğrulsun da biz şu halimizle bir
lokma ekmeksiz kalalım, layık mıdır? O iki yetimin hesapsız serveti vardı.
Niçin onlardan birkaç altın ücret istemediniz? Birkaç günlük gıdamızı temin,
hiç olmazsa şu açlığımızı sakinleştirirdi.” Hızır dedi: “Biliniz ki, bu üçüncü
kusurdur. Artık ayrılacağız, gözüme görünme!
4020 Bundan sonra aramızda ayrılıktan başka bir şey yoktur. Bir daha birlik mümkün
değil.” Musa Aleyhisselam’ın sunabileceği özrü kalmamıştı. Ayrılık acı-
sı yüreğine boyandı. Bir müddet bu dertle kendinden geçti. Yeri ve göğü fark
etmez oldu. Hatırında ne sıkıntı kaldı, ne şikayet. Cefa ile vefa yanında eşit
oldu. Musa Aleyhisselam, verdiği söze bağlı kalarak ayrılmaya rıza gösterince,
Hızır Aleyhisselam ona bu defa da başka türlü ihsanda bulundu.
4025 Musa Aleyhisselam’a bu ayrılık acısı esnasında öyle bir ruh hali geldi ki, derdine
derman istemedi. Artık Hızır’la birliktelikten daha çok, ondan ayrılmak
arzusu hakim olmaya başladı, sıhhatten ziyade hastalığı arzu eder oldu.
(SAYFA 158) Onun huzurunda duyduğu zevkin yüz mislini, ayrılığında bulmaya
başladı. Merdan-ı Huda’nın armağanı böyle olur. Ayrılıkta da, kavuşmada
da zevk bahşederler. Ne mutlu o canlara ki, onlara kavuşur. Öyle cihanlara
gider ki, benzeri görülmemiştir.
4030 Her an neşe dolu bir cihan. Huda’nın yeni yeni bahşişleriyle dolu bir cihan...
Hızır ona veda ederken dedi ki: “O yaptıklarım fena değildi (hikmetsiz de-
ğildi). Dinle! Tâ ki sırlarını sen de anlayasın, nurum, ilmim ve işlerimi sen de
bilesin!
Kafir bir padişah bir şehre hücum kastındaydı, askerini bindirecek gemi arı-
yordu. Tâ ki gitsin, o şehri yaksın yıksın, ahalisini denize döksün.
Ehl-i imandan kimseyi sağ bırakmasın. O melunun niyeti bu idi. Gemiyi bu- 4035
nun için kırdım ki müslümanlar katilden kurtulsunlar. O günahsız olarak öldürdüğüm
çocuğu da Allah’ın emriyle öldürdüm. O iş de yerindeydi, yolsuz
zannetme! Çünkü ben şahidin emri olmadan bir iş göremem. O çocuğun babasıyla
annesi ikisi de doğru yoldaydılar (mümindiler).
Her ikisi de takva yolunda ilerleyip gidiyorlardı. Fani dünyadan geçip beka 4040
yolunu tutmuşlardı. O çocuk, ahlâkça bunların aksiydi. Bunun için öldürdüm
ki, doğru yola mani olmasınlar, o yüzden ikisi de hüsrana düşmesinler.
O çocuk sırran kafirdi. Ben bu sırrı açıkça gördüm. Meyveli ağaç üzerinde
kesilmesi lazım fena bir daldı, o fena dalı kestim.
Tâ ki diğer dallar neşe ve zevk bulsun, öyle bir engelden tamamen kurtul- 4045
sun. Duvar işine gelince bunu o yetimlere karşılık bir iyilik olmak üzere yaptım.
O duvarın altında bir hazine vardı. İstedim ki duvar yıkılarak hazine
meydana çıkmasın. Bunu karşılıksız olarak yaptım. O iki öksüzden nasıl ücret
isteyebilirdim ki, babaları Hak’tan ebedi mülke ulaşmış salih bir zattı.
Onun evlatlarından, yabancılardan veya düşmandan ister gibi, ücret istemek 4050
layık olur muydu? Azadeler için layık olur mu ki böyle şehzadelerden ücret
istesinler? Almayı bırak, yüz hazinem olsa onlara verirdim ve buna candan
sevinirdim ki, Rabbim bana böyle bir hayır yapmayı ilham etti ve başarı verdi
diye. Hızır Aleyhisselam bu üç hikmeti Hazret-i Musa’ya söylediği vakit
durumu candan kabul etti.
Bunları işitince inkardan kurtuldu, sıkıntıları çözüldü, gamdan kurtuldu. 4055
Sonra her biri ayrı birer yol tutarak ayrıldılar. Musa Aleyhisselam Hızır’ın
haline hayran olarak, memleketine geri döndü. Tâ ki geri dönüşüyle müslü-
manların hali kurtuluş ve bolluk bula. Tâ ki ümmet onun aracılığıyla ilerleye,
takvaları arta.
(SAYFA 159) Bu söyleşiden Musa Aleyhisselam’ın derecesi bir kat daha arttı, manevi
cihandan çok fetihlere erişti.
Kimse bilemez ki o Hızır’dan daha ne gibi lütuflara nail oldu. Kalbindeki ke- 4060
derler tamamen huzura döndü. Toprak olan vücudu mutlak can oldu, bütün
temizlerden daha temiz oldu. Cihanda evvelce övünç duyduğu şeyden (bü-
yüklükten) kurtuldu, silkindi çıktı. Evvelki hali yeryüzünden idi, son hali
göklerden oldu. Ne mutlu o kimseye ki Hak erlerinin sohbetine erişti. Kendinden
kurtulur, derecesi yüz misli artar.
Eğer gece gündüz yüz sene namaz kılsan, bütün ömrün zikir ve niyaz ile geç- 4065
se, belki Hazret-i Nuh ömrünce ibadet etsen, nefsin bütün arzularını gönlünden
çıkarsan sana o bolluk gelmez ki, o bolluk Merd-i Hak ile bir nefes beraber
bulunduğunda erişir.
177
Sultan Veled
HATTI FASIL (YARI)
4000 “Kâde’l-fakru en yekûne küfran” (Fakr ile küfrün arası pek yakındır.) sırrı
ortaya çıkmış, o geniş kırlar, sahralar daralmış, bunları sıktıkça sıkmıştı. Bu
iki kutub bu halde büyük bir şehre geldiler. Orada biraz dolaşarak canlarını
kurtaracak bir lokma aradılar. Şehir halkı yemek vermek istemedi. İki yoldaş
açlıktan şuraya buraya dolandılar, baş vurdular. Hiçbir kimse bunlara bir dilim
ekmek vermedi. Çünkü tabiatlarında cimrilik vardı.
4005 O şehir halkının bu pintiliği o zamandan beri daima dillerde anılır. Sonra bu
iki yolcu aç ve bîilaç olarak şehri terke karar vererek yola çıktılar. Mahallelerden
geçerken bir konak gördüler ki, şehirde bir daha benzeri yoktu. Fakat
duvarının biri “dal” (dal harfi) gibi eğilmişti, Hızır onu “elif” (elif) gibi doğ-
rulttu. O konağın sahipleri iki yetim çocuktu. Altın, gümüş bir çok nakitleri
vardı (çok zenginlerdi).
4010 Hazret-i Hızır, duvarı doğrulttuktan sonra Allah’tan sabır ve tahammül isteyerek
şehirden çıktı sahra yolunu tuttu. Musa Aleyhisselam ile el ele tutuşarak
yola düştüler. Gidiyorlardı. Hazret-i Musa, hiddetini yenemeyerek “İllallah!”
dedi. Şikayet çığlıkları semaya çıkıyordu. “Bu ne hal? Yeter artık beni
öldürdün.” dedi. Evvelki hiddetli maceralara geri döndü. Hiddetinden kendini
kaybetti. İradesi elinden gitti, Hızır’la gene şiddetle tartışmaya başladı.
4015 Dedi: “Allah aşkına söyle! Sen yol gösteren bir dost musun, yoksa yol kesen
düşman mısın? Öyle bir duvar senin elinle doğrulsun da biz şu halimizle bir
lokma ekmeksiz kalalım, layık mıdır? O iki yetimin hesapsız serveti vardı.
Niçin onlardan birkaç altın ücret istemediniz? Birkaç günlük gıdamızı temin,
hiç olmazsa şu açlığımızı sakinleştirirdi.” Hızır dedi: “Biliniz ki, bu üçüncü
kusurdur. Artık ayrılacağız, gözüme görünme!
4020 Bundan sonra aramızda ayrılıktan başka bir şey yoktur. Bir daha birlik mümkün
değil.” Musa Aleyhisselam’ın sunabileceği özrü kalmamıştı. Ayrılık acı-
sı yüreğine boyandı. Bir müddet bu dertle kendinden geçti. Yeri ve göğü fark
etmez oldu. Hatırında ne sıkıntı kaldı, ne şikayet. Cefa ile vefa yanında eşit
oldu. Musa Aleyhisselam, verdiği söze bağlı kalarak ayrılmaya rıza gösterince,
Hızır Aleyhisselam ona bu defa da başka türlü ihsanda bulundu.
4025 Musa Aleyhisselam’a bu ayrılık acısı esnasında öyle bir ruh hali geldi ki, derdine
derman istemedi. Artık Hızır’la birliktelikten daha çok, ondan ayrılmak
arzusu hakim olmaya başladı, sıhhatten ziyade hastalığı arzu eder oldu.
(SAYFA 158) Onun huzurunda duyduğu zevkin yüz mislini, ayrılığında bulmaya
başladı. Merdan-ı Huda’nın armağanı böyle olur. Ayrılıkta da, kavuşmada
da zevk bahşederler. Ne mutlu o canlara ki, onlara kavuşur. Öyle cihanlara
gider ki, benzeri görülmemiştir.
4030 Her an neşe dolu bir cihan. Huda’nın yeni yeni bahşişleriyle dolu bir cihan...
Hızır ona veda ederken dedi ki: “O yaptıklarım fena değildi (hikmetsiz de-
ğildi). Dinle! Tâ ki sırlarını sen de anlayasın, nurum, ilmim ve işlerimi sen de
bilesin!
Kafir bir padişah bir şehre hücum kastındaydı, askerini bindirecek gemi arı-
yordu. Tâ ki gitsin, o şehri yaksın yıksın, ahalisini denize döksün.
Ehl-i imandan kimseyi sağ bırakmasın. O melunun niyeti bu idi. Gemiyi bu- 4035
nun için kırdım ki müslümanlar katilden kurtulsunlar. O günahsız olarak öldürdüğüm
çocuğu da Allah’ın emriyle öldürdüm. O iş de yerindeydi, yolsuz
zannetme! Çünkü ben şahidin emri olmadan bir iş göremem. O çocuğun babasıyla
annesi ikisi de doğru yoldaydılar (mümindiler).
Her ikisi de takva yolunda ilerleyip gidiyorlardı. Fani dünyadan geçip beka 4040
yolunu tutmuşlardı. O çocuk, ahlâkça bunların aksiydi. Bunun için öldürdüm
ki, doğru yola mani olmasınlar, o yüzden ikisi de hüsrana düşmesinler.
O çocuk sırran kafirdi. Ben bu sırrı açıkça gördüm. Meyveli ağaç üzerinde
kesilmesi lazım fena bir daldı, o fena dalı kestim.
Tâ ki diğer dallar neşe ve zevk bulsun, öyle bir engelden tamamen kurtul- 4045
sun. Duvar işine gelince bunu o yetimlere karşılık bir iyilik olmak üzere yaptım.
O duvarın altında bir hazine vardı. İstedim ki duvar yıkılarak hazine
meydana çıkmasın. Bunu karşılıksız olarak yaptım. O iki öksüzden nasıl ücret
isteyebilirdim ki, babaları Hak’tan ebedi mülke ulaşmış salih bir zattı.
Onun evlatlarından, yabancılardan veya düşmandan ister gibi, ücret istemek 4050
layık olur muydu? Azadeler için layık olur mu ki böyle şehzadelerden ücret
istesinler? Almayı bırak, yüz hazinem olsa onlara verirdim ve buna candan
sevinirdim ki, Rabbim bana böyle bir hayır yapmayı ilham etti ve başarı verdi
diye. Hızır Aleyhisselam bu üç hikmeti Hazret-i Musa’ya söylediği vakit
durumu candan kabul etti.
Bunları işitince inkardan kurtuldu, sıkıntıları çözüldü, gamdan kurtuldu. 4055
Sonra her biri ayrı birer yol tutarak ayrıldılar. Musa Aleyhisselam Hızır’ın
haline hayran olarak, memleketine geri döndü. Tâ ki geri dönüşüyle müslü-
manların hali kurtuluş ve bolluk bula. Tâ ki ümmet onun aracılığıyla ilerleye,
takvaları arta.
(SAYFA 159) Bu söyleşiden Musa Aleyhisselam’ın derecesi bir kat daha arttı, manevi
cihandan çok fetihlere erişti.
Kimse bilemez ki o Hızır’dan daha ne gibi lütuflara nail oldu. Kalbindeki ke- 4060
derler tamamen huzura döndü. Toprak olan vücudu mutlak can oldu, bütün
temizlerden daha temiz oldu. Cihanda evvelce övünç duyduğu şeyden (bü-
yüklükten) kurtuldu, silkindi çıktı. Evvelki hali yeryüzünden idi, son hali
göklerden oldu. Ne mutlu o kimseye ki Hak erlerinin sohbetine erişti. Kendinden
kurtulur, derecesi yüz misli artar.
Eğer gece gündüz yüz sene namaz kılsan, bütün ömrün zikir ve niyaz ile geç- 4065
se, belki Hazret-i Nuh ömrünce ibadet etsen, nefsin bütün arzularını gönlünden
çıkarsan sana o bolluk gelmez ki, o bolluk Merd-i Hak ile bir nefes beraber
bulunduğunda erişir.
178
Rebabnâme
MAKALE 58
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Gerçi salih amel, talibi sonunda Huda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan
daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir. Değil miydi ki,
Hazret-i Musa Aleyhisselam Hakk’a vasıl olmuş, kendine peygamberlik, kitap
ve birçok mucizeler verilmişti?
Bu kadar büyüklük ve kemaliyle Hızır Aleyhisselam’a talip oldu ve Hak
Teala Hazretlerinden dua ve istekle onun sohbet ve arkadaşlığını rica etti.
Sonunda duası kabul gördü. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyrulmuştur ki:
“Fe vecedâ abden min ibâdinâ ”63 Şöyle ki: “Resul-ı Ekrem Efendimiz de “vâ
şevkan ilâ likâi ihvânî”64 buyurmuşlardı ve yine aşk ateşiyle “Bana Yemen
tarafından rahmanın nefesi geliyor.” buyurmuşlardı. Ve Hazret-i Ali’ye şu
yolda vasiyet buyurmuşlardı ki: “iza tekarreben nâs ilâ hâlikihim bienvâi’lbirri
fetekarrabe ilallâhi bienvâi’l-mukil tesbakahum bidderecât indennâs
fi’d-dünyâ ve indallâh fi’l-âhireti” Meali: “Halk, yaratıcılarına çeşitli ibadetlerin
her hangi biriyle yakınlaşmak isteği içerisindedir. Sen de akıllıların sohbetiyle
yakınlaşmaya bak ki dünyada insanların katında, ahirette de Allah’ın
katında derece ve yakınlık açısından onları geçesin.” İşte ermiş ve kamil veliler
de böylece havasın (seçkinlerin) yakınlık ve sohbetlerini arzu ederler.
Merdan-ı Huda’yla bir nefes sohbet etmek, yüz yıl ibadetten daha iyidir. Her
kim bir veliyle sohbet etme şansı bulursa, onu Hak ile sohbet eder bil!
4070 Onun dış görünüşü, Hakk’ın göründüğü yer; temiz canı da Hakk’ın sırrıdır.
Hak Teala kendini velilerinden gösterir. Hakk’ın sırrı şüphesiz nasıl ortaya
çıkar? Musa Aleyhisselam Hızır’ı bunun için aradı ki, ondan gizli sırları öğ-
rensin. Kendisi sevdalıların ulusu bir peygamber ve Hak katında makbul olduğu
halde, düşün ki, Hızır’ı araması niçindi? Kendi sırlarından daha yüksek
sırlar elde etmek istiyordu. Çünkü daha yüksek sırlar daha yükseklere
layıktır. (SAYFA 160)
4075 Hazret-i Muhammet (s.a.v.) ki, resullerin sultanı idi, hidayet eden, hidayete
erdiren ve Hak yolunun rehber ve önderi idi. Böyle olduğu halde “vâ şevkan”
diye ah eder, ihvan-ı sefanın sohbetine hasret çekerdi. Gene böylece
Veysel Karani’nin aşkıyla Yemen’den koku sezerdi. O sultana kavuşma iste-
ğiyle Hakk’ın kokusunu Yemen’den pek göze çekiyordu. Hazret-i Ali’ye de
sevgilerinden dolayı buyurmuşlardı ki: “Halk ibadetle meşgul bulunduklarında
sen de gece gündüz
4080 akıllıların sohbetini tercih et ki Hakk’ın yanında hepsinden makbul olasın!
Tâ ki derece itibariyle herkesten önde olasın, zahmetsiz gönül fetihleri bulasın!
Dersi akıllılardan al! İbadetle yol alanları Hak tarafına kılavuzlayasın.
Aklını artır ki mertebece artasın, diğer ibadet ehline göre kıdemli olasın. Ger-
çi ibadet edenler de ibadetlerinden fayda göreceklerdir. Fakat ilahi vuslat
63 Kehf suresi 18/65 Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine
tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
64 Kardeşlerimle görüşmeye olan aşkım.
sana herkesten evvel yetişir.”
Cihanda akıllı kimdir dersen, merd-i Huda’dır ki, Hak’tan başkasından geri 4085
durarak uzaklaşır. Her kötü ve kovulmuşa akıllı deme, her ne kadar kılı kırk
yarar dikkatte olsa da, her düzgün söyleyene de akıllı deme! Âkil, Hak’tan
gafil olmayandır. Hak’tan ayrı olan âkil, sahte paraya benzer. Eğer onu geçer
para gibi kabul edersen aldanırsın! Kavuşmadan uzak olan devletsiz (bedbaht)
âkil, altın görünse de sahtedir, kovulmuştur (kabul edilmez).
Gerek büyük, gerek küçük, dünya ehli (dünyaya tapanlar) akıldan yoksun- 4090
durlar. Gerçek akıllı o kimsedir ki, Hak’tan başkasından bağı keser, dersini
daima ve yalnız Hak’tan alır. Ey akıllı, böyle akıllılarla otur! Tâ ki, seni bütün
sıkıntılardan, kederlerden kurtarsın. O, yüz senede kazanacağın sevaba, dereceye,
onun yanında bulunmakla her saat nail olursun. Harmanının başak
toplayanları, padişahlar olsun, önünde daima seve seve yürüsünler.
Bu mananın şerhini Cenab-ı Mevlana’dan dinle! Git, o sultana gönülden mu- 4095
habbet bağla! Cenab-ı Peygamber, Hazret-i Ali’ye buyurdular ki: “Ey Ali!
Hakk’ın arslanısın, cesursun, pehlivansın! Fakat bunlara güvenme, ümit
ağacının gölgesine gel! Aklın gölgesine gir ki onun gölgesi cihanda Kaf Dağı
gibidir, ruhu yükseklerde dolaşan Anka’dır.”
Onun vasıflarını kıyamete kadar söylesem tükenmez ki başı ve sonu yoktur. 4100
İnsanlar arasında yüzüne perde çekmiş bir güneştir. (Benim bildiğim budur).
En doğrusunu Allah bilir. O, ruh güneşidir. Nurundan insanlarla meleklerin
istifade ettikleri semavi güneş değildir. Ya Ali! Tarikatının her türlü ibadet
ve taatlerine havasın (seçkinlerin) yaptıklarını tercih eyle! Herkes bir türlü
itaate meylederek kendini kurtaracak çareye başvurdu.
Sen de git, akıllıların gölgesine dahil ol ki gizli düşmandan kurtulasın. Sana 4105
bu, bütün ibadetlerden iyidir. Bununla önde gidenlerin tamamının önüne
geçersin!
(SAYFA 161) Bu beyitler burada şahitlik etsinler diye düzenlendi. Sır kulağını aç da
onun sözlerini dinle! Tâ ki onun esrarından nasip alasın! Tâ ki bu açıklama
senin tarafından anlaşılsın, tereddütten kurtulasın!
Onun bütün halkça kabul gören sözü, benim sözümün şahididir. Vasıl olan 4110
veliler de böyledir. Onlara Cenab-ı Hakk’ın yüzlerce lütuf ve yardımı eri-
şir. Onların işleri (sülukleri) tamam olduktan sonra Allah’ın yüzüyle sürekli
şereflenirler. Cenab-ı Yezdan’ın simasına talip olarak onu gıyaben ve durmadan
övmüşlerdi. Kesinlikle bilinsin ki, onları görmek devlettir, rahmetler
içinde rahmettir.
Yolu bilen bir merd-i Huda’yla yoldaş olmadan daha yüksek bir mertebe 4115
yoktur. Sana bu çeşitten bir istek gelirse, ondan başkasına gönül verme! O arzulanan,
her kime kısmet olmuşsa, bil ki berbat nefsi kahrolur. Yılanın gözü
zümrütten kör olmuyor mu, ne kadar kuvvetli olsa güçsüz kalmıyor mu?
Bunun gibi nefis yılanı da, şeyhin nurundan kör olur, takatten düşer.
179
Sultan Veled
MAKALE 58
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Gerçi salih amel, talibi sonunda Huda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan
daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir. Değil miydi ki,
Hazret-i Musa Aleyhisselam Hakk’a vasıl olmuş, kendine peygamberlik, kitap
ve birçok mucizeler verilmişti?
Bu kadar büyüklük ve kemaliyle Hızır Aleyhisselam’a talip oldu ve Hak
Teala Hazretlerinden dua ve istekle onun sohbet ve arkadaşlığını rica etti.
Sonunda duası kabul gördü. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyrulmuştur ki:
“Fe vecedâ abden min ibâdinâ ”63 Şöyle ki: “Resul-ı Ekrem Efendimiz de “vâ
şevkan ilâ likâi ihvânî”64 buyurmuşlardı ve yine aşk ateşiyle “Bana Yemen
tarafından rahmanın nefesi geliyor.” buyurmuşlardı. Ve Hazret-i Ali’ye şu
yolda vasiyet buyurmuşlardı ki: “iza tekarreben nâs ilâ hâlikihim bienvâi’lbirri
fetekarrabe ilallâhi bienvâi’l-mukil tesbakahum bidderecât indennâs
fi’d-dünyâ ve indallâh fi’l-âhireti” Meali: “Halk, yaratıcılarına çeşitli ibadetlerin
her hangi biriyle yakınlaşmak isteği içerisindedir. Sen de akıllıların sohbetiyle
yakınlaşmaya bak ki dünyada insanların katında, ahirette de Allah’ın
katında derece ve yakınlık açısından onları geçesin.” İşte ermiş ve kamil veliler
de böylece havasın (seçkinlerin) yakınlık ve sohbetlerini arzu ederler.
Merdan-ı Huda’yla bir nefes sohbet etmek, yüz yıl ibadetten daha iyidir. Her
kim bir veliyle sohbet etme şansı bulursa, onu Hak ile sohbet eder bil!
4070 Onun dış görünüşü, Hakk’ın göründüğü yer; temiz canı da Hakk’ın sırrıdır.
Hak Teala kendini velilerinden gösterir. Hakk’ın sırrı şüphesiz nasıl ortaya
çıkar? Musa Aleyhisselam Hızır’ı bunun için aradı ki, ondan gizli sırları öğ-
rensin. Kendisi sevdalıların ulusu bir peygamber ve Hak katında makbul olduğu
halde, düşün ki, Hızır’ı araması niçindi? Kendi sırlarından daha yüksek
sırlar elde etmek istiyordu. Çünkü daha yüksek sırlar daha yükseklere
layıktır. (SAYFA 160)
4075 Hazret-i Muhammet (s.a.v.) ki, resullerin sultanı idi, hidayet eden, hidayete
erdiren ve Hak yolunun rehber ve önderi idi. Böyle olduğu halde “vâ şevkan”
diye ah eder, ihvan-ı sefanın sohbetine hasret çekerdi. Gene böylece
Veysel Karani’nin aşkıyla Yemen’den koku sezerdi. O sultana kavuşma iste-
ğiyle Hakk’ın kokusunu Yemen’den pek göze çekiyordu. Hazret-i Ali’ye de
sevgilerinden dolayı buyurmuşlardı ki: “Halk ibadetle meşgul bulunduklarında
sen de gece gündüz
4080 akıllıların sohbetini tercih et ki Hakk’ın yanında hepsinden makbul olasın!
Tâ ki derece itibariyle herkesten önde olasın, zahmetsiz gönül fetihleri bulasın!
Dersi akıllılardan al! İbadetle yol alanları Hak tarafına kılavuzlayasın.
Aklını artır ki mertebece artasın, diğer ibadet ehline göre kıdemli olasın. Ger-
çi ibadet edenler de ibadetlerinden fayda göreceklerdir. Fakat ilahi vuslat
63 Kehf suresi 18/65 Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine
tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
64 Kardeşlerimle görüşmeye olan aşkım.
sana herkesten evvel yetişir.”
Cihanda akıllı kimdir dersen, merd-i Huda’dır ki, Hak’tan başkasından geri 4085
durarak uzaklaşır. Her kötü ve kovulmuşa akıllı deme, her ne kadar kılı kırk
yarar dikkatte olsa da, her düzgün söyleyene de akıllı deme! Âkil, Hak’tan
gafil olmayandır. Hak’tan ayrı olan âkil, sahte paraya benzer. Eğer onu geçer
para gibi kabul edersen aldanırsın! Kavuşmadan uzak olan devletsiz (bedbaht)
âkil, altın görünse de sahtedir, kovulmuştur (kabul edilmez).
Gerek büyük, gerek küçük, dünya ehli (dünyaya tapanlar) akıldan yoksun- 4090
durlar. Gerçek akıllı o kimsedir ki, Hak’tan başkasından bağı keser, dersini
daima ve yalnız Hak’tan alır. Ey akıllı, böyle akıllılarla otur! Tâ ki, seni bütün
sıkıntılardan, kederlerden kurtarsın. O, yüz senede kazanacağın sevaba, dereceye,
onun yanında bulunmakla her saat nail olursun. Harmanının başak
toplayanları, padişahlar olsun, önünde daima seve seve yürüsünler.
Bu mananın şerhini Cenab-ı Mevlana’dan dinle! Git, o sultana gönülden mu- 4095
habbet bağla! Cenab-ı Peygamber, Hazret-i Ali’ye buyurdular ki: “Ey Ali!
Hakk’ın arslanısın, cesursun, pehlivansın! Fakat bunlara güvenme, ümit
ağacının gölgesine gel! Aklın gölgesine gir ki onun gölgesi cihanda Kaf Dağı
gibidir, ruhu yükseklerde dolaşan Anka’dır.”
Onun vasıflarını kıyamete kadar söylesem tükenmez ki başı ve sonu yoktur. 4100
İnsanlar arasında yüzüne perde çekmiş bir güneştir. (Benim bildiğim budur).
En doğrusunu Allah bilir. O, ruh güneşidir. Nurundan insanlarla meleklerin
istifade ettikleri semavi güneş değildir. Ya Ali! Tarikatının her türlü ibadet
ve taatlerine havasın (seçkinlerin) yaptıklarını tercih eyle! Herkes bir türlü
itaate meylederek kendini kurtaracak çareye başvurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder