2 Haziran 2016 Perşembe

ibtidaname Sultan Veled

1410, Dudunun söz bellemesi de bu çeşittir; erenlerin sözleri Hak'lardır,
Duducuğun önüne bir ayna korlar da onu öyle söze alıştırırlar,
Aynanın ardında bir akıllı gizlenir; ona, uzaktan güzelim sözler söyler,
Dudu, aynada kendini görür; aksini yeşil renkli, güzel yüzlü bir dudu sanır,
Duducuk, o sözleri işitince onun gibi söz söylemeye başlar,
Çünkü o, kolaycacık kendi cinsini görür, ona yönelir, zarardan hiç korkmaz,
Ürkmeden ondan sözler beller; o sözle mum gibi ışır, ısıtır,
Ama aynada kendini görmese on yüz tutmaz; elbette kaçar,
Allah, peygamberlere, bu yolla sırları, halka duyulsun diye vahyetmededir,
Böyle olmasaydı, o sırrın yüzbinde biri bile halka ulaşmazdı,
 1420, Bundan başka bir tarzda olsaydı insan, o şekerlerden hiç mi, hiç tadamazdı,
«Ölmeden önce ölün» dendiği gibi Allah eri, ölümden önce ölmüştür,
varlığı kalmamıştır, Allah varlığına bürünmüştür de
bu yüzden o ne söylerse sözü, Hakk'ın sözü olmuştur, Hani
«Kulumu sevdim mi, onun kulağı, sözü, dili olurum; benimle duyar, benimle görür,
benimle söyler, benimle yürür,,,» buyurulmuştur,
«Attığın zaman sen atmadın, Allah attı» âyetinin tefsîrî

Mustafâ, hadîsinde, diri ve sevgi bağışlayıcı Allah dilinden şöyle buyurmuştur:
Allah demiştir, ben der, bir kulumu sevdim de manen onunla oldum mu,
Gözü, kulağı, dili, eli olurum onun gerçekten de; bil ki
Onun gözü, benimle görür; gönlü benim yüzümden Tûrusînâ'ya döner,
Kulağı, ruh aleminde de, beden âleminde de, tümden benden duyar, işitir,
Dili benden söyler; ayağı, her yana benimle yürür, koşar,
Eli, benimle tutar; iki âlemde de ondan uzak olmam ben,
Bütün parça - buçukları benimle, kudretimle dolar; tıpkı bedenin canla dolduğu gibi,
Dünyâda benim zâtımın mazharı olur; açık - gizli, ondan cilvelenirim ben, ondan görünürüm,
 1430, Onu canla - başla dileyen, iki âlemde de beni aramaktadır,
Bilgisizlikle ona karşı duran, bil ki bana karşı durmaktadır; gerçeğe, gerçekliğe ehil değildir o,
Bahanedir o, maksat, tümden biziz, görene karşı aydın gün gibi ortadayız biz,
Beni isteyen, onu arar; o ne derse, bizim sözümüzdür,
Kur'ân, Ahmed'in dilinden söylenmedi mi? Ama şüphe yok ki Ahmed'in Rabbindendi,
Kim Kur'ân'ı Muhammed söyledi derse, bil ki açık-gizli, kâfirdir o kişi,
Bilgisizliğinden Kur'ân'ı Mustafa söyledi, onun sözüdür Kur'ân diyen kişi, köpektir,
Bu çeşit söz, gerçekten küfürdür; kim böyle bir söz söylerse, o solukta kâfirler bölüğüne karışır,
Meğer ki yeniden Müslüman olsun, hemencecik tekrar îmâna gelsin,
Allah erinin ne kendiliğinden bir hareketi vardır, ne kendiliğinden bir sözü; onun hareketi de, sözü de hâl yönündedir,
 1440, Allah, Ahmed-i Muhtâr'a, «Sen atmadın» dedi, o vakit o işi işleyen bendim,
Sen elimde bir âlettin sanki; hattâ sen yoksun, ben varım,
Senin işin de tümden benimdir, sözün de; senin sözün ok gibidir, benim yayımdan fırlayan ok,
Senden, gerçekten de benim zâtım görünün ben suyum sanki, sense sahasın44
,
Bu işte benden başkası yok; sen öldün de sonra benimle dirildin,
Seni gören, benim zâtımı görmüştür; gözü, benim yüzümden başkasını görmemiştir,
Ben tekim; iki gören, ikiliğe düşen, kavuşmaktan kalmış, ayrılığa batmıştır,
İkinin-ikincisini görmek, kâfirliktir, kâfir görüşüdür bu; temiz kişi, birden başka birşey görmez,
Gene erenler başbuğu, yeryüzü kutbu padişah Salâhaddîn'i anlatmaya döndüm,

XLI
Allah yüce sırrıyla bizi kutlasın, Mevlânâ'nın, Allah azîz ruhunu kutlasın,
Kuyumcu Salâhaddîn'le sükûn bulması ve Allah antlısını ululasın,
Tebriz'li Şemseddîn'i aramaktan vazgeçmesi, mürîdlerin de,
her ikisinin sohbetinden can gıdâlarıyla dolu faydalar elde etmeleri;
bâzılarınınsa Mevlânâ Şemseddîn hakkında olduğu gibi hasede düşmeleri, düşmanlığa girişmeleri

Şeyh'in coşkunluğu, onunla yatıştı; bütün o zahmet, dedi kodu, esenliğe dönüştü,
 1450, Çünkü Salâhaddîn'in irşadı bir başka çeşitti; ihsanı, keremi, herkesten de fazlaydı,
Erenlerden, yıllarca elde edemediğini insan, ondan bir solukta elde ederdi,
Dudaksız - damaksız sırlar söyler, can incisini sözsüz delerdi,
Halka öyle faydalar eriştirirdi ki kulak, o harfleri, o sesi işitmemişti,
Sözü, içten ve gönüllere söylerdi; melek gibi onun sözü de sudan topraktan arıydı,
Gönüllere, canlara akardı; Hak gibi her ruhun canıydı o,
Pişkin bir mürşitti o olgun er; işi de olgundu, dili de, sözü de olgun,
Çağında tek padişahdı; ne mutlu o kişiye ki onun yüzünü gördü,
Şeyh, Allah haslarının hası Tebriz'li Şemseddîn'le olduğu gibi onunla görüşüp konuşmaya koyuldu,
Sütle şeker gibi karıldılar; ikisinin mâdeni de, birbirinden altına döndü,
 1460, Şeyh'in bakışı, lütfü hep onaydı; ondan başkası, kendisince hiçbir şey değildi,
Ondan başkasıyla oturmamakta, ondan başkasına bakmamakta, gözünü onun yüzünden ayırmamaktaydı,
Gene münkirlere bir feryattır, düştü; gene bozguncular, birbirlerine girdiler,
Gene haset coştu - köpürdü; çünkü nefis isteğine dolup boğulmuşlardı; bedene bağlıydılar,
Birbirlerine, birinden kurtulduk ama diyorlardı; dikkat edersek görürüz ki gene tuzaktayız,
Bu gelen, öncekinden de beter; önceki nurdu, buysa kıvılcım,
Onun üstünlüğü vardı, bilgisi vardı, söz söyleyişi, yazı yazışı vardı; hem söylerdi; hem anlatırdı,
Ama bundan önce de padişahımızın bilgisi, arılığı yok muydu ki?
Yazık değil mi ki Şeyh, kendinden daha aşağı kişileri aramakta; neden oluyor bu; yazık değil mi ki?
Ama keski gene o önceki, şeyhimize yoldaş, solukdaş olsaydı,
 1470, O Konyalı değildi, Tebriz'liydi; canlara can katardı o: kan dökücü değildi,
Hepimiz de bu adamı biliyoruz; hepimiz de aynı şehirdeniz, aynı sofraya durmadayız,
Küçük, sanki tuttu da bize karşı büyüdü; yüceldiyse bile gene neyse o,
Ne yazı yazmayı bilir, ne bilgisi var, ne söz söylemesi, bize üstünlüğü de yok,
Tümden halktan o, bayağı bir bilgisiz, yanında iyi de aynı, kötü de,
Boyuna dükkânda kuyumculuk eder-dururdu; bütün komşuları, ondan rahatsız olurlardı,
Fâtiha'yı bile doğru okuyamaz; ona birisi birşey sorsa durur - kalır, cevap veremez,
Allah katından bilgi elde eden, kendisine soluktan soluğa Allah tarafindan ders verilen,
Böylesine nur kaynağı olan, yüzüne cennetin de, hurinin de gıpta ettiği kişiyle,
Böylesine Allah mazharı olan, gönlü, Allah nazargâhı kesilen,
 1480,Allah lûtfuna,Allah nazarına ermiş,bedeni de, cam da o nazarla tümden nur kesilen kişiyle,
Soluğundan İsa soluğu gelen, denizinden nur dalgaları coşup köpüren,
Nuruyla ölmüş gönlü dirilen, feyziyle aşağılık kul, padişah olan kişiyle bu adam,
nasıl solukdaş olabilir ?
Münkir olanlar, ezelden beri kör, sağır bulunanlar,
Anlatılması gerekmeyen yüzlerce sözler söylemeye, yakışmayan yüzlerce işlere
girişmeye başladılar,
O bilgisiz, o aşağılık toplum, hamlıklarından, Allah hasının hasına, bayağı dediler,
Allah azizini hor gördüler; o gönüle, o cana balçık adım taktılar,
Kendi hamlıklarından ona noksan gözle baktılar; canın canını beden saydılar,
Kendileri gibi onu şer işlere dalmış gördüler; meleğe insan adını verdiler,
Nifakla, kinle, edepsizce, yüzüne karşı da, ardından da şöyle - böyle sözler ettiler,
 1490, Aptallıktan, böyle seçilmiş bir padişaha, Şeytan'm Allah'ya isyanı gibi isyan ettiler,
İlim mâdenine, her ehil olmayan eşek, bilgisizliğinin son derecede oluşu yüzünden
ehliyetsiz dedi,
O pis topluluk, bunu bilemedi; çünkü deyip işitmek, yola perdedir,
Akılsızlık yüzünden girişilen dedi - kodu, gerçek sözlere perde olur; bu
perdeyle örtülen, akılsızlık yüzünden o sözleri anlayamaz; aklım başına al,
Anladım demek, varlığa bürünmek, yola perdedir; gönül bilgileri, hayranlıkta gizlidir,
Akıl, kulak, o yola engeldir; bu ikisinden, baştaki akılla, baştaki kulaktan geçtin mi, birliğe, bir Allah'mn sırrına
ulaşırsın,
Baş kulağından geç de sırrı duy; bu beden ayağını bırak da yol al,
O yolculukta başın değeri yoktur; öylesine kapıyı, başsız - ayaksız ara,
Bu, baş değil, külahtır baş belasıdır; iki gözünü de aç; bu yoldaki baş gizlidir, kendine gel,
Dünyâyı evirip çevirenin isteği beyindir, özdür, gönüldür; eşeklikle deriyi mâbud edinme,
 1500, Dış bezenti, gerçekten de tümden deridir; öze, içe gir, orda yürü de dostun yüzünü gör,
Görüşü olmayan bir bölük bilgisizin, bu toplumdan hiçbir haberi yok,
Asıl bilgin kişilerin onlar olduğundan, kaynak gibi aşkla coşup kaynadıklarından habersizler,
Oysa ki göğün de üstünde, meleklerle eş - dost olanlar onlar; Ay gibi, güneş gibi nur saçanlar onlar,
Her seher, tâ akşama dek aşk sarhoşları, gecesiz - gündüzsüz şarap içiyorlar,
Bilgileri yokluk dünyâsından gelmede; Adem'in okuduğu kitaptan,
Onlar, bütün adları tümden bilirler; adlardan da adların sahibine gider - ulaşırlar,
Herşeyin aslını tamâmiyle görmüşlerdir; bu yüzden de herbirine bir ad takmışlardır,
Sen bir adı bilirsin de bu adla o yana yürür - durursun,
Ama atın adıyla yol alan bir kimseyi gördün mü; parasız - pulsuz birşey satın alanı duydun mu?
 1510, Hiç gördün mü ki ekmeğin adıyla âlemde birinin karnı doymuş?
Onların bilgilerim dil yönünden arama; onlar, dilsiz bilgi anlatırlar,
Halkın bilgisiyle ancak o bilginin sesi; o bilgiye, o ilme karşı bu, ancak sümük,
Özden doğan bilgi, erlerin bilgisi; eğreti, bağlama bilgiyse şu soğuk kişilerin malı,
Erlerin bilgisi, akan su gibidir; o su, akla da, gönle de dirilik bağışlar,
Bilgi, hikmet, onların canlarından coşar; gönülleri, kadehsiz şarap içer,
Halkın bilgisi bayattır, kurumuş, kadit olmuştur; erlerin bilgisi, terü tazedir, yepyenidir,
Bu halkın bilgisi, çalışılarak elde edilen bilgidir; o toplumun bılgisiyse sebepsiz meydana gelir,
Erlerin bilgileri, Allah ihsanıdır, çalışıp elde edilmiş değil; onlar, atsız olarak herkesi, daha fazla geçmişlerdir, herkesin
önündedir onlar,
Dudaksız, ağızsız lokmalar yerler; o çağın dirileridir onlar, solukla diri değil,
 1520, Onlar, insan elbisesinde Allah nurlarıdır; seher gibi gece karanlıklarından baş göstermişlerdir,
Bedenleri geceye benzer ama Rabb'ın cilvesiyle gecenin ta kendisi, gündüz olmuş - gitmiştir,
Kimya, aşağılık bakıra sürüldü mü bakır, o sayede hâlis altın olur,
Bedenler de o bağışla değişir; göz, bir görmeye başlar, şaşı olmaz,
Şaşı, biri iki gördü ama şaşılık gitti mi, bir, yüz gösterir,
Bir gören, tek bir er olur; boyuna da birlikte yürüyüp gider,
Onun tertemiz gönlünde sayı kalmaz; kıblesi, artık bir Allah'dan başkası değildir,
O erlerin hepsi de peygamberlerden mirasa konmuşlardır; her yolun dosdoğru giden kılavuzu kesilmişlerdir,
Zâtı peygamberlerin mirasçıları onlardır; söz yoluyla nur saçarlar onlar,
Bilgileri gönüllere nur bağışlar; gerçekten uzak olan kişi, onların sözleriyle
yakınlığı bulur,
 1530, Onların tapısına gelenler, Allah sıfatıyla bezenirler,
Onlar, canlara elbise giydirirler; onlara tertemiz içki içirirler,
Onlar, erlerin bilgilerim adam - akıllı bilirler; Allah buyruğundan baş çevirmezler,
Herbiri delildir, burhandır da seni, bilgisizlikten, varlıktan - benlikten kurtarır,
O varlıktan - benlikten ki yola perdedir; hâlin, onun yüzünden soluktan soluğa perperîşandır,
Her solukta taşlanmış şeytan gibi seni cennetten alır, cehenneme doğru sürer - gider,
Sana musallat olan bu çeşit düşman yüzünden, yücelikten aşağılığa düşersin,
Balçığın, Elest ahdından daha da önce karılmadan can suyun tertemizdi;
Onun sitemleri yüzünden pislendi; hâlis altının demir oldu, bakır kesildi,
O toplum, seni bundan, o köpek suratlıdan kurtarır; tezce, hem de bir zarara
uğratmadan onun tapısına götürür,
 1540, Kendisi gibi seni de padişah eder, uyulacak kişi yapar, âlemde seni bilgin bir hâle getirir, kılavuz eder,
Seni, kötülük durağında bırakmaz; hoş bir surette, gerçeklik durağına oturtur,
Yeter artık, bu sözden dön, erenlerin övüş incisini delmekten vazgeç,
O mürîdlerin inkârlarını anlat; o cansız bölüğün hâllerini bildir,
Nasıl olmayacak şeyler söylediler, geceleri dertten - elemden nasıl uyuyorlardı; onu anlat,
Diyorlardı ki: Ne şaşılacak şey, neden, kendisi gibi bil bilgin gelmediği hâlde Mevlânâ,
Gece - gündüz ona karşı eğilmede ? Dînin ileri gidenleri bile onu ulularken,
Neleri varsa, altın, gümüş, güzel elbise, hepsini ona bağışlarlarken,
Salâhaddîn'in bundan önce yeri, kapı dibi olduğu hâlde bugün erler arasında
üst olmuş, bize karşı övünmede ?
Nasıl olur bu ki şimdi biz ona şeyh diyelim, yahut onu Şeyh'ten de üstün tutalım ?
 1550, Böylesine utanılacak birşey; adetâ ateş; nasıl bu ateşi seçelim de canımız, bedendeyken geçip o ateşe
atılalım ?
Bu çeşit çirkin, kaba sözlerle ona sövüyorlar, bu sözleri, kimi yüzüne karşı, kimi ardından söyleyip duruyorlardı,
Hepsi de şu karâra varmıştı: Değil mi ki diyorlardı, murat atından eğer düştü,
Başımızla oynayalım, onu diri koymayalım; çünkü onun yüzünden canımız yaralı, gönlümüz hasta,
Hepsi de adetâ bir yerde toplanmıştı; bundan başka verilecek bir karârımız yok demişlerdi,
Onu ortadan kaldıralım; o padişahın aşkına yeni baştan girişelim,
Hepsi de bu hususta andiçti; kim bu anttan dönerse dediler, dinsiz olsun,
Bir mürîd, onları bu kararlarım duydu; gizlice bildirdi;
O solukta hemen Mevlânâ'mn yanına vardı; bu işleri ona anlattı,
Hepsi de Salâhaddîn'e kastettiler, filan yerde onu öldürmek istiyorlar;
 1560, Kinle onu öldürdükten sonra da toprağa gömüp gizleyecekler dedi,
Bu haber, Salâhaddîn'e, o her yol bilenin gözünün ışığı, mumu olana erişince,
Bir hoşça güldü de dedi ki,: O körler, yol yitirdiklerinden imansız oldular,
Şu kadarcık bile Hak'tan haberleri yok ki onun emri olmadıkça bir çöp bile kımıldamaz,
Bir saman çöpü bile ululuk ıssı Allah'nm emriyle oynarsa bir dağ, onun emri olmadıkça nerdeıı oynayacak?
Kimin gücü vardır beni öldürmeye; yahut da toprağa karmaya, kanıma bulamaya?
Değil mi ki Allah beni görüp gözetmede; bedenimi de, canımı da korumada;
Dünyâda hor - hakıyrim ama güneş gibi de nurların ta kendisiyim,
Bedenim, görünüşte küçüktür ama gönlümden doğan katreler, deniz olmakta,
Özüm, bademin içinde gizlenmiş, bademin kabuğuysa onlara tuzak kesilmekte,
 1570, Allah beni ne yüzden gizledi? Canımı canana eş etti de ondan,
Padişahım beni sarayın içine çağırdıktan sonra ne diye sarayın kapısında durayım,
orda bekliyeyim?
Ben de padişah gibi herkesten gizleneyim gitsin; gizli olmayan kişi kapıcıdır,
Beni herkes bilseydi, hakkımda nerden bu çeşit işlere girişirlerdi ?
Nerden bana karşı bu çeşit kötü düşüncelere kapılırlar, kendilerini böyle birşeye atıp da kırar geçirirlerdi ?
Topluluk, eşekliğinden, bir olan Allah'nın haslar hasına çifte atmaya kalkışıyor,
Ama tümden merhametim, rahmetim ben; yoksa bir solukta, dünyâda tek bir kişiyi bile sağ bırakmam,
İşim, Allah işidir benim; böyle bir kişi nasıl olur da hor olur ?
Mevlânâ, beni yalnızca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorlar,
Bilmiyorlar ki benim apaçık bir görünüşüm yok; ben ancak bir aynayım,
 1580, O bende kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin?
O, kendi güzelim yüzüne âşık; bundan başka bir fikre düşmek, kötü birşey,
Bu, birliktir, buraya ikilik sığmaz; sen yok ol, çünkü buraya senlik sığmaz,
Sende varlık varken nasıl define olabilirsin ? Sende senlik varken, ikiliktir bu, birliğe nasıl erebilirsin ?
Son konak birliktir; o konağa erinceye dek hizmet etmeyi seç,

XLII
Yüce Allah, kullarına, Allah'ya tapanlar, yavaş - yavaş kendilerine
tapmaktan kurtulsunlar diye ibâdeti emretmiştir,
Netekim süt emen çocuklara anaları, her yemeği, alışsınlar diye parmakla tattırır,
sonunda çocuklar sütten kesilirler; süt yerine ekmek, et,
başka yemekler çocuklara gıda olur, Dünyâ ve dünyâdaki hoş
şeyler süte benzer; Allah'ya itaat, Allah'yı tanımak ve hikmetse yemeklere benzer,
Şu halde şu beş vakit namazı, insan yavaş - yavaş ona alışsın,
dâimi namaza istîdat kazansın diye koymuşlardır, «Namazlarını daimî olarak kılarlar» denmiştir, Duruşları, dirilikleri,
kuvvetleri, bu gıdadan olanlar, Allah ile var olmuşlardır;
onlar asla ölmezler; ama şu namazda kalanlar, daimî namaz zevkini bulamamışlar,
buna istîdad kazanamamışlardır; bu yüzden o yemek,
onlara gıda olmamıştır; onlar dünyâ sütünü yeter bulmuşlardır;
hâsılı onlar ölürler, yok olup giderler,

Allah, kendi varlığından tamamiyle ayrılman için kulluğu buyurmuştur,
Gönülden-candan, kendini o Allah'ya veresin; senden görünen de o olsun, sende gizli olan da,
O çocuğa, sütten kesilinceye dek azar-azar yemek vermezler, tattırmazlar mı ?
Azar-azar her yemekten tadar da böylece yemek yemeye alışır,
Sonunda memeden, sütten kesilir, ekmek yemeye yüz tutar,
 1590, Her solukta çeşit - çeşit nimetler yer; ana sütü ona zehir gibi görünür,
Dünyada boyuna nimetlere dalar; süt emmek, ona kötü gelir artık,
İbâdet yemektir, dünyâ ise süt; dünyâ ehli de küçük çocuklara benzer,
Gece - gündüz dünyâyı yer dünyâ ehli; âhiret hûrilerindense, tümden haberleri yoktur,
Allah, beş vakit namazı da, böyle doğru yolu bulsunlar diye buyurmuştur,
İbâdetlerin tadını buldular mı, zincirlerle, bukağılarla dolu olan dünyâdan kurtulurlar,
Şu önüne ön olmayan yemekle dirilirler; boyuna Allah'yla hemdem olurlar,
İbâdetlerin sırrı, bil ki, şu zindana benzeyen dünyâdan kurtulman
Böylece tümden Allah'ya yüz tutmam, yokluk dünyâsına aldırış etmemeni sağlar,
İbâdetler, tümden O'na yüz çevirmen, buradan kurtulman, kendi varlığından boşalman, Hak'la dolman içindir,
 1600, Sende Allah aşkı oldu mu, bu çeşit batıp çıkmaktan baş çıkarır, kurtulursun,
Aşk yalımı perdeleri yakar; aşk, boyuna gönlü aydınlatır,
Aşksız kişi, ölü canlıdır; o yüzden de beden mezarında kalmıştır,
Beden canla diridir, cansa Allah'yla; porsumuş canı arama, kendine gel,
Canı diri olan, iki dünyâda da Allah eridir; sende Allah derdi varsa onu ara,
Aşk ateşi kılavuzdur, yol gösterir; aşk, bütün ışıkların üstündedir,
Kime, Allah aşkı eş - dost olursa, sonunda, Allah katında seçilmiş olur,
Aşk, Allah'ya kılavuzun olursa ulaşırsın; durup kalmazsın, kendine gel,
Sen, toprak içindeki gümüşe benzersin; kaynayıp coşmadıkça nasıl arınırsın, ?
Yahut da gönül, taşa benzer, aşksa güneşe: taşı lal yapan, güneş ışığıdır,
 1610, Aşk kimya gibidir: bedeninse bakıra benzer: her aşağılık bakır, kimya ile altın olur,
Gümüş, küreye girip erimedikçe nasıl olur da topraktan kurtulur: Kulluk etmeyen kişi, nasıl yakıp kavuran
cehennemden azad olur?
Zahirî ibâdet sende olmadıkça bâtın definesini elde etmen müyesser olmaz,
Öz, iç, kabuktan belirir; şu halde ey arayıp tarayan, asıl olan kulluktur,
Ceviz, önce özsüz bir kabuk değil midir ? Ama kim onu yetiştirirse kabuğun içi özleşir,
Bilgisizlikle bu kabuğu kıran, özü elde edemez; alçalır: kalakalır,
İç kabukla meydana gelir: kabuğa riâyette bulun da içe ulaş,
Cevizin içi kabukla gelişir, olgun bir hâle gelir, güzel bir ceviz olur,
Ondan sonra kabuktan aynlırsa değeri, akıllı kişinin katında daha da arak olur,
Kuş yumurtaları da, ister kartal olsun, ister hümâ, ister ankaa, hep böyledir,
 1620, Olmadan, vakti gelmeden birisi, yumurtayı kırarsa, kuş meydana gelmez: kanat
çırpıp uçmaz,
Sen, öz hâline gelmedikçe, iç olmadıkça kabuğu bırakma; kabuk, değil mi ki
insanı dosta götürmede, onu elden koma,
Allah'mn herşeye gücü yeter; mihnetten, zahmetten rahmet belirtir,
Kullukta bulunmaksızın da sana yüce bir durak ihsan eder; kadından da aşağı olsan, seni er haline getirir,
O, varlığın mutlak olarak yaratıcısıdır; yokluktan, bir solukta yüzlerce âlem icâd eder,
En aşağılık kulu, Cemşîd yapar: aşağılık bir zerreyi Ay, güneş hâline getirir,
Cehennemi, buyruğuyla cennet eder ama eyvanlar olsun o kişiye ki onun
eteğini elinden salar,
Bu güç, bu kudret,Allah da vardır ama kerpiç olmadan ev yapılamaz;
yolu-yordamı böyle koymuştur,
Sana, kerpiç dökecek, evleri taşla, kerpiçle yapacak görüşü, anlayışı vermiştir,
Güç kuvvet de budur ama sen görmüyorsun; o yüzden de bu yolda ne eşeğin var, ne özengin,
 1630, Akılla bilgi evden de iyidir; akıl bağdır, bahçedir: evse meyva,
Sana ne etmek gerektiğini düşünecek akıl vermiştir: şu halde işleri ölçülü-düzenli yapman gerek,
Çeşit-çeşit evler, bağlar-bahçeler, köşkler, zevk için def, ney, tanbur,
Renk-renk yünden, ipekten yapılmış giyimler, havuç, hamurdan yapılmış ekmek ihsan etmiştir,
Bunların cinslerine ne sınır vardır, ne son; kalanını anlayışınla, aklınla senbil,
Bu bir katrecik bilginle, gücün - kuvvetinle, bir ve tek olan Allah'nm denize
benzer gücünü - kudretini anlaman gerek,
Ne kudrettir ki göğü direksiz dayaksız, «Ol» buyruğuyla muallakta tutar,
Şu yeryüzünü döşeme gibi yazmıştır; yer herşeyi anlar da gene de kendini ölü gibi gösterir,
Sevgi bağışlayan Allah'yı bilmeseydi Musa'nın buyruğuna nasıl ram olurdu '?
Nasıl Kaarûn'u bir lokma gibi yutardı; nasıl onun cinsinden olan yüzbinlerce lanetlenmişi yok ederdi?
 1640, Dağ, nasıl Davud'a uyardı: Nil, nasıl Musa'nın buyruğuyla kan olurdu ?
Yere, emânet olarak arpa verirsen, o eski arpaya karşılık yer, Yirmi misli taze arpa verir sana,
Başka tohumlar da ekersen, yerden aynı tohumları devşirirsin,
Böylece dört unsur da bilir, anlar; hepsi de Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih eder,
Göğün yüzlerce misli geniş olan Arş bile, o gücün karşısında Süha yıldızından aşağıdır,
Halkın duymadığı, işitmediği o âlemi ancak erenler, apaçık görürler,
O görülmemiş kudrete şaşar-kalırsın; her solukta, o kudreti anlamak için bir
beden kudreti dilersin,
Allah kudretim soluktan soluğa, her an görürsen, kendi kudretini yok sayarsın, yok görürsün,
Bunu anlarsan ona erersin; bedeni feda edersen cana kavuşursun,
Sende de birazcık kudret olmasaydı, bunca devlete nerden sâhib olurdun?
 1650, Onun değerinde ne verdin de karşılığında bu bağışa nail oldun?
Allah sana varlık verdi, yok olup yücelikten aşağılığa inmen için
Tez yok ol, kendini yok et; Allah'ya doğru koş, varlığında, benliğinde, donup kalma,
O, sana varlık vermeseydi, onun için yok olmana imkân olurmuydu? Söyle,
Sana akıl verdi ki deli - dîvâne olasın; O'nun için kendinden gecesin,
Düşünce verdi ki düşünceden kalasın; düşünceni ona feda et de ondan şarap iç,
Böylece Hak sana, yüceliğinde kadrin artsın diye kudretverdi,
Kulluğunla bir cennet meydana getiresin de yurdun, ölümsüzlük köşkü olsun diye,
İş işleyesin, ondan sonra da sayısız zevkedesin diye âlet ihsan etti,
Kalan ömrünü kullukla geçirmeye çalış; şarabı da, sakiyi de kullukta ara
 1660, Boyuna ibâdetle coş, kulluğa giriş, dudaksız-damaksız aşk şarabım iç,
Hak sana oturmak gücünü, kendiliğinden bir ev kurup düzesin diye verdi,
O kudretle ululanmışsın sen; kulluk etmeden onun tapısına nerden, ne vakit erişeceksin ki?
Dünyâda birkaç gün diriyken kullukla kendini dünyâ tuzağından kurtar,
Dünyâda uğradığın darlık, sıkıntı, şunu bil ki tuzağın derdindendir,
Haydi, Allah'yı anarak, namaz kılarak, seher çağlarında ah ederek kendini cehennem
ateşinden kurtar,
Bu dünyâdan gitmedesin, yolcusun, ama bundan da gaflettesin; gönül sâhibineyse, apaydındır bu,
Bil ki bu dünyâ yemdir, tuzaktır; yemlerinin altında tuzak gizlidir,
Tuzakta olan yemi yemek, şüphe yok ki haramdır,
O yemi, gerçekten de atmayı buyurdu; öylesi yemi, hırsa düşüp de devşirmeye kalkışma,
 1670, Kalkışma da kuş gibi tuzağına düşme o yemin; onun kadehindeki, öldürücü
zehir değil mi ki?
Bu dünyânın hoşluğu yeme benzer; kim o yemi yerse cehenneme gider,
Yürü, altında tuzak olmayan yemi ye de muradına er,
O çeşit yemi de ibâdetle ara ki boğazın ecel kılıcından kurtulsun,
Bunun anlatılışına ne hat vardır, ne son,,, Sen, Salâhaddîn'in hikâyesini söyle,
O, bu haberi duyunca, o bilgisiz, o bayağı topluluğun fikirlerini anlayınca dedi ki:
Ben onları, baba gibi esirgeyiciyim; Allah'dan, Peygamberden bağışlanmalarını dilerim,
Düşman nefsin belâsından kurtulmalarım, işlerinin altın gibi iyi, hâlis bir hâle gelmesini isterim,
Sonunda dilerim ki hepsi de erenlerden olsun, Allah'ya dost, onunla bildik kesilsin,
Tuzağa benzeyen şu dünyâdan, yemi murada erişmeye engel olan tuzaktan kurtulsun,
 1680, İnsanın anlayış aracı olan beş duygu, ona konuşmaya, o nazara ulaşmaya perdedir,
Bil ki zamanenin hoşluğu, tadı - tuzu, Rahmân'ın lûtftma engeldir,
Hak için hevâ ve hevesini terkedene, cennette en iyi yer ihsan edilir,
Bil ki can definesi, beden zahmetinin altında gizlidir; mâdenden, zahmete
girmeden, eziyet çekmeden gümüş elde edilir mi hiç?
Orucun, namazın, haccın, zekâtın sırrı bunun içindir; yürü, yorulmanı arttıradur,
Ecrin, çekeceğin zahmet kadardır: ne kadar zahmet çekersen, o kadar define elde edersin,

XLIII
«Belânın en çetini peygamberleredir, sonra erenlere,
ondan sonra da yakından yakına» hadîsini anlatış

En ağır, en çetin zahmet, peygamberleredir; ondan sonra ondan birazcık azı erenlere,
Ondan daha azıysa inananlara; yakınlığın değeri, zahmet kadarıncadır,
Bahtı kötü kişiyse dünya zevkini seçti de âhireti bıraktı - gitti,
Dünyânın hoşluğuna, rahatına, kavuşma adını taktı; kahraysa yücelik,
 1690, Oysa ki rahat-huzur, rahmetten, eziyetten gelip erişen nesnedir ki insan, onun karşılığında, cennette defineye
erişir,
O'ndan gelen rahat - huzur hoştur; hevâ ve hevesten gelen değil; bu, yokluktadır,
öbürüyse varlık âleminden,
O seni melek gibi Arş'a çeker - götürür; buysa Şeytan gibi yeryüzüne,
Yeryüzü, cehennemler mâdenidir; Arş alanıysa konukların huzur ve rahat yer
Yeryüzü döşemesi engeldir, geçicidir; Arş'ta oturansa, anlam bakımından Allah'ya yaklaşmıştır,
Yeryüzünü bırakın da miracı isteyin, Arş sahibine doğru yücelin,
Sevgiliyi gören can, yücelmiştir; gizlilik âleminde, dilediğini arar,
Nefis karanlığı nura yaklaşır; o kişi, her göz yumup açtıkça nura ulaşır,
Nur, lütfeder de, seni ebedîliğe götürür; nefis karanlığıysa sonunda yokluğu, değersizliği nasib eder sana,
O, ölümü tatlılaştırır sana; buysa ölümü, zıpkın gibi acılaştırır, çirkin gösterir sana,
 1700, O, her solukta seni İlliyyîn'e çeker; buysa Siccîne'e, yerin dibine çeker seni,
İki rahat da birbirine benzer ama sen ikisini de yakın, akraba sayma,
Senin aslın olan yakının, Allah rahmetidir; nefis yakınlığıy sa Allah laneti,
Geçer akçayla kalp para da sana bir görünür ama sarrafın katında bir değildir,
Hintliyle Türk'ün erlik suyu da birbirine benzer ama küçük de bunu bilir, büyük de;
Hepsi de bu sırrı, bu remzi bilir ki, her erlik suyu, başka çeşit bir çocuk meydana getirir;
O, Ay gibi bembeyaz bir çocuk belirtir; buysa çirkin, kötü ve simsiyah bir çocuk,
Bunun gibi, bülbülün yumurtasıyla yılanın yumurtası da birbirine benzer a dostum;
Ama bundan bülbül çıkar, öbüründen yılan; bu, gül gibidir, oysa tikene benzer,
Armutla elmanın çekirdeği de birbirine benzer; ama bağcı, bahçıvan, ikisini de
aydın gün gibi tanır,
 1710, Bilir ki bu, elma verecektir, öbürü armut; uyumuyorsan sen de farket,
Zevk, şehvet, gerçekten de ateşe mensuptur; böylesine düşmandan dostluk umma;
Hak erlerinin zevkıyse nura mensuptur; bu yüzden de mânuırluğun harâb olmasını kabul ederler,
Nur da ateşe benzer ama yol eri, bunu ayırdeder, bilir,
Bilir ki bu, yakar - yandırır, oysa yapar - düzüp koşar; nur seni alır, yüceltir;
ateşse yabana atar, yok eder,
Nur, göz verir sana, ateşse kör eder seni; bu, güç - kuvvet bağışlar sana, oysa
yakar - yitirir seni,
O, yüzlerce nimetle seni cennetin baş köşesine götürür; buysa perçeminden
tutar da çeke - çeke cehennemin dibine atar,
Öğüdü bırak da aşkı arttırmaya bak; sen gene Salâhaddîn'in bahsine dön,
O tek din eri, kızdı da dedi ki: Bu pis topluluk, kininden,
Esirgeyişi, iyiliği isteyiş yerme düşmanlık ediyor, yolsuzluğa girişiyor,
 1720, Ama elleri, kesin olarak bize erişemez; yerden atılan taş, göğe ulaşamaz,
Körlüklerinden erlere kastediyorlar ama gene körlüklerinden kılıcı kendilerine vuruyorlar,
Onların yarası, ancak fâni bedene erişir; erlerin açtığı yaraysa gizliden gizliye cana gelir, canı yaralar,
O yaradan, beden ölür - gider; bundansa gönül ve can, O yarayla mal gider, bu yarayla îman,

XLIV
Allah'yı bilen, tanıyan, ölümden korkmaz; çünkü
Ölümden sonra, dünyâ yaşayışından daha hoş, daha tatlı,
ölümsüz bir yaşayış olduğunu görmüştür,
«Ellerinizi, ayaklarınızı caprazvâri kestireceğim ve
hepinizi astıracağım» âyetinin tefsîri

Bu sebeple Firavun, kendi çağında, yüce Allah, kendisine yardım etmediğinden,
Büyücülerin, aşkla, yüzlerce gerçeklikle Musa'ya yüz tuttuklarını görünce,
Ben ferman etmeden dedi, ne yüzden inandınız ona?
Sizi kılıçla paramparça ederim; kasap gibi de kanaraya çekerim,
Ellerinizi, ayaklarınızı, bedenlerinizden ayırtırım; sizi zerre - zerre doğratırım,
Hepsi de, beden ölümü kolay birşey dedi; Hak, yâr olunca bedeni terketmek kolay,
 1730, Kötü olan kişi ölümden korkar; çünkü Hakk'a itaat etmemiştir, hâin olmuştur,
Hırsızlık eden, dıvar delen kişi şahneden korkar; her soluktan, korkusundan, şahne nerde diye sorar - durur,
Ama şahneden geliri olup onun hizmetinde bulunan, mevkie erişen, iş - güç sahibi olan kişi,
Ondan korkar mı hiç? Hattâ gönlünde gizlediklerini söylemek için onu canla arar,
Bizde de îman incisi var ki o, bedenden de daha iyi, candan da, iki cihandan da,
Beden, somnda bize kalmayacak, toprak olacak, başına toprak saçılacak,
Daha önce toprak olsa yatağımız, ne çıkar ki? Beden zahmeti, can zahmetine benzemez,
Canla îman, Allah'yla durur; Allah ebedîdir, onlar da ebedî,
Nefısse fânîdir, yok olur-gider; yokluktan var olmuştur, gene yokluğa erer,
Ondan kurtulmak, bahtlılık alâmetidir; o'ndan kaçan, Arş'a yönelir,
 1740, Şu iki - üç günlük dünyâ yaşayışı, aşk denizinden bir testi sudur ancak,
Bu testinin suyunu dök o denize; dök de Tebriz Pâdişâhı gibi terü taze bir hâle gel,
Tatlı yaşayan kişi, acı bir halde ölür; gülerek geçip giden, pek çok ağlar,
Acılar, sana tatlı oldu mu, sen, hem Husrev olursun, hem Şîrîn kesilirsin,
Suyla, tatlı, gülle tikene benzer; gül dosttur, tikense yılan,
Ama tiken de sence gül oldu mu, canın güle ulaşır - gider,
Eziyetler, zahmetler, sana rahat kesilir; rahat ve huzur, dâima dostun olur,
Rahata eriştin mi de boyuna neşelenirsin; sana zahmet gelse bile ona aldırış etmezsin
Tatlı da, acı da dünyâda bir olur sana; zahmet, sıkıntı kalmaz sence,
Bu yüzdendir ki Allah, dostlar, erenler hakkında, «Onlar, varlıklarının yok
olmasından korkmazlar» dedi,

XLV
"Allah dostlarına, bilin ki, ne korku vardır,
ne de mahzun olurlar onlar» âyetinin tefsiri,

 1750, Onlar dedi, bana sığınmışlardır, her belâdan emindirler, hoş, sarhoş bir halde benimle buluşmuşlardır; o
buluşmada yurt tutmuşlardır,
Ne mutlu o kişiye ki Hak, dostudur onun; canı sarhoştur, nurlara garkolmuştur,
Her solukta Allah'dan muradına erer; iki cihandan da öteye, yüceye adım atar,
Yeryüzünden, yedi gökten ötede, mekânsızlık âleminde, sevgiliye doğru yol alır - durur,
Öyle bir âlemdedir ki haddi yok; orda ne zıt var, ne - eşit var, ne de sayı,
Nelikten-nitelikten geç ki sevgili, neliksiz-niteliksizdir; nelikte nitelikte kalan, alçalmıştır,
Suret perdelerinden geçen kişinin bambaşka bir ululuğu, bir yüceliği vardır,
Dostu, kılavuzu Allah olanı serkeş nefes zebun edebilir mi?
Canla - gönülle Hakk'ı arayanı, Hak da o çeşit arar,
Hattâ o aşk arayışı, o aşk heyecanı, onda, Allah nuruna bürünmüş, o nurda mahvolmuştur,
 1760, iman yönünden bu sırrı anlarsan, bilirsin ki arayan da yoktur,
İki dünyâda da herşeyi bilen Allah'dan başka, ne apaçık arayan vardır, ne gizli arayan,
Onların adlarının sonucu şudur: Bir tek arayan vardır; herkesin arayışı, o üstün
Allah'nın arayışının aksidir,
Bunu, gönülde, canda yazılı olduğu gibi anlatmaya, dille söylemeye kalkışsam,

XLVI
Allah ereni, anlam sırrını, olduğu gibi anlatsa, gösterse,
gökle yer kalmaz; çünkü onlar cansızdır, kar ve buz hükmündedir;
erenin sırnysa kıyamet güneşidir; doğup göründü mü,
 cansızlar erirler, su olurlar, yok olur -giderler,
Netekim karanlık bir eve mum götürseler,
mumun ışığı, evin karanlığını bir lokma gibi yutar, yok eder - gider, Bunu anlatış

Gök de yıkılır-gider, yer de,, Can ikisini de bir lokma gibi yutar,
Hemencecik, soruya verilen cevap gibi, mesele kalmaz: bütün varlık yok olur,
Ne dil kalır, ne söz: ne suretler kalır, ne nakışlar, ne hayâl,
Hani karanlık bir eve mum girdi mi, evin karanlığını bir lokma gibi yer ya:
Karanlık, bir hannan gibi yığılmış bile olsa, o anda bir tanecikten de önemsiz
bir hâle gelir,
Mumu ışımış görünce çıkıp giden soluk gibi karanlık da çıkar-gider,
 1770, Musa'nın sopasını da böyle bil: bil de anlamın sırrını anla,
Yüzbinlerce sopayı, ipi yuttu da ne semırıp şişti, ne arıklaştı,
O sopa, horoz gibi, savaş deminde ne bulduysa hepsini de bir lokma gibi yutu verdi,
Dağ, ova, karla dopdolu olsa, güneş, azıcık ışıdı mı, hepsini yok eder,
Şu cansız âlem de kara benzer: ne aslı vardır, ne temeli,
Allah güneşiyle yok olur: güneşin ışığında gölgenin yok olduğu gibi,
Gök de yıkılır, yer de: Ayla güneş de dökülür-gider,
Dağlar pamuğa döner: halk, Hakk'a doğru korkuyla koşar,
Hepsi de mezarlarından kalkınca, sürücü olmaksızın koşar ama kaçamaz,
Bilirler ki O'ndan kaçmanın, imkânı yok: Ona yüz tutarlar,
 1780, Allah heybeti, hepsini de kaplar; hepsi de tümden kurur-kalırlar,
Kıyamet koptu mu, onun ışımasıyla varlık karı erir; ırmak gibi akar,
Önceden su olan her cansız, Koç Burcu güneşinden gene su kesilir,
Bu hâl, bundan fazla söze sığmaz; din denizi bir testiye sığışmaz,
Ey Veled, buna sınır olamaz: o aynayı kilime koy - gitsin,
Sen Salâhaddîn'in hikâyesini anlat; o gök ve yer padişahı ne dedi, onu söyle,

XLVII
Gene, Allah anılışını ululasın, Salâhaddîn'in hikâyesine dönüş,
Münkirlerin düşmanlığını duyunca, onlar ahmak ve
bilgisiz; ben onların hayrına çalışıyorum onların hakkında ebedî
kutluluk diliyorum; buna şükretmek için canlarını feda etmeleri gerekirken
onlar, karşılık olarak düşmanlığa girişiyorlar buyurması

Dedi ki: Ben onların iyiliklerini istiyorum: hepsine de yakınlarım gibi acıyorum,
Benim lâyığını, işlerimin lâyığı bu mu? Gül yerine tikenle dalamaktalar beni,
İlenirsem vay o topluluğun hâline: hepsinin de hem malı gider, hem başı, hem dîni,
Gerçek şeyh, baş gibidir: ondan başkasıysa insanın bedenine benzer,
 1790, Birisi başsız durabilir mi: ayak, baş olmadıkça yolu nerden bilecek?
Bedenden ayrılan el, ayak, oynar ama, bir iş başaramaz,
Bir zaman sonra oynaması da biter: ölü uzuv, öylece kalakalır,
Dinsiz halk da bil ki, baştan, ayrılmış bedene benzer: bu çeşit insanlar, görünüşte insandır ama gerçekte
eşek,
Dirilikleri uzun sürmez: ölüm meleği hepsini de öldürüverir,
Başı kesilmiş beden, oynasa bile sen onu, o halde de hareketsiz bil,
Çünkü yardım görmeyen oynayış tez durur: çünkü oynayışı bir iş için değildir,
Oynadığı zaman da onu duruyor gör: her takdir edilmişi olmuş - bitmiş say,
Ama gönül ehlinin yaşayışı ebedîdir: onların canları, hem şaraptır, hem sâkıy,
Onların ölümleri, evden göçmektir adetâ: candan geçip canana gitmektir,
 1800, Hepsinin de yeri, cennetin baş köşesidir: orda hepsinin efendisi, sahibi, ulusu,
Allah'dır,
Dünyâ, onların bir müddet için eviydi: ölüm onları aldı, âhıretc götürdü,
Böylesi ölüme ölüm deme: yoksul, azığa, mala, mülke kavuştu de ,
Sırrı anlayınca, o herşeyi bilen Şeyh, o alçak topluluğa kızdı,
O da, Mevlânâ da onlardan yüz çevirdi: tümünü de sohbetlerinden uzaklaştırdılar,
Artık o alçak, o cansız körlere, kendilerine yol vermez oldular,
Böylece bir müddet geçti: hepsinin de bağı - bostanı kumdu,
Allah, o bağa-bostana yardım ediyordu; yardımı kesildi: bostanlarında birşey bitmez oldu,
O hararet geçti-gitti, hepsi söğüdü, buz kesti; utanmazlıktan yüzleri katıldı- gitti,
Tanıyışları kalmadı, kapandı; hepsinin gönülleri yaralandı, halsiz dermansız kaldılar,
 1810, Günleri kara geceye döndü, tümünün de gamdan boynu inceldi,
Günler geçiyor, Şeyh'i göremiyorlardı; her gece kötü rüyalar görüyorlardı,
İşin sonunda hepsi de ne yaptığını anladı; yaşlılar gibi bir araya toplandılar,
Herbiri elini dişliyor, hepsinin gönlünden dertler doğuyordu,
Birbirlerine, böyle kalırsak dediler, Allah bilir, hâlimiz ne olur,
Elden çıkmadan bir çâre bulalım da tuzaktan kurtulalım,,
Tövbe ederek huzurlarına varalım da kavuşmayı dileyelim, ayrılık da geçip gitsin,
Hepsi toplanıp kapılarına vardılar; başlarını yere koydular, yere yüzler sürdüler,

XLVIII
Allah ikisinin de azız sırlarını kutlasın, Mevlânâ ve Şeyh Salâhaddîn'in
münkir mürîdlerden yüz çevirmeleri, onların da ziyana düşeceklerini,
tümden mahrum olacaklarını anlayıp kapılarına vararak feryada gelmeleri,
tövbe ve istiğfar etmeleri, bağışlanma dilemeleri

Gerçek olarak, biz dediler, kuluz - köleyiz; padişahımızı aşkla arayanlarız,
Âşıklarız, dosta gidiyoruz; onunuz biz; onu bırakıp da kime gidelim,?
 1820, Gece - gündüz bu çeşit yalvardılar; yanarak ağlayan, yaşla dolu gözlerle yakardılar,
Ağlayıp inleyişleri haddi aştı; feryatları, figanları sınırı geçti,
Gözyaşları Ceyhun'a döndü; ayrılıktan canları kanlarla doldu,
Düşman bile canlarına bakınca onlara acıdı da ağladı,
Ateşlerinden taş bile muma döndü; hattâ eridi de su gibi aktı,
İkisi de onların ağlayışlarını duyunca dostluk çengini düzüp koştu,
Kapıyı açıp onlara yol verdiler; kilitlenmiş kapıları açtılar,
O anda tövbeleri kabul oldu; neşelendiler, onlardan gam - gussa gitti,
Gene hoş bir halde kol - kanat açtılar; gene yeniden analarından doğdular,
Yeniden can cihanını gördüler; kendilerini bedensiz can olarak seyrettiler,
 1830, Gönüllerinden hikmet coşmaya başladı; bilgisizlik yerine onlara akıl fikir geldi,
Hepsi de karanlıktı, nur oldu; hepsi de yastı, düğün kesildi,
İnkâr tikenleri gül bahçesine döndü; kapkaranlık gece, Ay gibi aydınlandı,
Hepsi de tertemiz, çevik bir hâle geldi; melek gibi göklerin yücesine ağdı,
Hepsinin de gözleri görmeye başladı; hepsi de adları bilir bir hâl aldı,
O iki padişahın makbulü oldular; onlara sığınıp aman buldular,
Yitirdikleri ipin ucunu buldular da ziyanları kâr kesildi,
Salâhaddîn'e kul - köle oldular; kendilerini gene onun aşkına rehin verdiler,
Şeyh, gene hepsinden lıoşnûd oldu: gene suçları yemden bağışlandı,
Kerem etti, yeniden onlara bağışlarda bulundu; güzelim yüzünü onlara gene gösterdi,
 1840, On günlük ömürleri binlere çıktı; hattâ sayısız bir hâle geldi,
Lütfetti de küfürlerini îmân etti; hepsinin de canı canana ulaştı,
Canları ayrılık belâsından kurtuldu; her âşık, gene sevgiliye kavuştu,
Dostun derdiyle tortu arındı; aşağılık bakır altın oldu,
Kimyayı herkes bilemez; aşk bayrağını az kişi yüceltebilir,
Kimya nedir'? Can feda etmek; boyuna ölüme yüz tutmak,
Bil ki kimya, nefsi öldürmektir; kim nefsini öldürürse varlık kapısından kurtulur,
Kimya, ölmektir; öldün mü, saf şerbet olursun, tortusuz şarap kesilirsin,
Allah ermin ayağı ucunda öl ki dirilesin, yücelere ağasın55
,
Onun bakışı, ululuk kımyasıdır; bakırın, onun bakışıyla hemencecik altın olur,
 1850, Ama yönsüzlük yönüne at sürebilen süvari azdır; aşk yolunda, az
kişi başıyla oynayabilir,
Başıyla oynayan başbuğ olur: boyuna bedensız diriliğe kavuşur,
Sırdan haberi olmayan başa yular lâyıktır; başsız sır sahibi olansa padişahtır, cihâna hükmeder,

XLIX
Salat-ü selâm olsun, Mustafâ'nın,
 «ölmeden önce ölün» hadîsini anlatış

Ölümden önce ölen kişidir canını kurtaran: odur Allah lûtfüyla dirilen
Rasul, onun içindir ki «Ölün» dedi: Allah buyruğunu duyana ne mutlu,
Onun ölümü, ebedî diriliktir; Süha yıldızı bile olsa, güneşten üstündür o,
Ölümden önce ölen, yoksul bile olsa yüzlerce azık bulur, mal - mülk elde eder,
Kavuşmaya gitmiş, yokluktan kurtulmuş, böylesine zahmetlerle dolu tuzaktan
sıçrayıp çıkmıştır o,
Şu fani dünyâdan yola düştü mü de, cehennem ateşinin yakışından emîn olmuştur,
Şu yerceğizi, cennetin baş köşesi kesilmiş, Allah bağışıyla veresiyesi peşin para hâline gelmiştir,
 1860, Vaadedilen şeyler, gözünün önündedir, onları seyreder; onca yok olan herşey var olmuştur,
Canım da, malını da Allah'ya sattığından karşılığında cenneti almıştır,
Böyle bir satış yüzünden kâr elde etmiş, canı zengin olmuş, esenliğe kavuşmuştur,
Ölüm, kötü huyu değiştirmektir; kötü huy, tek Allah'dan gaflet etmektir,
Halka karşı alçak gönüllülük, onlarla hoş geçinmek, onlara ziyadesiyle lûtufta bulunmak değimlidir?
O çeşit huy bu cihâna aittir; şu halk içindir, yaşamak içindir,
Güzel huy, Hakk'a enîs olmaktır; bu çeşit huy, iyi kişilerle a\nı cinsten bulunmaktır,
Gece - gündüz huzurda, ibâdette bulunup yüzlerce sevinç, yüzlerce esenlik bulmaktır,
Boyuna gerçeklikle, aşkla buluşmaktır; gece - gündüz özlemle ağlamaktır,
Bundan maksadım, görünen namaz değildir; bunu temiz olmayan kişi bilemez,

L
Din, namaz, ibâdet, bir anlamdır ki neliksizdir -niteliksizdir, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet dediler»
çağından beri ki insan, o çağda, manen Allah'yladır, Gerçek namaz, o nurdandır, o nurdan gıdâlanır, o nurdan
meydana gelir, Esenlik onlara, peygamberler gönderilince o namazı çeşitli şekillerde getirdiler, herbiri bir şekilde
buyurdu, Kimin anlayışı varsa, namazın görünüşüne aldanmaz, Canı varsa kabul eder; çünkü susuz, testiyi su için
ister, testide su yoksa ne işine yarar? Böylece, esenlik onlara, peygamberler de o namaza her surette halka
ulaştırmışlar, bildirmişlerdir; erenler de o gerçek namazı semâ', nazım ve nesir şekillerinde âlemdekilere
ulaştırmışlardır, Kim yemeği tanırsa, yemek onun gıdası olursa kâseler, tabaklar onu yanıltamaz; bilir ki öbür
kâsede de aynı yemek var"

1870, Herkesin bir tek niyazı vardır ya: her peygamberlerin de ayrı bir namazı vardır,
Can gibi gizli olan o cana ait niyaz ve namaz,
Her zamanda başka bir surette görünmüştür; can şarabı, her çeşit kadehe konmuştur,
Ağza sunulmak, dile - damağa tattırmak için kimi çanakla, kimi kâseyle, kimi kadehle verilmiştir,
Kâselere, testilere konmuştur ama kâsedeki şarap aynı değil midir?
Kâse değişebilir ama şarap aynıdır; herkes ölür; dâimi diri olan Allah'dır kalan,
Dünyâda suret, şekil değişir ama anlam birdir, o değişmez,
Testi, sağrak başka - başka olsa da arı - duru şarap nerden değişecek?
Bu namaz, önüne ön olmayan çağdan beri vardır; dünyâya onu Adem gösterdi ama bil ki o, ezelîdir,
Sonra her çağda şekli değişti ama iyice bil ki anlam değişmedi,
 1880, O namaz, canında oldukça dâima, ebedî olarak diri kalırsın,
Sana, ibâdetten başka hiçbir şey gerekmez; zâti dünya yaşayışı da ebedî değildir, geçer - gider,
Bilirsen, iyi huy budur; bundan başkası zâti ağır canlılıktır,
Allah'yı tanıyıp bilmen için soluktan soluğa kendinden, varlığından geçmen gerek,
Böylece sen de kalmazsın, o da kalmaz; ikilik perdesi olmaksızın o, yüz gösterir,
Çünkü ben ve biz, bu yolun perdesidir, Allah tapısının perdesi,
Ben ve biz nedir? Bilmiyorsan ağır canlılık etme de benden duy,
Allah için olmayan iyi - kötü, herşey, gerçek olarak bil ki tümden ben'dir, biz'dir, benliktir,
Son konak birliktir; ama sen olmadıkça birlik nerden gerçekleşecek?
Kim, yok olmadan şeyhliğe kalkışırsa, onun şekerinde acılık eseri vardır,
 1890, Hani her solukta ödağacından, miskten bahseden, fakat sarımsakla ekmek yiyen
adam gibi,
O, miskten laf eder - durur ama ağzından sarımsak kokusu gelir
Aksine, birisi de ağız dolusu misk alsa ağzına, pis kokudan bahsetse de
ağzından misk kokusu duyulur,
Sarımsaktan dem vursa bile söz söyledikçe sana Tatar miskinin kokusu gelir,
Can, insan vasfindan arındı mı, onun kötüsünü de misk say, iyisini de,
Ama iyi olmadı mı da, arınmadı mı da onun iyiliğini, hevâ ve hevesten doğan tüm kötülük bil,
Hallâc'in küfrü, tevhidden yeğdir; çünkü o, perdesiz olarak padişahı görmüştür, Ulaşmış kişinin sözü, adamı ulaşmaya
çeker; ayrılığa düşmüş kişinin sözüyse ayrılığa,
Allah eri, ne yaparsa iyidir; çünkü o, varlığından ölmüştür, ondan iş gören, O'dur,
Onun küfrünü îman kabul et; onun derdi, yüzlerce dermandan daha iyidir,
 1900, Ona sarıl da hür ol; çirkinsen kötüysen bile onun yüzünden güzelleşir, iyileşirsin,
Şeyhin sohbeti, her amelden iyidir; kim onunla oturursa, ibâdettedir, O ibâdet, gizli sırra benzer; sevgiliye ulaşman için
kılavuz olur sana, Padişahları hizmetine koşulan kişi, canla - gönülle onlara doğru koşuyor demektir,
Öyle birşey elde eder ki kimse ona nail olamaz; öyle bir padişah görür ki hiçbir göz, onu göremez,
Allah'nın gücü, sanatı, güneş gibi meydandadır; ıslaklığa benzeyen bilgilerse o denizdendir,
Herkes O'na can adını takmıştır; herkes O'nu dünyâyı yaratan bilmiştir,
Herşey, canla - başla O'nu tesbîh eder; periden, şeytandan tut da insana dek her varlık, O'nun noksan sıfatlardan arılığını
söyler,
Taştan, kerpiçten, saman çöpünden dağa dek her varlık, bölük - bölük O'nu tesbîh eder - durur,

LI
Yüce Allah'yı tanımak, erenleri tanımaktan daha kolaydır; çünkü yüce Allah, güneşten de daha apaçıktır;
bildirdiğimiz gibi her şahsı hüneriyle, sanatıyla bilirler, tanırlar; bütün âlemin de Allah sanatı olduğunu bilirler; bu,
nasıl gizli olabilir ki? Hattâ yetmiş iki millet, O'nun Allahlığını ikrar eder; ama erenleri tanımak güçtür; çünkü
onların sanatları, hünerleri de kendileri gibi gizlidir, «Allah dostları kubbelerimin altındadır; onları benden başkası
tanıyamaz,»

Ama gönül ehli olanlar, balçıktan karılmış bedendedirler; fakat
 1910, Onları bulmak, pek yüce, pek büyük bir iştir, Kelîm, Hızır'ı aşkla aramadı mı?
Zamanın padişahı olduğu halde Muhammed, Hak kokusunu Yemeniden almadı mı?
Yemen'den, Karen'li padişahın can kokusu gönlüne erişince onu göreyim demedimi?
Gene o, Âh ne kadar da özlemedeyim; beni kardeşlerime ulaştır derdi,
Ashâb-ı Suffa'nın yanına gitti mi, gönül sırrını onların kulaklarına söylerdi,
Çünkü onlar sırra mahremdiler, hepsinin de ezelden gözleri açıktı,
Onlardan şaşılacak sırlar duyar, bu yüzden de hoş bir hâle gelirdi,
Onları sözlerinden, şarapsız sarhoş olur, gölgesiz, apaçık bir güneş kesilirdi,
Haberde vardır, varlığı yaratıp tedbîr eden Allah, cömertliğinden, lûtfundan,
Muhammed'e buyururdu ki:
Erenler, kubbelerimin altındadır; kadının da gözlerinden gizlidir onlar, erkeğin de,
 1920, Onları, arayıp taraşa, kıvranıp dursa bile benden başka hiç kimsecik tanıyamaz,
Çünkü onlar, burda gurbete düşmüşlerdir ama benim nurumdan doğmuşlardır,
Nuru, nurdan başkası ne vakit, nasıl görebilir Şeytan'ın gözü, huriyi nasıl görür?
Bir cinsten olanı bilmek için o cinsten olmak gerek; yazandan başkası, yazılanı nasıl okur'7
Gizli âlemde de, açıkta da dostlar, erenler, candır; o yüzden de can gibi o
toplumdan gizlidir onlar,
Erenler, çalışmakla görülemezler; meğer ki onlar, kendilerini göstersinler,
Kerem ederler de yüzlerini gösterirlerse sözleriyle cehennem bile cennet kesilir,
Böylesine devlet kime nasîb olur ki sarayda padişahla beraber otursun,
Öyle bir padişahla diz dize otursun da bir sofrada, aynı tastan yemek yesin,
Hani Mustafa ile Sıddıyk'ın mağarada bulunmaları, birbirlerinin kulaklarına sır söylemeleri gibi,
 1930, Ağyardan çekilip ikisi de mağaraya gitmişti; örten Allah da onları ağyardan gizlemişti,
Gözcüsü - bekçisi Allah olan kişi, hiçbir surette kötü bir zahmete düşmez, eziyet çekmez,
Zamanın olaylarından emîn olur; ona ne tehlike vardır, ne korku;bunu böyle bil,
Hattâ onun yüzünden, ona uyanların da iki dünyâda ne korkusu kalır, ne amana kavuşma kaygısı,
Çünkü o kul da padişahın huyuyla huylanmıştır; Allah gibi, kendisine uyanı, kimi alır - götürür, kimi tutar - getirir,
Kimi öldürür, kimi diriltir; kimi padişah eder, kimi kul - köle,
Kimi çağırır, tapısına apışına alırsa göklerin üstüne çıkarır; kimi de sürerse, o, yerin dibinde kalır,
Allah, onu kendisine nâsb etmiştir; onun her yaptığı iş doğrudur, güzeldir,
Onun eğri işi, doğrudur, yerindedir; çünkü eğriyi doğru gibi düzüp koşandır o,
Kimi çeker alırsa, diriltir; onun buyruğuyla köhne kilim atlas kesilir,
 1940, Cehennem onun buyruğuyla cennet olur; tiken, gül bahçesi hâline gelir,
Dervişler, gizli definelerdir; onlarla düşüp kalkana ne mutlu,
Yakın, yakınlarına kavuşmayı arar; herkes nerden görecek onları?
Kardeş, erlere kul ol, köle kesil; felek gibi onların çevresinde dön,
İbâdetin özü-özetı, onlara kulluk etmektir ; kim onların yüzlerini gördüyse murada erişmiştir,
Yıkık yapısı onarılır ümidiyle sevinir - durur bâzısı da;
Gerçeği bilmeden yola düşer - yürür; hâli, kimi iyi olur, kimi kötü,
Hak erinin nazarı düşmemiştir ona; kör gönlünün iki can gözü açılmamıştır,
Hak erinin nazarı, insana gerçek îman bağışlar; nefse anlayış: akıl - fikir ve din
ihsan eder,
Gerçeklik nüm serpilir sana; burnuna ordan bir kokudur, gelir,
 1950, Onun ışığının vuruşunu kabullen de öylece dur; kazma gibi her ağacın
dibini kazmaya kalkışma,
Her bedende can definesini arama; Allah ereninin eteğini tutda onun
çevresinde dön - dolaş,
Çünkü onu, gene onun ışığıyla görebilirsin; ama dinsızsen din tadını tadamazsm,
Çünkü gözünde o nur yok, nerden onun nurunu göreceksin?
Kulağını, aklın, başında olsaydı da açılsaydı, kapalı gözün de, kulağının sayesinde açılırdı,
Ama sen, ahmaklığından düzene sapmadasın; olgun şeyhin sırrını nerden kabulleneceksin?
Ayağın gevşek, din yolunda topalsın; değil mı ki er değilsin, kadın gibi oturadur,
Gerçeklik ayaktır; değil mi ki ayağın yok, bu yolu nasıl alabilirsin sen?
Bu yolda cömertlik, can vermektir; canını feda et; edemiyorsan herze yeme,
Rind olan, başlariyle oynayan âşıkları hepsi de avlanmakta, alıcı doğan kesilmiştir,
 1960, Allah aşkıyla ölen âşıklar, diriliğe ererler, can mülküne sâhib olurlar,
Ölümde diriliği gördükleri için de boyuna ölümün çevresinde çizginip dururlar,
Hepsi de varlıklarından yok olmuşlar, alçalmayı, sarhoşluğu seçmişlerdir,
Zâti yücelik de bu alçalıştadır; varlıkta kalan kişidir yok olup giden,
Tersine çakılmış nalı gör de anla; a uykuya dalmış kişi tez uyan,
Bu dünyânın iyisi, kötüsü, Riyadır; göze su gibi görünen seraptır,
İnsan, iyi - kötü tiken, yahut duman, rüyada ne görürse,
Düş yorucuya söyleyince o, gördüğünün tersi, çıkar demez mi?
Rüyasını söyleyince, düşte gamlıysa, iyice bil bunu, sevineceksin der,
Rüyada kendini ölmüş görürsen, bil ki der, ömrün uzun olacak,
 1970, Gaflet uykusu da buna benzer, sonunda bütün gam, sevinç olur,
Ecel günü, bu uykudan uyanınca, işin tersini görürsün,
Gaflet uykusu, bu uykudan da ağırdır; o denize benzer, buysa sudan bir katre,
Bu uykudan insan, bir bağrışla uyanır ama o uykudan bin bağrışla ya uyanır, ya uyanmaz,
Hiçbir kimse yoktur ki kendi varlığında, benliğinde kaldıkça Allah'ya ulaşsın,
Peygamberlerin bağırmaktan seslen tükendi; sesleri taşa tesir etti de gene gaafillere
tesir etmedi; öylesine bağrıştan haberleri bile olmadı,
Sel gibi bağırış, onlara serap göründü; çünkü hepsi de uykuya dalmış-gitmişti:
Erenler feryâd edip dururlar; uyuyanları Allah'ya çağırırlar,
Ama onlardan hiç kimse uyanmaz da uyanmaz; âh aman şu aman bilmeyen ağır uykudan,
 1980, Yârabbi, bu zan, ne biçim bir uykudan meydana geliyor ki hiç
kimse bu uykudan uyanmıyor,
Bütün bu naralar, bu sesler, bu kükreyişler, hiçbir kulağa tesir etmiyor,
Ömürleri sona erdi de o soluk, bir solukcağız olsun onlara tesir etmedi - gitti,
Ölüye bile hayat veren o soluktan canları, hiç mi, hiç kurtuluşa ermedi,

LII
Münâcât

Ey Allah, halkın elini tut, bir solukcağız olsun, onlara lütfet,
Rahmetini esirgeme onlardan; Ay'ını bulutla gizleme,
Herkesi, herşeyi sen yaratmadın mı; bütün varlığı, yokluktan sen satın almadın mı?
Her kadın, her erkek, senin sanatınla, senin kudretinle var olmadı mı?
Hepsini de sen, zahmetlerinden kurtar,
Herkesi rahmetine garket; herkesi varlık zahmetinden sen kurtar,
Umûmî olan rahmetin, kimseden esirgenmez; ileri gidenler de, geri kalanlar
danimetlerine garkolmuşlardır,
 1990, Ama o hâli anlamazlar; cümlesinin gözlerini sen aç ey padişahım,
Çünkü açık, gizli, iki dünyâda da senden başka yetiştiren, geliştiren yoktur,
Ey padişahım, bu mülkten başka, can âleminde de yûzbinlerce cihanın vardır,
Öyle cihanlar ki onlara karşı bu âlem, bir kıl bile değildir; o denize karşı bu, bir testi bile sayılmaz,
Bundan dolayıdır ki ey iki cihanın da sığındığı padişahım, Kur'ân'dan adım,
Din gününün, ceza gününün sahibi taktın, herşeye, herkese hükmün yürür senin,
Böylece de varlık âleminde, senden başka buyruk sahibi, senden başka ulu
olmadığını bilirler,
Ortada bir perde yoktur, Ki bir kimse, bu, ondandır, ona koşuyor diyebilsin,,
Beden perdesi, beden sebepleri yok olur; ne çok kalır, ne az; yalnız sen kalırsın,
O âlemde, perdesiz, örtüsüz, senin kudretin görünür; küçüklere de sen buyruk yürütürsün, büyüklere de sen,
 2000, Herkes, aydın gün gibi anlar ki izin de sendendir, ayak bağı da senden,
Bir hikmeti de şudur : Bu dünyâ, âhiret âlemine karşı aşağılıktır,
Dünyâya bir önem vermedin de âhiret padişahlığını seçtin,
Şu büyük, şu oturamaklı dünyâ, senin padişahlığına karşı aşağı göründü,
Birisi, padişaha, külhan padişahı dese, bu söz doğrudur,
Doğrudur ama, padişahı ululamak bakımından, ona böyle bir söz söylemek kötüdür, yanlış sayılır,
Ey kudreti, yeri de dolduran, göğü de; düğün odasında perdesiz yüz göster,
Ey bilen Allah, bilgin bilen kişiyi de kaplar, bildiğini tutan kişiyi de,
Ey gücü yeten, sana aciz yoktur; iki âlemde de olmayacak şey, gücünle olur - biter,
Ey gönülleri de, bağlan - bahçeleri de aydınlatan; ey yeri de, zamanı da bezeyen,
 2010, Ey inananları nimet yurdu cennete alan; ey kâfirleri cehenneme atan,
Ey kâfirleri bağışlayınca canlarını dinle bezeyen,
Bağışın, sebebe, illete bağlı değil, iki dünyâ da bir sıfatından var olmuş"
Ey suçları örten Allah, bir bakışınla yüzlerce suç yok olur - gider,
Bütün o hatâlar doğru olur; o suçlar, tümden sevap kesilir,
Ey acıyan, yüceye de, aşağılığa da bağışı, cömertliği kılavuz olan,
Bize acıyışınla bir baktın mı, tortumuz, arı - duru olur,
Ey ceza vermekte acele etmeyen, denizi andıran ilminle düşmanlarına bir lütfettin mi,
Hepsi de erenler gibi salınmaya başlar; gül bahçesi gibi açılıp gülmeye koyulur,
Hepsi de korkusuz, pervasız, emin bir hâlde yürür; hepsi de olmayacak,
yapılmayacak şeylerin çevresinde dönüp dolaşır,
 2020, Geceleri de, gündüzleri de suçlar işlerler; ürküntüsüz, ziyana doğru giderler,
Ancak buyruğunu candan tutan peygamberlerin, hasların bundan müstesnadır,
Geri kalanların hepsi de a padişahım, ilminin yüzünden nefse ram olmuş, hevâ ve hevese uymuştur,
Hilmin sonsuz olmasaydı hiç kimse benliğe düşüp aldanmazdı,
Ey kerem sahibi, an az kereminle, o ihsan denizinden Hâtem gibi pek çok kişi belirdi,
Ey hüküm ve hikmet sahibi, bütün canlara, bütün bedenlere hükmün yürümekte,
Bu sonsuz, büyük bir hikmet; bunun pek azım bize öğrettin,
Yârabbi, bize verdiğin bu nimetlere sâhib olmak, haddimiz değil ama senin lûtuflarm,
herkese umûmîdir,
Ey elden tutan, önüne ön olmayan cömertliğinle alçak nefsin elinden ancak sen kurtarırsın bizi,
Yoksa onun elinden kimse kurtulamaz; kimse, kolunun gücüyle onunla savaşamaz;
ona karşı duramaz,
 2030, Ey Mevlâ, böylesine katı, böylesine güçlü bağı, senden başka kim çözebilir
bizden?
Ey her bağı açan, böylesine bir kilidi, iki âlemde de senden başka kimse açamaz,
Hadi, biz kendimizden geçelim de sana yönelelim, sana varalım; çünkü sen, bize bizden yakınsın,
Bu dua da senin bağışının lûtfundan; yoksa külhanda ne diye güller bitsin,
Ey neliksiz - niteliksiz Allah, damarlarımızda, iliklerimizde, kanımızda
yürüyüp duran akılla anlayış, senin keremlerinden,
Nur denizi iki-üç parça yağ içinde akıp gitmede, dalgalarıysa bütün âlemi tutmada,
Bir et parçasını dil yapmışsın; hikmet seli ondan akıp duruyor,
İki kulak deliğinden sonsuz bir ana yol açmışsın; tâ cana dek gidiyor,
O cana ki bütün var olanların aslıdır; ölmüş ruh bile onunla canlanır,
Ey bir kokmuş erlik suyundan beğenilir bir güzel yaratan;
 2040, Leylâ, Vîse, Şirin gibi sayısız, şeker gibi tatlı güzeller halkeden,
Selvi boylu, Ay gibi parlak alınlı, erguvan yanaklı, kara gözlü, La'l dudaklı, inci dişli, ok kirpikli
yay kaşlı:
Misk gibi simsiyah ikiye ayrılmış saçlı; çene topağı elma, ebedem ipek gibi yumuşak,
Nâzik bedenli, ince belli, bir dünyânın sabrını, karârını alır güzeller meydana getiren:
Öyle güzeller ki herbiri Mecnun gibi yüzbinlercesini kendisine hayran eder, meftun eder de,
Aşıklar, varlarını - yoklarını yele verirler, başsız - ayaksız, kimi dağın yolunu tutar, kimi ovanın;
Yakınlarından, kendilerine bağlananlardan koparlar: kanlarından, oğullarından bezerler;
Onların aşk havasına düşerler, mala - mülke, bezentiye-altma boş verirler:
Dîni - dünyâyı, adı - sanı yele verirler, savururlar da, ne olacaksa olsun derler,
 2050, Onların aşkını canla - gönülle satın alırlar; dertlerini seçerler de dermanı atar - giderler,
Ey bir katreden umman meydana getiren, ey en aşağılık zerreyi parlak bir güneş hâline koyan,
Böylesine hıklarla, kanlarla dolu olan bedeni, senin güzelliğinin ışığıdır ki öylesine ölçülü hâle kor,
Öylesine güzel gösterir: yoksa ey padişahım, gönül, balçığa nasıl kapılır, ne ilgisi var ?
Balçıktan bir zerrecik güzellik göründü de dünyâdakilerin gönüllerini de kaptı, canlarım da,
Sonu olmayan güzelliğinin güneşi bir parlarsa, onun parıltısına kim dayanabilir? Söyle,
Kara balçıktaki su bile böyle olursa ey bağışlarda bulunan, dilekleri veren
Allah, balçıksız su nasıl olur, nice parıldar ?
Ey tehlikelerde kullara yardımcı olan, çöllerde, denizlerde onlara yardım eden ,
Ey Halife ateşi bağ - bahçe hâline getiren, o ateşi ona gül - fesleğen yapan, Tehlikeler bile seninle irfan bağı kesilir;
başkasıylaysa ateşler kaynağı,
 2060, Ey kulları zanlarma göre iş başaran, biri sana karşı iyi zanda bulunur, amana erer: öbürü kötü zanna düşer,
korkulara karılır,
Kimisi neşe, müzik âlemindedir; kimisi sıkıntıya yönelip bunalmış,
Kimisi varını - yoğunu yitirmiş: kimisi dilemiş de ganimetler elde etmiş,
Kimisi hüzünlerle helak olmuş, ebedî olarak tufana batıp gitmiş,
Balıkların oynaştığı denizinizde onlara hayat suyu var, bu, nede güzel bir gıda
Eyvanlar olsun ki yeryüzünde uçan kuş, o denizde ölür:
 bense, ancak bana farz olanı ödedim, gerekeni yaptım,
Bundan sonra arayıp taramak size düşer: şaşkınlığı bırakın da yaşama dileyin, zevki arayın,
Ne hoştur o dem ki topraksız - tozsuz, aparı suyu aşikâre içersiniz de gönül sevince dalar,
Balık gibi o uçsuz - bucaksız denizde dönüp dolaşın, yüzüp durun artık,
Varlık belâsından, benlik zahmetinden kurtulun da o yana dönün,
 2070, Dudaksız-damaksız şaraplar için: şıra gibi küpün içinde köpürüp coşun,
Sonsuz işrete yeni baştan başlayın: perdesız-engelsiz onu kucaklayın,
Şu iki-üç günlük yaşayışı bırakın da gene aslınıza yönelin,
Böylece de, bizimle beraber şu yola düşün: hepiniz de o padişahın yüzünü
görün,
Hepiniz can dünyâsında koşup tozun: hepiniz de canınızla oynayın,
Bu dünyâ, canlar dünyâsı değildir: mekansız âlemdir canların mekânı,
Bu dünyâ, bedenimizin yeri-yurdudur: canların yeri-yurduysa ne'vâ cennetidir,
Biz ilerdeyiz, bu dünyâ nerde? Çünkü biz, mekânsızlık âlemini yurd edinmişızdir,
Biz bu yerde konukuz: bu yanda kalacağımızı sanma, Sonunda oraya gideceğiz: gene gönlümüze sâhib olan sevgiliye
kavuşacağız,
 2080, Bir iş için evinden çıkar, yurdundan aynhrsan, işine gider, o işi bitirir, gene konağına dönersin,
Ne diye yolda, sokaklarda eğlenip kalacaksın? Şüphe yok ki evine dönersin gene,
Erenler de bunun gibi Allah tapısından bu yana bir iş için geldiler,
O iş tamamlandı mı, dönüp giderler, dosta kavuşmadan ne diye ımızgansınlar, eğlensinler '?
İşte - güçte olan gök de erenlerden ışıklanır, yer de,
Erenler, Hak güneşinin nurudur: ondan da öte yedinci kat göktendir onlar,
Erenler, aparıdırlar, geri kalanlarsa, tortudur; onlar, Hak'tan gayrisini gönüllerinden, kökten kazımışlar, yok
etmişlerdir,
Güneş, taşı la' l yapar; ama taş gölgeye giderse lâ'l olmaz,
Senin, gerçeği gören gözün varsa, gözün açıksa onlarda Allah tecellîsini gör,
Böyle bir gözün yoksa, yürü, onlardan, böyle bir göz iste; peşlerine düş de kullar gibi koş yürü,
 2090, Onlar da sana Hakk'ı gören göz bağışlasınlar: böylece bağışlarıyla dînin -îmanın artsın,
Taşı, gölgeye korlarsa güneş ışığından bir pay elde edemez, Şeyh de güneşe benzer, sense taşsın; ondan başkasından
o rengi nasıl elde edebilirsiniz ki?
Ondan başkasını gölge bil de kaç; ona sarıl da la'l ol,
Şeyhin sohbetini canla - gönülle seç: gölge gibi ondan hiç ayrılma, ondan başkasına bakma,
Böylece sen de sonunda ona dönersin; bedenken tümden can olursun,
Topraktan olan bedenin, onun sayesinde altına döner; hattâ altın de ne? inciyle dopdolu deniz kesilir,
Onun sohbeti, her solukta seni, Mesîh gibi ayaksız olarak göğe ağdırır,

LIII
Mürîdin işi, şeyhin huzurunda, çalışmadan, çabalamadan başa çıkar ve mürîd,
maksadına ulaşır, Netekim biri, gemide, hiçbir işe girişmeden uykuya dalsa, ansızın,
öyle bir ile varmış olur ki karada, aylarca yürüseydi oraya varamazdı,
Allah antlısını ululasın Şeyh Salâhaddîn, Veled'e, benden başka bir şeyhe bakma ki
gerçek şeyh benim; başka şeyhlerin sohbetleri ziyan verir; çünkü bizim nazarımız güneştir, mürîdse taş,
Kaabiliyeti olan taş , güneşin ışığıyla mutlaka lâ'l olur;
onların nazarlarıysa gölgedir; kaabiliyeti olan taş,
güneşin ışığından çekilip gölgeye gitse lâ'l olamaz demesi, bunu anlatış

Hani gemi, denizde gider, insanları, adım atmadan şehirlere götürür ya;
 2100, İnsan, gemide ayağını uzatıp yatar, uyur; derken ansızın Taraz'dan baş gösterir,
Sen de böylece şeyhin huzurunda otur da sonunda kendini nura garkolmuş gör Taş,
güneşin ışığından, hararetinden kaçmazsa sonunda lâ'l olmaz mı ?,
Müridin gidişi de nişansızdır, izsiz, neliksiz - niteliksizdir: kim bunu bilmezse aşağılık bir kişidir,
Şeyhin sohbeti, Allah'yı gafletle anıştan da yeğdir; çünkü onun sohbeti, kendisinden değildir, Allah sıfatlarındandır,
Şeyhle oturup kalkan kişi, öfkeden de arınır, tertemiz olur, kibirden, kinden de,
Şeyhin sohbeti, Allah sohbetidir; iki görme; şeyh, Hakk'ın rahmetidir,
İki gören, perde ardında kalmıştır; öylesine bir sevgiliden haber alamamıştır,
Tek kişiysen iki görme; bir gör de dosta kavuş,
Birgün Salâhaddîn bana dedi ki: Benden başkasını seçme,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder