2 Haziran 2016 Perşembe

ibtidaname Sultan Veled

6310, Ayrılığa düşmüş canı, buluşma devletine erdi: gene o hoş parça-buçuk, asla kavuştu,
Yakıp yandıran zahmet, ebedî bir define oldu: tekrar makbul olup sürülmekten kurtuldu,
Aşk iksîriyle canı altın oldu; o denizde katresi inci kesildi,
Parça - buçuğu tüm oldu da gamdan kurtuldu; o yas, tekrar düğün - dernek oldu - gitti,
Şeytandı, tekrar melek oldu; kuzgundu, Allah, onu alıcı doğan yaptı,
Yerdeydi: Zühre'den de değersizdi: göğe ağdı; gene güneş oldu,
Güneş sözü, anlatabilmek için: yoksa bu söz, onu ululamamaktır,

CXXXI
Anlamlar, oldukları gibi söze sığmaz; birşeye benzemez; çünkü onun ne zıddı vardır, ne eşi - örneği, Ama
insanların akılları mikdarınca da bir söz söylemek gerek ki onu istesinler, Hani ergenlik çağına gelmemiş çocuğa,
güzelin dudağını şekere benzeterek söz söylerler; çocuğun, şekerin tatlılığıyla onun kıyaslamasını, o
dudağın da şeker gibi tatlı olduğunu söylemesini sağlarlar, Yoksa şekerle güzelin dudağının ne ilgisi var; hiçbir
suretle birbirilerine benzemezler, İşte yüce Hak da cenneti, bu suretle anlasınlar diye hurilerle, köşklerle, ağaçlarla,
ırmaklarla beyân eder; yoksa cennet nerdenbunlara benzeyecek? Bunların hepsi de geçicidir, oysa ebedi,
Geçici birşeyin ebedî olanla ne münâsebeti var?

Deniz katreyle nasıl kıyaslanabilir? Ayarı tam altın nerde, yalancı altın nerde?
Ama o yana gönlün aksın diye bu kıyaslama, zarurî bir şey
Sence güzel olan; istenen, can gibi sana sevimli olan
 6320, Şeyin cinsinden bulunanı sana gösterirler ki o yana gönlün aksın,
Güzel yüzlü dilberin dudaklarını şekere benzetmezler mi hani?
Ay gibi güzelin lâtîf dudaklarını anlasın diye çocuğa böyle söylerler,
Çocukların, şekerin tatlılığıyla güzelin dudaklarını kıyaslamalarını, böylece de o tadı anlamalarını sağlarlar,
Yoksa dudak ne diye şekere benzesin; dudağın tadını kim alır şekerden?
Dudakların zevkini şekerde arayan, çocuklar gibi oyuna koşar,
Bu iki zevk arasında pek büyük bir fark var; boncuk, eşi bulunmaz incinin yanında nedir ki
İşte Allah da Küf ân'da cennet bahçelerini halka böyle anlatır,
Uzun boylu ağaçları, yaprakları, meyvaları var, nimetlerine ne had var, ne hesap;
Orda dört ırmak akar: Su, şarap, bal, süt,
 6330, Her yanda çeşit - çeşit güzelini köşkler var; her yanda göze binlerce huri görünmede,
İpek elbise giyinmişler onlar; ordaki baharın letafetinde hiç de kış yok,
Böylesine nimetler, orda ebedî, orda hiç kimse zahmet, meşakkat görmez buyurmuştur,
Bu sözler, cenneti anlatmak değil, sizin anlayışınıza o mânevi zevki birazcık yaklaştırmak içindir,
Katreler denizdedir ama katrede gemi yüzmez, yürümez,
Katreden dalgalar coşar mı hiç? Meğer ki denize kavuşmuş olsun,
Denize kavuştu mu da ona deniz de artık; Allah huyuyla huylanmış kişiye de Allah nuru de,
Bunun açıklanmasını can kulağıyla dinle; eski sözden yenisine yönel,
A bilgili er, böyle yap da sana açıklansın, anlayasın; bilgi elde ettikten sonra da Allah azîzi olursun,
Varlığından boşalır, Hak'la dolarsın; bizim gibi tatlılaşırsın da acılığın kalmaz,
 6340, İnsan, ana rahminde erlik suyu değil midir? Ama o su, varlığından yok olunca,
Ay gibi güzel bir insan olur; la11 dudaklı, kara gözlü güzelim bir insan,
Erlik suyu insana döndü; hani katrenin denizde inci oluşu gibi,

CXXXII
İlk hâlden, ilk huydan dönüp «Allah huyuyla huylanın» hükmünce Hak huyunu aldıkları için velîlere Abdal denir,
Mansûr, aşkta ilk mertebedeydi; halksa onu anlayamadı,
Başka âşıklarsa ondan daha yüce mertebededir; onları halk hiç anlayamaz;
artık maşukların mertebesine nerden erecekler,
Evliyaya, hâlleri tebdîl edildiğinden, o hâlleri kalmadığından Abdal adı
yoklukta bir başka surete
verilmiştir,
Varlıklarından, benliklerinden geçmişler, bürünmüşlerdir,
Ateşti onlar, nur oldular; şeytandılar; hurinin bile gıpta ettiği bir hâle
geldiler,
Hepsinin de yüzü ölüme, yokluğa dönmüştü; ölümsüz canı buldular da sırtları güçlendi,
Konakları yeryüzü ama aman buldukları yer, Arş'ın yücesi,
Allah var, onlar da var; şarapsız, kadehsiz dâima sarhoşlar,
Onlar, âlemde Hakk'ın naipleridir; Adem, onların toprağıyla övünür,
Gerçi Âdem, varlığın aslıdır; evliya, ondan var olmuş, onun soyundan gelmiştir ama,
 6350, Onların sırları, Adem'den de gizlidir; çünkü, bu sır, yeniden, şimdi coşup köpürmüş,
 meydana çıkmıştır,
Soyundan son gelenlerin gönüllerine pek gizli sırlar vermiştir
Allah; öylesine gizlidir ki,
Âdem'den belirmemiştir bu sırlar; böylesine nurlardan haberi olmamıştır onun,
Herkesin şekli, sureti birdir ama her bedende başka çeşit bir can var,
Birinin canı uçar, göğe ağar; birinin canıysa o perdenin ardında kalır,
Biri, Ben Hakk'ım sözünü dünyâya yayar; öbürü bil ki der, ben Hakk'ın sırrıyım,
Bir başkasıysa, ben der, sırrın da sırrıyım, o sırsa tenin içinde gizlenmiş,
Karanlık âlemi aşkla tümden nur kesilmişti de Mansûr, bu yüzden Ene'l-Hak demişti,
Onda ne kadar karanlık varsa nur olmuş, hattâ nuru, nurlardan üstün bir hâle dönmüştü,
 6360, Tikeninin kökü aşkla gül bahçesi kesilmişti; karanlık gecesi, sabah gibi aydınlanmıştı
O, mekân âleminden, mekânsızlık âlemine gitmiş, her adına karşılık yüz kanada nail olmuştu,
Öyle bir dünyâda yurd edinmişti ki oraya çabayla erişilemez,
Şaşılacak bir dalgadır, o dibi - kıyısı bulunmayan denizde, belirmeden yürür - gider,
Mansûr, bu kadar yüce bir mertebeye eriştiği halde olgun kişilerle buluşmak kutluluğundan ayrıydı,
Çünkü ey bilgin, aşk âleminde, daha ilk mertebedeydi o,
Allah, orta mertebeye erişmeye yol vermedi ona: son mertebedense haberi bile yoktu,
Bu mertebeler, dolaylar, vasıflarıyla dolan âşıkların mertebeleri,
Maşukların mertebeleriyse, yaratılmışların gözlerinden gizli:
O mertebelerin ilki, sonu, ortada olanı, Hak'tan gayrıya dâima gizlidir,
 6370, Mansûr'ıın hâlleri, mertebesi, halkın gözünden gizli olursa:
Halk, bilgisizlikle onun hâlini bile inkâr eder, onu öldürmeyi kolay görür, önemsiz sayarsa:
Karanlıktan nurun ayrılışı gibi mertebeleri, Mansûr'un mertebesinden çok yüce olan böyle bir toplumun hâlini,
Halk nerden anlayacak? Sen söyle, Anlayışları, o hâli kavrayamaz ki,
Bu anlamlar, açıklanamaz da: insandan, nerden öyle bir söz doğacak'?
Sen de bu cinstensen gözünü aç da bak: şeytan mısın, insan mı, kendini bir gör,
Uçanlara karıştın, bedensiz olarak canın yüzünü apaçık görenlerden olduysan,
O toplum, sana gizli kalamaz; çünkü cins, varır, cinsine gider,
At, şüphe yok ki atın yanına koşar; her cins, kendi cinsini kovalar,
Cins, dâima cinsiyledir: çünkü bir cinsten olanlar, hoş bir surette bağdaşırlar,
 6380, Hak, milyonlarca suret düzdü: birini aşağıya sürdü, öbürünü yüceye ağdırdı,
Birini yoksul, hor - hakıyr, tutsak etti: öbürünü zengin kıldı, bey yaptı, mala - mülke sâhib etti,
Şaşmış - kalmışım: ne Allah'dır bu; ne aşağıdadır, ne yukarda: mekânı yok,
Aşağı da onunla nûrlanmış, yukarı da onunla: herkesle beraber, herkesten de gizli,
Ondan özge ne suret var, ne anlam: iyice anla da davadan vazgeç,
Herkesin aklı, bunun hükmüne eremez: bunu, yolu görüp bilen kişiden başkası anlayamaz,

CXXXIII
Olgun evliya ve ermiş fukara ile sohbet, zahiri ibâdetten yeğdir, daha faydalıdır, Onların sözlerini duymak,
kitaplarda yazılı bilgileri bellemekten daha ziyâde, adamı Allah'ya Ulaştırır, Her gönül akışı da, gönlün aktığı şeyin
emsinden olduğunu göstermez; çünkü, kendiliğinden gönül akışı olduğu gibi başka bir sebep yüzünden de
gönül akışı olabilir, Hani insan, birisinden elbise parası elde eder, yahut ondan başka birşey umar da bu
yüzden ona meyleder ya; bu, özden gelen bir meyil değildir; dıştan bir sebebe bağlıdır, Ama bir de özden gelen
meyil vardır; ondan, yalnız onu ister; onunla buluşmaktan, ona kavuşmaktan başka birşey ummaz, istemez;
işte özden gelen ve aynı cinsten oluşa delîl olan meyil, bu çeşit meyildir,


Hâsılı şunu bil ki erlere, erenlere hizmet, Allah'ya (nafile) ibâdetten yeğdir,
Onların sözlerini işitmek, binlerce hitap okumaktan, bilgi ve hüner elde etmekten daha iyidir,
Onların huzurlarında yok olmak, duyuştur, anlayıştır: onlara kul - köle olmak gerçekten de padişahlar
 pâdişâhı olmaktır,
Kim onlarca makbul olursa korkudan kurtulmuş, âmâna ermiştir,
 6390, Sonunda da, onların civarında bulunan kişi, onlardan sayılır - gider,
Onların cinsinden olan arar onları; akrabayı yabancı arar mı hiç?
Gönlün gönüle akması, birliktendir; birbirini arayış, aynı damardan oluştan kopar,
Ama bu meylin garezsiz, maksatsız olması gerek; sebebe maksada bağlı olan meyil değil,
Halkın şahneye, padişaha meyli, mevki elde etmek, dünyâ malına - mülküne konmak içindir,
Tebriye'nın ahî'ye meyli, lokma içindir; çünkü ahî cömerttir,
Yahut da ona arka olacağını, düşmanın kılıçla, yumrukla öldüreceğim umduğundandır,
Onu, zâtına meylettiğinden, değil, maksatlarına ermek, umduğunu bulmak için ister - durur,
Umduğunu elde edemezse canı, ona meyletmez,
Artık ona ne ahî der, ne baba; ne de ona sevgiyle bakar,
 6400, Hattâ kinle düşman bile olur ona: ölmesi için dua eder,
Yüzlerce garezi, maksadı kesip atan meyil, ancak şeyhle mürîd arasındadır,
Çünkü candan mürîd olan, şeyhin yoluna canını da oynar, cihanı da,
Sevgiyle o yolda başını da terkeder - gider, sırrını da,
Allah için garezsiz olarak herşeyini harcar; çünkü şeyhini Allah'dan ayrı görmez,
Ona yüz tutmuştur; onun aşkını seçmiştir; çünkü kendisine ondan başkası lâyık değildir,
Böyle bir meyil varsa bu, iyidir; çünkü bu çeşit meyil, onun Allah'nın ışığıdır,
O tertemiz mürîd, şeyhin cinsindendir; ama onun cinsinden oluşu da halktan
gizlidir,

CXXXIV
Cins oluş, görünüşte benzerlik dolayısıyle olmayabilir, görünüşte iki şey birbirine aykırı, fakat anlam bakımından
bir olabilir; ekmek, su, öbür yiyecekler, görünüşte senin değildir hani; sen hareket edersin, o nl a r e dem e zl e r ;
s e n k o n u ş u r s u n , o nl a r konuşamazlar; sen dirisin, onlar ölü; ama anlam bakımından aranızda birlik ve aynı
cinsten oluş var;
çünkü ekmek yemekle gücün artar; açlık elemi giderilir; beden rahatlaşır, semirir,
Şu hâlde bedeni geliştiren herşey, bedenle aynı cinstendir; dîni, îmânı arttıran herşey de din ve îman
cinsindendir, Yaratılmışın, yaratanla zât bakımından benzerliği gerekmez; o da bu söylediğimiz çeşittir,«Akıllıya bir
işaret yeter; müjde anlayışı olana,»

Aklın varsa, sana hoş gelen: seni geliştiren neyse onun çevresinde dön - dolaş,
Böyle değilse kaç ondan; iyi bil ki senin cinsinden değildir o,
 6410,Ekmek, insanların cinsinden değildir;görünüşte böyledir ama cana onunla güç-kuvvet
 gelir,
Bu yüzden de insan cinsindendir; yalnız bunu bilenler azdır,
Cins, cinsiyle gelişir; bu sebepten de herşey, cinsinin yanma varır,
Su suyla çoğalır; akıl da akılla düzene girer,
Cinsinden kaçan, güz mevsimi gibi kendi yapraklarını döker,
Öz, yaratılış bakımından cins oluş gerekli değildir; bitki, suyla, toprakla aynı cinstendir,
Gül olsun, tiken olsun, hepsi de suyla gelişir,
Bil ki yel, ateşle aynı cinstendir; çünkü yelle çoğalır, alevlenir ateş,
Bedenle can birleşmemiş mi, kaynaşmamış mı? Ama beden, ben dediğin şeye
hiç benzer mi? Söyle,
Göz ışığı yağla bağdaşmış; gönül nuru da bir katre kan içinde,
 6420, Neş'eye bak da gör, nasıl sırtta, böbrekte yer etmiş,
Onun neş'eyle bir benzerliği yok, yok ama doğru yolu gösteren Allah, neş'eyi onun cinsi olarak
 yaratmış,
Kederi de ciğerin içine, aklı beyne koymuş,
Bunların, neliksiz - niteliksiz birbirleriyle ilgileri var; var ama bunu bilmek, akla düz gelmez,
Bunun gibi can da canana dost olmuş; bir katrede bir umman gizlenmiş,
Denizin sığıştığı o katreye karşı gökle yer, bir ırmaktan da değersiz,
Ne mutlu kendi cinsini arayana: cinsinin ardına düşüp koşana,
Kimde böyle bir hâl varsa, bütün hâlleri, gittikçe ilerler, gelişir,
Bu yüzdendir ki dindarlar padişahı, ağyardan uzak ol, dostlardan değil dedi,
Kürkü kış için yaparlar: bahar geldi mi sırttan atarlar,
 6430, Bunu, hemen onun «Mesnevi» sinde ara da ziyana düşmeksizin binlerce fayda elde et,
Yalnızlığı, cins olmayandan kaçmak için seçmek gerek: yoksa kendi cinsinden olanla cana can katılır,
Akıl, akılla birleşti mi, yüce bilgiler meydana çıkar,
Ama nefis, nefisle eş - dost olunca da bunun aksine, düzenler düzülür de yerlere gömülür,
Canla - başla bir akıllıyı ara; çünkü onun gölgesindedir emin oluş, esenliğe eriş,

CXXXV
Evliya ile sohbet, itaatlerin, ibâdetlerin en ulusu, en faydalısıdır, Çünkü şeyhle sohbetten elde edileni, bir - iki yıl
çalışmakla da elde edemez insan, Bir kimse, yalnız kendi düşüncesiyle, kendi çalışmasıyla bir sanatı
belleyemez; bir hayli gün geçtikten sonra bellese, öğrense bile bilgisi noksandır, Ama bir solukta ustadan
öğrendiğini, yıllarca kendi çalışmasıyla elde edemez, Ama yüce Hak, «Rahman, Kur'ân'ı öğretti» hükmünce nâdir
olarak birisine, şeyhsiz, ustasız birşey öğretirse de bu nâdirdir; nâdire dayanılıp hüküm verilemez; nâdir,
pişkin, olgun olan ve pirden yetişen kişilere karşı ham görünür, Bu yüzdendir ki selâm ona, Mustafâ, Allah
yüzünü yüceltti, mü'minler Emiri Alî'ye öğüt vererek buyurdu ki: «İnsanlar, yaratıcılarına çeşitli hayırlarla yaklaşırlar;
sen Allah'a aklın çeşitli yönleriyle yaklaş da dünyâda insanları yüce mertebelerle, yakınlıklarla, âhirette de Allah
katında geç,»
Allah tarafından gönderilen Ahmed, Yâ Alî dedi, ey Allah arslanı, ey en ulu Emîr,
Halk, hayırla, hasenatla Allah'ya yaklaşmak yolunu arar: sen yürü, gizlice bir akıllıyı ara,
Bulunca da tapısında otur, canla - gönülle sohbetini seç, kabullen,
Böyle yap da herkesten daha ileri ol, bu yürüyüşte herkesi geç,
Hayrın karşılığı rahmettir: gücün yettikçe yürü, aklını fazlalaştır,
 6440, Çünkü hayırların, ibâdetlerin aslı akıldır: kimin aklı daha fazlaysa, daha öne geçer, daha ileri olur,
Akıllı kimdir? Allah'nın has velîsi: Allah'dan başka herşeyden, herkesten ayrılan kişi,
Halkın aklı da akla benzer, benzer ama gerçek aklı, görüş sahibi anlar, bulur,
Çünkü halk, gerçek akıldan uzaktır: çünkü karanlıktandır, ışıksızdır,
Kalp akça da geçer akçaya benzer ama sarraf, mehenge vurunca kalpı anlar,
Değeri ne kadardır, bilir de başkaları gibi onun üstüne titremez,
Öyleyse dinarı sarrafa göster: dîni de evliyaya arzet,
Çünkü o erlerin katında dinden başka ne varsa hepsi de toz gibi yele savrulmuştur,
Savaşın sırrı, evliya ile sohbettir; kim o sohbeti seçerse bozgundan kurtulur,
Ama bunu insan, yüz yıl kendiliğinden keşfedemez de evliya sohbetiyle hemen elde eder,
 6450, Yürü, sanatı ustadan öğren de sanatın temelli olsun,
Kendi kendine öğrendiğin sanattan nerden rızık yiyebileceksin?
Yaptığın işi kimse beğenmez: bütün âlem onu kınar,
Kendini beğenme, geç varlığından: aklın çevresinde pehlivanca yürü,
Amaakıl,oyol gösteren,kendisine uyulan kişidir:senin aklın değil;ona kul-köle kesil de seni senden satınalsın
Seni satın aldı mı, aklı elde edersin: tez uyan, ne diye uykuya dalıyorsun?
O, düzgün bir surette herkesi yetiştirir; kendi kendini yetiştirmeye çalışan ahmaktır, aşağılıktır,
insan da, ağaç da, tarla da, bağ - bahçe de terbiye edilirse seçkin bir hâle gelir,
Ama bak da gör: terbiye edilmeyen herşey, pisçe kalır, hor hakıyr, önemsiz bir hâl alır,
İşim, Allah'nın düzüp koştuğu kişi pek nâdirdir,
 6460, Nâdire dayanılarak hükmedilemez: Hakk'ın herşeye gücü yeter ama bu da böyledir,
Alemde hüküm, fazla olagelen şeye göre verilir: Adem varlık âlemine geldi geleli hüküm budur,
Sen hükümden, kuraldan dışarıya çıkma, Allah'nın hükmünden, buyruğundan baş çekme,
Böylece kereminden sana, kendine bir yol versin, yıldız bile olsan seni Ay hâline getirsin,
Nâdir olarak birisi, bir define bulabilir ama sen kazancı elden bırakma, zahmetten kaçınma,
Sen çalış, kazancından ye - iç de açlığa tutsak olma; zarara düşme, Allah sana define verse bile kazanç, buna engel olmaz
ya, Hiçbir suretle çalışmaktan, kâr elde etmekten kalma; define de kısmetinse sanaerişir,
Erişmese bile hiç olmazsa sen, kazançtan kalmazsın; elinden geldikçe çalışmayı bırakma,
İtaati, ibâdeti yerine getir; hiç bir buyruğu yarına bırakma,
 6470, Sonunda her ibâdetine karşılık sevaba nail olursun; derken Allah hitabına da kavuşursun;
Bana lâyık kulsun; ektiğin biter, yitip gitmez der sana,
Nihayet, sana mükâfatta bulunur; ektiğini devşirir, yüzlerce anbar doldurursun,
Ey mü'min, mahşer, nedâme günü de herkes korkar, sense emîn olursun,

CXXXVI
İbâdetler , tohumlara benzer; kıyamet günü her tohumdan öyle birşey biter ki ekilen tohuma benzemez,
Netekim bu âlemde erlik suyu insan oluyor ki hiç de erlik suyuna benzemez, Şehvet yelinden yeşillikte uç kuş
meydana gelir ki yele benzemez, Şeftali çekirdeğinden, hurma çekirdeğinden ağaç çıkar ki onlara benzemez,
Böylece vefalı kişiye padişah mevki verir, elbise, mal -mülk bağışlar ki bunların hiçbiri de vefaya benzemez,
Hırsızı damgacına asarlar; hırsızlık, darağacına benzemez, Bunlar gibi çok ve sayısız şeyler var, Şu hâlde
görülüyor ki bu âlemde ekilen, yapılan şeylerden öyle şeyler meydana geliyor ki hiçbiri de yapılan şeylere
benzemiyor, Gayb âleminde de, burdaki işler, sözler, virtler, ibâdetler, o âleme ekilen tohumlardır: öyle şeyler
bitirir bunlar ki tohumlara benzemezler, Huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, çeşit - çeşit meyvalar ve çiçekler ki
cennet anıldı mı, bunlar söylenir; hepsi de mü'minlerin yaptıkları şeylerin, derecelerine göre tohumlarıdır; daha güzel
tohum, nasıl daha güzel daha sevimli şey yetiştirirse öyle işte, Cezaların, cehennem ateşindeki azapların,
cehennemin aşağılık derecelerinin hepsi de, müşriklerin, mücrimlerin yaptıkları işlerin tohumlarından biter,
Demek ki işlerin karşılığının, o işin benzeri olması gerekmiyor,

Yapılan işlerin tohumlan, hısımın, akraban gibi canla - başla seni arar,
Her iş, a baba der sana, biz orda, hep senden doğduk,
O solukta onları görür de şaşar - kalırsın; sevinirsin, gamdan kurtulursun,
Ey sevgi bağışlayan Allah dersin: bunların hepsi de nasıl benden varlık âlemine geldi,
Sana cevap verilir de a bilgisiz denir; bu olmayacak şey değil, şaşırma,
Dünyâda senden çıkan erlik suyu, Ay gibi bir çocuk olup salma - salına yürümedi mi?
 6480, Kuşların şehvet yelinden, yüzbinlerce uçan kuş meydana gelmiyor mu?
Bir tohum, yer altında yetişip meyva veren seçkin bir ağaç olup boy atmıyor mu?
Şu hâlde o havaya kapılıp o hevesle iki gözünden akıttığın gözyaşından, alıp verdiğin soluktan
Binlerce huri, binlerce köşk meydana gelirse, olmadık şey değil bu; uzak görme bunu,
A bilgin, burdaki iyi - kötü işin, sözün, tohuma benzer: erlik suyu gibidir,
Herbırinden, o âlemde, senin için, her solukta şaşılacak şekiller doğup durmadadır,
Güzel işlerinden Ay gibi huriler, kötü işlerinden de kapkara şeytanlar doğuverir,
Gayb âlemi, henüz belirmemiş, bırak onu; bu âlemde bile iyi işten neş'elenmiyor,
 kötü işten gamlanmıyor musun?
Padişaha vefakarlıkta bulunursan, karşılığında sana yüzlerce bağışta bulunuyor,
Sana at, elbise, rütbe ve mevki veriyor; gerçek bir gönülle seviyor seni,
 6490, O vefa, bunlara benzer mi hiç? A dostum, burda bir iyice düşün hele,
Sözün, işin, padişah tarafından bilinince, onlar yüzünden mal - mülk, mevki geliyor sana,
Yaptığın iş, söylediğin söz, onun katında mevki', mal - mülk, güzelim at oluyor ya;
Bunun gibi iyi işlerinin tertemiz tohumları da, ecelinden sonra huri ve cennet oluyor,
Erlik suyu, ne diye insana benzesin? Bir çekirdek, ne münâsebetle ağaca benzetilsin?
Ama tohum yer altından bitiyor, yüzlerce dal - budak veren, meyvalar yetiştiren bir ağaç oluyor,
Her erlik suyu, rahimde pek güzel, Ay gibi dilber bir insan şekline giriyor,
Yelden bir zümrüdü ankaa meydana geliyor; nerde o göz ki seyrine dalsın?
A gama dalmış kişi, beden tanesi de toprağa girince sanıyor musun ki
Yitip gider de bitip yetişmez? Mahşer günü, onun yüzlerce misli karşılık verilir sana,
 6500, Böyle bir zanna düşme ki yanlış bir zandır bu: bil ki Allah'nın işinde aczi düşünmek de lâyık değil,
Tohum nasıl toprakta yok olmuyorsa, nasıl diriliyor, çevikleşip bitiyorsa,
Ekilip görünüşte yok olduktan sonra nasıl bitki olup baş veriyor, yüceliyorsa, bil ki
Bedenin de yok olduktan sonra hasredilecek; sen de bunu bileceksin,
Yokluktan nasıl varlık verdiyse, Hak, ondan daha fazlasını verecek, gönlünü neşelendirecek,
Bu yanda rükû1
 eden, secdeye kapanan kişinin o rükû'undan, o secdesinden cennet var olur,
Diliyle Allah'yi ananın o anısını Allah, cennet kuşu hâline sokar,
Kuş, anışa benzer mi, sanat eseri, düşünceyi andırır mı hiç?
Onların birbirleriyle münâsebetleri yoktur; gözü olana da bu, görünüp durur,
Ama bilginler, bilirler ki hırsızın hırsızlığına karşılık ona verilecek hüküm, onun takdiri,
 hapsedilmesidir, bağlanmasıdır, aşılmasıdır,
 6510, Bir mazlumu yaraladın mı, o yaptığın iş, bir ağaç olur da o ağaçtan zakkum biter,
Kötülük ve zulüm tohumu cehennem olur; seni kuş gibi faka bastırır,
Bütün iyi ve kötü işleri böyle bil: kötülükten cehennem doğar, zâhıtlikten cennetler,
Tiken ekersen, evine, tiken devşirirsin; gül ifdanı dik de gül devşir,
İyi iş güldür, onu dik; kötü işse tikenden de beterdir,
Tikeni dosta götüremezsin: iyi, arı - duru kişinin işine tortu yaramaz,
Değil mi ki buradan oraya en iyi bir armağan götüreceksin;
Canla - gönülle en güzel, en iyi birşey seç de sevgiliye onu götür,
A alış - verişte bulunan, garezlere pek az önem ver; ömrünü, karşılığında
birşey elde edemeyeceğin şeyler uğaına yitirme,
İyi bil ki hiç kimse, dünyânın malını verse, ömrün bir soluğunu bile satın alamaz,
 6520, Ama ey aklı eren, ömür oldukça âlemin malı elde edilebilir,
Değeri bulunamadığına, paha bıçilemeyeceğine göre ömrü elden çıkarma da balıklar gibi oltada kalma,
Ömür tohumunu Allah için ek de o, bire karşı ikibin versin
Hattâ binler de nedir Allah işi bu: sayısız da verir,
Sayılı ömrün var ama o ömrü Allah yoluna harcarsan,
Değil mi ki Allah yoluna dökülüp saçıldı; o ömrü sonsuz, sayısız bir hale de getirir o,
Allah'ya harcanan ömür kalır; o kişiye Allah, tükenmez şarabını sunar,
Bu aşağılık âlemin çorak toprağına ömür tohumunu eken, ziyan eder - gider,
Bu dünyâya, âhirette meyvasını devşireceğimız tohumu ekmeye geldik,
Allah'nın bizi getirmekten muradı buolduktan sonra maksadı elde edemezsek,bugelmemiz kaç para eder ki?

CXXXVII
Yüce Hak insanın, kendisini tanısın, ona kullukta bulunsun diye yarattı; «Cinleri, insanları, ancak bana kulluk etsinler
diye yarattım» hükmünce insanın varlığından maksat budur, İnsan, kullukta bulunmazsa ömrü faydasız yere
geçer - gider; başka işlerde bulunur ama o işlerin insana bir faydası yoktur, Sözgelişi değerli bir kılıcı, birisi, buna testi
asarım diye mıh yerine duvara çaksa, bu iş, faydasız bir iştir; çünkü kılıcı, başka şey için yapmışlardır; mıhın işini
görmez o, Şimdi insanın varlığından maksat da ibâdet olduğuna göre burada ibâdet etmeyen kişiyi, cehennemde
ibâdetle, tövbeyle uğraştırır,

 6530, Elimizden, ibâdetten başka, sanata, bilgiye, hünere dâir binlerce iş gelir,
Bu işler de faydasız değildir ama Hak bizi onlar için yaratmadı dostum,
Mücevherle bezenmiş, su verilmiş kılıcı mıh gibi dıvara kakarsan,
Buna bir testi asarım, böylece bundan faydalanırım dersen, bu, anlamsız bir iştir,
İnsanın varlığından maksat da sanat değil: insan, gerçeklik, yalvarış ve ibâdetten başka birşey için
yaratılmamıştır,
Onun da faydası var ama kılıç onun için yapılmamıştır, savaş için yapılmıştır,
Kur'ân'da, biz insanları, cinleri boş yere yaratmadık buyurur;
İbâdette bulunsunlar, hizmet edin de karşılığında yüzlerce rahmet elde edin diye yarattım,
Burda ibâdette bulunmayanın kısmeti, ölümden sonra ibâde etmektir,
Cehennem, ona ibâdet kesilir; orda tövbe eder, âh çeker,
 6540, Çünkü Hak, ibâdet etsinler, itaatte bulunsunlar, cömertlik etsinler diye yarattı
insanları;
Burda ibâdet etmezlerse orda, canla - gönülle ibâdet ederler,
Cehennem, isyan edenlerin mescididir; orda hepsi de, faka tutulmuş kuşa döner
Boyuna, gerçeklikle, Rabbimiz derler, kulaklarını boyuna Allah'ya verirler,
Orda Hakk'a rızâsız kullukta bulunurlar; hepsi de namaza, duaya dalar - gider,
Burda yapmadıkları kulluğu o âlemde yerine getirirler,
Böylece de herkes, ne için yaratıldıysa onu yapar; herkes, Allah'yı mâbûd edinir,
Ama burda muratlarına daha tez erişirler; işleri, birkaç günceğizde olur - biter,
Ordaysa yıllarca, yüzyıllarca çalışırlar, gene de kutsuz işleri kutluluğa dönmez,
Adamsan, bugünün işini yarına bırakma; yoksa yarın pişman olursun,
 6550, Kim hayıra sarılırsa akıllıdır; veresiyeye kapılanınsa işi başa çıkmaz,
Âşık, boyuna hazıra sarılır; gerçek, veresiyelerden kaçar,
Güzel vaatlerle verileceği söylenen bağışlardansa hazır sille, sûfîye yeğdir,
Bu işte sûfınin huyuyla huylan; din işinde savsaklık etme,
Veresiye arayanlar, bekler - dururlar; şarapsız, sarhoş olmaksızın sersemlik çekerler,
Gaflete kapılan, hazır şaraptan olur da beyhude yere baş ağrılarına tutulur,
Veresiyeye dayanan, bil ki eline bir hiç almıştır da onu söküp dikmeye uğraşır,
Âşıkların payları, içinde bulundukları vaktin hazır lûtfudur; onların canları, nerden veresiyeyle
 esenleşecek?
Bu günkü tiken, gelecekteki gülden iyidir; geleceği seçen utulur-gider,
Elinde ümitten başka birşey olmayan kişi, aşk yolunda kalp akçadan başka birşey değildir,
 6560, Kim ümitsiz bir hâle düştüyse onu ölü say; onun sölpümüş, çürümüş bedeninde
can yoktur,
Ama kim bugün bir hâl elde etmişse, şarapsız, kadehsiz sarhoştur,
Çünkü canı - gönlü, boyuna sevinç içindedir; âlemin kötüsünden de hürdür, iyisinden de,
Kim bugün işini düzene sokmuşsa, nefsinin boynunu bıçaksız kesmiştir,
Kan içen düşmanın elinden kurtulmuştur; ebedî olarak Allah'yladır,
Ama burda gözü seçmeyen kişinin orda, iki gözü de doğan gibi kapalıdır,
Burda kör olarak ölen, kabirde de kördür, kör olarak da haşre dilir,
Kadından çocuk doğar gibi yerden de buğday, arpa baş gösterir, biter,
Rahimde erkekse erkek doğar, dışiyse dişi,
Arpadan buğday çıkmaz; hiç kimse kuyruktan, başın işlediği işi istemez,
 6570, Nasıl yaşarsan öyle ölürsün; ister yoksul ol, ister zengin; bunu böyle bil,
Çiğil güzeli cilveye başladı mı öğüdü bırak, bağı çöz,
O dilberin güzelliğine hayran ol; onun vasfından başka bir söz söyleme,
Onda yok ol, kendinden geç de iyiden de kurtul, kötüden de
Canın, onun güzelliğiyle dopdolu olursa zahmetten de kurtulursun, usançtan da,
Ondan sonra cennet, canla seni arar: huriler, seninle bezenirler
Sen öz olursun, herşey deri kesilir; dostun huzûaından ayrılmazsın artık,
Şimdicek, arılıkla hepimiz de solukdaş olduk diye çırp ellerini,
Bu mecliste herkesin gönlü bir; herkes birbiriyle eş - dost olmuş,
Aralarında münafıklık kalmamış: dostluktan, birlikten başka birşey yok,
 6580, Ezelde hepimiz de birdik zâti; şimdi de o yüzden bir hâle batıp gitmişiz,
Şüphe yok ki devletkuşuyla devletkuşu uçar; kuzgun, dudularla uçar mı hiç?
Değil mi ki devletkuşuyum ben, eşlerim - dostlarım da elbette devlet kuşları; hepsi de benim gibi orda doğmuş,
Asıl bakımından hepimiz de birdik ya, gene buluşalım da bu buluşma hâlinde gene bir olalım,
Görünüşte yeyip içmeye, yatıp uyumaya tutsağız ama hepimiz de tıpkı güneşin ışığıyız,
Öz biziz, kalanların hepsi deri; hepsi de yabancı, bizse biriz, dostuz,
Kim ne bilir ki ne kuşlarız biz: hangi diyarda uçarız?
Latîf canlara canız; ama kubbeler altında da gizliyiz biz,
Zerreye benzeyen bedende güneş gibiyiz; söğüt gibi zevkle baş sallamadayız,
Dünyâdan başka yüzlerce dünyâmız var; hepimiz de mekânsızlık âleminde
dünyalara sahibiz,
 6590, Melekler, canlar, ordumuz bizim; hepsi de çevremizde saf kurmuş,
Yer de ne demek? Hepimiz yersiziz; saman çöpüne benzeyen bedenimizin altında deniz gibiyiz,
isa'nın soluğu bile soluğumuza karşı utanmış; aşk, denizimizden kabarıp coşan bir dalga sanki,
Musa, Hızır'ımıza kavuşsaydı tavuskuşu gibi kanatlarını yayardı,
Hattâ Hızır'ımız görseydi Hızır'ın ardından koşar mıydı hiç?
Hattâ hattâ Hızır'ımız, Hızır'a göriinseydı, o bile aşkla deli - dîvâne olurdu,
Bizim Hızır'ımız kim? Himmetler göğünün Şems'i; önüne ön olmayan demden beri Allah'ya ulaşmış o
 seçilmiş er,
Hızır, perdesiz - örtüsüz onu görseydi, gölge gibi ardında yürür, dolanırdı,
Aşkla onun sohbetini seçer, ondan başkasını, hiçbir şeye karşılık olarak almazdı,
Dostum, elin üstünde el var: bunu bil de yürü, bizi kimseye eşit tutma,
 6600, Bizi hiç kimsenin yolundan - yordamından sayma, hiç kimseyle kıyaslama da bizden berhudar ol, meramına
er,
İzimizin tozununçevresinde dön-dolaş da herşeyden haberdâr ol,uluların ulusuna baş kesil,bey ol,
Arslanlardansan, arslanların sütünü iç: bahâdırlardansan, yanımıza gel,
Bu tapıda kimsenin adını anma da rahmetten uzak düşme,
Bizden olduysan, başkasından bahsetme; hiçbir suretle bizden başkasını arama
Evliyanın kıskançlığı sonsuzdur; sakınarak hareket et ki reddedilmeyesin,
Tümden onlara ver, onlara ısmarla kendini: onların katında aklından vazgeç,
O erlerin huzurunda sus da ayrılıkla başın dönmesin,
Onların huzurunda bilgiden, hünerden bahsetme; öyle bir yerde yalvarıştan başka birşeyle
 uğraşma,
Yalvarırsan sırra sâhib olursun: soluktan soluğa kadehsız şarap içersin,
 6610, Dostum, öğüdümü tutarsan, işin, sonunda onlar gibi olursun,
Kendi renginden bir eser bile kalmasın; yavaş - yavaş onların rengine boyan,
Ona sarıl, bunu atmaya bak; onunla dol, bunu boşalt - gitsin,
Böyle yap da sedefteki katre gibi inci kesil; tümden onlarla dol,
Bahçivan, zerdali dalına kaysı aşılar hani;
Zamanla o zerdali ağacı, güzelim kaysılar vermeye başlar,
Ondan sonra, ister bu ağaçtan meyva devşir, ister o ağaçtan aralarında fark yoktur,
Değer bakımından bu onun, o da bunun aynıdır; çünkü güzellikte ikisi de bir olmuştur,
Bunun gibi şeyh de, içi ne denli arınmışsa, o denli, senden ışık verir, parlar,
Senin senliğin, yok olur onun himmetiyle; seni Rabb'e mensup tertemiz bir can
haline getirir o,
 6620, Sonunda da tıpkı o olursun: sana bu lûtufta, bu cömertlikte bulunur,
Ateşin, şeyhin ışığıyla nur olur; zahmetin, gamın yerini neş'e alır,
Mesîh gibi seni, baştan başa can hâline getirir; göğün yücesinde dönmeye koyulursun,
Allah'nın yardımıyla, iki elini duaya açtın mı, ne dilersen olur,
İki dünyâyı da bir tomar gibi dürersın; herşey senden tâzeleşir, dirilir,
Canlara yeni bir can verirsin; ruhları gamdan kurtarırsın,
Allah'nın gücü - kuvveti senden zuhur eder- kim seninle becelleşirse kahrolur - gider,
Böyle bir devlete erışemezsen, evliyadan böyle bir rahmete ulaşamazsan,
Halktan çekil, yalnızca ibâdete koyul; nefsinin dileğini, rahatı terket,
Gündüzlerini oruçla, gecelerim namazla geçir; yeyip içmeye, uyuyup
esenleşmeye az koyul,
 6630, Nefsin dileğini hiç verme: onu daha da arık bir hâle sokacak ne varsa, onu yaparsan
 daha yeğdir bu,
Ölmedikçe ondan el çekme: aşağılansa bile emîn olma,
O diri kaldıkça kork ondan: gizli - aşikâr, düşmanındır o,
Senden kurtulmak için, düzenle ölmüş gösterir kendini,
İnanma hiç: adam - akıllı sık - sıkıştır onu; boyuna işkence yap ona,
Savaş kılıcıyla başını kesmedikçe onun belâsından kurtulamazsın,
Çünkü Hakk'ı arayan, isteyen nice kişileri yoldan saptırmış, ırmakta boğmuştur o,
Atlayıp o tarafa geçen âşıklardan başka herkes, şu cihan ırmağında kalmıştır,
Onun eli herkese uzanır: herkesin nasibi, onun yüzünden yanar - erir,

CXXXVIII
Şeytan, herkesin yolunu vurur, herkesi cehennem otu, odunu yapar, Ancak «Onların hepsini azdıracağım,
içlerinde, ihlâs sahibi olan müstesna» hükmünce evliyaya birşey yapamaz, Hattâ, «Gerçekten de Şeytan, Ömer'in
gölgesinden kaçar» dendiği gibi onların gölgesinden bile kaçar - gider, Kim Allah velîsinin gölgesine sığınırsa,
onun çevresinde de dönüp dolaşamaz, Buna delil de şudur: Birisi birgün îblîs'i gördü, bir mescidin kapısında
duruyordu, Burda ne yapıyorsun diye sordu ona, Dedi ki: Mescitte bir zahit namaz kılıyor; onu yoldan çıkarmak
istedim; ancak yanı başında bir arif uyumada; onun korkusundan mescide giremiyorum, O olmasaydı, zahidin işini göz
yumup açıncaya dek bitirirdim, Bu yüzdendir ki, esenlik ona, Mustafâ, buyurur: «Bilgin kişinin uykusu, câhilin
ibâdetinden yeğdir,» Onların uykuları, başkalarının uyanıklığından iyi olursa, hayır - şer, bütün hâllerini de
böyle bilmek gerek, Yeyip içmeleri, başkalarının orucundan, gülmeleri, başkalarının ağlayışından, alayları,
başkalarının ciddî oluşlarından yeğ; sonuna dek böyledir bu,

Ancak o, ezelden temiz - pak, iyi olan ihlâs sahibi kullara,
 6640, Hiçbir suretle el uzatamaz: çünkü onları koruyan Allah'dır, Bu Kur'ân'da anılmıştır: Hak,
 Şeytan'a kahredince,
Şeytan, Adem'in yüzünden bu hâle düştüm, lanete uğradım, soyuna-sopuna kin güdeceğim:
Hepsinin yolunu keseceğim; isterse temiz, isterse aklı başında olsun, hepsini
gaflete düşüreceğim;
Ancak, ezelden beri gerçeklikle dopdolu, ezelden beri tertemiz has kullarına gücüm yetmez;
Hattâ zırhsız adamın oktan kaçışı gibi onların gölgesinden bile kaçarım dedi,
Arslanlardan kaçan tilki gibi Ömer'in gölgesinden kaçmadı mı Şeytan
Bütün velîlerden kaçar; adlarını duydu mu, perperîşan olur,
Çünkü bir nurdur, bir mayadandır onlar; hepsi de aslında, Allah tecellîsine dalıp gitmiştir,
Oğul, şunu bil: Bir ekmek ne yaparsa, bütün ekmekler de onu yapar,
 6650, Ceyhan'ın yaptığını, yanlışsız, noksansız, Fırat da yapar,
Birgün, adamın biri Şeytan'ı gördü; zağar gibi bir mescidin kapısında duruyordu,
Ona, bıırda ne yapıyorsun dedi; düzen kurmaya kalkışma, doğru söyle bana,
Şeytan dedi ki: Mescitte bir zahit var; kendini tam manasıyla kulluğa vererek namaza durdu,
Onu yoldan çıkarmak istiyorum ama yanı başında bir arif var,
Yatıp uyumuş, ondan korkuyorum: onun güzünden yanına gidemiyorum,
Orda uyumasaydı, zahidin işi, düşmanın dileğine uyar - giderdi,
Onun ibâdetini yele verirdim, savurur - giderdim: bu suretle kendimi de sevindirirdim
Ama gel, gelelim, o uyuyan kişi bana engel oluyor: böyle bir iş yaptırmıyor bana,
Çünkü arif, uykuda bile hırsızın elini bağlamıştır: şimdi bu uyku, o namazdan yeğ değil mi?
 6660, Demek ki Allah erinin bütün işleri, doğru olsun, yanlış sayılsın, böyledir işte,
Tok oluşu, halkın orucundan, nekesliği, bütün dünyânın cömertliğinden yeğdir,
Gülüşü, zahitlerin ağlayışlarından, suçu, ibâdet edenlerin ibâdetinden iyidir,
Bilen kişinin katında, Hızır'ın suçları, Kelîm'in hayırlarından iyi değil miydi?
Yaptığı iş, şeriattan dışarıydı görünüşte: ama gerçekte şeriat buyruklarını fazlasıyla yerine
 getirmedeydi,
Şu hâlde «Nice suç vardır ki kutludur» sözü,ıün- sırrı budur ey özü temiz kişi,
Çocuğu öldürmek, suçtu ama bunu yapmakla Allah, onun itaatini, ibâdetini daha da
 fazlalaştırmadı mı?
Görünüşü küfür, özüyse îman; sureti dert, anlamıysa derman,
Allah, anlama yolunu vermedi de onun için Hızır'ın işi ona kötü, abes göründü,
Ama o üç işin üçünün de hikmetini ayan - beyan duyup anlayınca canla - gönülle baş koydu,
 6670, Çünkü bunun zulmü, onun adaletinden de üstündü: onun kötü görünen her hareketi- öbürünün iyi
işinden ileriydi, yerindeydi,
Musa bile o ululukla, o hareketleri anlamakta acze düşerse,
Sen kim oluyorsun, senin hayrın, ibâdetin, gamın, sevincin, zahmetin, rahatın da ne?
Kıyasla da bu hususta başını eğ, secdeye kapan, böylece de bu çeşit padişahlardan, sırlara eriş,
Bunun gibi onun sayısız kötülüğünün herbiri, fayda bakımından, iyiden de üstündür,
Çünkü onun zâtı, herkesten ileridir, ayrıdır; herkes kuzgundur adetâ, oysa alıcı doğan,
Kuzgun, nasıl olur da doğanla bir olur? Kükreyen arslana karşı kedi ne yapabilir ki?
Onun sözünü de, işini de, öbür halktan ayırd et: herkesi bir sayma,
Onun işini, kimsenin işiyle kıyaslama: sinek nerden ankaa gibi Kafdağı'na uçacak?
Taş, onun elinde inci olur; halkın elindeyse altın toprak kesilir,
 6680, Onun yediği lokma tümden nur olur; onların yedikleriyse tümden aldanış olur, benliğe
 döner,
Zehir, onun damağında şeker olur; onların ağızlarındaysa şeker, pislik olur - gider,
Hani Mansûr, Ene'l-Hak dedi de halk arasında tanındı,
Ama o andan bu âna kadar halk, ona rahmet olur - duaır,
Aynı sözü Firavun da söyledi; ama Hak, ona, bu sözü söylemek hususunda yardım etmemişti,
Bundan dolayı da halkın ağzından ona gündüzleri de lanet okunmada, geceleri de,
Çünkü Hallaç, o sözü söylemeye memurdu; Firavun'sa eşekliğinden aldanmıştı, benliğe
 düşmüştü,
Hâsılı buna rahmet okunmada, o tümden pis kişiyeyse yüzlerce lanet,
Bu ağızdan boyuna konuşan Hak; o dildense nefsin düzenidir beliren,
Bu diriltir, oysa öldürür; bu, arı - duru bir hâle getirir; oysa tortulaştırır; kül - gübür eder,
 6690, Bu taht verir; o piliyi - pırtıyı götürür; bu kutluluk verir; oysa bahtını - talihini
tersine döndürür,
Bu mevki' verir, o kuyuya atar; o gaflet verir; buysa anlayış,
Bu melek gibi göğün yücesine çeker; öbürüyse Şeytan gibi yerin dibine batırır,
İnsanların ruhları suya benzer; sular sana aynı görünür ama,
Asıl bakımından ayrı - ayrıdır onlar; biri zehir gibidir, öbürü şeker gibi,
Birinden, arı - duru tertemiz su coşar; öbüründen toprakla karışmış kapkara su,
Birinden bilgilerin tatlı suyu kaynar; öbüründen zakkum gibi bilgisizlik suyu
Birinden en iyi, en hoş şey, öbüründen, en şom neyse, o baş gösterir,
Birinin sepeti çiçeklerle, meyvalarla doludur; öbürünün sepeti akreplerle, yılanlarla,
Biri ateştir, öbürüyse tümden nur; biri dileğini yanına getirir, öbürü uzaklaştırır,
 6700, Biri tiken verir, öbürü tamâmiyle gül: biri sersemliği arttırır, öbürüyse tümden şaraptır,

VXXXIX
Çokları, görünüşte evliyanın yanına gelirler, sözlerini bellerler; gerçekten yol kesenlerdir onlar, Kim fark
edebilirse onlara baş eğmez; dostu düşmandan ayırır, tanır, Hani sarraf, ayarı tam altını kalptan ayırır ya,
onun gibi, Görünüşte birbirlerine benzerler ama «Mü'min anlayışlıdır, ayırd edendir,» Evliya, diledikleri surette
görünebilirler,

Sende ayırd ediş varsa kurtulursun; gönlünü her aşağılık kişiye vermezsin,
Kalpları altından ayırd edersin; nasıl olur da boncuğu inci narkından alırsın?
Doğruyu eğriden ayırd edebildin mi de her kötü işliden korkmazsın artık Korkun Hak'tan olur,
Seylan'dan değil; çünkü gizli sır, apaçık görünür i ana,
Bütün işleri görürsün; hem sıcaktan kurtulursun, hem soğuktan,
O yardım, sana dost olunca iş yapanın, ancak Allah olduğunu görürsün,
Bilirsin ki halk, onun aracıdır; onun buyruğuyla yürür, iş görür,
Yazıyı düz okursan, ondan başka tasarruf sahibi olmadığını bilir, anlarsın,
A bilgili er, dostta, düşmanda, mü'minde, mecûsîde o tasarrufu görünce de,
 6710, Gözüme şu, iyice görünür ki sebepleri yaratan, gerçekte ancak odur
Allah, «Herşeye bir sebep var» buyurdu: sebepleri meydana getiren de benden başkası değil,
Herşeye sebepler tâyîn etti de adam olmayan, sebepler yüzünden yitip gitti,
Görüşü keskin olan, nasıl olur da sebeplere kapılır?
O, boyuna sebebi yaratana bakar; nakışlar, suretler, onun yolunu kesemez,
Bilir ki sebepler vasıtadır; kapı, kapıcı olmadıkça açılmaz,
Kılıç, kol olmadıkça kimseyi kesmez; beden, cansız olarak ayakla bir yere gidemez hiç,
Böyle olunca da o kişi, nerden araçtan korkacak9
 Onun korkusu da
Allah'dandır ancak, titreyişi de,
Halîl, ateşten korkmadığından ateş, ona gül bahçesi kesildi; yakmadı onu,
Ateşin içinde altın gibi gülüyordu; o cehennem ona cennet bahçeleri olmuştu,
 6720, Gene böyle Kelîm, sopasını atınca yılan oldu o sopa; Kelîm korkmadı ondan,
Ne mutlu ona ki ipin ucunu bulur da anbarları, ekilmemiş tohumla dolar,
Dişsiz - ağızsız, lokmalar yer; iki ayağına muhtaç olmadan aşk damına çıkar,
Şarapsız, kadehsiz sarhoş olur; yukarılık, aşağılık nedir, bilmez de bir hoşça yürür de yürür,
Ağızsız, gül gibi güler; kahkahalar atar; Ay gibi, ama göksüz nurlar saçar,
Her solukta yeniden bir şekle bürünür; sen de ona ulaştın mı, seni de nûrlandırır,
Kimi gök olur, kimi yer kesilir; kimi yüce ok]r, kimi aşağılanır,
Gözünün önünde, ne dilerse o şekle bürünür: kimi melek olur, kimi de insan,
Aynı zamanda bütün suretlerden de çıkar; sen de nakıştan, suretten geç de ulaşmaya bak,
 6730, Çünkü nakışlar, suretler, perdedir; suretler, ruh sarayına nerden girecek?
Kelîm, Allah'yla buluşmayı dileyince, tek ve herşeyi bilen Allah, ona dedi ki:
Nefsini dışarda bırak da varlıksız olarak vuslat sarayına gir,
Senliğinden, varlığından geç, yoksa buraya giremezsin; birlik yöresine ikilik suretiyle gelme,
Birlik âleminde sen, ben yoktur; sen yok ol da sayı aybından kurtul,
Hem de, iki ayağını, iki âleme bastın mı dedi, ayakkaplarını çıkar ayağından,
Kutluluk vadisi temizlikten ibarettir; oraya bu çeşit geliş, korkusuzluktan ileri gelir,
Ayaklarından çıkar ayakkaplarını; böylesine alana yalın ayak gel,
Ayakkapları, Musa'nın varlığıydı; Musa'nın perdeleri, engelleriydi, sarhoşluğuydu,
Allah'yı arıyorsan varlığından geç; varlığınla o yana nerden gidebileceksin?
 6740, Dikkat edersen görürsün ki yokluk, varlıktır: varlıktan faydalanmayı istiyorsan yok ol,
Varlığın perdedir; sen, bilgisizliğinden, körlüğünden, kendine kendini perde yapmaktasın,
Eşeklikle bu zanna kapılma; kendine gel de bir iyice bak, ayakmısın, baş mı?
Beden misin, yoksa bedendeki can mı; yoksa canda, gizli olan canan mı?
Senin varlığında bu da vardır, o da: hangisi daha iyiyse onu seç,
O daha iyi olanı kendine eş - dost et: ne diye en aşağılığa kapılıyorsun?
Yüzlerce çeşit ağacın var; her ağaç başka meyva vermede,
Biri ekşi meyva veriyor, öbürü tatlı: biri turunç, öbürüyse tümden incir,
Biri Ebûcehilkarpuzu vermede, öbürü hurma, Biri çirkin meyva verir, öbürü güzel,
Sen ne diye iyi meyva yetiştirmeye gayret etmez, ne diye her solukta güzel meyva yemezsin? 6750, Neden
aşağılık ağacın çevresinde dönersin? Adamsan en iyisini seç,
Sen gerçekten de neye çalışıyorsan osun; neye gayret ediyorsan onun değerincesin,
Şu hâlde en iyiyi seç de iyi ol; Ay'ın yanı başında otur da Ay kesil,
Denizde bir gemi batmaya başlasa, akıllı tacir,
Değerce aşağı olan kumaşı fırlatır, denize atar; gizlenecek değerli inciyi de koltuğunda saklar,
Senin bedenin de denizde bir gemidir, bunu böyle bil; o gemide çeşitli kumaşlar, değerli
 inciler var,
Gemi batacağı zaman, tersine davranıp değersizleri alarak inciyi denize atma,
Sende hem Şeytan var, hem Süleyman; yarım küfürdendir, yarım îmandan,
Kur'ân'da, her ikisi de senin gönlünde dedi; küfür de, îman da senin balçığında
İkisi de yağ gibi, çörek gibi beraber; yağ çörekte gizli,
 6760, İmanla yoğrulmuş küfrü gör; canın konakladığı beden gibi hani,
Yanm olan din, seni yüceliğe çeker; yarım olan küfürse kuyaya atar,
Sen boyuna îmanı çoğalt, Şeytan'ın zıddına da küfrü azalt,
Küfrün azalışını îmânın çoğalışı bil; küfür yok oldu mu, yolu görür bir hâle gelirsin,
Böyle yaparsan velî olursun; Allah bağışlarıyla dolarsın,
Bu âlemin ömrü birkaç gündür; canlarsa bir soluğa bağlanmıştır,
Bir yelden ibaret olan solukla dirisin; iyice bak da gör, o soluğun temeli de pek çürüktür,
Sen yele güvenme, şarapla diril; bu yapıya, bu kuruluşa dayanma,
Aşkla diril, bedenle, canla değil; böyle yap da aşk gibi ebedî ol,
Bedenin yapısı, bir engeldir; ruh atlısıysa koşar, ulaşır
 6770, Bedeni terkeden, gerçek arayıcıdır; o, halk içinde bilgin, ergin kişidir,
Beden bağını koparmak yeğdir; ruh bülbülü onun yüzünden dertlere düşmüş,
Ruh kuşu ayrılığa düştükten sonra feryâd ediyor, onun havasında, onun aşkıyla uçuyor,
Kimin ruhu, buluşma bahçelerinde uçarsa, buluşunca artık ayrılığa düşmesi imkânsız,
Hakk'ı dileyen ölümden korkmaz; o, gerçek olarak ölümü diler,
Ölümüyle bedeni de arınır; rûhuysa, yok olmasıyla ölümsüzlüğe erer,

CXL
Aşıklara ölüm, düğündür; tümden buluşmaktır, Çünkü ölüm, o âlemin belirmesi, bu âlemin yok olmasıdır;
âşıklarsa gece - gündüz bu iştedirler, işleri-güçleri, bunun olmasını sağlamaya çalışmaktır, Ölüm, bunu tam kâmil
bir hâle getirir, sağlar da o yüzden onlar, canla - gönülle ölümü isterler, Allah onlardan razı olsun, sahabe, zırhsız
olarak kılıca, oka karşı dururlardı, Bu yüzden yüce Hak, «Doğrucuysanız ölümü isteyin» buyurmuştur, O bâkıy ve
zevalsiz âlem, evliyanın mülkü olduğundan gerçek padişah onlardır; bu âlemin padişahlığı, o âlemin
padişahlığına nispetle oyundur, hayâldir, Hani çocuklar mahallede oyun oynarlar; biri padişah olur, öbürü
perdeci; nihayet çocuklar, bu oyunu gerçek âlemden çalmışlardır, Böylece bu dünyanın bezentileri de, törenleri
de tümden, o âlemden çalınmıştır, Netekim, «Söz budur ancak, dünyâ oyundur, oyalanıştır, bezentidir» buyururlar, Bu
padişahların halleri de o padişahlara nispetle oyundur, oyuncaktır,

Âşıklar eceli düşünmezler bile: çünkü ölümle ezelden biliştir onlar,
Çünkü ölüm, Allaha gidiştir; yoğun suretten ayrılıştır,
Gökten, yerden dışarıya çıkıştır; nelik - nitelik şehrinden nelikten - nitelikten münezzeh olan âleme gidiştir,
Esasen ânkların işleri de hep budur; hepsine yol - yordam da budur, töre de bu
 6780, Çünkü sevgilinin âlemi, can âlemidir; oraya gitmekse onların yoludur,
Balık havuzdan kurtulur da denize giderse sevinir, aşkla gider,
Çünkü deniz, balıkların sevgilisidir; hepsinin canı da denizdir, malı - mülkü de
Ölüm denize benzer, âşıklarsa balığa: balıkların padişahlığı denizdedir,
Deniz onların mülkü oldu mu, kuşkusuz padişahlık ederler artık,
Bu dünya padişahlarının padişahlıkları geçicidir: o gerçeğe karşı bu, oyundu: oyuncaktır,
Hani çocuklar mahallede beraberce oyuna dalarlarda biri kendini bey yapar öbürü padişah olur,
 öbürü de hâkim,
Biri vezîr olur, öbürü nâib: biri terceman olur, öbürü perdeci,
Geri kalan çocuklar da asker olurlar; herbiri, ululukla külahını yana eğer,
Biz padişahız, beyleriz; hem de öylesine ki düşmanı savaşta bozguna uğratır kaçırırız derler,
 6790, Dünyâya hüküm yürütüyoruz, padişahlar gibi tacımız - tahtımız var, âlemde buyruğumuz yürüyor diye
sevinç içindir hepsi,
Ama hepsi de bir hiçe dayanıp çarpınmaktadır; hepsi de çorak yere tohum ekmektedir,
Hepsi de tulum gibi bomboştur, ama yelle dolu; o küçüklüğünde aslı - faslı yoktur, büyüklüğün de,
Ne vezir bir iş görür, ne padişah, ne bey bir iş becerebilir, ne asker, ne kumandan,
Gerçi bu oyundan ibarettir, tamamiyle geçicidir, asılsızdır; ama bir gerçeği anlatır hani,
O da şudur: Dünyâda bir padişah vardır, ordusu vardır; bu oyunu onlardan almışlardır bu çocuklar,
İşte dünyâda, şimdicek muratlarına ermiş olan bu padişahlar, bu beyler de,
Hani herbiri bir mevki'e sâhib olmuş, kimi Ay gibi dolmakta, kimi dolunmaktalar;
Amca, bunların padişahlıkları, beylikleri de evliyanın padişahlıklarına karşı oyundur, oyuncaktır, geçicidir,
İstersen şu geçici dünyâda yücelikle, nâz-ü niyazla padişah ol; eline birşey geçmez,
 6800, İstersen dünyâda padişah ol, istersen bey; sonunda ölmeyecekmisin?
Eğreti mevki' ne işe yarar? Değil mi ki kalmıyor, sevinme ona,
Akıllı kişi nerden dayanacak ona? Meğer ki Hak'tan gaafıl olsun,

CXLI
Bu âlemin rütbeleri, padişahlık, vezirlik, başka mevki'ler,yüce dağlara benzer; bu mevki'lere sâhib olanlarsa
o yüce dağlara tırmanan keçilerdir sanki, Dağlar hep yerindedir; onlarsa yok olup giderler, Bu yüce dağlar, onların
bâzısını yüceltir, bâzısını rezil - rüsvây eder, Bâzı kimselerin iyiliği, mevkie rütbe sahibi olmayışlarında gizlidir;
bâzılarının kö tuluğu de gene böyle, Yüce mevkie, öyle birşeydir ki oraya çıkanların iyi veya kötü oluşları, bütün
halka görünür, Ne mutlu huyları iyi kişiye ki bu yücelikte güzel görünür, adı bu âlemde iyilikle kalır; vay onun
tersi olana,

Mevki ve rütbe, âlemde dağa benzer; Âdemoğulları o dağlara tırmanırlar
Kimi bir bilgili çıkar oraya; kimi bir bilgisiz yücelir,
Adalet sahibi, orda Ay gibi belirir; zâliminse yüzü kararır, rezil - rüsvây olur,
Mevki, rütbe, gerçekten de mehenk taşına benzer, iyiyi seçkin bir hâle getirir,
Çirkin suratlı, kötü işli olanıysa mevki, bu bir ardır, bir yüzkarasıdır diye herkese yayar,
Dünyâda onu rüsvây eder, gizlenenleri açığa vurur - gider,
Önce halktan gizliydi o; kötülerin içinde bulunup da bilinmeyen iyiler gibi,
 6810, Kimse, onun sırrını bilmezdi; şimdiyse zâlim olduğu, boş birşeyden ibaret bulunduğu
 meydana çıktı,
Allah'nın, dünyâda pisten, güzelden çeşit - çeşit sayısız halkı var,
Bir bölüğünün yüzü Ay gibi bembeyaz, bir bölüğününse Şeytan gibi yüzü kapkara,
Hak, güzeli yücelere ağdırır; onu apaçık göstermeyi diler,
Yeryüzünde halktan bu çeşit pek çok kişilerin bulunduğunun bilinmesini diler,
Bir tek Allah'nın hikmetinden, iyi - kötü, sayısız - sınırsız kişiler belirmiştir,
Kimi bunu, kimi de onu göstererek halkın, Hakk'ın kudretini, hikmetini görmesini diler,
Herbirini özü meydana çıksın diye her iki bölüğü de yüceltir,
Değil mi ki rütbe, mevki, kimseye kalmayacak, ne mutlu o kişiye ki iyiliğe koşar;
Adaleti yayar, iyiliği arttırır, hayırlar kapısını dünyâya açar,
 6820, Onun adı - sanı anılır - durur; dünyâda ünü, ebedî olur,
Halk, onu anarak rahatlasın onun iyilik şekerini ağızsız çiğner,
İyiler, dünyadan gitmişlerdir, hepsi toprağın altında uyumuş - kalmıştır ama
İyi huyları diridir; Ay gibi boyuna parlar - durur,
Dünyâda Musa ile Firavun'un adı - sanı kaldı ama nasıl kaldı; ikisi nasıl anılmakta' Sen ayrıd et,
Bu ikisinden hangisi makbul, hangisi istenmekte? Ne mutlu iyi olana, beğenilene,
Bu dünyânın rütbesi, mevki'i, nice kişiyi işten - güçten etti; ama dünyâ, dağ gibi yerinde,
Beyler - paşalar, keçi gibi ona tırmanırlar da o yüzden dünyâyı dağa benzetiyorum,
Dağ yerinde durur; keçilerse geçip giderler, ölüp yiterler; halkın, çocuklar gibi bundan haberi bile yoktur,
Keçi, dağa tırmanınca yücelir ama sonunda öldü mü, alçalır - gider,
 6830, Padişahlık, vezirlik, bir mertebedir ama bu mertebelerin sahipleri, birer - birer elden çıkarlar,
Bey - paşa da, vezir de, birbiri ardınca, birkaç gün yüce sayılır, büyük tanınır,
Sonra biri gider, başkası gelir; o büyük tanınanın gitmesiyle o mevki ne değişir, ne sahipsiz kalır,
O mevki dağ gibi yerinde durur; mevki sahibiyse saman çöpüdür sanki; vazgeç ondan,
Ölüm yeli, o saman çöpünü savurur - gider; kulu da, padişahı da yok eder,
Hepsi de ol buyruğuyla herşeyi var eden padişahın emriyle bir - bir, dağın başından, tepesi üstü yıkılır aşağıya,
Mevki, mertebe, yerli yerinde durur; hepsi geçer - gider, o kalır,
Dağ hep yerindedir; dağ gibi olmak gerek ki yerinde ayak diresin,
Sen dağ olamazsan, bir saman çöpü olursun; bil ki padişah bile olsan, bir samancağız içindir bu padişahlık; sonra
geçer - gider,
Birkaç günceğiz o dağda uçar - savrulursun; ama nerden dağ gibi durup kalacaksın?
 6840, Keçi ölür, re'yi - kararı da yok olur; dağsa yerinde kalır,
Bu fanı dünyâda ebedîlik yoktur: yürü a bilgin, ölümsüzlüğü seç,
Orda ne yalnız kalmak var, ne ölüm; bağı - bahçesi, boyuna dallı - yapraklıdır, boyuna meyva verir,
Böylesine ebedî bir mülke, böylesine bir saltanata karşı bil ki şu alan, hiçin de hiçidir,
Hak erenler karşısında dünya padişahlığı, çocukların oyununa benzer,
Onun için sevgi ihsan eden, noksanlardan münezzeh olan Tann, Kur'ân1
 da bu dünyâya oyun dedi,
Çünkü bu dünyâ, o denizden bir katredir; bu örnekten onu anlarsan,
Konağa doğru yol alırsın; Allah sırrından da haberin olur,
Ama bu katrede boğulup gidersen, gerçekte kadınsın, er değilsin sen,
Er olan, erlerin işini görür; feleği bir top gibi yuvarlar - durur
 6850, Nurdan bir elle kader savlicamm sallar, topu, kimi aşağıya yuvarlar, kimi yukarıya,
Birini malla - mülkle yüceltir; birini yokluk - yoksullukla alçaltır,
Birini şu dünyâda sultân eder; birini yoksullaştırır, bir dilim ekmek için öldürür,
Birini şu dünyâya tutsak eder; birini âhirette emîr kılar,
Yerde, gökte Hakk'ın naibi olmuştur; Allah, onu ganî kılmıştır; herkesse yoksuldur,
Bu rütbeye erişene ne mutlu; o tertemiz kişinin töresi, Allah töresi olmuştur,
Onun tahtının önünde melek yere kapanır; hepimiz sana hizmet etmedeyiz, efendimiz sensin der,
O oğul, Âdem'in vârisidir; böylesine yüce mertebe, onundur,
O, babasının saltanatına, tahtına sâhib olur; bilgide, görüşte de babasına benzer,
Böyle olmayansa geriler; o mazhariyetten hiçbir şey elde edemez,
 6860, Şehzadedir ama yoksul düşmüş, malsız - mülksüz kalmış, ululuktan mahrum olmuştur,
Gerçekten de herkesin atası Âdem'dir; kötünün de - iyinin de, yücenin de, aşağılık kişinin de atası odur,
Kimde sır bakımından o yücelik varsa canla - gönülle boyuna atasının saltanatını arar,
Ama kimde o himmet yoksa yok - yoksul kalır, mihnetlere uğrar,
Aşağılık kişiler gibi ekmek peşinde koşar, iki parça ekmek elde etmek hırsına düşüp yorulur,
Bedeni, o mayadan yoğrulmuştur ama canı o mertebeye ermemiştir,
Ondan dolayı da Hakk'a varmaya gayret etmez; çünkü Âdem'den o himmeti bulamamıştır,

CXLII
Kuş kanatla, insan himmetle uçar, Kimin himmeti yüce değilse, kolsuz - kanatsız kuş gibidir, Kimin himmeti
yüceyse bu, kolunun - kanadının güçlü olduğuna delildir; çünkü «Kuş, iki kanadıyla uçar, çevreleri dolaşır; insansa
çevrelerde himmetinin kanadıyla uçar, zât ve sıfatlar alanında dolaşır, Dinleyenler, onları arasınlar diye
velîlerin sıfatları söylenmektedir; çünkü Tann'ya en yakın yol, velîlerle sohbet etmektir, Onların sohbetiyle,
bir günde elde edileni, kendi çalışmasıyla yıllar boyunca elde edemez insan, Gökle yer durdukça onların
olmalarına imkân yoktur, Zâti âlem, onların varlıkları için yaratılmıştır, Netekim, «Sen olmasaydın gökleri
yaratmazdım» buyurmaktadır,

Himmet, insanın kolu - kanadıdır; himmetsiz adam, hayvan gibidir,
Kuş havada kanadıyla uçar; insan da yerin - göğün ötesinde uçar,
Kuş, boyuna yörelerde uçup - duaır; insansa zâta, sıfatlara doğru uçup gider,
 6870, O uçuş, ölüme doğrudur; bu uçıışsa abıhayata doğru,
Ne mutlu himmeti olana; gönlünü - canını Allah yolunda saçıp dökene,
O kişi, Allah aşkından başka birşey satın almaz; perde olan, engel kesilen herşeyi yırtar, yıkar,
Hoş bir surette ferşten de, Arş'tan da, boşluktan da geçer; La-dan İlâ'ya doğru yürür - gider,
Lâ'dan kurtulup İllâ'ya varan, o mekânsızlık âleminde, yerin, göğün ötesinde Hakk'ı bulur,
Önüne ön olmayanın eşiğinde ölümsüzlüğe erer; ebedi olarak vuslat cennetinde kalır,
O, belirtisiz olmuş, belirtiden kurtulmuştur: suretlerden sıyrılmış, anlamlara varmıştır,
Himmet kanadı, erlerin bağışıdır: o kanat, Allah nurundan bitmiştir,
Allah, kimi kutlu olarak yarattıksa o, Allah'dan başka hiçbir şeyi seçmez,
İki dünyâda da Allah'dan başka birşey istemez; sevgilinin yoluna canını feda eder,
 6880, Çabası aşk yönünden olduğu için durağı da «Gerçeklik makaamı» olur,
Bektemür oğlu Kerimeddîn, zamanede seçilmiş velîdir,
Bu zamanda gönül sahibi odur; Hak için nefsini kurban eden odur,
O sultan, vuslat bayramı için nefis öküzünü kurban etmiştir,
Mustafa'dan, «Ölmeden önce ölün» remzini duyar duymaz bedeninin boğazını aşk kılıcıyla
 kesmiştir,
Varlığından öldü de Allah'yla dirildi; iki âlemde de diri ölü odur,
Halkın elini tutan ancak odur; bu asırda ondan başka emîr yoktur,
Kim onu sever, ona dost olursa onun işi, sonunda tamamlanır,
Kime himmet ederse o, Cüneyd'e döner, Ma'rûf a benzer,
Kim onun sır sözlerini duyarsa, anlar ki o, hürlerdendir,
 6890, Dostum, bugün dünyâda Hüsâmeddîn'den bize yadigâr, odur,
Kim, Hüsameddîn'i yitirdiğinden dolayı dertlere düşmüşse, ona yüz tuttu mu, dermanını bulur,
Hele gayret edin de bu da yitmeden kendinizi ölümden kurtarın,
Gece - gündüz, onun rızâsını elde etmeye çalışın: can şarabını onun kadehinden için,
Böylece de ecel kılıcından azad olun da şu olup bozuluş âleminden kurtulun,
Ömrünüz, hadde - hesaba sığmayan âlemde sayısız bir hâle gelsin,
Ölümsüzlüğün nimetler yurdunda konaklayın; Allah'yla dost olun, onunla
oturup kalkın, ona nedîm olun,
O, bugün dünyâda eşsizdir, benzeri yoktur: bugün, zamanede misli bulunmaz onun,
Ben, geçmişten bahsedersem, bugünü söyler, anlatırsam, bu sözlerden, bu övgülerden
 maksadım odur,
isa'yı, Musa'yı, İmrân'ı anışımı hepsi de bil ki onun hâlini anlatmak içindir,
 6900, Mansûr'u Edhem'i, Kerhı'yi anısını, Zü'n-Nün'u, Ahmed-i Belhî'yi zikredışim,
Her yol erinden bahsedişim, seçilmiş kişilere dâir benden duyduğun bütün sözler,
Bütün bu bahisler, o işi - gücü iyi olan erin vasıflarım anlatmak içindir; başka bir maksadım yoktur,
Âşıkların geçmiş zamandan bahsetmeleri yerinde bir iş değildir; geçmiş, gelecek, şu yok olan dünyâya aittir,
Âşıkm sözü, hep içinde bulunduğu zamana aittir; elde olandan başkası, yoktur onun için,
Sözünde sayı olsa bile onun maksadı, ancak birdir, Hak, Kur'ân'da, seçilmiş peygamberleri ayan - beyan anlattı; Herbirini
ayrıca övdü, gizli sırrı açıkladı; Herbiriniıı yaratılışını, huyunu açıkladı; herbirini övdü ama, Hakk'ın bütün bunlardan
muradı, Muhammed'di; yoksa ne diye «Sen olmasaydın» buyurdu?
 6910, Ferilerin de aslı oydu, asılların da aslı o; çünkü hem ulaşmak ondan doğdu, hem
 ayrılışlar,
Peygamberleri överken, gönderilenlerin kutbu, onların uydukları sensin diye onu medhetti,

CXLIII
Bir velî, öbür velînin vilâyetine tanıklıkta bulunur; ama sende o görüş olmadığından o vilâyeti göremezsin; ancak bahtın
kutluysa bunun gerçek olduğunu sen de bilirsin; çünkü bir velînin tanıklığı, halktan yüzbin kişinin tanıklığına bedeldir;
netekim sarrafın altın hakkındaki tanıklığı, ,sarraf olmayan yüzbinlerce tanığın tanıklığı demektir,Bâkıy âlem, anlatmakla
anlaşılacak bir âlem değildir, Anlatışın faydası, ancak o âlemi dilemeye vesîle oluşu kadardır, Anlatışta kalan, bu anlatışı
sanat edinen kişi, asla o âlemi anlayamaz, Çünkü o âlemi anlayış, aşk ateşiyle kararsız bir hâle gelmek, o ateşle yanıp
erimektir, Yokluğu elde etmek, sohbetle olur; o yitti, gerçek şeyh de ele geçmedi mi, artık ibâdete düşmek gerek;
çünkü teyemmüm, su yerine geçer; güneş olmayınca da kandil güneş yerini tutar,

Padişah Hüsameddîn, yalnızken de, halk içinde de dâima onu överdi,
Hallerini, mertebesini açıklar, Hak katındaki yakınlığını vasfederdi,
Öylesine bir gerçek, o yaratılışı yüce, kerem sahibi zât hakkında tanıklık ederse,
Acaba bir kişide şüphe kalır mı? Çünkü hâlis altını meheng gösterir,
Dostum, mehengin bir tanıklığı, başka adamlardan bin kişinin tanıklığından üstündür,
Altın için sarrafın bir tanıklığı, lâftan ibaret yüzlerce tanıklıktan yeğdir; bunu böyle bil,
Sarraftan başka yüz kişi, bin kişi olsa, onların laflarını bir arpaca sayma,
Yeni Ay'ı gözü görenden sor; körün tanıklığını hiç dinleme,
 6920, Körler, sayıca çok bile olsalar değer bakımından bir bile değildirler,
Bunun örnekleri çoktur; sen özü al da deriyi bırak,
Onun tanıklığı olmasaydı da, onun aziz bir kişi olduğu meydanda,
O belirtiler, yüzünde görünmekte; belli ki onda hürlerin yaratılışı var,
Görünüşü de, huyu da, gönlünün, dâimi diri Allah'nın visaliyle diri olduğuna tanık,
Kimde diri bir gönül varsa onun yol gösterici olduğunu, Hakk'ı gördüğünü bilir;
Tuzağa benzeyen şu varlıktan kurtulmak için tam bir gerçeklikle onun izini izler,
Canla - gönülle ona yüz tutan, dâima aşk şarabiyle sarhoş olur;
Ceyhun gibi gönülden akıp koşar; can denizine karışır, yok olup gider,
Değil mi ki sel gibi coşup aktı; o arayan, sonunda deniz kesilir;
 6930, Ama anlaşılan, yahut da sözle birisince bilinebilen deniz değil;
Bilgin de o denize perdedir, anlayışın da; onu bilmek, yok olma yoluyla olur ancak,
Yok olmadıkça ona erişemezsin; bedende oldukça cana kavuşamazsın,
Beden, yola perdedir, kaldır onu; o perdeyi gider aradan da,
Tertemiz can canana kavuşsun; dertlere derman erişsin,
Bunu elde etmek için de asıl olan sohbettir; özet yoluyla da anlatıldı, açıklandı bu, etraflıca da,
Ama bilgi, tekrar edilmekle kolaylaşır; zâhitlik, çok zikretmekle, çok ibâdetle elde edilir,
Yokluğa ermek için en büyük vesile sohbettir; şeyhin bakışı da, sana dosta kavuşmayı bağışlar,
Çalışır, çabalarsan, bu da iyidir; ama sohbet denizdir, çalışıp çabalamaksa ırmak,
A bilgili er, kulağını aç da dinle: Çalışıp çabalamakla elde edeceğin şeyin,
 6940, İkiyüz mislini sohbetle elde edersin; canla - gönülle pîrin eteğini tut,
Şeyhin bakışı, çalışıp çabalamakla yüz yılda elde edeceğin şeyi hemencecik verir sana,
Şeyh, görür, onun izini izlersen hoş bir halde, onun ışığıyla kuyudan, ırmaktan kurtulursun,
Çalışıp çabalamak, körün elindeki sopaya benzer; onu düşmekten, kötülüğe, tehlikeye düşmekten
 korur onu,
Uyduğun kişi, gözü gören kişiyse sen de onun gibi, ovada-yazıda hoş bir surette yürür-gidersin,
Ama sopaya uyarsan nerden o çeşit gidip yol alacaksın?
Şeyhin sohbeti, çalışıp çabalamaların canıdır; onu bulan kişi, Allah lıaslarındandır,
A bilgin, sanatı ustadan öğrenmeye çalış: kalfalık et de usta ol Sanatı kendi kendine elde edersen,
 nerden, nasıl usta gibi olgun bir hâle geleceksin?
Peygamberleri göndermenin sırrı budur; herkesin tezce maksada ulaşmasını sağlamaktır,
 6950, Yoksa herkes, kendi çabasıyla işini tamâma erdirirdi, Ama bunu elde edemezsen, çalışmayı bırakma da eriş,
Yol gösteren dosttan pek bü>ük lûtuflar, feyizler elde edilir; onun sohbeti, seni korkudan kurtarır,
Bu kolaylaştı mı, canını feda et: bil ki bundan öte birşey olamaz,
Erlerin huzurlarına eriştin mı, işinin pek iyi bir hâle geldiğini bil,
Yol gösterenin göçünce de yoldaş ara: Hak yolunda, yoldaşlarla yol al,
Bu ikisi de olmazsa, çalışıp çabalamak yerindedir; çünkü bu ikisi olmadıkça çalışmayı bırakmak hatâdır,

CXLIV
Çalışmayı da peygamberlerle velilerden öğrenmek gerek;
onlar öğretmeselerdi, çalışmak nedir, kimse bilmezdi,

Çalışmayı da onlardan bil, onlardan öğren: çünkü onların sözlerinden belirdi, anlaşıldı,
Ahmed, dileyenlere, bir olan Allah için ibâdet edin demeseydi,
Oruç tutun, namaz kılın, yalvarıp yakararak boyuna Allah'yı anın,
 6960, Dünyâda iyilik tohumunu ekin de mahşer günü mahsûlünü devşirin demeseydi;
Onun gibi, gören - bilen şeyhler, çalışma yolunu bize bildirmeselerdi;
Bu yolda başla oynamak, başsız - ayaksız olarak o yana koşmak gerek;
Dilekten, istekten geçmek, nefsin fazla isteklerini azaltmak,
Her solukta nefsi tepeleyip öldürmek îcâb eder: çünkü o, pek çirkin, pek katı bir düşmandır
 demeselerdi, bunları bilemezdik
Peygamber, «Düşmanının en güçlüsü» buyurdu; nefsi böyle anlattı; çünkü o, gulyabani gibi yol
 kesendir,
Bütün düşmanlarından beterdir o; çünkü hepsi de ayağa benzer, oysa baş gibidir,
Hattâ o kaynaktır, onlarsa su: o, büyük bir şehre benzer, onlarsa şehrin kapıları,
Azabın, cehennemin temelinin de temelidir o; hatla o denizdir, cehennemse ondan ayrılıp akan bir dere,
Nefsi öldürmeyi kolay birşey sanma: hiç kimse iğneyle Kafdağı'nı delemedi,
 6970, Sen bir koyuna benzersin, oysa yırtıcı kurt; iyice bil ki ona üst olamazsın sen,
Ancak Allah yardım ederse onu ortadan kaldırabilirsin,
Boynunu büker de başını kesersen, melek gibi göğe kanatsız uçabilirsin,
Bütün bu öğütler, onlardan bize, adlı - sanlı, etraflıca gelip erişmeseydi,
Halkın, çalışmaktan haberi mı olurdu? Hiç kimse hayrı serden ayırıp tanıyamazdı,
Şu hâlde gerçek olarak bil ki düşmanın da elini tutan onlardır, yakınların da,
Onların ırşâdıyla herkesi şüphesiz olarak bil, tanı da dervişlere ulaşınca, onlara kul - köle ol,
Böylece de bu kulluktan padişahlığa ulaş; yıldızın kötü bile olsa, böylece bir Ay'a ulaşırsın,
Yoksul, o padişahlardan mal - mülk elde eder: kapkaranlık gönlü anlığa erer,
Akıllılığı sarhoşluk kesilir; şu aşağılıktan yüceliğe erişir,
 6980, Ebedî saltanata nail olur; dîni de, dünyâsı da mâmur olur,
Ölü, onların cömertliğıyle dirilir; ağlayış, lûtuflarıyla gülüş kesilir,
Bakışları hangi köre ilişse onun bedeni, baştan ayağa dek yüz olur,
Öylesine şeyhi, bu sıfatlara sâhib olan kılavuzu surda - burda arama,
Yanda - yörede göz gösterir ama sen onu yansız - yöresiz âlemde aramaya bak,
Çünkü o, bedende tümden candır; gönlü de cananın taht kurduğu yerdir
Toplumun yol göstereni, işte böyle bir kişiydi; halkın gerçekliği, onun yüzünden, artıp dururdu,
O gölgeden herkese yardım gelmedeydi: çoluk - çocuk da onun yüzünden diriydi, konu-komşu da,
Bir müddet bu topluma yol göstericiydi; karanlık gecede yüzü mum gibi, toplumu aydınlatırdı,
İşin sonunda, varlığı yapıp düzen, bizden böyle bir inciyi kaptı - gitti,

CXLV
Allah rahmet etsin, Bektemür oğlu Kerîmeddîn'in göçmesi, Bir velî bu dünyâdan göçünce ümit kesmemek
gerek; çünkü dünyâ durdukça Hakk'ın velîleri de durur; zîrâ yüce Hakk'ın bu âlemden, bu âlemi, bu halkı
yaratıştan muradı, âlemin ve âlemdekilerin, Şu hâli, görünüşü değil, onların mübarek varlıklarıdır,

 6990, Kerîmeddîn, o huyları güzel, o seçilmiş velî, beden âleminden göçtü,
Öyle bir erdi ki onun gibi kerem sahibi bir padişah yoktu; dünyâda eşi bulunmaz, paha biçilmez bir inciydi adetâ,
Hüsâmeddîn'den sonra o server, yedi yıl müddet, yol göstericilikte bulundu,
Kime diledıyse saltanat verdi, bağışta bulundu; onu, kendi gibi gözü görür bir hâle getirdi,
Kendi gördüğünü ona da gösterdi; Hak'tan işittiğini ona da söyledi,
Bunun anlatılışını söz yolundan arama; Ledün bilgisini duymak için can kulağım aç,
Hâsılı sözün özeti şu: O, toprak âlemden gitti, keder tozundan arındı,
Onun yolu, gerçeklik maksadına dayanmadaydı; sonunda konağı, «Gerçeklik konağı» oldu,
Göçüşünden dolayı feryâd ettik, gözlerimizden yaşlar akıttık,
Gamdan ellerimizi başlarımıza vurduk, göğüslerimizi dövdük;
O yasla hepimiz de perperişan olduk;
 7000, Ama neyliyelim? Bahtımız buymuş; Allah'nın kaza ve kaderi ansızın geldi, bahtımız
 döndü,
Derdin, baştan başa derman olması için herkese tövbe etmek gerek,
Fakat Hak'tan da ümit kesmeyelim; onsuz, kanadı bağlı kuşuz ama,
Lûtfuyla kanatlarımızı çözecek biri de vardır elbet dostum,
Erler dünyâdan gittiler ama meydan da onlardan boş değil,
Güneş, gökkubbe durdukça Hakk'm bir halîfesi vardır,
Çünkü yaratanın, dünyâdaki halkı yaratmaktan muradı, onların varlığıdır,
Güneş de onlar için yaratılmıştır, gök de; yeryüzü de onlar içindir, şeytan da, melek de,
Hakk'm muradı, onların varlığı olmasaydı, ne dünyâ olurdu, ne can,
Mustafa'ya, gökyüzünden, yerden, bütün varlıktan maksat sensin buyurdu,
 7010, Ey canın özeti dedi, sen olmasaydın ne göğü yaratırdım, ne mîzânı,
Hiçbir göğü yaratmazdım; gökte bir tek melek bile bulunmazdı,
İki dünyâdaki iyi - kötü herşeyi, gerçek olarak bil ki senin için yarattım,
Yoksa güneş, Ay, güzelim gökyüzü, şu böceğe benzeyen, onun kadar değersiz olan yeryüzü için nerden var olacaktı?
Kimin gönlünde îman yoksa sen onu böcek, yılan, akrep bil, Topraktan doğanların hepsi de böceğe benzer; gene de şu
toprakta helak olur - giderler,
Hepsi de yeyip içmekle, yatıp kakmakla yaşar; hepsi de nefse dosttur, nefse kul - köledir,
Eşek gibi dört unsurla dururlar; ruh âleminden haberleri bile yoktur,
Hayatları, hayvanı ruhladır; vahye, ilhama mazhar olan ruh, insana nasîb olmuştur,
Bu çeşit dirilik, geçicidir; Tann'yla dıriysen ölmezsin, kalırsın,
 7020, Sense, şu âlemde ekmekle dirisin: hâsılı hayvan gibi hiçbir şeyden haberin yok,
Senin canın, bu bedene girmeden, yatıp uyumaktan, yeyip içmekten önce,
Elest âleminde sarhoştu,
Gene o âlemi, o sarhoşluğu ara da bundan geç; geç de zahmetten, tehlikeden kurtul,
A bilen kişi, değil mi ki canın vatanı, o denizdir, gene onu ara,
Bu altıyı, beşi, dördü bırak: canla - gönülle yönsüzlük - yöresizlik yönüne yüz çevir,
Cansan, beden yönüne gitme; bedene tapan, mücrimdir, canidir,
Tez canı, bedenden sevgilinin yanına çek de can bahçen binlerce meyva versin,
Ten, tuzağa benzer; bâkıysin ama, onda kalırsan fâni olursun,
Topraktaki katre de denizdendir ama güneşin harareti ve hava, düşmanıdır onun,
Katre, denize gitmezse tezce yelden, topraktan yok olur - gider,
 7030, Hele a katre, sen bilgisizlikle bu düşmana neden dost dersin?
Sana zehir olan, düşman olan, boyuna canına kasdeden bedenin
Üstüne, aşkla, şevkle titriyorsun; düşmanın odur da bilmiyorsun,
O, bütün ömrünü yele verdi; sonunda da seni yok eder - gider,
Şimdi seni otla, yemle semirtir ama bu, sonunda seni bıçakla kesmek içindir,
O seni kesmeden kaç ondan; kendini kurtar düşmanın kılıcından,
Artık bedene yağlı - ballı şeyler verme; ne zamana dek yol kesene itaat edeceksin'7
Bedeni besleme ki o, kurbanlıktır: gönlü besle ki Rabb'e mensûb olan odur,
Gönlün yağlı - ballı gıdası nurdandır: o yüzden de neş'e kaynağıdır,
Allah şarabı nurdur, sağrağıysa hikmet, Kime hikmet nasîb olursa,
 7040, Onda dâima o nur bulunur; o, Musa gibi dâima Tur'dadır
Sözün özü - özeti şu: O padişahları ara; onları aramak için canla - gönülle koş, uğraş,
Velîlerin eteğini tutarsan bil ki mekânsızlık âleminde padişahsın
Dünyâ, değil mi ki onlar için var oldu, soyları gizlendi deme,
Farenin, vahşi hayvanların soyları - sop l arı üreyip dururken, meydandayken
onların soylarının bulunmadığını söylemek yanlıştır,
Balçık bedenden türeyen soy - sop varken, olacakken, gönül soy - sopu ne yüzden kesilir?
Bu zan, eğridir, bozuktur, kötüdür; böyle düşünceyi uzaklaştır kendinden,
Parça - buçuk var olur da asıl olan bu soy, nasıl yok olur?
Gökler döndükçe, dünyâ durdukça bil ki Hakk'ın seçilmiş erleri de vardır,
Boyuna onları ara; dervişler için canını feda et,
 7050, Kim arıyorsa bulur; o, kul bile olsa, gerçekte padişahtır,
Görünüş kuldur, anlam bakımından padişah; beden bakımından buluttur, can bakımından Ay gibi her yanı
aydınlatır,
Ay, güneş nedir ki ona benzesin; bir su katresi, nasıl olur da ırmağa benzer?
Şu bedenimızdeki ruh katresi, yoğurttaki yağa benzer,
Yağı yoğurttan ayırmadıkça yoğurttaki yağın tadı belirmez,
Derken o katre, suyla ıslanan kerpiç gibi toprağa karışır, tortulaşır,
Öylesi katreye su deme; çünkü serap bile bu çeşit sudan daha hoştur,
Gümüş de mâdende, toprağın gönlünde gizlenmiştir,
Ateş küresinin içinde kaynayıp coşmadıkça saf, ayarı tam gümüş olur mu hiç1
'
Mâdende kalan cevher, ateş görmedikçe toprakla birdir,
 7060, Sen de gelip burda sulanmadıkça korkuyla ümit arasında kalakalırsın,
Yiğidim, nasılsın, ne hâldesin, kör müsün, gözün görüyor mu? Hüküm verilemez,
Ak mısın, yoksa zift gibi kapkara mı; buluta mı benziyorsun, yoksa Ay gibi aydın mısın, aydınlatıcı mı? Anlaşılmaz,
Dünya halkına vaaz etmekten,öğüt vermekten geç de «Sen olmasaydın» hadîsinin sırrını
açıklayıp anlat,
Gene o anlatışa dön, «Sen olmasaydın» sözünün yorumu nedir, onu anlat,
«Sen olmasaydın» sözünün sırrı şudur; anla da tez uyan, sıçrayıp kalk uykudan,
Âlemin varlığı, Peygamber içindir, Peygamberin yerine geçen kişi içindir,
«Sen olmasaydın» sözünün sırrı şudur: iki âlemde de halka feyiz, ondan gelmektedir,
Kim elini onun eteğine attıysa, Seylan'ın düzeninden, kötülüklerden, fitnelerden kurtulur,
Gayb âlemini gözleriyle görür; dostun cemâli, ona görünür,
 7070, Batısı da bir başka şekle döner, doğusu da; artık neliksiz-niteliksiz âlemde yürür -gider,
Önüne ön olmayan âlemde, ayaksız yol alır; adım atmadan âşıkların safında koşar - durur,
Allah şarabını ağızsız içer; iki ten gözüne muhtaç olmaksızın bakar, seyreder,
İki ele hacet kalmadan hurileri kucaklar; uzakları, iyice yaklaştırır,
Cennet ehlinin hepsi de, bu ne padişah, bu ne biçim seyran diye ona havran olur - kalır,
Cennet gibi yüce bir durak yoktur ama yücelerin durağı, ondan da yücedir,
Mü'minler cennete giderler; her köşke neşeli bir hâlde koşarlar ama,
Velîlerin bir başka makaamı vardır: pek nâdir mezeleri, bambaşka bir şarapları vardır onların.

CXLVI
«Gerçekten de içerler iyi kişiler,,,» âyetinin tefsiri, Evliyanın, «Gerçeklik makaamında, herşeye gücü yeten ulu
pâdişâhın katında,» cennetten üstün bir nıakaamı, onlardan başka hiç kimseye nasîb olmayan apayrı yiyecekleri,
apayrı içecekleri vardır; netekim selâm ona, Mustafâ buyurur: «Gerçekten de yüce Allah'ın, velîlerine hazırladığı öyle bir
içilecek şeyi vardır ki onlar, onu içtiler mi, kendilerinden geçerler; kendilerinden geçince de tertemiz olurlar,»

Çünkü, el, elin üstündedir; aşağı mertebeden, orta mertebeye, ortadan yüceye, yüceden de
 Hakk'a dek bu, böyledir,
Allah onlara, izi - eseri görünmeyen aşk küpünde öyle bir içki hazırlamıştır ki,
 7080, O, ancak onlara mahsustur: haslardan da gizlidir o, bayağı kişilerden de,
Tertemiz içimli cennet ırmağını Allah, cennete doğru akıtmıştır,
Cennet ehli bu ırmaktan içerler: velîlerse bilhassa o eşikten, öbüründen içerler
Onlar, ne yerlerse, Allah'nın kudret elinden yerler, ne elde ederlerse de, Allah'dan elde ederler,
Cennete aldırış etmezler, huriye de, köşklere de; Hakk'ın yakınlığında nurlara garkolmuşlardır,
O şarabı içtiler mi sarhoş olurlar, hepsi de kendinden geçip elden çıkar,
O solukta zevke dalarlar: onların katında ne az kalır, ne çok,
Nakış, suret, sayı sıfatları yok olur - gider: bir olan ululuğu yüz gösterir,
Hepsi de Hak'ta mahvolur, o yoklukta ne benim için sözü kalır, ne senin için sözü
Öylesine hâl ebedî padişahlıktır; çünkü o hâlde ne iyilik vardır, ne kötülük,
 7090, Zıtlar oraya yol bulamaz; o yanda kimsenin kendisinden haberi olamaz,
Ordaki erin meclisi, Arş'taıı da ötedir, yokluktan da: orda ne aşağı vardır, ne yukarı,
O feraha benzer bir ferah yoktur; onların şarabını hiç bir kadeh görmemiştir,
O feraha nispetle gam da hiçtir, neş'e de; ebedî makbul olan kişiler bile oraya gıpta ederler,
Bu dünyânın neş'esi çiy tanesidir; aşkın neş'esiyse deniz gibi dalgalanır - durur,
Dünyânın gecesi, gündüzü, bir alacalıktır ancak; o güzelliğe karşı halk da alacaya bürünmüş
birşeydir,
Gam, neş'e, gündüz, gece burdadır; o yansa seher yeli gibi sâdedir,
Hattâ seher yeli, nerden aşkın lûtfuna, letafetine benzeyecek?
Orda seher yeli, sam yelidir adetâ,
Allah aşkı, ölüyü diriltir; hem de o dirilene artık yokluk ermez; ebedî olarak kalır,
Kör, Allah aşkıyla görür; yıpranmış, sölpümüş ihtiyar, gençleşir,
 7100, Aşk, dilsizi söyletir; belâya uğramışı sağlığa - esenliğe kavuşturur; kötürümü yürütür,
Aşktan bir kıvılcım düşse, demirle taş bile kar gibi erir,
Aşk güneşi Turdağı'na vurdu mu, o nurla zerre - zerre olur da uçar - gider o dağ,
Taşa vursa taştan Hak nuru parlar; zerre gibi onun ardına düşer taş;
O vuslatın aşkıyla paramparça olur da o görüşe her zerresiyle kavuşur,
A tümden ayıp olan, ar kesilen, sen katı taştan da aşağı mısın ki o taş kadar tecellîye
kaabiliyetin yok,
Allah, Kur ân'da taş dedi sana; hattâ daha da aşağı, hayvandan da beter buyurdu,
Kendi varlığında mahpus kaldın; hayvan gibi ona ait bir duygun bile yok,
Can âleminden haberin yok; yaşayışın, hayvan gibi yalnız bedenden,
Bunu anlatmanın sonu yoktur ama bu anlatıştan bir söz bile sağırların kulaklarına değmez,
 7110, Hiç sağırın gizli bir söz duyduğunu, yahut körün, güzellerin yüzlerini gördüğünü duydun mu'?
Bu ne olmuştur, ne de olur; öğüt bunların ikisine de fayda etmez,

CXLVII
Âleme gelen ve gelecek olan her peygamber, her velî, yüce Hak'tan bir neftindir, Birisi, bir nefhadan maksadına
ermez de o nefha, yitip giderse, ümidini kesmemesi, başka bir nefhayı araması gerektir; çünkü âlem durdukça
onların mübarek vücutları da vardır , Netekim Peygamber, «Gerçekten de zamanınızın günlerinde,
Rabbinizin ne fhaları vardır; onları kollayın» buyurmuştur, Yüce Hak, bâzı velîleri gizler; bütün âlem, gerçekliği,
aşkı, dîni tam inancı 'onun yüzünden arttırır, hepsi de onunla durur, halleri, onun hürmetine artar ama onu görüp
bilemezler ki teşekkür etsinler, evlerini -barklarını, varlarını - yoklarını ona feda etsinler, Ama o, onların, kendi
yüzünden diri olduklarını, işte - güçte bulunduklarını bilir ve görür, Hani ağaçların, bitkilerin, bahar yüzünden
büyüyüp boy attığı hâlde baharı bilmemesi gibi, Alem halkı da ondan faydalanır, ama bilmez; fakat o bilir, Üç
yaşında, iki yaşında, bir yaşında oğlancıkların, kendilerini yetiştireni bilmedikleri gibi, ama o,
onların, kendi oğlancıkları olduklarını bilir,

Peygamber'ın, din padişahlarının ulusunun ne dediğini duymadın mı?
Hakk'ın buyurduğu, her zaman nefhaları vardır, soluktan soluğa halka esip gelir,
Hepiniz de Allah'nın nemalarını candan - gönülden, temiz gönülle kabul edin,
Böylece karanlık, tümden aydınlansın; tikenliğiniz güllük - gülüstanlık olsun,
Bir nefha geldi, geçti ama siz gaflettesiniz; o, kimi dilediyse olgunlaştırdı,
O nefha geçip gitti, gizlendi; hepiniz de cansız, gönülsüz kaldınız,
Arılık, bilgi, görüş bağışlamak için tekrar yeni bir nefha geldi,
Çalış da bundan mahrum kalma: yoksa bu kârı yitirir, ziyana girersin,
 7120, Çünkü bu nefha da gelip geçti mi, bil ki muradına eremezsin artık,
Nefhayı bir ganimet bilmeye, ondan faydalanmaya iyice çalış da sevgiliden dileğini elde et,
Allah'ın lûtfüyla bizim, bu nemadan armağanımız var; inkâr edenlere de feryâd etmek düştü,
İkrar ettik de armağana kavuştuk; inkâr tozundan - pasından arındık,
Nefha üstüne nefha gelmede, bize can bağışlanmada; cihansız, yüzlerce cihan ihsan edilmede,
Değil mi ki toprak dünyâsından sıçrayıp kurtulduk; dünyâda artık işimiz iş,
Kendimize de, dünyâya da sırtımızı döndük; yüzümüzü can âlemine çevirdik,
Perdesiz olarak gönül yüzünü gördük, dositan sırlar işittik,
Hakk'ın elinden bâkıy şarabı içtik; kendimizden, varlığımızdan öldük; onunla diriyiz,
O sâkıy'nin lûtfüyla dâima bâkıyyiz: Hak şarâbı, ruhu bakıy kılar,
 7130, Ebedîlik sarayında şarap, meze, mum, güzel ve can, önümüzde bizim,
Bundan böyle yolumuz - yordamımız zevk ve safa, aşk keskin, bineğimiz çevik,
Değil mi ki iki âlemde de sâkıy o; âşıklardansan gözünü aç da,
Sarhoşları gör; defle, neyle bağın - bahçenin her yanına nasıl dağılmışlar,
Hepsine de can şarabı sunulmakta; aşağılık kişiye de, yüceye de, gence de,ihtiyara da verilmede,
Hepsi de o şarapla hoş, kendinden habersiz; hepsinin de o bakışla gönlü neş'elı, diri,
Terü taze dallar, baharın, meyvalardan çok gonceler verir ya; tıpkı onun gibi,
Bil ki o tomurcuklar, o gonceler, ağacın meyva vermesi içindir; meyva verdi mi hepsi de dökülür,
Yel estikçe her yana, gümüşler, altınlar gibi dökülüp saçılır, savrulur - durur,
Dal, meyvalarla yüklüdür ama haberi yoktur; lâyık olduğu bağışlardan bihaberdir,
 7140, Gül, tikenin arkasından çıkar, tek binici gibi dalların üstünde kendini gösterir,
Ama güzelliği kimdendir; o kadar güzel kokusu niçindir, haberi bile yoktur,
Bunun gibi bitkilerin de, hayvanların da kendilerinden haberleri yoktur hani,
Artık zamanımızda da halka bağış bir velîden verilirse,
Ama halkın, onun bağışından haberi olmazsa, gizli - açık, ondan ihsana nail oldukları halde onu
 bilmezlerse, buna şaşılır mı?
O velî, her selâma karşı kadeh sunmakta, hor sözün sonunda dilek vermede,
Artık yağmur yerine altın yağmakta; mâden geldi, artık dükkâna boşverm,
Hepiniz de zenginlesin onun definesinden; hepiniz de büyüyün, yücelin onun mevkiiyle, yüceliğiyle,
Hepiniz de onun yüzünden şeker oldunuz, şükredin; onunı şarabıyla boyuna sarhoş olun,
Size karşılıksız altın vermede, taşlan inci hâline getirip durmada,
 7150, Sizden yükü, mihneti - zahmeti kaldırdı; lütfedip cömertlik bayrağını yüceltti,
Dert, keder, size aşk afsununu okudu da tümden yok oldu; kalmadı,
Herkesin bedeninde can gibi gizlidir o; damarlarınızda, iliklerinizde kan gibi akıp duruyor,
Görünüşte onu bilmesen de bunu bil ki boyuna onun yüzünden tertemizsin sen,
Çocuk köle, sahibini tanımaz ama a bilen kişi,
Sahibi bilir ki o, kendi kölesidir; balık gibi oltasında o,
Çocuklar da her solukta babalarının yüzlerine, hayran - hayran bakarlar ama,
Hepsine de esenlik, yaşayış ondan gelmekle beraber onun kim olduğunu bilecek kadar bilgileri yoktur,
İşte gerçek şeyh de zamanında böyledir; herkese ihsan da ondan ,erişir, yardım da ondan,
Herkese güç - kuvvet de ondan gelir; rızık da; herkes, balığın denizde yaşadığı gibi onun sayesinde yaşar,
 onunla diridir,
 7160, Onun Allah gölgesi olduğunu bilmeseler de iki âlem, ondan feyzalır,
Gök de onun hükmündedir; yer de; küfür ordusu da onun buyruğuna tâbi'dir, din ordusu da,
Ne dilerse hemencecik olur; hâli kötü olan, onun yüzünden iyi hâl elde eder,
Bu eşekler onu bilmeseler ne gam; zâti onı ne eşit vardır, ne benzer,
İki âlemde ne varsa, ona yakındır; varlık da ondan bindir, mekân da,
Hükmiyle cehennem cennet olur; mihnet, tümden rahat kesilir,
Yokluğa o varlık bağışlar; yücelik de ondan belirir, aşağılık da,

CXLVIII
Bu âlem, o âlemden bir zerredir; çünkü bunun sınırı vardır, onunsa sınırı yok, O âlemlerin hepsi de Hakk'ın
nurları ve eserleridir ve Hak'la durur; onun nurlarıyla diridir, Bu sınırlı âlemden geçtin mi, Allah katında olan o sınırsız
âleme ulaşırsın ve Allah daha iyi bilir,

O yücelikler güneşine karşı gökle yeryüzü, bir zerre bile değildir,
Değil mi ki canla - gönülle bize dostsun; gözün varsa aç gözünü de,
Önü, sonu olmayan yüzbinlerce âlem görür,
 7170, O güneşin çevresinde hepsi de dönmede; hepsi de boyuna onun yüzüne hayran,
Bu dünyâ, o tûbânm bir gölgesi; yahut âhvret gül bahçesinin bir yaprağı,
Bu dünyâ, onun parıltısından bir parıltı; hattâ bu dünyânın bütün sebepleri oradan,
Bu dünyâ, hâlden hâle dönmek için kurulmuştur; burda hoş olan kişi hayvandır,
İnsan olan beden âleminden can âlemine geçen kişidir,
Geçici cam Allah'ya verir de birine karşılık binlerce can alır,
Bir cana karşılık Hak'tan canlar alır; bir tek altın kesintisine karşılık mâdenler elde eder,
Bir eve karşılık bir şehre, bir katreye karşılık bir ırmağa sâhib olur,
Böyle bir kâr, esnafa nasîb olsaydı, şüphe yok ki sultan olurdu,
Böylesine bir kârdan mı kaçıyorsun? Yoksa bu kân, bu faydayı bilmiyor musun?
 7180, Canımın bundan haberi varsa Türk'ü bu çadırda gördün demektir,
Bedenin bir çadırdır; ondaki canınsa, orda gizli olan Ay gibi bir Türk'tür,
Onu bu çadırda görürsen, Hak sırlarından haberin vardır,
Define sendedir, onu kendinde ara; çünkü gizli - açık, herşey sensin,
Bil ki senden dışarda hiçbir şey yok; erler, sırrı açığa vurmuşlardır,
Aklı terket, deli - dîvâne ol; çünkü akıl perdedir, neliksiz - niteliksiz yörene onsuz yürü,
Söz de yoluna perdedir; Ay'a benzeyen yüzü sana örten bir perdedir,
Bu varlıktan yok olmak gerek ki o sarhoşluğu şarapsız elde edesin,
Bedenden, candan mahvolmak gerek ki eş olasın sevgiliye,
Yoluna perde olan, sendeki senliktir; bire yapış da iki olan herşeyi bırak,
 7190, Bütün zahmetler, ikilikten, üçlüktendir; ikilik gitti mi, aşk yolu düzleşir,
Suret gidince anlam gelir; senin oldun mu anlam, boyuna seninledir,
Ey can, artık kabıma sığamıyorum; çünkü gizli kalmış yüzlerce defineyim ben,
Definemin haddi - hesabı, önü - sonu yok; bedenimse onun üstündeki toprak yığını,
Sen, benliğinden geçerek yüzümü görürsen beni kıble edinirsin, beni seçersin,
Başka şeyhlere bakmazsın artık; benden başka bir baş, başbuğ tanımazsın,
Ama ne fayda ki senden gizliyim; sen baştan başa tensin, bense canım,
Canımın nuru bütün âlemi tuttu; insanın canını aydınlattı,
Bundan böyle ne kaldıysa ağyardır; sen onu kâfir bil, mü'min sayma,
O hayvan, insan cinsinden değildir; insan libâsında köpektir o,
 7200, Onun canı dumandandır, kandandır; o lanetlenmiş, dört unsurla durmaktadır,
O, topraktan hâsıl olan kurta benzer; nerden göklere meyledecek?
Onun canı, bedensiz olarak Elest şarabını içmiştir, onunla sarhoştur,
Onun canı bizimle biliştir; onun için de dervişliğe meyleder,
Canların bilişliği - tanışlığı ordandır; yalnız bu bilişlik, beden bilişliği gibi geçici değildir,
Bedenlerin bilişliği birkaç gündür; canların bilişliğiyse ebedîdir,
Parça - buçuk akıl nerden anlayacak bizi; tüm akıl bile burda hayran,
A bilgili er
; Allah'mn kimseye vermediği, bize nasîb olmuştur,
Çünkü padişahımız, cilveyle kendini gösterince, tecellî edince şöyle buyurmuştur,
 7210, Âdem'in ruhu, özü - özeti benim: o soluğu, o çağı evliya gibi sen de âdemde ara,
Velîler nurdur, bense nurun nuruyum; nazarlardan gizliyim, uzağım ben,
Benim duraklarıma kimse erişemez; sultanın sırrını her bayağı kişi bilmez,
İsa bizim yüzümüze hayran olmuştur; Musa, Tur'da bizimle buluşmayı dilemiştir,
Peygamberdi, Allah hasıydı ama Musa, Hızır'ı anlayabildi mi?
O seçilmiş peygamber, Hızır'ın bütün işlerini inkâr etti,
Çünkü onun sırrını bilmiyordu; o padişahın hâli ona gizliydi,
İşte onun gibi Hızır da bizim yüzümüze âşıktır; bizim kutlu nurumuza hayran olmuştur
Ama Allah, bir sır belirtti de o, bizden bunun gibi yüzbinlercesini gördü,
Kerem sahibi Kelîm, Hızır'dan bu sırrı görmüştü de ikrar etmiş, aşkla ona eş - dost olmuştu,
 7220, Eğriliğimiz, doğruluk gibi onu Me'vâ cennetinin ta baş köşesine çekip götürmüştür,
Güç - kuvvet olarak onu bil ki ne gösterirsen, seni dileyeni onunla ilerletir, feyzim arttırdıkça
 arttırırsın,
Senin verdiğin dertleri derman sayar; küfürleri îmân olarak kabul eder,
Arslanın gücü, herşeye yeter ama Rüstem'e karşı nasıl serkeşlik edebilir?
Arslan, vahşî hayvanlara padişahtır ama b:ze karşı tilkiden de zebundur,
Bütün padişahlar, kapımızın yoksuludur; herbiri de bizden binlerce bağışa nail olmuştur,
Bu dâva değil, erler gibi gözünü aç da göğün, yerin ötesini seyret,
Yüce canların, birbirleriyle eş - dost oldukları âleme bak,
Orda bizim canımızı güneş değirmisi gibi apaçık nur saçarken gör,
Netekim güneşin nuruyla da âlem aydınlanır da padişah, kuldan seçilir,
 7230, Onunla karayla ak belirir, o nurla çınar söğütten ayırd edilir,
Can âleminin güneşi de bil ki devranda biziz,
Dost düşmandan, inci boncuktan, iyi kötüden bizimle ayrılır,
O ruhlar nûrânîdir ama bu incinin karşısında, bedenlerden de aşağıdır;
Bu lâtifliğe karşı beden gibi yoğundur onlar; yüce kişinin karşısında aşağılık kişi gibi hani,
Meleklerin bile gıpta ettikleri akıllar, bu tertemiz denize karşı toz - toprak mesabesindedir,
Gerçeklik padişahları bile bize ulaşamamışlar, ayrı kalmışlardır; artık,
Körler topluluğu bizim güzelliğimizi göremezlerse bil ki, yerindedir bu,
Hak bize ulaşanlara bile göstermedi; bu hasetçi topluma nasıl gösterir?
Körler topluluğunun ham tamahına bak ki gerçekliğin, tam inancın kokusunu
bile alamamışlar;
 7240, Hepsi de kendi varlıklarının kuyusunda mahpus; suçlarla hepsinin de işleri tersine
 dönmüş,
Bu aşağılık kişiler bizi nerden görecekler? O güzeller bile bizi göremediler,
Kim bizi gördüyse bizdendir; iyice bil ki gerçekten de denizin dalgası denizdendir,
Böyle bir resim de bil ki bir işarettir; bir işaret ki onda yüzbinlerce muştuluk var,
Diyor ki: Benim mürîdim, denizimden bir dalgadır; ister aşağıda olsun, ister yukarda,
Demek ki biz gece - gündüz beraberdik; o ne dediyse gerçeklikle duyuyorduk,
Onun sözleriyle bir hoşça yol aldık; onun nurlarla dolu konağına yürüdük,
Beden tortusu, onun yüzünden aparı oldu; çünkü boyuna şarapsız sarhoşuz biz,
Peki, niçin ondan bahsetmeyelim; neden her ne dilersek yapmayalım?
Aşağıda - yukarıda, Ay'dan balığa dek herşeye padişahlık edersek değer,
 7250, Çünkü gerçekte kul, padişahtır; ayrılıktan kurtuldu mu, padişahın ta kendisi kesilir,
İnsan, elden ayaktan, baştan ibarettir ama iki, üç sayma onu, bir insandır o,
Böylece denizin dalgaları da sayıda çoktur;
Sağda, solda, her yandan baş gösterir, denizden coşup köpürür ama hepsini bir gör,
Dalgalar da denizin elleri mesabesindedir; ne fazladır onlar, ne eksik, denizin ta kendisidir,
Bilgisizlikle onların sayılarına bakma; biri gör, sayıdan geç,
Sureti terket, anlama yürü; ne diye cansız suretlere yamanıp kalakalmışsın?
Yüz kişi yol arkadaşı olsa, hak yolunda aşkla yola düşse,
Candan - gönülden birbirlerine yardım ederler; geceleri de, gündüzleri de gerçeklikle, aşkla
 yardımlaşırlar,
Dikkat edersen, onların hepsi de bir olmuştur; bu yöndensen anlama yönel,
 7260, Âlemin nakşını bırakan, o solukta insan bedeninden kurtuldu demektir,
Dâvaya kapılmadan suretlere sırtını çevirmiş, anlam tarafına yüz tutmuştur,
Ferşi Arş için bırakıp geçmiştir; önündeki perdeleri kaldırmıştır,
Doğan kuşu gibi, gözlerini padişahın yüzüne açmak için başkalarına kapamıştır,
Canını - gönlünü balçıktan kurtarmış, kendini can âlemine atmıştır,
Ruhunu, ruhlara yoldaş etmiş, akşamın - sabahın zahmetinden kurtulmuştur,
Ölümün yol bulamayacağı yere ulaşmış, güneşi, Ay'ı olmayan göğe ağmıştır,
Hattâ o, artık hem göktür, hem güneş, hem Ay; hem padişahtır o, hem bey, hem ordu,

CXLIX
Yüce Hak' vezire, perdeciye, naibe, kapı kullarına muhtaç olmayan bir padişahtır; bunların hepsi de yardım
etmek hizmette bulunmak, onu ululamak için padişahlara gereklidir; yüce Hak'sa bunların hepsinden de
münezzehtir; O, hem bir zât hem padişahtır, hem vezirdir, hem asker, Onun ordusu, gökte, yerde parlayan,
her yanı aydınlatan, bitkileri, tohumları, ağaçları, meyvaları, gümüş, altın madenlerini yetiştirip geliştiren, taşı
lâ'l hâline getiren, daha da anlatılamayacak yüzbinlerce şeyler yapan kendi nurlarıdır, Elbette güneşi yaratanın bu
çeşit yüzbinlerce güneşi vardır; hattâ güneşin sıfatları da onun ihsanıdır; bunun anlatılması uzundur; «Akıllı kişiye bir
işaret yeter,»

Güneşin ordusu, onun ışığı değil midir; hançere benzeyen parıltısı, gölgeyi öldürmez mi?
Bir kandilde bu anlam olursa, o ışık, hem böyle bir dâva konusu olur, hem dâva kesilirse,
 7270, Önde de o vardır artık, ardda da, yukarda da o vardır, aşağıda da: ağaç da odur, dal da, yaprak da, hurma da
o,
Gökler de onunla doludur, yeryüzü de; sağ da onun nûrlarıyla aydındır, sol da,
En aşağılık kul olan güneşin lûtfiıyla aşağı da aydınlanır, yukarı da aydınlanırsa;
Bitkileri, cansızları parlatır, nekesi de, cömerdi de ısıtırsa;
Hem tohumlar, hem mâdenler onun yüzünden hayat bulur, bedenler de, canlar da ondan aydınlanırsa;
Kendi kendine; bir dostu; bir yoldaşı, bir yardımcısı olmaksızın yüzbinlerce iş görürse,
Onu yaratan padişahtan düşmana - dosta bağışlar gelirse şaşılır mı ki?
O pahişah, vezirsiz, perdesiz, ordusuz, kendi kendine işler görür - durur,
Sen de, bir soluk olsun, huzurda oturursan bütün bunları, kendi gönlünde görürsün,
Böyle olan kişi, gerçek olarak Arş'ı da, kürsîyi de, onun gibi yüzbinlercesini
kendi vücûdunda görür,
 7280, İsteyen kişinin gönlü, bil ki, gerçekten de aynaya benzer; gönlü
arındı mı, herşey orda görünür,
Dünyâdaki suretler de, o suretleri düzen de, cennetlerin yerleri de, yerlerini döşeyen de oraya vurur,
Ne mutlu o cana ki kendini tanımıştır, derleyip toplamıştır, düzüp koşmuştur,
Güzelliğini perdesiz görmüştür; şarap gibi saf bir hâle gelmiştir, tortudan arınmıştır,
Karanlık perdesi olmaksızın ağyarı sohbetinden uzaklaştırmıştır,
Kulluk bağından kurtulmuş, padişah olmuştur; konakta oturmuş, yoldan halâs olmuştur,
Zahmeti terketmiştir, defineyi seçmiştir; tatlılaşmış, aşkla kaynayıp pişmiştir,
Hak yolunu tamâmiyle aldıktan sonra o eşsiz mürîd, konağın şeyhi olmuştur,
Artık görmüştür ki var da odur, yok da; herşey fânidir, aşkla diri olan, ancak odur,
Ölümden önce işini bitirmiştir; can filini kurttan halâs etmiştir,
 7290, Ecelin nefse yapmak istediğini o ulular ulusu emîr, ecelden önce yaptı,
Nefsiyle yaman savaşlara girişti; öldürünceye dek ondan elini çekmedi,
Sevgi ve ihlâs silâhiyle onu helak edip kurtuldu,
Nefsini önceden öldürdü ya; artık söyle; bundan sonra ölüm, onu nasıl öldürebilir
O tehlikeden kurtuldu da emin oldu; o yüce sarayda konakladı,
Bundan böyle diriliği ölümsüzdür; can bağı - bahçesi dallarla budaklarla, meyvalarla dopdoludur,
Bu bahardan sonra gayrı kış olmaz; bundan böyle kadehten, şaraptan başka birşey yok,
Mahmurluğu olmayan bu çeşit tertemiz, hâlis şarap, ancak o diyarda bulunur,
Sen arı - duru oldun mu, arı - duruya kavuşursun; yoksa savaşta tortu gibi dibe çöker - gidersin,
Mahremlerin nasîbi çengdir; mücrimlerinse azar ve azap,
 7300, Herkes, lâyığını bulur; hiç kimse devenin eşek doğurduğunu görmüş müdür?
Bunun gibi her işin de, hayırdan, serden karşılığı, soluktan soluğa gelir - durur,
Şüphe yok ki gazepten gazep doğar; neş'eden - zevkten de neşe ve zevk,
İtaat, ibâdet yönüne Hak'tan rahmet gider; isyana da yüzlerce zahmet ulaşır,
Gülün yeri, boyuna gül bahçesidir; tikenin yeriyse şüphe yok ki külhandır,
İbâdeti, ilmi gül gibi say; suçu - isyanı da çirkin, kötü tiken,
Şu hâlde akıllıysan iyilik et; zulmün, kötülüğü kökünden sök,
Kötü huydan arındın mı; melek gibi göğe ağarsın,
Kötülüğü kendinden söküp attın mı, iyiliğin boy atar, yücelir
Bahçıvan, ağaçtaki kötü dalı, iyi dal boy atsın, meyva versin diye ağaçtan keser - atar,
 7310, Sen de kötüyü iyiden ayırırsan, ondan sonra iyiliğin, seni Tann'ya götürür,
Rab, iyilikten başka birşey kabul etmez; iyilik et gücün yettikçe, en fazla buna çalış,
Adalete yapış, çünkü o, Allah sıfatıdır; zulmü bırak, çünkü o, Seylan'dan türer,
Allah sıfatlarıyla dopdolu olan, kulluktan kurtulur, hür olur,
Allah, Peygamber'e, Kur'ân'da kendisini bu vasıflarla övdü, bildirdi de bilen kişinin,
O vasıfları çabalayıp edinmesini, bu suretle de tortudan arınıp tertemiz olmasını diledi;
Böylece bilen, Hakk'ın huyuyla huylanır, benliğinden geçer; ömrünü bu yolda harcar;
Öyle kişilerle oturup kalkar ki onların yardımıyla
Alçak nefsi, kökünden söküp atar; sonra da ondan Ledün bilgileri baş gösterir,
İnsan kendini Allah'ya feda etti mı, can kuzgunu, Allah yardımıyla ankaa kesilir,
 7320, Hattâ a bilgin, Kafdağı nedir, ankaa da ne ki o yüce padişah onlarla övülsün':
Yaratılmış, nerden onu vasfedecek? Çünkü onun canı, göğün yücesini de aşmıştır,
Âşıkın hâli, âlem halkından gizlidir; onu Allah'dan başkası tanıyamaz,
Her göz, onun yüzünü görmesin diye Allah, gayretinden onu gizler,
Herkesin onu görmesi, yahut her aşağılık kişinin onun yanı basma oturması lâyık değildir,
Hırsız, nerden melek vasfinı elde edecek; her aşağılık kişi, neliksiz - niteliksiz mekâna nasıl girecek?
Padişahı padişah anlatabilir, her kul değil; mirahur, padişahın sırrını nerden bilecek?
Bu sözü bırak da gene o cana can katan padişahı anlatmaya koyul,
Devranda o, nasıl bir kılavuzdur, onu söyle; o Hakk'ı bilen, Peygamber'in sırrıdır,
Kim ona candan hizmet ederse hapisten de kurtulur, küfürden de, bilgisizlikten de, körlükten de,
 7330, Onun öğüdünü canla - gönülle duyanın balçığa batmış canı, o balçıktan halâs olur,
Onun bağışıyla dirilerin başı yücelir; o kişi, ebedîliğe kavuşur,
Daralmış gönlü bir sahraya döner; katre olan canı deniz kesilir,
Hakk'ın ilim, nur mâdeni olur; dokuzuncu kat göğün de yücesine ağar,
Ağızsız, damaksız lokmalar yer; teslisiz, kadehsiz şaraplar içer,
Huriyi, cenneti, gönlünde görür; taze hurmaları kendi fidanından devşirir,
Velînin sureti; güneş gibi meydandadır; gökteki Ay gibi herkese görünür,
Kimde akıl ve ayırd ediş nuru varsa onu görür; kalayı altın sanır mı hiç?
Pislik böceğini misk yerine alır mı? Yaş ağacı kurusundan ayırd etmez mi?
Onca hayır, nasıl olur da şerre benzer? Zehir onca nerden şekeri okşar?
 7340, Arı - duruyu nasıl kirli, paslı şeyden ayırd etmez; rahvan katırı nasıl topal,eşekten
 ayırmaz?
Nuru ateşten fark etmez mi; tikeni gülden ayırd etmez mi?
Göğü yerden nasıl ayırd etmez; pis yeryüzünü tertemiz Arş'tan nasıl farketmez?
Bütün bunları bilir, bilir ama gizler; mahsustan kendini kör gösterir,
Ama o cansıza gelince: Hasedinden, kininden apaçık bilgisini gizler;
Padişahları hor göstermek, kendini buyruk sahibi tanıtmak ister,
Şom garez, kendini kör, sağır eder; arı - duru tatlı suyu acıtır,
Böylece padişaha köle nazariyle bakıp ona gururla, kibirle selâm vermeyi; Halkın onu ileri bilmemesini, onun geri
olduğunu, kendisinin daha ileri bulunduğunu;
Olaylarda kendisinin benzeri bulunmadığını, zamanede âşıkların başı olduğunu;
 7350, Halkın yıldızlara, kendininse Ay'a benzediğini, herkesin askere, onunsa padişaha
 benzediğini sanmalarını sağlamak ister,
Halkın da kendi gibi aşağılık, bayağı olmasını, herkesin zayıf, illetli bir hâle gelmesini;
Başkasının adının işitilmemesini diler; kimsenin, ona inanmamasını, yanma varmamasını diler,
Kendinin, ondan üstün olmasını, Hak erinin de kendisi gibi zebun bir hâle gelmesini ister,
Gece - gündüz, aylar - yıllar geçer de o, hep Allah güneşini örtmeye çalışır, Ama bu dileği olmaz; olmaz ama Allah eri,
onun dileğine rağmen sonunda Ay gibi ayan - beyan meydana çıkar,
Sonunda sana da malûm olur ki övülen odur, mümkiriyse yerilendir,
O Ay gibidir, başkalarıysa sanki Ülker yıldızı; herkes katreye benzer, oysa denize,
Allah definesi odur, halksa zahmetten ibaret; çoğu da bu geçici sarayda kalakalmıştır,

CL
Allah velîsi, zamanında, vaktin Nuh'udur; yardımıysa, gemiye benzer; belâ tufanında, sığınanları korur, Su tufanı da
belâdır ama ondan kurtulmak kolaydır; çünkü o bela bedenlere gelir; bilgisizlik tûfânıysa ondan güçtür; çünkü ona dalıp
boğulan, ebedî olarak kurtulamaz,

Allah eri, âleme rahmettir; iki dünyâda da düşkünün elini tutandır, ona sığınılır,
 7360, Elinizi ona atın, ona sarılın da kurtulun; aşkla, gerçeklikle ona yüz tutun, O, bu âlemde vaktin Nuh'udur; onun
gemisi insanı tufandan kurtarır,
Su tufanının derdinden kurtulmak kolaydır; bilgisizlik tufanı, ondan da güçlüdür,
Gerçekte tufan, bu âlemdir; bey de o tufanda boğulup gitmiştir, padişah da, adamları da,
Nuh'un gemisine doğru kaçın da can, ondan halâs olsun,
Dünyânın şehvetleri, tufana benzer; kim bundan kurtulursa, odur Müslüman,
Bilgisizlikle şehvetlerde kalansa, salavat getirse bile kâfirdir,
Sizin için eminlik gemisi, aranızda bulunan Allah velîsidir,
Sizi tufandan kurtarmak için aranızdadır; çünkü o derdin dermanı, odur,
Allah için olsun, Allah için, hepiniz, ona bakın, onu gözetin de ondan, can defineleri elde edin,
 7370, Allah için olsun, Allah için, canlarınızı ona feda edin de onun gibi dokuzuncu göğün yücesine ağın,
Allah için olsun, Allah için, ona kul - köle olun; o ne yana giderse, siz de o yana gidin,
Allah için olsun, Allah için, hepiniz ona sarılın; Allah için olsun, Allah için, ondan ayrılmayın,
Ayrılmayın da böyle bir devleti yitirmeyim ölümden önce ona yüz tutun,
Ganimet olarak ele böylesi bir devlet gelmiş, kimin gönlü varsa onunla esenleşır;
Kimin gönlü yoksa o, o kişiye gönül bağışlar, o da güneş gibi, Ay gibi parlar, nûrlandırır,
Onu inkâr eden, kendi canına düşmandır; kim ona kul olmadıysa, akılsızdır,
Hiç aklı olan, kendi ziyanını ister mi; zarar edeceği birşeye koşar, gider mi?
Dipsiz kuyuya ayak atar mı; bir mevki'e erişmek için elindekinden olur mu?
Ebedî ömrü, daimî zevki, neş'eyi terkeder mi?
 7380, Yahut can âlemine, ölümsüz ömür sürülecek âleme karşılık,
Pis, geçici toprak yurdunu, mihnetlerle, dertlerle, sıkıntılarla dopdolu dünyâyı seçer mi?
Bu âlemde hiç kimse rahata kavuşmamıştır; tümden ziyandır bu âlem, burda kâr, fayda yoktur,
Bunda gece - gündüz, ele geçen, perişanlıktır; her rahatın ardında bir pişmanlık vardır burda,
Elde edilenin sonu, yitip gitmektir; onun yaşayışında bile ölüm uyumaktadır,
Dünyâ köprüsü, pek büyük tehlikelerle dopdoludur; dünya köprüsü, ancak geçip gitmek için
 kurulmuştur,
Köprü üstüne ev kurmaya kalkışma; dünya köprüsü, aklı - fikri olanın yeri değildir çünkü,
Senin canın, bu köprüden geçip gitmek üzere mekânsızlık âleminden gelmiştir,
Bu köprünün altında derin mi, derin bir su var; kim boş yere bu köprünün üstünde yurd edinmeye
 kalkışırsa,
Sonunda o suda garkolup gider; çünkü Allah, sonunda o köprüyü yakacaktır,
 7390, Kim köprü üstünde oturursa bil ki o tufana baş aşağı düşer - gider,
Köprüden geçen, tehlikeden kurtuldu; hoş bir surette sağ - esen, eminlik yerine erişti,
Dünyâ istekleri, adamı aldatıcıdır; beyin de yolunu keser onlar, efendinin de, kulun da,
Hepsi de kuş gibi onun ağına tutulup kalmıştır; hepsi de onun izine düşmüş,muradına ermemiştir,
Büyücü dünyâ, bir kocakarıya benzer; âhiret huzuruna engel olup durur,
Kendini büyüyle çocuğa, gence, ihtiyara genç gösterir,
Büyük, küçük, iyi, kötü, herkesi kendisini meftun etmiştir,
Kendisini gül bahçesi gibi gösterir ama gerçekte, tikenden de beterdir o,
Bir ,cehennemdir ki herkesi yok etmedikçe rahat etmez, kendini cennet gösterir,
Ondan, binlerce kişiden biri kurtulmuştur; 'geri kalanları, onun ateşinde yok olup gitmişlerdir,
 7400, Güçlü, tesirli bir büyüsü vardır ki ona kapılıp tutulmayan hani?
Güzelliği, yaldızlı bakıra benzer; güzel görünür ama onu çirkin bil,
Tatlılığının altında ne acılıklar vardır; onun doğru gösterdiği herşey eğridir,
Düzenine ne had vardır, ne son; hilelerinin bitimi yoktur,
Kimse düzenle üst olamaz ona; alıcı doğanın pençesine karşı sinek ne yapabilir ki?
Sen tilkiden de zebunsun, oysa arslan gibi; aptallık edip de yiğitcesine ona doğru koşma,
Bir Rüstemin eteğini tut da seni arslanın pençesinden kurtarsın,
Ateşin, şeyhin nuruyla söner; işin, şeyhin yardımıyla başa çıkar,
Onun gücüyle işler görürsen, ne dilersen kolaylaşır sana,
Dünyânın düzenini, kendi gücünle defedemezsin; o, senin gibi yüzbinlercesinin yolunu
 vurmuştur,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder