2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

2355 Bu cihan çirkin ve zevksizdir, sıkıntı ve kederler gibi sevimsizdir. Eğer aklın
varsa bu cihanın aynı zamanda tatsız ve sevimsiz olduğunu kesin olarak
anlarsın. Bu güzellikler ondan kaynaklı ve ödünçtür. Sana güzel görünmesini
çok görmem. Çünkü bu güzellik o güneşin nurunun pırıltısıdır. Burada
ödünçtür. Sana nasıl layık olur? Haydi, ışığı bizzat güneşten al ki, o nur, o
güzellik sende kalsın.
2360 Kudret nurunu kadirden kabul et. Tâ ki taşın lâl gibi kıymettar bir cevher olsun.
Kudreti ondan iste ki, kadirdir. İki âlem de iyi kötü ondan meydana gelir.
Zevk ve lezzet ondandır, bu dünyadan değil. Zevki buradan bilme, oradan
bil! Anlaşıldı ki, burada o yoktur. Aklını başına al! Orası sonsuzdur. Bu
köhne cihanı bir arpa sayma, (kıymet verme) tâ ki insanlığı ve yeni mülkü
göresin.
Orada ne ölüm, ne sıkıntı, ne kovulma korkusu var. Can halkının ipliği nur 2365
hurmalarındandır. Her kim bu cihandan geçtiyse o, sonsuz cihanda yok olmayan
yüzlerce cihan bulur. Orada ağızsız, damaksız nimetler yer; bağsız,
ağaçsız meyvelere kavuşur. Aşk atına biner; taçsız, tahtsız, sancaksız kumandan
olur. Belki de hep o olur, başka değil. Yol göstereni de yol keseni de kendi
olur.
Eğer bunu açıkça anlatırsam efendilik kölelik kalmaz. Bunu bırakarak o üç 2370
haletin açıklamasına geri dönüyorum. Her birinin mertebesini usanmadan
söyleyeyim. Evvelki halet ki elde değildi, zaman zaman gelir, sürekli ve kesintisiz
değildir. Eğer sana gelmez olursa tehlikedesin. Göçme zamanında o
kederle iki kat olursun (acıyla kıvranır durursun). Bu cihandan bir şey kazanmadan
gidersin. Kör, bahtsız, gafil ve eşkıyasın.
İkinci halet ki senin elindedir. Ne vakit istersen yanında hazır bulursun. Elin- 2375
de öğretip terbiye ettiğin doğan gibidir.
Islık çaldığın zaman gelir. Çaldığın ıslık onun için davet yerindedir. Çalmazsan
gelme demektir. Bundan dolayı, her iki halde de sana mahkumdur. Davet
zamanında da, kovmak zamanında da. Bu ikinci haletin tehlikesi nispeten
azdır. Çünkü bir taleple elde edilebiliyor.
Her söz bu davete tercüman olur. Yap, yapma gibi lütuflar onun emir ve ya- 2380
saklaması cümlesindendir. Sözün özü ancak o taleptir, söz o özün üzerinde
çerçöptür. Kabuk, içi için lazımdır. İçsiz kabuk kusurlu ve soysuzdur. Aklı
olan insan, kabuğu, içi için alır. Fakat hayvan, merada, kabuk (saman vesaire)
arar. Çünkü onun gıdası olan içten haberi yok.
Hıyarın, karpuzun kabuklarını yer. Ona bunlar layıktır, bunları alıyor. Eğer 2385
bir kimsenin saçma söylemek alışkanlığı ise bunu yap, şunu yapma diye faydasız
yere söylenir durur.
(SAYFA 98) Herkes ona “Sus! Kafa patlattığın yeter! Bu sözlerin, baş ağrıtmadan
başka ne faydası var.” der. Anlaşıldı ki sözün kendisi bizzat arzulanan değildir.
Kıblegah (hedef) ancak mabuttur. Sözün faydası malumdur; tecrübe ve
öğrenmedir, emir ve yasak gibi şeyler için lazımdır.
Hakk’ın rızası neyse, onu yapalım, iyiyi kötüyü (rızaullahdan başka her şeyi) 2390
gönlümüzden atalım. Eğer baş isterse, yüz tanesini birden feda edelim. Yalnız
baş değil, kuru yaş her şeyi verelim, kıblemiz o rızadan başka değildir.
Ancak ve daima o yolu tutalım. Balıkların denizde yaşadığı gibi, biz de rıza
deryasında hayat bulalım. Susuz yaşayan balık nerede? Bunun sonu gelmez,
üçüncü haletten haber ver! O kapalı küpün ağzını aç (sırrını açığa çıkar!)
Tâ ki o vahid, o izzette âlemin biriciği olan kişilerin halleri anlaşılsın. O halet 2395
ödünç değildir ki, madenin, ocağından uzaklaştığı gibi uzaklaşsın veya ayrılsın.
Yaldızlı bakır da değildir ki, üzerindeki yaldız sıyrılınca bakır kalsın.
113
Sultan Veled
İşleri burada tamam olur. Her kimde yetenek fazla ise, daha çoğuna erişir.
Herkes Leyla’dan Mecnun kadar haz alamaz.
Gerçi Leyla’nın çok talibi vardı. Fakat Mecnun kadar şöhret alan yoktur.
Çünkü Mecnun’un ondan (onun aşkından) aldığı haz, herkesinkinden fazla
idi. Bundan dolayı aşk ve sevdada diğerlerinin önüne geçti ve hepsine üstün
oldu.
2335 Kimdir o ki o fazilete istekli olmasın, o ikrama onda yönelim olmasın (bu heves,
o istek herkeste var). Fakat herkes yönelimine göre nasip alır, kimi ilim
yolunda ilerlemiş, kimi henüz ebcet okur. Elifbadan tut da ilmin son haddine
kadar kimi mantıkta, kimi yıldız ilminde merdivenin basamakları gibi kimi
aşağıda, kimi yukarıdadır. Hepsi de kavuşmaya isteklidir. Aşağıdan yukarı
böyle sıralanmıştır. Dinin aslına erinceye kadar
2340 derece itibariyle en aşağıdakiler kabuk, en yukarıdakiler özdür. Süleyman’dan
karıncaya kadar herkesin kendine göre dini vardır. Her tarafın kıymeti, içinde
taşıdığıyla ölçülür. Bunu böyle kabul eyle, şüphe etme! İlahi bilgi bahsedilen
konuların dışındadır.
Çünkü onun anlatımı kendindendir. Bundan dolayı tanımlamalara sığmaz.
Toplanma ve yayılma vaadi yaratıklar içindir.
2345 Ey yoldaş! Gaybın sırlarına (Esrar-ı Ledünne) ait olan şu sözü benden sualsiz,
cevapsız duy! Orası kavuşma ve muhabbet yeridir, söz yeri değil.
Vahdet deryası tektir. Eşi yok! Bundan sonra, o sözün açıklamasına gelelim.
Kalbin zikrine, gerçek paraya gelelim. Bu hoş cihanın hoşluğu ödünçtür. Ondaki
bu hoşluk akarsu gibidir. Gönül çeliciliği bu hoşluğun varlığıyla mümkündür.
Bu ödünç hoşluk gidince nahoş olur.
2350 Böylelerinin ana rahmindeyken gıdası kan değil miydi? Dili damağı olmadı-
ğı halde kandan zevk alır ve faydalanırdı.
Kandan sonra ona gıda süt olunca kana olan isteği, sevgisi yok oldu. Sütten
de geçip yemek yemeye başladığı zaman, ona sütten de nefret geldi. Annenin
memesi ona fena kokmaya başladı. Artık ondan sonra bir daha anne sütü
istemez. Kan gibi, süt gibi, zahmetli oyunlar ona, hoşluklarından dolayı hoş
görünmüşlerdi. (SAYFA 97)
2355 Bu cihan çirkin ve zevksizdir, sıkıntı ve kederler gibi sevimsizdir. Eğer aklın
varsa bu cihanın aynı zamanda tatsız ve sevimsiz olduğunu kesin olarak
anlarsın. Bu güzellikler ondan kaynaklı ve ödünçtür. Sana güzel görünmesini
çok görmem. Çünkü bu güzellik o güneşin nurunun pırıltısıdır. Burada
ödünçtür. Sana nasıl layık olur? Haydi, ışığı bizzat güneşten al ki, o nur, o
güzellik sende kalsın.
2360 Kudret nurunu kadirden kabul et. Tâ ki taşın lâl gibi kıymettar bir cevher olsun.
Kudreti ondan iste ki, kadirdir. İki âlem de iyi kötü ondan meydana gelir.
Zevk ve lezzet ondandır, bu dünyadan değil. Zevki buradan bilme, oradan
bil! Anlaşıldı ki, burada o yoktur. Aklını başına al! Orası sonsuzdur. Bu
köhne cihanı bir arpa sayma, (kıymet verme) tâ ki insanlığı ve yeni mülkü
göresin.
Orada ne ölüm, ne sıkıntı, ne kovulma korkusu var. Can halkının ipliği nur 2365
hurmalarındandır. Her kim bu cihandan geçtiyse o, sonsuz cihanda yok olmayan
yüzlerce cihan bulur. Orada ağızsız, damaksız nimetler yer; bağsız,
ağaçsız meyvelere kavuşur. Aşk atına biner; taçsız, tahtsız, sancaksız kumandan
olur. Belki de hep o olur, başka değil. Yol göstereni de yol keseni de kendi
olur.
Eğer bunu açıkça anlatırsam efendilik kölelik kalmaz. Bunu bırakarak o üç 2370
haletin açıklamasına geri dönüyorum. Her birinin mertebesini usanmadan
söyleyeyim. Evvelki halet ki elde değildi, zaman zaman gelir, sürekli ve kesintisiz
değildir. Eğer sana gelmez olursa tehlikedesin. Göçme zamanında o
kederle iki kat olursun (acıyla kıvranır durursun). Bu cihandan bir şey kazanmadan
gidersin. Kör, bahtsız, gafil ve eşkıyasın.
İkinci halet ki senin elindedir. Ne vakit istersen yanında hazır bulursun. Elin- 2375
de öğretip terbiye ettiğin doğan gibidir.
Islık çaldığın zaman gelir. Çaldığın ıslık onun için davet yerindedir. Çalmazsan
gelme demektir. Bundan dolayı, her iki halde de sana mahkumdur. Davet
zamanında da, kovmak zamanında da. Bu ikinci haletin tehlikesi nispeten
azdır. Çünkü bir taleple elde edilebiliyor.
Her söz bu davete tercüman olur. Yap, yapma gibi lütuflar onun emir ve ya- 2380
saklaması cümlesindendir. Sözün özü ancak o taleptir, söz o özün üzerinde
çerçöptür. Kabuk, içi için lazımdır. İçsiz kabuk kusurlu ve soysuzdur. Aklı
olan insan, kabuğu, içi için alır. Fakat hayvan, merada, kabuk (saman vesaire)
arar. Çünkü onun gıdası olan içten haberi yok.
Hıyarın, karpuzun kabuklarını yer. Ona bunlar layıktır, bunları alıyor. Eğer 2385
bir kimsenin saçma söylemek alışkanlığı ise bunu yap, şunu yapma diye faydasız
yere söylenir durur.
(SAYFA 98) Herkes ona “Sus! Kafa patlattığın yeter! Bu sözlerin, baş ağrıtmadan
başka ne faydası var.” der. Anlaşıldı ki sözün kendisi bizzat arzulanan değildir.
Kıblegah (hedef) ancak mabuttur. Sözün faydası malumdur; tecrübe ve
öğrenmedir, emir ve yasak gibi şeyler için lazımdır.
Hakk’ın rızası neyse, onu yapalım, iyiyi kötüyü (rızaullahdan başka her şeyi) 2390
gönlümüzden atalım. Eğer baş isterse, yüz tanesini birden feda edelim. Yalnız
baş değil, kuru yaş her şeyi verelim, kıblemiz o rızadan başka değildir.
Ancak ve daima o yolu tutalım. Balıkların denizde yaşadığı gibi, biz de rıza
deryasında hayat bulalım. Susuz yaşayan balık nerede? Bunun sonu gelmez,
üçüncü haletten haber ver! O kapalı küpün ağzını aç (sırrını açığa çıkar!)
Tâ ki o vahid, o izzette âlemin biriciği olan kişilerin halleri anlaşılsın. O halet 2395
ödünç değildir ki, madenin, ocağından uzaklaştığı gibi uzaklaşsın veya ayrılsın.
Yaldızlı bakır da değildir ki, üzerindeki yaldız sıyrılınca bakır kalsın.
114
Rebabnâme
O, kimya vasıtasıyla baştan başa altın olmuştur. Altın, altınlığından ayrılabilir
mi? Böyle kimse cihanın kutbu olur. İnsanlar ve cinlerin halleri ondan kural
ve düzen alır.
2400 Her isteklinin isteği odur. Onun hali hiç açıklamaya gelmez. Artık bu halde
dedikoduya ihtiyaç kalmaz ki o, yâr kendini açıkça gösteriyor. O şah, bizim
karşımızda tecelli etti. Onun gelişiyle neşemiz tam oldu. Şuh gözleri sihri helal
yapıyor, kendi celal nuruyla kendini gösteriyor. Bu sihirle yapılan günah,
sevaptan iyidir. Günahı ecir ve sevaptan üstündür.
2405 Bak ki aşağılar, yücelerden daha iyi oldu. Derecesi dinden yüksek olan şu
acayip küfre bak! Allah’ın iradesi sana yâr olunca ateşin yakması sana nurdan
daha hoş görünür. Onun elinden bir kadeh içersen, gönlünün ve ruhunun
neşesi yüz kat artar. O tatlı dudaklara bir buse kondursan ağzın şeker
gibi tatlanır. Hele onu bir nefes kucaklarsan, ebedi zevk ve neşe içinde ya-
şarsın.
2410 Yâri bir kere idrak ettiğin zaman, o lezzete sınır düşünülemez. Arada başka
bir hal de meydana gelirse, o, hayır ve şer bütün şeylerin üstünde olur. O nedir
ki? Bu bedenden soyunup tek vücut olmak, ikilikten geçip bir can olmak.
Gerçi ev içine giren güneş ışığı güneşten ayrı görülür. Fakat o ortadan yok olduğu
zaman bu ışık onunla birleşir. Ayrılık gayrılık kalmaz.
2415 Başlangıçta nasılsa gene öyle olur. Hane perdesi (ten perdesi) ortadan kalkınca
iki nur birleşir. O halet dil ile tarif olunamaz.
Bunun gibi yüzlerce açıklamanın ötesindedir. O halet, mahv (yokluk) haletidir.
Mahvol ki sana onu canıgönülden açıklayayım.
Ey oğul! Mademki sonu yoktur. Bu sözden ağzını yum da geç!
(SAYFA 99) Onun yüzünü gör, artık eksik söze lüzum yok, o ayna karşısında sus!
2420 Çünkü nefesten aynanın yüzü donuklaşır, parlaklığı kalmaz. Bundan dolayı,
ayna geldiği zaman sükut et! Coş! Fakat sessiz ve sözsüz.
Tâ ki ayna, nefesinden incinmesin. Olmaya ki, öfkelenir de ayna da yüzünü
tamam göstermez. Öfkeden kastettiğim mana budur. Ayna saf olursa kendini
görür, eksiğini fazlanı anlarsın.
2425 Yâr, aynadır. Huzurunda nefes alma (ağız açma)! Ondan can al, can sıkma!
Tâ ki ondan istifade edesin ki, asıl maksut da budur. Ey oğul, nur, nâr içinde
gizlidir, nuru al, nârı bırak! Tortuyu bırak da saf olana bak! Anka isen Kaf’ı
tercih et.
2430 Gerçi hazine viranede gömülüdür. Fakat sen viraneden geç de dil hazinesini
gör! Görüş ehli olaydın, sana sükut, gül; söz, diken görünürdü.
MAKALE 40
Bu makale şunu beyan edecektir:
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü
ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir). Peygamberimizin
zevk ve rahatı sükutta (susmakta) idi. Dedikoduyu sevmez ve istemezdi.
Cenab-ı İzzet geldi ki: “Söyle! Her ne kadar sana zahmetli olacaksa
da. Çünkü halk senin sözlerinden hayat kazanır, ilim hazinesine kavuşur.”
Bundan anlaşılır ki, söylemekten daha fazla susmaktan zevk alan kimse
bilsin ki, Merdan-ı Huda’dan nasip almıştır. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
Herkes heves-i suhan-furûşî dared
Men bende-i ânem ki hamûşî dâned
Meali: Herkes söz satmak (beğendirmek) hevesindedir. Ben, sükutu sevenin (Allah’ın
ve peygamberin) kuluyum.
Ey dedikodu düşkünleri, uyanın, nasihat dinleyin ve ona talip olun. Batıl
sözlere karşı kulağınızı tıkayın, gözlerinizden görme yetisini atın! Pamuk,
ser (baş) kulağı içindir. Sır kulağını tıkayıp da ikisini birden sağır etmeyin!
Hissiz (gözsüz), kulaksız, şuursuz olun ki “ircii” 2435 46 hitabını duyabilesiniz.
Uyanıklık halindeki dedikodudan uzaklaşmadıkça uyku halindeki sohbetten
koku alamazsın. Bizim söz ve fiilimiz dıştaki sırdır. (İçteki) Batıni sır, belirtisizdir
(his ile anlaşılamaz).
(SAYFA 100) Zahiri (cismani) seyir, kurunun kuru üzerine düşmesidir (iz bırakmaz,
bir şey bulaşmaz). Ruhani seyir, deryaya dalmak gibidir. Ömür kuru
yollarda geçti, dağda, bayırda, çölde (kuru hevesler uğrunda),
Sen ebedi hayat suyunu nerede bulacak, deniz dalgalarını nasıl yaracaksın? 2440
(Ne haddin?) Haki (dünyevi) dalgalar bizim vehmimiz, düşüncelerimiz, fikrimizdir.
Abi (uhrevi) dalgalarsa, mahv (yok olma), sekr (sarhoşluk) ve faniliktir
(ölüm-geçicilik). Bu sekr içinde bulundukça ondan uzaksın! O sekre dalınca
da bundan nefret edersin. Didar-ı Hakk’a mum olan kimsenin ilme, derse
ihtiyacı kalmaz. Söz, kör yolcular içindir, ahmaklara akıl öğretmek içindir.
Âlim ve akıllı kimse sözü bırakır, hatırından ilminden başkasını çıkarır. Bil- 2445
mediğin kimselerin evlerini bilenlerden sormaz mısın? Nasıldır? Ne biçimdedir?
Yüksekliği ne kadardır? Daima onun özelliklerinden sorarsın ve bu
sözlerden doymaz usanmazsın. Sonra o eve geldiğin zaman onun vasıfları
sana açıkça görünür (derhal tanırsın).
Gördükten sonra da artık o ev hakkında bir şey sormaya lüzum görmezsin. 2450
Çünkü her tarafını açıkça görüyorsun. Bundan sonra söz yerine göz geçer.
Bunu candan dinle ve anla! O sevgiliye ulaşıncaya kadar onu bulmak üzere
çok sualler sormuştun.
46 Fecr suresi 89/27-28 “(Allah, şöyle der:) Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak
Rabbine dön!”
115
Sultan Veled
O, kimya vasıtasıyla baştan başa altın olmuştur. Altın, altınlığından ayrılabilir
mi? Böyle kimse cihanın kutbu olur. İnsanlar ve cinlerin halleri ondan kural
ve düzen alır.
2400 Her isteklinin isteği odur. Onun hali hiç açıklamaya gelmez. Artık bu halde
dedikoduya ihtiyaç kalmaz ki o, yâr kendini açıkça gösteriyor. O şah, bizim
karşımızda tecelli etti. Onun gelişiyle neşemiz tam oldu. Şuh gözleri sihri helal
yapıyor, kendi celal nuruyla kendini gösteriyor. Bu sihirle yapılan günah,
sevaptan iyidir. Günahı ecir ve sevaptan üstündür.
2405 Bak ki aşağılar, yücelerden daha iyi oldu. Derecesi dinden yüksek olan şu
acayip küfre bak! Allah’ın iradesi sana yâr olunca ateşin yakması sana nurdan
daha hoş görünür. Onun elinden bir kadeh içersen, gönlünün ve ruhunun
neşesi yüz kat artar. O tatlı dudaklara bir buse kondursan ağzın şeker
gibi tatlanır. Hele onu bir nefes kucaklarsan, ebedi zevk ve neşe içinde ya-
şarsın.
2410 Yâri bir kere idrak ettiğin zaman, o lezzete sınır düşünülemez. Arada başka
bir hal de meydana gelirse, o, hayır ve şer bütün şeylerin üstünde olur. O nedir
ki? Bu bedenden soyunup tek vücut olmak, ikilikten geçip bir can olmak.
Gerçi ev içine giren güneş ışığı güneşten ayrı görülür. Fakat o ortadan yok olduğu
zaman bu ışık onunla birleşir. Ayrılık gayrılık kalmaz.
2415 Başlangıçta nasılsa gene öyle olur. Hane perdesi (ten perdesi) ortadan kalkınca
iki nur birleşir. O halet dil ile tarif olunamaz.
Bunun gibi yüzlerce açıklamanın ötesindedir. O halet, mahv (yokluk) haletidir.
Mahvol ki sana onu canıgönülden açıklayayım.
Ey oğul! Mademki sonu yoktur. Bu sözden ağzını yum da geç!
(SAYFA 99) Onun yüzünü gör, artık eksik söze lüzum yok, o ayna karşısında sus!
2420 Çünkü nefesten aynanın yüzü donuklaşır, parlaklığı kalmaz. Bundan dolayı,
ayna geldiği zaman sükut et! Coş! Fakat sessiz ve sözsüz.
Tâ ki ayna, nefesinden incinmesin. Olmaya ki, öfkelenir de ayna da yüzünü
tamam göstermez. Öfkeden kastettiğim mana budur. Ayna saf olursa kendini
görür, eksiğini fazlanı anlarsın.
2425 Yâr, aynadır. Huzurunda nefes alma (ağız açma)! Ondan can al, can sıkma!
Tâ ki ondan istifade edesin ki, asıl maksut da budur. Ey oğul, nur, nâr içinde
gizlidir, nuru al, nârı bırak! Tortuyu bırak da saf olana bak! Anka isen Kaf’ı
tercih et.
2430 Gerçi hazine viranede gömülüdür. Fakat sen viraneden geç de dil hazinesini
gör! Görüş ehli olaydın, sana sükut, gül; söz, diken görünürdü.
MAKALE 40
Bu makale şunu beyan edecektir:
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü
ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir). Peygamberimizin
zevk ve rahatı sükutta (susmakta) idi. Dedikoduyu sevmez ve istemezdi.
Cenab-ı İzzet geldi ki: “Söyle! Her ne kadar sana zahmetli olacaksa
da. Çünkü halk senin sözlerinden hayat kazanır, ilim hazinesine kavuşur.”
Bundan anlaşılır ki, söylemekten daha fazla susmaktan zevk alan kimse
bilsin ki, Merdan-ı Huda’dan nasip almıştır. Nitekim Cenab-ı Mevlana buyurmuşlardır:
Herkes heves-i suhan-furûşî dared
Men bende-i ânem ki hamûşî dâned
Meali: Herkes söz satmak (beğendirmek) hevesindedir. Ben, sükutu sevenin (Allah’ın
ve peygamberin) kuluyum.
Ey dedikodu düşkünleri, uyanın, nasihat dinleyin ve ona talip olun. Batıl
sözlere karşı kulağınızı tıkayın, gözlerinizden görme yetisini atın! Pamuk,
ser (baş) kulağı içindir. Sır kulağını tıkayıp da ikisini birden sağır etmeyin!
Hissiz (gözsüz), kulaksız, şuursuz olun ki “ircii” 2435 46 hitabını duyabilesiniz.
Uyanıklık halindeki dedikodudan uzaklaşmadıkça uyku halindeki sohbetten
koku alamazsın. Bizim söz ve fiilimiz dıştaki sırdır. (İçteki) Batıni sır, belirtisizdir
(his ile anlaşılamaz).
(SAYFA 100) Zahiri (cismani) seyir, kurunun kuru üzerine düşmesidir (iz bırakmaz,
bir şey bulaşmaz). Ruhani seyir, deryaya dalmak gibidir. Ömür kuru
yollarda geçti, dağda, bayırda, çölde (kuru hevesler uğrunda),
Sen ebedi hayat suyunu nerede bulacak, deniz dalgalarını nasıl yaracaksın? 2440
(Ne haddin?) Haki (dünyevi) dalgalar bizim vehmimiz, düşüncelerimiz, fikrimizdir.
Abi (uhrevi) dalgalarsa, mahv (yok olma), sekr (sarhoşluk) ve faniliktir
(ölüm-geçicilik). Bu sekr içinde bulundukça ondan uzaksın! O sekre dalınca
da bundan nefret edersin. Didar-ı Hakk’a mum olan kimsenin ilme, derse
ihtiyacı kalmaz. Söz, kör yolcular içindir, ahmaklara akıl öğretmek içindir.
Âlim ve akıllı kimse sözü bırakır, hatırından ilminden başkasını çıkarır. Bil- 2445
mediğin kimselerin evlerini bilenlerden sormaz mısın? Nasıldır? Ne biçimdedir?
Yüksekliği ne kadardır? Daima onun özelliklerinden sorarsın ve bu
sözlerden doymaz usanmazsın. Sonra o eve geldiğin zaman onun vasıfları
sana açıkça görünür (derhal tanırsın).
Gördükten sonra da artık o ev hakkında bir şey sormaya lüzum görmezsin. 2450
Çünkü her tarafını açıkça görüyorsun. Bundan sonra söz yerine göz geçer.
Bunu candan dinle ve anla! O sevgiliye ulaşıncaya kadar onu bulmak üzere
çok sualler sormuştun.
46 Fecr suresi 89/27-28 “(Allah, şöyle der:) Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak
Rabbine dön!”
116
Rebabnâme
Onunla şereflendikten sonra bu sözlere lüzum kalır mı? Hazret-i Musa’nın
şerefli sayfaları bundan dolayı çoktu. Çünkü o, Hazret-i Muhammet (s.a.v.)
gibi sevgilinin yüzüne kavuşmamıştı. Bu sahifeleri altmış deve taşırdı. Çünkü
o, didar nurundan perdeliydi.
2455 Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.) kitabı (mushaf-ı şerif) bundan dolayı kısaltılmıştı
ki o Didâr-ı İlahi ile şereflenmişti. O derece kısaltılmıştır ki onu herkes
hamail gibi üzerinde taşıyabilir.
Aslolan, didârdır. Söz onun bir uzantısı. Görmek, söze nispetle içtir. Söz, kabuk
düzeyindedir. Çünkü iç, kabuktan kurtulduktan sonra kabuğa lüzum
kalmadı diyerek atarlar. Kabuk, iç için lazım ve ondan dolayı kıymetlidir.
Yoksa içsiz kabuk bir pula bile değmez.
2460 Kabuk evvel o içi saklıyordu. İç yetişip olgunlaşınca kabuğun, içe perde olmaktan
başka işi kalmadı. Artık onun içe örtü olması, birlikte bulunması hoş
görülmez. Cevizin içi yetişip de olgunlaştı mı, gayrı onun üzerinde o kabu-
ğun bulunması lüzumsuzdur.
Kabuğu içten ayırmalıdır ki iç, gitsin, bal ile karışsın. Daima tatlıya eş olsun.
Ondan sonra orada kabuğun yeri kalmaz.
2465 Kabuğun yeri kapı dışında, için yeri de şeker içindedir. Söz kabuktur, surettir.
Mana anlaşıldıktan sonra surete (söze) lüzum kalmaz.
(SAYFA 101) Cana karşılık tenin yeri ne olabilir? Can (ruh, akıl) su, ten de su testisidir.
Testi su için alınır ve taşınır susuzlar onunla su içsin diye. Testide içecek
su bulunmazsa onu taşımak cana ve gönle azap olur.
2470 Söz de böyledir. Hem sıkıntıdır, hem baş ağrısı. Mana ve istenilen yolunda
kıymetlidir. Yoksa sence bilinen bir hali anlatmak isteseler, dinlemek istemezsin.
Sana ağır bir yük gibi gelir. Bildiğin şeyler hakkında söylenen sözlerden
hiçbiri kulağına girmez. Ona dersin ki artık kafa patlattığın yeter, sus!
Ne söylenip duruyorsun, sende hiç akıl yok mu? Ben onları senden iyi biliyorum.
Niçin anlatacağım diye sözü uzatırsın?
2475 Sesler ve kelimeler, mana anlatmak için söylenir. Boş yere gevezelik etmek
için değil. Sakın, diğer mahrumlar gibi sen de böyle bir hazineden nasipsiz
kalmayasın. Efendi! Bu sözü kabul et ve iyi sakla! Aklı ermez çocuklar gibi ne
vakte kadar kuyuya düşeceksin. Bazen pişman, bazen de perişan olarak elini
geversin! Bu talep uğrunda canını harca. Harca deyince, başkalarına yapılan
bağışlar anlaşılmasın! Bu harcama, kendine yapacağın bağıştır.
2480 Bu bağış herşeyi kapsar, başkasına yapılanlar parçadır. Bütüne sahip olan
bütün olur. Bu söz bütündür. Eğer sen gül isen dikeni bırakır, gülşene gidersin.
Dostu görmek için göz lazımdır. Her kabukta iyi iç bulunmaz. Sarhoşluk
içinde kendimi kaybettim. Benden, ağıza sığmayacak sözleri dinle! Her kim
Hak içinse, Hak da onun içindir. İki, bir olduktan sonra artık bire iki deme!
2485 Bundan dolayı Cenab-ı Peygamber Efendimiz “Men kâne lilâhi kânellâhu
lehu” buyurmuştur. (Tercümesi bundan evvelki satırdadır).
“Ene’l Hak” sırrının sırrı budur. Kendinden külliyyen geç de bunu gör, çünkü
bu sırra ne akıl mahremdir, ne de kulak. Bu badeden dudaksız, damaksız,
kadehsiz olarak iç! Git, kendiliğinden öl ki, ebedi olasın, zahiren ve batı-
nen diri olasın.
Ey iyi insan! Hak yolu budur. Canıgönülden yüzünü ondan tarafa çevir!
Ondan başka isteğin kalmasın! Sevgilin, aşığın yalnız o olsun. Ondan bir ne- 2490
fes gaflet ederek başka şeylerle meşgul olma!
Gece gündüz onu candan telep et. Nasıl ki aç olan kimse ekmek kaydındadır,
susuz kimse oradan buradan (yana yana) su arar.
Ekmek aşkı, seni candan coşturur ve sana hiçbir şey düşündürmezse, ey ekmeğe,
suya sabredemeyen insan! Hallak-ı Cihan’ın ayrılığına nasıl dayanırsın?
Ey bu iki şeyin yokluğuna katlanamayan! O cana yazıklar olsun ki buna ta- 2495
hammül ediyor. Ey bedenin gıdasına sabredemeyen!
Allah’ın güzelliğine, ayrılığına nasıl sabredersin? Ey hayvan gibi cismin gıdası
için yolunup böğüren! Ruhun gıdasını niçin candan talep etmezsin? Hayvan
değilsen, niçin böyle dünya gamıyla dolusun da, din işlerinden uzaksın?
(SAYFA 102) Bu iş bir aksi olmadıkça, rızıklandırana doğru yol bulamazsın.
Bu talebin, onun yüz katı olması gerekir, gece gündüz aklını, zihnini meşgul 2500
etsin! Hakk’ın aşkıyla sürekli kararsız olmalısın. Yemek, uyku sana külliyyen
haram olmalıydı. Aşk-ı Hak’tan başkasında ne varsa hepsi yok olacak.
İşte sen ancak o vakit rabbanî olursun. Bundan sonra kendini tepeden tırna-
ğa kadar can bil! Çünkü vücudun dinin nuruyla dolmuştur.
117
Sultan Veled
Onunla şereflendikten sonra bu sözlere lüzum kalır mı? Hazret-i Musa’nın
şerefli sayfaları bundan dolayı çoktu. Çünkü o, Hazret-i Muhammet (s.a.v.)
gibi sevgilinin yüzüne kavuşmamıştı. Bu sahifeleri altmış deve taşırdı. Çünkü
o, didar nurundan perdeliydi.
2455 Hazret-i Muhammet’in (s.a.v.) kitabı (mushaf-ı şerif) bundan dolayı kısaltılmıştı
ki o Didâr-ı İlahi ile şereflenmişti. O derece kısaltılmıştır ki onu herkes
hamail gibi üzerinde taşıyabilir.
Aslolan, didârdır. Söz onun bir uzantısı. Görmek, söze nispetle içtir. Söz, kabuk
düzeyindedir. Çünkü iç, kabuktan kurtulduktan sonra kabuğa lüzum
kalmadı diyerek atarlar. Kabuk, iç için lazım ve ondan dolayı kıymetlidir.
Yoksa içsiz kabuk bir pula bile değmez.
2460 Kabuk evvel o içi saklıyordu. İç yetişip olgunlaşınca kabuğun, içe perde olmaktan
başka işi kalmadı. Artık onun içe örtü olması, birlikte bulunması hoş
görülmez. Cevizin içi yetişip de olgunlaştı mı, gayrı onun üzerinde o kabu-
ğun bulunması lüzumsuzdur.
Kabuğu içten ayırmalıdır ki iç, gitsin, bal ile karışsın. Daima tatlıya eş olsun.
Ondan sonra orada kabuğun yeri kalmaz.
2465 Kabuğun yeri kapı dışında, için yeri de şeker içindedir. Söz kabuktur, surettir.
Mana anlaşıldıktan sonra surete (söze) lüzum kalmaz.
(SAYFA 101) Cana karşılık tenin yeri ne olabilir? Can (ruh, akıl) su, ten de su testisidir.
Testi su için alınır ve taşınır susuzlar onunla su içsin diye. Testide içecek
su bulunmazsa onu taşımak cana ve gönle azap olur.
2470 Söz de böyledir. Hem sıkıntıdır, hem baş ağrısı. Mana ve istenilen yolunda
kıymetlidir. Yoksa sence bilinen bir hali anlatmak isteseler, dinlemek istemezsin.
Sana ağır bir yük gibi gelir. Bildiğin şeyler hakkında söylenen sözlerden
hiçbiri kulağına girmez. Ona dersin ki artık kafa patlattığın yeter, sus!
Ne söylenip duruyorsun, sende hiç akıl yok mu? Ben onları senden iyi biliyorum.
Niçin anlatacağım diye sözü uzatırsın?
2475 Sesler ve kelimeler, mana anlatmak için söylenir. Boş yere gevezelik etmek
için değil. Sakın, diğer mahrumlar gibi sen de böyle bir hazineden nasipsiz
kalmayasın. Efendi! Bu sözü kabul et ve iyi sakla! Aklı ermez çocuklar gibi ne
vakte kadar kuyuya düşeceksin. Bazen pişman, bazen de perişan olarak elini
geversin! Bu talep uğrunda canını harca. Harca deyince, başkalarına yapılan
bağışlar anlaşılmasın! Bu harcama, kendine yapacağın bağıştır.
2480 Bu bağış herşeyi kapsar, başkasına yapılanlar parçadır. Bütüne sahip olan
bütün olur. Bu söz bütündür. Eğer sen gül isen dikeni bırakır, gülşene gidersin.
Dostu görmek için göz lazımdır. Her kabukta iyi iç bulunmaz. Sarhoşluk
içinde kendimi kaybettim. Benden, ağıza sığmayacak sözleri dinle! Her kim
Hak içinse, Hak da onun içindir. İki, bir olduktan sonra artık bire iki deme!
2485 Bundan dolayı Cenab-ı Peygamber Efendimiz “Men kâne lilâhi kânellâhu
lehu” buyurmuştur. (Tercümesi bundan evvelki satırdadır).
“Ene’l Hak” sırrının sırrı budur. Kendinden külliyyen geç de bunu gör, çünkü
bu sırra ne akıl mahremdir, ne de kulak. Bu badeden dudaksız, damaksız,
kadehsiz olarak iç! Git, kendiliğinden öl ki, ebedi olasın, zahiren ve batı-
nen diri olasın.
Ey iyi insan! Hak yolu budur. Canıgönülden yüzünü ondan tarafa çevir!
Ondan başka isteğin kalmasın! Sevgilin, aşığın yalnız o olsun. Ondan bir ne- 2490
fes gaflet ederek başka şeylerle meşgul olma!
Gece gündüz onu candan telep et. Nasıl ki aç olan kimse ekmek kaydındadır,
susuz kimse oradan buradan (yana yana) su arar.
Ekmek aşkı, seni candan coşturur ve sana hiçbir şey düşündürmezse, ey ekmeğe,
suya sabredemeyen insan! Hallak-ı Cihan’ın ayrılığına nasıl dayanırsın?
Ey bu iki şeyin yokluğuna katlanamayan! O cana yazıklar olsun ki buna ta- 2495
hammül ediyor. Ey bedenin gıdasına sabredemeyen!
Allah’ın güzelliğine, ayrılığına nasıl sabredersin? Ey hayvan gibi cismin gıdası
için yolunup böğüren! Ruhun gıdasını niçin candan talep etmezsin? Hayvan
değilsen, niçin böyle dünya gamıyla dolusun da, din işlerinden uzaksın?
(SAYFA 102) Bu iş bir aksi olmadıkça, rızıklandırana doğru yol bulamazsın.
Bu talebin, onun yüz katı olması gerekir, gece gündüz aklını, zihnini meşgul 2500
etsin! Hakk’ın aşkıyla sürekli kararsız olmalısın. Yemek, uyku sana külliyyen
haram olmalıydı. Aşk-ı Hak’tan başkasında ne varsa hepsi yok olacak.
İşte sen ancak o vakit rabbanî olursun. Bundan sonra kendini tepeden tırna-
ğa kadar can bil! Çünkü vücudun dinin nuruyla dolmuştur.
118
Rebabnâme
MAKALE 41
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten
sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
Çünkü ruh cisme galip (hakim) olmuştur. Mağlup olan cisim de can hükmü-
ne girmiştir. Çünkü “El-hüküm li’l-galib; hüküm galibedir” denilmiştir. Mesela
bir paranın gümüşü galip olursa tamamı halis gümüş sayılır. Görmez
misiniz tuzlaya ölü bir hayvan düşse bir müddet sonra tuza dönüşerek temizleniyor?
Yaratılmış olan tuzla, içine düşen şeyleri tuza dönüştürürse, Halik
Teala Hazretlerinin aşk deryasına gark olan kimse, neden Hakk’ın nuruna
dönüşmesin?
Bu makalede şu da ifade edilecektir: “Fakr (yokluk) açıklamalara sığmaz
ve anlatmayla anlaşılmaz. Şu kadar ki fakra dair söylenen sözlerden kişide
yönelim ve gayret ortaya çıkar.” Nasıl ki ermiş şeyhler demişlerdir: “Men
lem yezuk lem yarif ” (Tatmayan bilmez.).
Büyük bir deryayı bir incinin deliğinden seyretmeye imkan var mı? Belki
açıklamaların bizzat kendisi de fakrın perdelerindendir.
Cenab-ı Mevlana Efendimiz buyurmuşlardır:
Suhan ki ez can hized zi can hicab koned
Zi coher-i leb-i derya zeban hicab koned
Beyan-ı hikmet eğerci şigerf meşaleist
Zi afitab-ı hakaik beyan hicab koned47
Tuzlaya (tuz gölüne) düşen bir eşek ölüsü, bir müddet sonra tuza dönüşerek
pislikten kurtulur.
2505 O leş ki tuza düştü, baştan başa tuz oldu. Onda kirin eseri kalmaz. Allahu
Teala Hazretlerinin en küçük bir eseri olan tuzla bunu yaparsa, iyi düşün ki,
o tuzlayı yaratanın kudret ve kuvveti nasıl olmak lazım gelir? Şüphe yok ki,
daha yüksektir. Diken parçasından gül doğarsa, acaba gülden neler meydana
gelir, düşün! Eğer sana bu halden ve bu sözlerden şüphe geliyorsa, bil ki,
ruhun sapıklığa batmıştır.
2510 Kimsenin kulağı bundan iyi söz duymamıştır. Bu, ne dile sığar, ne ifadeye.
Yeryüzü kağıt, ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa bunlar tükenir de,
gene o tükenmez.48 Hakk’ın sırrı söze nasıl sığabilir?
(SAYFA 103) Sırrın yeri gönüllerdir ki, başı sonu yoktur. Fayda ve zarardan, iyi ve
kötüden üstündür. Saf tortu; züht, fısk gibi şeylerden hariçtir. Aşk tohumu
oraya ekilmiştir.
47 Söz ki candan çıkar candan utanır (çekinir), Denizin kenarındaki inciden dil utanır (çekinir), Hikmetten bahsetmek
(söz etmek, hikmeti açıklamak) meğerki acayip (hayret verici) bir alevdir, Gerçeklerin güneşinden söz
(söz etmek) utanır. (çekinir), dil ve söz, onu (Hikmeti) tam olarak açıklayamadığı için gerçeklerin güneşinden
utanır.
48 Lokman suresi 31/27 Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz
daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
Her nereye düşerse aynı neticeyi verir. Kâr odur, ondan başkası sıkıntı ve 2515
yüktür. O (aşk) ister zühtten kaynaklansın ister fısktan. Aşka bağlanmakla
kıymeti artmıştır. Aşkın cemali olmayan İslam, onun ihsanı olmayan nimet
küfürdür. Elhasıl her kim ona talip olduysa ondan gözünü bir an bile ayıramaz.
Âlemde ondan başka bir şey, ona gaye olamaz. O huzurdan başka mabet
aramaz.
Gece olunca bundan ağzımı yumarım, yarına kadar onu sineme gömer, sak- 2520
larım. Gerçi Aşk-ı Huda ile benim üzerimden yüzlerce yarın, belki de yüzlerce
asır geçse bir incelikli sözü net olarak açıklamak mümkün olmaz. Çünkü
din şerhinin sonu yok. Meğer ki bu sırrın şerhini dedikodusuz olarak kendi
canının içinde arayasın. Bu dil, o hüsnün vasfında kusurludur. O hüsnü ancak
kendi anlar.
Haydi, iyi bir göz sahibi olmaya çalış ki onun eşsiz güzelliğini görebilesin. 2525
Her ne kadar bizim yüzümüz görünürdedir demişse de, gözün yanında söz
uzaklarda kalıyor. Sudan, topraktan yaratılan insanın suretinde (cisminde)
gönül nuru yoktur. Onun asıl niteliğine dair kimse bir şey bilmiyor, gerçi bir
çok vasıflandırmalar, tarifler yapılmıştır.
Fakat yüzünü görmedikçe anlatımıyla yetinilmiyor, ceset vücuttan ayrılmı-
yor.
Acaba o tanımlanan nasıldır, diyerek onu görmek hevesi bir türlü dinmiyor. 2530
Yokluk bilmeyenin güzelliği o kadar mükemmel ki, mükemmellikte benzeri
yoktur. Böyle tanımlamalarla onu görmek, yahut gene zatını anlamak nasıl
mümkün olur? Ey hazır yemek arayan bu ham yiyecekten geç ki o, sözle
anlaşılamaz. Dünyanın binası kurulalı hal böyledir; peygamberler, resuller,
veliler,
hepsi de Huda’yı tanımlamaya, muhtelif şekillerde dile getirmeye çalıştılar. 2535
Gene de dünyanın son gününe kadar o Zat-ı Zülcelalin tanımlanma çabasından
geri kalmayacaklardır. Buna rağmen o, hiçbir sözden anlaşılamadı ve
anlaşılamaz. Öyleyse sözü bırak da can gözünü aç!
Allah’tan, kendini görecek bir göz iste! O, o gözden başkasına yüzünü göstermez.
Eğer senin gözünde nur olmazsa, güneşin nurunu nasıl görebilirsin?
İçin ilim ile dolu olsa, yine de nurlu bir göze sahip olmadıkça güneşi görebi- 2540
lir misin? Yahut yolunu doğrultmak üzere güneşin nurundan faydalanabilir
misin? Nuru görmek, karanlığı aydınlıktan seçebilmek için göz lazım (sende
bulunmayan bir şeyden nasıl harcama yapabilirsin?). Eğer sende şehvetle
şevk olmasaydı, bu iki zevki nereden anlayacaktın? (SAYFA 104)
Derununda ilim ile akıl olmasaydı o iki şeye, canına ne ile, hangi vasıtay- 2545
la ulaşacaktın? Aklı olmayan, aklı bilebilir mi, nakli anlayabilir mi? Halik’ın
yarattığı şeylerin hepsi böyledir. Eğer gönlün onları candan değerlendirerek
kendine mal ettiyse bil ki yerde gökte ne varsa hepsinin cinsi senin zatında
119
Sultan Veled
MAKALE 41
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten
sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
Çünkü ruh cisme galip (hakim) olmuştur. Mağlup olan cisim de can hükmü-
ne girmiştir. Çünkü “El-hüküm li’l-galib; hüküm galibedir” denilmiştir. Mesela
bir paranın gümüşü galip olursa tamamı halis gümüş sayılır. Görmez
misiniz tuzlaya ölü bir hayvan düşse bir müddet sonra tuza dönüşerek temizleniyor?
Yaratılmış olan tuzla, içine düşen şeyleri tuza dönüştürürse, Halik
Teala Hazretlerinin aşk deryasına gark olan kimse, neden Hakk’ın nuruna
dönüşmesin?
Bu makalede şu da ifade edilecektir: “Fakr (yokluk) açıklamalara sığmaz
ve anlatmayla anlaşılmaz. Şu kadar ki fakra dair söylenen sözlerden kişide
yönelim ve gayret ortaya çıkar.” Nasıl ki ermiş şeyhler demişlerdir: “Men
lem yezuk lem yarif ” (Tatmayan bilmez.).
Büyük bir deryayı bir incinin deliğinden seyretmeye imkan var mı? Belki
açıklamaların bizzat kendisi de fakrın perdelerindendir.
Cenab-ı Mevlana Efendimiz buyurmuşlardır:
Suhan ki ez can hized zi can hicab koned
Zi coher-i leb-i derya zeban hicab koned
Beyan-ı hikmet eğerci şigerf meşaleist
Zi afitab-ı hakaik beyan hicab koned47
Tuzlaya (tuz gölüne) düşen bir eşek ölüsü, bir müddet sonra tuza dönüşerek
pislikten kurtulur.
2505 O leş ki tuza düştü, baştan başa tuz oldu. Onda kirin eseri kalmaz. Allahu
Teala Hazretlerinin en küçük bir eseri olan tuzla bunu yaparsa, iyi düşün ki,
o tuzlayı yaratanın kudret ve kuvveti nasıl olmak lazım gelir? Şüphe yok ki,
daha yüksektir. Diken parçasından gül doğarsa, acaba gülden neler meydana
gelir, düşün! Eğer sana bu halden ve bu sözlerden şüphe geliyorsa, bil ki,
ruhun sapıklığa batmıştır.
2510 Kimsenin kulağı bundan iyi söz duymamıştır. Bu, ne dile sığar, ne ifadeye.
Yeryüzü kağıt, ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa bunlar tükenir de,
gene o tükenmez.48 Hakk’ın sırrı söze nasıl sığabilir?
(SAYFA 103) Sırrın yeri gönüllerdir ki, başı sonu yoktur. Fayda ve zarardan, iyi ve
kötüden üstündür. Saf tortu; züht, fısk gibi şeylerden hariçtir. Aşk tohumu
oraya ekilmiştir.
47 Söz ki candan çıkar candan utanır (çekinir), Denizin kenarındaki inciden dil utanır (çekinir), Hikmetten bahsetmek
(söz etmek, hikmeti açıklamak) meğerki acayip (hayret verici) bir alevdir, Gerçeklerin güneşinden söz
(söz etmek) utanır. (çekinir), dil ve söz, onu (Hikmeti) tam olarak açıklayamadığı için gerçeklerin güneşinden
utanır.
48 Lokman suresi 31/27 Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz
daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
Her nereye düşerse aynı neticeyi verir. Kâr odur, ondan başkası sıkıntı ve 2515
yüktür. O (aşk) ister zühtten kaynaklansın ister fısktan. Aşka bağlanmakla
kıymeti artmıştır. Aşkın cemali olmayan İslam, onun ihsanı olmayan nimet
küfürdür. Elhasıl her kim ona talip olduysa ondan gözünü bir an bile ayıramaz.
Âlemde ondan başka bir şey, ona gaye olamaz. O huzurdan başka mabet
aramaz.
Gece olunca bundan ağzımı yumarım, yarına kadar onu sineme gömer, sak- 2520
larım. Gerçi Aşk-ı Huda ile benim üzerimden yüzlerce yarın, belki de yüzlerce
asır geçse bir incelikli sözü net olarak açıklamak mümkün olmaz. Çünkü
din şerhinin sonu yok. Meğer ki bu sırrın şerhini dedikodusuz olarak kendi
canının içinde arayasın. Bu dil, o hüsnün vasfında kusurludur. O hüsnü ancak
kendi anlar.
Haydi, iyi bir göz sahibi olmaya çalış ki onun eşsiz güzelliğini görebilesin. 2525
Her ne kadar bizim yüzümüz görünürdedir demişse de, gözün yanında söz
uzaklarda kalıyor. Sudan, topraktan yaratılan insanın suretinde (cisminde)
gönül nuru yoktur. Onun asıl niteliğine dair kimse bir şey bilmiyor, gerçi bir
çok vasıflandırmalar, tarifler yapılmıştır.
Fakat yüzünü görmedikçe anlatımıyla yetinilmiyor, ceset vücuttan ayrılmı-
yor.
Acaba o tanımlanan nasıldır, diyerek onu görmek hevesi bir türlü dinmiyor. 2530
Yokluk bilmeyenin güzelliği o kadar mükemmel ki, mükemmellikte benzeri
yoktur. Böyle tanımlamalarla onu görmek, yahut gene zatını anlamak nasıl
mümkün olur? Ey hazır yemek arayan bu ham yiyecekten geç ki o, sözle
anlaşılamaz. Dünyanın binası kurulalı hal böyledir; peygamberler, resuller,
veliler,
hepsi de Huda’yı tanımlamaya, muhtelif şekillerde dile getirmeye çalıştılar. 2535
Gene de dünyanın son gününe kadar o Zat-ı Zülcelalin tanımlanma çabasından
geri kalmayacaklardır. Buna rağmen o, hiçbir sözden anlaşılamadı ve
anlaşılamaz. Öyleyse sözü bırak da can gözünü aç!
Allah’tan, kendini görecek bir göz iste! O, o gözden başkasına yüzünü göstermez.
Eğer senin gözünde nur olmazsa, güneşin nurunu nasıl görebilirsin?
İçin ilim ile dolu olsa, yine de nurlu bir göze sahip olmadıkça güneşi görebi- 2540
lir misin? Yahut yolunu doğrultmak üzere güneşin nurundan faydalanabilir
misin? Nuru görmek, karanlığı aydınlıktan seçebilmek için göz lazım (sende
bulunmayan bir şeyden nasıl harcama yapabilirsin?). Eğer sende şehvetle
şevk olmasaydı, bu iki zevki nereden anlayacaktın? (SAYFA 104)
Derununda ilim ile akıl olmasaydı o iki şeye, canına ne ile, hangi vasıtay- 2545
la ulaşacaktın? Aklı olmayan, aklı bilebilir mi, nakli anlayabilir mi? Halik’ın
yarattığı şeylerin hepsi böyledir. Eğer gönlün onları candan değerlendirerek
kendine mal ettiyse bil ki yerde gökte ne varsa hepsinin cinsi senin zatında
120
Rebabnâme
mevcuttur. Her şeyi Cenab-ı Hak senin hilkatinde belirtmiştir.
Ve o şey tarafına yüzlerce kapı açmıştır.
2550 Tâ ki oraya gelesin de onlardan faydalanasın, kanatsız olarak yükseklerde
uçasın. Sende enbiyanın nurlarından bir nur bulunmazsa onlara nasıl ve ne
şekilde yönelebilirsin? O sultanlara nasıl candan sevgili olur; canı, gönlü onlara
nasıl adarsın? Onların zikri ruhuna nasıl gıda, yahut cismin canına nasıl
feda olabilir? Eğer onlara burada arkadaş olduysan şüphe etme ki, ezelde
onlarla birlik etmişsin demektir.
2555 Velilere dostluk ediyorsan (onları seviyorsan) bil ki, manen onlardansın.
Kendini onlardan başka görme! Zahiren, batınen onların aynısın. Çünkü sende
Hak’tan bir nur vardır. Gözünü aç, kendine iyi bak! Sende böyle bir nur
olunca da Hakk’ın yüzünü perdesiz görmüş olursun. Bundan dolayı Cenab-ı
Peygamber Efendimiz (veyahut Hazret-i Ali): “Men arafe nefsehu fekad arafe
rabbehu” (Kendini bilen, Allah’ı bilir.) buyurmuşur.
2560 İçinde Hakk’ın nurunu gördükten sonra o nur, sana kılavuz olur. Seni o asıl
tarafına doğru götürür ki, can onunla vardır. Onda iyilik, kötülük, renk, kabuk
gibi şeyler düşünülemez. Ondan sonra sen kendini iyi bil ki, bu cisim
testisindeki su, o deryanın suyudur.
İstediğin isteğinde gizlidir. Çünkü arayıp sorman buna bağlıdır.
2565 Haydi! İstediğin, istemendedir. Mihnet içinde gizlenmiş rahat gibi. Hamal
yüke talip olur, her ne kadar zahmetli iş ise de. Hamallar yükü birbirinden
kaparlar. Bilirler ki, bu zahmetin sonunda rahat vardır. Her sanatın dış yüzü
zahmetlidir, fakat o zahmetin altında rahmet hazinesi gömülüdür. İbadet de
vücut için zorluktur. Onda da ruh için gizli rahatlar vardır.
2570 O sıkıntılarla cennet hazinesi alınır. Hangi akıllı bu hazineyi elden kaçırmaya
razı olur? Sonra, istediğinin, isteyeceğin kadar olacağını bil! Hak erlerinin
buldukları isteklerine göredir. Sende heves arttıkça istediğine daha fazla
elin erişir.
Tamamen istek olursan, tamam olursun. Kendinden geçme sebebiyle sen o
olursun. Ondan sonra senin niteliğin “Ene’l Hak” olur. İçte dışta senden baş-
ka bir şey kalmaz.
2575 Gayrı kalmayınca şeksiz, şüphesiz o olur; iyi olsa da kötü olsa da. İyi kötü senin
aklına nispetledir. Hakk’a nispet edilince herşey iyidir. (SAYFA 105)
MAKALE 42
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydirler. Zira hepsi
de onun kudret ve sanatının eseridir. Mesela bir nakkaş ki, iyi nakışlar yapmaya
muktedir, fakat fena nakışlar yapamıyor. Bu nakkaş, hem iyi, hem de
fena nakışlar yapmaya muktedir olan nakkaşa nispetle yetersizdir. Şimdi iyi
kötü, güzel çirkin, mademki Hakk’ın kudretinin mükemmelliğini ve sanatını
tecelli ettiriyor, bu itibarla aralarında fark yoktur. Çünkü hepsi de bir amaca
hizmet ediyor. Fakat bu noktadan bakılmazsa bunlar elbette eşit değildirler.
Bu makale şunu da ifade edecektir ki, Huda’nın zıttı yoktur. “La zıdda ve
la nidde leh”tir.49 Çünkü iki zıttan biri vücut bulunca diğeri yok olur. Sıcak
soğuk, hastalık sağlık, hayat ölüm, tatlı acı vesaire gibi. Hak Teala Hazretleri
bütün zıtların mucididir. Her şeyin varlığı ondandır. Kendi varlığının zıddı
nasıl olabilir? Bu, imkansızdır.
Küfür olsun, İslam olsun, Huda’dan ne gelirse o iyidir. Hamdü sena et! Her
ikisi de Allah’a birdir, şeriki yoktur de. Herkesi istemeden zengin eden odur.
İyi, kötü her şey Hakk’ın sanatını açığa çıkarır, şirki, candan ve gönülden sö-
küp atar.
Her biri kendince şehadet ediyor ki “Ondan başka ilah yoktur.” Hak Teala 2580
Hazretleri vahittir, kendi sanatıyla yeri göğü, kadını erkeği meydana getirmiştir.
O, neyi emrederse o olur. Gerek iyi, gerek kötü bütün nakışların, suretlerin
mucidi odur. Hepsinin Hakk’a göre durumu birdir. Bunu ölçüt bil!
Tereddüt etme! Fena nakış der: “Allah buna da kadirdir. Gerçi iyi nakışlar da
ondan ortaya çıkıyor.”
Değil mi ki, her ikisi de ondan meydana geliyor? Her ikisi de onun padişahlı- 2585
ğını ilan ediyor demektir. Bu itibarla ikisi bir hizmette bulunuyorlar demektir.
İkisinden de halk eşit olarak faydalanıyor. Halk, bunları görünce der ki:
“Ey Vahid-i Hakiki, ey iyi, kötü nakışlar yapmaya kadir olan Rabbimiz! Sen,
hem güzel hem de çirkin nakışlar yapmaya güç yetirirsin! Bunu senden baş-
ka kim yapabilir? İyi, kötü, senin huzurunda fermanına tabi çavuşlar gibidir.”
Dilsiz oldukları halde derler:
“Ey gafiller güruhu, uyanın! Canıgönülden şaha itaat edin de, sanattan sanat- 2590
çı tarafına ulaşın! Yazıklar olsun ona ki, gaflet meyvesiyle oyalandı. Ey basiret
sahipleri, ibret alınız!” Çünkü ibret, iş adamının (akıllı kimsenin) özelliğidir.
Aklı olan kimse sanatın sanatkarını alır, bunlar aracılığıyla kanatlanarak
melekler gibi sanatkara doğru uçar. İlahi sanatkarlık, dünyanın karanlık gecelerinde
ona kılavuzluk eder, yolunu doğrultur.
İbret kanadıyla Kaf Dağı tarafına uçar, Anka gibi oralarda dolaşır. Ten per- 2595
desi olmaksızın, ruh gibi Hakk’ın sırat-ı müstakimi üzerinde yürür. (SAYFA 106)
Elsiz ayaksız olduğu halde seferde ayağı kaymadan, yolunu şaşırmadan
menzile erişir. Nihayet orada kalır. O mercide ki, orası can atı için ne güzel
49 Zıddı ve dengi yoktur.
121
Sultan Veled
mevcuttur. Her şeyi Cenab-ı Hak senin hilkatinde belirtmiştir.
Ve o şey tarafına yüzlerce kapı açmıştır.
2550 Tâ ki oraya gelesin de onlardan faydalanasın, kanatsız olarak yükseklerde
uçasın. Sende enbiyanın nurlarından bir nur bulunmazsa onlara nasıl ve ne
şekilde yönelebilirsin? O sultanlara nasıl candan sevgili olur; canı, gönlü onlara
nasıl adarsın? Onların zikri ruhuna nasıl gıda, yahut cismin canına nasıl
feda olabilir? Eğer onlara burada arkadaş olduysan şüphe etme ki, ezelde
onlarla birlik etmişsin demektir.
2555 Velilere dostluk ediyorsan (onları seviyorsan) bil ki, manen onlardansın.
Kendini onlardan başka görme! Zahiren, batınen onların aynısın. Çünkü sende
Hak’tan bir nur vardır. Gözünü aç, kendine iyi bak! Sende böyle bir nur
olunca da Hakk’ın yüzünü perdesiz görmüş olursun. Bundan dolayı Cenab-ı
Peygamber Efendimiz (veyahut Hazret-i Ali): “Men arafe nefsehu fekad arafe
rabbehu” (Kendini bilen, Allah’ı bilir.) buyurmuşur.
2560 İçinde Hakk’ın nurunu gördükten sonra o nur, sana kılavuz olur. Seni o asıl
tarafına doğru götürür ki, can onunla vardır. Onda iyilik, kötülük, renk, kabuk
gibi şeyler düşünülemez. Ondan sonra sen kendini iyi bil ki, bu cisim
testisindeki su, o deryanın suyudur.
İstediğin isteğinde gizlidir. Çünkü arayıp sorman buna bağlıdır.
2565 Haydi! İstediğin, istemendedir. Mihnet içinde gizlenmiş rahat gibi. Hamal
yüke talip olur, her ne kadar zahmetli iş ise de. Hamallar yükü birbirinden
kaparlar. Bilirler ki, bu zahmetin sonunda rahat vardır. Her sanatın dış yüzü
zahmetlidir, fakat o zahmetin altında rahmet hazinesi gömülüdür. İbadet de
vücut için zorluktur. Onda da ruh için gizli rahatlar vardır.
2570 O sıkıntılarla cennet hazinesi alınır. Hangi akıllı bu hazineyi elden kaçırmaya
razı olur? Sonra, istediğinin, isteyeceğin kadar olacağını bil! Hak erlerinin
buldukları isteklerine göredir. Sende heves arttıkça istediğine daha fazla
elin erişir.
Tamamen istek olursan, tamam olursun. Kendinden geçme sebebiyle sen o
olursun. Ondan sonra senin niteliğin “Ene’l Hak” olur. İçte dışta senden baş-
ka bir şey kalmaz.
2575 Gayrı kalmayınca şeksiz, şüphesiz o olur; iyi olsa da kötü olsa da. İyi kötü senin
aklına nispetledir. Hakk’a nispet edilince herşey iyidir. (SAYFA 105)
MAKALE 42
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydirler. Zira hepsi
de onun kudret ve sanatının eseridir. Mesela bir nakkaş ki, iyi nakışlar yapmaya
muktedir, fakat fena nakışlar yapamıyor. Bu nakkaş, hem iyi, hem de
fena nakışlar yapmaya muktedir olan nakkaşa nispetle yetersizdir. Şimdi iyi
kötü, güzel çirkin, mademki Hakk’ın kudretinin mükemmelliğini ve sanatını
tecelli ettiriyor, bu itibarla aralarında fark yoktur. Çünkü hepsi de bir amaca
hizmet ediyor. Fakat bu noktadan bakılmazsa bunlar elbette eşit değildirler.
Bu makale şunu da ifade edecektir ki, Huda’nın zıttı yoktur. “La zıdda ve
la nidde leh”tir.49 Çünkü iki zıttan biri vücut bulunca diğeri yok olur. Sıcak
soğuk, hastalık sağlık, hayat ölüm, tatlı acı vesaire gibi. Hak Teala Hazretleri
bütün zıtların mucididir. Her şeyin varlığı ondandır. Kendi varlığının zıddı
nasıl olabilir? Bu, imkansızdır.
Küfür olsun, İslam olsun, Huda’dan ne gelirse o iyidir. Hamdü sena et! Her
ikisi de Allah’a birdir, şeriki yoktur de. Herkesi istemeden zengin eden odur.
İyi, kötü her şey Hakk’ın sanatını açığa çıkarır, şirki, candan ve gönülden sö-
küp atar.
Her biri kendince şehadet ediyor ki “Ondan başka ilah yoktur.” Hak Teala 2580
Hazretleri vahittir, kendi sanatıyla yeri göğü, kadını erkeği meydana getirmiştir.
O, neyi emrederse o olur. Gerek iyi, gerek kötü bütün nakışların, suretlerin
mucidi odur. Hepsinin Hakk’a göre durumu birdir. Bunu ölçüt bil!
Tereddüt etme! Fena nakış der: “Allah buna da kadirdir. Gerçi iyi nakışlar da
ondan ortaya çıkıyor.”
Değil mi ki, her ikisi de ondan meydana geliyor? Her ikisi de onun padişahlı- 2585
ğını ilan ediyor demektir. Bu itibarla ikisi bir hizmette bulunuyorlar demektir.
İkisinden de halk eşit olarak faydalanıyor. Halk, bunları görünce der ki:
“Ey Vahid-i Hakiki, ey iyi, kötü nakışlar yapmaya kadir olan Rabbimiz! Sen,
hem güzel hem de çirkin nakışlar yapmaya güç yetirirsin! Bunu senden baş-
ka kim yapabilir? İyi, kötü, senin huzurunda fermanına tabi çavuşlar gibidir.”
Dilsiz oldukları halde derler:
“Ey gafiller güruhu, uyanın! Canıgönülden şaha itaat edin de, sanattan sanat- 2590
çı tarafına ulaşın! Yazıklar olsun ona ki, gaflet meyvesiyle oyalandı. Ey basiret
sahipleri, ibret alınız!” Çünkü ibret, iş adamının (akıllı kimsenin) özelliğidir.
Aklı olan kimse sanatın sanatkarını alır, bunlar aracılığıyla kanatlanarak
melekler gibi sanatkara doğru uçar. İlahi sanatkarlık, dünyanın karanlık gecelerinde
ona kılavuzluk eder, yolunu doğrultur.
İbret kanadıyla Kaf Dağı tarafına uçar, Anka gibi oralarda dolaşır. Ten per- 2595
desi olmaksızın, ruh gibi Hakk’ın sırat-ı müstakimi üzerinde yürür. (SAYFA 106)
Elsiz ayaksız olduğu halde seferde ayağı kaymadan, yolunu şaşırmadan
menzile erişir. Nihayet orada kalır. O mercide ki, orası can atı için ne güzel
49 Zıddı ve dengi yoktur.
122
Rebabnâme
meradır. Yazık o cana ki, bunun aksinedir. Öyle bir huzurdan mahrum ve
uzak olur.
2600 Eşkıyalığından dolayı rehber, ona yol kesici; lütuf ve vefa, kahır ve cefa olmuştur.
Bu şahıs oradan daha yükseklere çıkacağı yerde başını bu dünyaya
çevirir. Gözleri bu seyirden nurlanacakken, bu gafilin gözlerine daha ziyade
karanlık ve körlük gelir.
Hakk’ın sanatı, akıllılar için uyanıklık vasıtasıdır. Cahiller için gaflet ve hastalık
vesilesidir. Akıllı, dünyadan ahirete gider, gafil, dünyada gam içinde
boğulur kalır.
2605 “Yüzümü dünyaya nasıl çeviririm? Bu güzel İrem bağlarına (Hakk’ın yaratı-
cılığını seyir âlemine) nereden düştüm?” diye canı sıkılır.
Gecesi gündüzü hep dünya kaygısıyla geçer ki, acaba refah ve serveti daha
ziyade artırmak için hangi vasıtaya başvursam diye.
Çirkin hırsı anbean artar, sürekli hırs hevası içinde yürür. Hırs içgüdüsüyle
birçok işlere el atar. Şarap içmeden hırs ile sarhoş olur. Şuna buna ne suretle
yüz suyu döküp de göze gireceğim diye bin türlü hile ve oyun kullanır.
2610 Emellerine nail olduktan sonra da bunlar ziyana uğrar, eksilir korkusuyla
yanar yakılır. Eğer servet ve refahça benden daha üstünü olursa yazık bana!
O vakit halim nice olur der. Bu konularda emniyet altına alındıktan sonra
yeni yeni endişeler içini kemirmeye başlar: “Nihayet ölüp dünyadan gidece-
ğim, bu vücut kabre girecektir. Acep ondan sonraki halim n’olacak?”
Cenab-ı Hak beni cennete mi koyacak, yoksa cehenneme mi atacak?
2615 Cennete layık olmadığım besbelli. Oraya gideceklerin yüreği tertemiz olacak.
Dünya sevgisi canı, gönlü Hak’tan habersiz etti, yolları kapattı. Bundan
dolayı bizden kulluk ortaya çıkamıyor ki bizi o hayata eriştirsin. Dünyadan
gelen hayat geçicidir. İbadetten yayılan sağlık sürekli ve rabbanîdir. O, baki
kalmadı, kalmaz. Bu ebedi, baki kalır. Böyle hayata sahip olan, bir yere sığ-
maz.
2620 Himmeti böyle yüksek olanlar, değil mezara, dünyaya sığmaz. Dünyanın bir
yarığına nereden sığacak. O, dünyayı yarıp gideceği zaman, onun nuruyla
dağ taş bütün cihan dolmuştur. Böyle bir arslan mezara nereden sığacak? Sü-
leyman, karınca deliğine girebilir mi?
Haydi! Süleyman’ı kendin gibi karınca görme ki, karınca gibi hakir olmayasın!
Ey kul! Kendini şahla kıyas etme! Saman çöpünü aya kim benzetir? (Ne
münasebet).
2625 Bunu iyi bil ki, her kim sanatta kaldı, ahmaklık ederek sanatkar tarafına
yönelmedi. Daima mahzun ve kedere batmış oldu. Dünyada ona gamdan,
elemden başka bir şey yoktur. Zaten dünya baştan başa gamdır. O, dünya
sevgisini gönlüne yerleştirdiği için gam içinde kaldı. Dünyada gamdan baş-
ka bir şey elde etmediği gibi, ahirette de gama battı.
(SAYFA 107) Fakat o akıllı ki aşkla bu eserlerden sanatçı tarafına yüz döndürdü.
Her zaman sanattan sanatçı tarafına uçar, gönül malını birer birer oraya gö- 2630
türür. Gönül malı ki, akıl ve kuvvetten ibarettir. Oraya götürür ki, emniyet
ve bahtiyarlık yeridir. Mallarını yol kesicilerden muhakkak olarak kurtarır.
Çünkü onu Cenab-ı Hakk’ın eline emanet etmiştir. Kuvveti, geldiği yere gitmiştir.
Niyaz getirdiği cihetle naz tarafına geçmiştir. Katre denize düşünce
emin olur, Hak deryası tarafında kalır.
Sırrının mahfazası deryanın huzuru olur onun yanında bulundukça afetten 2635
korunur. O deryaya karışınca belirsiz olur gider. Artık bu nişan, o nişansızlık
içinde erimiştir. Kendini yitirmedikçe (kendinden geçmedikçe) kendini
bulamazsın. Her kim kendinden (geçti) fani olursa o baki kaldı, can ağacını
cennetin ortasına dikti. Ey oğul, varlığı yoklukta ara! Vuslat melekeni eksiklikte
bil!
Kulluğa gel de şahlığı gör! (Kulluğun mükafatı padişahlıktır). Öyle bir sar- 2640
hoşluğa git de ayıklığı orada seyret!
Ayıklık, sarhoşluktan gelen ayıklıktır. Yücelik, tevazûdan doğan yüceliktir.
Ey aziz! Hale ters tarafından bak, bu seferi de aksine yap. Böyle yola gittiğin
vakit, korkusuz gider, tehlikelerden emin bulunursun. Sani-i Hak, bizi yere
göğe, dokuz kat göğe haberli kılar.
İyi, kötü o sayısız nakışlar dilsiz olarak vasf-ı Huda’yı söylüyorlar. Diyorlar 2645
ki: “Biz mahlûkuz, bizim yaratıcımız vardır.” Sabahın olmasını gerektiren
bir sebep olduğu gibi cihanın yaşı, kurusu zerreler gibi hep aşk ve heva içinde
uçuşurlar. Güneşin nuru içinde uçan zerreler derler ki: “Ümmü’l-Kitap”50
“Kitabın Aslı” onun yanındadır. Dilsiz olarak Hakk’ı tespih ederler, kazmasız
külünksüz, şirki göklerden kazarlar, atarlar.
Eğer sen o tespihleri dinleseydin, ayaksız olarak (yalınayak) arzın bahçele- 2650
rine koşardın. Orada sayısız ilginçlikler seyrederdin, sağdan, soldan, üstten,
alttan (her taraftan) onların hepsi de gizli, açık zikir edenlerdir, cümlesi de
dilsiz, ifadesiz şükredenlerdir. Hepsi de derler ki: “Allah’tan başka Allah,
ondan başka halik ve kadir yoktur. Bizim varlığımız, tamamen hamdü senadır.
Hep tatlıcı biziz çünkü o bizim şekerimizdir.”
Gerçi hepimiz Huda’nın sanatıyız. Fakat kimimiz aziz, kimimiz hakiriz. 2655
Eserlerin kimi soğuk, kimi sıcak, kimi eskimeye yüz tutmuş kimi yeniliğe,
kimi zahmet kimi ferah (rahat) her birinin türlü türlü dereceleri vardır. Toprak,
hava, su, ateş.
Bunlar birbirlerine zıt ve düşman değiller mi? Gerçi zıtlar buraya düşmüş
50 Ali imran suresi 3/7 O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anası-
dır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak
için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleş-
miş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
123
Sultan Veled
meradır. Yazık o cana ki, bunun aksinedir. Öyle bir huzurdan mahrum ve
uzak olur.
2600 Eşkıyalığından dolayı rehber, ona yol kesici; lütuf ve vefa, kahır ve cefa olmuştur.
Bu şahıs oradan daha yükseklere çıkacağı yerde başını bu dünyaya
çevirir. Gözleri bu seyirden nurlanacakken, bu gafilin gözlerine daha ziyade
karanlık ve körlük gelir.
Hakk’ın sanatı, akıllılar için uyanıklık vasıtasıdır. Cahiller için gaflet ve hastalık
vesilesidir. Akıllı, dünyadan ahirete gider, gafil, dünyada gam içinde
boğulur kalır.
2605 “Yüzümü dünyaya nasıl çeviririm? Bu güzel İrem bağlarına (Hakk’ın yaratı-
cılığını seyir âlemine) nereden düştüm?” diye canı sıkılır.
Gecesi gündüzü hep dünya kaygısıyla geçer ki, acaba refah ve serveti daha
ziyade artırmak için hangi vasıtaya başvursam diye.
Çirkin hırsı anbean artar, sürekli hırs hevası içinde yürür. Hırs içgüdüsüyle
birçok işlere el atar. Şarap içmeden hırs ile sarhoş olur. Şuna buna ne suretle
yüz suyu döküp de göze gireceğim diye bin türlü hile ve oyun kullanır.
2610 Emellerine nail olduktan sonra da bunlar ziyana uğrar, eksilir korkusuyla
yanar yakılır. Eğer servet ve refahça benden daha üstünü olursa yazık bana!
O vakit halim nice olur der. Bu konularda emniyet altına alındıktan sonra
yeni yeni endişeler içini kemirmeye başlar: “Nihayet ölüp dünyadan gidece-
ğim, bu vücut kabre girecektir. Acep ondan sonraki halim n’olacak?”
Cenab-ı Hak beni cennete mi koyacak, yoksa cehenneme mi atacak?
2615 Cennete layık olmadığım besbelli. Oraya gideceklerin yüreği tertemiz olacak.
Dünya sevgisi canı, gönlü Hak’tan habersiz etti, yolları kapattı. Bundan
dolayı bizden kulluk ortaya çıkamıyor ki bizi o hayata eriştirsin. Dünyadan
gelen hayat geçicidir. İbadetten yayılan sağlık sürekli ve rabbanîdir. O, baki
kalmadı, kalmaz. Bu ebedi, baki kalır. Böyle hayata sahip olan, bir yere sığ-
maz.
2620 Himmeti böyle yüksek olanlar, değil mezara, dünyaya sığmaz. Dünyanın bir
yarığına nereden sığacak. O, dünyayı yarıp gideceği zaman, onun nuruyla
dağ taş bütün cihan dolmuştur. Böyle bir arslan mezara nereden sığacak? Sü-
leyman, karınca deliğine girebilir mi?
Haydi! Süleyman’ı kendin gibi karınca görme ki, karınca gibi hakir olmayasın!
Ey kul! Kendini şahla kıyas etme! Saman çöpünü aya kim benzetir? (Ne
münasebet).
2625 Bunu iyi bil ki, her kim sanatta kaldı, ahmaklık ederek sanatkar tarafına
yönelmedi. Daima mahzun ve kedere batmış oldu. Dünyada ona gamdan,
elemden başka bir şey yoktur. Zaten dünya baştan başa gamdır. O, dünya
sevgisini gönlüne yerleştirdiği için gam içinde kaldı. Dünyada gamdan baş-
ka bir şey elde etmediği gibi, ahirette de gama battı.
(SAYFA 107) Fakat o akıllı ki aşkla bu eserlerden sanatçı tarafına yüz döndürdü.
Her zaman sanattan sanatçı tarafına uçar, gönül malını birer birer oraya gö- 2630
türür. Gönül malı ki, akıl ve kuvvetten ibarettir. Oraya götürür ki, emniyet
ve bahtiyarlık yeridir. Mallarını yol kesicilerden muhakkak olarak kurtarır.
Çünkü onu Cenab-ı Hakk’ın eline emanet etmiştir. Kuvveti, geldiği yere gitmiştir.
Niyaz getirdiği cihetle naz tarafına geçmiştir. Katre denize düşünce
emin olur, Hak deryası tarafında kalır.
Sırrının mahfazası deryanın huzuru olur onun yanında bulundukça afetten 2635
korunur. O deryaya karışınca belirsiz olur gider. Artık bu nişan, o nişansızlık
içinde erimiştir. Kendini yitirmedikçe (kendinden geçmedikçe) kendini
bulamazsın. Her kim kendinden (geçti) fani olursa o baki kaldı, can ağacını
cennetin ortasına dikti. Ey oğul, varlığı yoklukta ara! Vuslat melekeni eksiklikte
bil!
Kulluğa gel de şahlığı gör! (Kulluğun mükafatı padişahlıktır). Öyle bir sar- 2640
hoşluğa git de ayıklığı orada seyret!
Ayıklık, sarhoşluktan gelen ayıklıktır. Yücelik, tevazûdan doğan yüceliktir.
Ey aziz! Hale ters tarafından bak, bu seferi de aksine yap. Böyle yola gittiğin
vakit, korkusuz gider, tehlikelerden emin bulunursun. Sani-i Hak, bizi yere
göğe, dokuz kat göğe haberli kılar.
İyi, kötü o sayısız nakışlar dilsiz olarak vasf-ı Huda’yı söylüyorlar. Diyorlar 2645
ki: “Biz mahlûkuz, bizim yaratıcımız vardır.” Sabahın olmasını gerektiren
bir sebep olduğu gibi cihanın yaşı, kurusu zerreler gibi hep aşk ve heva içinde
uçuşurlar. Güneşin nuru içinde uçan zerreler derler ki: “Ümmü’l-Kitap”50
“Kitabın Aslı” onun yanındadır. Dilsiz olarak Hakk’ı tespih ederler, kazmasız
külünksüz, şirki göklerden kazarlar, atarlar.
Eğer sen o tespihleri dinleseydin, ayaksız olarak (yalınayak) arzın bahçele- 2650
rine koşardın. Orada sayısız ilginçlikler seyrederdin, sağdan, soldan, üstten,
alttan (her taraftan) onların hepsi de gizli, açık zikir edenlerdir, cümlesi de
dilsiz, ifadesiz şükredenlerdir. Hepsi de derler ki: “Allah’tan başka Allah,
ondan başka halik ve kadir yoktur. Bizim varlığımız, tamamen hamdü senadır.
Hep tatlıcı biziz çünkü o bizim şekerimizdir.”
Gerçi hepimiz Huda’nın sanatıyız. Fakat kimimiz aziz, kimimiz hakiriz. 2655
Eserlerin kimi soğuk, kimi sıcak, kimi eskimeye yüz tutmuş kimi yeniliğe,
kimi zahmet kimi ferah (rahat) her birinin türlü türlü dereceleri vardır. Toprak,
hava, su, ateş.
Bunlar birbirlerine zıt ve düşman değiller mi? Gerçi zıtlar buraya düşmüş
50 Ali imran suresi 3/7 O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anası-
dır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak
için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleş-
miş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
124
Rebabnâme
bulunuyorlar, fakat hepsinin sığınağı ve kaynağı o taraftır. (SAYFA 108)
2660 Bundan dolayı Hakk’ın zıttı yoktur ki, bütün zıtlar ondan gelmiştir. O halik
ki bütün zıtların varlığı ondandır, zıttı yoktur. Çünkü bunlar hep onun icadıdır.
Zıttı icat edenin zıttı nasıl olabilir? Mevcudu ile sona erecek bir mevcut
tasavvur olunabilir mi? Bu nedenle, “La zıdda ve la nidde leh” sözü doğrudur.
Âlemde bir şey ona zıt olamaz. Çünkü zıt, zıttının vücuduyla yok olur.
Su ile ateş birleşebilir mi?
2665 Kutlu ateşin içine düşen suda mahvolur. İki şeyin birbirine zıt olması, biri
diğerinin mahvını gerektirmesindendir. Hayatını Hak’tan alan hangi varlık,
Hakk’a zıt olabilir? Bütün zıtların hayatı (varlığı) Hak’tan olunca hepsi de
onunla kaim olur. Cihanda bir kimse ona nasıl zıt olabilir ki, cennetle cehennem
onun vasıflarıdır. Her ikisi de ebedi zatın nitelikleridir. Hayır, şer, yaş,
kuru her şeyin hayatı ondandır.
2670 Dünya padişahlarının ahlâkı bazen lütuf, bazen şiddettir. Lütuf, dostlar; kabalık
düşmanlar içindir. Padişahlık bu iki şeyle kemal bulur. Bu iki özellik
saltanatın iki kanadıdır. Eğer ondan bu ikiden biri noksan (yok) olursa, onu
tek kanatlı kuş say!
Kuşun kanatlarından biri eksik olursa onda güzellik ve kuvvet kalır mı? Ku-
şun bir kanadı eksik olursa uçamaz. Ona dengeyi sağlayan iki kanattır.
2675 Mizan (ölçü-tartı), ilahi adaleti uygulattırır. Fazlayı eksikten o ayırır.
MAKALE 43
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde
bir varlıktır. Çünkü iyi kötü herşey mizanla tartılır.
Eksiklik, fazlalık onunla belli olur. (Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân)51
Hak Teala Hazretleri, derecesi engin olan semayı refetti (yükseltti).
Yükseklere çıkardı. Semadan yüksek olan mizanı, bol lütuf ve kereminden
dolayı yükseltti, aşağıya indirdi.
Terazi, yalnız çarşı ve pazarlarda gördüğümüz teraziler değildir. Terazi
farklı ve üstün olanı belirleyip ayırma aracıdır ki her şey onunla tartılır. Belki
çarşı terazileri de ondan çıkarılmıştır.
Bu makalede şu da ifade edilecektir:
Hak Teala Hazretlerinin kullarından uzaklığı cimrilikten değil, son derecede
eli açıklık ve sonsuz cömertlik eseridir. Nasıl ki, güneşin dördüncü tabaka
semada bulunması da böyledir. Kabul edelim ki eğer üçüncü tabakada
bulunsaydı, bütün âlemi yakar, yeryüzünde bir tek ot bitmezdi.
Şu halde uzakta bulundurması rahmet ve şefkat eseridir. Bunun gibi, Hak
Teala Hazretlerinin Musa Aleyhisselam’a yüzünü göstermeyip de “Len
terani”52 buyurması cimriliğinden değildir. Belki sonsuz lütuf ve cömertliğinden
ileri gelmiştir. Bunun cimrilikten olmadığını Musa Aleyhisselam’a göstererek
(SAYFA 109) teselli etmek istediğinden dağa tecelli buyurdu. Dağ Musa’nın
gözü önünde zerre zerre dağıldı. Musa Aleyhisselam anladı ki, Hak Teala’nın
yüzünü örtmesi kendi hakkında tam rahmet ve sırf iyilikmiş.
Doğruluk daima mizandan gelir, sadakat ve mertlik de şüphe yoktur ki mertlerden
beklenir. Mizanın mevkii çok yüksektir. Ey akıllı, buna iyice dikkat et
ve anla! Mizan, bu pazarlarda görülen teraziler değildir, Allah’ın ilminden
doğmuş bir şeydir.
O ilim, Hak Teala Hazretlerinden hiç ayrılmaz. O nurun daima ışığı canlarda
mevcuttur.
O temyiz (iyiyi kötüden ayırabilme) yeteneği müminin kalbinde vardır. Ona 2680
gizli şeylere karşı kılavuzluk eder. Mümin o kuvvetle kendini insan ve cinden
ayırır ve iyiyi kötüden seçer. Onunla herkes de ne olduğunu bilir ve herkesin
kim (nasıl) olduğunu görür, anlar.
Bütün halkı onunla tartar, hepsinin mertebesi onun yanında belli olur. İfade
edilen her sözü bilir, kesin bilgiyi zandan ayırmaya güç yetirir.
Bu pazarlarda gördüğümüz teraziler o keyfiyetsiz (şekilsiz, biçimsiz) tera- 2685
ziden çıkarılmış olsa gerektir. Hepsini o mizandan çıkarmışlar, onlara gör-
51 Rahman suresi 55/7 Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
52 A’raf suresi 7/143 Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini)
göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde
durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da
baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim”
dedi.
125
Sultan Veled
bulunuyorlar, fakat hepsinin sığınağı ve kaynağı o taraftır. (SAYFA 108)
2660 Bundan dolayı Hakk’ın zıttı yoktur ki, bütün zıtlar ondan gelmiştir. O halik
ki bütün zıtların varlığı ondandır, zıttı yoktur. Çünkü bunlar hep onun icadıdır.
Zıttı icat edenin zıttı nasıl olabilir? Mevcudu ile sona erecek bir mevcut
tasavvur olunabilir mi? Bu nedenle, “La zıdda ve la nidde leh” sözü doğrudur.
Âlemde bir şey ona zıt olamaz. Çünkü zıt, zıttının vücuduyla yok olur.
Su ile ateş birleşebilir mi?
2665 Kutlu ateşin içine düşen suda mahvolur. İki şeyin birbirine zıt olması, biri
diğerinin mahvını gerektirmesindendir. Hayatını Hak’tan alan hangi varlık,
Hakk’a zıt olabilir? Bütün zıtların hayatı (varlığı) Hak’tan olunca hepsi de
onunla kaim olur. Cihanda bir kimse ona nasıl zıt olabilir ki, cennetle cehennem
onun vasıflarıdır. Her ikisi de ebedi zatın nitelikleridir. Hayır, şer, yaş,
kuru her şeyin hayatı ondandır.
2670 Dünya padişahlarının ahlâkı bazen lütuf, bazen şiddettir. Lütuf, dostlar; kabalık
düşmanlar içindir. Padişahlık bu iki şeyle kemal bulur. Bu iki özellik
saltanatın iki kanadıdır. Eğer ondan bu ikiden biri noksan (yok) olursa, onu
tek kanatlı kuş say!
Kuşun kanatlarından biri eksik olursa onda güzellik ve kuvvet kalır mı? Ku-
şun bir kanadı eksik olursa uçamaz. Ona dengeyi sağlayan iki kanattır.
2675 Mizan (ölçü-tartı), ilahi adaleti uygulattırır. Fazlayı eksikten o ayırır.
MAKALE 43
Bu makalede şu beyan olunacaktır:
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde
bir varlıktır. Çünkü iyi kötü herşey mizanla tartılır.
Eksiklik, fazlalık onunla belli olur. (Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân)51
Hak Teala Hazretleri, derecesi engin olan semayı refetti (yükseltti).
Yükseklere çıkardı. Semadan yüksek olan mizanı, bol lütuf ve kereminden
dolayı yükseltti, aşağıya indirdi.
Terazi, yalnız çarşı ve pazarlarda gördüğümüz teraziler değildir. Terazi
farklı ve üstün olanı belirleyip ayırma aracıdır ki her şey onunla tartılır. Belki
çarşı terazileri de ondan çıkarılmıştır.
Bu makalede şu da ifade edilecektir:
Hak Teala Hazretlerinin kullarından uzaklığı cimrilikten değil, son derecede
eli açıklık ve sonsuz cömertlik eseridir. Nasıl ki, güneşin dördüncü tabaka
semada bulunması da böyledir. Kabul edelim ki eğer üçüncü tabakada
bulunsaydı, bütün âlemi yakar, yeryüzünde bir tek ot bitmezdi.
Şu halde uzakta bulundurması rahmet ve şefkat eseridir. Bunun gibi, Hak
Teala Hazretlerinin Musa Aleyhisselam’a yüzünü göstermeyip de “Len
terani”52 buyurması cimriliğinden değildir. Belki sonsuz lütuf ve cömertliğinden
ileri gelmiştir. Bunun cimrilikten olmadığını Musa Aleyhisselam’a göstererek
(SAYFA 109) teselli etmek istediğinden dağa tecelli buyurdu. Dağ Musa’nın
gözü önünde zerre zerre dağıldı. Musa Aleyhisselam anladı ki, Hak Teala’nın
yüzünü örtmesi kendi hakkında tam rahmet ve sırf iyilikmiş.
Doğruluk daima mizandan gelir, sadakat ve mertlik de şüphe yoktur ki mertlerden
beklenir. Mizanın mevkii çok yüksektir. Ey akıllı, buna iyice dikkat et
ve anla! Mizan, bu pazarlarda görülen teraziler değildir, Allah’ın ilminden
doğmuş bir şeydir.
O ilim, Hak Teala Hazretlerinden hiç ayrılmaz. O nurun daima ışığı canlarda
mevcuttur.
O temyiz (iyiyi kötüden ayırabilme) yeteneği müminin kalbinde vardır. Ona 2680
gizli şeylere karşı kılavuzluk eder. Mümin o kuvvetle kendini insan ve cinden
ayırır ve iyiyi kötüden seçer. Onunla herkes de ne olduğunu bilir ve herkesin
kim (nasıl) olduğunu görür, anlar.
Bütün halkı onunla tartar, hepsinin mertebesi onun yanında belli olur. İfade
edilen her sözü bilir, kesin bilgiyi zandan ayırmaya güç yetirir.
Bu pazarlarda gördüğümüz teraziler o keyfiyetsiz (şekilsiz, biçimsiz) tera- 2685
ziden çıkarılmış olsa gerektir. Hepsini o mizandan çıkarmışlar, onlara gör-
51 Rahman suresi 55/7 Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
52 A’raf suresi 7/143 Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini)
göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde
durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da
baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim”
dedi.
126
Rebabnâme
düğünüz şekil ve suretleri vermişlerdir. O, levh-i mazhfuzdan, arştan daha
yüksektir. Yere, insan ve cinler üzerine nurunu salmıştır. O, Hak Teala’nın
lütuf ve keremiyle gönüllerde parlıyor, sanki o iremden (cennetten) buraya
(dünyaya) gönderilmiş bir güldestedir. Nasıl ki güneş, dördüncü kat semadan
nurunu bize eriştiriyor.
2690 Güneşten, belki yedinci kat semadan daha yüksek olan mizan da böyledir. O
yüce âlemden bu alçak cihana şunun için indirilmiştir ki, bu çirkin ve aldanma
dolu dünyada bizim canımız da ondan mahrum kalmasın. Bu aşağıdaki
âlemde, o yüksek âlemden daima can (hayat) nimeti alalım ve yiyelim. O
şahın lütuf ve keremi sonsuzdur, yolunu yitirmişlerin hepsini haberdar eder
(yolunu doğrultur).
2695 Kemali lutfundan cehalet üzerine ilim yayar, gazap kaynağından yumu-
şaklık çıkarır. Nasıl ki güneş, dördüncü kat semadan nurunu bize yolluyor.
Onun visalinden mahrum kalmasınlar diye bize gücümüz ölçüsünde nur sa-
çıyor. Güneşin bize gelen harareti, bizim dayanabileceğimiz derecededir.
Yoksa ondaki hararete güç yetmez. Merhametinden dolayı o hararetten bize
bu kadarını indiriyor. Hepimiz bu hararetle gıdalanmaktayız.
2700 Eğer fazla hararet gönderse âlem harap olur. Ne dağ, ne derya, ne de toprak
hiç bir şey kalmaz. Şu halde bizden uzaklığı cimriliğinden değil, lütfundandır.
Tâ ki bu uygun sıcaklıkla bize şarap ve meze; yiyecek ve içecek yetiştirsin.
Onun bu cömertliğinden türlü türlü nimetler ortaya çıkıyor. Şu halde bu
uzaklık bizim için cömertliğin ta kendisidir, sonsuz derecede lütuf ve inayettir.
Bundan dolayı yakından yüz göstermiyor.
(SAYFA 110) Hak Teala Hazretlerinin kullarından uzaklığı da böyledir. Bu uzaklık
kullar için hışım ve gazap değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder