2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

305 Her nefeste yüz türlü hikaye anlatır ki onları evde dinleyecek kimse varsa,
dinler. Bazen ayrılık acısıyla inler, bazen vuslat zevkiyle sevinir. Bazen aşk
ateşleri içinde yanar. Bazen aşkın verdiği zevk ile teselli bulur. Bazen cefadan
şikayet eder, bazen de kadehlerin dönüp dolaşmasına şükür eyler. Bazen
ziyandan, hüsrandan bahseder, bazen de kârla zararın uyuştuklarını haber
verir.
310 Bunlardan başka daha yüz çeşit şeylerden bahseder. Ancak sen bu sırları o
kulağa söyle ki: “Sırlar ona ağır gelmez, yüksünmez.”
Çünkü sağır kulaklar bu seslenişlerden nasip alamaz. Sağır kulak sesten ne
anlar? Ona göre güzel veya çirkin ses eşittir.
Sen, bu sırları duyup da icabet edecek kulaklara söyle ki bu inlemelerden
faydalanabilsin. Senin kulağınla senin aklından başka bu ince manalı sözleri
dinlemeye layık hangi kulak vardır?
315 Sana söylüyorum, yalnız sana. Her ne kadar sana söylerken başkaları da dinlerse
de. Çünkü bu sırları anlamak zordur.
Kötü ruhlu kimselere kolaylıkla nasip olmaz. Kuşların sırrından ancak Sü-
leyman anlar. Süleyman olmayanın kulağına kuş sesi nasıl girebilir?
MAKALE 6
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Derler ki “Halkın cisimleri çeşitlidir. Kimi Hindu, kimi Türk, kimi Rumi,
kimi Ermeni, kimi siyah, kimi beyaz... Fakat ruh birdir. Ruhlarda fark yoktur.”
Fakat bu manayı yanlış anlamışlardır. Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde
değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
Deri, et, kan vesaire. Bunların hepsi birdir. Fakat ruhlar böyle değildir
ki Hadis-i şerifte: “El-ervâhu cunûdun mücennedetun femâ te’ârafe minhâ
i’telefe ve mâ tenâkera ihtelefe” buyrulmuştur. Her ruh ayrı bir kuştur ve
ayrı madendir: “En-nâs me’âdin keme’âdini’z-zeheb ve’l-fidda” denilmiştir
ve yetmiş iki millet bu cihetle vücuda gelmiştir ki her milletin başka bir maksadı,
başka bir meşakkati vardır. Suretlerdeki farklılık, mananın farklılaşmasındandır.
Çünkü suret, mananın elinde bir alettir.
Cisimler kafesler gibi bir türdür. Fakat her kafeste ayrı bir kuş vardır. Nasıl
ki görürsünüz, yüz binlerce kafes aynı çöpten ve kamıştan yapılır. Fakat
birinde kurt, birinde bülbül, birinde dudu bulunur. Her kuşun ayrı bir şekli
başka bir sesi vardır ki ne bu ona benzer, ne de o buna... Vücutları ve ruhları
böyle bilmek lazımdır. Bu makalede Peygamber Aleyhissalatu Vesselam
Efendimiz’in “ustur zehâbeke ve zehebeke ve mezhebek” Hadis-i şerifi tefsir
olunacaktır.
(SAYFA 17) Halkın ruhları kuş, cisimleri kafes gibidir. Kafeslerin hepsi bir türdür.
Fakat kuşlar böyle değil. Bu sözler gerçi halkın zihinlerine sığmaz.
Dört unsur, cisimlerin direğidir. Her ne kadar adları başka başka ise de. Bir 320
şeyin adının değişmesiyle kendi değişmez.
Fena bir isim vermekle şeylerin tadı değişir mi? Şeker kamışına, mesela, peynir
desen, peynir tadı verir mi? Cisimler yuvaya, ruhlar uçan kuşa benzer.
Kuşlardan herbirinin zatında ve vasfında bariz farklar vardır: Herbirinin ya-
şayış tarzı başkadır.
Herbirinin ayrı gidişi, başka bir işi ve talebi vardır. Dünyada yetmiş iki mil- 325
let vardır. Kimi dine sarılmış, kimi dinden uzaklaşmıştır. Hepsi de kendi itikadına
sımsıkı bağlıdır. Çünkü ona göre kendi din ve mezhebinden başkası
doğru değildir.
Hepsi de dini için canlarını feda ederler ki bu suretle Allah yanında makbul
olsunlar. Kendi din ve mezheplerini yükseltmek için mallarını, canlarını feda
ederler.
Düşmanlığın kaynağı dindir. Dini tutuculuk uğrunda ne kadar baş feda edi- 330
lir. Bunun içindir ki Sultan-ı Enbiya Efendimiz buyurmuşlardır: “Zehâbınla
(görüşünle) mezhebini, sana yar olmayanlardan başkasına söyleme! Her ne
kadar öğrenmeye çalışırlarsa da. Dostlarının gayrısından altınlarını da gizli
tut! Her usunu da canının içinde sakla! Eğer rahat istersen, zehabından (gö-
rüş), zehebinden (altın), mezhebinden dem vurma!”
19
Sultan Veled
bablardan, o fasıllardandır.
305 Her nefeste yüz türlü hikaye anlatır ki onları evde dinleyecek kimse varsa,
dinler. Bazen ayrılık acısıyla inler, bazen vuslat zevkiyle sevinir. Bazen aşk
ateşleri içinde yanar. Bazen aşkın verdiği zevk ile teselli bulur. Bazen cefadan
şikayet eder, bazen de kadehlerin dönüp dolaşmasına şükür eyler. Bazen
ziyandan, hüsrandan bahseder, bazen de kârla zararın uyuştuklarını haber
verir.
310 Bunlardan başka daha yüz çeşit şeylerden bahseder. Ancak sen bu sırları o
kulağa söyle ki: “Sırlar ona ağır gelmez, yüksünmez.”
Çünkü sağır kulaklar bu seslenişlerden nasip alamaz. Sağır kulak sesten ne
anlar? Ona göre güzel veya çirkin ses eşittir.
Sen, bu sırları duyup da icabet edecek kulaklara söyle ki bu inlemelerden
faydalanabilsin. Senin kulağınla senin aklından başka bu ince manalı sözleri
dinlemeye layık hangi kulak vardır?
315 Sana söylüyorum, yalnız sana. Her ne kadar sana söylerken başkaları da dinlerse
de. Çünkü bu sırları anlamak zordur.
Kötü ruhlu kimselere kolaylıkla nasip olmaz. Kuşların sırrından ancak Sü-
leyman anlar. Süleyman olmayanın kulağına kuş sesi nasıl girebilir?
MAKALE 6
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Derler ki “Halkın cisimleri çeşitlidir. Kimi Hindu, kimi Türk, kimi Rumi,
kimi Ermeni, kimi siyah, kimi beyaz... Fakat ruh birdir. Ruhlarda fark yoktur.”
Fakat bu manayı yanlış anlamışlardır. Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde
değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
Deri, et, kan vesaire. Bunların hepsi birdir. Fakat ruhlar böyle değildir
ki Hadis-i şerifte: “El-ervâhu cunûdun mücennedetun femâ te’ârafe minhâ
i’telefe ve mâ tenâkera ihtelefe” buyrulmuştur. Her ruh ayrı bir kuştur ve
ayrı madendir: “En-nâs me’âdin keme’âdini’z-zeheb ve’l-fidda” denilmiştir
ve yetmiş iki millet bu cihetle vücuda gelmiştir ki her milletin başka bir maksadı,
başka bir meşakkati vardır. Suretlerdeki farklılık, mananın farklılaşmasındandır.
Çünkü suret, mananın elinde bir alettir.
Cisimler kafesler gibi bir türdür. Fakat her kafeste ayrı bir kuş vardır. Nasıl
ki görürsünüz, yüz binlerce kafes aynı çöpten ve kamıştan yapılır. Fakat
birinde kurt, birinde bülbül, birinde dudu bulunur. Her kuşun ayrı bir şekli
başka bir sesi vardır ki ne bu ona benzer, ne de o buna... Vücutları ve ruhları
böyle bilmek lazımdır. Bu makalede Peygamber Aleyhissalatu Vesselam
Efendimiz’in “ustur zehâbeke ve zehebeke ve mezhebek” Hadis-i şerifi tefsir
olunacaktır.
(SAYFA 17) Halkın ruhları kuş, cisimleri kafes gibidir. Kafeslerin hepsi bir türdür.
Fakat kuşlar böyle değil. Bu sözler gerçi halkın zihinlerine sığmaz.
Dört unsur, cisimlerin direğidir. Her ne kadar adları başka başka ise de. Bir 320
şeyin adının değişmesiyle kendi değişmez.
Fena bir isim vermekle şeylerin tadı değişir mi? Şeker kamışına, mesela, peynir
desen, peynir tadı verir mi? Cisimler yuvaya, ruhlar uçan kuşa benzer.
Kuşlardan herbirinin zatında ve vasfında bariz farklar vardır: Herbirinin ya-
şayış tarzı başkadır.
Herbirinin ayrı gidişi, başka bir işi ve talebi vardır. Dünyada yetmiş iki mil- 325
let vardır. Kimi dine sarılmış, kimi dinden uzaklaşmıştır. Hepsi de kendi itikadına
sımsıkı bağlıdır. Çünkü ona göre kendi din ve mezhebinden başkası
doğru değildir.
Hepsi de dini için canlarını feda ederler ki bu suretle Allah yanında makbul
olsunlar. Kendi din ve mezheplerini yükseltmek için mallarını, canlarını feda
ederler.
Düşmanlığın kaynağı dindir. Dini tutuculuk uğrunda ne kadar baş feda edi- 330
lir. Bunun içindir ki Sultan-ı Enbiya Efendimiz buyurmuşlardır: “Zehâbınla
(görüşünle) mezhebini, sana yar olmayanlardan başkasına söyleme! Her ne
kadar öğrenmeye çalışırlarsa da. Dostlarının gayrısından altınlarını da gizli
tut! Her usunu da canının içinde sakla! Eğer rahat istersen, zehabından (gö-
rüş), zehebinden (altın), mezhebinden dem vurma!”
20
Rebabnâme
335 İçinde sakla, kimseye söyleme, her ne kadar onları anlamaya gayret ederlerse
de. Şundan ötürü ki, dinini anlayınca, (muhalifler) sana yürekten kin bağ-
larlar. Hemen göz açtırmadan canına kastetmek isterler. Gideceğin yeri de
kimseye haber verme, olmaya ki kılavuz kılıklı bir uğursuz, yol kesmeyi sanat
edinmiş adi ve alçak bir hilebaz
340 seni takip ile canına kasteder, altınlarını, metaını zorla elinden alır. Altınları-
nı da sakla ki, geceleyin bir hayırsız, haberin yokken aşırmasın. Hülasa, korkudan
kurtulmak ve emniyet içinde bulunmak istersen bu üç şeyini kimseye
söyleme! Ruhların görünürdeki farklılığı, elif - ba gibi, vücutların farklılığından
ileri gelir. Her cemaatin kendine göre bir mezhebi, bir sırrı olduğu gibi,
her birinin bir yari, bir kafadarı vardır.
345 Herbirinin bir türlü yiyecek ve gıdası, kendine mahsus bir dini, bir mabudu
veya tapacak bir putu vardır. Ruhlar da uçan kuşlara benzer. Her birinin bir
şekli ve ayrı bir ötüşü vardır. Kiminin yuvası helali haram saymak ve dinden
çıkmak, kimininki din ve itaattir. O halde bu muhtelif kuşların dillerinden
anlayacak bir Süleyman’a ihtiyaç vardır ki; dev, peri, insan, melek tamamen
onun hükmünde olsun, (SAYFA 18)
350 Çevgenle oynadığı top gibi, hepsi de canıgönülden onun fermanına itaat etsin.
Sen o Süleyman’ın sırrısın, hepsini yakinen bilmelisin. Sır, özdür yani iç-
tir, iç elbette kabuğa tercih olunur. Düşünceyle ibadetin özü, bundan dolayı,
hepsinden üstündür.
Çünkü Hak Teala’nın sanatını bir parça düşünmek, 70 yıllık virdler ve zikirlerden
hayırlıdır. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerif’inde: “Tefekkuru
sâatin hayrun min ibadeti seb’îne seneten” buyurmuştur.
355 Şu halde yakinen malum oldu ki, tefekkür, aklın ve ruhun sonucudur. Öyleyse
sonucu tercih etmelidir. Dünyada, akıcı söz olsun, kekeme sözü olsun
hepsini dinledin ve anladın. Herkesin muradına göre adilane hükümlerini
ver ki hepsinin halinden haberdarsın.
Sen Anka’sın, yerin de Kaf Dağı’dır. Uçuşun, dönüp dolanışın daima üstedir.
Kaf’tan murat Cenab-ı Hak’tır. Anka’dan murat da can kuşudur. Söyle
de yuvasını Kaf Dağı semtine kursun.
360 Lakin bu makam her cana nasip olmaz. Ağız içinde ham meyve ile olgun
meyve bir midir? Ebu Cehil karpuzu şeker tadı verir mi?
Boncuk kıymetçe elmasla beraber olur mu? Her kanatlı böcek pervanelik
edebilir mi? Şahin, evcil bir kuş nasıl olabilir? Serçe kuşu, Hüma ile beraber
uçabilir mi? Evlerin tavanı sema kadar yükselemez. Hayvanın canı Kaf’tan
ne anlar? O, Kaf’tan dem vursa laf olsun diye söyler.
365 Kendine Anka süsü vererek ahmakları aldatmak, ölü cesedinin içinde zinde
bir ruh taşımakta olduğu fikrini vermek ister.
O, ruhu katran gibi kara olan baykuş avcısı kendini halka ay gibi nurlu göstermek
gayretindedir. Amma, hakikatte söğüt ağacı gibi meyvesizdir. Görü-
nüşü meyve ağacından farksızdır. Fakat yine elverişli meyveden mahrumdur.
O rehbersiz, gulyabani gibi yol kesicidir. Ondan meyve umma, ki yaprağı
bile yoktur.
Meyveyi ondan iste ki sana lafsız sözsüz yüzlerce çeşit meyve versin. Bahara 370
muhtaç olmadan sana şeker gibi tatlı meyveler versin. Feleklerde uçan ruh da
böyledir. O, Cenab-ı Hakkın ahlâkıyla ahlâklanmış, melek tabiatı kazanmış-
tır. Bizim sözümüz öyle canlar hakkındadır ki o, gıdasını “ilm-ü ledün”den
alıyor. Bu zamanda böyle can sensin, bütün sözlerimle sana hitab ediyorum.
Zahirde halk ile oturur, kalkarsın, fakat Cenab-ı Yezdan’ın gölgesindesin. 375
Çünkü Yezdan’ın seyrettiği senin kalbindir. Her ne kadar bu gönül, unsurlardan
oluşmuş bir vücutta bulunuyorsa da. (SAYFA 19)
21
Sultan Veled
335 İçinde sakla, kimseye söyleme, her ne kadar onları anlamaya gayret ederlerse
de. Şundan ötürü ki, dinini anlayınca, (muhalifler) sana yürekten kin bağ-
larlar. Hemen göz açtırmadan canına kastetmek isterler. Gideceğin yeri de
kimseye haber verme, olmaya ki kılavuz kılıklı bir uğursuz, yol kesmeyi sanat
edinmiş adi ve alçak bir hilebaz
340 seni takip ile canına kasteder, altınlarını, metaını zorla elinden alır. Altınları-
nı da sakla ki, geceleyin bir hayırsız, haberin yokken aşırmasın. Hülasa, korkudan
kurtulmak ve emniyet içinde bulunmak istersen bu üç şeyini kimseye
söyleme! Ruhların görünürdeki farklılığı, elif - ba gibi, vücutların farklılığından
ileri gelir. Her cemaatin kendine göre bir mezhebi, bir sırrı olduğu gibi,
her birinin bir yari, bir kafadarı vardır.
345 Herbirinin bir türlü yiyecek ve gıdası, kendine mahsus bir dini, bir mabudu
veya tapacak bir putu vardır. Ruhlar da uçan kuşlara benzer. Her birinin bir
şekli ve ayrı bir ötüşü vardır. Kiminin yuvası helali haram saymak ve dinden
çıkmak, kimininki din ve itaattir. O halde bu muhtelif kuşların dillerinden
anlayacak bir Süleyman’a ihtiyaç vardır ki; dev, peri, insan, melek tamamen
onun hükmünde olsun, (SAYFA 18)
350 Çevgenle oynadığı top gibi, hepsi de canıgönülden onun fermanına itaat etsin.
Sen o Süleyman’ın sırrısın, hepsini yakinen bilmelisin. Sır, özdür yani iç-
tir, iç elbette kabuğa tercih olunur. Düşünceyle ibadetin özü, bundan dolayı,
hepsinden üstündür.
Çünkü Hak Teala’nın sanatını bir parça düşünmek, 70 yıllık virdler ve zikirlerden
hayırlıdır. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerif’inde: “Tefekkuru
sâatin hayrun min ibadeti seb’îne seneten” buyurmuştur.
355 Şu halde yakinen malum oldu ki, tefekkür, aklın ve ruhun sonucudur. Öyleyse
sonucu tercih etmelidir. Dünyada, akıcı söz olsun, kekeme sözü olsun
hepsini dinledin ve anladın. Herkesin muradına göre adilane hükümlerini
ver ki hepsinin halinden haberdarsın.
Sen Anka’sın, yerin de Kaf Dağı’dır. Uçuşun, dönüp dolanışın daima üstedir.
Kaf’tan murat Cenab-ı Hak’tır. Anka’dan murat da can kuşudur. Söyle
de yuvasını Kaf Dağı semtine kursun.
360 Lakin bu makam her cana nasip olmaz. Ağız içinde ham meyve ile olgun
meyve bir midir? Ebu Cehil karpuzu şeker tadı verir mi?
Boncuk kıymetçe elmasla beraber olur mu? Her kanatlı böcek pervanelik
edebilir mi? Şahin, evcil bir kuş nasıl olabilir? Serçe kuşu, Hüma ile beraber
uçabilir mi? Evlerin tavanı sema kadar yükselemez. Hayvanın canı Kaf’tan
ne anlar? O, Kaf’tan dem vursa laf olsun diye söyler.
365 Kendine Anka süsü vererek ahmakları aldatmak, ölü cesedinin içinde zinde
bir ruh taşımakta olduğu fikrini vermek ister.
O, ruhu katran gibi kara olan baykuş avcısı kendini halka ay gibi nurlu göstermek
gayretindedir. Amma, hakikatte söğüt ağacı gibi meyvesizdir. Görü-
nüşü meyve ağacından farksızdır. Fakat yine elverişli meyveden mahrumdur.
O rehbersiz, gulyabani gibi yol kesicidir. Ondan meyve umma, ki yaprağı
bile yoktur.
Meyveyi ondan iste ki sana lafsız sözsüz yüzlerce çeşit meyve versin. Bahara 370
muhtaç olmadan sana şeker gibi tatlı meyveler versin. Feleklerde uçan ruh da
böyledir. O, Cenab-ı Hakkın ahlâkıyla ahlâklanmış, melek tabiatı kazanmış-
tır. Bizim sözümüz öyle canlar hakkındadır ki o, gıdasını “ilm-ü ledün”den
alıyor. Bu zamanda böyle can sensin, bütün sözlerimle sana hitab ediyorum.
Zahirde halk ile oturur, kalkarsın, fakat Cenab-ı Yezdan’ın gölgesindesin. 375
Çünkü Yezdan’ın seyrettiği senin kalbindir. Her ne kadar bu gönül, unsurlardan
oluşmuş bir vücutta bulunuyorsa da. (SAYFA 19)
22
Rebabnâme
MAKALE 7
Bu makale, “İnnallâhe lâ yenzuru ilâ suverikumve lâ ilâ a’mâlikum ve lâkin
yenzuru ilâ kulûbikum ve niyyâtikum” hadis-i şerifini izah edecektir. Cenab-ı
Hakk’ın bakışı kalplere yönelmiştir. Kalpten murat, Hak sevgisidir. Demek
oluyor ki, Cenab-ı Hak daima kendi sevdiğine bakıyor. Sevgili aynaya kendi
cemalini görmek için bakar. Onun aynayı sevmesi, kendini sevmesindendir.
Bu nedenle, her kim Allah’ı daha çok seviyorsa onun aynası daha saf, daha
berrak olmalıdır. Çünkü sevgili daha fazla parlak aynayı daha çok sever çünkü
onda yüzü daha güzel görünür.
Şu halde Cenab-ı Hakk’ın enbiya ve evliya ile olan aşkbazlığı, hakikatte
gene kendisiyledir.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Ben, ne amellere bakarım, ne de hile ile dolu
olan katı cisime. Ben daima kalbe bakarım. Şunun için ki kalpten başkası
benden haberdar değildir. Gönül ayna gibidir, ben de sevgiliyim. Aynadan
başka şeye bakmam.”
380 Güzel yüzlü, aynadan başka bir şey istemez. Ona aynadan daha sevimli ne
olabilir? Demek oluyor ki o gülümzar, kendinin talibidir. Yüzünün güzelli-
ğini aynadan daha iyi seyreder, aynadan daima ziyneti artar. Aynayı istedi-
ği kadar hiç bir şeyi istemez onu daima ve her şeyden aziz ve makbul tutar.
Hakikatte o, kendine aşıktır. Aynaya yönelmesi kendini görmek içindir.
385 Evliyanın Hakk’ın talebi olmaları bundandır. Çünkü Cenab-ı Hak kendi gü-
zelliğini onlarda seyreder. Evliya, kendi nakış ve ziynetlerinden şunun için
vazgeçtiler ki kendilerinde sevgililerinin kendini seyretmesine engel kalmasın.
Evet, onlar nakışlarını feda ettiler ki sevgilileri “Onların varlığı benim
varlığımdır, onlar benim.” desin. Huda, kendinden başkasını istemez olunca,
evliyadan bir nefes ayrılmaması lazım gelir. Sen aradan çık! Yani kendin
için vücut tasavvur etme! Ta ki o, sana sığınsın. Karşılık olarak! Sıfatlardan
geç ki hedefine varasın. Maksuda eresin.
390 Bil ki varlık yokluktadır. Her kim kendi isteğiyle ölürse ebedi hayata kavu-
şur. (Mutu gable en temutu = Ölmezden evvel ölün) sırrı buradadır. Kim
bunu anlarsa insan olur. Bu ölümün, hayat olduğunu bilenler buna ölüm demezler.
Ey oğul!
Eğer içerideki bilgisizliği çıkarabilirsen, yerine bilgi ve yetenek dolar. Hiç bir
kimseye bilgisizliğinden şikayet ettin mi? Yahut dertten tamamen kurtuldum
saf ve temiz oldum diyebildin mi?
395 Belki haline memnun olarak dersin ki: ne olur testi de olursam? Sen testisin,
Hakk’ın güzelliği deryadır.
Yahut o deryanın yanında sen bir yaşlık gibisin! Veyahut da Huda bütündür,
sen basit bir parçasın. Eğer Huda’nın gerçekten dostu isen bu noktayı iyi dü-
şün! Cüz’ün kül olduğu zaman, mutluluk ve neşe zamanıdır. Yıkılmak yeniden
yapılmak demektir.
(SAYFA 20) Her kim ölüme, göreceli olarak ölüm derse, ölüdür; meyvesiz bir ağaç
gibidir.
O, şaşı olduğu için onu ters görmüştür, başı yükseklerde olan aşkı, başı aşa- 400
ğı görmüştür. Yokluk şarabıyla ebedi sarhoş olan, ebediyeti yoklukta arar.
Tane, toprağın altına girince dirilir, temiz topraktan baş gösterip çıkar. Yerin
altında tamamen yok olduktan sonra taze ve seçkin meyvelerle ortaya çıkarak
tekrar dirilir. Öldükten sonra, yüzlerce dal, binlerce meyvelerle gene topraktan
baş gösterir.
Ölümden böyle faydalar temin eden, artık hayata dönüp de bakar mı? Hak 405
yolunda kulluk padişahlıktır. Hükmü yerden göğe kadar geçerlidir. Katre,
deryaya karışınca memnun olur. Bendelikten kurtulur. Azade bir hayat sürmeye
başlar. Onun ilmi, amellerinden ziyade olur, şefkatine karşılık başka
şefkatler, rüya sayılır. Belki amelleri bile onun ayağı altına baş kor, ameller o
ilme can verir.
Çünkü bu ilmin kaynağı Hak’tır, öğretmensiz, kitapsız, kağıtsız, ondan dev- 410
şirilebilir. Böyle bir ilimden gözler nurlanır, habersizler kadrinden haberdar
olur. Böyle âlimlerin düşünceleri perdeleri yakar, onun sözünden apaçık
Hak görünür. Fikrin, zikrin olunca sana kanatlar bahşeder ki onlarla yükseklerde
uçarsın! Cenab-ı Hak iyi fikirleri makbul kullarına, fena fikirleri de reddedilmiş
kullarının aklına getirir.
Gerek iyi, gerek kötü, kendiliğinden olan bu fikirler açıkça ödül veya ceza- 415
dır. Bir araya toplandıktan sonra mahşere varıldığında bu fikirler orada suret
bularak (tartıya konacaktır.) Uyanıkken göremediğimiz fikirler, rüyada meydanda
olmuyorlar mı?
Endişeler uykuda nasıl suret buluyorsa, orada da suret elde eder. İstedim ki
bunu şerh edeyim. Fakat bu, âkillere göre ancak bir işaret olur.
Akiller azdan çok anlar ve kalpteki esrarı okurlar. 420
23
Sultan Veled
MAKALE 7
Bu makale, “İnnallâhe lâ yenzuru ilâ suverikumve lâ ilâ a’mâlikum ve lâkin
yenzuru ilâ kulûbikum ve niyyâtikum” hadis-i şerifini izah edecektir. Cenab-ı
Hakk’ın bakışı kalplere yönelmiştir. Kalpten murat, Hak sevgisidir. Demek
oluyor ki, Cenab-ı Hak daima kendi sevdiğine bakıyor. Sevgili aynaya kendi
cemalini görmek için bakar. Onun aynayı sevmesi, kendini sevmesindendir.
Bu nedenle, her kim Allah’ı daha çok seviyorsa onun aynası daha saf, daha
berrak olmalıdır. Çünkü sevgili daha fazla parlak aynayı daha çok sever çünkü
onda yüzü daha güzel görünür.
Şu halde Cenab-ı Hakk’ın enbiya ve evliya ile olan aşkbazlığı, hakikatte
gene kendisiyledir.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Ben, ne amellere bakarım, ne de hile ile dolu
olan katı cisime. Ben daima kalbe bakarım. Şunun için ki kalpten başkası
benden haberdar değildir. Gönül ayna gibidir, ben de sevgiliyim. Aynadan
başka şeye bakmam.”
380 Güzel yüzlü, aynadan başka bir şey istemez. Ona aynadan daha sevimli ne
olabilir? Demek oluyor ki o gülümzar, kendinin talibidir. Yüzünün güzelli-
ğini aynadan daha iyi seyreder, aynadan daima ziyneti artar. Aynayı istedi-
ği kadar hiç bir şeyi istemez onu daima ve her şeyden aziz ve makbul tutar.
Hakikatte o, kendine aşıktır. Aynaya yönelmesi kendini görmek içindir.
385 Evliyanın Hakk’ın talebi olmaları bundandır. Çünkü Cenab-ı Hak kendi gü-
zelliğini onlarda seyreder. Evliya, kendi nakış ve ziynetlerinden şunun için
vazgeçtiler ki kendilerinde sevgililerinin kendini seyretmesine engel kalmasın.
Evet, onlar nakışlarını feda ettiler ki sevgilileri “Onların varlığı benim
varlığımdır, onlar benim.” desin. Huda, kendinden başkasını istemez olunca,
evliyadan bir nefes ayrılmaması lazım gelir. Sen aradan çık! Yani kendin
için vücut tasavvur etme! Ta ki o, sana sığınsın. Karşılık olarak! Sıfatlardan
geç ki hedefine varasın. Maksuda eresin.
390 Bil ki varlık yokluktadır. Her kim kendi isteğiyle ölürse ebedi hayata kavu-
şur. (Mutu gable en temutu = Ölmezden evvel ölün) sırrı buradadır. Kim
bunu anlarsa insan olur. Bu ölümün, hayat olduğunu bilenler buna ölüm demezler.
Ey oğul!
Eğer içerideki bilgisizliği çıkarabilirsen, yerine bilgi ve yetenek dolar. Hiç bir
kimseye bilgisizliğinden şikayet ettin mi? Yahut dertten tamamen kurtuldum
saf ve temiz oldum diyebildin mi?
395 Belki haline memnun olarak dersin ki: ne olur testi de olursam? Sen testisin,
Hakk’ın güzelliği deryadır.
Yahut o deryanın yanında sen bir yaşlık gibisin! Veyahut da Huda bütündür,
sen basit bir parçasın. Eğer Huda’nın gerçekten dostu isen bu noktayı iyi dü-
şün! Cüz’ün kül olduğu zaman, mutluluk ve neşe zamanıdır. Yıkılmak yeniden
yapılmak demektir.
(SAYFA 20) Her kim ölüme, göreceli olarak ölüm derse, ölüdür; meyvesiz bir ağaç
gibidir.
O, şaşı olduğu için onu ters görmüştür, başı yükseklerde olan aşkı, başı aşa- 400
ğı görmüştür. Yokluk şarabıyla ebedi sarhoş olan, ebediyeti yoklukta arar.
Tane, toprağın altına girince dirilir, temiz topraktan baş gösterip çıkar. Yerin
altında tamamen yok olduktan sonra taze ve seçkin meyvelerle ortaya çıkarak
tekrar dirilir. Öldükten sonra, yüzlerce dal, binlerce meyvelerle gene topraktan
baş gösterir.
Ölümden böyle faydalar temin eden, artık hayata dönüp de bakar mı? Hak 405
yolunda kulluk padişahlıktır. Hükmü yerden göğe kadar geçerlidir. Katre,
deryaya karışınca memnun olur. Bendelikten kurtulur. Azade bir hayat sürmeye
başlar. Onun ilmi, amellerinden ziyade olur, şefkatine karşılık başka
şefkatler, rüya sayılır. Belki amelleri bile onun ayağı altına baş kor, ameller o
ilme can verir.
Çünkü bu ilmin kaynağı Hak’tır, öğretmensiz, kitapsız, kağıtsız, ondan dev- 410
şirilebilir. Böyle bir ilimden gözler nurlanır, habersizler kadrinden haberdar
olur. Böyle âlimlerin düşünceleri perdeleri yakar, onun sözünden apaçık
Hak görünür. Fikrin, zikrin olunca sana kanatlar bahşeder ki onlarla yükseklerde
uçarsın! Cenab-ı Hak iyi fikirleri makbul kullarına, fena fikirleri de reddedilmiş
kullarının aklına getirir.
Gerek iyi, gerek kötü, kendiliğinden olan bu fikirler açıkça ödül veya ceza- 415
dır. Bir araya toplandıktan sonra mahşere varıldığında bu fikirler orada suret
bularak (tartıya konacaktır.) Uyanıkken göremediğimiz fikirler, rüyada meydanda
olmuyorlar mı?
Endişeler uykuda nasıl suret buluyorsa, orada da suret elde eder. İstedim ki
bunu şerh edeyim. Fakat bu, âkillere göre ancak bir işaret olur.
Akiller azdan çok anlar ve kalpteki esrarı okurlar. 420
24
Rebabnâme
MAKALE 8
Bu makale şunu izah edecektir:
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücud parçalarının işidir. Fikir ise
kalp amelidir. Amel insanın elindedir fakat fikir, insanın gücü dışındadır.
Meğer ki Hak Teala bahşede… Vücut parçalarının ameli, fikri harekete getirmek
içindir. Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Tefekkuru sâatin hayrun
min ibadeti seb’îne seneten” (Bir an Allah’ın kudretini düşünmek yetmiş
yıllık ibadetten hayırlıdır.)
Amel, ağaçtır; suyu düşüncedir. Cenab-ı Peygamber buyurmuşlardır ki:
“Men ehlasallahe erbeine sabahen zahara yenabi’ul hikmeti min kalbihi ala
lisanihi” (Bir kimse kırk gün ihlas ile ibadet ederse kalbinden hikmet pınarları
zuhur ederek lisanından akar.)
Bundan anlaşılıyor ki hikmet, amelin meyvesidir. Eğer amel var da meyvesi
görülmüyorsa biliniz ki o amel, gerçi amel suretinde görünür ama hakikatte
amel değildir. Nasıl ki sahte para görünüşte gerçek paradan farksızdır
ama hakikatte para değildir.
(SAYFA 21) Peygamber buyurmadı mı ki: “Bir saatlik tefekkür, 70 seneyi ibadetle
harcamaktan iyidir?” O halde tefekküre nispetle ameller hiç değil midir? Boş
yere zahmetten dağılıp bükülmeden başka bir şey midir? Amel, vücudun çalışmasıdır.
Fikirse Cenab-ı Kibriya’nın ihsanıdır ve kalbin nasibidir. O geçicidir,
bu ebedi. Ten kalmaz fakat can, canan tarafına gider.
425 Vücüdun sonu olduğu gibi vücutla yapılan ibadetin de sonu vardır. Gönül
ibadeti ise gönül gibi (can, ruh) ebedidir. Vücut ölür, toprağa karışır; fakat
can, canlar cihanına yol bulur. Hakikatte amel, fikir içindir. Amel ağaç, fikir
de onun meyvesidir.
Meyve vermezse ağaç ne işe yarar? Anlamak kabiliyeti olmazsa haber neye
yarar? Ey akil, malumun olsun ki fikir meyvedir, ameller de o meyveyi verecek
ağaçtır.
430 Ağaç, istediği meyveyi vermezse neye yarar. Gülü olmayan diken ağacının
ne kıymeti kalır. Amelden maksut ilimdir, hikmettir. Göz, görmek için lazımdır.
Cenab-ı Peygamber Efendimiz ne buyurmuşlardır: Dinle de canıgö-
nülden kabul et. Kim ki kırk sabah ihlas üzere amel ederse Cenab-ı Hak onun
ruhunu nur ile besler. Öyle ki hikmet evinden çeşme gibi akarak gönlünden
diline doğru cereyan eder.
435 Böyle bir netice hasıl etmeyen ameli amel sayma! O amelde muhakkak gaflet
ve riya gibi bir fesat karışıktır. Artık o amel sahte para gibidir, artık onun
dikeninde gül bitmiyor. Bu açıklamada şu anlaşıldı ki ruhu hastalıktan kurtulmayan,
böyle mertlerle yoldaş olamaz. Bu, güneş gibi meydanda bir hakikattir,
fakat gözleri perdeli körler için değil. Bu sırrı bana yar olandan başkası
nerede anlayacak! O yar ki bir nefes içinde iki âlemi diriltir.
440 O dost ki güzellikte eşi, ilim ve irfanda benzeri yok. O dost ki bir ölüye baksa
dirilir, belki dirilerden daha diri olur. Ben bu sırrı ona söyledim ki benim canımdır;
daima dertlerimde, dermanlarımda benim ortağımdır. O, benim ezeli
sevdiceğimdir; tenimde, canımda ondan başka bir şey yoktur. Ben, zeminim,
onun güzelliği güldür, semendir, ben çirkindim onda güzellik kazandım.
Benim cismim kadehtir, onun canı şaraptır. Onu istiyorsan bana bak, bulur- 445
sun. Ey can, gönlün seninle ne maceraları vardır.
Fakat senin onlara kulak vereceğin yok. Tâ ki ben o sırları sana söyleyeyim,
ta ki o çenkten hoş sazlar dinleteyim. Tâ ki o bir sırdan nice sırlar haber vereyim,
ta ki sana bir çok dikensiz gülzarlar göstereyim. Tâ ki muradını sebepsiz,
aracısız bulasın, ta ki malsız ve mülksüz mutluluğa kavuşasın.
Tâ ki ağızsız ve damaksız (yani bunlara muhtaç olmadan) nimet yiyesin, tâ 450
ki çevgensiz olduğun halde şahlardan top kapasın.
Ey fakir, can kulağını aç da cana yakın olan emsalsiz nükteleri dinle!
(SAYFA 22) Benden kitap istedin. Cenab-ı Hak da bana o manaya dair kapı açtı.
Gönlümden ansızın hikmetler coştu, dilimden hikmet ırmakları aktı.
Buyurmuş olduğun vezin ki çok methetmiştin. Artık lazım geldi ki onu ta- 455
mamlayayım. Fikir atının dizginini kuşandım. Tâ ki nazım sırasında ok süratiyle
yol alsın, ben de nazım deryasının altını üstüne çevireyim. Ey din ulusu,
seni övebilmek için Hak’tan ders alıyorum. Ruh hakkında dilsiz olarak açıklamada
bulunayım çünkü senin niteliklerin açıklamaya sığmaz.
Kimin canı varsa ve zinde ise o candan dinler. Sen o güneşin nadir nurusun, 460
başlar üzerinde latif bir sipersin. Deniz cevherisin belki yakin deryasısın yerle
gök senin güzelliğine engel olur. Eğer güzelliğin perdesiz ortaya çıkarsa
bu varlık o varlığa divane olsun (yahut olur?) Bu benlik o benliğin kılavuzu,
şu benliğe nispetle o benlik isyan sayılır.
İçerisinde kendi nakşını gören, bu dışarıdaki nakşa nasıl sevgili olur? Suret 465
su kanalıdır, ruh sudur. Vücud kabuktur, can öz, içtir.
İçindeki öz yalnız aşktan ibaret olsun, elleri bırak, Rab’den başkasına yönelme!
Bilesin ki o güneşin nuru seni aydınlatırsa kendinden faydalanırsın. Sen
can olduğun halde niçin “tenim” dersin? Sen olduktan sonra artık “Benim.”
deme.
Sen bir şahıs olduğun halde “Gölgeyim.” deme! Her şey sen olunca “Kavuş- 470
tum.” deme! (Bunlar içinde ayrılık gizler). Bu sözler boş sözlerdir. Hakikatinde
ise sen, ben yoktur. Öyleyse ayrılmak gayrılmak olmayan semte yönel.
Hakikatte bu aslın aslı sensin, cümlesi dinin nakşıdır (zahiridir), gıdası (batı-
nı) sensin. Ey manevi varlık! Şimdi de bu vadide ne söylemişsem cümlesi senin
ruhunun güzelliğinin şerhidir. Bu kitapta aşka, nasihate, esrar ve niyaza
dair ne söyledimse
hepsinin kaynağı sendedir. Senin, bunların hepsinin ötesinde olduğun tes- 475
lim edilmiştir. Bil ki mümin aynadır. Gösterdiği şeylerin tamamı senin nak-
25
Sultan Veled
MAKALE 8
Bu makale şunu izah edecektir:
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücud parçalarının işidir. Fikir ise
kalp amelidir. Amel insanın elindedir fakat fikir, insanın gücü dışındadır.
Meğer ki Hak Teala bahşede… Vücut parçalarının ameli, fikri harekete getirmek
içindir. Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Tefekkuru sâatin hayrun
min ibadeti seb’îne seneten” (Bir an Allah’ın kudretini düşünmek yetmiş
yıllık ibadetten hayırlıdır.)
Amel, ağaçtır; suyu düşüncedir. Cenab-ı Peygamber buyurmuşlardır ki:
“Men ehlasallahe erbeine sabahen zahara yenabi’ul hikmeti min kalbihi ala
lisanihi” (Bir kimse kırk gün ihlas ile ibadet ederse kalbinden hikmet pınarları
zuhur ederek lisanından akar.)
Bundan anlaşılıyor ki hikmet, amelin meyvesidir. Eğer amel var da meyvesi
görülmüyorsa biliniz ki o amel, gerçi amel suretinde görünür ama hakikatte
amel değildir. Nasıl ki sahte para görünüşte gerçek paradan farksızdır
ama hakikatte para değildir.
(SAYFA 21) Peygamber buyurmadı mı ki: “Bir saatlik tefekkür, 70 seneyi ibadetle
harcamaktan iyidir?” O halde tefekküre nispetle ameller hiç değil midir? Boş
yere zahmetten dağılıp bükülmeden başka bir şey midir? Amel, vücudun çalışmasıdır.
Fikirse Cenab-ı Kibriya’nın ihsanıdır ve kalbin nasibidir. O geçicidir,
bu ebedi. Ten kalmaz fakat can, canan tarafına gider.
425 Vücüdun sonu olduğu gibi vücutla yapılan ibadetin de sonu vardır. Gönül
ibadeti ise gönül gibi (can, ruh) ebedidir. Vücut ölür, toprağa karışır; fakat
can, canlar cihanına yol bulur. Hakikatte amel, fikir içindir. Amel ağaç, fikir
de onun meyvesidir.
Meyve vermezse ağaç ne işe yarar? Anlamak kabiliyeti olmazsa haber neye
yarar? Ey akil, malumun olsun ki fikir meyvedir, ameller de o meyveyi verecek
ağaçtır.
430 Ağaç, istediği meyveyi vermezse neye yarar. Gülü olmayan diken ağacının
ne kıymeti kalır. Amelden maksut ilimdir, hikmettir. Göz, görmek için lazımdır.
Cenab-ı Peygamber Efendimiz ne buyurmuşlardır: Dinle de canıgö-
nülden kabul et. Kim ki kırk sabah ihlas üzere amel ederse Cenab-ı Hak onun
ruhunu nur ile besler. Öyle ki hikmet evinden çeşme gibi akarak gönlünden
diline doğru cereyan eder.
435 Böyle bir netice hasıl etmeyen ameli amel sayma! O amelde muhakkak gaflet
ve riya gibi bir fesat karışıktır. Artık o amel sahte para gibidir, artık onun
dikeninde gül bitmiyor. Bu açıklamada şu anlaşıldı ki ruhu hastalıktan kurtulmayan,
böyle mertlerle yoldaş olamaz. Bu, güneş gibi meydanda bir hakikattir,
fakat gözleri perdeli körler için değil. Bu sırrı bana yar olandan başkası
nerede anlayacak! O yar ki bir nefes içinde iki âlemi diriltir.
440 O dost ki güzellikte eşi, ilim ve irfanda benzeri yok. O dost ki bir ölüye baksa
dirilir, belki dirilerden daha diri olur. Ben bu sırrı ona söyledim ki benim canımdır;
daima dertlerimde, dermanlarımda benim ortağımdır. O, benim ezeli
sevdiceğimdir; tenimde, canımda ondan başka bir şey yoktur. Ben, zeminim,
onun güzelliği güldür, semendir, ben çirkindim onda güzellik kazandım.
Benim cismim kadehtir, onun canı şaraptır. Onu istiyorsan bana bak, bulur- 445
sun. Ey can, gönlün seninle ne maceraları vardır.
Fakat senin onlara kulak vereceğin yok. Tâ ki ben o sırları sana söyleyeyim,
ta ki o çenkten hoş sazlar dinleteyim. Tâ ki o bir sırdan nice sırlar haber vereyim,
ta ki sana bir çok dikensiz gülzarlar göstereyim. Tâ ki muradını sebepsiz,
aracısız bulasın, ta ki malsız ve mülksüz mutluluğa kavuşasın.
Tâ ki ağızsız ve damaksız (yani bunlara muhtaç olmadan) nimet yiyesin, tâ 450
ki çevgensiz olduğun halde şahlardan top kapasın.
Ey fakir, can kulağını aç da cana yakın olan emsalsiz nükteleri dinle!
(SAYFA 22) Benden kitap istedin. Cenab-ı Hak da bana o manaya dair kapı açtı.
Gönlümden ansızın hikmetler coştu, dilimden hikmet ırmakları aktı.
Buyurmuş olduğun vezin ki çok methetmiştin. Artık lazım geldi ki onu ta- 455
mamlayayım. Fikir atının dizginini kuşandım. Tâ ki nazım sırasında ok süratiyle
yol alsın, ben de nazım deryasının altını üstüne çevireyim. Ey din ulusu,
seni övebilmek için Hak’tan ders alıyorum. Ruh hakkında dilsiz olarak açıklamada
bulunayım çünkü senin niteliklerin açıklamaya sığmaz.
Kimin canı varsa ve zinde ise o candan dinler. Sen o güneşin nadir nurusun, 460
başlar üzerinde latif bir sipersin. Deniz cevherisin belki yakin deryasısın yerle
gök senin güzelliğine engel olur. Eğer güzelliğin perdesiz ortaya çıkarsa
bu varlık o varlığa divane olsun (yahut olur?) Bu benlik o benliğin kılavuzu,
şu benliğe nispetle o benlik isyan sayılır.
İçerisinde kendi nakşını gören, bu dışarıdaki nakşa nasıl sevgili olur? Suret 465
su kanalıdır, ruh sudur. Vücud kabuktur, can öz, içtir.
İçindeki öz yalnız aşktan ibaret olsun, elleri bırak, Rab’den başkasına yönelme!
Bilesin ki o güneşin nuru seni aydınlatırsa kendinden faydalanırsın. Sen
can olduğun halde niçin “tenim” dersin? Sen olduktan sonra artık “Benim.”
deme.
Sen bir şahıs olduğun halde “Gölgeyim.” deme! Her şey sen olunca “Kavuş- 470
tum.” deme! (Bunlar içinde ayrılık gizler). Bu sözler boş sözlerdir. Hakikatinde
ise sen, ben yoktur. Öyleyse ayrılmak gayrılmak olmayan semte yönel.
Hakikatte bu aslın aslı sensin, cümlesi dinin nakşıdır (zahiridir), gıdası (batı-
nı) sensin. Ey manevi varlık! Şimdi de bu vadide ne söylemişsem cümlesi senin
ruhunun güzelliğinin şerhidir. Bu kitapta aşka, nasihate, esrar ve niyaza
dair ne söyledimse
hepsinin kaynağı sendedir. Senin, bunların hepsinin ötesinde olduğun tes- 475
lim edilmiştir. Bil ki mümin aynadır. Gösterdiği şeylerin tamamı senin nak-
26
Rebabnâme
şındır. Biz burada (bu satırları yazmakta) iken bizi ziyaret etmek üzere ariflerden
bir zat, bir emir geldi.
İyi niyetle, alçak gönüllülük etti, biraz da hediye getirdi. O zaman onu halk
arasında hadsiz, hesapsız özelliklerle övdüm.
MAKALE 9
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hakkımda iyi niyet barındıran bir kişi, bir emir bu acizin ziyaretine gelmişti.
Ondan evvel de bir çok (SAYFA 23) armağan ve ihsanını görmüştüm. Onu
abartılı bir biçimde övdüm. Bir mürit dedi ki: “Bu derecedeki yüksek övgüler
peygamberlere ve kutublara layıktır ki onlar Hakk’ın nuru ve saf ruh olmuş-
lardır. Cismaniler hakkında böyle abartılı övgüler nasıl layık olur?”
Ona cevap olarak dedim ki: Benim bakışım onu da der ki: Cenab-ı Hak
onda ifade olmuştur. “Halaka’l-halka fi zıllihî sümme raşşe aleyhim min
nûrihî” (Allah Teala Hazretleri halkı gölgesinde yarattı, sonra üzerlerine
kendi nurundan serpti.) bunun delilidir. Evliya-yı kiramın bakışları daima
o nurdadır. Şu halde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikatte Halık’adır.
Onlara gösterilen saygı Huda’ya dönünce abartı değildir. Belki yüz binde
biri de söylenmiş olmaz. Amma, o nurdan gafil olanların övgüsü böyle de-
ğildir. Onların bakışları daima dışadır. Burada başka bir mana da vardır. İhtimal
ki o emir kutublardan ve kamillerdendir.
Bir mürit itiraz etti, dedi ki: “Bu övgüler kutublardan başkasına yaraşmaz. 480
Böyle övgüler enbiya ve evliyaya layıktır, ceset ehline (cismanilere) layık de-
ğildir. Çünkü onlar mutlak ruh olmuşlardır; cihandan, hatta kendilerinden
geçmişlerdir.”
Ehl-i dünyaya böyle övgüler neden layıktır ki içleri hırsla, kinle doludur.
Şehvetlere tabi olarak ruhlarını öldürmüşlerdir ve varlık içindedirler. Gaflet
şarabıyla gece gündüz sarhoşturlar.
Biz onu methettikse körü körüne methetmedik. Dikkat et! Methedenin gözü 485
neye bakıyor ve neler görüyor. Eğer o gümrah surete bakıyorsa, mana tarafı-
na yol almamış demektir. Uyanık olanlara göre övülenin de, övenin de, yaptığı
övgünün de bir saman çöpü kadar kıymeti yoktur. Eğer görür ve kalbi
öğrenmeye hevesli bir kimse ise onun kalbinde, ruhunda bir güneş doğar ki
ebediyen batmaz. Bakışı daima canlara ve gönüllere yönelmiş olur, bir nefes
bile zahir tarafına bakmaz.
Her şeyde hakkın nurunu aşikar olarak görür. İnsanlardaki nur, hakikatte 490
onun aslıdır. Çünkü Nur-ı Hak’tan gayrısı, hayır, şer; mal, mülk, servet hepsi
fanidir. Hakk’ın nuru, sürekli Hak ile mevcuttur. Ne yok oluşu var, ne de
yıpranması. Methedenin bakışı nura olunca, bunun iki yüz misli abartı yapsa
değer. Çünkü bütün övülenler onun özellikleridir. Besleyici olan, ancak o
nurdur. Geriye kalanların tamamı kabuktur.
Lakin halk, kendi nurundan gafildir, sanatkardan ve o mübarek devletin- 495
den de haberi yok. Kendilerini ufak, değersiz bir cisim sanmışlar, gönüllerini
candan ve Hakk’ın nurundan ayırmışlardır. Bu geçici ve bayağı varlığa bağ-
lanmışlardır. Hırslı olduklarından, tenden başka bir şey göremiyorlar. Fakat
evliya böyle değildir. Onların nazarı daima Hakk’ın nuruna yönelmiştir. Onların
gözünde nurdan gayrısı boştur, gözleri her zaman Hakk’ın nuruna bağ-
lanmıştır.
27
Sultan Veled
şındır. Biz burada (bu satırları yazmakta) iken bizi ziyaret etmek üzere ariflerden
bir zat, bir emir geldi.
İyi niyetle, alçak gönüllülük etti, biraz da hediye getirdi. O zaman onu halk
arasında hadsiz, hesapsız özelliklerle övdüm.
MAKALE 9
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hakkımda iyi niyet barındıran bir kişi, bir emir bu acizin ziyaretine gelmişti.
Ondan evvel de bir çok (SAYFA 23) armağan ve ihsanını görmüştüm. Onu
abartılı bir biçimde övdüm. Bir mürit dedi ki: “Bu derecedeki yüksek övgüler
peygamberlere ve kutublara layıktır ki onlar Hakk’ın nuru ve saf ruh olmuş-
lardır. Cismaniler hakkında böyle abartılı övgüler nasıl layık olur?”
Ona cevap olarak dedim ki: Benim bakışım onu da der ki: Cenab-ı Hak
onda ifade olmuştur. “Halaka’l-halka fi zıllihî sümme raşşe aleyhim min
nûrihî” (Allah Teala Hazretleri halkı gölgesinde yarattı, sonra üzerlerine
kendi nurundan serpti.) bunun delilidir. Evliya-yı kiramın bakışları daima
o nurdadır. Şu halde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikatte Halık’adır.
Onlara gösterilen saygı Huda’ya dönünce abartı değildir. Belki yüz binde
biri de söylenmiş olmaz. Amma, o nurdan gafil olanların övgüsü böyle de-
ğildir. Onların bakışları daima dışadır. Burada başka bir mana da vardır. İhtimal
ki o emir kutublardan ve kamillerdendir.
Bir mürit itiraz etti, dedi ki: “Bu övgüler kutublardan başkasına yaraşmaz. 480
Böyle övgüler enbiya ve evliyaya layıktır, ceset ehline (cismanilere) layık de-
ğildir. Çünkü onlar mutlak ruh olmuşlardır; cihandan, hatta kendilerinden
geçmişlerdir.”
Ehl-i dünyaya böyle övgüler neden layıktır ki içleri hırsla, kinle doludur.
Şehvetlere tabi olarak ruhlarını öldürmüşlerdir ve varlık içindedirler. Gaflet
şarabıyla gece gündüz sarhoşturlar.
Biz onu methettikse körü körüne methetmedik. Dikkat et! Methedenin gözü 485
neye bakıyor ve neler görüyor. Eğer o gümrah surete bakıyorsa, mana tarafı-
na yol almamış demektir. Uyanık olanlara göre övülenin de, övenin de, yaptığı
övgünün de bir saman çöpü kadar kıymeti yoktur. Eğer görür ve kalbi
öğrenmeye hevesli bir kimse ise onun kalbinde, ruhunda bir güneş doğar ki
ebediyen batmaz. Bakışı daima canlara ve gönüllere yönelmiş olur, bir nefes
bile zahir tarafına bakmaz.
Her şeyde hakkın nurunu aşikar olarak görür. İnsanlardaki nur, hakikatte 490
onun aslıdır. Çünkü Nur-ı Hak’tan gayrısı, hayır, şer; mal, mülk, servet hepsi
fanidir. Hakk’ın nuru, sürekli Hak ile mevcuttur. Ne yok oluşu var, ne de
yıpranması. Methedenin bakışı nura olunca, bunun iki yüz misli abartı yapsa
değer. Çünkü bütün övülenler onun özellikleridir. Besleyici olan, ancak o
nurdur. Geriye kalanların tamamı kabuktur.
Lakin halk, kendi nurundan gafildir, sanatkardan ve o mübarek devletin- 495
den de haberi yok. Kendilerini ufak, değersiz bir cisim sanmışlar, gönüllerini
candan ve Hakk’ın nurundan ayırmışlardır. Bu geçici ve bayağı varlığa bağ-
lanmışlardır. Hırslı olduklarından, tenden başka bir şey göremiyorlar. Fakat
evliya böyle değildir. Onların nazarı daima Hakk’ın nuruna yönelmiştir. Onların
gözünde nurdan gayrısı boştur, gözleri her zaman Hakk’ın nuruna bağ-
lanmıştır.
28
Rebabnâme
500 Hepsi de Huda ile aşkbazlık ederler (Huda’ya aşıktırlar) zahirde ise senin
ve benimledirler. Demek ki övgülerin hepsi bir değildir. Velileri övmek,
Cenab-ı Hakk’ı övmektir. Bunda şüphe yok. Çünkü hakkın nurunu övmek
bizzat hakkı övmektir. Bunu bilmeyen ve anlamayan ahmaktır.
(SAYFA 24) Başka bir açıklama (başka bir bahis) daha vardır. Eğer dinlersen sana
manevi sırlar açılır. Biline ki her taifenin içinde bir seçkin yiğit bulunur ki o,
Hakk’ın has ve emin kuludur.
505 Bu seçkin kişiler (evliya-yı kiram) çeşitli şekil ve görünümde bulunurlar. Her
ne kadar Allah katında hepsi birse de bunların bir çokları şeriat ve takva yolundadır,
dünya tarlasına ibadet tohumu ekerler. Bir takımı da bunların aksine
olarak isyan ve günah yolunu tutmuş görünürler. Zahirleri karanlık, batınları
nurludur. Kendini bildirmemek için kılık değiştirerek dolaşan padi-
şahlar gibi. Gerek iyi gerek kötü, gerek seçkin gerek halktan herkesten gizlenirler.
Bulut altına saklanan ay gibi.
510 Hak Teala Hazretleri onları sakındığından bu kullarını yırtık, yamalı
elbise içinde halktan gizlemiştir. Cenab-ı Hak: “Velilerim kubbelerimin
altındadır.”12 buyuruyor. Ey Hak yolunun yolcusu, kubbelerin ne demek olduğunu
anla! O sultanları milletin elinden kurtarmak için onlara bazı sevilmeyen
huylar verir. Veli olmayanlar onları katiyyen tanıyamazlar. Çünkü
Hakk’ın sırlarına mahrem, ancak velilerdir. Çünkü onlar gördüklerinin zahirine
bakmazlar, kalbindeki esrara bakarlar.
515 Cahil halk eğer onların halini inkar ederse hepsi o inkar yüzünden cehenneme
gider. Çünkü gözlüyü gözsüzden ayırt etmediler, ahmaklıklarından dolayı
ondan nasip alamadılar. Birinci takdirde halka ait sırlar vardır ki veliler
bunların cümlesinde Hak Teala’yı görürler. İyide kötüde, enginde yüksekte
her şeyde onların gözüne Huda’dan başkası görünmez. İkinci takdirde
de seçkinlerin sırları vardır ki ondan bir nebze bahsettim, sen de haberdar
oldun.
520 Cenab-ı Hak hayrı şer suretinde göstererek gizler, tâ ki halktan gizli tutulsun.
Bakarsın bir şahıs sureten çirkin ve hakirdir, lakin manevi değeri abdalânın
(abdalların) değerinden ziyadedir. Görüş sahibi olan onun yüzünü görünce
canıgönülden ona sevgi bağlar. O surette Hakk’ı aşikar olarak görür. Çünkü
kalbinde yakin nuru vardır. Zerrede güneş, katrede ummanı gizlenmiş gö-
rür.
525 Ondan her nefeste yüz türlü iyilik görür. Armağan ne ki? Belki de Huda’yı
perdesiz seyreder. Bu bahsi bırak da müminler tarafına geç, onların hallerini
şerh et!
12 Hadisi kutsi (Evliyai tahte kubabi layarifuhüm gayri) “Benim velilerim kubbelerimin altında gizlidir
MAKALE 10
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Esas olmayan parçalar ve geçici suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan
manaların da ayna olacakları derecelerine göre sabit olur. Bundan dolayı
Resul-ı Zişan Efendimiz “Mümin müminin aynasıdır.” buyurmuşlardır.
Ve şu da takdir olunacaktır ki: İnsanın ruhu saf ve berrak bir suya benzer.
Fena fikirler de o suyun yüzünde bulunan çer çöp ve süprüntü gibidir ki suyun
güzelliğini örten perdedir. Ne zaman ki (SAYFA 25) insan dünya meşgalelerinden
kendini temizlerse cananın cemalini görür. Onu görünce artık dedikodular
ona zahmet verir ve örtü olur. Eğer fikirde uyum görülürse, o, ruhun
güzelliğinden ve letafetindendir.
Suret nakşının aynası demirden olacak olursa, elbette can nakşının aynasının
daha güzel, daha kıymetli olması gerekir.
O aynada ten yüzünün nakşı görülür fakat bunda Cenab-ı Bari’nin nuru seyredilir.
Canın, ruhun aynası mü’mindir ki onda canın yüzü görülür.
Cenab-ı Peygamber Efendimiz: “Mü’min mü’minin aynasıdır.” buyurmuş- 530
tur. Ey mü’min, bunu zevkle, şevkle dinle!
Tâ ki yüreğinde canın güzelliğini göresin. Her ne kadar canın güzelliği bu
gözle görünmezse de.
Lakin nişansız olan Zü’l-Cemal, nişan içindedir. Nişan içinde nişansızı gör
de canının içinde sakla!
Hayat suyu, gerçi surette nişansızdır, görünmez fakat ırmak suyu gibi daim
akmaktadır.
Fikirler o suyun üzerindeki pislikler gibidir. Canın güzelliğini görmeye engel
olur.
Fakat her fikir böyle değildir. Havassın (seçkinler) fikirleri ise can demektir. 535
Saf suyu bulandırmaz.
Abdalın (evliyanın) fikirleri canın kendisidir, belki ruh hastalıklarının dermanıdır.
Nakış görünür amma, nakış değildir, ruhun rengidir. İyi bak! Ey
yüce kişi! Akar suyun üzerindeki nakışlar (dalgalar, kabarcıklar, çizgiler) suyun
kendisi değil midir?
Akan suyun yüzünde her nefeste bin türlü çizgiler, titreşimler oluşur.
Sana nakış görünen o şeyler ırmağın bizzat kendidir. O halde nakışları da ır- 540
mağın kendisi bilmelidir.
Tenden ve nakıştan doğan fikirler yok mu, işte suyu kirleten süprüntüler onlardır.
Su, bu pisliklerin altında örtük kalır. Böyle fikirleri gönlünden sök at!
Tâ ki canın cemali tertemiz olarak görünsün. Ne mutlu o cana ki bunu dinledi
ve kendini artık eksik şeylerden temizledi, nihayet, kendini örtüsüz olarak
seyretti.
29
Sultan Veled
500 Hepsi de Huda ile aşkbazlık ederler (Huda’ya aşıktırlar) zahirde ise senin
ve benimledirler. Demek ki övgülerin hepsi bir değildir. Velileri övmek,
Cenab-ı Hakk’ı övmektir. Bunda şüphe yok. Çünkü hakkın nurunu övmek
bizzat hakkı övmektir. Bunu bilmeyen ve anlamayan ahmaktır.
(SAYFA 24) Başka bir açıklama (başka bir bahis) daha vardır. Eğer dinlersen sana
manevi sırlar açılır. Biline ki her taifenin içinde bir seçkin yiğit bulunur ki o,
Hakk’ın has ve emin kuludur.
505 Bu seçkin kişiler (evliya-yı kiram) çeşitli şekil ve görünümde bulunurlar. Her
ne kadar Allah katında hepsi birse de bunların bir çokları şeriat ve takva yolundadır,
dünya tarlasına ibadet tohumu ekerler. Bir takımı da bunların aksine
olarak isyan ve günah yolunu tutmuş görünürler. Zahirleri karanlık, batınları
nurludur. Kendini bildirmemek için kılık değiştirerek dolaşan padi-
şahlar gibi. Gerek iyi gerek kötü, gerek seçkin gerek halktan herkesten gizlenirler.
Bulut altına saklanan ay gibi.
510 Hak Teala Hazretleri onları sakındığından bu kullarını yırtık, yamalı
elbise içinde halktan gizlemiştir. Cenab-ı Hak: “Velilerim kubbelerimin
altındadır.”12 buyuruyor. Ey Hak yolunun yolcusu, kubbelerin ne demek olduğunu
anla! O sultanları milletin elinden kurtarmak için onlara bazı sevilmeyen
huylar verir. Veli olmayanlar onları katiyyen tanıyamazlar. Çünkü
Hakk’ın sırlarına mahrem, ancak velilerdir. Çünkü onlar gördüklerinin zahirine
bakmazlar, kalbindeki esrara bakarlar.
515 Cahil halk eğer onların halini inkar ederse hepsi o inkar yüzünden cehenneme
gider. Çünkü gözlüyü gözsüzden ayırt etmediler, ahmaklıklarından dolayı
ondan nasip alamadılar. Birinci takdirde halka ait sırlar vardır ki veliler
bunların cümlesinde Hak Teala’yı görürler. İyide kötüde, enginde yüksekte
her şeyde onların gözüne Huda’dan başkası görünmez. İkinci takdirde
de seçkinlerin sırları vardır ki ondan bir nebze bahsettim, sen de haberdar
oldun.
520 Cenab-ı Hak hayrı şer suretinde göstererek gizler, tâ ki halktan gizli tutulsun.
Bakarsın bir şahıs sureten çirkin ve hakirdir, lakin manevi değeri abdalânın
(abdalların) değerinden ziyadedir. Görüş sahibi olan onun yüzünü görünce
canıgönülden ona sevgi bağlar. O surette Hakk’ı aşikar olarak görür. Çünkü
kalbinde yakin nuru vardır. Zerrede güneş, katrede ummanı gizlenmiş gö-
rür.
525 Ondan her nefeste yüz türlü iyilik görür. Armağan ne ki? Belki de Huda’yı
perdesiz seyreder. Bu bahsi bırak da müminler tarafına geç, onların hallerini
şerh et!
12 Hadisi kutsi (Evliyai tahte kubabi layarifuhüm gayri) “Benim velilerim kubbelerimin altında gizlidir
MAKALE 10
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Esas olmayan parçalar ve geçici suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan
manaların da ayna olacakları derecelerine göre sabit olur. Bundan dolayı
Resul-ı Zişan Efendimiz “Mümin müminin aynasıdır.” buyurmuşlardır.
Ve şu da takdir olunacaktır ki: İnsanın ruhu saf ve berrak bir suya benzer.
Fena fikirler de o suyun yüzünde bulunan çer çöp ve süprüntü gibidir ki suyun
güzelliğini örten perdedir. Ne zaman ki (SAYFA 25) insan dünya meşgalelerinden
kendini temizlerse cananın cemalini görür. Onu görünce artık dedikodular
ona zahmet verir ve örtü olur. Eğer fikirde uyum görülürse, o, ruhun
güzelliğinden ve letafetindendir.
Suret nakşının aynası demirden olacak olursa, elbette can nakşının aynasının
daha güzel, daha kıymetli olması gerekir.
O aynada ten yüzünün nakşı görülür fakat bunda Cenab-ı Bari’nin nuru seyredilir.
Canın, ruhun aynası mü’mindir ki onda canın yüzü görülür.
Cenab-ı Peygamber Efendimiz: “Mü’min mü’minin aynasıdır.” buyurmuş- 530
tur. Ey mü’min, bunu zevkle, şevkle dinle!
Tâ ki yüreğinde canın güzelliğini göresin. Her ne kadar canın güzelliği bu
gözle görünmezse de.
Lakin nişansız olan Zü’l-Cemal, nişan içindedir. Nişan içinde nişansızı gör
de canının içinde sakla!
Hayat suyu, gerçi surette nişansızdır, görünmez fakat ırmak suyu gibi daim
akmaktadır.
Fikirler o suyun üzerindeki pislikler gibidir. Canın güzelliğini görmeye engel
olur.
Fakat her fikir böyle değildir. Havassın (seçkinler) fikirleri ise can demektir. 535
Saf suyu bulandırmaz.
Abdalın (evliyanın) fikirleri canın kendisidir, belki ruh hastalıklarının dermanıdır.
Nakış görünür amma, nakış değildir, ruhun rengidir. İyi bak! Ey
yüce kişi! Akar suyun üzerindeki nakışlar (dalgalar, kabarcıklar, çizgiler) suyun
kendisi değil midir?
Akan suyun yüzünde her nefeste bin türlü çizgiler, titreşimler oluşur.
Sana nakış görünen o şeyler ırmağın bizzat kendidir. O halde nakışları da ır- 540
mağın kendisi bilmelidir.
Tenden ve nakıştan doğan fikirler yok mu, işte suyu kirleten süprüntüler onlardır.
Su, bu pisliklerin altında örtük kalır. Böyle fikirleri gönlünden sök at!
Tâ ki canın cemali tertemiz olarak görünsün. Ne mutlu o cana ki bunu dinledi
ve kendini artık eksik şeylerden temizledi, nihayet, kendini örtüsüz olarak
seyretti.
30
Rebabnâme
545 Kendini bir testi su farzet! Fakat ırmağa testisiz gel, karış ki, kendini buldu-
ğunu açıkça göresin, can arışını (çözgü) gönül argacından (atkı) anlayasın.
Bu ve benzeri yüzlerce özellik, senin özelliklerindir, senin saf denizinden bir
damladır. Bundan sonra kendi özelliklerini dinle, kendi saf suyundan iç ve
içir!
Nasihatlerimi canıgönülden dinle ki rengi, kokusu olmayan bir makama eresin,
550 Bizim öğütlerimiz ayaklardaki bağları çözer. Ne mutlu ona ki bizim öğüdü-
müzü dinleye ve sözlerimize kulak vere. O kimse, ateş hararetine muhtaç olmaksızın
kaynar, onun ateşi canının içinde gizlidir. İnsan ile cinin cisimlerindeki
ruhun gizli olduğu gibi, şarap ateşsiz kaynayarak saf lâl gibi parlamıyor
mu?
Eğer şarabın içinde ateş saklı olmasaydı, köpük içinde kaynayabilir miydi?
(SAYFA 26)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder