2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

Sen de git, akıllıların gölgesine dahil ol ki gizli düşmandan kurtulasın. Sana 4105
bu, bütün ibadetlerden iyidir. Bununla önde gidenlerin tamamının önüne
geçersin!
(SAYFA 161) Bu beyitler burada şahitlik etsinler diye düzenlendi. Sır kulağını aç da
onun sözlerini dinle! Tâ ki onun esrarından nasip alasın! Tâ ki bu açıklama
senin tarafından anlaşılsın, tereddütten kurtulasın!
Onun bütün halkça kabul gören sözü, benim sözümün şahididir. Vasıl olan 4110
veliler de böyledir. Onlara Cenab-ı Hakk’ın yüzlerce lütuf ve yardımı eri-
şir. Onların işleri (sülukleri) tamam olduktan sonra Allah’ın yüzüyle sürekli
şereflenirler. Cenab-ı Yezdan’ın simasına talip olarak onu gıyaben ve durmadan
övmüşlerdi. Kesinlikle bilinsin ki, onları görmek devlettir, rahmetler
içinde rahmettir.
Yolu bilen bir merd-i Huda’yla yoldaş olmadan daha yüksek bir mertebe 4115
yoktur. Sana bu çeşitten bir istek gelirse, ondan başkasına gönül verme! O arzulanan,
her kime kısmet olmuşsa, bil ki berbat nefsi kahrolur. Yılanın gözü
zümrütten kör olmuyor mu, ne kadar kuvvetli olsa güçsüz kalmıyor mu?
Bunun gibi nefis yılanı da, şeyhin nurundan kör olur, takatten düşer.
180
Rebabnâme
4120 Nefsi gayretle öldürmek uzun sürer. Ekseriya fesatta kalır (mağlup etmek
mümkün olmaz). Züht ve takvaya karşı ansızın baş kaldırır. Bu hareketinin
bin çeşit hilesi var. Fakat üzerine velinin bakışı isabet etti mi, o düşman silahsız
ölür. Nefis, cehennemin parçasıdır ve ateştendir. Şeytan gibi içerileri etkiler
ve bulaşır. Onun narı şeyhin nurundan söner. Ne mutlu o cana ki, şeyhin
bakışına rast gelir.
4125 Cehennem mümine demiyor muydu ki “Çabuk geç! Nârımı söndüreceksin.
Sen, su gibi, ateşi söndürürsün; övüncün, utanmayı kazıp attığı gibi. Ey nur-ı
pak, eğer nârımdan tez geçmezsen benim nârım senin nurundan mahvolur.
Şüphesiz, senin varlığın beni yok eder, sen sarhoş iken ben nasıl ayık kalabilirim”
Cehennem ki, aslı ateş ve dumandır, temel taşları bunlardır.
4130 Âlemdeki ateşler onun zerresidir, kahır ve gazaplar onun katresidir, bir mü-
minin nurundan sönerse, anlayışın varsa iyi dikkat et, nârî olan nefis, o nurdan
nasıl helak olmaz? O nur-ı paktan cehennem bile sönüyor da.
Ey mürit! Şeyhin eteğini tutarsan, o buluşmada sen de onun gibi seçkin olursun.
Yol kesici olan nefsin ölür, rehber olur. Mesih gibi semalarda uçarsın!
4135 Şeyhle bulunmak yolların en kısasıdır. Onunla bir olmak, vahdet kaynağıdır.
Gerçi şeyhsiz de vuslat mümkündür, örtüden, şaşkınlıktan onsuz da kurtulabilirsin!
Fakat şeyhten gelen vuslat daha kamildir. Gayret yolunda ne kadar
çaba gösterirsen göster, bütün ömründe kazandığına şeyh seni bir anda
ulaştırır.
(SAYFA 162) Ormandaki yabani ağaçlar da meyve verir, fakat bağlarda itinayla yetiştirilenler
daha güzel meyve verir.
4140 Ey salik, gerçi ikisi de Hak’tandır. Fakat bunun daha iyi olduğunda şüphe
yok. Çünkü bahçıvan kötü ağacı iyi yapmak üzere götürüp bahçesinde terbiye
ediyor. İyiyi de kötüyü de Allah yaratır, mürit de, Allah’ın yaratığıdır.
Yaratıklardan kimi hür, kimi köledir; kimi boş, kimi doludur. Kimi şah, kimi
vezir; kimi asker (nefer), kimi komutan.
4145 Bu çeşitlilikten anlaşılan hikmet şu oluyor ki, rızık verenden başka kadir yoktur.
İyiye, kötüye, hayra, şerre ondan başka kimsenin gücü yetmez. O gücü,
güçsüzlüğe düşürecek bir şey yoktur, yüz binlerce nakış onun eseridir. Fakat
sonsuz nakışlar (sonsuz çeşitliliktedir) kimi iyi, kimi fena; kimi güzel, kimi
çirkin. Kimi yer, kimi gök; kimi katı, kimi sıvı.
4150 Kimini yedinci kat semada bırakmış, kimini de dokuz kat feleğin de üstüne
çıkarmıştır. Hadsiz hesapsız nakışlar yarattı. Tâ ki kudrette tek olduğu bilinsin.
Bir nakkaş derse ki: “Ben kudretli bir nakkaşım, çok güzel nakışlar, resimler
yaparım, fakat fena nakışlar yapamam.” Biliniz ki o, sanatında yetenekli
bir üstat değildir. Diğer biri, “Ben iyi, kötü her çeşit resimleri, nakışları
yaparım.
4155 Rum, Türk, zenci hangi üslupta isterseniz yaparım.” derse işte sanatında üstün
olan üstat odur. Çünkü elinden her türlü resim geliyor. Hak Teala Hazretleri
de kudretini eserlerinden göstermiştir. Bu kara toprakta, o mavi semada
beğenilenin de ötesinde ne eserler yaratmıştır. Bu kadar algılama bu aklı-
mıza göredir. Yoksa Hakk’ın âlemlerinin sonu yoktur.
181
Sultan Veled
4120 Nefsi gayretle öldürmek uzun sürer. Ekseriya fesatta kalır (mağlup etmek
mümkün olmaz). Züht ve takvaya karşı ansızın baş kaldırır. Bu hareketinin
bin çeşit hilesi var. Fakat üzerine velinin bakışı isabet etti mi, o düşman silahsız
ölür. Nefis, cehennemin parçasıdır ve ateştendir. Şeytan gibi içerileri etkiler
ve bulaşır. Onun narı şeyhin nurundan söner. Ne mutlu o cana ki, şeyhin
bakışına rast gelir.
4125 Cehennem mümine demiyor muydu ki “Çabuk geç! Nârımı söndüreceksin.
Sen, su gibi, ateşi söndürürsün; övüncün, utanmayı kazıp attığı gibi. Ey nur-ı
pak, eğer nârımdan tez geçmezsen benim nârım senin nurundan mahvolur.
Şüphesiz, senin varlığın beni yok eder, sen sarhoş iken ben nasıl ayık kalabilirim”
Cehennem ki, aslı ateş ve dumandır, temel taşları bunlardır.
4130 Âlemdeki ateşler onun zerresidir, kahır ve gazaplar onun katresidir, bir mü-
minin nurundan sönerse, anlayışın varsa iyi dikkat et, nârî olan nefis, o nurdan
nasıl helak olmaz? O nur-ı paktan cehennem bile sönüyor da.
Ey mürit! Şeyhin eteğini tutarsan, o buluşmada sen de onun gibi seçkin olursun.
Yol kesici olan nefsin ölür, rehber olur. Mesih gibi semalarda uçarsın!
4135 Şeyhle bulunmak yolların en kısasıdır. Onunla bir olmak, vahdet kaynağıdır.
Gerçi şeyhsiz de vuslat mümkündür, örtüden, şaşkınlıktan onsuz da kurtulabilirsin!
Fakat şeyhten gelen vuslat daha kamildir. Gayret yolunda ne kadar
çaba gösterirsen göster, bütün ömründe kazandığına şeyh seni bir anda
ulaştırır.
(SAYFA 162) Ormandaki yabani ağaçlar da meyve verir, fakat bağlarda itinayla yetiştirilenler
daha güzel meyve verir.
4140 Ey salik, gerçi ikisi de Hak’tandır. Fakat bunun daha iyi olduğunda şüphe
yok. Çünkü bahçıvan kötü ağacı iyi yapmak üzere götürüp bahçesinde terbiye
ediyor. İyiyi de kötüyü de Allah yaratır, mürit de, Allah’ın yaratığıdır.
Yaratıklardan kimi hür, kimi köledir; kimi boş, kimi doludur. Kimi şah, kimi
vezir; kimi asker (nefer), kimi komutan.
4145 Bu çeşitlilikten anlaşılan hikmet şu oluyor ki, rızık verenden başka kadir yoktur.
İyiye, kötüye, hayra, şerre ondan başka kimsenin gücü yetmez. O gücü,
güçsüzlüğe düşürecek bir şey yoktur, yüz binlerce nakış onun eseridir. Fakat
sonsuz nakışlar (sonsuz çeşitliliktedir) kimi iyi, kimi fena; kimi güzel, kimi
çirkin. Kimi yer, kimi gök; kimi katı, kimi sıvı.
4150 Kimini yedinci kat semada bırakmış, kimini de dokuz kat feleğin de üstüne
çıkarmıştır. Hadsiz hesapsız nakışlar yarattı. Tâ ki kudrette tek olduğu bilinsin.
Bir nakkaş derse ki: “Ben kudretli bir nakkaşım, çok güzel nakışlar, resimler
yaparım, fakat fena nakışlar yapamam.” Biliniz ki o, sanatında yetenekli
bir üstat değildir. Diğer biri, “Ben iyi, kötü her çeşit resimleri, nakışları
yaparım.
4155 Rum, Türk, zenci hangi üslupta isterseniz yaparım.” derse işte sanatında üstün
olan üstat odur. Çünkü elinden her türlü resim geliyor. Hak Teala Hazretleri
de kudretini eserlerinden göstermiştir. Bu kara toprakta, o mavi semada
beğenilenin de ötesinde ne eserler yaratmıştır. Bu kadar algılama bu aklı-
mıza göredir. Yoksa Hakk’ın âlemlerinin sonu yoktur.
182
Rebabnâme
MAKALE 59
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hak Teala Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki, bu âlem (gördüğümüz
âlem) onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenab-ı Hak evliyası-
na göstermiştir. Bu âlemde gördüğümüz her şey, o âlemin nurunun aksi ve
gölgesidir. Mesela, suya aksetmiş ağaçlar görürsün fakat ne kadar uğraşsan
ele geçiremezsin, meyvelerini toplayamaz, gölgelerinde oturamazsın. Çünkü
o görüntüler yansımadır, gölgedir. Gerçeklikleri yoktur. Şu halde asıllarını
istemelidir. O asıl da Hak Teala’dır. Eğer evliyanın sohbeti nasip olur da
o mülke sahip olursan, o vakit bu cihanda görünen her şey senin yansıman
olur. Tüm varlıklar aslında Huda’ya âşıklardır. Bu cihanda o nurları, o suretleri
gördüklerinde onun aşkıyla kararsız oluyorlar. Bunun çaresi onu istemektir.
Nasıl ki evliya istemiş ve bulmuştur.
Bu makalede şu da ifade olunacaktır ki Hak Teala Hazretleri’nden başka
her şeyi, aramadıkça bulamazlar. Fakat Hak Teala’yı bulmadıkça arayamazlar.
Her şeyi bulmak için aramak lazım. Fakat dostu aramak için bulmak lazım.
(SAYFA 163) Hak Teala Hazretleri’nin kudret cihanının yanında bu cihan değersiz
ve önemsiz bir zerre gibidir.
4160 Cenab-ı Hak o cihanı velilerine, İsa ve Musa Aleyhisselam gibi peygamberlerine
gösterir. O cihanlar ki zayıf ve sahte hislere görünmez. Bu cihan (bizim
cihanımız) sahtedir. O cihan altından daha altındır. Orada can şarabını
dudaksız içerler, canı gönlü o nimetlerle beslerler. O cihanın yeri, göğü, tacı,
saltanatı daimi şereftir. Belki hakiki şeref oradadır. Burada şuna buna isabet
eden şerefler onun yansımasıdır.
4165 Ahmaklar o gölgeyi asıl zannederler ve sevinçle raks ederler ki bende bu şeref
vardır, birçok kimseler benim idarem altında, emrimde bulunuyor diye. Bunu
bilmiyorlar ki o, emanettir. Akar su dalgaları gibi yok olucudur. Gerçi ırmakta
(ırmağın yatağında) su daima akar. Fakat o su, yataktan kaynaklanmıyor. O
su bir kaynaktan geliyor. Rabbanî ve ebedi bir kaynaktan.
4170 Gölge (suya veya aynaya düşen görüntü) gerçi kişiye benzer, fakat o kişiyle
mümkündür. Var görünürse de yoktur. Çünkü o görüntü, şahıs gibi, elle tutulamaz.
Onu kucaklamak istesen, imkan bulamazsın. Çünkü daima kuca-
ğın haricinde kalır. Bırak, onu tutmak mümkün değildir. Her hayali seyretmek
de böyledir: İmkansızdır. Gölgeye kılıçla vursan tesir eder mi? Nerede!
4175 Bir kimse ırmağın suyuna aksetmiş bir görüntü görse, yahut su içinde güç
ve kuvvet sahibi bir padişah görse hiçbirinin gerçekliği yoktur. Onları ömrü-
nün sonuna kadar suyun içinde arasa, eline bir şey geçmez. Bu dünyanın gü-
zelliklerini ve iyiliklerini de böyle bil ki onlar, gizli şahsın sınırlı gölgeleridir.
Gizli şahıs, o nur cihanının; gölge de bu dünya zevklerinin örneğidir.
Öyleyse gölgeyi bırak! Çünkü hakiki varlığı yoktur. O şahsa git ki, boyutsuzluktadır.
Yani o âlemdedir ki, orada benlik ve senlik yoktur.
Âlemde ay, güneş, felekler her şey yokluktan varlığa gelmedi mi? Bu her an 4180
alay alay varlığa gelen zevkler, yaşayışlar oradan kaynaklanmıyor mu? İyi,
kötü, artık, eksik her şey buraya oradan erişmiyor mu? Bil ki, yokluk, sürekli
bir varlığa sahiptir. Daima vardır ve olacaktır. Âlemin varlığı, onun yapıp
ettikleri gurubundandır, bütün şeyler onun bağışıdır.
Fakat bunlar sonunda değişecektir, güneşte kalmış buz gibi eriyip mahvola- 4185
caktır. Her devre sonunda bunlar değişecek, şıra gibi bazen şarap, bazen sirke
olacaktır. Bu topraktan yüz türlü bitki meydana geliyor. Ölülere onlardan
ölümsüz hayat geliyor. Kudretiyle bitki, hayvan oluyor, hayvan da sonunda
insan oluyor. İnsanın, takip ettiği gelişim yolunda daha derin (ince) makamları
vardır. Melek olmak ve daha ileri gitmek.
Melek mertebesinden geçtikten sonra, vahdet âlemine varıncaya kadar arada 4190
daha pek çok makamlar ve mertebeler vardır.
(SAYFA 164) Son mertebe de odur ki vehimlere sığmaz, aklın ve idrakin haricindedir.
Cennet cehennem onun bendesidir (emrinde), her ikisinin de beka ve
saadeti ondandır. Her ikisi de yiyeceklerini ondan isterler. Bu, dilden değil,
candandır. Cennetin rızkı (nasibi) inananlar, cehenneminki eşkıyalardır.
O, âlemin rızıklandıranı gibidir. İki âlemde de kimseden rızkını esirgemez, 4195
herkesin nasibini verir. Hayvani nefis gıda olarak ekmek ister, insani nefis de
can ister. O rahmet sahibi, Süleyman’dan karıncaya kadar, herkesin rızkını
eksiksiz olarak verir. Cümlesinin mürebbisi birdir; besleyendir. Her biri ondan
kısmetini alır. Herkese ondan hak ettiğine göre kısmet verilir, çocuklara
hocaları tarafından ders verildiği gibi:
Kimi hece okur, kimi Fatiha, kimi lokma ister, kimi koku. Değil midir ki, cin- 4200
ler yemek kokusuyla gıdalanır, melekler de güzel kokudan hoşlanırlar. Fakat
insanlara her üçünden de haz vardır: Hem yemekten, hem kokusundan, hem
de güzel kokudan. Şu halde insan, onların ikisinden de üstündür: Her şeyle
gıdalanıyor. Belki insanda bunun gibi yüzlerce özellik derlenmiştir.
Güneş, ay, gezegenler, Ülker…
Hatta gök, yer, kürs, levh, kalem bunların hepsi insanda işaretsiz nakış olun- 4205
muştur. Çünkü onun ruh aynası temizdir. Cefa edenle vefa edeni görür ve
bilir. İyi, kötü ona göre açıktadır. O, Hakk’ın nuru ve hüsnüyle doludur. İnsanın
ruhu su ırmağı gibidir. Her ne kadar toprak cisim içinde hapis ise de
bu cihan tortusundan kurtulup da kalbini temizleyince, içinde her şey açık-
ça görünür.
İçerisinde dokuz kat felekler, yer, levh, kalem, kürs, melek, her şey ortaya çı- 4210
kar. Çünkü bunların hepsi Âdem’de mevcuttur. Fakat Âdem’deki bu hal, bu
yetenek, hakikatte Âdem’in Hakk’ın nuru olmasındandır. Onu o birliktelikten
uzak zannetme! Bu eğri keman (yanlış zan) onun kafesi olmuştur. Ondan
dolayı gönlü demir örs gibi katıdır. Dünya kaygıları onu sağır ve kör etmiş-
183
Sultan Veled
MAKALE 59
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Hak Teala Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki, bu âlem (gördüğümüz
âlem) onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenab-ı Hak evliyası-
na göstermiştir. Bu âlemde gördüğümüz her şey, o âlemin nurunun aksi ve
gölgesidir. Mesela, suya aksetmiş ağaçlar görürsün fakat ne kadar uğraşsan
ele geçiremezsin, meyvelerini toplayamaz, gölgelerinde oturamazsın. Çünkü
o görüntüler yansımadır, gölgedir. Gerçeklikleri yoktur. Şu halde asıllarını
istemelidir. O asıl da Hak Teala’dır. Eğer evliyanın sohbeti nasip olur da
o mülke sahip olursan, o vakit bu cihanda görünen her şey senin yansıman
olur. Tüm varlıklar aslında Huda’ya âşıklardır. Bu cihanda o nurları, o suretleri
gördüklerinde onun aşkıyla kararsız oluyorlar. Bunun çaresi onu istemektir.
Nasıl ki evliya istemiş ve bulmuştur.
Bu makalede şu da ifade olunacaktır ki Hak Teala Hazretleri’nden başka
her şeyi, aramadıkça bulamazlar. Fakat Hak Teala’yı bulmadıkça arayamazlar.
Her şeyi bulmak için aramak lazım. Fakat dostu aramak için bulmak lazım.
(SAYFA 163) Hak Teala Hazretleri’nin kudret cihanının yanında bu cihan değersiz
ve önemsiz bir zerre gibidir.
4160 Cenab-ı Hak o cihanı velilerine, İsa ve Musa Aleyhisselam gibi peygamberlerine
gösterir. O cihanlar ki zayıf ve sahte hislere görünmez. Bu cihan (bizim
cihanımız) sahtedir. O cihan altından daha altındır. Orada can şarabını
dudaksız içerler, canı gönlü o nimetlerle beslerler. O cihanın yeri, göğü, tacı,
saltanatı daimi şereftir. Belki hakiki şeref oradadır. Burada şuna buna isabet
eden şerefler onun yansımasıdır.
4165 Ahmaklar o gölgeyi asıl zannederler ve sevinçle raks ederler ki bende bu şeref
vardır, birçok kimseler benim idarem altında, emrimde bulunuyor diye. Bunu
bilmiyorlar ki o, emanettir. Akar su dalgaları gibi yok olucudur. Gerçi ırmakta
(ırmağın yatağında) su daima akar. Fakat o su, yataktan kaynaklanmıyor. O
su bir kaynaktan geliyor. Rabbanî ve ebedi bir kaynaktan.
4170 Gölge (suya veya aynaya düşen görüntü) gerçi kişiye benzer, fakat o kişiyle
mümkündür. Var görünürse de yoktur. Çünkü o görüntü, şahıs gibi, elle tutulamaz.
Onu kucaklamak istesen, imkan bulamazsın. Çünkü daima kuca-
ğın haricinde kalır. Bırak, onu tutmak mümkün değildir. Her hayali seyretmek
de böyledir: İmkansızdır. Gölgeye kılıçla vursan tesir eder mi? Nerede!
4175 Bir kimse ırmağın suyuna aksetmiş bir görüntü görse, yahut su içinde güç
ve kuvvet sahibi bir padişah görse hiçbirinin gerçekliği yoktur. Onları ömrü-
nün sonuna kadar suyun içinde arasa, eline bir şey geçmez. Bu dünyanın gü-
zelliklerini ve iyiliklerini de böyle bil ki onlar, gizli şahsın sınırlı gölgeleridir.
Gizli şahıs, o nur cihanının; gölge de bu dünya zevklerinin örneğidir.
Öyleyse gölgeyi bırak! Çünkü hakiki varlığı yoktur. O şahsa git ki, boyutsuzluktadır.
Yani o âlemdedir ki, orada benlik ve senlik yoktur.
Âlemde ay, güneş, felekler her şey yokluktan varlığa gelmedi mi? Bu her an 4180
alay alay varlığa gelen zevkler, yaşayışlar oradan kaynaklanmıyor mu? İyi,
kötü, artık, eksik her şey buraya oradan erişmiyor mu? Bil ki, yokluk, sürekli
bir varlığa sahiptir. Daima vardır ve olacaktır. Âlemin varlığı, onun yapıp
ettikleri gurubundandır, bütün şeyler onun bağışıdır.
Fakat bunlar sonunda değişecektir, güneşte kalmış buz gibi eriyip mahvola- 4185
caktır. Her devre sonunda bunlar değişecek, şıra gibi bazen şarap, bazen sirke
olacaktır. Bu topraktan yüz türlü bitki meydana geliyor. Ölülere onlardan
ölümsüz hayat geliyor. Kudretiyle bitki, hayvan oluyor, hayvan da sonunda
insan oluyor. İnsanın, takip ettiği gelişim yolunda daha derin (ince) makamları
vardır. Melek olmak ve daha ileri gitmek.
Melek mertebesinden geçtikten sonra, vahdet âlemine varıncaya kadar arada 4190
daha pek çok makamlar ve mertebeler vardır.
(SAYFA 164) Son mertebe de odur ki vehimlere sığmaz, aklın ve idrakin haricindedir.
Cennet cehennem onun bendesidir (emrinde), her ikisinin de beka ve
saadeti ondandır. Her ikisi de yiyeceklerini ondan isterler. Bu, dilden değil,
candandır. Cennetin rızkı (nasibi) inananlar, cehenneminki eşkıyalardır.
O, âlemin rızıklandıranı gibidir. İki âlemde de kimseden rızkını esirgemez, 4195
herkesin nasibini verir. Hayvani nefis gıda olarak ekmek ister, insani nefis de
can ister. O rahmet sahibi, Süleyman’dan karıncaya kadar, herkesin rızkını
eksiksiz olarak verir. Cümlesinin mürebbisi birdir; besleyendir. Her biri ondan
kısmetini alır. Herkese ondan hak ettiğine göre kısmet verilir, çocuklara
hocaları tarafından ders verildiği gibi:
Kimi hece okur, kimi Fatiha, kimi lokma ister, kimi koku. Değil midir ki, cin- 4200
ler yemek kokusuyla gıdalanır, melekler de güzel kokudan hoşlanırlar. Fakat
insanlara her üçünden de haz vardır: Hem yemekten, hem kokusundan, hem
de güzel kokudan. Şu halde insan, onların ikisinden de üstündür: Her şeyle
gıdalanıyor. Belki insanda bunun gibi yüzlerce özellik derlenmiştir.
Güneş, ay, gezegenler, Ülker…
Hatta gök, yer, kürs, levh, kalem bunların hepsi insanda işaretsiz nakış olun- 4205
muştur. Çünkü onun ruh aynası temizdir. Cefa edenle vefa edeni görür ve
bilir. İyi, kötü ona göre açıktadır. O, Hakk’ın nuru ve hüsnüyle doludur. İnsanın
ruhu su ırmağı gibidir. Her ne kadar toprak cisim içinde hapis ise de
bu cihan tortusundan kurtulup da kalbini temizleyince, içinde her şey açık-
ça görünür.
İçerisinde dokuz kat felekler, yer, levh, kalem, kürs, melek, her şey ortaya çı- 4210
kar. Çünkü bunların hepsi Âdem’de mevcuttur. Fakat Âdem’deki bu hal, bu
yetenek, hakikatte Âdem’in Hakk’ın nuru olmasındandır. Onu o birliktelikten
uzak zannetme! Bu eğri keman (yanlış zan) onun kafesi olmuştur. Ondan
dolayı gönlü demir örs gibi katıdır. Dünya kaygıları onu sağır ve kör etmiş-
184
Rebabnâme
tir. O derecede ki, Süleyman’ı karınca zannediyor.
4215 Şunu bunu düşünmek tortu ve süprüntüdür ki, can suyu onlardan bulanır.
Ay, bulut içinde bulundukça onda karanlıktan başka bir şey göremezsin. Bu
perde sendedir, onu kendinden gidermeye çalış ki, o ayın yüzü güneş gibi
görünsün.
Tâ ki o can kaynağında cihanlar göresin. Öyle cihanlar ki insanlar ve cinler
hayrandılar. Sana gayblerin mülkü ve açıkta bulunanların mülkü bildirilsin,
yanında, görünenle görünmeyen ortaya çıksın!
4220 Sende bulunmayacak hiçbir şey kalmasın. Buraya vasıl olunca durma! Yoluna
devam et! Evvel bulmak, sonra istemek lazım. Allah yolunda kural böyledir.
Hak’tan başkasını bulmak, talepten sonradır. Çünkü talepsiz elde edilemez.
(SAYFA 165) Fakat Hakk’ı aramak vuslattan sonradır. Görmeden asıl tarafına nasıl
yönelebilirsin? Cenabı Hakk’ın nasıl eşi yoksa, yolunun da benzeri yoktur.
Her ikisi de eşsizdir.
4225 Hakk’ı arayıp sorma Hakk’a vasıl olduktan sonradır. Gül olmazsa sana kokusu
nereden gelecek? Buradaki talep, bulmaktan sonradır. Deniz olmazsa
gemi yürür mü?
MAKALE 60
Bu makale şunu beyan edecektir:
Mevlana’nın şeyhi Seyyid Burhanedin Hazretlerine sordular ki: “Hak yolunun
bir sonu, bitimi var mıdır?” Buyurdular ki: “Yolun bitimi vardır fakat
varılacak yerlerin bir sonu ve bitimi yoktur. Zira Huda’nın yolu sensin ve
sana lazımdır ki kendiliğinden ve varlığından geçesin, işte bunların bir sonu
vardır. Fakat Hakk’a vasıl olduktan sonra der ki, esas yolculuk oradan baş-
lar. Seyr-i ilallah, ilk aşamadır bu, Hakk’a varmakla sona erer. Kavuşmadan
sonra seyr-i fillah başlar ki bu seyrin sonu yoktur. Kara yolculuğunun bir bitimi
vardır. Fakat deniz yolculuğunun ne kenarı vardır ne de bitimi. Yolun
son sınırı Hak olunca, demek olur ki: “O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve
senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Muhakkaktır ki, Hakk’a karşı perden, kendinsin! Kendinden geç ki Hakk’a 4230
kavuşasın. Fakat vuslat yolunun nihayeti yoktur.
Oradaki seyrin daima kendinsiz olur. Asıl yol, vuslattan sonraki yoldur, aklı
başında olan ondan başkasına yol demez.
Dese de mecaz yoluyla der. Çünkü Hicaz’a gitmeden tavaf edilemez. Bir
kimse Kabe’siz bir yeri tavaf ederse, bunu faydasız yere, şaka yahut da laf olsun
diye yapar.
Şu halde kesin olarak bil ki hakiki yol, Hakk’a vuslattan sonraki yoldur. Ve- 4235
lilerin yolu onun zatındadır. Seyr-i ilallah için nihayet vardır. Seyr-i fillahın
ne sınırı var, ne adedi (sayısı). Bu seyir, o kulun kârıdır ki: Kendinden ölmüş
(geçmiş), Hakk’ın dirisidir. Sel, ölü bir cismi nasıl ki oraya buraya sürükler
ölünün bu seyirden haberi olmaz, ölü, suyun seyrinden habersiz olarak suyun
üzerinde gider.
Bunun gibi, kul da kendinden geçtiği (fani olduğu) vakit onda varlık kal- 4240
maz, Hak’ta yok olur. Fenafillahtan sonra Hak’tan başka edip eyleyen kalmaz.
Hakk’ın yâri, Hak olmak lazımdır, çünkü Hakk’ın yâri yoktur. Vuslat
yolundaki yolculuk, Hakk’ın yolculuğudur, ancak odur, o vardır. Sayfayı
yanlış okuma! O yolcuğu Hakk’ın yolculuğu, o itaati, o hayrı onun bil! Ondan
kaynaklanıyor bil! Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de “kulle yevmin huve fî
şe’nin”65 buyurmuştur. Bunu anla! Canının içinde sakla!
Onun lütuflarından Yezdan’ın yolculuğunu öğren! Açıklamalarına git, tefsi- 4245
rinde oku! Kendi kendine her gün bir iş yapar, her an kendi kendine yârlık
eder.
(SAYFA 166) Bazen birini cennete koyar, bazen cehennemden çıkarır. Bazen yıkar,
bazen yapar. Bu işlerden ondan başkasının haberi olmaz. Bu, göz bağcılıktır.
Yoksa ayrılık gayrılık yoktur. Biri iki gören varsa şaşılığındandır.
Mesela, bir şahıs parmaklarıyla oynar, bir takım oyunlar düzer, koşar. Par- 4250
65 Rahman suresi 55/29 Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
185
Sultan Veled
tir. O derecede ki, Süleyman’ı karınca zannediyor.
4215 Şunu bunu düşünmek tortu ve süprüntüdür ki, can suyu onlardan bulanır.
Ay, bulut içinde bulundukça onda karanlıktan başka bir şey göremezsin. Bu
perde sendedir, onu kendinden gidermeye çalış ki, o ayın yüzü güneş gibi
görünsün.
Tâ ki o can kaynağında cihanlar göresin. Öyle cihanlar ki insanlar ve cinler
hayrandılar. Sana gayblerin mülkü ve açıkta bulunanların mülkü bildirilsin,
yanında, görünenle görünmeyen ortaya çıksın!
4220 Sende bulunmayacak hiçbir şey kalmasın. Buraya vasıl olunca durma! Yoluna
devam et! Evvel bulmak, sonra istemek lazım. Allah yolunda kural böyledir.
Hak’tan başkasını bulmak, talepten sonradır. Çünkü talepsiz elde edilemez.
(SAYFA 165) Fakat Hakk’ı aramak vuslattan sonradır. Görmeden asıl tarafına nasıl
yönelebilirsin? Cenabı Hakk’ın nasıl eşi yoksa, yolunun da benzeri yoktur.
Her ikisi de eşsizdir.
4225 Hakk’ı arayıp sorma Hakk’a vasıl olduktan sonradır. Gül olmazsa sana kokusu
nereden gelecek? Buradaki talep, bulmaktan sonradır. Deniz olmazsa
gemi yürür mü?
MAKALE 60
Bu makale şunu beyan edecektir:
Mevlana’nın şeyhi Seyyid Burhanedin Hazretlerine sordular ki: “Hak yolunun
bir sonu, bitimi var mıdır?” Buyurdular ki: “Yolun bitimi vardır fakat
varılacak yerlerin bir sonu ve bitimi yoktur. Zira Huda’nın yolu sensin ve
sana lazımdır ki kendiliğinden ve varlığından geçesin, işte bunların bir sonu
vardır. Fakat Hakk’a vasıl olduktan sonra der ki, esas yolculuk oradan baş-
lar. Seyr-i ilallah, ilk aşamadır bu, Hakk’a varmakla sona erer. Kavuşmadan
sonra seyr-i fillah başlar ki bu seyrin sonu yoktur. Kara yolculuğunun bir bitimi
vardır. Fakat deniz yolculuğunun ne kenarı vardır ne de bitimi. Yolun
son sınırı Hak olunca, demek olur ki: “O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve
senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Muhakkaktır ki, Hakk’a karşı perden, kendinsin! Kendinden geç ki Hakk’a 4230
kavuşasın. Fakat vuslat yolunun nihayeti yoktur.
Oradaki seyrin daima kendinsiz olur. Asıl yol, vuslattan sonraki yoldur, aklı
başında olan ondan başkasına yol demez.
Dese de mecaz yoluyla der. Çünkü Hicaz’a gitmeden tavaf edilemez. Bir
kimse Kabe’siz bir yeri tavaf ederse, bunu faydasız yere, şaka yahut da laf olsun
diye yapar.
Şu halde kesin olarak bil ki hakiki yol, Hakk’a vuslattan sonraki yoldur. Ve- 4235
lilerin yolu onun zatındadır. Seyr-i ilallah için nihayet vardır. Seyr-i fillahın
ne sınırı var, ne adedi (sayısı). Bu seyir, o kulun kârıdır ki: Kendinden ölmüş
(geçmiş), Hakk’ın dirisidir. Sel, ölü bir cismi nasıl ki oraya buraya sürükler
ölünün bu seyirden haberi olmaz, ölü, suyun seyrinden habersiz olarak suyun
üzerinde gider.
Bunun gibi, kul da kendinden geçtiği (fani olduğu) vakit onda varlık kal- 4240
maz, Hak’ta yok olur. Fenafillahtan sonra Hak’tan başka edip eyleyen kalmaz.
Hakk’ın yâri, Hak olmak lazımdır, çünkü Hakk’ın yâri yoktur. Vuslat
yolundaki yolculuk, Hakk’ın yolculuğudur, ancak odur, o vardır. Sayfayı
yanlış okuma! O yolcuğu Hakk’ın yolculuğu, o itaati, o hayrı onun bil! Ondan
kaynaklanıyor bil! Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de “kulle yevmin huve fî
şe’nin”65 buyurmuştur. Bunu anla! Canının içinde sakla!
Onun lütuflarından Yezdan’ın yolculuğunu öğren! Açıklamalarına git, tefsi- 4245
rinde oku! Kendi kendine her gün bir iş yapar, her an kendi kendine yârlık
eder.
(SAYFA 166) Bazen birini cennete koyar, bazen cehennemden çıkarır. Bazen yıkar,
bazen yapar. Bu işlerden ondan başkasının haberi olmaz. Bu, göz bağcılıktır.
Yoksa ayrılık gayrılık yoktur. Biri iki gören varsa şaşılığındandır.
Mesela, bir şahıs parmaklarıyla oynar, bir takım oyunlar düzer, koşar. Par- 4250
65 Rahman suresi 55/29 Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
186
Rebabnâme
maklarını oynatır, yumruğunu açar, örter.
Bir anda onu buna galip kılar, diğer anda galibi mağlup durumuna sokar
yahut bir hayalbaz (gölge oyuncusu), perde arkasına gizlenerek bir takım
oyunlar gösterir. Kiminin adını padişah kimininkini vezir koyar; kimine
efendi, kimine hizmetçi ismi verir.
4255 Seyredenlerin gözünde kavga, barış meydana gelir, kimini galip kimini mağ-
lup gösterir. Bazen birini isyan ettirerek uzaklaştırır, bazen birinin elini bile-
ğinden kestirir. Her an perde arkasında acayip, garip birtakım hayaller, nakışlar
çizerek çıkarır, gösterir. Seyircilere kimini galip, kimini mağlup; kimini
neşeli, kimini hiddetli gösterir. İyi kötü bunlara benzer bir çok nakışlar,
gölgeler gösterir, fakat nakışların bunlardan (yaptıklarından) haberi yok.
4260 Bu oyunları yapan hayalbazın (oyunu oynatan) kendidir. Fakat şaşı olanlar
(dikkatsizler) bu hareketleri nakışlar yapıyor sanırlar. O resimleri kendileri
hareket ediyor ve irade sahibi zanneder. Perdedeki nakışların birini bin gö-
rür, çünkü dikkat yeteneğine sahip değildir. Nakışların her birini bir şahıs
zanneyler, ona kimi insan, kimi hayvan görünür (öyle zanneder). Hakikatte
ise o bir sürü görüntü bir tek şeydir, iki gören, şüphe ve kaygıya yenilendir.
4265 O birden (Hak’tan) başka bütün âlem alettir. Bunu göremeyenlere göre afettir,
beladır. Sırr-ı Haktan hayvan gibi habersiz olanlar, halkı bu görüşten
uzaklaştırıyorlar. Halkın gözünü öyle bir sırla bağladılar ki hırka ile eli fark
edemediler. Devi ters çevirip, huri gösterdiler, gecenin karanlığını nur diye
tanıttılar. Nazarlarında hoş olmayan ve fena şeyler iyi göründü. Hareketsiz
cisimleri yürüyor sandılar.
4270 Herşeyi ters ve hatalı gördüler, zarar yerini kâr sandılar. Ey mürit, bu ağır kilidin
anahtarı, şüphe etme ki, şeyhin gölgesidir. Gözlerin şaşılığını o giderir,
kalplerdeki öfke ve sıkıntıyı o sakinleştirir. Bu sihir, onun büyüsüyle çözü-
lür, gözlerin perdesini o kaldırır. Cahilleri onun ilmi âlim eder, anadan doğ-
ma körlerin gözünü o açar.
4275 Vücut bakırını altın edecek iksir odur. Nasıl ki, dönüp duran gökler yer üzerinde
etkili oluyor, gökten yere hayat gönderiyor. Bu hal herkesçe bilinir ve
görülür. Yeryüzü ondan yeşilleniyor ve tazeleniyor, her tarafta bağlar, bah-
çeler oluşuyor. Meyvelerle dolu sahipsiz ağaçlar, gözleri okşayan, gönül alan
çiçek bahçeleri hep onun eseridir.
(SAYFA 167) Göklerden balıklara kadar her biri, bir işte bulunan sonsuz yıldızlar
hep onun lütfunun eseridir.
MAKALE 61
Bu makale şunu beyan edecektir:
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuş-
lar üzerinde tesirini gösteriyor. Şu halde Resul-ı Kibriya’nın da göz açıp kapayana
kadar göklerin üstüne çıkması ve Cenab-ı Cibril’in bir anda yere inmesi
ihtimal dışı görülemez.
Bu makale şunu da ifade edecektir ki:
Evliya-yı kiram rahmet bulutlarına benzer. Yeryüzüne cömertliklerini yeryüzünü
doldurup taşıracak kadar yönelttiklerinde, kara (toprak) hükmünde
olan insan bedeni üzerinde; taat, sadakat, doğruluk yayma, Allah (cc) korkusu,
ahirete iman, sözünde durma gibi iyilik ve güzelliklerin meydana gelmesine
sebep olur. Deryaya benzeyen ruhlara da ilahi bağışlar, sırların keş-
fi, yâre kavuşma gibi yüce nimetler bahşeder. Gökten yağan yağmur da böyle
değil midir?
Karada buğday, deryada inci meydana getirir. Bu âlemin görüntüsü o
âlemin mecazıdır.
Onlar her şeye layık olduğunu verir, her yaraya uygun merhem verir. Yer, 4280
gök onlardan hayat bulur, onların ışığı her şeye gıda ve zevk verir. Etkileri
yere, sağ ve sol demeden her yere erişir. Yıldızların yeryüzünde her şeyi etkilemesi
gibi. Şu halde Cibril Aleyhisselam bir anda semadan yere iner, peygamberin
huzuruna gelirse
yahut Muhammet Aleyhisselam bir anda velayet kanadıyla uçarak gökler- 4285
de dolaşırsa sakın bunları aklın uzak görmesin. Eğer içinde zerre kadar iman
nuru varsa gökten bize her an birbirini takiben yüz binlerce hediye gelmektedir.
O gelir sayesinde kimi cihan padişahı, kimi güçsüz köle oluyor. Bulutlardan,
yere buğday, denize inci yağıyor.
Yağan damlalar yere düşünce buğday, denize düşünce inci oluşturuyor. Bu 4290
dünyada karada, denizde her ne varsa hepsi gökyüzünden geliyor. Miskten
koku geldiği gibi. Şu halde gök, yer için bir kimyadır, çünkü yer bütün ürettiklerini
gökten alıyor. Şeyh gök, müritler yer gibidir. Hepsinin hayatı o ırmaktandır.
Müritlerin canında bahçeler vücuda getirirler, yüzlerini ay gibi
parlatırlar.
Şeyhin hediyesi olarak her mürit, kendinde hesapsız hazineler görür. İçinde 4295
ucu bucağı bulunmaz bir cihan meydana gelir ki bunlar hep şeyhin bahşişidir.
Öyle cihan ki, bu cihan onun yanında bir zerre, o harmana nispetle bir
saman çöpü gibi kalır.
(SAYFA 168) Şeyh-i kamil, müritlerine bunları verdiği gibi, bir anda belki bunların
yüzlerce mislini bahşeder. Ne mutlu o cana ki yâri, o olur (şeyh-i kamil), kıblegahı,
dertlerinin dermanı, her şeyi.
Huda yanında mesut ve mutlu olarak ebedi mülkün naktini ele geçirir. Şa- 4300
şılacak şeydir ki kutb-ı zaman olan şeyhin atiyye ve ikramlarını dille şerh
etmek imkansızdır. Yakın ve uzak niyet ettiği her yere hediyeler bahşeder
187
Sultan Veled
maklarını oynatır, yumruğunu açar, örter.
Bir anda onu buna galip kılar, diğer anda galibi mağlup durumuna sokar
yahut bir hayalbaz (gölge oyuncusu), perde arkasına gizlenerek bir takım
oyunlar gösterir. Kiminin adını padişah kimininkini vezir koyar; kimine
efendi, kimine hizmetçi ismi verir.
4255 Seyredenlerin gözünde kavga, barış meydana gelir, kimini galip kimini mağ-
lup gösterir. Bazen birini isyan ettirerek uzaklaştırır, bazen birinin elini bile-
ğinden kestirir. Her an perde arkasında acayip, garip birtakım hayaller, nakışlar
çizerek çıkarır, gösterir. Seyircilere kimini galip, kimini mağlup; kimini
neşeli, kimini hiddetli gösterir. İyi kötü bunlara benzer bir çok nakışlar,
gölgeler gösterir, fakat nakışların bunlardan (yaptıklarından) haberi yok.
4260 Bu oyunları yapan hayalbazın (oyunu oynatan) kendidir. Fakat şaşı olanlar
(dikkatsizler) bu hareketleri nakışlar yapıyor sanırlar. O resimleri kendileri
hareket ediyor ve irade sahibi zanneder. Perdedeki nakışların birini bin gö-
rür, çünkü dikkat yeteneğine sahip değildir. Nakışların her birini bir şahıs
zanneyler, ona kimi insan, kimi hayvan görünür (öyle zanneder). Hakikatte
ise o bir sürü görüntü bir tek şeydir, iki gören, şüphe ve kaygıya yenilendir.
4265 O birden (Hak’tan) başka bütün âlem alettir. Bunu göremeyenlere göre afettir,
beladır. Sırr-ı Haktan hayvan gibi habersiz olanlar, halkı bu görüşten
uzaklaştırıyorlar. Halkın gözünü öyle bir sırla bağladılar ki hırka ile eli fark
edemediler. Devi ters çevirip, huri gösterdiler, gecenin karanlığını nur diye
tanıttılar. Nazarlarında hoş olmayan ve fena şeyler iyi göründü. Hareketsiz
cisimleri yürüyor sandılar.
4270 Herşeyi ters ve hatalı gördüler, zarar yerini kâr sandılar. Ey mürit, bu ağır kilidin
anahtarı, şüphe etme ki, şeyhin gölgesidir. Gözlerin şaşılığını o giderir,
kalplerdeki öfke ve sıkıntıyı o sakinleştirir. Bu sihir, onun büyüsüyle çözü-
lür, gözlerin perdesini o kaldırır. Cahilleri onun ilmi âlim eder, anadan doğ-
ma körlerin gözünü o açar.
4275 Vücut bakırını altın edecek iksir odur. Nasıl ki, dönüp duran gökler yer üzerinde
etkili oluyor, gökten yere hayat gönderiyor. Bu hal herkesçe bilinir ve
görülür. Yeryüzü ondan yeşilleniyor ve tazeleniyor, her tarafta bağlar, bah-
çeler oluşuyor. Meyvelerle dolu sahipsiz ağaçlar, gözleri okşayan, gönül alan
çiçek bahçeleri hep onun eseridir.
(SAYFA 167) Göklerden balıklara kadar her biri, bir işte bulunan sonsuz yıldızlar
hep onun lütfunun eseridir.
MAKALE 61
Bu makale şunu beyan edecektir:
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuş-
lar üzerinde tesirini gösteriyor. Şu halde Resul-ı Kibriya’nın da göz açıp kapayana
kadar göklerin üstüne çıkması ve Cenab-ı Cibril’in bir anda yere inmesi
ihtimal dışı görülemez.
Bu makale şunu da ifade edecektir ki:
Evliya-yı kiram rahmet bulutlarına benzer. Yeryüzüne cömertliklerini yeryüzünü
doldurup taşıracak kadar yönelttiklerinde, kara (toprak) hükmünde
olan insan bedeni üzerinde; taat, sadakat, doğruluk yayma, Allah (cc) korkusu,
ahirete iman, sözünde durma gibi iyilik ve güzelliklerin meydana gelmesine
sebep olur. Deryaya benzeyen ruhlara da ilahi bağışlar, sırların keş-
fi, yâre kavuşma gibi yüce nimetler bahşeder. Gökten yağan yağmur da böyle
değil midir?
Karada buğday, deryada inci meydana getirir. Bu âlemin görüntüsü o
âlemin mecazıdır.
Onlar her şeye layık olduğunu verir, her yaraya uygun merhem verir. Yer, 4280
gök onlardan hayat bulur, onların ışığı her şeye gıda ve zevk verir. Etkileri
yere, sağ ve sol demeden her yere erişir. Yıldızların yeryüzünde her şeyi etkilemesi
gibi. Şu halde Cibril Aleyhisselam bir anda semadan yere iner, peygamberin
huzuruna gelirse
yahut Muhammet Aleyhisselam bir anda velayet kanadıyla uçarak gökler- 4285
de dolaşırsa sakın bunları aklın uzak görmesin. Eğer içinde zerre kadar iman
nuru varsa gökten bize her an birbirini takiben yüz binlerce hediye gelmektedir.
O gelir sayesinde kimi cihan padişahı, kimi güçsüz köle oluyor. Bulutlardan,
yere buğday, denize inci yağıyor.
Yağan damlalar yere düşünce buğday, denize düşünce inci oluşturuyor. Bu 4290
dünyada karada, denizde her ne varsa hepsi gökyüzünden geliyor. Miskten
koku geldiği gibi. Şu halde gök, yer için bir kimyadır, çünkü yer bütün ürettiklerini
gökten alıyor. Şeyh gök, müritler yer gibidir. Hepsinin hayatı o ırmaktandır.
Müritlerin canında bahçeler vücuda getirirler, yüzlerini ay gibi
parlatırlar.
Şeyhin hediyesi olarak her mürit, kendinde hesapsız hazineler görür. İçinde 4295
ucu bucağı bulunmaz bir cihan meydana gelir ki bunlar hep şeyhin bahşişidir.
Öyle cihan ki, bu cihan onun yanında bir zerre, o harmana nispetle bir
saman çöpü gibi kalır.
(SAYFA 168) Şeyh-i kamil, müritlerine bunları verdiği gibi, bir anda belki bunların
yüzlerce mislini bahşeder. Ne mutlu o cana ki yâri, o olur (şeyh-i kamil), kıblegahı,
dertlerinin dermanı, her şeyi.
Huda yanında mesut ve mutlu olarak ebedi mülkün naktini ele geçirir. Şa- 4300
şılacak şeydir ki kutb-ı zaman olan şeyhin atiyye ve ikramlarını dille şerh
etmek imkansızdır. Yakın ve uzak niyet ettiği her yere hediyeler bahşeder
188
Rebabnâme
ve cadılar onun bakışıyla huri, gönüller nur deryası olur. İlminin bulutundan
katreler yağdırdığı zaman takvalıların bedenleri canlanır, hayat kazanır.
Dünyadaki beşer bedenleri karaya (toprağa) benzer, zinde ruhlar deryaya
benzer.
4305 Burada buğday bitirir, orada inciler meydana getirir. Kimine hürriyet, kimine
kölelik isabet eder. Buradaki buğday, nasipsizlerin arayıp bulmak istedikleri
buğday değildir. Mescit, köprü, misafirhane ve benzeri hayrat ve hasenattır.
Ehl-i zahire bu hediyeler erişir, dünyada bir çok hayırlı işler yapılır.
Ehl-i batın ki derya gibi saftırlar. Onlarda bu katrelerden bir çok kıymetli inciler
elde ederler.
4310 Canlarını Allah’ın sırlarıyla doldururlar, onların yüzlerinin nurundan, gö-
nüllerinin nuru parlar. Ey emin, “vema erselnake”66 sırrını dinle! Cenab-ı
Peygamber “rahmeten lilâlemin” oldu. Herkes ondan -kabiliyetine göre- bir
nasip aldı. Kimi nafe (hayvan derilerinin karın altındaki kısmı), kimi miskin
kendisi oldu. Nafe, o hayır amellerdir. Misk de sonsuz ilahi sırlardır. Eğer
dünyaya merd-i Huda gelmeseydi, bu halka bu doğruluk ve neşe nereden
gelecekti?
4315 Sadaka ve hayır kimden gelecekti yahut iyilik kapısını çalacak kimse bulunacak
mıydı? Halk, hayırlı davranışlarla donandı, hayır tarafına doğru yol almaya
başladı. Görüş sahiplerinin aldıkları nasip daha başkadır. O, akıldan,
fikirden hariçtir.
Onlara verdiği şey anlayışların ötesindedir. Akıllardan, vehimlerden uzak
dedikçe uzak. Ayrılıktan kurtulup da visale erdiği zaman Huda ile hevası olmaksızın
söz söyledi.
4320 Canında Huda’yı perdesiz olarak gördü. Onun nuruyla doldu, bulutların
deryadan dolduğu gibi. Can mülküne şah ve hakim oldu. İnsanlar ve cinler
ondan aldıkları hediyelerle hayat buldular. O eşsiz şeyh, bu ve bunun yüzlerce
mislini verir, eğer ona canıgönülden mürit olursan. Onun hakkındaki
inancın sağlam olursa, sen de onun gibi bilen ve gören olursun. İtikadını artır
ki, esas odur. Tâ ki ayrılığın kavuşma olsun.
4325 Her kim güzel ve sağlam itikada (inanma, gönülden bağlanma) sahipse,
onun canı, gönlü güzellikle bezenmiştir. Şu halde güzellik itikattadır. Sürekli
itikadını artırmaya bak! Mademki güzelliğin kurucusu itikattır, itikat eden
için daima iyilik ve güzellik vardır. Gönle itikattan ferah ve rahatlama gelir,
derdinin dermanı da ondandır. İtikatlı kişinin işareti, dertli ve ızdıraplı olmaktır.
Onu can yoluyla Hak tarafına götürür. (SAYFA 169)
4330 Doğru itikat, sahibini Hak tarafına götürür, sadakat ve muhabbet kanatlarıyla
yükseklerde uçurur. İnanan inanılandan lezzet alır, daima onun didarından
rahmet alır. Mesela; doğru sözlü bir adam, tam bir dürüstlükle bir şahıs
hakkında dese ki: “Filan fakir, padişahtır veya şehzadedir. Kendini derviş kı-
yafetine koyarak gizliyor.” İnanır ve ona yönelirsin, bazen okşar bazen de ar-
66 Enbiya suresi 21/107 (Ey Muhammet!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
mağanlarla gönlünü yoklarsın.
Sonra başka biri çıkarak dese ki: “Onu gerçekten şah zannetme! O sıradan 4335
ve herkes gibi bir adamdır.” Evvelki neşen, derhal karamsarlığa dönüşür.
Mutluluğun tamamiyle gam keder olur. Gerçek budur; önceki memnuniyetin,
itikadının (inanç, gönülden bağlılık) sonucuydu, içindeki hoşluk ondandı.
Fakat bilesin ki, her hoşluk bir olmaz. Bahar rüzgarıyla hazan yeli bir midir?
O, sana türlü meyveler verir, vücuduna güç kazandırır; bu, seni onlardan
yoksun bırakır.
Haydi, zikirden, fikirden, namazdan, oruçtan, ibadetten kazanılan hoşluğu 4340
ara! Allah’ın (cc.) anılmasından, ibadetten gelen hoşluk, zevk, canlara can katar.
O hoşluk seni daima diri tutar, geçici isen ebedi kılar. Sana o hoşluk rehber
olur, her hoşluk değil. Sen ancak bu şaraptan sarhoş olursan ayıkırsın.
Sen oruçtan ve namazdan, zekat vermekten zevk aldığın zaman
gece namazlarından, sahtelikten uzak zikirden fikirden zevk aldığın zaman, 4345
peygamber ve evliyaları anmaktan, tarikat ve tertemiz özelliklerden zevk aldığın
zaman işte bu hoşluklardır ki seni geçicilikten kurtarır, ondan sonra
kalıcılık deryasında görünürsün. Eğer zikir ve fikir sebebiyle Hakk’ın nimetlerine
yol bulabilir de Hak’tan ders almaya başlarsan ondan sonra Huda’nın
tertemiz şahsına yol bulur, kendinden ve iki âlemden geçersin.
Ölümsüz hayata kavuşur, ebedi sonsuzluğun kaynağı olurusun. Fakat o hoş- 4350
luklar, o zevkler ki şehvetten gelir, rahat değil, sıkıntıların mayasıdır. Bu hoş-
luk yol kesicidir, o, yol göstericidir; haberin olsun da ikisini bir tutma! Bu
hoşluk aşağılıktır, seni alçaklara doğru sürükler. O, yücedir, yükseklere gö-
türür. Bu; seni üzüntü ve sıkıntılar içinde cehenneme götürür. O; zevkler,
mutluluklar içinde cennete götürür.
Şehvetten, arzularına düşkünlükten gelen zevklerden sakın ki onlar veba 4355
rüzgarıdır. İman yaprağı ondan dökülür, gelecek denilen evi o yıkar. Kulluk
yolundan başka yolda rahat, saadet arama! Irmağın, deryaya aktığı gibi sen
de din deryasına ak! Tâ ki can bahçen, Rıdvan bağı olsun, gülşenler ve imanla
dolsun! Allah’ı anmakla canında ve kalbinde bu zevk oluştu mu
bil ki, Huda sana, cennetine doğru yol vermiştir. Ondan sonra dertsiz otur! 4360
Şad ol! Doğru yol Hak’tan gelen hoşluktur. Bu hoşluğu iste ki o şarabın zevkini
tadasın!
(SAYFA 170) Hakk’ın bakışı hoşluk içinde hoşluktur. Bu meyden sarhoş olana müjde
ver! Bu hoşluk, bu zevk Allah’ın nurudur, Hak Teala Hazretleri sultan,
hoşluklar askerleri (hadimleri) dir. Güneş kursunun nuru da onun (güneşin)
askeridir. Güneş, baba; ışıkları da oğullarıdır.
İkiden (iki görüşten) geç de her ikisini bir bil! Yüzünü ikiye değil, candan 4365
bire yönelt! Fakat ey salik, şunu da bil ki şahıs, Allah’ı bildiğinde onun karanlığı
baştan başa nur olur, üzerinde benlikten eser kalmaz. Şehvet ateşleri
o nurun içinde söner, canı ve gönlü Hakk’ın nuruyla dolar. Ondan sonra
dünya ve ahiret rahatı ona aynı görünür.
189
Sultan Veled
ve cadılar onun bakışıyla huri, gönüller nur deryası olur. İlminin bulutundan
katreler yağdırdığı zaman takvalıların bedenleri canlanır, hayat kazanır.
Dünyadaki beşer bedenleri karaya (toprağa) benzer, zinde ruhlar deryaya
benzer.
4305 Burada buğday bitirir, orada inciler meydana getirir. Kimine hürriyet, kimine
kölelik isabet eder. Buradaki buğday, nasipsizlerin arayıp bulmak istedikleri
buğday değildir. Mescit, köprü, misafirhane ve benzeri hayrat ve hasenattır.
Ehl-i zahire bu hediyeler erişir, dünyada bir çok hayırlı işler yapılır.
Ehl-i batın ki derya gibi saftırlar. Onlarda bu katrelerden bir çok kıymetli inciler
elde ederler.
4310 Canlarını Allah’ın sırlarıyla doldururlar, onların yüzlerinin nurundan, gö-
nüllerinin nuru parlar. Ey emin, “vema erselnake”66 sırrını dinle! Cenab-ı
Peygamber “rahmeten lilâlemin” oldu. Herkes ondan -kabiliyetine göre- bir
nasip aldı. Kimi nafe (hayvan derilerinin karın altındaki kısmı), kimi miskin
kendisi oldu. Nafe, o hayır amellerdir. Misk de sonsuz ilahi sırlardır. Eğer
dünyaya merd-i Huda gelmeseydi, bu halka bu doğruluk ve neşe nereden
gelecekti?
4315 Sadaka ve hayır kimden gelecekti yahut iyilik kapısını çalacak kimse bulunacak
mıydı? Halk, hayırlı davranışlarla donandı, hayır tarafına doğru yol almaya
başladı. Görüş sahiplerinin aldıkları nasip daha başkadır. O, akıldan,
fikirden hariçtir.
Onlara verdiği şey anlayışların ötesindedir. Akıllardan, vehimlerden uzak
dedikçe uzak. Ayrılıktan kurtulup da visale erdiği zaman Huda ile hevası olmaksızın
söz söyledi.
4320 Canında Huda’yı perdesiz olarak gördü. Onun nuruyla doldu, bulutların
deryadan dolduğu gibi. Can mülküne şah ve hakim oldu. İnsanlar ve cinler
ondan aldıkları hediyelerle hayat buldular. O eşsiz şeyh, bu ve bunun yüzlerce
mislini verir, eğer ona canıgönülden mürit olursan. Onun hakkındaki
inancın sağlam olursa, sen de onun gibi bilen ve gören olursun. İtikadını artır
ki, esas odur. Tâ ki ayrılığın kavuşma olsun.
4325 Her kim güzel ve sağlam itikada (inanma, gönülden bağlanma) sahipse,
onun canı, gönlü güzellikle bezenmiştir. Şu halde güzellik itikattadır. Sürekli
itikadını artırmaya bak! Mademki güzelliğin kurucusu itikattır, itikat eden
için daima iyilik ve güzellik vardır. Gönle itikattan ferah ve rahatlama gelir,
derdinin dermanı da ondandır. İtikatlı kişinin işareti, dertli ve ızdıraplı olmaktır.
Onu can yoluyla Hak tarafına götürür. (SAYFA 169)
4330 Doğru itikat, sahibini Hak tarafına götürür, sadakat ve muhabbet kanatlarıyla
yükseklerde uçurur. İnanan inanılandan lezzet alır, daima onun didarından
rahmet alır. Mesela; doğru sözlü bir adam, tam bir dürüstlükle bir şahıs
hakkında dese ki: “Filan fakir, padişahtır veya şehzadedir. Kendini derviş kı-
yafetine koyarak gizliyor.” İnanır ve ona yönelirsin, bazen okşar bazen de ar-
66 Enbiya suresi 21/107 (Ey Muhammet!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
mağanlarla gönlünü yoklarsın.
Sonra başka biri çıkarak dese ki: “Onu gerçekten şah zannetme! O sıradan 4335
ve herkes gibi bir adamdır.” Evvelki neşen, derhal karamsarlığa dönüşür.
Mutluluğun tamamiyle gam keder olur. Gerçek budur; önceki memnuniyetin,
itikadının (inanç, gönülden bağlılık) sonucuydu, içindeki hoşluk ondandı.
Fakat bilesin ki, her hoşluk bir olmaz. Bahar rüzgarıyla hazan yeli bir midir?
O, sana türlü meyveler verir, vücuduna güç kazandırır; bu, seni onlardan
yoksun bırakır.
Haydi, zikirden, fikirden, namazdan, oruçtan, ibadetten kazanılan hoşluğu 4340
ara! Allah’ın (cc.) anılmasından, ibadetten gelen hoşluk, zevk, canlara can katar.
O hoşluk seni daima diri tutar, geçici isen ebedi kılar. Sana o hoşluk rehber
olur, her hoşluk değil. Sen ancak bu şaraptan sarhoş olursan ayıkırsın.
Sen oruçtan ve namazdan, zekat vermekten zevk aldığın zaman
gece namazlarından, sahtelikten uzak zikirden fikirden zevk aldığın zaman, 4345
peygamber ve evliyaları anmaktan, tarikat ve tertemiz özelliklerden zevk aldığın
zaman işte bu hoşluklardır ki seni geçicilikten kurtarır, ondan sonra
kalıcılık deryasında görünürsün. Eğer zikir ve fikir sebebiyle Hakk’ın nimetlerine
yol bulabilir de Hak’tan ders almaya başlarsan ondan sonra Huda’nın
tertemiz şahsına yol bulur, kendinden ve iki âlemden geçersin.
Ölümsüz hayata kavuşur, ebedi sonsuzluğun kaynağı olurusun. Fakat o hoş- 4350
luklar, o zevkler ki şehvetten gelir, rahat değil, sıkıntıların mayasıdır. Bu hoş-
luk yol kesicidir, o, yol göstericidir; haberin olsun da ikisini bir tutma! Bu
hoşluk aşağılıktır, seni alçaklara doğru sürükler. O, yücedir, yükseklere gö-
türür. Bu; seni üzüntü ve sıkıntılar içinde cehenneme götürür. O; zevkler,
mutluluklar içinde cennete götürür.
Şehvetten, arzularına düşkünlükten gelen zevklerden sakın ki onlar veba 4355
rüzgarıdır. İman yaprağı ondan dökülür, gelecek denilen evi o yıkar. Kulluk
yolundan başka yolda rahat, saadet arama! Irmağın, deryaya aktığı gibi sen
de din deryasına ak! Tâ ki can bahçen, Rıdvan bağı olsun, gülşenler ve imanla
dolsun! Allah’ı anmakla canında ve kalbinde bu zevk oluştu mu
bil ki, Huda sana, cennetine doğru yol vermiştir. Ondan sonra dertsiz otur! 4360
Şad ol! Doğru yol Hak’tan gelen hoşluktur. Bu hoşluğu iste ki o şarabın zevkini
tadasın!
(SAYFA 170) Hakk’ın bakışı hoşluk içinde hoşluktur. Bu meyden sarhoş olana müjde
ver! Bu hoşluk, bu zevk Allah’ın nurudur, Hak Teala Hazretleri sultan,
hoşluklar askerleri (hadimleri) dir. Güneş kursunun nuru da onun (güneşin)
askeridir. Güneş, baba; ışıkları da oğullarıdır.
İkiden (iki görüşten) geç de her ikisini bir bil! Yüzünü ikiye değil, candan 4365
bire yönelt! Fakat ey salik, şunu da bil ki şahıs, Allah’ı bildiğinde onun karanlığı
baştan başa nur olur, üzerinde benlikten eser kalmaz. Şehvet ateşleri
o nurun içinde söner, canı ve gönlü Hakk’ın nuruyla dolar. Ondan sonra
dünya ve ahiret rahatı ona aynı görünür.
190
Rebabnâme
4370 Ona erişen her şey mübarek olur (bereketli). Zafer bulduğu şeyler düzenli
(muntazam) olur. Ona hiçbir şeyden zarar gelmez, bil ki o, kârsız, zararsız
yaşar (ikisine de kıymet vermez). Sen bu hale gelinceye kadar din yolunda
ibadetle, takvayla meşgul ol! Bu anlatımı, bu açıklamayı burada bırak da şarap
iç! Ten küpünün içinde şarap gibi köpür! Güzeller güzelinin aşkıyla zevk
ve eğlenceye koyul!
Güzelliğin ayrıntısını açıktan açığa anlat!
4375 Çünkü sarhoşluk da onun güzelliği cinsindendir. Hakikatte iki değildir. O,
bu şaraptır. Nakışlardaki (suretlerdeki) güzellik senin kendi zevkindir. Her
ne kadar o güzeli onun yüzünde görüyorsan da.
MAKALE 62
Bu makale şunu beyan edecektir:
Sevgiliyi seyretmekten, bağ, bahçe vesair güzel şeylerin seyrinden insanın
gözüne görünen güzellikler, bütün kendi içinin güzelliğidir ki o güzellik
onun maneviyatında toplanmıştır. Onun maneviyatı her ne isterse Hak Teala
onu surete getirmiştir. Tâ ki kendi güzelliğini diğerinde seyretsin.
Bu makale şunu da açıklayacaktır ki: “Her kim ki nefsinden ve varlığından
kurtuldu, dünya ve ahiret, yanında bir değerde oldu, çünkü o Hakk’ın nuruna
amaçsız, ihtiyaçsız bakıyor, her ikisi de Hakk’ın sanatıdır. Bundan dolayı
onun yanında iki cihan bir olur. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
“İn cihan u ân cihan yek gevherest
Der hakikat kufr u din u kiş nist
Meali: “Bu cihanla o cihan, bir cevherdir, bir asıldandır. Hakikatte küfür, din ve mezhep
ayrı değildir”
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı
o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur. Şu halde
uyumsuzluk bakışta vardır. Seyredilen incide değil
Şunu da beyan edecektir ki: “Enbiya ve evliyanın gösterdikleri mucizeler,
kerametler, hep aldırışsızlar içindir. Çünkü onlar kördürler. Söylenenleri ispat
ve delillerle kabul ederler. Nasıl ki kör olanlar da böyledir. Mesela, güne-
şi görmedikleri halde deliller ve ispatlarıyla ve anlatıldığı kadarıyla kabul etmişlerdir
ki güneş vardır. Fakat gözlüler için delile ihtiyaç yoktur. Ebu Bekir
Radıyallahu Anhu görenlerdendi, Muhammet Aleyhisselam’ın risalet davasına
mucize istemeden iman etti. Ebu Cehil görmeyenlerden (kör) idi. Mucizeleri
gördükçe inkarı arttı, kesinlikle doğrulamadı.”
(SAYFA 171) Görünüşteki bu güzellik, senin manandır. Canının ektiği tohumun belirmesidir.
Sana her ne hoş gelirse, muhakkak ki, o sensin. Kendi güzelliğine
doğru gidiyorsun. Bil ki, kendi güzelliğinin etrafında dolaşıyorsun! Senin
güzelliğinin manası görüntü olmuştur.
Şüphe etme ki dünya ve ahiretin nakışlarında sana görünen güzellik kendin- 4380
sin! Şüphe ve kaygı tuzağından kurtulanlara göre dünya ve ahiretin güzelli-
ği birdir. Çünkü eserin iyisi de, kötüsü de sanatkardandır, birini yükselten,
diğerini alçaltan odur.
Eserlerin tamamı –eski olsun yeni olsun- Hak’tan kaynaklanınca, âriflere
göre bu cihanla o cihanın sanatları beraber olur.
Yanlarında hiç farkı kalmaz, acısı, tatlısı eşit görünür. Mucizeler yabancılar 4385
içindir, haberdar olanlar için değildir. Çünkü arif, iyiyi, kötüyü; güzeli, çirkini
daima Allah’tan bilir. Ona göre her gördüğü şey mucizedir. Fakat cahil kavim
için böyle değildir. İnkarcılar, mucizeyi görerek iman ederler, mucizeyle
Hakk’a dair kesin bilgi oluştururlar.
Bilirler ki, o Hak’tandır, Hak’tan başkası onu yapamaz. Ellerinin eriştiği şey- 4390
leri, Hak’tan değil, kendilerinden bilir. Delik sahibini (eski püskü giyenleri)
hakir görenlerde Allah korkusu yoktur. Onlar ancak sultandan veya su-
191
Sultan Veled
4370 Ona erişen her şey mübarek olur (bereketli). Zafer bulduğu şeyler düzenli
(muntazam) olur. Ona hiçbir şeyden zarar gelmez, bil ki o, kârsız, zararsız
yaşar (ikisine de kıymet vermez). Sen bu hale gelinceye kadar din yolunda
ibadetle, takvayla meşgul ol! Bu anlatımı, bu açıklamayı burada bırak da şarap
iç! Ten küpünün içinde şarap gibi köpür! Güzeller güzelinin aşkıyla zevk
ve eğlenceye koyul!
Güzelliğin ayrıntısını açıktan açığa anlat!
4375 Çünkü sarhoşluk da onun güzelliği cinsindendir. Hakikatte iki değildir. O,
bu şaraptır. Nakışlardaki (suretlerdeki) güzellik senin kendi zevkindir. Her
ne kadar o güzeli onun yüzünde görüyorsan da.
MAKALE 62
Bu makale şunu beyan edecektir:
Sevgiliyi seyretmekten, bağ, bahçe vesair güzel şeylerin seyrinden insanın
gözüne görünen güzellikler, bütün kendi içinin güzelliğidir ki o güzellik
onun maneviyatında toplanmıştır. Onun maneviyatı her ne isterse Hak Teala
onu surete getirmiştir. Tâ ki kendi güzelliğini diğerinde seyretsin.
Bu makale şunu da açıklayacaktır ki: “Her kim ki nefsinden ve varlığından
kurtuldu, dünya ve ahiret, yanında bir değerde oldu, çünkü o Hakk’ın nuruna
amaçsız, ihtiyaçsız bakıyor, her ikisi de Hakk’ın sanatıdır. Bundan dolayı
onun yanında iki cihan bir olur. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
“İn cihan u ân cihan yek gevherest
Der hakikat kufr u din u kiş nist
Meali: “Bu cihanla o cihan, bir cevherdir, bir asıldandır. Hakikatte küfür, din ve mezhep
ayrı değildir”
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı
o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur. Şu halde
uyumsuzluk bakışta vardır. Seyredilen incide değil
Şunu da beyan edecektir ki: “Enbiya ve evliyanın gösterdikleri mucizeler,
kerametler, hep aldırışsızlar içindir. Çünkü onlar kördürler. Söylenenleri ispat
ve delillerle kabul ederler. Nasıl ki kör olanlar da böyledir. Mesela, güne-
şi görmedikleri halde deliller ve ispatlarıyla ve anlatıldığı kadarıyla kabul etmişlerdir
ki güneş vardır. Fakat gözlüler için delile ihtiyaç yoktur. Ebu Bekir
Radıyallahu Anhu görenlerdendi, Muhammet Aleyhisselam’ın risalet davasına
mucize istemeden iman etti. Ebu Cehil görmeyenlerden (kör) idi. Mucizeleri
gördükçe inkarı arttı, kesinlikle doğrulamadı.”
(SAYFA 171) Görünüşteki bu güzellik, senin manandır. Canının ektiği tohumun belirmesidir.
Sana her ne hoş gelirse, muhakkak ki, o sensin. Kendi güzelliğine
doğru gidiyorsun. Bil ki, kendi güzelliğinin etrafında dolaşıyorsun! Senin
güzelliğinin manası görüntü olmuştur.
Şüphe etme ki dünya ve ahiretin nakışlarında sana görünen güzellik kendin- 4380
sin! Şüphe ve kaygı tuzağından kurtulanlara göre dünya ve ahiretin güzelli-
ği birdir. Çünkü eserin iyisi de, kötüsü de sanatkardandır, birini yükselten,
diğerini alçaltan odur.
Eserlerin tamamı –eski olsun yeni olsun- Hak’tan kaynaklanınca, âriflere
göre bu cihanla o cihanın sanatları beraber olur.
Yanlarında hiç farkı kalmaz, acısı, tatlısı eşit görünür. Mucizeler yabancılar 4385
içindir, haberdar olanlar için değildir. Çünkü arif, iyiyi, kötüyü; güzeli, çirkini
daima Allah’tan bilir. Ona göre her gördüğü şey mucizedir. Fakat cahil kavim
için böyle değildir. İnkarcılar, mucizeyi görerek iman ederler, mucizeyle
Hakk’a dair kesin bilgi oluştururlar.
Bilirler ki, o Hak’tandır, Hak’tan başkası onu yapamaz. Ellerinin eriştiği şey- 4390
leri, Hak’tan değil, kendilerinden bilir. Delik sahibini (eski püskü giyenleri)
hakir görenlerde Allah korkusu yoktur. Onlar ancak sultandan veya su-
192
Rebabnâme
başıdan korkarlar, iyiliği de yalnız sultandan beklerler. Fakat mümine göre
Cenab-ı Hak’tan başka edip eyleyen yoktur, bu kabullerinde inkar şüphesi
yoktur.
4395 Onlara göre her şey mucizedir. Ten de mucizedir, can da mucize. Gerçek var,
yalnız Huda olunca sanatkardan ayrı hiçbir eser yoktur. Hazret-i Peygamberden
mucize talebinde bulunmak, Ebu Bekir’e hiç layık olmazdı. Bundan
dolayı mucize ve delil istemeksizin Hazret-i Peygamberin peygamberliğini
kabul etti, elçiliğini onayladı. Ebu Cehil gibi başıboşluk etmedi.
4400 Kelime-i Şehadeti Peygamberin bir sözüyle kabul etti ve temiz bir kalple
inandı, derhal ve tereddütsüz müslüman oldu, hiç önüne, sonuna bakmadı.
Çünkü ona göre peygamberin bizzat kendisi mucize idi, o mübarek ve ebedi
çehreden başkası saçma idi. Çünkü Cenab-ı Hakk’ı açıkça o kalıcı çehrede
gördü, itirazsız herkesten önce iman etti. Ondan hiç delil ve kanıt istemedi,
alelacele hizmetine girdi.
4405 Peygamberi görmek, ona yeter delil oldu. Bundan dolayı huzurunda köle
gibi baş eğdi. Mucize serkeşler için delildir, tâ ki yakin onlara yüz göstersin.
Düşmanın davanı onaylarsa, şahide gerek kalır mı? İçinde peygamberin nurunun
parladığı kimse, Hakk’ı şahitsiz kabul eder.
(SAYFA 172) Fakat kendinde Hak nuru olmayan kimse, o azgın, şahitsiz kabul etmez.
4410 İlahi nura veya peygamberlik nuruna sahip oldukları halde peygamberden
veya veliden yüz çevirirlerse bu inatçılık, bu bozukluk, düşmanlıktan ileri
gelir, umursamazlıktan değil. Ondan göz yummaları kendi yanlış görüş-
lerine göre bilgeliktir. Art niyet gelince hüner gizlenir. Önüne perdeler ası-
lır. Nihayet güzellik ona (garazkare) saklı kalır, dostu düşman görür. Yusuf
Aleyhisselam’ın yüzü ay gibi parlardı, fakat kötü niyetli (garazkar) kardeşlerinin
gözüne art niyetleri (garazları) perde oldu.
4415 O mübarek ve sevimli yüzü onlara kurt gibi vahşi gösterdi. Çünkü art niyet
onların gözünde zorba bir hükümdar gibi hakimdi.
Kafirler de Resul-ı Ekrem’in Hak olduğunu biliyorlardı. Düşmanlıklarından
dolayı davetini kabulden uzak duruyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de “ya’rifûnehu
kemâ ya’rifûne ”67 buyuruluyor. Hepsi de onun peygamber ve Hakk’ın has
kulu olduğunu bilirlerdi. Bildikleri halde yine ondan yüz çevirdiler. Cenab-ı
Peygamber şahitlere muhtaç oldu. O peygamberler sultanı, inkarcıların yaptıkları
yıkılsın gitsin diyerek mucizeler gösterdi.
4420 Tâ ki güçsüzlüklerini bilsinler, sağlam dindar olsunlar. Müslümanlığı kabul
ederek peygamberin yoluna candan koşsunlar. O ki mucizesiz iman etti, tak-
67 En’am suresi 6/20 Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
Bakara suresi 2/146 Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken
içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.
litsiz Hak seçkinlerinden oldu. Hakikatte Resul-ı Ekrem’in sırlarının sahibi
(zade-i esrar) ve nuru oldu. Çünkü onun canı Resul-ı Zişan’ın canı cinsindendi,
o gerçek para onun madeninden alınmıştı.
Her cins, kendi cinsi tarafına gider; sevinçle, kendi cinsi tarafına koşar. Göz- 4425
lü olan, mehtaplı gecede ayın varlığına şahit istemez. Bir sevgilinin yanaklarının
güzelliğine, yüzünün ay gibi parlak olduğuna, boyunun servi gibi düzgün
olduğuna delil aramaz. Bunlara biri delil arıyorsa, muhakkak bil ki o,
kördür. “Görünen köy kılavuz istemez” derler. Çünkü kör olmasaydı, o gü-
zelliğe tutulur, herkese ondan bahsederdi.
Mesela, “Ben böyle güzel görmedim, o çehre, dolunay gibi parlıyor” derdi. 4430
Her kim açıkça bilinebilen şeylere delil isterse, şüphe etmeyin ki o kördür.
Bu isteği onun körlüğünü açıklar. Herkes anladı ki, o kördür, değersizdir. Bu
şekilde herkesin yanında adı kötüye çıkar. Eğer canı, aklı, dikkati yoksa, o,
Hak’tan bîhaber bir hayvan gibidir. Eğer gece gündüz güneşi ararsan veya
onu başka birinden sorarsan,
körlüğün herkesçe anlaşılır, herkes bilir ki sende göz yoktur. Derler ki bu 4435
memleket körler memleketidir, çoğunluğu kördür ki apaçık duran şeyleri de
göremiyorlar da delil arıyorlar. Tâ ki bu düşkün körler, delil getirilen şeye
delil yardımıyla erebilsinler. Fakat gören, delil istemez, çünkü o sultan ondan
gizli değildir ki delil arasın. Körlere göre övünç olan şey, (delil aramak)
gözlülere göre ar sayılır.
Eğer o (gözlü bir adam), güneşin vücudunu delille ispata kalkışırsa da ben 4440
güneş ve nurunu keşfettim, delilim de şu ve budur dese, (SAYFA 173) gözlüler onu
ayıplarlar, çünkü Cenab-ı Hak güneşi onlara açıkça gösterip duruyor. Sen,
körlük güdüsüyle yüzlerce delil getirsen, (birine bile gerek yoktur ki) cihanda
Huda’dan başka yaratıcı olmadığı açıkça bilinmektedir. O ezeli varlığın
sebebidir, gayret ve niyet onun takdiridir. Ortağı, benzeri yoktur, yer ve gök
ondan kuvvet alır.
Böyle apaçık bir davaya delil getirmeye kalkışırsan, gözlülerin yanında kör 4445
ve zavallısın. O, senin delillendirmenden utanır (ona muhtaç değil), sen söylerken
o sıkılır. Güneşin delili, bizzat kendisidir. Ona bak! Ondan yüz çevirme!
Gözlüler gurubunun delili de Hakk’ın kendisidir. Din mertleri meclisinin
nuru ve ışığı Hak’tır. O, hem delil, hem delillendirendir. Denize yüzünü
çeviren balık gibi.
Onun suyu, ekmeği, gıdası denizdir. Onun can denizi başka şeyden nasıl 4450
hoşlanabilir? Döşeği, yastığı denizdir, Çoban Yıldızı (Zühre), Ülker Yıldızı
(Pervin), her şeyi denizdir. Deniz suyundan başkası, şeker de olsa, onun yanında
zehirden beterdir. O dergahtan, o padişah divanından habersiz olan
körler, burada galip konumundalar (çoğunluktalar). Her güruh ayrı bir yol
tutmuş, bundan dolayı din ve mezhep gibi perişan ve dağınık olmuşlardır.
O hatalar hepsine doğru görünmüş, bu açık kapı (Hak yolu kapısı) hepsine 4455
kapanmıştır. Gören, görmeyenlerin içinde garip kalmıştır. Gören, köre dost
193
Sultan Veled
başıdan korkarlar, iyiliği de yalnız sultandan beklerler. Fakat mümine göre
Cenab-ı Hak’tan başka edip eyleyen yoktur, bu kabullerinde inkar şüphesi
yoktur.
4395 Onlara göre her şey mucizedir. Ten de mucizedir, can da mucize. Gerçek var,
yalnız Huda olunca sanatkardan ayrı hiçbir eser yoktur. Hazret-i Peygamberden
mucize talebinde bulunmak, Ebu Bekir’e hiç layık olmazdı. Bundan
dolayı mucize ve delil istemeksizin Hazret-i Peygamberin peygamberliğini
kabul etti, elçiliğini onayladı. Ebu Cehil gibi başıboşluk etmedi.
4400 Kelime-i Şehadeti Peygamberin bir sözüyle kabul etti ve temiz bir kalple
inandı, derhal ve tereddütsüz müslüman oldu, hiç önüne, sonuna bakmadı.
Çünkü ona göre peygamberin bizzat kendisi mucize idi, o mübarek ve ebedi
çehreden başkası saçma idi. Çünkü Cenab-ı Hakk’ı açıkça o kalıcı çehrede
gördü, itirazsız herkesten önce iman etti. Ondan hiç delil ve kanıt istemedi,
alelacele hizmetine girdi.
4405 Peygamberi görmek, ona yeter delil oldu. Bundan dolayı huzurunda köle
gibi baş eğdi. Mucize serkeşler için delildir, tâ ki yakin onlara yüz göstersin.
Düşmanın davanı onaylarsa, şahide gerek kalır mı? İçinde peygamberin nurunun
parladığı kimse, Hakk’ı şahitsiz kabul eder.
(SAYFA 172) Fakat kendinde Hak nuru olmayan kimse, o azgın, şahitsiz kabul etmez.
4410 İlahi nura veya peygamberlik nuruna sahip oldukları halde peygamberden
veya veliden yüz çevirirlerse bu inatçılık, bu bozukluk, düşmanlıktan ileri
gelir, umursamazlıktan değil. Ondan göz yummaları kendi yanlış görüş-
lerine göre bilgeliktir. Art niyet gelince hüner gizlenir. Önüne perdeler ası-
lır. Nihayet güzellik ona (garazkare) saklı kalır, dostu düşman görür. Yusuf
Aleyhisselam’ın yüzü ay gibi parlardı, fakat kötü niyetli (garazkar) kardeşlerinin
gözüne art niyetleri (garazları) perde oldu.
4415 O mübarek ve sevimli yüzü onlara kurt gibi vahşi gösterdi. Çünkü art niyet
onların gözünde zorba bir hükümdar gibi hakimdi.
Kafirler de Resul-ı Ekrem’in Hak olduğunu biliyorlardı. Düşmanlıklarından
dolayı davetini kabulden uzak duruyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de “ya’rifûnehu
kemâ ya’rifûne ”67 buyuruluyor. Hepsi de onun peygamber ve Hakk’ın has
kulu olduğunu bilirlerdi. Bildikleri halde yine ondan yüz çevirdiler. Cenab-ı
Peygamber şahitlere muhtaç oldu. O peygamberler sultanı, inkarcıların yaptıkları
yıkılsın gitsin diyerek mucizeler gösterdi.
4420 Tâ ki güçsüzlüklerini bilsinler, sağlam dindar olsunlar. Müslümanlığı kabul
ederek peygamberin yoluna candan koşsunlar. O ki mucizesiz iman etti, tak-
67 En’am suresi 6/20 Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
Bakara suresi 2/146 Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken
içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.
litsiz Hak seçkinlerinden oldu. Hakikatte Resul-ı Ekrem’in sırlarının sahibi
(zade-i esrar) ve nuru oldu. Çünkü onun canı Resul-ı Zişan’ın canı cinsindendi,
o gerçek para onun madeninden alınmıştı.
Her cins, kendi cinsi tarafına gider; sevinçle, kendi cinsi tarafına koşar. Göz- 4425
lü olan, mehtaplı gecede ayın varlığına şahit istemez. Bir sevgilinin yanaklarının
güzelliğine, yüzünün ay gibi parlak olduğuna, boyunun servi gibi düzgün
olduğuna delil aramaz. Bunlara biri delil arıyorsa, muhakkak bil ki o,
kördür. “Görünen köy kılavuz istemez” derler. Çünkü kör olmasaydı, o gü-
zelliğe tutulur, herkese ondan bahsederdi.
Mesela, “Ben böyle güzel görmedim, o çehre, dolunay gibi parlıyor” derdi. 4430
Her kim açıkça bilinebilen şeylere delil isterse, şüphe etmeyin ki o kördür.
Bu isteği onun körlüğünü açıklar. Herkes anladı ki, o kördür, değersizdir. Bu
şekilde herkesin yanında adı kötüye çıkar. Eğer canı, aklı, dikkati yoksa, o,
Hak’tan bîhaber bir hayvan gibidir. Eğer gece gündüz güneşi ararsan veya
onu başka birinden sorarsan,
körlüğün herkesçe anlaşılır, herkes bilir ki sende göz yoktur. Derler ki bu 4435
memleket körler memleketidir, çoğunluğu kördür ki apaçık duran şeyleri de
göremiyorlar da delil arıyorlar. Tâ ki bu düşkün körler, delil getirilen şeye
delil yardımıyla erebilsinler. Fakat gören, delil istemez, çünkü o sultan ondan
gizli değildir ki delil arasın. Körlere göre övünç olan şey, (delil aramak)
gözlülere göre ar sayılır.
Eğer o (gözlü bir adam), güneşin vücudunu delille ispata kalkışırsa da ben 4440
güneş ve nurunu keşfettim, delilim de şu ve budur dese, (SAYFA 173) gözlüler onu
ayıplarlar, çünkü Cenab-ı Hak güneşi onlara açıkça gösterip duruyor. Sen,
körlük güdüsüyle yüzlerce delil getirsen, (birine bile gerek yoktur ki) cihanda
Huda’dan başka yaratıcı olmadığı açıkça bilinmektedir. O ezeli varlığın
sebebidir, gayret ve niyet onun takdiridir. Ortağı, benzeri yoktur, yer ve gök
ondan kuvvet alır.
Böyle apaçık bir davaya delil getirmeye kalkışırsan, gözlülerin yanında kör 4445
ve zavallısın. O, senin delillendirmenden utanır (ona muhtaç değil), sen söylerken
o sıkılır. Güneşin delili, bizzat kendisidir. Ona bak! Ondan yüz çevirme!
Gözlüler gurubunun delili de Hakk’ın kendisidir. Din mertleri meclisinin
nuru ve ışığı Hak’tır. O, hem delil, hem delillendirendir. Denize yüzünü
çeviren balık gibi.
Onun suyu, ekmeği, gıdası denizdir. Onun can denizi başka şeyden nasıl 4450
hoşlanabilir? Döşeği, yastığı denizdir, Çoban Yıldızı (Zühre), Ülker Yıldızı
(Pervin), her şeyi denizdir. Deniz suyundan başkası, şeker de olsa, onun yanında
zehirden beterdir. O dergahtan, o padişah divanından habersiz olan
körler, burada galip konumundalar (çoğunluktalar). Her güruh ayrı bir yol
tutmuş, bundan dolayı din ve mezhep gibi perişan ve dağınık olmuşlardır.
O hatalar hepsine doğru görünmüş, bu açık kapı (Hak yolu kapısı) hepsine 4455
kapanmıştır. Gören, görmeyenlerin içinde garip kalmıştır. Gören, köre dost
194
Rebabnâme
olur mu? Eğer söylenmesi lazım bir sözü açıktan söylese, körlere göre yeterlidir,
öldürülmesi gerekir.
Körler galip olduğu için o, ağzını kapamıştır. Gizli gizli Rabbine niyaz ve ricalarda
bulunmaktadır ki “Ey Habibim! Beni niçin bu kör kavmin arasında
garip düşürdün.”
4460 Hepsi de ikiyüzlülüklerinden dolayı düşmandır. Ben bunların hangisiyle
birlikte hareket edebilirim? Tâ ki bu düşman topluluğun ibadet ve itaatinden
kurtulayım, deniz isem de onlara testi görünüyorum. Bu alçaklar, beni de
kendileri gibi ekmek peşinde koşuyor sanıyorlar. Bunların hepsine bu aşağı-
layıcı topluluk içinde onun için katlanıyorum ki, umarım ki onlardan biri bizim
gibi olsun, senden gayrısından kaçsın kurtulsun.
4465 Bizim gibi bu ceset hapsinden silkinsin çıksın, bu sapıklık kuyusundan
kurtulsun! İçinde boğulmakta olduğu bilgisizlik tufanından kurtulsun da
Huda’nın sınırsız ovasının maddi olmayan tarafında görünsün. Çünkü maddi
âlem bizim canımızın engelidir. Meydanımız nedensizlik meydanıdır. Elbette
ki, (çün) neden, (bi-çün) nedensizlikten meydana gelmiştir, fakat ona
karşı settir, engeldir. Neden, zahirdir. Nedensizlik batındır. Batına doğru git
ki dinin aslını anlayasın.
4470 Neden, bütün küfürdür; nedensizlik, Hak dindir. Nedeni bırak da nedensizlikten
ders al! Mana, sudur; suret, değirmendir. Haberdar olan suya talip
olur. Suret, işin iç yüzünü bilmez; çünkü suret, mananın nakşı yerindedir.
(SAYFA 174) Fakat manasız suret bir ölüdür. Saf deryanın, dalgalarıyla kenara attı-
ğı tortu gibi… Şu halde kıymet hep manadadır. Sureti bırak! Suret topraktır,
sudur. Mana gönüldür, candır.
4475 Yüzünü Hakk’a çevir, tâ ki kendinden kurtulasın! Kötülükten geçerek iyiliğe
doğru gidesin. Hali al, sözü bırak! Kolunu kanadını çamurdan çabucak kurtar!
Tâ o yere uçasın ki, orada yer yoktur. Hakk’ın iradesinden başka irade
yoktur. Hakk’ın yapıp etmesi kalıcı, bizimki geçicidir. Onun aleti ol ki, sonsuzlukta
kalasın! Rüzgara tutulmuş saman çöpü gibi, hareketin onun iradesine
bağlı olsun ve bu iradesiz hareketinden de mutluluk duyasın!
4480 Hareketin Hak’tan olunca baki olur, taliplere o şaraptan sunarsın. Hakk’ın
denizinde yok olunca, hareketin de Hakk’ın hereketi sayılır. Ondan sonra
insanoğlu görüntüsünde Hak, sen olursun, senden başkası değil. Su, eğer
kanal içinde akarsa yolunu yanıltmak ihtimali kalmaz. Ârifler kanal içinde
akan suya bakarlar (ona kıymet verirler), kanala değil. Aktığın vakit enginlere
ak!
4485 Bilirler ki kanal ancak zarftır. Su gözlerden nasıl saklı kalabilir? Susuzların
gözünden, nasıl gizlenebilir ki? Susuzların hayatı ondandır. İstenen, isteyenden
gizlenemez. Bu, dünyada ne olmuştur, ne de olabilir. Şüphe yok ki istenen
de onu ister, genellikle böyledir, aksi az görülür. Nadir olarak isteyen istenenden
uzak olursa, karanlıkta kalır, nurdan mahrum olur.
Nadiri hesaba katma, onun anılmaya bile değeri yoktur. Geç! O, bulunsa da, 4490
bulunmasa da onu yok bil! Atını nadir tarafına doğru sürme. Galibi al (galibe
itibar et) ki galip olasın ve öyle bir istenileni isteyesin. Galipleri ara, sen
senlikte kalma! Tâ ki tarafsız tarafına gidesin! Bil ki, esas tarafsızlıktır, taraflar
onun gölgesidir. Ruh gibi asıl olana doğru git!
Bu toprak dünyası fanidir. Sonsuz mülk, tarafsızın tarafıdır. Eğer sende can 4495
varsa, tarafsıza bağlan! Kesin inanç sahibi isen kendinden tarafa gitme! Bizim
gibi, yerden geç de yersiz tarafına git! Tâ ki canın ondan zevk ve eğlence
bulsun. Görüntüyü bırak, anlamı al! Tâ ki eşi bulunmayan deryada inci arayan
dalgıç (gavvas) olasın! Nakışlar kabuk değerindedir; asıl iç, anlamdır.
Manayı tercih eden, kabul görür.
Görünüşün güzelliği de cihan gibi geçicidir. Kalıcı olan güzellik, mana gü- 4500
zelliğidir. Dünyaya yüz binlerce şekil, cisim geldi, sonunda birer birer kaybolup
gitiler. Şekillerin değeri manadandır. Fakat mana, suret gibi açık değildir,
gizlidir. Ey sırları bilen, eğer manadan tarafa gidersen, yüz binlerce nazlı
huri görürsün!
(SAYFA 175) O şekilsiz manalar, senin can cennetinde açıktan açığa şekle bürünürler.
O nakışlar, gözünün önüne geldiğinde sarhoş olur, başını ayağını kaybeder- 4505
sin (fark edemezsin). Fakat her kim ki burada yeni başladı, çocuklar gibi peşi
sıra giderse, onun eseri ruhunda gizli olur, o eserle onu canıgönülden arar.
195
Sultan Veled
olur mu? Eğer söylenmesi lazım bir sözü açıktan söylese, körlere göre yeterlidir,
öldürülmesi gerekir.
Körler galip olduğu için o, ağzını kapamıştır. Gizli gizli Rabbine niyaz ve ricalarda
bulunmaktadır ki “Ey Habibim! Beni niçin bu kör kavmin arasında
garip düşürdün.”
4460 Hepsi de ikiyüzlülüklerinden dolayı düşmandır. Ben bunların hangisiyle
birlikte hareket edebilirim? Tâ ki bu düşman topluluğun ibadet ve itaatinden
kurtulayım, deniz isem de onlara testi görünüyorum. Bu alçaklar, beni de
kendileri gibi ekmek peşinde koşuyor sanıyorlar. Bunların hepsine bu aşağı-
layıcı topluluk içinde onun için katlanıyorum ki, umarım ki onlardan biri bizim
gibi olsun, senden gayrısından kaçsın kurtulsun.
4465 Bizim gibi bu ceset hapsinden silkinsin çıksın, bu sapıklık kuyusundan
kurtulsun! İçinde boğulmakta olduğu bilgisizlik tufanından kurtulsun da
Huda’nın sınırsız ovasının maddi olmayan tarafında görünsün. Çünkü maddi
âlem bizim canımızın engelidir. Meydanımız nedensizlik meydanıdır. Elbette
ki, (çün) neden, (bi-çün) nedensizlikten meydana gelmiştir, fakat ona
karşı settir, engeldir. Neden, zahirdir. Nedensizlik batındır. Batına doğru git
ki dinin aslını anlayasın.
4470 Neden, bütün küfürdür; nedensizlik, Hak dindir. Nedeni bırak da nedensizlikten
ders al! Mana, sudur; suret, değirmendir. Haberdar olan suya talip
olur. Suret, işin iç yüzünü bilmez; çünkü suret, mananın nakşı yerindedir.
(SAYFA 174) Fakat manasız suret bir ölüdür. Saf deryanın, dalgalarıyla kenara attı-
ğı tortu gibi… Şu halde kıymet hep manadadır. Sureti bırak! Suret topraktır,
sudur. Mana gönüldür, candır.
4475 Yüzünü Hakk’a çevir, tâ ki kendinden kurtulasın! Kötülükten geçerek iyiliğe
doğru gidesin. Hali al, sözü bırak! Kolunu kanadını çamurdan çabucak kurtar!
Tâ o yere uçasın ki, orada yer yoktur. Hakk’ın iradesinden başka irade
yoktur. Hakk’ın yapıp etmesi kalıcı, bizimki geçicidir. Onun aleti ol ki, sonsuzlukta
kalasın! Rüzgara tutulmuş saman çöpü gibi, hareketin onun iradesine
bağlı olsun ve bu iradesiz hareketinden de mutluluk duyasın!
4480 Hareketin Hak’tan olunca baki olur, taliplere o şaraptan sunarsın. Hakk’ın
denizinde yok olunca, hareketin de Hakk’ın hereketi sayılır. Ondan sonra
insanoğlu görüntüsünde Hak, sen olursun, senden başkası değil. Su, eğer
kanal içinde akarsa yolunu yanıltmak ihtimali kalmaz. Ârifler kanal içinde
akan suya bakarlar (ona kıymet verirler), kanala değil. Aktığın vakit enginlere
ak!
4485 Bilirler ki kanal ancak zarftır. Su gözlerden nasıl saklı kalabilir? Susuzların
gözünden, nasıl gizlenebilir ki? Susuzların hayatı ondandır. İstenen, isteyenden
gizlenemez. Bu, dünyada ne olmuştur, ne de olabilir. Şüphe yok ki istenen
de onu ister, genellikle böyledir, aksi az görülür. Nadir olarak isteyen istenenden
uzak olursa, karanlıkta kalır, nurdan mahrum olur.
Nadiri hesaba katma, onun anılmaya bile değeri yoktur. Geç! O, bulunsa da, 4490
bulunmasa da onu yok bil! Atını nadir tarafına doğru sürme. Galibi al (galibe
itibar et) ki galip olasın ve öyle bir istenileni isteyesin. Galipleri ara, sen
senlikte kalma! Tâ ki tarafsız tarafına gidesin! Bil ki, esas tarafsızlıktır, taraflar
onun gölgesidir. Ruh gibi asıl olana doğru git!
Bu toprak dünyası fanidir. Sonsuz mülk, tarafsızın tarafıdır. Eğer sende can 4495
varsa, tarafsıza bağlan! Kesin inanç sahibi isen kendinden tarafa gitme! Bizim
gibi, yerden geç de yersiz tarafına git! Tâ ki canın ondan zevk ve eğlence
bulsun. Görüntüyü bırak, anlamı al! Tâ ki eşi bulunmayan deryada inci arayan
dalgıç (gavvas) olasın! Nakışlar kabuk değerindedir; asıl iç, anlamdır.
Manayı tercih eden, kabul görür.
Görünüşün güzelliği de cihan gibi geçicidir. Kalıcı olan güzellik, mana gü- 4500
zelliğidir. Dünyaya yüz binlerce şekil, cisim geldi, sonunda birer birer kaybolup
gitiler. Şekillerin değeri manadandır. Fakat mana, suret gibi açık değildir,
gizlidir. Ey sırları bilen, eğer manadan tarafa gidersen, yüz binlerce nazlı
huri görürsün!
(SAYFA 175) O şekilsiz manalar, senin can cennetinde açıktan açığa şekle bürünürler.
O nakışlar, gözünün önüne geldiğinde sarhoş olur, başını ayağını kaybeder- 4505
sin (fark edemezsin). Fakat her kim ki burada yeni başladı, çocuklar gibi peşi
sıra giderse, onun eseri ruhunda gizli olur, o eserle onu canıgönülden arar.
196
Rebabnâme
MAKALE 63
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve her türlü sanatları öğrenmek
gibi. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır. Bu anlamlar tamamiyle
onda vardır. Fakat kullanmazsa, kendini o ilim ve sanata vermezse ve
uzun süre uğraşmazsa öğrenemez. Bunun gibi, din ve Hakk’a yakınlık mertebeleri
de insanın fıtratında gizlidir. Ama çalışmaz ve kendini ona adamazsa,
sonunda o potansiyel yetenek de mahvolur, birşey kalmaz. Eğer çabalarsa,
o kabiliyet muhakkak olarak meydana çıkar, birdenbire görünür. O gizli
kabiliyet meydana çıkar, temiz canı lekelerden temizlenir.
4510 Potansiyel olarak sahip olduğu özellik, eyleme dönüşerek meydana çıkar.
İnsandaki temel özelliklerden olan din duygusu da din yolunda emek ve
gayret göstermekle artar. Onun ruhundaki talep ve sıkıntı bir dert gibidir
ki dermanı Huda’dır. Dert arttığı vakit dermanı da erişir. Şeyhin huzurunda
ölürsen hayat bulursun. Canın sonsuzluk nurunu taşımaktadır. Gayret et!
Yoksa o nur sende söner gider.
4515 Bu hususta gaflet edersen bil ki sonunda sakalını yolarsın (pişman olursun).
Ne sen kalırsın, ne de sendeki o yetenekler. Ne kadar yüksekte bulunsan al-
çaklarda yer edinirsin! Akıllıysan gözünü aç, bak! Gönül sahibi isen varlığından
geç! Çünkü dünya bir tuzağa benzer, taneleri dünya zevkleridir. Eğer
sana can lazımsa burada durma, Merdan-ı Huda’nın bulundukları yere git!
O erler ki, aşk cihanının mutlak canı olmuşlardır.
4520 O cihan ki, orada ruh, tensiz, cisimsiz mana tarafına gider. Oranın her tarafı
şaşılacak bir gül bahçesidir ki zemini, göğü yoktur, Hak’tan doğmuştur. O cihan
bir bağ, bu cihan o bağdan bir yaprak gibidir. Belki gül bahçesi odur, bu
ondan bir kabuktur. Bu varlıklar o yokluk âleminden meydana geldi, oradan
her an ihsanlar geliyor. Ne mutlu o cana ki bu nişanın o nişansızdan meydana
geldiğini kesin olarak bilir.
4525 Her şeyi Hak’tan bilir, başka kimseden değil. Sağda, solda, önde, arkada ne
varsa. Çünkü Hak’tan başkası manalardan, durumlardan habersiz birer alettir.
Aklı başında olan ağını sebep üstüne kurar (onu elde etmeye çalışır), akılsız
olan da alet üzerine gerer.
(SAYFA 176) Fakat bu kuruş, bu görüş insanın elinde değildir. Çünkü onlar güne-
şin yanında Süha Yıldızı gibi kudretsiz kalırlar. Hazret-i İbrahim gibi, batıp
gidenlerden yüz çevir ki, dost sana güneş gibi yüzünü göstersin.
4530 Tâ ki o sonsuzluk cihanına gide, orada sakisiz şaraplar içesin! Bu dünyanın
aldatmasına ne vakte kadar aldanacaksın? Can gözünü aç, kendini bil! Göklerden
mi bir parçasın yoksa yerden mi? Hangisindensin? Kendine dikkatle
bak! Eğer can isen, ten zindanında kalma, geldiğin makama geri dön! Burada
kalırsan kendine yazık olur. Mademki cansın, can tarafına git!
4535 Vatan sevgisi imandandır. Gurbetten kendi şehrine dönmek lazımdır. Eğer
böyle yaparsan, vefalılardan oluşan ihvan-ı safa (arılık-duruluk kardeşliği)
erlerine sohbet arkadaşı olursun! Dünyevi dostlar sana dost olmazlar, belki
sana düşman ve yabancıdırlar. Dünya dostlarını düşman ve yılan bil! Kötü
yılana niçin gül yüzlü dersin? O, seni sonsuz ömürden mahrum ediyor, seni
silahsız, savaşsız öldürüyor.
Açık düşmana düşman dersin(sakınırsın) fakat gizli düşman ondan beterdir. 4540
Çünkü bunun düşmanlığı asıla yönelmiştir. Müminsen bunu iyi anla! Kesin
olarak bilinmektedir ki bedenine kasteden senin düşmanındır, canına kastedeni
onun iki yüz misli bil! O az bir şey alana düşman diyorsun da, hepsini
silip süpürene neden düşman demiyorsun? Öyleyse bil ki asıl düşmanın budur,
o değil. Dünyada bundan başkasına düşman deme!
Böyle bir düşmana niçin dostsun ki o, senin derini yüzmek istiyor. Eğer can 4545
değilsen hepten cisimsin demek olur. Şu halde üzerinde bulunan din, emanettir.
Her ne kadar Hak’tan ve peygamberden dem vursan da taklittir, candan
değildir. Taklit işin neticesi yoktur. Yıldız gibi çarçabuk batar gider. Bir
din ki candan, yürekten gelmiyor, o din Hak tarafına rehberlik edemez.
Rehber olmayan din de din değildir. Git de dini, yolu gören Merd-i Huda’dan 4550
iste. Tâ ki onun şek ve şüpheden uzak dininden din edinesin, melekten, arş-
tan daha yukarılarda uçasın. Ölüyü o kesin din diriltir. Diriltmek nedir ki!
Ebediyen yaşatır. Anadan doğma körlere göz verir, hür ya da köle, herkese
can bahşeder. Merd-i Huda Hakk’ın kudretine sahiptir. Her ne istersen onda
bulursun! Kendine gel! (Aklını başına topla!)
Eğer onu bulursan, korkudan emin olursun, daima tarafsız tarafına ayaksız 4555
olarak gidersin! Ruhun bu ayaktan başka türlü ayakları vardır, fakat gözlere
görünmez. Ruhun ayaklarını bazen yürürken görürsün ki, o yolculuğun hızı
yanında güneşin yolculuğu hiç kalır. Çünkü güneşin ona benzer ayağı yoktur
ki, gökte yer yer dolaşabilsin. O mekansızın yanına, o eşsiz sevgiliye doğ-
ru gidemez. (SAYFA 177)
Çünkü Hakk’ın o ağır emanetini bu kabul etti (insan ruhu). O saadet ne yere, 4560
ne göğe, birine nasip olmadı. Onu yüklenmekten cümlesi çekindi, onun candan
taşıyıcısı insan oldu. Çünkü içinde cevheri vardı ki o cevher, kıymetçe
iki âlemin üstündedir. O bir yerde değildir, her ne kadar bir yerde görünürse
de (mekandan münezzehtir). Tarafsız tarafına yol almaktadır. Canda keyfiyetsizlik
(nedensizlik, biçimsizlik) olduğundan keyfiyetsiz tarafına gider.
Toprak olan cisim, o tarafa nasıl gidebilir?
Anlama çabasıyla bir saatlik düşünme, yüz senelik namazdan hayırlıdır. 4565
Merd-i Huda da onun için makbuldur çünkü namaz tarafta olur, tefekkür tarafsızdır.
Taraflı, tarafsızla nasıl eşit olabilir? Taraf daima tarafsızdan meydana
gelir (onun mahlukudur). Neşe dolsun o can ki bunu gördü (anladı).
Tarafsızlık asıldır, bütün taraflar sonradandır. Şeriat nakşı da Cenab-ı
Peygamber’in ortaya çıkmış ışığıdır. Her kim asla talip olursa asıl olur. Irma-
ğın aslı kollarına tabi olamaz.
Yüzün ve başın yerini ayak tutabilir mi yahut Süha’da güneşin nuru aranır 4570
197
Sultan Veled
MAKALE 63
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve her türlü sanatları öğrenmek
gibi. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır. Bu anlamlar tamamiyle
onda vardır. Fakat kullanmazsa, kendini o ilim ve sanata vermezse ve
uzun süre uğraşmazsa öğrenemez. Bunun gibi, din ve Hakk’a yakınlık mertebeleri
de insanın fıtratında gizlidir. Ama çalışmaz ve kendini ona adamazsa,
sonunda o potansiyel yetenek de mahvolur, birşey kalmaz. Eğer çabalarsa,
o kabiliyet muhakkak olarak meydana çıkar, birdenbire görünür. O gizli
kabiliyet meydana çıkar, temiz canı lekelerden temizlenir.
4510 Potansiyel olarak sahip olduğu özellik, eyleme dönüşerek meydana çıkar.
İnsandaki temel özelliklerden olan din duygusu da din yolunda emek ve
gayret göstermekle artar. Onun ruhundaki talep ve sıkıntı bir dert gibidir
ki dermanı Huda’dır. Dert arttığı vakit dermanı da erişir. Şeyhin huzurunda
ölürsen hayat bulursun. Canın sonsuzluk nurunu taşımaktadır. Gayret et!
Yoksa o nur sende söner gider.
4515 Bu hususta gaflet edersen bil ki sonunda sakalını yolarsın (pişman olursun).
Ne sen kalırsın, ne de sendeki o yetenekler. Ne kadar yüksekte bulunsan al-
çaklarda yer edinirsin! Akıllıysan gözünü aç, bak! Gönül sahibi isen varlığından
geç! Çünkü dünya bir tuzağa benzer, taneleri dünya zevkleridir. Eğer
sana can lazımsa burada durma, Merdan-ı Huda’nın bulundukları yere git!
O erler ki, aşk cihanının mutlak canı olmuşlardır.
4520 O cihan ki, orada ruh, tensiz, cisimsiz mana tarafına gider. Oranın her tarafı
şaşılacak bir gül bahçesidir ki zemini, göğü yoktur, Hak’tan doğmuştur. O cihan
bir bağ, bu cihan o bağdan bir yaprak gibidir. Belki gül bahçesi odur, bu
ondan bir kabuktur. Bu varlıklar o yokluk âleminden meydana geldi, oradan
her an ihsanlar geliyor. Ne mutlu o cana ki bu nişanın o nişansızdan meydana
geldiğini kesin olarak bilir.
4525 Her şeyi Hak’tan bilir, başka kimseden değil. Sağda, solda, önde, arkada ne
varsa. Çünkü Hak’tan başkası manalardan, durumlardan habersiz birer alettir.
Aklı başında olan ağını sebep üstüne kurar (onu elde etmeye çalışır), akılsız
olan da alet üzerine gerer.
(SAYFA 176) Fakat bu kuruş, bu görüş insanın elinde değildir. Çünkü onlar güne-
şin yanında Süha Yıldızı gibi kudretsiz kalırlar. Hazret-i İbrahim gibi, batıp
gidenlerden yüz çevir ki, dost sana güneş gibi yüzünü göstersin.
4530 Tâ ki o sonsuzluk cihanına gide, orada sakisiz şaraplar içesin! Bu dünyanın
aldatmasına ne vakte kadar aldanacaksın? Can gözünü aç, kendini bil! Göklerden
mi bir parçasın yoksa yerden mi? Hangisindensin? Kendine dikkatle
bak! Eğer can isen, ten zindanında kalma, geldiğin makama geri dön! Burada
kalırsan kendine yazık olur. Mademki cansın, can tarafına git!
4535 Vatan sevgisi imandandır. Gurbetten kendi şehrine dönmek lazımdır. Eğer
böyle yaparsan, vefalılardan oluşan ihvan-ı safa (arılık-duruluk kardeşliği)
erlerine sohbet arkadaşı olursun! Dünyevi dostlar sana dost olmazlar, belki
sana düşman ve yabancıdırlar. Dünya dostlarını düşman ve yılan bil! Kötü
yılana niçin gül yüzlü dersin? O, seni sonsuz ömürden mahrum ediyor, seni
silahsız, savaşsız öldürüyor.
Açık düşmana düşman dersin(sakınırsın) fakat gizli düşman ondan beterdir. 4540
Çünkü bunun düşmanlığı asıla yönelmiştir. Müminsen bunu iyi anla! Kesin
olarak bilinmektedir ki bedenine kasteden senin düşmanındır, canına kastedeni
onun iki yüz misli bil! O az bir şey alana düşman diyorsun da, hepsini
silip süpürene neden düşman demiyorsun? Öyleyse bil ki asıl düşmanın budur,
o değil. Dünyada bundan başkasına düşman deme!
Böyle bir düşmana niçin dostsun ki o, senin derini yüzmek istiyor. Eğer can 4545
değilsen hepten cisimsin demek olur. Şu halde üzerinde bulunan din, emanettir.
Her ne kadar Hak’tan ve peygamberden dem vursan da taklittir, candan
değildir. Taklit işin neticesi yoktur. Yıldız gibi çarçabuk batar gider. Bir
din ki candan, yürekten gelmiyor, o din Hak tarafına rehberlik edemez.
Rehber olmayan din de din değildir. Git de dini, yolu gören Merd-i Huda’dan 4550
iste. Tâ ki onun şek ve şüpheden uzak dininden din edinesin, melekten, arş-
tan daha yukarılarda uçasın. Ölüyü o kesin din diriltir. Diriltmek nedir ki!
Ebediyen yaşatır. Anadan doğma körlere göz verir, hür ya da köle, herkese
can bahşeder. Merd-i Huda Hakk’ın kudretine sahiptir. Her ne istersen onda
bulursun! Kendine gel! (Aklını başına topla!)
Eğer onu bulursan, korkudan emin olursun, daima tarafsız tarafına ayaksız 4555
olarak gidersin! Ruhun bu ayaktan başka türlü ayakları vardır, fakat gözlere
görünmez. Ruhun ayaklarını bazen yürürken görürsün ki, o yolculuğun hızı
yanında güneşin yolculuğu hiç kalır. Çünkü güneşin ona benzer ayağı yoktur
ki, gökte yer yer dolaşabilsin. O mekansızın yanına, o eşsiz sevgiliye doğ-
ru gidemez. (SAYFA 177)
Çünkü Hakk’ın o ağır emanetini bu kabul etti (insan ruhu). O saadet ne yere, 4560
ne göğe, birine nasip olmadı. Onu yüklenmekten cümlesi çekindi, onun candan
taşıyıcısı insan oldu. Çünkü içinde cevheri vardı ki o cevher, kıymetçe
iki âlemin üstündedir. O bir yerde değildir, her ne kadar bir yerde görünürse
de (mekandan münezzehtir). Tarafsız tarafına yol almaktadır. Canda keyfiyetsizlik
(nedensizlik, biçimsizlik) olduğundan keyfiyetsiz tarafına gider.
Toprak olan cisim, o tarafa nasıl gidebilir?
Anlama çabasıyla bir saatlik düşünme, yüz senelik namazdan hayırlıdır. 4565
Merd-i Huda da onun için makbuldur çünkü namaz tarafta olur, tefekkür tarafsızdır.
Taraflı, tarafsızla nasıl eşit olabilir? Taraf daima tarafsızdan meydana
gelir (onun mahlukudur). Neşe dolsun o can ki bunu gördü (anladı).
Tarafsızlık asıldır, bütün taraflar sonradandır. Şeriat nakşı da Cenab-ı
Peygamber’in ortaya çıkmış ışığıdır. Her kim asla talip olursa asıl olur. Irma-
ğın aslı kollarına tabi olamaz.
Yüzün ve başın yerini ayak tutabilir mi yahut Süha’da güneşin nuru aranır 4570
198
Rebabnâme
mı? Evin içinde ne olduğundan kapının haberi olabilir mi? Kapı evin içini
göremez ki, ne var olduğundan haberi olsun. Akıllı olan, kapıdan bu değerlendirmeyi,
bu bilgiyi beklemez.
Merdanın yabancısı olanlar kapı gibidirler. İçeriden haberleri yoktur. Ayak
yerindedirler, Hak erleri ise baş konumunda bulunurlar. Ayak, başın emriyle
yürür. Yoksa ölçüp biçmeden yoksun olan ayak, kendi kendine şuraya buraya
nereden gidebilecek?
4575 Değil ayak, belki bütün organlar başla vardır, uyurken de, uyanıkken de
onun emriyle hareket ederler.
MAKALE 64
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça
ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler. Zira onunla var
olabilir ve onun emriyle hareket edebilirler. Her organ ki vücuttan ayrılır,
her ne kadar bir müddet kımıldar ve canlı görünürse de akıllı olan onu ölmüş
görür ve ölü sayar. Yahut şeyh bir ağaç gibidir, müritler de o ağacın
dalı, budağıdır. Herhangi bir dal, ağaçtan koparılırsa bir süre taze ve yaş gö-
rünür. Fakat çok geçmeden kurur, fırına odun olur. Şu halde Allah’tan ve
peygamberden kopan halk da, görüş sahipleri ve sonu görenlere göre ölü-
dür. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor: “Lâ yegurranneke
tekallubelluzîne keferû fîl bilâd Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennemu,
ve bi’sel mihâd.”68 Meal-i şerifi: “Dinsizlerin şehir ve kasabalardaki
hareketleri (müreffeh yaşayışları) sakın seni aldatmasın, çünkü onların sonu
yoktur, tez zamanda o faaliyetler durur. Sonra onların yeri cehennemdir. Cehennem
ne fena yerdir! Hak eri, baş gibidir, diğerleri ayaktır. Yazık o ayağa
ki baştan ayrılır. Her ne kadar bir müddet hareket ederse de, sen onu ölü bil!
Onun sıcaklığını buz gibi donmuş say!
(SAYFA 178) Bir parça kendi bütününden ayrı düşerse, nasıl yaşayabilir? Onun
sonu yokluktur. Her ne kadar hareket ederse de sen onu ölü bil! O hareket
durgunluk hükmündedir çünkü o, Hakk’ın nurundan yardım görmemektedir.
Ağaçtan bir dal kessen, kesildikten sonra bile bir vakte, bir zamana kadar 4580
meyvesi, yaprağı tazeliğini korur. Mademki ağaçtan ayrılmıştır yeşil de olsa,
sen onu kurumuş say! Onun yeşilliği, o tazelik, o güzellik ancak bir iki gün
kadardır. Ondan sonra onun ölü olduğunu büyük küçük herkes görür. Onun
ölü olduğunu cahil olanlar sonra görerek anlar, fakat akıllılar onu koptuğu
andan itibaren ölmüş bilir.
Bir baş, bir dal ki aslından ayrılmıştır, akıllı olan onu kuru bilir, ölü sayar. 4585
Fakat cahil, onu kuruduktan sonra anlar, çünkü onda sonu görecek göz yoktur.
Bir kimse bir hayvanı boğazladığı zaman -gerçi boğazlandıktan sonra da
çokça hareket ederse de- kendisinde idrak nuru bulunan kimseye göre o, ölmüştür,
her şeyden habersiz cansız olmuştur. Çünkü o hareketlerin boş oldu-
ğunu bilir, o vücudu da vücuttan ayrılan baş gibi durgun bilir.
Gencin (tecrübesizin) aynada gördüğünü, ihtiyar ondan evvel kerpiçte gö- 4590
rür. İşte görüyorsun ki bu, ancak akıldan geliyor. Bu özellik de ceht ve gayretle
elde edilmez, Hakk’ın lütfudur. Nefis, aklın aksinedir ancak durumu
görür, sona hiç bakmaz. Halkın (avamın) nefsi, aklına galiptir, çünkü çoğunluğu
din nimetinden yoksundurlar. Bu dünyanın çabuk zevkini tercih, din
ve imanı telef (feda) etmişlerdir.
68 A’li imran suresi 3/196-197 Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. (Onların bu
refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!
199
Sultan Veled
mı? Evin içinde ne olduğundan kapının haberi olabilir mi? Kapı evin içini
göremez ki, ne var olduğundan haberi olsun. Akıllı olan, kapıdan bu değerlendirmeyi,
bu bilgiyi beklemez.
Merdanın yabancısı olanlar kapı gibidirler. İçeriden haberleri yoktur. Ayak
yerindedirler, Hak erleri ise baş konumunda bulunurlar. Ayak, başın emriyle
yürür. Yoksa ölçüp biçmeden yoksun olan ayak, kendi kendine şuraya buraya
nereden gidebilecek?
4575 Değil ayak, belki bütün organlar başla vardır, uyurken de, uyanıkken de
onun emriyle hareket ederler.
MAKALE 64
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça
ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler. Zira onunla var
olabilir ve onun emriyle hareket edebilirler. Her organ ki vücuttan ayrılır,
her ne kadar bir müddet kımıldar ve canlı görünürse de akıllı olan onu ölmüş
görür ve ölü sayar. Yahut şeyh bir ağaç gibidir, müritler de o ağacın
dalı, budağıdır. Herhangi bir dal, ağaçtan koparılırsa bir süre taze ve yaş gö-
rünür. Fakat çok geçmeden kurur, fırına odun olur. Şu halde Allah’tan ve
peygamberden kopan halk da, görüş sahipleri ve sonu görenlere göre ölü-
dür. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor: “Lâ yegurranneke
tekallubelluzîne keferû fîl bilâd Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennemu,
ve bi’sel mihâd.”68 Meal-i şerifi: “Dinsizlerin şehir ve kasabalardaki
hareketleri (müreffeh yaşayışları) sakın seni aldatmasın, çünkü onların sonu
yoktur, tez zamanda o faaliyetler durur. Sonra onların yeri cehennemdir. Cehennem
ne fena yerdir! Hak eri, baş gibidir, diğerleri ayaktır. Yazık o ayağa
ki baştan ayrılır. Her ne kadar bir müddet hareket ederse de, sen onu ölü bil!
Onun sıcaklığını buz gibi donmuş say!
(SAYFA 178) Bir parça kendi bütününden ayrı düşerse, nasıl yaşayabilir? Onun
sonu yokluktur. Her ne kadar hareket ederse de sen onu ölü bil! O hareket
durgunluk hükmündedir çünkü o, Hakk’ın nurundan yardım görmemektedir.
Ağaçtan bir dal kessen, kesildikten sonra bile bir vakte, bir zamana kadar 4580
meyvesi, yaprağı tazeliğini korur. Mademki ağaçtan ayrılmıştır yeşil de olsa,
sen onu kurumuş say! Onun yeşilliği, o tazelik, o güzellik ancak bir iki gün
kadardır. Ondan sonra onun ölü olduğunu büyük küçük herkes görür. Onun
ölü olduğunu cahil olanlar sonra görerek anlar, fakat akıllılar onu koptuğu
andan itibaren ölmüş bilir.
Bir baş, bir dal ki aslından ayrılmıştır, akıllı olan onu kuru bilir, ölü sayar. 4585
Fakat cahil, onu kuruduktan sonra anlar, çünkü onda sonu görecek göz yoktur.
Bir kimse bir hayvanı boğazladığı zaman -gerçi boğazlandıktan sonra da
çokça hareket ederse de- kendisinde idrak nuru bulunan kimseye göre o, ölmüştür,
her şeyden habersiz cansız olmuştur. Çünkü o hareketlerin boş oldu-
ğunu bilir, o vücudu da vücuttan ayrılan baş gibi durgun bilir.
Gencin (tecrübesizin) aynada gördüğünü, ihtiyar ondan evvel kerpiçte gö- 4590
rür. İşte görüyorsun ki bu, ancak akıldan geliyor. Bu özellik de ceht ve gayretle
elde edilmez, Hakk’ın lütfudur. Nefis, aklın aksinedir ancak durumu
görür, sona hiç bakmaz. Halkın (avamın) nefsi, aklına galiptir, çünkü çoğunluğu
din nimetinden yoksundurlar. Bu dünyanın çabuk zevkini tercih, din
ve imanı telef (feda) etmişlerdir.
68 A’li imran suresi 3/196-197 Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. (Onların bu
refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!
200
Rebabnâme
4595 İnsan, din yüzünden güzel ve sevgili olur. Dinsiz adamın bir pul kadar kıymeti
yoktur. O, ahmaklığından dolayı birkaç günlük zevk için boş dağarcık
gibi bomboş kalmıştır. Hayırsızlar, darağacında sonu görmediklerinden dolayı
sallanırlar. Eğer onda akıl olsaydı, dünyada selamette kalır, böyle rezil
olmazdı. Sonu gören can ne güzeldir ki, kanatlanarak Hakk’a doğru uçar.
4600 O kimse ki hale baktı (yani dünyayı tercih etti) ve bundan memnundur. Nihayet
cehennemde dostu gam ve keder olacaktır. İleri görüşlü olmak, akıl
eseridir. Akıl, ancak eseriyle görülür. Eseri, aklın kendisi bil! Çünkü aklın
parçasıdır. Dostun eli dostun kendisi demek değil midir? Akıllı insan, ekmek
parçasını da ekmeğin kendisi bilir ve onu ekmek fiyatına kabul eder. Irma-
ğın suyu bir bardak sudan anlaşılır. Haydi! Parçanın yardımıyla bütünü bul!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder