2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

Böyle bil ki iyi kötü, gözlü gözsüz nasıl öldüyse mezarından öyle kalkacak- 5105
tır. Zahir ehlinin sözü budur. Batın ehli de ender inciler delmişlerdir. Her ne
kadar bu da ona benzerse de o değildir. Cismin beyanı nerede, canın beyanı
nerede. Gönül ehlinin sözleri de her ne kadar halkın sözleri cinsinden ise de,
onda yeni yeni sırlar vardır. Onu can kulağıyla dinle!
Tâ ki o nadir sırlardan faydalanasın, her ne kadar sen de o güneşin ışığından 5110
doldunsa da, eğer Hakk’ın serptiği nurdan sana da bir şey isabet ettiyse, ni-
çin bu dedikodu karanlığında sürünüyorsun? Saf ve berrak olanı al, tortuyu
bırak! Atlas varken âdi beze neye bürünürsün? Çamur içinde bir inci görsen
hemen onu çamurdan çıkarıp temizlersin. Çamuru da böyle temizler misin?
Belki çamuru incinin üzerinden giderirsin.
73 Zilzal suresi 99/7-8 Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
74 Fetih suresi 48/2 (2-3) Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın,
seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.
75 İsra suresi 17/72 Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.
219
Sultan Veled
lezzetli meyveler meydana getiriyor. Bunu bırak da cezayı anlat ki, o, bizim
yaptıklarımıza hiç benzemiyor. Bu ceza dediğimiz şey hem sanattır, hem cezadır.
Çünkü Huda’nın, senin fiiline giydirdiği surettir.
5075 Bu itibarla ona eser diyebiliriz nasıl ki ceza adıyla da anabiliyoruz. Şimdi bu
halin sırrını şerhe geçelim. Ceza nedir ve nasıl şeydir onu izah edelim. Mesela:
Bir hayırsız yüksek bir eve tırmanır, bekçi yakalar, kemendiyle ellerini
bağlar.
(SAYFA 196) İşte hayırsızlık fiilinin (tohumunun) cezası (mahsulu) bu şekilde bu
surete bürünür. Bir kul, padişaha vefakar olur. Padişahtan ona, bu vefasına
mukabil bir takım mükafat verilir.
5080 At, astar, kaftan, ödül, nişan vesaire. Ekilen tohum (yapılan iş) ki vefa idi,
bu şekillerde zuhur etti, mahsul verdi. Şahın huzurunda asker ve komutanları
hakkında iyi kötü bir söz söylersin. İyi sözlerine karşı padişahtan rütbe,
memuriyet gibi ödüller görürsün. Şu halde senin iyi sözlerin şahın gönlünde
rütbe, makam şeklini aldı öyle mahsul verdi.
5085 Sonra padişahın kulağına kötü sözlerin vasıl olunca, ayaklarına zincir vurararak
hapse gönderir. İşte ekilen tohumların bittiği gibi o fena sözlerin de bu
şekilde netice verdi, cezalar aldıkları şekil itibarıyla eser oldular. Bu dünyada
iyi, kötü sözlerin ve hareketlerin cezası bu şekilde varlık buluyor. İyiliklerinki
kaftan, mal ve makam, kötülüklerinki de ölüm, hapis, zindan gibi şekillerde
meydana geliyor. Söz yahut iş bunlara benziyor mu? Ey salik! Buraya
dikkat et!
5090 Her ameli buna kıyas et! Cezalarda esas kıyaslanan nedir anla! Taat tohumunun
alacağı suret, cennettir, kötü amellerinki de cehennemdir. Taatlerin suretleri
(alacağı şekiller) başkadır: yükseği var, ortası var. Suçların nakşı da
yüce ve alçak olmak kaydıyla böyledir. Dövme ve öldürme gibi suçların derecelerine
göre cehennemde yedi tabaka olur. Ateşleri isyana göre birbirinden
farklıdır.
5095 Burada da cezaların düzenlenişi hemen hemen aynıdır. Herkesin cezası gü-
nahına göredir. O cihanı bu cihandan kıyas eyle! Hak Teala Hazretleri esası
böyle kurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de “femen yamel miskale zerratin” buyrulmuştur.
Defteri açar okursan halinden haberdar olursun.
MAKALE 70
Bu makalede şunlar beyan olunacaktır:
(1) “Fe men ya’mel miskâle zerretin ”73 ayet-i kerimesinin tefsiri
(2) Şu beyan olunacaktır ki, amel defterini yarın okuyacaksın.
Fakat bugün peşin olarak oku ki yaptığın amelleri biliyorsun. “Li yagfire
lekallâhu mâ tekaddeme”74 mealinden hareketle Cenab-ı Hakk’a onları affettirmeye
çalış. Yarına erteleme! Eğer evliyanın gördükleri gibi övünülecek
şeyleri görmezsen kesin bil ki yarın da affolunmaz. Çünkü “Ve men kâne fî
hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ”75 buyrulmuştur. Meal-i şerifi: “Bu dünyada
âmâ olanlar, yani ilahi kudrete, sübhanın sanatına göz yumup da kör
gibi yaşayanlar, ahirette de âmâ kalacaktır, belki daha beter şaşkınlıkta olacaktır.
(3) Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse
de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur. (4) Ger-
çi evliyaullahın çoğu züht ve takva ve salih amel ile bezenmiştir.
Fakat herkes hakkında hüsnüzanda bulunmamak gerektir ki bunların aksine
olarak, görüntüsü harap (amelsiz) (SAYFA 197) bir veli de nadir olarak bulunabilir.
Onları herkes tanıyamaz. Çünkü Cenab-ı Hak hadis-i kutsisinde buyurmuştur
ki: “Evliyâî tahte kubâbî la ya’rifuhum gayrî” Meali: “Benim, kubbelerim
altında gizli velilerim vardır ki onları benden başkası bilemez.” O defter
kendindedir. Burada da okuyabilir, kârını, zararını anlayabilirsin. Gece
de gündüz de işlediğin günahlar hatırındadır.
Fakat bil ki:
Eğer Huda’dan suçlarına af gelmişse neye korkarsın? Eğer burada iken affo- 5100
lunmamışsa, bil orada affolunmayacaktır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Her
kim burada âmâ ise ahrette de âmâdır. Dünyada ne halde yaşadınsa o halde
ölürsün! Gerek iyi gerek kötü. Kıyamette de kabrinden kalkarken, kabirde ne
halde yattınsa o halde kalkarsın!”
Böyle bil ki iyi kötü, gözlü gözsüz nasıl öldüyse mezarından öyle kalkacak- 5105
tır. Zahir ehlinin sözü budur. Batın ehli de ender inciler delmişlerdir. Her ne
kadar bu da ona benzerse de o değildir. Cismin beyanı nerede, canın beyanı
nerede. Gönül ehlinin sözleri de her ne kadar halkın sözleri cinsinden ise de,
onda yeni yeni sırlar vardır. Onu can kulağıyla dinle!
Tâ ki o nadir sırlardan faydalanasın, her ne kadar sen de o güneşin ışığından 5110
doldunsa da, eğer Hakk’ın serptiği nurdan sana da bir şey isabet ettiyse, ni-
çin bu dedikodu karanlığında sürünüyorsun? Saf ve berrak olanı al, tortuyu
bırak! Atlas varken âdi beze neye bürünürsün? Çamur içinde bir inci görsen
hemen onu çamurdan çıkarıp temizlersin. Çamuru da böyle temizler misin?
Belki çamuru incinin üzerinden giderirsin.
73 Zilzal suresi 99/7-8 Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
74 Fetih suresi 48/2 (2-3) Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın,
seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.
75 İsra suresi 17/72 Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.
220
Rebabnâme
5115 O söz (ehl-i zahirin sözü) çamur gibidir. Bizim sözümüz, çamura karışmış incidir.
Eğer sen aklı başında, sırra vakıf biriysen, hür yerine köle alır mısın?
Hak yanında itikat sahipleri nasıl makbul ise, eşkıya da öyle kovulmuştur.
Ezelden o, said; bu, şaki idi. Bu, temiz olmayan o, takvalı idi. Onlarda (gönül
ehli, velilerde) galip olan hal şudur: “Salâh sahibi olmak, oruç namaz gibi dinin
kurallarına uymak.”
5120 Bunların, bu görüntünün dışındaki şeylere, az rastlanır ki namaz, oruç gibi
şeylere, ehemmiyet vermezler. O hali, ay tutulması veya güneş tutulması gibidir.
Bu örnek, bu benzetiş halk içindir. Yoksa o, padişahlar padişahıdır.
Onun yaptığı doğru ve mantıklıdır. Takva ehli ondan güzellik toplarlar. O,
cihanda tek şah ve hâkimdir. Peygamberler gibi ümmetleri vardır.
(SAYFA 198) Onun şeriatini Musa Aleyhisselam anlayamadığı için Hızır ondan yüz
çevirdi. O garip kural, havasın kuralıdır. Yakın olmayan, o yakınlık tarafına
koşamaz. Eğer halka o şeriati söylesem, yahut yöntem ve bölümlerini göstersem,
tahammül edemezler, hep kafir olurlar. Hepsi kötülük ve kargaşa tarafına
giderler. Öyleyse, avama layık söz söyleyeyim. Tâ ki o sözler bu deryada
gemi olsun.
5130 Gemiye binerek boğulmaktan emin olsunlar. Onun için az çok muhalif söylüyorum.
Gerçi ben bu vadide çok sözler söyledim. Fakat havas ondan hataya
düşmezler. O, Hak tarafından havas için gönderilmiş peygamberdir. Ta
ki risaletini aktarıcılara duyursun. O temizden temiz, ariden ari, onun davranışlarıdır.
İçin içi odur, başkası kabuktur. Eğer sen sarraf isen, o cevherleri
tanır, dünya kadar kıymet biçersin.
5135 Onun kıymeti her şeyden fazladır. Her ne kadar o ay, bulut içindeyse de bir
kimse padişahı hizmetçisiz, askersiz, bayraksız tek başına görse, onunla aşinalığı
varsa derhal tanır. İsterse kıyafet değiştirmiş olsun. O kimse derse ki,
bütün dünya halkı bunun bendesidir, herkes onun bağışlarıyla yaşıyor. Eğer
cehalet ve körlük sebebiyle onu inkar ederlerse, ben katiyyen biliyor ve yanılmıyorum,
5140 tereddütsüz onun kulluğunu kabul ederim, sevgisini gönlümden çıkarmam.
Eğer bir kimse padişahın böyle tanınmayacak şekilde gezdiğini bilseydi şüpheye
düşmezdi. Ben yanılmıyorum, belki inancım arttı, herkesi onun tarafına
kılavuzlıyorum. Bir kimse böyle bir şaha rastlarsa ondan ihtiyaç olmadan on
kerre on hazineye nail olur. On lafzını kafiyenin hatırı için söyledim, on adedi
de bir şey mi? Süha Yıldızı o güneşin yanında ay gibi kalır.
5145 Azizim! Ay, güneş nedir ki! O asmaya nispetle iki âlem bir üzüm tanesidir.
Onun sinesi Huda’nın tahtgahıdır, evliya için ondan daima hediyeler vardır.
Herkese lütuf ve sağlık ondan erişir. Ehl-i safanın yemin ve bereketi ondandır.
Hak Teala daima ona perdesiz olarak görünür, ona eliyle (bizzat) şarap
verir. Özetle her şahıs, her ruh gıdasını ondan alır.
5150 Böyle şeyh ilelebet bakidir. Bir nefes cemalullahtan ayrı olmaz. Müritleri sayısız
olursa da, akıllı isen adede bakma! Bil ki, o adet surettedir. Manadan
haberdar olan hepsini bir görür. Ey akıllı! Manada tamamı birdir. Birden çok
olan gözlerdeki nur bakışlar gibidir. Gözlerdeki nur, bir nurdur, cisimlerdeki
canın bir olduğu gibi.
O fırka (müritler) ilelebet şeyhle beraber olurlar. Birini yolun dışında bilme! 5155
Görüntüden geç, manaya bak! Tâ ki bal gibi, şeker gibi tatlı olasın.
(SAYFA 199) Görüntü perdesinden darlık içindesin, esrarkeşler gibi şaşkın ve sersemsin.
Eğer bu ağır uykudan uyanırsan, o aradan kurtulur, kenara çıkarsın.
Git, kenarı tut! Sağırlardan ve aralarından çık ki sana canın yüzü hicapsız
görünsün.
O deryaya gittiğin zaman baki olursun! O dildara, o sakiye eş olursun! Baki, 5160
baki ile bağ kurar. Anka onun için Kaf Dağı’nda ikamet eyler. “Nurun ala
nur”un manası budur ki dini olanın dini artar. Bil ki bu artış manevidir, şeklî
değil. Çünkü açık, belli değildir. Açık, belli olaydı, zahir olurdu, iyi kötü bü-
tün âlem tutkun olurdu.
Onu görenler bizim gibi divane oldu, evi bıraktı, viraneye göçtü. Âlemi bı- 5165
raktı; sıkıntıyı, derdi tercih eyledi. Cezayı, nimete tercih etti. Mal ve evi barkı
Hak yoluna feda etti. Yarayı merheme tercih etti, dilberlerin zülfü gibi perişan
oldu.
221
Sultan Veled
5115 O söz (ehl-i zahirin sözü) çamur gibidir. Bizim sözümüz, çamura karışmış incidir.
Eğer sen aklı başında, sırra vakıf biriysen, hür yerine köle alır mısın?
Hak yanında itikat sahipleri nasıl makbul ise, eşkıya da öyle kovulmuştur.
Ezelden o, said; bu, şaki idi. Bu, temiz olmayan o, takvalı idi. Onlarda (gönül
ehli, velilerde) galip olan hal şudur: “Salâh sahibi olmak, oruç namaz gibi dinin
kurallarına uymak.”
5120 Bunların, bu görüntünün dışındaki şeylere, az rastlanır ki namaz, oruç gibi
şeylere, ehemmiyet vermezler. O hali, ay tutulması veya güneş tutulması gibidir.
Bu örnek, bu benzetiş halk içindir. Yoksa o, padişahlar padişahıdır.
Onun yaptığı doğru ve mantıklıdır. Takva ehli ondan güzellik toplarlar. O,
cihanda tek şah ve hâkimdir. Peygamberler gibi ümmetleri vardır.
(SAYFA 198) Onun şeriatini Musa Aleyhisselam anlayamadığı için Hızır ondan yüz
çevirdi. O garip kural, havasın kuralıdır. Yakın olmayan, o yakınlık tarafına
koşamaz. Eğer halka o şeriati söylesem, yahut yöntem ve bölümlerini göstersem,
tahammül edemezler, hep kafir olurlar. Hepsi kötülük ve kargaşa tarafına
giderler. Öyleyse, avama layık söz söyleyeyim. Tâ ki o sözler bu deryada
gemi olsun.
5130 Gemiye binerek boğulmaktan emin olsunlar. Onun için az çok muhalif söylüyorum.
Gerçi ben bu vadide çok sözler söyledim. Fakat havas ondan hataya
düşmezler. O, Hak tarafından havas için gönderilmiş peygamberdir. Ta
ki risaletini aktarıcılara duyursun. O temizden temiz, ariden ari, onun davranışlarıdır.
İçin içi odur, başkası kabuktur. Eğer sen sarraf isen, o cevherleri
tanır, dünya kadar kıymet biçersin.
5135 Onun kıymeti her şeyden fazladır. Her ne kadar o ay, bulut içindeyse de bir
kimse padişahı hizmetçisiz, askersiz, bayraksız tek başına görse, onunla aşinalığı
varsa derhal tanır. İsterse kıyafet değiştirmiş olsun. O kimse derse ki,
bütün dünya halkı bunun bendesidir, herkes onun bağışlarıyla yaşıyor. Eğer
cehalet ve körlük sebebiyle onu inkar ederlerse, ben katiyyen biliyor ve yanılmıyorum,
5140 tereddütsüz onun kulluğunu kabul ederim, sevgisini gönlümden çıkarmam.
Eğer bir kimse padişahın böyle tanınmayacak şekilde gezdiğini bilseydi şüpheye
düşmezdi. Ben yanılmıyorum, belki inancım arttı, herkesi onun tarafına
kılavuzlıyorum. Bir kimse böyle bir şaha rastlarsa ondan ihtiyaç olmadan on
kerre on hazineye nail olur. On lafzını kafiyenin hatırı için söyledim, on adedi
de bir şey mi? Süha Yıldızı o güneşin yanında ay gibi kalır.
5145 Azizim! Ay, güneş nedir ki! O asmaya nispetle iki âlem bir üzüm tanesidir.
Onun sinesi Huda’nın tahtgahıdır, evliya için ondan daima hediyeler vardır.
Herkese lütuf ve sağlık ondan erişir. Ehl-i safanın yemin ve bereketi ondandır.
Hak Teala daima ona perdesiz olarak görünür, ona eliyle (bizzat) şarap
verir. Özetle her şahıs, her ruh gıdasını ondan alır.
5150 Böyle şeyh ilelebet bakidir. Bir nefes cemalullahtan ayrı olmaz. Müritleri sayısız
olursa da, akıllı isen adede bakma! Bil ki, o adet surettedir. Manadan
haberdar olan hepsini bir görür. Ey akıllı! Manada tamamı birdir. Birden çok
olan gözlerdeki nur bakışlar gibidir. Gözlerdeki nur, bir nurdur, cisimlerdeki
canın bir olduğu gibi.
O fırka (müritler) ilelebet şeyhle beraber olurlar. Birini yolun dışında bilme! 5155
Görüntüden geç, manaya bak! Tâ ki bal gibi, şeker gibi tatlı olasın.
(SAYFA 199) Görüntü perdesinden darlık içindesin, esrarkeşler gibi şaşkın ve sersemsin.
Eğer bu ağır uykudan uyanırsan, o aradan kurtulur, kenara çıkarsın.
Git, kenarı tut! Sağırlardan ve aralarından çık ki sana canın yüzü hicapsız
görünsün.
O deryaya gittiğin zaman baki olursun! O dildara, o sakiye eş olursun! Baki, 5160
baki ile bağ kurar. Anka onun için Kaf Dağı’nda ikamet eyler. “Nurun ala
nur”un manası budur ki dini olanın dini artar. Bil ki bu artış manevidir, şeklî
değil. Çünkü açık, belli değildir. Açık, belli olaydı, zahir olurdu, iyi kötü bü-
tün âlem tutkun olurdu.
Onu görenler bizim gibi divane oldu, evi bıraktı, viraneye göçtü. Âlemi bı- 5165
raktı; sıkıntıyı, derdi tercih eyledi. Cezayı, nimete tercih etti. Mal ve evi barkı
Hak yoluna feda etti. Yarayı merheme tercih etti, dilberlerin zülfü gibi perişan
oldu.
222
Rebabnâme
MAKALE 71
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntı, zahmettir. Onların hali
halkın aksinedir. Nasıl ki, şair Mütenebbi demiştir:
Zerûnî ve’l-fulâtu bilâ delîl
Ve vechi ve’l-hecîru bilâ lisâm
Ve innî esterîhu bi-zi ve hâzâ
Ve et’abu bi’l-inâhati ve’l-makâm
Meal-i şerifi: “Beni sahra ile baş başa bırakın, delil melil de istemem. Yüzüm de öğle
vaktinin yakıcı güneşine maruz olsun. Örtüye de lüzum yok. Ben onunla, bununla rahat
ederim. Devemi çökertmek ve bir yerde ikamet etmek beni sıkar”.
Peygamber Aleyhisselam bundan dolayı “eşeddi’l-bela ala’l-evliyai” buyurmuştur.
Zira bela onlara rahat olmuştur. Öyle ki, bela ne kadar ziyade
olursa rahatları da o nispette ziyade olur.
Bu makalede şu da ifade olunacaktır: “Kutub olan şeyh, yerde, göklerde
Allah’ın halifesidir. Hakk’ın tecellisi ilkin ona gelir. Sonra derecelerine göre
herkese ondan dağılır. Halk bunu bilmezse ona ne zarar verir ve neyi eksilir?
O, herkesin hayatının kendinden olduğunu kesin olarak bilir, nasıl ki ağaç-
lar, meyveler, çiçekler, hep bahardan feyz aldıkları halde bahardan habersizdirler
ve bundan bahara bir ziyan yoktur veya bir efendinin köleleri efendilerini
bilmezlerse bundan efendiye bir zarar var mı? Efendi biliyor ki, hepsi
kendisinin köleleridir. İşte bunun gibi kutub da bütün âlemin kendi mürit ve
köleleri olduğunu bilir. Onlar şeyhlerini bilmez ve tanımazlarsa bundan şeyhe
bir ziyan gelmez.
(SAYFA 200) Âşıklar belayı isterler, dikeni güle tercih ederler.
5170 Rahatla sıhhat onlara göre sıkıntıdır. Sıkıntı ve çaresizlik de bilakis nimet sayılır.
Cümlesi reislikten kurtulmak üzere başlarını feda ettiler. Reislik ve serdarlıktan
bu derece ürkerlerdi. Halkın hoşlandığı ve arzu ettiği şeyler, onlarca
kusurludur ve sıkıntıdan, mihnetten ibarettir. Bundan dolayı, sen onları
bu halktan biriymiş gibi düşünme! Canlarını cananlarından ayrı zannetme!
Onlar gökten, yerden, kalemden, her şeyden geçmişlerdir. Onların rahatı
elemdedir.
5175 Âşıklara cehennemin en derin yerleri cennettir. Onların zevki de, şiddeti de
mihnettedir. O fırkanın yemeği açlıktır. Tazelikleri yangın ateşindendir. Onlar,
Cenab-ı Halil’e benzer. Ateş ve duman onlara gülistan ve bostandır. Onların
gülşen ve reyhanları ateştir, huri ve rıdvanları cehennemin kahrıdır.
Git, sen de bir Halil ol ki bela ateşi seni o ziyafete davet etsin.
5180 Enbiyaya bu bela ve mihnetler onun için gelir ki, bunlar onlara göre sıkıntı
değil, rahattır, belki padişahlıktır. Dağ mesabesinde olan vücutlarını bela kü-
lüngüyle kazmaları ona husumet değil, gizli defineleri çıkarmak isteğindendir.
Külüngü sert sert vurmaları içindeki kıymetli cevherleri çıkarmak, vücut
ağacını budamaları, meyvesini yemek içindir. Kazıyı, içinde maden bulunan
dağlarda yaparlar. Madensiz dağları kazdıkları nadiren vakidir. Belanın, enbiyaya
daha çok gelmesi, derunlarındaki cevher dolayısıyladır.
Bu zahmet ve musibetler, sinelerindeki cevherleri meydana çıkarmak için- 5185
dir. Her kimin genci (hazinesi) çoksa, renci (musibeti) de o nispette çoktur.
Her kim rahatta ise, bil ki içinde çer çöp doludur. Nefsin, çaldığı altını saklayan
bir hayırsıza benzer, onu tatlılıkla itiraf etmez. Şiddet ve işkence lazımdır
ki sakladığı altını çıkarsın. Şu halde nefsi yola getirebilmek için devamlı
bir mücahede (mütemadi bir işkence) lazımdır.
Bu cihat, onu dövmek ve sıkıştırmak demektir. Onunla daima böyle savaş! 5190
Taliplere böyle hoş gelen bela ve meşakkatler, dünya halkına göre acı ve çirkindir.
İbadet, onların arzularına uygun gelmez. Çünkü şeytan onların yollarını
bağlamıştır. İyi şeyler onlara istenmeyen ve kötü görünür. Çünkü aşkları
yoktur. İbadetin tatlı şekeri onlara zehir gelir, çünkü hastalara şeker acı
görünür.
Safra onları bu hale getirir, bal onların gözüne nahoş görünür. Safravilere 5195
göre şeker acı ve fenadır. Şekeri istemez, daima reddederler. Fakat safra ge-
çince, Hüsrev’in yanında Şirin’in dudakları nasıl tatlı idiyse, şeker de onlara
öyle tatlı gelir. Taat ve oruç, sana onun için nahoş görünür ki vücudunda
gizli hastalık vardır. Vücut hastalığının o kadar önemi yoktur. Çünkü vücut,
nasıl olsa ölecek ve yok olacaktır.
Ruh hastalığı vücut hastalığından daha önemlidir. Çünkü o ebedi, bu geçi- 5200
cidir.
(SAYFA 201) Sıkıntıların kaynağı olan fani varlık olunca, o nedene bağlı olan diğer
sıkıntılar da geçici olur. Fakat rahatsızlık ruhta olursa sıkıntılıdır. Her hekimin
ilacıyla geçmez. Ancak o hekim tedavi edebilir ki, hikmeti, öğretmensiz,
kitapsız, Hak’tan öğrenir. Ruhu hastalıktan o kurtarır. Eteğini tut! Elinden
bırakma ki,
O hastalık sende yerleşip kalmasın. Tâ ki daima zayıf ve hasta kalmayasın! 5205
Hastalık nedir ki? O hekim ölülere can verir, müzmin hastalıkları tedavi
eder. Onun elinden bunun gibi daha yüz binlerce iş gelir, bütün karışık işleri
halleder. Dünya ehli, gök ehli canlarının gıdasını ondan alırlar, onun sofrasından
beslenirler. Onun kim olduğunu anlayamazlarsa ne büyük zarar? O,
bütün yaraların merhemidir.
Sümbül, reyhan, gül, yasemin gibi bütün çimenlerin rengi, tazeliği bahar- 5210
dan değil midir? Halbuki, dallar, ağaçlar baharın bu lütuflarından haberdar
değildirler. Süt emen çocuklar da, kendilerini emziren, himaye edenden habersizdirler.
Fakat bu habersizlikten bahara veya bakıcıya ve hamiye bir keder
var mı? Onlar vazifelerini durmaksızın, düşünmeden yapmakta devam
ederler. O ağaçlar ki, bahardan yaprak, çiçek ve meyve alıyor, baharı bilmez
ve mahiyetini tayin edemezler.
Bu bilgisizlikten baharın düzeni bozulur mu? O, gene yoluna ve vazifesine 5215
devam eder. Kutub ki, bütün âlem halkının efendisi, herkes de onun kölesidir,
zengin olsun fakir olsun, herkes feyzi ondan alır. Eğer halk, onun cö-
223
Sultan Veled
MAKALE 71
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntı, zahmettir. Onların hali
halkın aksinedir. Nasıl ki, şair Mütenebbi demiştir:
Zerûnî ve’l-fulâtu bilâ delîl
Ve vechi ve’l-hecîru bilâ lisâm
Ve innî esterîhu bi-zi ve hâzâ
Ve et’abu bi’l-inâhati ve’l-makâm
Meal-i şerifi: “Beni sahra ile baş başa bırakın, delil melil de istemem. Yüzüm de öğle
vaktinin yakıcı güneşine maruz olsun. Örtüye de lüzum yok. Ben onunla, bununla rahat
ederim. Devemi çökertmek ve bir yerde ikamet etmek beni sıkar”.
Peygamber Aleyhisselam bundan dolayı “eşeddi’l-bela ala’l-evliyai” buyurmuştur.
Zira bela onlara rahat olmuştur. Öyle ki, bela ne kadar ziyade
olursa rahatları da o nispette ziyade olur.
Bu makalede şu da ifade olunacaktır: “Kutub olan şeyh, yerde, göklerde
Allah’ın halifesidir. Hakk’ın tecellisi ilkin ona gelir. Sonra derecelerine göre
herkese ondan dağılır. Halk bunu bilmezse ona ne zarar verir ve neyi eksilir?
O, herkesin hayatının kendinden olduğunu kesin olarak bilir, nasıl ki ağaç-
lar, meyveler, çiçekler, hep bahardan feyz aldıkları halde bahardan habersizdirler
ve bundan bahara bir ziyan yoktur veya bir efendinin köleleri efendilerini
bilmezlerse bundan efendiye bir zarar var mı? Efendi biliyor ki, hepsi
kendisinin köleleridir. İşte bunun gibi kutub da bütün âlemin kendi mürit ve
köleleri olduğunu bilir. Onlar şeyhlerini bilmez ve tanımazlarsa bundan şeyhe
bir ziyan gelmez.
(SAYFA 200) Âşıklar belayı isterler, dikeni güle tercih ederler.
5170 Rahatla sıhhat onlara göre sıkıntıdır. Sıkıntı ve çaresizlik de bilakis nimet sayılır.
Cümlesi reislikten kurtulmak üzere başlarını feda ettiler. Reislik ve serdarlıktan
bu derece ürkerlerdi. Halkın hoşlandığı ve arzu ettiği şeyler, onlarca
kusurludur ve sıkıntıdan, mihnetten ibarettir. Bundan dolayı, sen onları
bu halktan biriymiş gibi düşünme! Canlarını cananlarından ayrı zannetme!
Onlar gökten, yerden, kalemden, her şeyden geçmişlerdir. Onların rahatı
elemdedir.
5175 Âşıklara cehennemin en derin yerleri cennettir. Onların zevki de, şiddeti de
mihnettedir. O fırkanın yemeği açlıktır. Tazelikleri yangın ateşindendir. Onlar,
Cenab-ı Halil’e benzer. Ateş ve duman onlara gülistan ve bostandır. Onların
gülşen ve reyhanları ateştir, huri ve rıdvanları cehennemin kahrıdır.
Git, sen de bir Halil ol ki bela ateşi seni o ziyafete davet etsin.
5180 Enbiyaya bu bela ve mihnetler onun için gelir ki, bunlar onlara göre sıkıntı
değil, rahattır, belki padişahlıktır. Dağ mesabesinde olan vücutlarını bela kü-
lüngüyle kazmaları ona husumet değil, gizli defineleri çıkarmak isteğindendir.
Külüngü sert sert vurmaları içindeki kıymetli cevherleri çıkarmak, vücut
ağacını budamaları, meyvesini yemek içindir. Kazıyı, içinde maden bulunan
dağlarda yaparlar. Madensiz dağları kazdıkları nadiren vakidir. Belanın, enbiyaya
daha çok gelmesi, derunlarındaki cevher dolayısıyladır.
Bu zahmet ve musibetler, sinelerindeki cevherleri meydana çıkarmak için- 5185
dir. Her kimin genci (hazinesi) çoksa, renci (musibeti) de o nispette çoktur.
Her kim rahatta ise, bil ki içinde çer çöp doludur. Nefsin, çaldığı altını saklayan
bir hayırsıza benzer, onu tatlılıkla itiraf etmez. Şiddet ve işkence lazımdır
ki sakladığı altını çıkarsın. Şu halde nefsi yola getirebilmek için devamlı
bir mücahede (mütemadi bir işkence) lazımdır.
Bu cihat, onu dövmek ve sıkıştırmak demektir. Onunla daima böyle savaş! 5190
Taliplere böyle hoş gelen bela ve meşakkatler, dünya halkına göre acı ve çirkindir.
İbadet, onların arzularına uygun gelmez. Çünkü şeytan onların yollarını
bağlamıştır. İyi şeyler onlara istenmeyen ve kötü görünür. Çünkü aşkları
yoktur. İbadetin tatlı şekeri onlara zehir gelir, çünkü hastalara şeker acı
görünür.
Safra onları bu hale getirir, bal onların gözüne nahoş görünür. Safravilere 5195
göre şeker acı ve fenadır. Şekeri istemez, daima reddederler. Fakat safra ge-
çince, Hüsrev’in yanında Şirin’in dudakları nasıl tatlı idiyse, şeker de onlara
öyle tatlı gelir. Taat ve oruç, sana onun için nahoş görünür ki vücudunda
gizli hastalık vardır. Vücut hastalığının o kadar önemi yoktur. Çünkü vücut,
nasıl olsa ölecek ve yok olacaktır.
Ruh hastalığı vücut hastalığından daha önemlidir. Çünkü o ebedi, bu geçi- 5200
cidir.
(SAYFA 201) Sıkıntıların kaynağı olan fani varlık olunca, o nedene bağlı olan diğer
sıkıntılar da geçici olur. Fakat rahatsızlık ruhta olursa sıkıntılıdır. Her hekimin
ilacıyla geçmez. Ancak o hekim tedavi edebilir ki, hikmeti, öğretmensiz,
kitapsız, Hak’tan öğrenir. Ruhu hastalıktan o kurtarır. Eteğini tut! Elinden
bırakma ki,
O hastalık sende yerleşip kalmasın. Tâ ki daima zayıf ve hasta kalmayasın! 5205
Hastalık nedir ki? O hekim ölülere can verir, müzmin hastalıkları tedavi
eder. Onun elinden bunun gibi daha yüz binlerce iş gelir, bütün karışık işleri
halleder. Dünya ehli, gök ehli canlarının gıdasını ondan alırlar, onun sofrasından
beslenirler. Onun kim olduğunu anlayamazlarsa ne büyük zarar? O,
bütün yaraların merhemidir.
Sümbül, reyhan, gül, yasemin gibi bütün çimenlerin rengi, tazeliği bahar- 5210
dan değil midir? Halbuki, dallar, ağaçlar baharın bu lütuflarından haberdar
değildirler. Süt emen çocuklar da, kendilerini emziren, himaye edenden habersizdirler.
Fakat bu habersizlikten bahara veya bakıcıya ve hamiye bir keder
var mı? Onlar vazifelerini durmaksızın, düşünmeden yapmakta devam
ederler. O ağaçlar ki, bahardan yaprak, çiçek ve meyve alıyor, baharı bilmez
ve mahiyetini tayin edemezler.
Bu bilgisizlikten baharın düzeni bozulur mu? O, gene yoluna ve vazifesine 5215
devam eder. Kutub ki, bütün âlem halkının efendisi, herkes de onun kölesidir,
zengin olsun fakir olsun, herkes feyzi ondan alır. Eğer halk, onun cö-
224
Rebabnâme
mertliğin kaynağı olduğunu bilmezse, söyle bakayım, ona ne ziyan gelir?
Hiç, o, mertebesinden düşer, fakir olur mu? Padişahlığı, mülkü elinden gider
mi?
5220 Hamisini bilmeyen çocuk gibi, gene cümlesi de kulluklarında devam edip
giderler. Bilenler bilir ki ondan hayat alıyorlar. Bilmeyenler de bilmedikleri
halde kullukta devam ediyorlar. Kesin olarak bilinir ki, bütün eşya onun lütfuyla
yaşıyor. Gözünü aç, bunu açıktan gör! Bunu ben bundan evvel de şerh
ederdim ki, herkes kesin bilgiyle öğrensin. Fakat gayret beni söylemekten
men ediyor çünkü bu esrar incilerini açıktan açığa kimse delmemiştir.
5225 Öyleyse, kimsenin yapmadığını sen de yapma, derdi olmayana ilaç verme!
Hiddet üzerine gül dökmek layık değildir. Miske gübre karıştırılamaz. Katı
kalbi okşama! Git, hoş olmayanlarla oturup kalkma. Cinsi cinsi olmayanla
kimse bir araya getiremez. Şehirli padişah, bedevilerle nasıl oturabilir? Hak
Teala, melek, şeytan, insan, hayvan gibi her cinsi kendi cinsi tarafına sevk
eder.
5230 Cenab-ı Hakk’ın bir meleği vardır ki, cinsi kendi cinsi tarafına sevk etmekle
görevlidir. Bunu işit ve iyi anla! Sakın bu sünnetullahtan (adet-i ilahiyyeden)
yüz çevirme ki ilahi kanun budur. Onun aksine ne yapsan doğru olmaz.
Haydi! Hiç bir kapıyı çalma ki kapı onun kapısıdır.
(SAYFA 202) Yol odur, ondan başkası yolsuzluktur. Onun yerini tutacak bir şey lazımdır
ki yaptığın bina bir temel üzerine kurulmuş olsun ve hanen bir şeye
benzesin.
5235 Bir uygulama (âdet) ki Huda koymuştur, onu iyi tut! Onu, kullar gibi canıgö-
nülden kabul et! Çünkü onun doğru yol olduğu şüphesizdir. O yoldan başka
yolu tutanlar sapkınlıktadır. Bu sözün ucu bucağı yoktur, onu bırak da gene
o güzelin özelliklerini açıklamaya devam et! O güzel ki, Huda daima onun
tarafındadır. Âşıklar gibi, gece gündüz onu arar. İnsan cisminde bir ilahi sır
vardır ki Hakk’ın bakışları daima ona dönmüştür.
5240 Bu dünyayı o padişah için yarattı, hayır ve şerri onun için var etti. Tâ ki onu
su ve toprak (anasır) içinde can ve gönül gibi gizleye. Dünyada gizli, aşikar
ne varsa, hepsine hayat ondan dağılır. Onun cismi bir burç gibidir, güneş
Hak Teala Hazretleri’dir. Nurunu şeyh ve cemaat üzerine o burçtan yayar.
Onun kalbini nurların çıkış yeri, ruhunu sırların madeni kıldı.
5245 Hayat gibi ilim ve din de ondan erişir. Akıllara sağlam kanaati o verir. Böyle
kimseyi şeyh-i kamil bil ki, o, canları ırmak gibi akıtır. O müritler ki ona candan
taliptirler, iki âlemde de onun gibi galip olurlar. Çünkü şeyhleri hakkında
iyi düşünce sahibidirler, gözleri daima ona yönelmiştir. Etrafını sarıp dikkatle
ona bakarlar.
5250 Dünyada onun yüzünü kıble edinerek daima ona secde ederler. Böyle şeyhler
ve böyle müritler baki, ona itaat etmeyenler fanidirler. O gafil zümre şeyhin
reddettikleridir. Bundan dolayı nihayet varacakları yer sakardır. Bunlar,
(böyle müritlerle böyle şeyhler) her yerde, her devirde bulunurlar. Aklın varsa
bu yolda yürü! Tâ göresin inkar edenler de isteyenler de her zaman böyle
şeyhi ararlar.
Şimdi bil ki, kesin bilgi, şeyhtir. Müritleri de güzel düşüncelerdir. 5255
225
Sultan Veled
mertliğin kaynağı olduğunu bilmezse, söyle bakayım, ona ne ziyan gelir?
Hiç, o, mertebesinden düşer, fakir olur mu? Padişahlığı, mülkü elinden gider
mi?
5220 Hamisini bilmeyen çocuk gibi, gene cümlesi de kulluklarında devam edip
giderler. Bilenler bilir ki ondan hayat alıyorlar. Bilmeyenler de bilmedikleri
halde kullukta devam ediyorlar. Kesin olarak bilinir ki, bütün eşya onun lütfuyla
yaşıyor. Gözünü aç, bunu açıktan gör! Bunu ben bundan evvel de şerh
ederdim ki, herkes kesin bilgiyle öğrensin. Fakat gayret beni söylemekten
men ediyor çünkü bu esrar incilerini açıktan açığa kimse delmemiştir.
5225 Öyleyse, kimsenin yapmadığını sen de yapma, derdi olmayana ilaç verme!
Hiddet üzerine gül dökmek layık değildir. Miske gübre karıştırılamaz. Katı
kalbi okşama! Git, hoş olmayanlarla oturup kalkma. Cinsi cinsi olmayanla
kimse bir araya getiremez. Şehirli padişah, bedevilerle nasıl oturabilir? Hak
Teala, melek, şeytan, insan, hayvan gibi her cinsi kendi cinsi tarafına sevk
eder.
5230 Cenab-ı Hakk’ın bir meleği vardır ki, cinsi kendi cinsi tarafına sevk etmekle
görevlidir. Bunu işit ve iyi anla! Sakın bu sünnetullahtan (adet-i ilahiyyeden)
yüz çevirme ki ilahi kanun budur. Onun aksine ne yapsan doğru olmaz.
Haydi! Hiç bir kapıyı çalma ki kapı onun kapısıdır.
(SAYFA 202) Yol odur, ondan başkası yolsuzluktur. Onun yerini tutacak bir şey lazımdır
ki yaptığın bina bir temel üzerine kurulmuş olsun ve hanen bir şeye
benzesin.
5235 Bir uygulama (âdet) ki Huda koymuştur, onu iyi tut! Onu, kullar gibi canıgö-
nülden kabul et! Çünkü onun doğru yol olduğu şüphesizdir. O yoldan başka
yolu tutanlar sapkınlıktadır. Bu sözün ucu bucağı yoktur, onu bırak da gene
o güzelin özelliklerini açıklamaya devam et! O güzel ki, Huda daima onun
tarafındadır. Âşıklar gibi, gece gündüz onu arar. İnsan cisminde bir ilahi sır
vardır ki Hakk’ın bakışları daima ona dönmüştür.
5240 Bu dünyayı o padişah için yarattı, hayır ve şerri onun için var etti. Tâ ki onu
su ve toprak (anasır) içinde can ve gönül gibi gizleye. Dünyada gizli, aşikar
ne varsa, hepsine hayat ondan dağılır. Onun cismi bir burç gibidir, güneş
Hak Teala Hazretleri’dir. Nurunu şeyh ve cemaat üzerine o burçtan yayar.
Onun kalbini nurların çıkış yeri, ruhunu sırların madeni kıldı.
5245 Hayat gibi ilim ve din de ondan erişir. Akıllara sağlam kanaati o verir. Böyle
kimseyi şeyh-i kamil bil ki, o, canları ırmak gibi akıtır. O müritler ki ona candan
taliptirler, iki âlemde de onun gibi galip olurlar. Çünkü şeyhleri hakkında
iyi düşünce sahibidirler, gözleri daima ona yönelmiştir. Etrafını sarıp dikkatle
ona bakarlar.
5250 Dünyada onun yüzünü kıble edinerek daima ona secde ederler. Böyle şeyhler
ve böyle müritler baki, ona itaat etmeyenler fanidirler. O gafil zümre şeyhin
reddettikleridir. Bundan dolayı nihayet varacakları yer sakardır. Bunlar,
(böyle müritlerle böyle şeyhler) her yerde, her devirde bulunurlar. Aklın varsa
bu yolda yürü! Tâ göresin inkar edenler de isteyenler de her zaman böyle
şeyhi ararlar.
Şimdi bil ki, kesin bilgi, şeyhtir. Müritleri de güzel düşüncelerdir. 5255
226
Rebabnâme
MAKALE 72
Bu makale şunu beyan edecektir:
Kesin bilgi (yakin), şeyh-i kamildir, hüsnüzanlar da (iyi düşünceler) derece
derece onun müritleridir: Zan, kuvvetli zan, daha daha kuvvetli zan, hangi
zan daha fazla daha farklı ise, o, yakine (şeyhe) daha yakındır, hüsnüzanlar
müritlerdir. Yakinden süt emerek beslenir, kutlanır, ona yaklaşırlar.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), sonra gelecek günlerdir. Fakat
suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
İnkarcının yanlış zanları, şeyhin reddettikleridir. Onların inkarları kendince
artar. (Fî kulûbihim maradun)76 Eğer münkirler tövbe eder, ikrar verirlerse
şeyh onların inkarlarını kabule dönüştürür. (ulâike yubeddilullâhu)77 Böyle
münkir olup da tövbe eden kimse ileride şeyhlik ederse müritlerini Hakk’a
tez kavuşturur. Çünkü, hayırsızlıktan tövbe etmiş bir kimse eğer şeyh olursa
hayırsızları (SAYFA 203) iyi tanır ve çabuk elde eder. Zira kendi de o mektepten
pişmiştir, hilelerini öğrenmiştir. Fakat hayırsızlıktan pişmemiş bir şeyh bunu
yapamaz. Müritlerin, şeyhleri hakkındaki zanları derece derecedir. Kimininki
fazla kimininki noksandır. Bu rütbe ve derecelerin sonu yoktur. Her biri,
yakine kademe kademe yakın bulunurlar. Yakinden, fazla nur almış olan
zan, yakine daha fazla yaklaşmış demektir.
5260 Müridin hüsnüzanı, katre de olsa o büyük deryaya iltihak eder (yakin deryasına).
Kendi, yakin içinde mahvolunca, artık onun zannı da yakin olur. Bundan
sonra o mürit, mürit değil, aynı şeyh olmuştur (inkardan kurtulmuş-
tur). Çünkü o yakin, suretten kurtulmuş, din yolunda mürşit olmuştur. Bü-
tün zanlar onunla ayakta kalıp sürekli gelişmektedirler.
5265 Bundan dolayı, onlar (yakinle zanlar, şeyhle müritler) birbirine yâr ve yardımcı
olarak her dertte bir arada ve var olurlar. Hakikatte ise müritler, bizzat
zanların kendileridir. Yakine kavuşmak üzere kendiliklerinden yola çıkmışlardır.
Nihayet, hepsi de yakin oldular, din zevkiyle küfürden (inkardan)
geçtiler. Fakat o yanlış zanlar (inkar), küfür, şirk ve şek tarafına bağ-
lı kaldılar.
O zümre, yakinin (şeyhin) kovduklarıdır. İnkarları bundan dolayı her dem
artar.
5270 Münkirlerin seyri inkar yolunda olduğu için, inkarları her an fazlalaşmaktadır.
İnkar felaketi onlarda daima yüz binlerce gam doğurur. Cenab-ı Hak
“Onların yüreklerinde hastalık var.” buyuruyor ki o maraz, azap ve ısdıraplarını
artırır. Sonra o müritte olan ve kibir yüzünden bu saadeti inkar eden
zan, tövbeye gelir, yüzünü hayra çevirirse, şüphesiz, yakin yolunda seyre
başlar.
76 Bakara suresi 2/10 Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını
artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
77 Furkan suresi 25/70 Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
O hastalık sıhhate dönüşür, o talip, korkudan emin olur. Bu suretle mura- 5275
dına erer, kadim dostları (ruh aşinaları) tarafına çabuk vasıl olur. Belki iyilikte
onları da geçer, tarafsızlık tarafına ayak basar. Mesela, bir hırsız hakim
olsa (hırsızları takiple ve muhakemeyle görevli olsa) her hakimden iyi iş gö-
rür. Çünkü onların halini iyi bilir, çünkü o mektepten yetişmiş, o ilimde üstat
olmuştur.
Ama ömründe hırsızlık etmemiş olan hakimden bu kadar isabet ve kararlı- 5280
lık beklenemez. O, kötüler ve eşkıyalarla oturup kalkmamıştır, eğrilmeksizin
din yolunda dosdoğru yürümüştür. Salih, emin, iffetli, ibadet ve taati herkesten
fazla, saf kalpli, hile, aldatma bilmez, en iyi hallerle donanmış, halkın
malına el uzatmaz. Böyle olan hakim ne kadar adil olursa olsun hayırsızların
hilelerine vakıf olamaz.
Ama o hakim ki, evvel hayırsızlıkta bulunmuştur, hayırsızlar onun kahır tu- 5285
zağına çabucak düşer.
(SAYFA 204) Hayırsızların tuttuğu hile yollarını inceden inceye bilir. Onların hileleri
ona nasıl gizli kalabilir? Fasık adamı da böyle bil ki, tövbe ederek Hakk’ın
dergahına yüz çevirince, tövbesi Hak katında kabul görür, yükselme noktasında
bir çoklarından fazla zaferlere ulaşır. İrşat mevkisine geçince de müritlerini
daha iyi ve daha kolay irşat eder, müritler ondan daha çok nasip alır.
Çünkü, o, müritlerinin iyi kötü hallerini, eğilimlerini bilir, ona göre işe baş- 5290
lar. Salihle fasıkı ayırt eder, her ikisi de ondan muhakkak faydalanır. Çünkü
hepsinin dilinden anlar, her birinin ihtiyacını takdir ve iyi bir surette tatmin
eder. Böyle bir şeyh, müritlerini tez yola getirir, gönüllerinden dünya muhabbetini
çabuk siler. Nefsin tuttuğu hile yollarını bilir ve gösterir. Tâ ki gayret
kılıcıyla onu boğazlasınlar.
Onların dünya isteğinden el çekmeleri işini kolaylaştırır. Etkili tavsiyeleriyle 5295
yemek, uyumak gibi dünyevi rahatları terk ederek ona candan bağlanırlar.
Gece gündüz taatte bulunurlar, ibadet tarafına olan rağbetleri anbean fazlalaşır.
Onları az zamanda ve kolay bir surette Hakk’a kavuşturur, cahil olanlarına
ilim bahşeder. Hazret-i İsa gibi, körleri görür eder, ölüleri diriltir.
Halkın kendini beğenmişliğini giderir. Onları alçak âlemden, yüce âleme 5300
doğru uçurur. Melekler gibi feleklerde gezinirler. İstedikleri daima ve ancak
Hakk’a kavuşmak olur. Onun iksiriyle, küfürler iman, kötüler iyi olur. Akıllılara
göre imkansız görünen şeyler, taliplerine kolayca ve talebe gerek kalmadan
ulaşır.
227
Sultan Veled
MAKALE 72
Bu makale şunu beyan edecektir:
Kesin bilgi (yakin), şeyh-i kamildir, hüsnüzanlar da (iyi düşünceler) derece
derece onun müritleridir: Zan, kuvvetli zan, daha daha kuvvetli zan, hangi
zan daha fazla daha farklı ise, o, yakine (şeyhe) daha yakındır, hüsnüzanlar
müritlerdir. Yakinden süt emerek beslenir, kutlanır, ona yaklaşırlar.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), sonra gelecek günlerdir. Fakat
suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
İnkarcının yanlış zanları, şeyhin reddettikleridir. Onların inkarları kendince
artar. (Fî kulûbihim maradun)76 Eğer münkirler tövbe eder, ikrar verirlerse
şeyh onların inkarlarını kabule dönüştürür. (ulâike yubeddilullâhu)77 Böyle
münkir olup da tövbe eden kimse ileride şeyhlik ederse müritlerini Hakk’a
tez kavuşturur. Çünkü, hayırsızlıktan tövbe etmiş bir kimse eğer şeyh olursa
hayırsızları (SAYFA 203) iyi tanır ve çabuk elde eder. Zira kendi de o mektepten
pişmiştir, hilelerini öğrenmiştir. Fakat hayırsızlıktan pişmemiş bir şeyh bunu
yapamaz. Müritlerin, şeyhleri hakkındaki zanları derece derecedir. Kimininki
fazla kimininki noksandır. Bu rütbe ve derecelerin sonu yoktur. Her biri,
yakine kademe kademe yakın bulunurlar. Yakinden, fazla nur almış olan
zan, yakine daha fazla yaklaşmış demektir.
5260 Müridin hüsnüzanı, katre de olsa o büyük deryaya iltihak eder (yakin deryasına).
Kendi, yakin içinde mahvolunca, artık onun zannı da yakin olur. Bundan
sonra o mürit, mürit değil, aynı şeyh olmuştur (inkardan kurtulmuş-
tur). Çünkü o yakin, suretten kurtulmuş, din yolunda mürşit olmuştur. Bü-
tün zanlar onunla ayakta kalıp sürekli gelişmektedirler.
5265 Bundan dolayı, onlar (yakinle zanlar, şeyhle müritler) birbirine yâr ve yardımcı
olarak her dertte bir arada ve var olurlar. Hakikatte ise müritler, bizzat
zanların kendileridir. Yakine kavuşmak üzere kendiliklerinden yola çıkmışlardır.
Nihayet, hepsi de yakin oldular, din zevkiyle küfürden (inkardan)
geçtiler. Fakat o yanlış zanlar (inkar), küfür, şirk ve şek tarafına bağ-
lı kaldılar.
O zümre, yakinin (şeyhin) kovduklarıdır. İnkarları bundan dolayı her dem
artar.
5270 Münkirlerin seyri inkar yolunda olduğu için, inkarları her an fazlalaşmaktadır.
İnkar felaketi onlarda daima yüz binlerce gam doğurur. Cenab-ı Hak
“Onların yüreklerinde hastalık var.” buyuruyor ki o maraz, azap ve ısdıraplarını
artırır. Sonra o müritte olan ve kibir yüzünden bu saadeti inkar eden
zan, tövbeye gelir, yüzünü hayra çevirirse, şüphesiz, yakin yolunda seyre
başlar.
76 Bakara suresi 2/10 Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını
artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
77 Furkan suresi 25/70 Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
O hastalık sıhhate dönüşür, o talip, korkudan emin olur. Bu suretle mura- 5275
dına erer, kadim dostları (ruh aşinaları) tarafına çabuk vasıl olur. Belki iyilikte
onları da geçer, tarafsızlık tarafına ayak basar. Mesela, bir hırsız hakim
olsa (hırsızları takiple ve muhakemeyle görevli olsa) her hakimden iyi iş gö-
rür. Çünkü onların halini iyi bilir, çünkü o mektepten yetişmiş, o ilimde üstat
olmuştur.
Ama ömründe hırsızlık etmemiş olan hakimden bu kadar isabet ve kararlı- 5280
lık beklenemez. O, kötüler ve eşkıyalarla oturup kalkmamıştır, eğrilmeksizin
din yolunda dosdoğru yürümüştür. Salih, emin, iffetli, ibadet ve taati herkesten
fazla, saf kalpli, hile, aldatma bilmez, en iyi hallerle donanmış, halkın
malına el uzatmaz. Böyle olan hakim ne kadar adil olursa olsun hayırsızların
hilelerine vakıf olamaz.
Ama o hakim ki, evvel hayırsızlıkta bulunmuştur, hayırsızlar onun kahır tu- 5285
zağına çabucak düşer.
(SAYFA 204) Hayırsızların tuttuğu hile yollarını inceden inceye bilir. Onların hileleri
ona nasıl gizli kalabilir? Fasık adamı da böyle bil ki, tövbe ederek Hakk’ın
dergahına yüz çevirince, tövbesi Hak katında kabul görür, yükselme noktasında
bir çoklarından fazla zaferlere ulaşır. İrşat mevkisine geçince de müritlerini
daha iyi ve daha kolay irşat eder, müritler ondan daha çok nasip alır.
Çünkü, o, müritlerinin iyi kötü hallerini, eğilimlerini bilir, ona göre işe baş- 5290
lar. Salihle fasıkı ayırt eder, her ikisi de ondan muhakkak faydalanır. Çünkü
hepsinin dilinden anlar, her birinin ihtiyacını takdir ve iyi bir surette tatmin
eder. Böyle bir şeyh, müritlerini tez yola getirir, gönüllerinden dünya muhabbetini
çabuk siler. Nefsin tuttuğu hile yollarını bilir ve gösterir. Tâ ki gayret
kılıcıyla onu boğazlasınlar.
Onların dünya isteğinden el çekmeleri işini kolaylaştırır. Etkili tavsiyeleriyle 5295
yemek, uyumak gibi dünyevi rahatları terk ederek ona candan bağlanırlar.
Gece gündüz taatte bulunurlar, ibadet tarafına olan rağbetleri anbean fazlalaşır.
Onları az zamanda ve kolay bir surette Hakk’a kavuşturur, cahil olanlarına
ilim bahşeder. Hazret-i İsa gibi, körleri görür eder, ölüleri diriltir.
Halkın kendini beğenmişliğini giderir. Onları alçak âlemden, yüce âleme 5300
doğru uçurur. Melekler gibi feleklerde gezinirler. İstedikleri daima ve ancak
Hakk’a kavuşmak olur. Onun iksiriyle, küfürler iman, kötüler iyi olur. Akıllılara
göre imkansız görünen şeyler, taliplerine kolayca ve talebe gerek kalmadan
ulaşır.
228
Rebabnâme
MAKALE 73
Bu makale şunu beyan edecektir:
Aklen mümkün olmayanları inkar ederler, imkansızlığına emindirler. Çünkü
kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir. İnsanlık kudreti o zayıfa
layıktır ki, “ve hulikal insânu daîfâ”78(İnsan zayıf yaratılmıştır) ama o kimseler
ki varlıklarını harap etmişler, beşeriyetten ve tabiatlarından soyutlanıp
Allah’ta yok olmuşlardır. “Mutu kable en temutu” emriyle ölmeden evvel ölmüşlerdir,
öldükten sonra Hakk’a alet olmuşlardır. Hak Teala kudretini onların
suretinden gösterir. Muhammet Aleyhisselam’ın ayı ikiye bölmesi, İsa
Aleyhisselam’ın ölüyü diriltmesi, Musa Aleyhisselam’ın asayı ejderha etmesi
gibi bütün enbiya ve evliya imkansızlardan bahsederler. Mümkün olanlar
da “ve hüve ala külli şey’in kadir” (O her şeye kâdirdir). Eğer akıl imkansızı
inkar ederse, her hali, her sırrı inkar ediyor demektir.
5305 Muhakkak der ki: “Merd-i Hak bu imkansızlıkların madenidir. O şahın yanında
mümkün olan şeyler leştir. Onun dilinden olağanüstülükten başka şey
sudur etmez. Çünkü arzusu daima o tarafadır.” O bunlarla iftihar eder.Yerden,
göğe uçar.
(SAYFA 205) Dağlara su akıtır (aşağıdan yukarı), ölülere ruh gibi hayat bahşeder.
Yokluktan sonra yeni yeni cihanlar vücuda getirir ki bu köhne dünya onların
yanında değersiz görünür.
5310 Nefesinden çıkan nurun yanında ayın, güneşin ziyaları çok sönük, adeta karanlık
kalır. Derdin kendisi onun emriyle deva olur, tortu onun hükmüyle
saf ve berrak olur. Ondan, bunlar ve bunun gibi harikalar meydana gelir.
Bunlardan başkası ona göre alelade şeylerdir. O madenden şaşılacak şeylerden
başkası ortaya çıkmaz. Çünkü içinde bunlardan başkası yoktur. O,
Hakk’ın aletidir. Bu acayip harikaları sana onun nakşından gösteriyor.
5315 Cenab-ı Mustafa Aleyhisselam, İsra gecesinde mübarek vücuduyla göklere
çıkmadı mı? Emriyle ay iki parça olmadı mı?
O mucize karşısında Ebu Cehil’in taş kalbi demir kesilmedi mi? O şakiye
mucize tesir etmedi. İlahi kelimelerden habersizdi (Saadetten nasibi yoktu).
Cenab-ı İsa Aleyhisselam’ın temiz nefesiyle ölüler dirilmedi mi? O nefesten
körler gözlenmedi, dilsizler dillenmedi mi?
5320 Hastalar, kötürümler ondan sağlık bularak kalkıp yürümediler mi? Düşmanları
kahretmek için Musa Aleyhisselam’ın elinde asa ejderha olmadı mı? O
asayı denize vurmasıyla denizden tozlar kalkmadı mı? Denizde yollar açarak
kavmini beladan (düşman takibinden) kurtarmadı mı? Ümmetin cümlesi
de Allah’ın emriyle o yollardan geçerek selamete ermediler mi?
5325 Salih Aleyhisselam dağdan (kayadan) deve çıkarmadı mı? Hûd Aleyhisselam
kavmini kasırga ile berbat etmedi mi? Nuh Aleyhisselam tandırdan su-
78 Nisa suresi 4/28 Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
lar fışkırtarak sahraları su altında bırakarak kavmini gark etmedi mi? Her
peygambere bunun gibi mucizeler verilmiş, her biri ondan belli paylar almış-
tır. O mucizeleri görenlerden iyilerin iyiliği arttı, fenaların kibirleri fazlalaştı.
Vahy-i ilahinin ruhlara tesiri, baharın zemine tesiri gibidir, kimi gül gibi renk
ve koku elde eder, kimi de diken gibi zehirli ve yırtıcı olur.
Kimi ağaç gibi çiçekler açar lezzetli meyveler verir, kimi de fena otlar gibi ze- 5330
hir saçar, fena koku yayar. Kimi lütuf kimi bir kahır yansımasıdır. Kimi samimi
ve makbul ve latif kimi dinsiz ve kovulmuş ve cimridir. Fena kişiye isabet
eden şeyler, iyi de olsa fenalaşır. Nitekim hasta olan kimse, kebap yese
dokunur, derdi artar. Aynı yemek sıhhatte olanların sıhhatini artırır.
Onun kuvvetini alır, buna kuvvet verir, buna deva, ona dert olur. Adem’den 5335
(a.s.) bu ana kadar hal böyledir: Yüksek, alçak herkes peygamberlerden kaabiliyetine
göre hisse almıştır. Her peygamber bu türden yüzlerce mucize gösterdi,
saadetli olanların imanı kuvvetlendi. Ezelden kovulan münkirlerin de
inkarlarını artırdı.
(SAYFA 206) Münkir olanlara ne mucize tesir etti, ne de vahiy. Çünkü onlar ezeli
kahırla kahredilmişlerdi.
Aklın varsa bunu idrak et! Tâ ki Rahman, seni şeytandan kurtarsın. Bu sözü 5340
canıgönülden kabul et, tâ ki merdan-ı Huda gibi sen de benzersiz olasın!
229
Sultan Veled
MAKALE 73
Bu makale şunu beyan edecektir:
Aklen mümkün olmayanları inkar ederler, imkansızlığına emindirler. Çünkü
kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir. İnsanlık kudreti o zayıfa
layıktır ki, “ve hulikal insânu daîfâ”78(İnsan zayıf yaratılmıştır) ama o kimseler
ki varlıklarını harap etmişler, beşeriyetten ve tabiatlarından soyutlanıp
Allah’ta yok olmuşlardır. “Mutu kable en temutu” emriyle ölmeden evvel ölmüşlerdir,
öldükten sonra Hakk’a alet olmuşlardır. Hak Teala kudretini onların
suretinden gösterir. Muhammet Aleyhisselam’ın ayı ikiye bölmesi, İsa
Aleyhisselam’ın ölüyü diriltmesi, Musa Aleyhisselam’ın asayı ejderha etmesi
gibi bütün enbiya ve evliya imkansızlardan bahsederler. Mümkün olanlar
da “ve hüve ala külli şey’in kadir” (O her şeye kâdirdir). Eğer akıl imkansızı
inkar ederse, her hali, her sırrı inkar ediyor demektir.
5305 Muhakkak der ki: “Merd-i Hak bu imkansızlıkların madenidir. O şahın yanında
mümkün olan şeyler leştir. Onun dilinden olağanüstülükten başka şey
sudur etmez. Çünkü arzusu daima o tarafadır.” O bunlarla iftihar eder.Yerden,
göğe uçar.
(SAYFA 205) Dağlara su akıtır (aşağıdan yukarı), ölülere ruh gibi hayat bahşeder.
Yokluktan sonra yeni yeni cihanlar vücuda getirir ki bu köhne dünya onların
yanında değersiz görünür.
5310 Nefesinden çıkan nurun yanında ayın, güneşin ziyaları çok sönük, adeta karanlık
kalır. Derdin kendisi onun emriyle deva olur, tortu onun hükmüyle
saf ve berrak olur. Ondan, bunlar ve bunun gibi harikalar meydana gelir.
Bunlardan başkası ona göre alelade şeylerdir. O madenden şaşılacak şeylerden
başkası ortaya çıkmaz. Çünkü içinde bunlardan başkası yoktur. O,
Hakk’ın aletidir. Bu acayip harikaları sana onun nakşından gösteriyor.
5315 Cenab-ı Mustafa Aleyhisselam, İsra gecesinde mübarek vücuduyla göklere
çıkmadı mı? Emriyle ay iki parça olmadı mı?
O mucize karşısında Ebu Cehil’in taş kalbi demir kesilmedi mi? O şakiye
mucize tesir etmedi. İlahi kelimelerden habersizdi (Saadetten nasibi yoktu).
Cenab-ı İsa Aleyhisselam’ın temiz nefesiyle ölüler dirilmedi mi? O nefesten
körler gözlenmedi, dilsizler dillenmedi mi?
5320 Hastalar, kötürümler ondan sağlık bularak kalkıp yürümediler mi? Düşmanları
kahretmek için Musa Aleyhisselam’ın elinde asa ejderha olmadı mı? O
asayı denize vurmasıyla denizden tozlar kalkmadı mı? Denizde yollar açarak
kavmini beladan (düşman takibinden) kurtarmadı mı? Ümmetin cümlesi
de Allah’ın emriyle o yollardan geçerek selamete ermediler mi?
5325 Salih Aleyhisselam dağdan (kayadan) deve çıkarmadı mı? Hûd Aleyhisselam
kavmini kasırga ile berbat etmedi mi? Nuh Aleyhisselam tandırdan su-
78 Nisa suresi 4/28 Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
lar fışkırtarak sahraları su altında bırakarak kavmini gark etmedi mi? Her
peygambere bunun gibi mucizeler verilmiş, her biri ondan belli paylar almış-
tır. O mucizeleri görenlerden iyilerin iyiliği arttı, fenaların kibirleri fazlalaştı.
Vahy-i ilahinin ruhlara tesiri, baharın zemine tesiri gibidir, kimi gül gibi renk
ve koku elde eder, kimi de diken gibi zehirli ve yırtıcı olur.
Kimi ağaç gibi çiçekler açar lezzetli meyveler verir, kimi de fena otlar gibi ze- 5330
hir saçar, fena koku yayar. Kimi lütuf kimi bir kahır yansımasıdır. Kimi samimi
ve makbul ve latif kimi dinsiz ve kovulmuş ve cimridir. Fena kişiye isabet
eden şeyler, iyi de olsa fenalaşır. Nitekim hasta olan kimse, kebap yese
dokunur, derdi artar. Aynı yemek sıhhatte olanların sıhhatini artırır.
Onun kuvvetini alır, buna kuvvet verir, buna deva, ona dert olur. Adem’den 5335
(a.s.) bu ana kadar hal böyledir: Yüksek, alçak herkes peygamberlerden kaabiliyetine
göre hisse almıştır. Her peygamber bu türden yüzlerce mucize gösterdi,
saadetli olanların imanı kuvvetlendi. Ezelden kovulan münkirlerin de
inkarlarını artırdı.
(SAYFA 206) Münkir olanlara ne mucize tesir etti, ne de vahiy. Çünkü onlar ezeli
kahırla kahredilmişlerdi.
Aklın varsa bunu idrak et! Tâ ki Rahman, seni şeytandan kurtarsın. Bu sözü 5340
canıgönülden kabul et, tâ ki merdan-ı Huda gibi sen de benzersiz olasın!
230
Rebabnâme
MAKALE 74
Bu makale şunu beyan edecektir:
Kalem katibin, kılıç gazinin, keser dülgerin elinde alet olduğu gibi, insanlar
da Hakk’ın elinde alettir. Aletten meydana gelen her hareket, onları kullananlardan
kaynaklanır. Çünkü alet, irade ve tercih sahibi değildir, kendi
kendine hareket edemez.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikatte o iş, aleti kullanan
şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir. Bundan dolayı, enbiya ve evliya da
Hakk’ın aletleridir ve onlarda yetki sahibi olan Hak Teala’dır. Bundan dolayı
onlardan ortaya çıkan hal ve hareketleri Hak’tan bilmeli ve cemalullahı
onlarda seyretmelidir. Çünkü “men erâde en yeclise meallâh felyeclis ma’a
ehli’t-tasavvuf” yani “Allah ile sohbet etmek isteyen kimse tasavvuf erbabıyla
sohbet etsin” denilmiştir. İnsan vücudu, su küpü gibidir. Fakat enbiya ve
evliyanın vücut küplerinden deryaya yol vardır. O küpte ne varsa o deryadandır.
Fakat halk böyle değildir. Onların ceset küplerinin deryaya bağlantısı
yoktur. Onlar (halk) surete aldanarak evliyayı da kendileri gibi sanırlar.
Bilmezler ki o küp suretinde görünenler birer deryadır.
Bu makale şu ayet-i celileyi de tefsir edecektir: “ve mâ remeyte iz remeyte
ve lâkinnallâhe remâ”79: “Attığın mermileri kendin atıyorum sanma! Onları
atan Allah’tır” Cenab-ı Mustafa Aleyhisselam, ayın bölünmesi mucizesini
halka beşer suretinden gösterdi. Bilsinler ki: “Bu nakış, bu suret Hakk’ın
iradesine tabi aletten başka değildir. Alet kullanıcısına itiraz edemez. Muhalefet
imkanı yoktur, aleti tutan ve bırakan faildir.”
5345 Cenab-ı Hak “vallâhu yakbidu ve yebsut”80 buyurmuştur ki, böyle mühim
bir meselenin halledildiği malum olsun. Bilesin ki ezelden ebede kadar yapıp
eden ancak odur, her ne kadar sana yaptığı işleri aletten gösteriyorsa da.
Dünyada her şahıs bir su küpü gibidir. Fakat her küp ummana yol bulup varamaz.
Ancak şeyhin vücut küpü ki Hak’tan hayat kazanmıştır, onun deryasına
daimi bağlantısı vardır. Onun küpünün denizden tarafa açılmış kapısı
vardır. O kapıdan daima deryaya başvurur.
5350 Zahirde görünen şeyhin küpü (cismi) dür. Hakikatte ise onun (Hakk’ın) saf
deryasıdır. Onu küp zanneden ahmaktır ve muhakkak ki, o dergahın da kovulmuş
kişisidir. Gözünü aç, o küpü derya bil, tâ ki onun dalgalarından inciler
elde edesin.
(SAYFA 207) Bundan dolayıdır ki Hak Teala Hazretleri, Habib-i ekrem’ine “ve ma
rameyet iz remeyte...” buyurmuştur. Akıllı olan, senin mübarek yüzünde
benden (Hak’tan) başkasını görmez, sen her ne dersen, onu benden bilir ve
benden işitir.
79 Enfal suresi 8/17 (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın,
fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
80 Bakara suresi 2/245 Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin.
(Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
Dünyada bütün zengin ve yoksul benim yüzümü sende, senin vasıtanla gö- 5355
rürler. Bil ki, senden sonra da gelen evliyadan seyrederler. O şahlar, senin
neslindir, cümlesi evladın ve hayatının neticesidir. Onlar senin dinin ve şeriatinden
doğmuşlardır. Sen dolunay gibi asılsın, onlar senin yansımalarındır.
Kazın yavruları deryada korkusuz yüzerler.
Evliyaullahın sineleri derya kadar geniş, yemleri, gıdaları Hak kelamıdır. 5360
Senden zuhur eden her şey ondan zuhur eder görünür, çünkü onun duydu-
ğu, söylediği hep sendendir. Onun görmesi, şüphesiz, senin görmendir, o ne
söylerse, muhakkak ki senin sözündür. O, gösterdikleri şeyi senden almıştır,
tattırdıklarını senden tatmıştır. Bundan dolayı, onu seven, seni sevmiş olur,
onu reddeden de senin reddettiğindir.
Eğer şeker ağzında acı görünürse, sakın şekere kusur bulma! Kendine kusur 5365
bul! Çünkü safralısın. Sende temyiz kabiliyeti yoktur ki! Kuruntulusun. Sana
hangi şekeri getirseler fena olur, damağına acı gelir, reddedersin! Mademki,
şekerden hoşlanmıyorsun, haydi iki yüzlülüğü bırak da şekerin adını anma!
Yalandan, şekeri severdim deme! Çünkü canın ondan zevk almıyor.
Sözün davranışına uysun da hiç olmazsa yalan söyleme! Biz de bilelim ki sö- 5370
zün doğrudur. O kimse ki enbiyayı candan sever, şüphesiz, evliyayı da öyle
sever. Hepsi bir nurdan (Nur-ı Huda’dan) olduklarına göre, onları ayrı gö-
ren kafirdir. İki yüz ekmeği ayrı ayrı saysan da, yediğin zaman hepsinin tadının
bir olduğunu görürsün. Eğer sen de cinler gibi ekmeğin tadını bilmiyorsan,
her biri için ayrı bir zanda bulunur,
her ekmeğe onun gibi ayrı bir isim verebilirsin, çünkü ekmeği bilmiyorsun! 5375
Sende doğru görür göz olmadığından, sana bir, yüz tane görünüyor. İşin esasına
vakıf olmayana göre her ne desen saçma gelir. O kimse ki bire, dört veya
ikidir der, aklı olan onunla alay eder. Her kim ki evliyayı enbiyadan ayrı gö-
rür o, ya cahildir ya divane veyahut çocuktur.
Büyüklerden biri bir şaşıya “Gel! İçeride bardak var. Al, getir!” dedi. Adam- 5380
cağız odaya koştu, şaşılık yüzünden bir bardağı iki gördü. Odadan dışarı
çıktı, geldi. Dedi ki: “Hangi bardağı getireyim?” Dedi ki: “Orada bir bardak
var, iki değil. Odaya gir de bak!
(SAYFA 208) Göreceksin ki bardak birdir. İyi bak da şüphen kalmasın!”
Dedi: “Sen bir diyorsun ama, bardak ikidir. Hangisini getireceğimi bilmiyo- 5385
rum.” Tekrar dedi ki: “Bardak iki değil, birdir. İyi bak! Şaşılığı bırak!” Her
defasında böyle dedi: “Bu hayaldir, bu fikirden vazgeç!” Fakat mümkün de-
ğil, fikrini kabul ettiremedi. Nihayet dedi ki: “Haydi, git! O bardaklardan birini
kır da ötekini getir!” Bardağı kırınca da bulamadı, çünkü ikisi birden kı-
rıldı, çünkü bardak esasen birdi.
Gözü şaşı olduğundan biri iki görüyordu. Birini kırınca iksinden de eli boşa 5390
çıktı. İşte bunun gibi, evliyaullahtan birini gücendirirsen, hepsini gücendirir-
231
Sultan Veled
MAKALE 74
Bu makale şunu beyan edecektir:
Kalem katibin, kılıç gazinin, keser dülgerin elinde alet olduğu gibi, insanlar
da Hakk’ın elinde alettir. Aletten meydana gelen her hareket, onları kullananlardan
kaynaklanır. Çünkü alet, irade ve tercih sahibi değildir, kendi
kendine hareket edemez.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikatte o iş, aleti kullanan
şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir. Bundan dolayı, enbiya ve evliya da
Hakk’ın aletleridir ve onlarda yetki sahibi olan Hak Teala’dır. Bundan dolayı
onlardan ortaya çıkan hal ve hareketleri Hak’tan bilmeli ve cemalullahı
onlarda seyretmelidir. Çünkü “men erâde en yeclise meallâh felyeclis ma’a
ehli’t-tasavvuf” yani “Allah ile sohbet etmek isteyen kimse tasavvuf erbabıyla
sohbet etsin” denilmiştir. İnsan vücudu, su küpü gibidir. Fakat enbiya ve
evliyanın vücut küplerinden deryaya yol vardır. O küpte ne varsa o deryadandır.
Fakat halk böyle değildir. Onların ceset küplerinin deryaya bağlantısı
yoktur. Onlar (halk) surete aldanarak evliyayı da kendileri gibi sanırlar.
Bilmezler ki o küp suretinde görünenler birer deryadır.
Bu makale şu ayet-i celileyi de tefsir edecektir: “ve mâ remeyte iz remeyte
ve lâkinnallâhe remâ”79: “Attığın mermileri kendin atıyorum sanma! Onları
atan Allah’tır” Cenab-ı Mustafa Aleyhisselam, ayın bölünmesi mucizesini
halka beşer suretinden gösterdi. Bilsinler ki: “Bu nakış, bu suret Hakk’ın
iradesine tabi aletten başka değildir. Alet kullanıcısına itiraz edemez. Muhalefet
imkanı yoktur, aleti tutan ve bırakan faildir.”
5345 Cenab-ı Hak “vallâhu yakbidu ve yebsut”80 buyurmuştur ki, böyle mühim
bir meselenin halledildiği malum olsun. Bilesin ki ezelden ebede kadar yapıp
eden ancak odur, her ne kadar sana yaptığı işleri aletten gösteriyorsa da.
Dünyada her şahıs bir su küpü gibidir. Fakat her küp ummana yol bulup varamaz.
Ancak şeyhin vücut küpü ki Hak’tan hayat kazanmıştır, onun deryasına
daimi bağlantısı vardır. Onun küpünün denizden tarafa açılmış kapısı
vardır. O kapıdan daima deryaya başvurur.
5350 Zahirde görünen şeyhin küpü (cismi) dür. Hakikatte ise onun (Hakk’ın) saf
deryasıdır. Onu küp zanneden ahmaktır ve muhakkak ki, o dergahın da kovulmuş
kişisidir. Gözünü aç, o küpü derya bil, tâ ki onun dalgalarından inciler
elde edesin.
(SAYFA 207) Bundan dolayıdır ki Hak Teala Hazretleri, Habib-i ekrem’ine “ve ma
rameyet iz remeyte...” buyurmuştur. Akıllı olan, senin mübarek yüzünde
benden (Hak’tan) başkasını görmez, sen her ne dersen, onu benden bilir ve
benden işitir.
79 Enfal suresi 8/17 (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın,
fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
80 Bakara suresi 2/245 Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin.
(Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
Dünyada bütün zengin ve yoksul benim yüzümü sende, senin vasıtanla gö- 5355
rürler. Bil ki, senden sonra da gelen evliyadan seyrederler. O şahlar, senin
neslindir, cümlesi evladın ve hayatının neticesidir. Onlar senin dinin ve şeriatinden
doğmuşlardır. Sen dolunay gibi asılsın, onlar senin yansımalarındır.
Kazın yavruları deryada korkusuz yüzerler.
Evliyaullahın sineleri derya kadar geniş, yemleri, gıdaları Hak kelamıdır. 5360
Senden zuhur eden her şey ondan zuhur eder görünür, çünkü onun duydu-
ğu, söylediği hep sendendir. Onun görmesi, şüphesiz, senin görmendir, o ne
söylerse, muhakkak ki senin sözündür. O, gösterdikleri şeyi senden almıştır,
tattırdıklarını senden tatmıştır. Bundan dolayı, onu seven, seni sevmiş olur,
onu reddeden de senin reddettiğindir.
Eğer şeker ağzında acı görünürse, sakın şekere kusur bulma! Kendine kusur 5365
bul! Çünkü safralısın. Sende temyiz kabiliyeti yoktur ki! Kuruntulusun. Sana
hangi şekeri getirseler fena olur, damağına acı gelir, reddedersin! Mademki,
şekerden hoşlanmıyorsun, haydi iki yüzlülüğü bırak da şekerin adını anma!
Yalandan, şekeri severdim deme! Çünkü canın ondan zevk almıyor.
Sözün davranışına uysun da hiç olmazsa yalan söyleme! Biz de bilelim ki sö- 5370
zün doğrudur. O kimse ki enbiyayı candan sever, şüphesiz, evliyayı da öyle
sever. Hepsi bir nurdan (Nur-ı Huda’dan) olduklarına göre, onları ayrı gö-
ren kafirdir. İki yüz ekmeği ayrı ayrı saysan da, yediğin zaman hepsinin tadının
bir olduğunu görürsün. Eğer sen de cinler gibi ekmeğin tadını bilmiyorsan,
her biri için ayrı bir zanda bulunur,
her ekmeğe onun gibi ayrı bir isim verebilirsin, çünkü ekmeği bilmiyorsun! 5375
Sende doğru görür göz olmadığından, sana bir, yüz tane görünüyor. İşin esasına
vakıf olmayana göre her ne desen saçma gelir. O kimse ki bire, dört veya
ikidir der, aklı olan onunla alay eder. Her kim ki evliyayı enbiyadan ayrı gö-
rür o, ya cahildir ya divane veyahut çocuktur.
Büyüklerden biri bir şaşıya “Gel! İçeride bardak var. Al, getir!” dedi. Adam- 5380
cağız odaya koştu, şaşılık yüzünden bir bardağı iki gördü. Odadan dışarı
çıktı, geldi. Dedi ki: “Hangi bardağı getireyim?” Dedi ki: “Orada bir bardak
var, iki değil. Odaya gir de bak!
(SAYFA 208) Göreceksin ki bardak birdir. İyi bak da şüphen kalmasın!”
Dedi: “Sen bir diyorsun ama, bardak ikidir. Hangisini getireceğimi bilmiyo- 5385
rum.” Tekrar dedi ki: “Bardak iki değil, birdir. İyi bak! Şaşılığı bırak!” Her
defasında böyle dedi: “Bu hayaldir, bu fikirden vazgeç!” Fakat mümkün de-
ğil, fikrini kabul ettiremedi. Nihayet dedi ki: “Haydi, git! O bardaklardan birini
kır da ötekini getir!” Bardağı kırınca da bulamadı, çünkü ikisi birden kı-
rıldı, çünkü bardak esasen birdi.
Gözü şaşı olduğundan biri iki görüyordu. Birini kırınca iksinden de eli boşa 5390
çıktı. İşte bunun gibi, evliyaullahtan birini gücendirirsen, hepsini gücendirir-
232
Rebabnâme
sin. Onların dininden tamamen uzaklaşmış, kendilerini derununa yerleştirmiş
olursun! Hakikatte cümlesini inkar etmiş olursun. Çünkü onlar manen
birdirler. Cümlesinin ezeli düşmanı olursun! Bunu eksiksiz artıksız (santimi
santimine) böyle bil!
5395 Bir veliye düşman oldun mu, yakinen bil ki dinden boşalmış, küfürle dolmuş
olursun! Bunların bir olduğunu anlayan kimse ki, gönlünde nur-ı ilahi meydana
gelmiştir. Enbiyanın hepsinin bir hamurdan olduğunu o bilir, diğerleri
şüphe tuzağına tutulmuş kuşlardır. Müminler, enbiyanın nurundan pay sahibi
olurlar. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de onlara evliya adını verdi. Şarabın
yüzlerce adı olsa da, bade müptelası onlardan bir isim anlar.
5400 Müminin de yüz türlü namı olsa isimlerin değişmesiyle kişi başka başka olur
mu? Huda’nın da bir çok esma-i şerifesi vardır, fakat Huda birdir. Evliya, enbiya,
müminler, aşıklar, vasıllar, hep bir zattır. Bunlar isimlerdir. İsimler baş-
ka başkadır, fakat isimlenen birdir. Enbiyaya bu paye, salihler zümresinin liderliği,
Hak’tan ihsan buyrulmuştur.
5405 Cenab-ı Hak Kuran’da “elhakna bihim zürriyyetihim”81 buyurmuştur. “Ya
Rab! Bizi de o zümreye ilhak buyur! Bil ki bunlar enbiyanın isimleridir. Bizden
olanlar (ehl-i batın) isim farklılıklarından yanılmazlar. Aklı, idraki yerinde
olan, o çeşitli isimlerden tek bir isimlenen anlar. Ruhunda temizlik olmayan
da isimlenenden geçerek isme bağlanır kalır. O, her isme ayrı bir suret
bağlar ki o suretin ona hiç bir faydası yoktur.”
5410 O şaşkın, emelden mahrum kalır, nihayet yeri cehennem olur. Mümin ismi
esma-i hüsnadandır, peygambere de mümin desen layıktır.
İsimden geç de müsemmaların hepsini bir bil, tâ ki muradına tamamen vasıl
olasın. Cisimlerdeki ruh gibi, evlere giren güneş ziyası da birdir. Her kim
evde güneşi birden çok görürse, o, dokunuştan etkilenmeyen bir ölüdür. (SAYFA
209)
5415 Ondan dolayıdır ki, Hakk’ın hitabı, o nurdan ebediyyen kuvvet alanlara yö-
nelmiştir. Şahtan doğan, şehzade olur. Nur-ı Hak’tan doğan, söyle; nasıl nazlı
şehzade olmaz? Belki o yalandır, asıl şehzade budur. Böyle şehzadelik bakidir,
surete bağlı (dünyevi) şehzadelik fanidir. Senin gibi, bir erkekle bir di-
şiden doğan fani şehzade, senin yanında şehzade oluyor da
5420 Hakk’ın nurundan doğmuş olan böyle bir sır, nasıl şehzade olmaz? Hakiki
şehzade budur. Çünkü illiyyin nurundan doğmuştur. Bu soy, nispetledir,
şahsından değildir. Böyle nispete erkek, dişi sığmaz. O doğuma ikilik sığar,
fakat bu doğumda birlikten başka şey yoktur. “lem yelid”82, fani doğumlar
hakkındadır. Böyle doğumlardan ikilik fani olur.
81 Enam suresi 6/87 Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve
bunları dosdoğru bir yola ilettik.
82 İhlas suresi 112/3 O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin
çocuğu değildir).”
Şüphesizdir ki, ilim ilimden doğar ve bu doğuşlarla kemale erer. Böyle do- 5425
ğumlara sayı nerede sığacak? Çünkü adet, nur-ı vahdet içinde mahvolur. Ey
katip! Eğer yazmaktan usanmazsan, bu kitabeyi candan kabul et! Sana şimdi
gönlümdekilerin hepsini canıgönülden söyleyeyim. O gönül ki güzelli-
ğinden dolayı Hakk’ın baktığı yer olmuş, nur-ı Hak’la nar (meyve) gibi dolmuştur.
Onda, hayır şer, Hak’tan başka bir şey yoktur. Hak kendini o zerreden gös- 5430
teriyor. Gözdeki görme nuru gibi o gönülde gizli bir nur vardır. Ona uğra!
Hak Teala bir nefes gönülden uzak değildir, gönlüm bir derya gibidir, o deryanın
cevheri Hak’tır. Deryanın meyvesi (mahsulu) kıymetli incidir, deryadan
istenen de budur. Gerçi deryada iyi kötü, kıymetli kıymetsiz daha yüz
türlü şeyler vardır.
Elifba harfleri gibi çeşitli şekillerde, çeşitli cinslerden sayısız hayvanlar bulu- 5435
nur. Fakat hepsinden fazla deryadan beklenen fayda, incidir. O inciler ki dilrubaların
ve padişahların itibar ettikleri süsleridir. Şu halde, denizin özeti incidir.
Çünkü o, şahlar yanında da istenen ve sevilendir. O derecede ki güzelliğinden
dolayı namı değişti de cevher oldu. Nasıl ki küçük sulara çay denir,
çoğaldıkça, büyüdükçe adı değişerek
sel, ırmak, nehir ve deniz olarak evvelki adıyla kalmıyor, dönüp dolaşıyor. 5440
Bunda hadsiz hesapsız sırlar vardır. Onlara vakıf olana ne mutlu! Bunu temiz
bir samimiyetle okuyanın canı durmaksızın güven bulur. Bundan başkasına
bakmayanın, gözü aydın, sinesi nurlanarak Sina olur. Bu söz, semavatın
miracıdır, o dama bu merdivenle çıkılır.
Değil gök kubbe denen dama, feleklerin de üstünde bulunan dama... Feleğin 5445
damı ondan gıda ve nasip alır onun isteğiyle tuzak kurar.
(SAYFA 210) Bunun gibi, yıldızlarla ay ve güneş de Hak Teala’dan nur ve parıltı
toplar. Hak Teala bütün eşyaya muhtaç ve layık oldukları gıdaları eriştirir.
Şah olsun, kul olsun. Şahlık melekesi şahlara layıktır. Her birinin çeşitli zevk
ve kısmetleri vardır.
Süleyman’dan karıncaya kadar herkese tatlı, tuzlu rızıklar verilir. Herkes, 5450
kendine ayrılan rızık ve kısmete şükredici ve memnundur. O hediyeler hepsinin
işini yoluna koymuştur. Karınca o gıdadan kuvvet aldığı gibi, Süleyman
da o rızıkla padişahlık buldu.Varlık da, yokluk da ondan oldular. O sofradan
herkes kısmetini alır. Fakat evliyaya nasip olan zevk arştan, kürsten,
doluluktan, boşluktan üstündür.
Arş kim oluyor ki o mezeden yiyebilsin, o şaraptan içebilsin. O, (veliyyul- 5455
lah), o şeyle beslenir ki arşın bekası da ondandır. Yemekte, uykuda Hak Teala
onlarla beraberdir. Herkes onunla hayat bulur. Bu beraberlik, geneldir.
Fakat büyüklere özel bir beraberlik daha vardır ki onlara mucize olarak verilmiştir.
Yemek, içmek ihtiyacı olmaksızın kendilerine yüzlerce meze ihsan
edilir. Bu beraberlik, evliyaların seçkinleri iledir ki onlara Rablerinin sundu-
233
Sultan Veled
sin. Onların dininden tamamen uzaklaşmış, kendilerini derununa yerleştirmiş
olursun! Hakikatte cümlesini inkar etmiş olursun. Çünkü onlar manen
birdirler. Cümlesinin ezeli düşmanı olursun! Bunu eksiksiz artıksız (santimi
santimine) böyle bil!
5395 Bir veliye düşman oldun mu, yakinen bil ki dinden boşalmış, küfürle dolmuş
olursun! Bunların bir olduğunu anlayan kimse ki, gönlünde nur-ı ilahi meydana
gelmiştir. Enbiyanın hepsinin bir hamurdan olduğunu o bilir, diğerleri
şüphe tuzağına tutulmuş kuşlardır. Müminler, enbiyanın nurundan pay sahibi
olurlar. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de onlara evliya adını verdi. Şarabın
yüzlerce adı olsa da, bade müptelası onlardan bir isim anlar.
5400 Müminin de yüz türlü namı olsa isimlerin değişmesiyle kişi başka başka olur
mu? Huda’nın da bir çok esma-i şerifesi vardır, fakat Huda birdir. Evliya, enbiya,
müminler, aşıklar, vasıllar, hep bir zattır. Bunlar isimlerdir. İsimler baş-
ka başkadır, fakat isimlenen birdir. Enbiyaya bu paye, salihler zümresinin liderliği,
Hak’tan ihsan buyrulmuştur.
5405 Cenab-ı Hak Kuran’da “elhakna bihim zürriyyetihim”81 buyurmuştur. “Ya
Rab! Bizi de o zümreye ilhak buyur! Bil ki bunlar enbiyanın isimleridir. Bizden
olanlar (ehl-i batın) isim farklılıklarından yanılmazlar. Aklı, idraki yerinde
olan, o çeşitli isimlerden tek bir isimlenen anlar. Ruhunda temizlik olmayan
da isimlenenden geçerek isme bağlanır kalır. O, her isme ayrı bir suret
bağlar ki o suretin ona hiç bir faydası yoktur.”
5410 O şaşkın, emelden mahrum kalır, nihayet yeri cehennem olur. Mümin ismi
esma-i hüsnadandır, peygambere de mümin desen layıktır.
İsimden geç de müsemmaların hepsini bir bil, tâ ki muradına tamamen vasıl
olasın. Cisimlerdeki ruh gibi, evlere giren güneş ziyası da birdir. Her kim
evde güneşi birden çok görürse, o, dokunuştan etkilenmeyen bir ölüdür. (SAYFA
209)
5415 Ondan dolayıdır ki, Hakk’ın hitabı, o nurdan ebediyyen kuvvet alanlara yö-
nelmiştir. Şahtan doğan, şehzade olur. Nur-ı Hak’tan doğan, söyle; nasıl nazlı
şehzade olmaz? Belki o yalandır, asıl şehzade budur. Böyle şehzadelik bakidir,
surete bağlı (dünyevi) şehzadelik fanidir. Senin gibi, bir erkekle bir di-
şiden doğan fani şehzade, senin yanında şehzade oluyor da
5420 Hakk’ın nurundan doğmuş olan böyle bir sır, nasıl şehzade olmaz? Hakiki
şehzade budur. Çünkü illiyyin nurundan doğmuştur. Bu soy, nispetledir,
şahsından değildir. Böyle nispete erkek, dişi sığmaz. O doğuma ikilik sığar,
fakat bu doğumda birlikten başka şey yoktur. “lem yelid”82, fani doğumlar
hakkındadır. Böyle doğumlardan ikilik fani olur.
81 Enam suresi 6/87 Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve
bunları dosdoğru bir yola ilettik.
82 İhlas suresi 112/3 O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin
çocuğu değildir).”
Şüphesizdir ki, ilim ilimden doğar ve bu doğuşlarla kemale erer. Böyle do- 5425
ğumlara sayı nerede sığacak? Çünkü adet, nur-ı vahdet içinde mahvolur. Ey
katip! Eğer yazmaktan usanmazsan, bu kitabeyi candan kabul et! Sana şimdi
gönlümdekilerin hepsini canıgönülden söyleyeyim. O gönül ki güzelli-
ğinden dolayı Hakk’ın baktığı yer olmuş, nur-ı Hak’la nar (meyve) gibi dolmuştur.
Onda, hayır şer, Hak’tan başka bir şey yoktur. Hak kendini o zerreden gös- 5430
teriyor. Gözdeki görme nuru gibi o gönülde gizli bir nur vardır. Ona uğra!
Hak Teala bir nefes gönülden uzak değildir, gönlüm bir derya gibidir, o deryanın
cevheri Hak’tır. Deryanın meyvesi (mahsulu) kıymetli incidir, deryadan
istenen de budur. Gerçi deryada iyi kötü, kıymetli kıymetsiz daha yüz
türlü şeyler vardır.
Elifba harfleri gibi çeşitli şekillerde, çeşitli cinslerden sayısız hayvanlar bulu- 5435
nur. Fakat hepsinden fazla deryadan beklenen fayda, incidir. O inciler ki dilrubaların
ve padişahların itibar ettikleri süsleridir. Şu halde, denizin özeti incidir.
Çünkü o, şahlar yanında da istenen ve sevilendir. O derecede ki güzelliğinden
dolayı namı değişti de cevher oldu. Nasıl ki küçük sulara çay denir,
çoğaldıkça, büyüdükçe adı değişerek
sel, ırmak, nehir ve deniz olarak evvelki adıyla kalmıyor, dönüp dolaşıyor. 5440
Bunda hadsiz hesapsız sırlar vardır. Onlara vakıf olana ne mutlu! Bunu temiz
bir samimiyetle okuyanın canı durmaksızın güven bulur. Bundan başkasına
bakmayanın, gözü aydın, sinesi nurlanarak Sina olur. Bu söz, semavatın
miracıdır, o dama bu merdivenle çıkılır.
Değil gök kubbe denen dama, feleklerin de üstünde bulunan dama... Feleğin 5445
damı ondan gıda ve nasip alır onun isteğiyle tuzak kurar.
(SAYFA 210) Bunun gibi, yıldızlarla ay ve güneş de Hak Teala’dan nur ve parıltı
toplar. Hak Teala bütün eşyaya muhtaç ve layık oldukları gıdaları eriştirir.
Şah olsun, kul olsun. Şahlık melekesi şahlara layıktır. Her birinin çeşitli zevk
ve kısmetleri vardır.
Süleyman’dan karıncaya kadar herkese tatlı, tuzlu rızıklar verilir. Herkes, 5450
kendine ayrılan rızık ve kısmete şükredici ve memnundur. O hediyeler hepsinin
işini yoluna koymuştur. Karınca o gıdadan kuvvet aldığı gibi, Süleyman
da o rızıkla padişahlık buldu.Varlık da, yokluk da ondan oldular. O sofradan
herkes kısmetini alır. Fakat evliyaya nasip olan zevk arştan, kürsten,
doluluktan, boşluktan üstündür.
Arş kim oluyor ki o mezeden yiyebilsin, o şaraptan içebilsin. O, (veliyyul- 5455
lah), o şeyle beslenir ki arşın bekası da ondandır. Yemekte, uykuda Hak Teala
onlarla beraberdir. Herkes onunla hayat bulur. Bu beraberlik, geneldir.
Fakat büyüklere özel bir beraberlik daha vardır ki onlara mucize olarak verilmiştir.
Yemek, içmek ihtiyacı olmaksızın kendilerine yüzlerce meze ihsan
edilir. Bu beraberlik, evliyaların seçkinleri iledir ki onlara Rablerinin sundu-
234
Rebabnâme
ğu yüksek bir derece, bir özel yardımdır.
5460 Her mümine verilmiş olan ilahi beraberlik ile kanaat etme, haberdarlara verilen
birlikteliği iste! Daima böyle söyle. Allah’tan her zaman istediğim “Her
ne kadar benden ayrı değilse de bana o didarı bahşetsin ki has kullarını her
an onunla ödüllendirir. Her ne kadar bütün halkın hayatı Hak’tan ise de arada
ekmek, su gibi vasıtalar vardır.”
5465 Arşın hayatı bile vasıtasız değildir, ancak Hak’tan gelen nimetleri vasıtasız
alan, kutubdur. O, daima Huda ile ayaktadır, Huda bir nefes ondan ayrılmaz.
Yer, gök, kürs, kalem, sema, daima kutubdan ihsanlara mazhar olurlar.
Hak Teala Hazretleri müminin kalbinde bulunur, nuru da halka ondan da-
ğılır. Cenab-ı Peygamber bu manayı Hak’tan onun için getirdi ki ondaki manayı
isteyesin:
5470 Buyuruyor ki: “Ben yere, göğe, boşluğa, kaleye hiçbir yere sığmam, fakat
müminin kalbine sığarım.” Hakk’ı o gönülde ara, bul! Hak cihana sığdı ve sı-
ğar. Hakk’ı bir şahıs, yarattıklarını da onun gölgesi bil! Güneşe nispetle zerrenin
ne ehemmiyeti olur, deryaya düşen bir avuç toprağın ne kıymeti var?
Öyle bir derya ki kalptedir, içine bir avuç çamur karışırsa ne zarar gelir?
5475 Çamur koca deryada kaybolur gider, muazzam derya varken çamura kim
bakar? Denizde inci, taş vesaire gibi değerli değersiz birçok şeyler bulunur.
Nazar ancak deryayı görür, içindekilere itibar etmez, önemsemez.
(SAYFA 211) Bunun gibi, Hak Teala Hazretleri de bir kalpte mevcut olunca, akil
olan bir adam çamura bakar mı? O deryada çamur da olsa onu yok say! Okyanuslarda
çer çöpün ne ehemmiyeti olur?
5480 Yüzündeki köpük ve çer çöp gibi şeyler, deryanın namını yok eder mi? Dünyada
bunu hangi akıllı söyler? Hakk’ın bulunduğu gönülde çamur da olsa,
göz Hakk’ı bırakır da çamura bakar mı? Hakk’ın yanında o, nasıl varlık idaasında
bulunur, can güneşinin yanında bir zerre, ne olabilir? Yıldızlar güneş
varken görünebilir mi? Yahut yüz kantar altın yanında bir arpa ağırlığının
kıymeti olur mu? Cihanı yaratanın da yüzü kendini gösterdiğinde bunların
kıymeti kalmaz.
5485 Gerçi Merd-i Huda’da eşyayı inceden inceye göstermek kudreti vardır. Fakat
halkın halinden bahsetmek onlar için aşağıya iniştir, derece, rütbe sahibi
bunu yapmaz. Onun sözleri gizli sırlara dairdir ki o can âlemlerinin de ötesindedir.
Eğer gönlünde can sırları varsa, söylediği zaman o şahtan yolun ve
menzillerin sırlarını tamamıyla dinlersin ki tam amaç da odur.
5490 Eğer o tarafta işin gücün (meyl ve rağbetin) yoksa bil ki o büyüklükten, o şereften
uzaktasın! Onun esrarı senin kulağına nerede girecek, onun nefesi (kelamı)
aklına nereden sığacak?
MAKALE 75
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden
geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın, geçen sene ne oldu ve bu
sene neler olacak... Fakat Hakk’ın seyrine daldıkları zaman dünya halleriyle
alâkalı bu türden kerametlerden haber vermezler, kendilerini onlarla meşgul
etmezler ki bunlar müşahede halinde gözünün önünde bulunur, onları ayanen
görürler, o gaybları görerek haber vermiş olurlar ki bu hal, onlara göre
iniştir (çünkü bunlar alelade insanlarda da görülür).
Mesela insanın kalbi riyazat sebebiyle ayna gibi cilalanır, o âlemle (gayb
âlemiyle) bağ oluşturur, gönül aynasında kendine o cihanın hali görünür.
Nazarı o hale gelir ki, mesela aynayı çarşıya assalar çarşı halkını içine aksettirir,
padişahın sarayına assalar padişahı ve saray halkını aksettirir. Bütün insanların
üstünde bulunan evliya-yı kiram da Hakk’ın makbulü ve yardımcı-
ları olmalarından dolayı bu kerametler onlardan riyazatsız ortaya çıkar.
Papazlar bile riyazatla bazı şeyleri görebiliyorlar. Ne yedin, ne yaptın,
ne yapmak istiyorsun gibi halleri görüp haber veriyorlar. Bu kabilden bazı
gaybları müneccimler, falcılar, cinler, periler de tutturabilir. Hülasa, evliyanın
kerametleri bunlardan hiçbirine benzemez. O, Hak tarafından kendilerine
birer özel yardımdır.
(SAYFA 212) O kerametleri büyükler dinler. Aşağılarda olanlar bu sırra nereden talip
olacak? Çünkü ondan uzaktır, o aslı umursamazlar, onların kavuşmadan
nasipleri ayrılıktır. Rızıklandırandan uzak olan kimse, işin gizli sırlarına nasıl
vakıf olabilir?
Kendi halini bir şeyhten dinlerse, o şeyh Huda’ya vasıl olmamış bile olsa me- 5495
sela, “Dün şunu yaptın, bunu yedin.” dese onu dinler, gaybı biliyor diyerek
ona gönül bağlar. Onun bu sözleri bunun yanında keramet olur, bu türden
şeyleri için sırrı sanır. Onun bundan başka hali olmazsa gerçek sırları nereden
bilecektir? Gönül, aynaya benzer. Saf olursa gaflet pası ondan silinir.
Onda cihanın nakşı görülür. Halkın sırları ona görünür. Her ne kadar ayna 5500
saf ise de bu cihana asılmış olduğundan onda bu cihanın nakışları görünür,
haber verdiği şeyler bu cihan halkına ait olur. Her ne kadar ayna saf ise de
buraya bağlanmıştır. Nerede o tarafa (o cihana) bağlı olan kimse?
Öyle değil mi ki, mesela ayna bir dükkana asılsa, dükkanın önünden gelip
geçen çarşı halkını gösterir.
Bir saraya, bir konağa asılsa, onda da padişahla askeri görünür. Karşısına ne 5505
tesadüf ederse onu gösterir, ondan hiç bir nakış gizlenemez. Ayna gibi saf
olan gönüller de şüphesiz nakışları gösterir. Bunun gibi, her veli de, her makam
da ruhu saf olmak nedeniyle orada bulunanları gösterir, onun sırrı ondan
zahir olur.
Arş üzerinde bulunursa, gösterdikleri şeyler arşa ait olur, yere değil. Yerde 5510
ise, onda görünen şeyler yere aittir, arşi değildir. Öyle değil mi ki, bir papaz
235
Sultan Veled
ğu yüksek bir derece, bir özel yardımdır.
5460 Her mümine verilmiş olan ilahi beraberlik ile kanaat etme, haberdarlara verilen
birlikteliği iste! Daima böyle söyle. Allah’tan her zaman istediğim “Her
ne kadar benden ayrı değilse de bana o didarı bahşetsin ki has kullarını her
an onunla ödüllendirir. Her ne kadar bütün halkın hayatı Hak’tan ise de arada
ekmek, su gibi vasıtalar vardır.”
5465 Arşın hayatı bile vasıtasız değildir, ancak Hak’tan gelen nimetleri vasıtasız
alan, kutubdur. O, daima Huda ile ayaktadır, Huda bir nefes ondan ayrılmaz.
Yer, gök, kürs, kalem, sema, daima kutubdan ihsanlara mazhar olurlar.
Hak Teala Hazretleri müminin kalbinde bulunur, nuru da halka ondan da-
ğılır. Cenab-ı Peygamber bu manayı Hak’tan onun için getirdi ki ondaki manayı
isteyesin:
5470 Buyuruyor ki: “Ben yere, göğe, boşluğa, kaleye hiçbir yere sığmam, fakat
müminin kalbine sığarım.” Hakk’ı o gönülde ara, bul! Hak cihana sığdı ve sı-
ğar. Hakk’ı bir şahıs, yarattıklarını da onun gölgesi bil! Güneşe nispetle zerrenin
ne ehemmiyeti olur, deryaya düşen bir avuç toprağın ne kıymeti var?
Öyle bir derya ki kalptedir, içine bir avuç çamur karışırsa ne zarar gelir?
5475 Çamur koca deryada kaybolur gider, muazzam derya varken çamura kim
bakar? Denizde inci, taş vesaire gibi değerli değersiz birçok şeyler bulunur.
Nazar ancak deryayı görür, içindekilere itibar etmez, önemsemez.
(SAYFA 211) Bunun gibi, Hak Teala Hazretleri de bir kalpte mevcut olunca, akil
olan bir adam çamura bakar mı? O deryada çamur da olsa onu yok say! Okyanuslarda
çer çöpün ne ehemmiyeti olur?
5480 Yüzündeki köpük ve çer çöp gibi şeyler, deryanın namını yok eder mi? Dünyada
bunu hangi akıllı söyler? Hakk’ın bulunduğu gönülde çamur da olsa,
göz Hakk’ı bırakır da çamura bakar mı? Hakk’ın yanında o, nasıl varlık idaasında
bulunur, can güneşinin yanında bir zerre, ne olabilir? Yıldızlar güneş
varken görünebilir mi? Yahut yüz kantar altın yanında bir arpa ağırlığının
kıymeti olur mu? Cihanı yaratanın da yüzü kendini gösterdiğinde bunların
kıymeti kalmaz.
5485 Gerçi Merd-i Huda’da eşyayı inceden inceye göstermek kudreti vardır. Fakat
halkın halinden bahsetmek onlar için aşağıya iniştir, derece, rütbe sahibi
bunu yapmaz. Onun sözleri gizli sırlara dairdir ki o can âlemlerinin de ötesindedir.
Eğer gönlünde can sırları varsa, söylediği zaman o şahtan yolun ve
menzillerin sırlarını tamamıyla dinlersin ki tam amaç da odur.
5490 Eğer o tarafta işin gücün (meyl ve rağbetin) yoksa bil ki o büyüklükten, o şereften
uzaktasın! Onun esrarı senin kulağına nerede girecek, onun nefesi (kelamı)
aklına nereden sığacak?
MAKALE 75
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden
geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın, geçen sene ne oldu ve bu
sene neler olacak... Fakat Hakk’ın seyrine daldıkları zaman dünya halleriyle
alâkalı bu türden kerametlerden haber vermezler, kendilerini onlarla meşgul
etmezler ki bunlar müşahede halinde gözünün önünde bulunur, onları ayanen
görürler, o gaybları görerek haber vermiş olurlar ki bu hal, onlara göre
iniştir (çünkü bunlar alelade insanlarda da görülür).
Mesela insanın kalbi riyazat sebebiyle ayna gibi cilalanır, o âlemle (gayb
âlemiyle) bağ oluşturur, gönül aynasında kendine o cihanın hali görünür.
Nazarı o hale gelir ki, mesela aynayı çarşıya assalar çarşı halkını içine aksettirir,
padişahın sarayına assalar padişahı ve saray halkını aksettirir. Bütün insanların
üstünde bulunan evliya-yı kiram da Hakk’ın makbulü ve yardımcı-
ları olmalarından dolayı bu kerametler onlardan riyazatsız ortaya çıkar.
Papazlar bile riyazatla bazı şeyleri görebiliyorlar. Ne yedin, ne yaptın,
ne yapmak istiyorsun gibi halleri görüp haber veriyorlar. Bu kabilden bazı
gaybları müneccimler, falcılar, cinler, periler de tutturabilir. Hülasa, evliyanın
kerametleri bunlardan hiçbirine benzemez. O, Hak tarafından kendilerine
birer özel yardımdır.
(SAYFA 212) O kerametleri büyükler dinler. Aşağılarda olanlar bu sırra nereden talip
olacak? Çünkü ondan uzaktır, o aslı umursamazlar, onların kavuşmadan
nasipleri ayrılıktır. Rızıklandırandan uzak olan kimse, işin gizli sırlarına nasıl
vakıf olabilir?
Kendi halini bir şeyhten dinlerse, o şeyh Huda’ya vasıl olmamış bile olsa me- 5495
sela, “Dün şunu yaptın, bunu yedin.” dese onu dinler, gaybı biliyor diyerek
ona gönül bağlar. Onun bu sözleri bunun yanında keramet olur, bu türden
şeyleri için sırrı sanır. Onun bundan başka hali olmazsa gerçek sırları nereden
bilecektir? Gönül, aynaya benzer. Saf olursa gaflet pası ondan silinir.
Onda cihanın nakşı görülür. Halkın sırları ona görünür. Her ne kadar ayna 5500
saf ise de bu cihana asılmış olduğundan onda bu cihanın nakışları görünür,
haber verdiği şeyler bu cihan halkına ait olur. Her ne kadar ayna saf ise de
buraya bağlanmıştır. Nerede o tarafa (o cihana) bağlı olan kimse?
Öyle değil mi ki, mesela ayna bir dükkana asılsa, dükkanın önünden gelip
geçen çarşı halkını gösterir.
Bir saraya, bir konağa asılsa, onda da padişahla askeri görünür. Karşısına ne 5505
tesadüf ederse onu gösterir, ondan hiç bir nakış gizlenemez. Ayna gibi saf
olan gönüller de şüphesiz nakışları gösterir. Bunun gibi, her veli de, her makam
da ruhu saf olmak nedeniyle orada bulunanları gösterir, onun sırrı ondan
zahir olur.
Arş üzerinde bulunursa, gösterdikleri şeyler arşa ait olur, yere değil. Yerde 5510
ise, onda görünen şeyler yere aittir, arşi değildir. Öyle değil mi ki, bir papaz
236
Rebabnâme
da riyazat ederek gönül aynasını cilalandırırsa o da gaybdan bazı şeyler söyler;
elinde şu var, cebinde bu var diyebilir. Yahut filan öldü, filan kimse şöyle
bir şeye kavuştu, der.
5515 Onun haber verdiği şeyler ancak bu kabilden, bu âlemle alâkalı şeylerdir,
gayb âlemine genişletilemez. Bu türden olan haberler cinlerde de bulunabilir.
Gerçi bunlar da iyidir, fakat derece itibariyle düşüktür. Bu çeşit haberlerde
sihirbazların da hissesi, payı vardır, hatta falcıların da. Fakat o merd-i İlahi
ki yükseklerde uçar, her dem tecelli nurundan feyz alır. Onun aynasında
görünenler bunlardan başkadır. Din ehli olanlar onlardan ilerlemeye mazhar
olurlar.
5520 Çünkü o, varlık dağını kazmasız, külünksüz dağıtarak ortadan kaldırmıştır.
Haber verdikleri, yüce makamların sırlarıdır. Daima Huda’dan söyler, gayrıdan
değil. Çünkü seyri daima o tarafadır. Mazhar-ı Yezdan olan merd-i
Huda’yı gör! Onun her hareketi Hak’tandır.
(SAYFA 213) Onda nefsin hakimiyeti kalmamıştır, çünkü o, nefsini de aklını da azletmiştir.
Vücudunda Huda’dan başka hakim yoktur, ondan gayrısını toz
gibi silkip atmıştır.
5525 Ne zaman ki o vücutta, Hak hakim olur, artık ondaki nefis günahkarlar gibi
suçlu ve kovulmuştur. Nefis, akıl, can, gönül tamamen alettirler. Hepsi de
onun emriyle hareket ederler. Hak Teala Hazretleri kendini onlardan gösteriyor.
Dervişlerin halini böyle bil! Bu misalin daha pek çok şekil ve suretleri
vardır. Fakat akıllı olan, bu kadardan anlar. Eğer ben cihanın halini açıklamak
isteseydim, halkın esrarını açıkça söylerdim.
5530 Bu, kimin gönlünün isteği, o, hangi canın arzusudur? Yahut o, dün akşam
ne yedi, yahut filan zatın sofrasından ne apardı? Hasılı, dünya hallerini birer
birer haber verirdim, gönüller şekten kurtulsun diye. Fakat bu sırlara itibar
yoktur, çünkü fanidirler, fani olan şeyler hakirdir, değersizdir.
5535 Cihan fani olunca, cihanın halleri de geçicidir. Bunda şüphe yok. Her kim engin
(mütevazi) olursa o, miktarınca (tevazuu nispetinde) yükselir. Arş, kürs
onda zahir olur. Arş ne olacak? Bütün varlık ondadır. Bütün eşya o cevher
suretinden hayat bulur.
MAKALE 76
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri velinin kalbinde yerleşince, velinin cismi her ne kadar
var olsa da yok hükmündedir. Nitekim büyük bir harmanda bir tek tane
dikkate alınmaz ve hesaba katılmaz. Her ne kadar o bir tane de o harmanda
mevcut ise de. Bunun gibi, veliyyullah olan zat da Allah’ın didarı yanında
tane gibi kalır. Mevcutsa da yok görünür. Çünkü bütün âlemin gözü taneyi
değil, harmanı görür. O harman Hakk’ın deryasıdır. İster vasıta olan velinin
suretinde görünsün, ister vasıtasız. O derya bütün yeri ve göğü kuşatır.
Bütün varlık o deryadadır. Nasıl ki, zahiri deryalarda da birçok şeyler
mevcuttur. Dağlar, adalar, şehirler, yalılar, hesaba gelmeyen türlü mahluklar
vesaire. Fakat gözü olanlar ancak deryayı görür. Ve deryadan bahseder.
Onların hepsini deryanın unsurları ve ona bağlı sayar. Onları da hesaba katarak
deryaya iki veya üç, beş, on beş demez. Nasıl ki, bir adama etini, derisini,
kemiğini, damar ve sinirlerini de dikkate alarak üç veya beş demiyor,
bunların cümlesinde bir tek şahıs görüyor, derya da böyledir. Hakiki derya
ki, Hazret-i Hak’tır. Batın gözü olan, birden başka bir şey görmez. Mevcudatın
cümlesini ona ait ve bitişik parçaları bilir.
Hülasa, Huda’yı görenler yalnız Huda’yı görür. Huda’yı tanımayanlar
yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür. Bilmez ki onların hepsi birdir, bir
vücuttur.
(SAYFA 214) Hak Teala Hazretleri deryadır. Mahlukat, o deryaya nispetle ehemmiyetsiz
bir damladır. Bütün mevcudatı deryadaki balıklar gibi bil ki, balıklar
gibi o deryadan diridirler.
Deryada balıktan başka sonsuz mahluklar vardır ki her biri başka bir şekil, 5540
ayrı bir hilkattedir. Fakat deryada giden kör olursa, derya ona asla görünemez.
Tesadüfen deryadan eline ne geçerse onu sımsıkı tutar ve daima onun
lafını eder. Şöyle bir şey ele geçirdim diyerek, iyi veya kötü olduğunu bilmeyerek
onu anlatır. Bu deryada bütün cihan halkı körler gibi gafletle giderler.
Her biri orada dost kim, düşman kim, açıkça görür. Bu kabilden olan göz 5545
orada yüzlercedir. Sayısız diyecekken yüz demişim. Kör, körlüğü yüzünden
deryayı göremez. Halbuki, daima beraber yaşıyor ve daima ondan hayat alı-
yor. Çünkü o aslından bihaber kalmıştır. Fakat detaylara gelince, gözleri çok
açıktır. Ama o kimse ki Hak onu seçti ve göz verdi. Onu kendi yakınlık ve visaliyle
mesut etti.
Güneşin nurunu kereminden ona arkadaş verdi ki eşyayı inceden inceye gör- 5550
sün. O seçkin, Hak nuruyla yerde gökte olanları seçer, temyiz ve fark eder.
Hak denizi içinde bulunanların cümlesini görür, kendi miktarınca Huda’dan
ders alır. O deryayı perdesiz olarak görür. Çünkü kereminden ona kapılar
açmıştır. Hakk’ın nuru onun gözüne yakın olmuştur. O, yerden göğe kadar
olanı seyreder.
Öyle cihanlara gider ki, orada cisim yoktur. İsimlenenden başka ne resim 5555
var, ne isim. Malumun olsun ki, her makamın ayrı sırları, her mekanın baş-
237
Sultan Veled
da riyazat ederek gönül aynasını cilalandırırsa o da gaybdan bazı şeyler söyler;
elinde şu var, cebinde bu var diyebilir. Yahut filan öldü, filan kimse şöyle
bir şeye kavuştu, der.
5515 Onun haber verdiği şeyler ancak bu kabilden, bu âlemle alâkalı şeylerdir,
gayb âlemine genişletilemez. Bu türden olan haberler cinlerde de bulunabilir.
Gerçi bunlar da iyidir, fakat derece itibariyle düşüktür. Bu çeşit haberlerde
sihirbazların da hissesi, payı vardır, hatta falcıların da. Fakat o merd-i İlahi
ki yükseklerde uçar, her dem tecelli nurundan feyz alır. Onun aynasında
görünenler bunlardan başkadır. Din ehli olanlar onlardan ilerlemeye mazhar
olurlar.
5520 Çünkü o, varlık dağını kazmasız, külünksüz dağıtarak ortadan kaldırmıştır.
Haber verdikleri, yüce makamların sırlarıdır. Daima Huda’dan söyler, gayrıdan
değil. Çünkü seyri daima o tarafadır. Mazhar-ı Yezdan olan merd-i
Huda’yı gör! Onun her hareketi Hak’tandır.
(SAYFA 213) Onda nefsin hakimiyeti kalmamıştır, çünkü o, nefsini de aklını da azletmiştir.
Vücudunda Huda’dan başka hakim yoktur, ondan gayrısını toz
gibi silkip atmıştır.
5525 Ne zaman ki o vücutta, Hak hakim olur, artık ondaki nefis günahkarlar gibi
suçlu ve kovulmuştur. Nefis, akıl, can, gönül tamamen alettirler. Hepsi de
onun emriyle hareket ederler. Hak Teala Hazretleri kendini onlardan gösteriyor.
Dervişlerin halini böyle bil! Bu misalin daha pek çok şekil ve suretleri
vardır. Fakat akıllı olan, bu kadardan anlar. Eğer ben cihanın halini açıklamak
isteseydim, halkın esrarını açıkça söylerdim.
5530 Bu, kimin gönlünün isteği, o, hangi canın arzusudur? Yahut o, dün akşam
ne yedi, yahut filan zatın sofrasından ne apardı? Hasılı, dünya hallerini birer
birer haber verirdim, gönüller şekten kurtulsun diye. Fakat bu sırlara itibar
yoktur, çünkü fanidirler, fani olan şeyler hakirdir, değersizdir.
5535 Cihan fani olunca, cihanın halleri de geçicidir. Bunda şüphe yok. Her kim engin
(mütevazi) olursa o, miktarınca (tevazuu nispetinde) yükselir. Arş, kürs
onda zahir olur. Arş ne olacak? Bütün varlık ondadır. Bütün eşya o cevher
suretinden hayat bulur.
MAKALE 76
Bu makale şunu beyan edecektir:
Hak Teala Hazretleri velinin kalbinde yerleşince, velinin cismi her ne kadar
var olsa da yok hükmündedir. Nitekim büyük bir harmanda bir tek tane
dikkate alınmaz ve hesaba katılmaz. Her ne kadar o bir tane de o harmanda
mevcut ise de. Bunun gibi, veliyyullah olan zat da Allah’ın didarı yanında
tane gibi kalır. Mevcutsa da yok görünür. Çünkü bütün âlemin gözü taneyi
değil, harmanı görür. O harman Hakk’ın deryasıdır. İster vasıta olan velinin
suretinde görünsün, ister vasıtasız. O derya bütün yeri ve göğü kuşatır.
Bütün varlık o deryadadır. Nasıl ki, zahiri deryalarda da birçok şeyler
mevcuttur. Dağlar, adalar, şehirler, yalılar, hesaba gelmeyen türlü mahluklar
vesaire. Fakat gözü olanlar ancak deryayı görür. Ve deryadan bahseder.
Onların hepsini deryanın unsurları ve ona bağlı sayar. Onları da hesaba katarak
deryaya iki veya üç, beş, on beş demez. Nasıl ki, bir adama etini, derisini,
kemiğini, damar ve sinirlerini de dikkate alarak üç veya beş demiyor,
bunların cümlesinde bir tek şahıs görüyor, derya da böyledir. Hakiki derya
ki, Hazret-i Hak’tır. Batın gözü olan, birden başka bir şey görmez. Mevcudatın
cümlesini ona ait ve bitişik parçaları bilir.
Hülasa, Huda’yı görenler yalnız Huda’yı görür. Huda’yı tanımayanlar
yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür. Bilmez ki onların hepsi birdir, bir
vücuttur.
(SAYFA 214) Hak Teala Hazretleri deryadır. Mahlukat, o deryaya nispetle ehemmiyetsiz
bir damladır. Bütün mevcudatı deryadaki balıklar gibi bil ki, balıklar
gibi o deryadan diridirler.
Deryada balıktan başka sonsuz mahluklar vardır ki her biri başka bir şekil, 5540
ayrı bir hilkattedir. Fakat deryada giden kör olursa, derya ona asla görünemez.
Tesadüfen deryadan eline ne geçerse onu sımsıkı tutar ve daima onun
lafını eder. Şöyle bir şey ele geçirdim diyerek, iyi veya kötü olduğunu bilmeyerek
onu anlatır. Bu deryada bütün cihan halkı körler gibi gafletle giderler.
Her biri orada dost kim, düşman kim, açıkça görür. Bu kabilden olan göz 5545
orada yüzlercedir. Sayısız diyecekken yüz demişim. Kör, körlüğü yüzünden
deryayı göremez. Halbuki, daima beraber yaşıyor ve daima ondan hayat alı-
yor. Çünkü o aslından bihaber kalmıştır. Fakat detaylara gelince, gözleri çok
açıktır. Ama o kimse ki Hak onu seçti ve göz verdi. Onu kendi yakınlık ve visaliyle
mesut etti.
Güneşin nurunu kereminden ona arkadaş verdi ki eşyayı inceden inceye gör- 5550
sün. O seçkin, Hak nuruyla yerde gökte olanları seçer, temyiz ve fark eder.
Hak denizi içinde bulunanların cümlesini görür, kendi miktarınca Huda’dan
ders alır. O deryayı perdesiz olarak görür. Çünkü kereminden ona kapılar
açmıştır. Hakk’ın nuru onun gözüne yakın olmuştur. O, yerden göğe kadar
olanı seyreder.
Öyle cihanlara gider ki, orada cisim yoktur. İsimlenenden başka ne resim 5555
var, ne isim. Malumun olsun ki, her makamın ayrı sırları, her mekanın baş-
238
Rebabnâme
ka nurları var. Orta halde bulunanların mevkileri de her ne kadar yüksek ise
de yücelere nereden uçacak! Her ne kadar o tarafta pek çok makamları varsa
da, tarafsız âleminde ön ve son yoktur. Orada sayısız ilginç makamlar vardır.
Rabbe vasıl olan son makama kadar.
5560 Son makam orasıdır. Oraya her kim erişirse, ruhu, cismi hep mahvolur. Fakat
bu mahv, yok olur manasına değildir. Belki bütün vücutların aslı olur demektir.
O makama eren vücut, boncuk gibiyse inci olur, toprak gibiyse altından
kıymetli olur. Zerre ise güneş olur. Bunu anlasan harap olursun. Bu harap
olmak da mahvolmak manasına değil, son derece örtünürsün, kendinden
geçersin manasınadır.
5565 O cemali gören kimsenin gözü; o lütfu, o celali, o kemali gören göz, ondan
başkasına alıcı gözle bakar mı? Ondan başka şeyden bahseder mi? Bu, imkansızdır
ve olmayacak iştir ki böyle yüceliği bıraksın da aşağılık şeylerle
meşgul olsun! Sultanın yakını ve ahbabı, kölelerle beraber bir yerde ikamet
edebilir mi? İkbale ve ebedi makama ermiş olanlar zindan hayatını tercih
eder mi? (SAYFA 215)
5570 Bu nimetlere nail olan kimse, başka şeylere boyun büker, tenezzül eder mi?
Halk, burada (dünyada) onun için bağlanıp kalıyorlar ki ora, dünya gibi göz
önünde değil. Ancak oranın vasfını peygamberden işitmişler, onu bir ümit
olarak kabul etmişlerdir. Dünya, peşin alışveriş gibidir, ebediyet veresiye.
Bu, gözlerinin önünde, o gizlidir. Onu peşin olmadığı için bırakıyorlar, onlara
göre peşin olmayan kâr, zarar demektir.
5575 Fakat, ahiret nakdini bu günden elde etmiş olanlara halka gizli olan devlet
ayan olmuştur. Bu tacir, artık dünya kârına kanaat eder mi? Zehiri, şekere
kim tercih eder? Daima, gecesiz, gündüzsüz, rızıklanır, yiyip içer, fikir yormadan
Hak ticareti eder. Onun ticareti Hakk’ın armağanıdır, Hak’la birliktir,
ebedi birlik. Saf, ebedi, sonradan oluşma tortusundan ari, hünerliden, abesten
uzak temiz bir nesildir.
5580 Bir vahdet ki adetler, yanında yok olur. Güneşin yanında ayla yıldızların yok
olduğu gibi o vahdetten, adetler gider (zail olur). O, adetten kurtulmuştur;
imdat ondan gelir; onun imdada ihtiyacı yoktur. Vasıtasız lütuflar ondan eri-
şir. O gönle ki o, vuslata sebep olmuştur. Şişeye ve isteğe muhtaç olmaksızın
ondan sonsuz şarap içer. Onun emrine can-ı dilden itaat eder. Eğer o, zahiren
vekil ise de sen onu vekil olduğu zat yerine say! Bire iki deme!
5585 Vekilin yaptığı, vekil olunanın yaptığı demektir. İster iğnelesin, ister azarlasın,
ne yaparsa onun hesabına yapar. O, zahiren naip (vekil), batınen menubdur
(vekil olunandır). Bir gör! Çünkü iki değildir. Ruhların cümlesi onun ruhunda
konaklarlar. Dilsiz, dudaksız ona yardımcı olmuşlardır. O hazretten
ayrı düşecek bir şey yoktur. Çünkü onun ruhunun yakını Huda’dır. Hakikatte
onda gören Hak’tır. Çünkü Hakk’ın nuru onun ruhuna dahil olmuştur.
5590 Mümin, Hakk’ın nuruyla nazar ederse, artık ondan, hayır, şer, bir şey gizli
kalamaz. Eşyayı Hakk’ın nuruyla, gerçek niteliğiyle açıkça görür. Çünkü,
Hak’tan aldığı ilimle durmaksızın dolan Resul-ı Zişan, “Erini’l-eşyae ala hakikatiha”
temennisinde bulunurlardı. Hazretin bundan kasdı eşya değildi,
hallak-ı cihana kavuşmaktı. Onun nur-ı visaliyle baksın da gözleri ondan
başkasını görmesin.
İstiyordu ki: Nur-ı Hak’la kendisini görsün, fakirleri de kendisi gibi sultan 5595
etsin. (La uhsi senae)83’in tefsiri budur.
Doğru yolu gören can ne bahtiyardır. Bu nuru Huda’dan sıçramış bil Cenab-ı
Peygamber onun için iki cihan sultanı oldu. Huda’ya tamamen vasıl oluncaya
kadar bu nur kendisine rehber olmuştur.
(SAYFA 216) O büyük deryayı kendinde gördü ve o hamdü senayı kendine etti.
Herkes isterdi ki varlığından kurtulsun da bu taraftan o tarafsız tarafına 5600
adım atsın. Bu varlık aynanın pasıdır. Pastan temizlendiği vakit her şey gö-
rünür. Eşya aynanda zahir olur, sinende nur-ı Hakk’ı aşikar görürsün! İyi
kötü nakışlar, dost düşman, bütün eşya onda görünür olur. Ruh aynasından
birşey kaybolmaz: İsa, Musa, İbrahim, Nuh,
Muhammet Mustafa (s.a.v.) ve bütün enbiya, müminler, aşıklar, veliler. O 5605
deryada balıklar gibidirler. Birbirine ziyan vermeden beraberce yaşarlar. Her
kim manaya giderse, ayrı olmaz. Onun ruhu Hak ile ebedi olur. Halkı bu tuzak
yerinden o kurtarır, eğri gidenleri çeke çeke yola getirir. Tâ ki ayrılığı olmayan
kavuşmayı ondan görürler, her an yüz türlü fikirlere kavuşurlar.
Elsiz, sinesiz kucaklaşmalara; dudaksız, kucaksız buselere nail olurlar. Bu 5610
gülşende hiç diken göremezsin, kemansız, kirişsiz ezgiler dinlersin. Hasılı;
orası bütün emellere kavuşmak yeridir, perdesiz görmeler oradadır. Görme
hali geldiği vakit, aramakta olduğumuz vuslat işi tamam olmuştur.
83 “Lâ uhsî senâen aleyk, ente kemâ esneyte alâ nefsike: Senin zatını senâ ettiğin (övdüğün, methettiğin) ölçüde Seni senâ
etmeye gücüm yetmez.”
239
Sultan Veled
ka nurları var. Orta halde bulunanların mevkileri de her ne kadar yüksek ise
de yücelere nereden uçacak! Her ne kadar o tarafta pek çok makamları varsa
da, tarafsız âleminde ön ve son yoktur. Orada sayısız ilginç makamlar vardır.
Rabbe vasıl olan son makama kadar.
5560 Son makam orasıdır. Oraya her kim erişirse, ruhu, cismi hep mahvolur. Fakat
bu mahv, yok olur manasına değildir. Belki bütün vücutların aslı olur demektir.
O makama eren vücut, boncuk gibiyse inci olur, toprak gibiyse altından
kıymetli olur. Zerre ise güneş olur. Bunu anlasan harap olursun. Bu harap
olmak da mahvolmak manasına değil, son derece örtünürsün, kendinden
geçersin manasınadır.
5565 O cemali gören kimsenin gözü; o lütfu, o celali, o kemali gören göz, ondan
başkasına alıcı gözle bakar mı? Ondan başka şeyden bahseder mi? Bu, imkansızdır
ve olmayacak iştir ki böyle yüceliği bıraksın da aşağılık şeylerle
meşgul olsun! Sultanın yakını ve ahbabı, kölelerle beraber bir yerde ikamet
edebilir mi? İkbale ve ebedi makama ermiş olanlar zindan hayatını tercih
eder mi? (SAYFA 215)
5570 Bu nimetlere nail olan kimse, başka şeylere boyun büker, tenezzül eder mi?
Halk, burada (dünyada) onun için bağlanıp kalıyorlar ki ora, dünya gibi göz
önünde değil. Ancak oranın vasfını peygamberden işitmişler, onu bir ümit
olarak kabul etmişlerdir. Dünya, peşin alışveriş gibidir, ebediyet veresiye.
Bu, gözlerinin önünde, o gizlidir. Onu peşin olmadığı için bırakıyorlar, onlara
göre peşin olmayan kâr, zarar demektir.
5575 Fakat, ahiret nakdini bu günden elde etmiş olanlara halka gizli olan devlet
ayan olmuştur. Bu tacir, artık dünya kârına kanaat eder mi? Zehiri, şekere
kim tercih eder? Daima, gecesiz, gündüzsüz, rızıklanır, yiyip içer, fikir yormadan
Hak ticareti eder. Onun ticareti Hakk’ın armağanıdır, Hak’la birliktir,
ebedi birlik. Saf, ebedi, sonradan oluşma tortusundan ari, hünerliden, abesten
uzak temiz bir nesildir.
5580 Bir vahdet ki adetler, yanında yok olur. Güneşin yanında ayla yıldızların yok
olduğu gibi o vahdetten, adetler gider (zail olur). O, adetten kurtulmuştur;
imdat ondan gelir; onun imdada ihtiyacı yoktur. Vasıtasız lütuflar ondan eri-
şir. O gönle ki o, vuslata sebep olmuştur. Şişeye ve isteğe muhtaç olmaksızın
ondan sonsuz şarap içer. Onun emrine can-ı dilden itaat eder. Eğer o, zahiren
vekil ise de sen onu vekil olduğu zat yerine say! Bire iki deme!
5585 Vekilin yaptığı, vekil olunanın yaptığı demektir. İster iğnelesin, ister azarlasın,
ne yaparsa onun hesabına yapar. O, zahiren naip (vekil), batınen menubdur
(vekil olunandır). Bir gör! Çünkü iki değildir. Ruhların cümlesi onun ruhunda
konaklarlar. Dilsiz, dudaksız ona yardımcı olmuşlardır. O hazretten
ayrı düşecek bir şey yoktur. Çünkü onun ruhunun yakını Huda’dır. Hakikatte
onda gören Hak’tır. Çünkü Hakk’ın nuru onun ruhuna dahil olmuştur.
5590 Mümin, Hakk’ın nuruyla nazar ederse, artık ondan, hayır, şer, bir şey gizli
kalamaz. Eşyayı Hakk’ın nuruyla, gerçek niteliğiyle açıkça görür. Çünkü,
Hak’tan aldığı ilimle durmaksızın dolan Resul-ı Zişan, “Erini’l-eşyae ala hakikatiha”
temennisinde bulunurlardı. Hazretin bundan kasdı eşya değildi,
hallak-ı cihana kavuşmaktı. Onun nur-ı visaliyle baksın da gözleri ondan
başkasını görmesin.
İstiyordu ki: Nur-ı Hak’la kendisini görsün, fakirleri de kendisi gibi sultan 5595
etsin. (La uhsi senae)83’in tefsiri budur.
Doğru yolu gören can ne bahtiyardır. Bu nuru Huda’dan sıçramış bil Cenab-ı
Peygamber onun için iki cihan sultanı oldu. Huda’ya tamamen vasıl oluncaya
kadar bu nur kendisine rehber olmuştur.
(SAYFA 216) O büyük deryayı kendinde gördü ve o hamdü senayı kendine etti.
Herkes isterdi ki varlığından kurtulsun da bu taraftan o tarafsız tarafına 5600
adım atsın. Bu varlık aynanın pasıdır. Pastan temizlendiği vakit her şey gö-
rünür. Eşya aynanda zahir olur, sinende nur-ı Hakk’ı aşikar görürsün! İyi
kötü nakışlar, dost düşman, bütün eşya onda görünür olur. Ruh aynasından
birşey kaybolmaz: İsa, Musa, İbrahim, Nuh,
Muhammet Mustafa (s.a.v.) ve bütün enbiya, müminler, aşıklar, veliler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder