2 Haziran 2016 Perşembe

Mesnevi Hz Mevlana Celaleddin

Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha!
Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zeka taslamak iblis’tendir, aşk Âdem’den!
Akıl ve zeka denizde yüzgeçliğe benzer... bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider!
Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç...bu ırmak değil; denizdir deniz!

1405. Hem de öyle sığınılacak bir yeri olmayan uçsuz bucaksız deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapı verir!
Aşk, ileri gidenler için bir gemiye benzer...gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur.
Aklı zekayı sat da hayranlığı satın al... akıl ve zeka zandır, hayranlıksa bakış görüş!
Aklı Mustafa’nın önünde kurban et...Hasbiyallah de, yani Allah’m bana yeter!
Kenan gibi gemiden baş çekme... ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.

1410. Ben yüce bir dağın üzerine çıkar kurtulurum, neden Nuh’a minnet edeyim? Dedi.
A akılsız nasıl olurda onun minnetini çekmezsin! Allah bile onun mihnetini çekmekte.
Nasıl olur canımız ona minnettar olmaz! Allah bile ona şükretmede, minnet etmede!
A hasetle dolu mağrur kişi, onun minnetini Allah bile çekiyor!
Keşke o yüzme öğrenmeseydi de Nuh’a minnet etse, gemiye girmeye tamah etseydi!

1415. Keşke çocuk gibi hilelere cahil olsaydı da çocuklar gibi anasına el atsa, anasına sarılsaydı!
Yahut da nakli bilgi ile az dolu olsaydı da gönlü bir velîden vahiy ilmini kapsaydı!
Böyle bir nur varken kitabı önüne açarsın vahiy ile dinlenen ruhunda seni azarlar!
Zamanın kutbunun sözüne karşı nakli ilim, bil ki su varken teyemmüm etmeye benzer!
Kendini aptal yerine koy, ona uy da yürü...ancak bu aptallıkla kurtulabilirsin!

1420. Babam, insanların padişahı, bunun için “cennetliklerin çoğu aptaldır” dedi.
Akıl ve zeka sana kibir ve gurur verir... aptal ol da gönlün doğru kalsın!
Aptallık dediğim halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir... bu aptallık, ona hayran olan adamın aptallığıdır!
Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar... bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu işte onlar aptaldır!
Aklı, dost aşkında kurban et...akılların hepside o taraftandır, odur!

1425. Akıllılar akıllarını o tarafa göndermişlerdir. Yalnız sevgili olmayan ahmak, bu tarafta kalmıştır!
Hayretle şu baştan aklın gitti mi başındaki her saç, bir baş, bir akıl kesilir!
O tarafta akla, beyne düşünce zahmeti yoktur...çünkü orada her ova, her bahçe akıl ve beyin bitirir!
Bu ovadan geçer, o taraftaki ovaya gelirsen nükteler duyarsın... oradaki bağlara, bahçelere gelirsen hurma fidanın sulanır, yeşerir!
Bu yoldaki köşkü, sayvanı, şöhreti şanı terk et... kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme!

1430. Başsız hareket eden, kuyruk olur... böyle adamın hareketi akrebin hareketine benzer!
Eğri gider, geceleri görmez, çirkindir, zehirlidir... işi gücü, temiz bedenleri dalamak ,sokmaktır!
Başını ez onun...huyu hep budur, ahlâkı hep bu ...bu huyundan vazgeçmez o!
Onun için en iyi şey, başının ezilmesidir...çünkü bu suretle can kırıntısı da o kötü tenden kurtulmuş olur!
Delinin elinden silâhı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!

1435. Fakat elinde silâhı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini... yoksa yüzlerce zarar yapar.

Kötü yaradılışlı,kişilerin bilgi,mal ve mevki sahibi olmaları kendileri için kötüdür..çünkü bu,yol kesici eşkiyanın eline kılıç vermek gibidir.

Kötü yaradılışlı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkiyanın eline kılıç vermeye benzer!
Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, adam olmayana bilgi belletmekten yeğdir.
Bilgi, mal, mevki ve hüküm, kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir.
Savaş delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar diye müminlere farz olmuştur.

1440. Onun canı delidir, teni de elindeki kılıçtır... o çirkin huylunun elindeki kılıcı al!
Bilgisizlere, geçtikleri mevkiin yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz!
Çünkü ayıbı gizliyken meydan bulur da yılanı, delikten çıkar, sahralara uğrar!
Cahil kötü hükümler yürüten bir padişah oldu mu bütün ova yılanla, akreple dolar!
Adam olmayanın eline bir mal ve mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliğini dileyen kendisidir.

1445. Çünkü o ya hasisliğe kalkışır, az verir... yahut cömertliğe girişir, yersiz ihsanlarda bulunur!
Şahı, beydak hanesine kor... ahmak, ihsanda bulundu mu ihsanı, buna benzer işte!
Hüküm, bir sapığın eline geçti mi onu mevki sanır ama hakikatte kuyuya düşmüş demektir!
Yol bilmez ,kılavuzluk etmeye kalkışır... kötü ruhu, cihanı yakar, yandırır!
Yokluk yolunun çocuğu, pirlik etmeye girişirse ardına düşenler, devletsizlik gulyabanisine çatarlar!

1450. Gel de sana ayı göstereyim der ama o nursuz pirsiz, ayı hiç görmemiştir ki!
Ömrümde ayın aksini suda bile görmemişken nasıl olurda gösterebilirsin a hamhalat, a bön!
Ahmaklar baş oldular da akıllılar başlarını kilime çektiler!

Yâ eyyühel Müzemmil’in tefsiri

Peygambere bu yüzden “Ey kilime bürünen, ey ürküp kaçan, kilimden çık!
Kilime baş çekme, yüzünü örtme... çünkü âlem şaşkın bir beden, sense bu âleme akılsın!

1455. Kendine gel de dâvaya kalkışanlardan arlanıp gizlenme... çünkü sende vahiy mumunun nurları var!
Kendine gel de geceleri kalk, çünkü ey Peygamber, mum geceleri ayakta durur!
Senin nurun olmadıkça aydın gün bile gecedir...sana sığınmadıkça aslan bile Tavşan kesilir!
Ey Mustafa, bu nur denizinde kaptanlık et... çünkü sen, ikinci Nuh’sun!
Akıllılara bir yol gösterici lâzım... Hele yol, deniz yolu olursa!

1460. Kalk da yolu vurulmuş kervana bak...her yanda kaptan kesilmiş gül yabanileri gör!
Sen, vaktin Hızır’ısın, her geminin imdadına yetişen sensin... Ruhullah gibi yalnız yürümeyi âdet edinme!
Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin, güneşe benziyorsun... bunlardan gizlenmeye, halveti bezemeye kalkışma!
Halvet zamanı değil topluluğa gel! Ey Peygamber, hidayet, Kaf Dağına benzer, sense Hümasın!
Dolunay, gökyüzünde geceleri yürür... köpeklerin sesi yüzünden yürüyüşünü bırakmaz.

1465. Kınayanlar, senin dolunayına karşı köpeklere benzerler... sana karşı ürüyüp dururlar!
Bu köpekler, “ Susun, dinleyin” emrine karşı sağırdırlar... ahmaklıklarından senin dolunayına karşı hav havlayıp durmaktalar!
Ey şifa, hastayı terk etme... Ey şifa hastayı terk etme... sağıra kızıp körün sopasını bırakma!
Sen demedin mi ki “Körü, yolda tutup yeden Allah’dan yüzlerce ecir alır, yüzlerce sevaba girer!
Kim bir kötü kırk adım yederse günahları bağışlanır, doğru yolu bulur!”

1470. Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin... âhir zamanın yasına neşesin sen!
Ey takva sahiplerinin imamı, bu hayallere kapılanları, yakîn makamına kadar götür!
Kim gönlünden sana karşı bir hile, bir düzen düşünürse onun boynunu ben vururum, sen tasalanma, neşelen, neşeli neşeli yürü!
Onun körlüğüne körlükler katarım... o, şeker sanır ama ben ona zehir veririm!

1475. Akıllar benim nurumla parlar, aydınlanır... hileler, benim hilemden öğrenilir!
Âlemdeki erkek fillerin ayaklarına göre Türkmenin kara çadırı nedir ki?
Ey benim en ulu Peygamberim, onun mumu, kasırgama karşı nedir?
Derhal korkunç sûr sesiyle kalk da binlerce ölü, topraktan çıksın!
Sen vaktin israfilisin; doğruca kalk da kıyametten önce bir kıyamet kopar!

1480. Kim,hani,nerede kıyamet?derse a güzelim,kendini göster,işte kıyamet benim de!
Ey mihnetlere düşmüş de soru soran kişi, dikkat et, bak da gör. Bu kıyametten yüzlerce âlem kopmada!
Bu zikir ve kunut ehli olmasa ahmağın sorusuna verilecek cevap sükûttan ibarettir padişahım!Duamız kabul edilmeyince Allah göğünden isteğimize sükûtla cevap verilir canım!
Harman devşirme zamanı geldi ama yazıklar olsun... gün bahtımız yüzünden geçti gitti!

1485. Gün dar... halbuki bu söz, o kadar geniş ki bütün bir ömür bile ona az gelir!
Bu daracık çukurlarda mızrak oyununa girişmek, bu oyunu oynayanları utandırır!
Vakit dar... fakat oğul, halkın hatırı ve anlayışı da vakitten yüz kere daha dar!
Ahmağın cevabı, mademki sükûttur... ne diye sözü uzatıp durursun?
Allah rahmetinin yüceliği ve kerem denizinin dalgalanması yüzünden her çorak yere yağmur yağdırıp ıslatmada!

Cevap vermemek de cevaptır sözü,ahmağa verilecek cevap susmaktır sözünü tekideder..her ikisi de bu hikâyeyle anlatılmaktadır.

1490. Bir padişahın aklı ölmüş, şehveti diri bir kölesi vardı.
Padişahın ince hizmetlerini bırakır, kötü düşüncelere dalar, fakat yaptığını iyi sanırdı!
Padişah nafakasını azaltın... söylenir dırlanırsa adını kullar arasından silin dedi.
Kölenin aklı azdı, hırsı çok... nafakasını az görünce kızdı, serkeşleşti.
Aklı olsaydı kendi kendinin etrafında döner dolaşır, düşünür taşınır da suçunu görür, kendisini affettirirdi.

1495. Eşekliği yüzünden bir ayağı bağlanmış eşek serkeşliğe kalkıştı mı iki ayağı da boynuna bağlanır!
Eşek, bana bir bağ kâfidir derse aldırış etme! Çünkü bu iki bağ, o bayağı hayvanın hareketi yüzünden bağlanmıştır!

Mustafa aleyhisselâm ‘’Ulu Allah melekleri yarattı,onlara akıl verdi..hayvanları yarattı,onlara hem akıl verdi hem şehvet.Kimin aklı,şehvetinden üstün olursa meleklerden daha yücedir..kimin şehveti aklından üstünse hayvanlardan aşağıdır’’dedi;bu hadisin tefsiri

Hadiste gelmiştir: Ulu Allah, halkı üç çeşit yarattı.
Bir bölüğü, tamamı ile akıldan, bilgiden ve cömertlikten ibaret... bunlar meleklerdir, secdeden başka bir iş bilmezler!
Yaradılışlarında hırs ve heva yoktur... mutlak nurdur onlar, Allah aşkıyla dirilmişlerdir.

1500. Bir bölüğü ise bilgisizdir... hayvan gibi ot otlamakla semirirler.
Onlar, ahırdan, ottan başka bir şey görmezler... kötülükten de gafildirler, yücelikten, iyilikten de!
Üçüncü bölükse Ademoğullarıdır, insanlardır. Bunları yarı yaradılışları bakımından melektirler, yarı yaradılışları bakımından eşek!
Eşek olan yarıları, aşağılığa meyleder, öbür yarıları da akla meyleder!
İlk iki bölük savaştan, çekişten anlamaz, istirahat ve huzur içindedir. Fakat bu bölük, yani insan ikisine de aykırıdır ve azap içindedir.

1505. Bu insanda sınanma yönünden bölüklere ayrılmıştır... hepsi insan şeklindedir ama üç kısımdır:
Bir kısmı, mutlak varlık olan Allah’ya dalmış, kendini kaybetmiş olanlardır... bunlar İsa gibi meleklere katılmışlardır.
Surette insandır bunlar, fakat hakikatte cebrail... kızgınlıktan heva ve hevesten, dedikodudan kurtulmuşlardır.
Riyazattan da kurtulmuşlardır, zâhitlikten ve savaştan da... sanki onlar, insanoğlundan doğmamışlardır!
İkinci kısmı eşeklere katılmış olanlardır. Bunlar kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişlerdir.

1510. Bunlardaki cebrail’lik meleklik sıfatı gitmiştir... çünkü o ev dardı, o sıfat da büyük, sığamadı, geçip gitti!
Canı olmayan adam ölür... canında bu sıfat bulunmayan kişi de eşek olur.
Çünkü bu sıfatta olmayan can bayağıdır, aşağıdır... bu sözü sofi söylemiştir, doğrudur!
O hayvanlardan da fazla can çekişir... alemde ince işlere girişir!
Onun örüp dokuduğu hile ve şeytanlık, başka bir hayvandan zuhur edemez!

1515. Altın sırmalı elbiseler dokur, denizin dibinden inciler çıkarır...
Hendese bilgilerinin en ince noktalarını bilir, yahut nücum, tıp ve felsefe bilgilerini elde eder!
Çünkü onun, ancak bu dünya ile alâkası vardır... yedinci kat göğe çıkmaya yolu yoktur.
Bütün bu bilgiler, ahır yapısına yarar... ahır da öküzle devenin varlığına destektir!
Hayvanların birkaç gün yaşamalarına yarayan bu bilgilerin adını, şu ahmaklar remizler, ince şeyler kodular.

1520. Allah yolunun, Allah durağının bilgisini ancak gönül sahibi, yahut da gönül sahibinin gönlü bilir! İşte Allah bu terkiple lâtif bir hayvan olan insanı yarattı, onu bilgilere eş etti.
O bölüğe “hayvanlar gibi” dedi... çünkü uyanıklığın uykuyla ne münasebeti var?
Hayvani ruhta ancak uyku bulunur... bu çeşit insanlarda aksine duygular vardır.
Fakat uyanıklık gelmedi de hayvani uyku kalmadı mı duygusunun aksi ve aykırı olduğunu levhten okur anlar!

1525. Uykuya dalan kişinin uyandığı zaman, rüyada gördüklerinin aksini görmesi gibi!
Hülâsa o aşağılık kişi, aşağılık âlemdendir ... onu bırak, “ Ben batanları sevmem, de!”

"Kalblerinde hastalık olanlara gelince:Kur’an,onların gönüllerindeki pisliği arttırır" ve "Allah,Kur’an daki misallerle çoğunu azdırır,çoğunu da doğru yola götürür" âyetlerinin tefsiri

Çünkü hayvani ruha sahip olan kişinin, huylarını değiştirmeye, nefsiyle savaşa girişmeye, aşağılıktan kurtulmaya istidadı vardı ama o istidadı fevtetti!
Halbuki hayvanda istidat yoktur... hayvanlıktaki özrü apaçıktır!
İnsandan yol gösteren bu istidat gitti mi ne yerse yesin eşek beynidir!

1530. Aklı arttıran bir ilâç olan belâdür yese afyon kesilir... kalp illeti ve akılsızlığı artar!
İnsanların bir bölüğüyse savaştadır..yarı hayvan,doğru yolu bulma bakımından yarı insandır!
Gece gündüz savaşta, çekiştedir bunlar... sonu yani insanlığı, önüyle yani hayvanlığıyla savaşır durur.

Aklın nefisle savaşı Mecnun’un devesiyle savaşına benzer..Mecnun’un sevdası Leylâ’dır,devenin sevdası yavrusuna...nitekim Mecnun da “ Devemin sevdası ardındakinedir,benim sevdam önümdekine..ikimiz de sevdalıyız ama sevdalarımız aykırı !" demiştir.

Bu, Mecnun’la devesine benzer... o, ileriye gitmeye savaşır, bu geriye gitmeye!
Mecnun’un sevdası, önde bulunan Leylâ’ya kavuşmak, devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak!

1535. Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi.
Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkân yoktu.
Kendisini gözetleyen akıldı... fakat aklını, Leylâ’nın sevdası kapmıştı!
Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... yularını gevşek hissetti mi,
Anlardı ki Mecnun daldı gitti... hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.

1540. Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı.
Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.
Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız... arkadaşlığa lâyık değiliz!
Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!
Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada...tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!

1545. Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... teninse diken aşkıyla deveye dönmüş!
Can, yücelere kanatlar açmada...ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!
Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti!
Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm... ömrüm geldi geçti!
Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret... halbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!

1550. Yol yakın... fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!
Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi!
Ona o geniş ova daracık bir hale geldi... kendisini bir taşlığa atıverdi!
Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi...
Kendisini yere öyle bir fırlattı ki kazara ayağı da kırıldı!

1555. Ayağını bağladı, top olurum da dedi, onun çevgânının önüne düşer, yuvarlanarak giderim!
İşte güzel sözlü hakîm, tenden inmeyen atlıya bu yüzden lânet etmiştir.
Allah aşkı, hiç Leylâ’nın aşkından az değersiz olur mu? Ona top olmak elbette daha doğru, daha yerinde!
Top ol da doğruluk yanına yat, aşk çevgâniyle yuvarlanarak git!
Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekişiyle olur... halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!

1560. Bu çeşit gidiş, gidişlerden apayrıdır... bu gidiş cinlerin gidişiyle de olmaz, insanların çalışmasıyla da!
Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir... bunu, Ahmed’in lûtfu meydana getirdi vesselâm!

Kölenin ücret azlığından şikâyet ederek padişaha yazması

Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!
O köle, nazenin padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha lâyık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!

1565. Bir bucağa git, mektubu aç, oku... bak bakalım, içindeki sözler,padişahlara lâyık olan sözler?
Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!

1570. Halbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... halbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!

1575. Asıl içine bak...çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı!
Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!

Hırsızın koca sarıklı bir fakîhin sarığını çalması,fakîhin sarığı aç,bak ne götürdüğünü anla..sonra götür diye bağırması

Bir fakîh, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince baş köşeye geçirilmesini istiyordu.

1580. Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
Parça parça bezler, yünler, deriler... hep o sarığın içine gömülmüştü.
Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.

1585. Fakîh, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı.
Fakîh arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür!
Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör!
Onu, elceğezinle bir aç, ovala da sonra götür, sana helâl ettim!
Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!...

1590. O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı!
Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.

Dünyanın dünya ehline hal diliyle,ondan vefa umanlar ve bu tamahta bulunanlara vefasızlığını söyleyerek nasihat vermesi

Fakîh dedi ki: “ Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
Dünya da böyledir işte... bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!
Bu oluş ve bozuluş âleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!

1595. Oluş der ki: İzim kutludur... ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim!
Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak!
Gündüzün güneşin yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
Dolunayı şu güzelim çardakta bir hoşça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine bak onun!
Bir oğlan, güzellikle halkın efendisi olur... olur ama yarın da bunar, halka rezil rüsvay olur!

1600. Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!
Ey yağlı, ballı yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de halâda seyret!
Pisliğe nerede senin o güzelliğin... nerede senin tabaklarda o hoş görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de!
O sana der ki: o taneydi... ben de onun tuzağıydım... sen avlanınca o tane gizlendi!
Nice parmaklar vardır ki üstatlar bile onları kıskanır ama sonunda iş işlerken tirtir titrer!

1605. Can gibi güzel baygın gözler, nihayet görmez olur, onlardan su damlamaya başlar!
Aslanların safında giden aslan gibi yiğit er, sonunda bir fareye mağlûp olur!
Sanat sahibi ve çevik istidatlı kişiye sonunda bak! İhtiyar eşeğe döner, bunar gider!
Akıllılar alan siyah ve miskler saçan kıvırcık saçlar, nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner!
Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör, sonunda da bozuluşunu, rüsvay oluşunu seyret!

1610. Önce sana tuzağını apaçık gösteren şey, sonunda ona kapılan hamların bıyığını, sakalını yoldu!
Artık dünya, beni hileleriyle aldattı...yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak...hakikatte nasıl bir tomruktur, bir zincirdir o!
Böylece bütün âlem cüzlerini say dök... hepsini önünden ve sonundan bir gör!
Kim daha ziyade sonu görürse o, daha kutludur... fakat kim ahırı görürse o daha fazla kovulmuş, sürülmüştür!

1615. Her şeyin yüzünü güzel ve parlak ay gibi gör...fakat evvelini gördükten sonra sonunu da seyret!
Seyret de kör iblise dönme... o, noksan olduğundan noksan görür, bir yanı görür de bir yanı görmez!
Âdem’in toprağını gördü de dinini görmedi... bu âlemi gören mâneviyatını görmedi.
Ey, yiğit er, erkeklerin kadınlara üstünlüğü kuvvet, kazanç ve mal mülk bakımından değildir.
Öyle olsaydı aslan ve fil, daha kuvvetli olduğu için insandan yüce, daha üstün olurdu a kör!

1620. Ey yalnız bu anı gören, erkeklerin kadınlardan üstün olması erkeğin kadına nazaran daha ziyade sonu görür olmasındandır!
Erkek, işin sonunu göremezse işin sonunu görenlere nazaran kadın gibi noksan sayılır!
Âlemden iki zıt ses gelmektedir... bakalım sen hangisine istidatlısın?
Bir tanesi, iyi kişilere hayattır... öbürü kötü kişilere hile!
Bir ses, ey güzel ve bana düşkün olan kişi, ben diken çiçeğiyim... çiçek dökülür, ben kalırım; diken dalından ibaretim ben der.

1625. Çiçeği, ey gül satan, gel bu yana der... dikenin sesiyse bizim yanımıza gelmeye kalkışma der!
Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymazsın bile... çünkü seven kişi, sevgiliye aykırı olan kişilerin sözlerine sağır olur!
O seslerin biri işte ben buracıktayım, hazırım der. Öbür ses de, sen benim sonuma bak der.
Cihanın bozuluşu, “benim şimdiki halim biledir, pusudur... sonumu, bir aynaya benzeyen önüme bak da gör!” der.
Bu iki çuvaldan birine girdin mi öbürüne zıt olur, artık ona lâyık olmazsın!

1630. Ne mutlu ona ki erlerin akıllarının duyduğu bu sesi, önceden işitti!
Gönül evini hangi ses boş bulursa o gelir, tutar... artık sahibine ondan başkası ya eğri görünür, yahut acayip!
Yeni testi sidiği emerse artık su, ondan o pisliği gideremez!
Âlemde her şey, bir şeyi çekmektedir... küfür, kafiri, doğruluk, doğru yola götüreni!
Kehlibar da vardır, mıknatıs da... sen demir de olsan, saman çöpü de olsan elbette bir tuzağa düşersin!

1635. Demirsen seni bir mıknatıs kapar... yok saman çöpüysen kehlibara tutulur, ona gidersin!
İyi kişilerle dost olmayan, elbette kötülerin yanında yer alır, onlara komşu olur!
Musa, Kıpti’ye göre pek kötüdür ama Haman da İsrailoğullarına göre taşlanmış melûnun biridir.
Haman’ın canı Kıpti’ye çeker, Âdem’in midesi buğdayla suyu!

1640.Karanlık yüzünden birisini tanıyamadın mı, kendisine kimi imam edinmiş, kime uymuş... bak, ne olduğunu anlarsın!

Ârifin Allah nurundan gıdası vardır..’’Ben Rabbi’me konuk olurum,o beni doyurur ve suvarır’’denmiştir..’’Açlık,Allah yemeğidir..Allah,doğruların bedenlerini onunla diriltir’’hadiside vardır ki açlıkta adama Allah yemeği gelir demektir.

Her yavru, anasının ardından gider... bununla da cinsiyet anlaşılır.
Âdem oğluna süt, göğüsten gelir, eşeğin sütü de bedeninin yarısından, aşağılık tarafından akar.
Adalet taksimcidir, bölüşülecek şeyleri o bölüştürür... fakat şaşılacak şey şu ki bunda ne cebir vardır ne de zulüm!
Cebir olsaydı pişmanlık olur muydu? Zulüm olsaydı Allah’nın koruması olur muydu?

1645. Gün geçti, ders yarına kaldı... sırrımız hiç güne sığar mı ki?
Ey kötü kişinin yaltaklanmasına inanan, sözleri doğru sayan,
Sen su habbelerinden bir kubbe yapmışsın ama o öyle bir çadır ki ipleri pek kuvvetsiz,
Hile yıldırıma benzer... onun ışığıyla yolcuların, yolu görmelerine imkân yok!
Bu âlemde de bir şey yok, bu âlemdekilerde de! Her ikisi de vefasızlıkta aynı gönüle sahip!

1650. Dünyanın oğlu dünya gibi vefasız... sana yüz tutar ama o, yüz değildir, arkadır!
Fakat o cihanın ehli, o cihan gibi ebedi olarak ihsan ve keremdeki ahitlerinde, peymanlarında dururlar!
Hiç iki peygamberin birbirine zıt olduğunu, birbirlerinin mucizesini kapıp aldığını gördün mü?
O âlemin meyvesi solar, bozulur mu? Akla mensup neşe kederlenmez ki!
Nefis, ahdinde durmaz; o yüzden gebertilecek bir şeydir ya! Kendisi de alçaktır, kıblegâhı da alçaktır.

1655. Nefislere de bu alçaklar topluluğu lâyıktır... ölüye mezarın, kefenin layık olduğu gibi!
Zekidir, ince şeyleri bilir... bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen!
Allah’nın vahiy suyu bu ölüye ispat etti de ölü topraktan bir diri zuhur etti.
Fakat sen vahiy gelmedikçe sakın o yüzüne sürdüğün ömrü uzun olasıca kırmızılığa güvenip aldanma, gururlanma ha!
Nazardan düşücü olmayan bir ses, bir şöhret... batmayan bir güneşe mensup parlaklık ara!

1660. O ince hünerler, o dedikodular, Firavun’un kavmine benzer, ecel Nil nehrine!
Onları parlaklığı kemerleri, sayvanları ve büyüleri, halkı boyunlarından zorla çeker ama,
Hepsini de büyücülerin büyüsü bil... Ölümse ejderha haline gelen o sopadır.
Bütün büyüleri bir lokma yaptı da yuttu... geceyle dolu olan bir alemi sabahın yalayıp yutması gibi hani!
Fakat o yutmakla sabahın nuru artmadı ki... evvelce nasılsa yine de öyle!

1665. Çokluk, fazlalık eserdedir, zâtta değil... zâtta ne artma vardır, ne eksilme!
Allah âlemi yaratmakla çoğalmadı, artmadı... zaten önce olmayan şimdi olmuş değildir ki!
Fakat halkın yaratılmasıyla eser çoğaldı, arttı. Yalnız bu iki artmanın arasında hayli fark var!
Eserin artması onun zuhurudur... bu suretle sanatları ve işi zahir olur, görünür.
Zâtın artmasına gelince bu, o zâtın sebeplere bağlı ve sonradan meydana gelmiş olduğuna delildir.

"Musa,içinde bir korku duydu..dedik ki:Korkma,sen,ondan yücesin" ayetinin tefsiri

1670. Musa, büyü de insanı şaşırtır... ben ne yapayım ne işleyeyim? Halk, mucizeyle büyüyü ayırt edemez ki dedi.
Allah dedi ki: O fark edişi ben onlarda izhar eder, doğruyu eğriyi ayırt edemeyen aklı görür, bilir bir hale getiririm.
Onlar deniz gibi köpürdüler ama korkma ya Musa, sen üstün olacaksın!
Sihir, zamanında övünülecek bir şeydi... fakat asâ ejderha olunca bütün sihirler utanılır bir şey oluverdi!
Herkes güzellik şirinlik dâvasındadır ama şirinliklere mihenk taşı ölümdür!

1675. Büyü de geçti gitti, Musa’nın mucizesi de... her ikisinin de varlık damından leğenleri düştü!
Büyü leğeninin sesinden yalnız lanet kaldı; din leğeninin sesinden de yalnız yücelik!
Mihenk taşı, erkekte de yok, kadında da... o gizli kalmış; artık ey kalp, gel, safa karış da lâf et, tam sırası!
Lâfın tam zamanı şimdi... çünkü mihenk yok ortada, artık seni yüce tutarlar, elden ele gezersin ey kalp!
Kalp her an gururlanır da der ki ben daima senin gibiyim a altın... ne vakit senden aşağıyım ki?

1680. Altında evet ey kapı yoldaşı, der...fakat mihenk geliyor hazırlan hele!
Bedenin ölümü, sır ehli için bir hediyedir...halis altına makastan ne noksan gelir ki?
Kalp, eğer sonuna baksaydı sonradan kararacağına önceden kararırdı:
Önceden kararınca da nifaktan, kötülükten uzak kalırdı.
Fazilet ve ihsan kimyasını isteseydi aklı, hilesinden üstün olurdu.

1685. Gönlü kırık bir hale gelince de kendisini anlar, kırıkları düzelten Allah’yı önünde görürdü.
Dâvacı, sonunu görünce kırık, sınık bir hale gelir de derhal bağlanır, sarılır, kırıklığı geçiverir!
Allah ihsanı, bakırları iksire doğru sürer götürür... fakat o altın yaldızlı, bu ihsandan mahrum kalır.
Ey altın yaldızlı, davaya kalkışma da sana müşteri olan hep böyle kör kalmaz, sen onu gör!
Mahşer nuru, onların gözlerini açar... onların gözlerini sen bağlıyordun ya... bu yüzden rüsvay olursun sen!

1690. İşin sonunu gören, canların ve gözlerin hasedini çeken kişileri gör!
Bir de bu günkü gören kişileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kişilerdir... asıldan baş çekmişler, ayrılmışlardır!
Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve şüphede kalanlara göre suphu sadıkla suphu kâzibin ikisi de birdir.
Suphu kâzip, yüz binlerce kervanı helak yeliyle süpürmüş, gitmiştir civanım!
Cihanda hiçbir nakit yoktur ki o, isteklileri yanıltmasın... vay o kişinin canına ki mihengi makası yoktur!

Dâvaya kalkışan kişiye,dâvadan geçmesi için ısrar ve peygamberlere uymasını emrediş

1695. Ebu Süleyman dedi ki: ben de Ahmet’im... Ahmet’in dinini hileyle vurup kıracağım
Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, işin önüne bakıp böbürlenme, sonuna bak!
Başına adam toplama hırsıyla kılavuzluğa kalkışma... kılavuza uy, ardından git de önünde mum gidedursun, sen de yolunu gör!
Mum, ay gibi maksadını gösterir... bu tarafta tane var, yahut burası tuzak der!
Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini görür, ayırt edersin!

1700. Fakat mumun yoksa buna imkân yoktur. Çünkü bu kargalar hilekârdır... akdoğanların seslerini öğrenmişlerdir.
Yiğit, hüthüdün sesini öğrense de nerede hüthüdün sesi, Seba’nın haberi?
Arızi sesi, asıl sesten bil...padişahların taçları, hüthütlerin taçlarından alınmadır!
Dervişlerin sözleriyle ariflerin nüktelerini şu hayasızlar, dillerine dolamışlardır.
Eski ümmetlerin helâk olması, hep katı taşı öd ağacı sanmalarındandır!

1705. Onu anlayacak, meydana çıkaracak temyiz kabiliyetleri vardı ama hırs ve tamah, insanı kör ve sağır eder!
Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pis boğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
İki gözle evveli sonu gör... kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!

1710. Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur.
Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... çünkü onda şeref yoktur ki!
Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!

1715. Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir.
Bu sözün sonu yoktur... o hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.

Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması

Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!

1720. Köle, hayır dedi... vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta!
Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... fakat o hırsından hepsini reddetti.
Kuşluk vakti nafakası az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler söyledi, fakat hiçbir faydası olmadı.
Dedi ki: siz bunu kasten yapıyorsunuz. Mutfak emini “ hayır biz emir kuluyuz!”
Bunu feri’den sanma, asıldandır bu... yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur.

1725. “Attığın vakit sen atmadın” âyeti bir iptilâdır... fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iş Allah’dandır!
“A gözü kamaşmış adam, su baştan bulanıktır... gözünü bir iyice aç da işin önüne bak!” dedi.
Köle kızgınlıkla, dertle bir bucağa çekildi, padişaha kızgınlığını bildirir bir mektup yazdı.
Mektupta padişahı övdü... onun cömertlik incilerini deldi!
“Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da cömert olan!

1730. Çünkü bulut verir ama ağlaya ağlaya verir... halbuki senin elin, gülerek biteviye sofralar yayar” dedi.
Mektubun zâhiri medihti ama o medihlerden kızgınlığının kokusu duyuluyordu.
Senin işin de tıpkı onun işi gibi nursuz ve çirkin... çünkü sen, yaradılış nurundan uzaksın, uzak!
Bayağı kişilerin işi kesatlıdır... taze meyve gibi o, çabucak bozulur, çürür!
Dünyanın parlaklığı ve revacı da ondan kesat bulur... çünkü o, oluş ve bozulmuş âlemindendir.

1735. Methedende kin oldu mu onun karihasından doğan medihler, insana hoş gelmez!
Gönül, kinden, pislikten arın da sonra çevikçe hamd suresini oku!
Ağzınla hamd ediyorsun ama için bunu reddetmede... dilindeki hamd, ya şeytanlıktır, ya efsun!
İşte onun için Allah “Ben dışa bakmam, içe bakarım” dedi.

Şerefini korumak için medihlerde bulunan,fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan,hırkasının eksikliğinden o şükürlerin lâftan,yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü

Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;

1740. Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu,âdeta beni muştulamaktaydı.
Halife, bana tam on kat elbise verdi... yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... nihayet şükür, haddini aştı.
Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?

1745. Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikayet edip duruyor.
O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!
Ben, dedi... bütün verdiklerini dağıttım;emîr ihsanda kusur etmedi hiç!
Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım.

1750. Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... çünkü içim pek temizdir benim!
Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
İçinde diken gibi yüzlerce pislik var...hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu?
Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi?
Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?

1755. Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... fakat neden şimdi gözün gök?
A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lâfların kokusu gelmekte, sus!
Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... iyi işin yüzlerce alâmeti görünür!
Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!
Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... imkânı yok!

1760. Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle!
Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!
Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
Ârifin Allah’ya hamd etmesi doğrudur... çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır!

1765. Hamd ediş, ârifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... dünya zindanından kurtarır!
Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir.
Bu eğreti âlemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
Oturduğu yer, yurt, vâsıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür!
Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!

1770. Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... yüzlerce nişanesi, yüzlerce alâmeti ve eseri vardır!
Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... o gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir.
Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi.
Halbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... ey lâfazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
Âlem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma!

1775. Misten bahsetme... ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada!
Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... gönül evinin gizli komşuları vardır.
Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.

1780. Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar.
İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir.
Görenlerin ortasında hileye kalkışma... mihenk ortadayken lâafa girişme ey kalp!
Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Allah, onu beden ve kalp emîri yapmıştır!
Şeytanlar bile o kabalıklarıyla, o kötülükleriyle sırrımızı, fikrimizi, gittiğimiz yolu biliyorlar...

1785. Onların bile içimize hırsızlama bir yolu var... biz, onların hırsızlıklarından baş aşağı gelmedeyiz...
Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... delikleri var, yarıkları var; bizi gözetliyorlar...
E artık âlemdeki aydın canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar?
Gökyüzüne çadır kurmuş canlar, insanın vücuduna girmede şeytanlardan aşağı olurlar?
Şeytan, hırsızlama olarak göğe çıkmaya kalkışır da yakıcı şahapla kovulur, sürülür.

1790. Kötü kâfir, savaşta mızrakla nasıl beyni üstüne düşerse o da gökten baş aşağı öyle düşer!
Şeytanları, o gönüllerin beğendikleri ruhları kıskandıklarından gökten böyle baş aşağı atarlar...
Artık çolak, topal, kör ve sağır değilsen ulu ve yüce ruhlara karşı bu zanda bulunma...
Utan, az söylen, can çekişme... cismi gözeten, sırlarını anlayan nice casus var!

Allah doktorlarının,müridin ve yabancının yüzünden,sesinin tonundan, gözünün renginden din ve gönüllerdeki hastalığı anlamaları.. bu şöyle dursun, gönül yolundan da anlarlar; çünki onlar kalb casuslarıdır.. onlarla oturunca doğru yürekle oturun!

Bu beden doktorları pek bilgilidirler... senin hastalıklarını senden daha iyi bilirler!

1795. İdrara bakıp ahvalini anlar... fakat sen; hastalığını o tarzda bilemez, teşhis edemezsin.
Sonra nabızdan benizden, kandan da her türlü hastalığın kokusunu alırlar.
Âlemdeki Allah doktorları, artık sen söylemeden nasıl olur da halini anlamazlar senin?
Nabzından da gözünden de, benzinin renginden de, sende derhal yüzlerce hastalık bulur, anlarlar.
Beden doktorları, doktorluğu yeni öğrenmişlerdir zaten... onlar, hastalığı teşhis için idrara vesaireye muhtaçtır.

1800. Fakat kâmil, Allah doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derinlerine kadar girerler!
Hattâ sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görürler!

Ebuyezid’in,Hasan Harkani’nin,Allah ruhlarını kutlasın,doğacağını yıllarca önce müjdelemesi..onun suret ve siretine ait nişaneleri birer birer söylemesi ve tarihçilerin, tahkik için bunları yazmaları

Bayezid’in Ebulhasan’ın halini daha evvelce nasıl gördüğünü duymadın mı?
Bir gün o takva sultanı, dervişleriyle sahradan geçerken,
Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.

1805. Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı.
Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
O, havanın soğukluğundan meydana gelir... yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... işte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!

1810. Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip
Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... bu ne hal, bu ne müjde?
Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,

1815. Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte.
Bize de o testiden bir katra dök... bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... bize de bak!

1820. Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder!
Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
Zaten bu koku, alemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!

1825. Ey sırlar bilen sır söyleyici, seni avlayanı lûtfet, söyle!
Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
Muhammet demiştir ki. Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte.
Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!

1830. Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu!
Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb aleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!

Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in ‘’Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım’’demesi

Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... bu köyden bir padişah geliyor!

1835. Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... otağını göklere kuracak!
Yüzü Allah’nın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
İç huylarını, manevi sıfatlarını... ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.

1840. Ten şekli, ten gibi iğretidir... ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer!
Tabii ruhun şekli, hali de fanidir... o can şeklini, sıfatını iste ki gökyüzündedir!
Onun bedeni, yeryüzünde mum gibidir... nuru ise yedinci kat tavanın üstündedir!
Güneşin ışıkları odadadır ama güneş, dördüncü kat göktedir.
Gülün suretini, lâtife yollu burnunun altında görürsün ama gül kokusu dimağın ta tavanına, sayvanına kadar her yeri tutmuştur.

1845. Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uğradığını görür ama aksi, bedeninde ter halinde görünür!
Gömlek, Mısır’da bir harise rehin olmuştur ama Kenan ülkesi o gömleğin kokusuyla dolmuştur!
Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar... âdeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.
Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... devlet satrancını oynadı!
Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.

1850. O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti.
Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
Sen istersen onu gönül vahyi farzet... Gönül zaten onun nazargâhıdır... Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder?

1855. Ey mümin, sen, Allah nuruyla bakar, görürsün... hatadan, yanılmadan eminsin!

Sofinin canına,gönlüne gelen Allah yemeğinin eksilmesi

Sofi, yoksulluktan dertlenince yoksulluğu, ona dadı ve gıda kesilir.
Çünkü cennet, hoşa gitmeyen şeylerden meydana gelmiştir... merhamet, gönlü kırık âcizlerin nasibidir.
Yücelikle başlar kıran kişiye ne Allahnın merhameti nasip olur, ne halkın!
Bu sözün sonu yoktur... evet, o yiğit, yiyecek ve ekmek nafakasının azlığından perişan oldu!

1860. Ne mutlu o sofiye ki rızkı azalır... boncuğu inci olur, kendisi deniz kesilir!
O hususi Allah nafakasını duyan, Allahnın yakınlığına erer,gayb nafakasını elde eder.
Fakat ruh nafakası noksan olan kişinin canı o noksan yüzünden titremeye başlar.
Anlar ki bir hata etmiştir de bundan dolayı rıza yaseminliği perişan olmuştur.
İşte o adam da ekinin az olması yüzünden harman sahibine mektup yazdı.

1865. Mektubunu o yüce ve adil padişaha götürdüler, okudu, fakat bir cevap vermedi.
Dedi ki: onun derdi yalnız gıda, başka bir şey değil... ahmağa verilecek en iyi cevap sükûttur.
Ayrılık ve vuslat derdi onda hiç yok... fer’e bağlanmış, aslı hiç aramıyor.
O ahmağın biri... varlığa kapılmış, ölmüş gitmiş fer’in derdiyle asla aldırış bile etmemekte.
Göklerle yeri bir elma farz et... Allahnın kudret ağacından bitmiş!

1870. Sen, bu elmanın içindeki bir kurda benzersin; ağaçtan da haberin yok, bahçıvandan da!
Elmada bir kurt daha var; fakat onun canı dış âleminde bayrak sahibi!
Onun hareketi elmayı yarar... elma onun hareketine karşı koyamaz!
Hareketi, perdeleri yırtar... sureti kurt ama hakikatte o, bir ejderha!
Demirden çıkan ilk ateş, dışarıya yavaş ,yavaş adım atar.

1875. Dadısı pamuktur önce... fakat sonunda şuleleri ta esire kadar çıkar,
İnsan, önce uykuya, yemeye muhtaçtır... fakat nihayet meleklerden de üstün olur.
Pamuk ve kükürdün himayesinde şulesi ve nuru, süha yıldızına kadar çıkar!
Karanlık alemi aydınlatır... demirden yapılma tomruğu bile iğneyle deler geçer!
Ateş de cismanidir ama ne ruhtandır, ne de ruhani âlemden!

1880. Cisme, o yücelikten bir nasip yoktur... cisim, can denizinin önünde bir katra gibidir!
Cisim, canla artar, gün günden fazlalaşır... fakat can gitti mi cisme bak, ne hale gelir?
Cisminin haddi, bir iki arşından fazla değildir... fakat canın, ta göklere kadar çıkar, dolaşır!
En iyi kişi, ruha ta Bağdat’a Semerkand’a kadar olan mesafe tasavvurda yarım adımdır ancak!
Gözünüz iki dirhemlik taş ağırlığında bir yağ parçasıdır ama ruhunun nuru göklere dek her tarafı kaplar.

1885. Nursa, bu göz olmadan da uykuda her şeyi görür... fakat göz, bu nur olmayınca ancak harap olur gider!
Canın, tenin sakalıyla, bıyığıyla alış verişi yoktur... fakat ten, can olmayınca murdardır, aşağıdır!
Bu cisim, hayvani ruhun debdebesine sebeptir... sen daha önceden git de insani ruhu gör!
İnsandan da dedikodudan da geç de Cebrail’in ruhunun dayanıp kaldığı deniz kıyısına var!
Ondan sonra Ahmed’in canı (esrarı faş etme sakın diye) sana karşı dudağını ısırsın... Cebrail, senden korksun, geride kalsın!

1890. Bir yay kadar ileri varır, sana doğru gelirsem derhal yanarım desin!

Kölenin,mektuba padişahtan cevap gelmeyişinden kızıp perişan olması

Bu ovanın ne başı var zaten, ne sonu... o köle de mektubuna cevap gelmediğinden sıkılıp duruyor!Dostları,ayrılığını sordular;
Ne şaşılacak şey, padişah neden bana cevap yazmadı... yoksa kızgınlığından mektubu götüren bir hıyanetlikte mi bulundu?
Mektubu mu gizledi, yoksa padişaha vermedi mi? Acaba bir münafık mıydı, saman altından su mu yürüttü?
Tecrübe için başka bir mektup yazar, hünerli, terbiyeli bir başka elçi arar bulurum demekte,

1895. Cahilliğinden o bihaber, padişahı, mutfak eminini, mektup götüreni ayıplamaktaydı.
Hiç ben din yolunda eğri gittim, gavurluk ettim diye kendisine gelmiyor, kusuru kendinde bulmuyordu.

Süleyman aleyhisselâm’ın bir kusuru yüzünden rüzgârın ters esmesi

Rüzgâr,Süleyman’ın tahtına ters esti...Süleyman dedi ki: Ey rüzgâr, ters esme! ;
Rüzgâr da ey Süleyman dedi, ters hareket etme... ters hareket edersen, benim tersliğime kızma!
Allah, biz ders alalım da insafa gelelim diye bu teraziyi halk etti.

1900. Sen eksik dirhem korsan ben eksik tartarım... sen benimle apaydın muamelede bulunursan ben de seninle apaydın muamelede bulunurum!
Böylece Süleyman’ın tacı da eğrildi... aydın günü ona gece etti âdeta!
Süleyman dedi ki: Ey taç, neden başımda eğrilirsin... A güneş, doğumdan eksilme benim!
O eliyle tacı düzelttikçe taç eğrilmekteydi yiğidim!
Tam sekiz kere doğrulttu, sekiz kere eğrildi... dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eğrilme artık!

1905. Taç dedi ki: Beni yüz kere doğrultsan yine eğrilirim... çünkü inanılır kişi, sen eğrilmedesin!
Süleyman, bunun üzerine kalbini doğrulttu... gönlündeki şehvetten soğudu...
Tacı da derhal doğruldu... nasıl istiyorsa başında öyle durdu.
Süleyman, bundan sonra onu mahsustan eğriltmede, taç da inadına doğrulmadaydı.
O ulu Peygamber, tacını sekiz kere eğriltti; her defasında taç, başında doğruldu.

1910. Taç, dile geldi de ey padişah, nazlan dedi... kanadından mademki tozu, toprağı silktin; uç!
Bana izin yok ki bundan ileriye geçeyim... bu sırrın gayb perdelerini yırtayım!
Elini sen ağzıma koy da kapat... ağzım, beğenilmeyen şeyler söylemesin!
Hasılı sana ne dert gelirse başkasına kabahat bulma; kendine bak!
Dostum, bu iş başkasından oldu sanma... o kölenin uğraştığı gibi uğraşıp durma!

1915. Köle, gâh elçiyle, mutfak eminiyle uğraşıp savaşmasaydı... gâh cömert padişaha kızmadaydı.
Tıpkı Firavun gibi... hani o da Musa’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başlarını kestiriyordu.
Halbuki düşman, o kör gönüllünün evindeydi... oysa başka çocukların başlarını kopartıp duruyordu!
Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun.
Düşmanın o... fakat sen ona şeker vermedesin... dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!

1920. Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün... düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın.
A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?
Firavun’un aklı, padişahların aklından üstündü ama Allah hükmü onu akılsız ve kör etmişti!
Bir adamın can gözünü, can kulağını Allah kapattı mı o adam Eflatun olsa hayvanlaşır!
Hasılı Bayezit hakkındaki gayb hükmü nasıl zuhur ettiyse Allah hükmü levh üstünde ( çaresiz) zuhur eder.

Allah razı olsun Şeyh Ebulhasan’ın Ebuyezid’in kendisinden ve ahvalinden haber verdiğini duyması

1925. Ebulhasan, Bayezid’in buyurduğu gibi zuhur etti... ve bunu adamlarından duydu.
Bayezid, Hasan benim dervişim ve ümmetim olur... her sabah benim mezarımda benden ders alır demişti.
Kendisi de dedi ki: ben de Şeyh’i rüyamda gördüm... ruhundan bu sözü duydum.
Her sabah, onun mezarına yüz tutar, ta kuşluk çağına kadar huzurunda dururdu.
Ya bir şeyhin huzuruna gider gibi o mezarın başına gelir, yahut da sözsüz müşkülleri hallolurdu.

1930.Nihayet yine bir gün kutlulukla o mezarın başına geldi... yeni kar yağmıştı, mezarlar karla örtülmüştü.
Mezarın üstünde kat kat karların bayrak gibi yüceldiğini, kubbe kubbe yığıldığını görünce gamlandı.
O diri Şeyh’in mezarından ses geldi. Ben buradayım, bana gel diye seni çağırıp duruyorum.
Kendine gel... sesime koş; bu yana seğirt! Âlem karla dolsa da sen, benden yüz çevirme!
O gün, Ebulhasan’ın hali düzeldi... önce duymuş olduğu şaşılacak şeyler, o gün kendisinde zuhur etti.

Kölenin ilk mektuba cevap gelmeyince padişaha başka bir mektup daha yazması

1935. O kötü zanda bulunan köle kınamalarla, feryadu figanlarla dolu bir mektup daha yazdı.
“Bundan önce padişaha bir mektup daha yazdım... fakat bilmem eline değdi mi?” dedi.
Güzel yüzlü padişah o mektubu da okudu; ona da cevap vermedi, seslenmedi.
Padişah ona aldırmamaktaydı... o da tam beş kere padişaha mektup yazdı.
Nihayet perdeci başı “ o da sizin kulunuz... bir cevap verseniz değer.

1940. Cevap verirseniz, bir kula, bir köleye lûtuf ile bakarsanız padişahlığınızdan ne eksilir ki?” dedi.
Padişah dedi ki: bu kolay... fakat köle sersem... ahmak adam çirkindir, Allah merdududur.
Suçunu, kabahatini affederim ama illeti bana da sirayet eder sonra!
Bir uyuz, yüz kişiyi uyuz eder... hele bu hareketi beğenilmez habis uyuz , büsbütün beterdi!
Kâfir bile akılsızlık uyuzuna tutulmasın... yoksa şumluğu, bulutta bile yağmur bırakmaz!

1945. Şumluğu yüzünden buluttan bir katra yağmur yağmaz... şehir, onun baykuşluğu yüzünden viraneye döner!
O ahmakların uyuzluğu yüzünden Nuh tufanı, koca bir âlemi kötülüklerle yıktı gitti!
Peygamber “ Kim ahmaksa düşmanımızdır... yol kesen gulyabanidir...
Akıllıysa canımızdır; ondan gelen serin esinti ondan gelen rüzgâr bize fesleğendir.
Akıl, bana sövse razıyım... çünkü benim feyiz vericiliğimden bir feyze sahiptir.

1950. Onun sövmesi faydasız değildir... boş elle kalkıp konukluğa gelmez.
Ahmak, ağzıma helva tıksa onun helvasından hastalanır, ateşlenirim! dedi.
Lâtifsen. Gönlün aydınsa şunu iyice bil: Eşek götünü öpmede bir lezzet yoktur!
Faydasız yere bıyığını pis pis kokutur... yemek yemeksizin elbise, onun tenceresiyle kararır!
Yemek dediğim akıldır, ekmek ve kebap değil... oğul, cana gıda akıl nurudur.

1955. İnsana nurdan başka bir yiyecek yoktur... o candan başka bir şeyle beslenip yetişmez insan.
Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt... çünkü bunlar, eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil!
Bunları azalt da asıl gıdayı almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarını yiyesin!
Bu ekmeğin ekmek oluşu, o nurun aksiyledir... bu canın can oluşu, o canın feyziyledir.
Bir kerecik nur yemeğini yedin mi ekmeğin başına da toprak saçarsın, tandırın başına da!

1960. Akıl, iki akıldır: Birincisi kazanılan akıldır... sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin.
Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, manalardan, güzel ve dokunulmadık bilgilerden.
Aklın artar, başkalarından daha fazla akıllı olursun... fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın!
Geze dolaşa âdeta bir ezberleme levhası kesilirsin... halbuki bunlardan geçen Levhimahfuz olur!
Öbür akıl, Allah vergisidir... onun kaynağı candadır.

1965. Gönülden bilgi ırmağı coştu mu ne kokar, ne eskir, ne de sararır!
Kaynağın yolu bağlı ise ne gam! Çünkü o anbean ev içinden çoşup durmaktadır!
Tahsil ile elde edilen akıl, ırmaklara benzer... o, şuradan buradan çıkar, evlere gider.
Yolu kapandı mı çaresiz kalır, akmaz! Sen, çeşmeyi gönlünde ara.

Bir adamın,birisiyle danışıp görüşmesi, o adamın da ben senin düşmanınm,başkasına danış demesi

Bir adam, birisiyle meşverette bulunuyor, tereddütten kurtulmak, hapisten halâs olmak istiyordu.

1970. O adam dedi ki: Hoş fakat benden başkasını ara bul da danışacağın şeyi ona danış!
Ben senin düşmanınım, bana sarılma... düşmanın tedbiri, aydın olamaz!
Git, sana dost olan birisini ara... dost şüphe yok ki dostun hayrını diler.
Ben düşmanım, benim gibisinden bir çare olmaz... eğri gider, sana düşmanlık ederim.
Kurttan bekçilik istemek doğru bir şey değildir... bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamak demektir.

1975. Hiç şüphe etme ki ben sana düşmanım... senin yolunu keserim ben, nasıl olur da sana yol gösteririm?
Kim dostlarla düşer kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir... fakat zamanede düşmanla düşüp kalkan gül bahçesinde bile olsa külhandadır!
Biz, ben diye varlığa düşerek dostu incitme de kimse, düşmanın olmasın!
Allah için halka hayır yap, yahut kendi canın için herkese hayırda bulun da.

1980. Daima gözüne dost görünsün... gönlüne kin yüzünden çirkin suretler gelmesin!
Fakat birisine düşmanlıkta bulundun mu ondan çekin... seni seven bir dostla görüş, danışacağını ona danış!
Adam dedi ki: Ey iyi kişi, biliyorum seni... sen benim eski düşmanımsın.
Fakat akıllı ve manevi bir adamsın; aklın eğri gitmeme razı olmaz.
Tabiat, düşmandan hıncını çıkartmak ister ama akıl, nefse demirden bir bağdır;

1985. Gelir, onu kötülükten men eder, geri çeker... akıl, onun iyi ve kötü hareketlerine adeta bir şahnedir.
İmana mensup akıl adil bir şahneye benzer... gönül şehrinin bekçisidir, hakimidir.
Kedi gibi aklı uyanıktır onun... hırsız, fare gibi delikte kalakalır!
Nerede fare çıkar, bir şeye el uzatırsa ya orada kedi yoktur, yahut varsa bile sureti vardır!
Kedi nedir? Aslanları yıkan aslan... tendeki imana mensup akıl!

1990. Onun görünüşü yırtıcı hayvanlara hakimdir... narası otlayan hayvanları men eder!
Şehir, hırsızlarla, elbise soyanlarla dolu... söyle, ister şahne olsun, ister olmasın!

Rasul aleyhisselam’ın,bir savaşta,orduda ihtiyarlar ve savaşta tecrübeliler bulunduğu halde Huzeyil kabîlesinden bir genci emîr yapması

Peygamber, kâafirlerle savaşmak, abes şeyleri gidermek için bir ordu gönderiyordu.
Huzeyl kabilesinden bir genci seçti, orduya emir etti.
Askerin aslı kumandandır... kumandansız kavim, başsız bedene benzer!

1995. Şu ölüşün, solup gidişin, hep başbuğu terk etmendendir.
Usançtan, nekeslikten, benlikten baş çekmede, kendini başbuğ saymadasın!
Tıpkı yükten kaçan katır gibi... o da başını alır, dağları boylar!
Sahibi, a sersem... her tarafta eşek avlamak üzere sinmiş bir kurt var...
şimdi gözümden kayboldun mu her yandan kuvvetli bir kurt çıkagelir.

2000. Kemiklerini şeker gibi ezer, ufalar... artık bir daha diriliği göremezsin bile!
Hadi kurdu bir tarafa bırak... odsuz kalırsın ya! Ateş, odun olmadı mı söner gider.
Kendine gel de sahipliğimden kaçma, yükün ağırlığından çekinme... senin canın benim diye ardına düşer, koşar durur!
Sen de bir katırsın... çünkü nefsin üstün. A kendisine tapan, hüküm üstünündür.
Fakat ululuk ıssı Allah, sana eşek demedi at dedi... Arap, arap atına “Taal” der.

2005. Cefakâar nefis katırlarını bakmak, yola getirmek için Mustafa, Hakk’ın imrahorudur.
Kerem ve ihsan çekişiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim dedi, azgın ve serkeş atları alıştırır, yola getiririm ben.
Nefisleri azgınlıktan geçinceye dek bu katırlardan ne tekmeler yedim.
Nerede azgınları yumuşatan bir er varsa onların tekmelerinden kurtulmasına bir çare yoktur!
Hasılı belâların çoğu peygamberlere gelir.. çünkü ham kişileri yola getirmek, zaten bir belâdır.

2010. Siz, kaidesiz, nizamsız gitmektesiniz; sözüme uyun da rahvan gidin... bu suretle de uysal bir hale gelin,padişahın bineceği bir at olun!
Allah dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alışkın olmayan katırlar, gelin de!
Fakat gelmezlerse gamlanma... o iki temkinsiz için kinlenme!
Bazılarının kulakları bu, gelin sözüne karşı sağırdır... her hayvanın ayrı ahırı vardır.
Bazıları bu sesten ürker, kaçarlar...her atın ahırı ayrıdır.

2015. Bazılarının de bu hikayelerden canı sıkılır...çünkü her kuşun kafesi başkadır.
Melekler bile bir cinsten değildirler; bu yüzden göklerde saf saf dururlar.
Çocuklar, gerçi bir mektebe giderler, giderler ama ders bakımından her biri, öbüründen üstündür.
Doğuya mensup olanın da duyguları var, batıya mensup olanın da... fakat görmek göze kısmet olmuştur, mesnet ona verilmiştir.
Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine de hepsi aydın bir göze muhtaçtır.

2020. Sonra kulakların da can sesini, Allah haberlerini, Peygamber buyruklarını duymada bir mesnedi var
Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiştir; hiçbir gözün ses duymadan haberi yoktur.
Böylece her duyguyu birer birer say... her biri, öbürünün işini göremez!
Beş tane dış, beş tane de iç duygusu... hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuştur.
Din safından baş çeken giden, gider, en son safa katılır!

2025. Sen, gülün sözünü terk etme... söyleye dur! Bu söz pek büyük bir kimyadır.
Bir bakır senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkışırsa yine sen kimyayı ondan esirgeme!
Büyücü nefesi şimdi, bu söze uymadıysa sözün, belki sonunda ona tesir eder, bir fayda verir.
Oğul, gelin de gelin... sizi Allah esenlik yurduna çağırmada!
Hocam, benliği bırak, başbuğ olma sevdasından vazgeç! Bir başbuğ ara, ona uy... başbuğ olmaya pek özenme!

Birisinin,Peygamber’e Huzeyl kabîlesinden olan genci başbuğ yaptığından dolayı itirazda bulunması

2030. Peygamber, Allah yardımına nail olan askerine Huzeyl kabîlesinden olan o genci başbuğ yapınca,
Bir herzevekil, hasedinden dayanamadı... itiraza bunu kabul edemeyiz bayrağını kaldırmaya kalkıştı.
Halka bak hele... bunlar karanlık âlemindendir...geçici bir matah için nasıl geçici bir hale düşer, nasıl itiraza kalkışırlar!
Ululuk yüzünden hepsi dağınıklığa düşmüşler, canlarını vermişler, ölü bir hale gelmişlerdir. Fakat savaşta, diridir onlar!
Şaşılacak şey şu: Zindanın anahtarı, bu çeşit adamın elindedir de yine kendisi zindanda mahpustur!

2035. O genç tepeden tırnağa kadar pisliğe batmıştır... fakat akarsu, eteğine dokunup akmaktadır!
Dilediği ile daima yan yanadır da yine de bir dayanacak, huzur bulacak kişinin yanına varabilsem diye ne sabrı vardır, ne kararı!
Nur gizlidir... arayıp sormak, gizliliğine şahit.Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluş dilemez ki!
Fakat dünya zindanında bir kurtuluş yeri olmasaydı gönül ne sıkılırdı, ne de halâs olmayı araştırır, isterdi!
Sıkılıp üzülmen, seni bir memur gibi “ Hadi ey sapık, ey yolsuz... bir doğru yol ara” diye çekip çekiştirmededir...

2040. Doğru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur!
Dağınıklık, pusuda topluluğu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör!
Bağdaki cansız mahsulat, köklerinden sürmüş, yetişmiştir... onlara diriliği vereni anla!
Hiç müjde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gözleri, hep kapıya dikilir, kalır mıydı?
Irmak olmasaydı yüz binlerce ırmağa batıp ıslanan olur muydu?

2045.Yanını yere koyup yatamıyor, rahatsız oluyorsun... bil ki evde bir yatağın, yorganın var!
Karar edilecek bir yer olmadıkça karasız kişi olmaz...sersemliği gideren bir şey bulunmasa sersemlik bulunmaz!
O adam dedi ki: “Hayır hayır ey Allah elçisi. Askere ihtiyar birisini başbuğ yap!
Ey Allah elçisi, genç, aslan oğlu aslan bile olsa askere , ihtiyardan başkası kumandan olmasın!
Zaten sen söyledin...şahidim senin sözün: Kendisine uyulacak kişi pir olmalıdır, pir!

2050. Ey Allah elçisi, şu askere bak! Ondan daha yaşlı daha ileri bunca kişi var!
Bu ağaçtaki şu sarı yaprağa bakma da onun olgun elmalarını devşir!
Onun sarı yaprakları nasıl olur da bomboş olur... zaten yaprağının sararması, olgunluk ve kemal alâmetidir.
Yüzün sararması, saçın sakalın ağarması, olgun aklı müjdeler!
Yeni sürmüş, yeni yeşermiş yapraklarsa meyvenin hamlığına delalet eder.

2055. Azıksızlık azığı her şeyden vazgeçiş, âriflik nişanesidir.Altının sarılığı, sarrafın yüzünü kızartır,benzine kan getirir.
Gül yüzlü, sakallı, bıyığı yeni terlemiş genç, henüz mektepte okuma, yazma öğrenmededir.
Yazısı, yazısının harfleri eğri büğrüdür... gürbüz olsa bile delikanlıdır, aklı azdır onun!
İhtiyarın ayağı, hızlı adım atmasa da aklının iki kanadı vardır, yücelerde uçar!
Örnek istiyorsan Cafer’e bak! Allah, ona elinin, ayağının yerine iki kanat verdi!

2060. Altını bırak... bu söz örtülüdür, gönlüm civa gibi ıstıraplara düştü!
İçimizden güzel sözlü, güzel sesli yüzlerce sükût, elini ağzına komada, yeter artık demede!
Sükût denizdir, söylemek ırmağa benzer... deniz seni aramada, sen ırmağı arama!
Denizin işaretlerinden baş çevirme... sözü bitir doğrusunu Allah daha iyi bilir!
O edepsiz, Peygamberin huzurunda o soğuk dudaklarından sözler çıkarmada, böylece söylenip durmadaydı.

2065. O bihaber, söz fırsatını bulmuştu, boyuna söylenip duruyordu...zaten haber de görüşe göre saçma sapan bir şeydir!
Bu haberler, hep görüş yerine geçer, görüş olmayınca habere ehemmiyet verilir...göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde olmayandan haber verilir!
Birisi görüş makamına vardı mı artık bu haberlerin onca hiçbir değeri yoktur.
Sevgiliye ulaştın, onunla düşüp kalkmaya başladın mı kılavuzları affet artık!
Çocukluktan geçip adam olan kişiye mektup da soğuk gelir, kılavuzluk eden kadın da!

2070. Mektubu okusa bile bilmeyenlere öğretmek için okur...söz söylerse bile anlatmak için söyler!
Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadır...çünkü bu bahis bizim gafil olduğumuza noksanlığımıza delâlet eder.
Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir. “Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir.
Can gözü açık olan kâmil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma!
Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak söyle!

2075. Nitekim şimdi ben de bu güzelim Mesnevi’yi yazarken öyle yapıyorum ey Hak Ziyası Hüsamettin!
Akıllı davranıp kısa kesmeye kalkıştım mı,o, beni yüz çeşit vesileyle söyletmeye kalkışır.
A ululuk ıssı Allah’nın ışığı Hüsamettin, görüyorsun mademki; sözden ne istersin ki?
Bu herhalde fazla iştahtan olacak... hani şair de “Bana hep şarap sun, hem de işte bu, şaraptır”da demiştir ya!
Şu anda onun kadehi, senin ağzında... fakat kulak da kulağın nasibini ver, diyor!

2080. Ey kulak, senin nasibin hararetlenip kızarmaktır... işte hararet, işte sarhoşluk! Fakat kulak, ben bundan daha fazlasını istiyorum, harisim ben demekte!

Mustafa aleyhisselâm’ın itiraz edene cevap vermesi

Şeker huylu Mustafa’nın huzurunda o Arap, sözü haddinden aşırınca,
O “Vecnecmi” padişahı, “Abese” sultanı, o soğuk nefesiyle “ Sözün kafi artık” diye dudağını ısırdı.
Söylemesin diye elini ağzına koydu... gizlileri bilen kişinin yanında nice bir söyleyip duracaksın?
Kuru fışkıyı gözü açık erin önüne götürmüş, bunu misk yerine satın al diyorsun!

2085. Deve pisliğini burnunun altına koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuş kişi!
A akılsız şaşı! Kötü kumaşın revaç bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuşsun!
Bu suretle bu tertemiz burnu aldatmak, o göklerin gül bahçelerinde yayılan eri kandırmak istiyorsun!
Onun yumuşaklığı, kendisini ahmak göstermede ama senin de kendini bir parçacık bilmen lazım!
Bu gece de tencerenin ağzı açık kaldıysa kedinin de utanması icap eder!

2090. O ışığı güzel ârif kendisini uyuyor göstermede ama adamakıllı uyanıktır... sakın sarığını aşırmaya kalkışma!
A pis inatçı, bu Şeytan masalını Mustafa’nın huzurunda nice bir söyleyeceksin?
Bunların yüz binlerce hilmi vardır...bir tek hilmleri bile yüzlerce dağa bedeldir!
Hilmleri, uyanık adamı bile aptal eder... yüz binlerce gözü olan zeka sahibini şaşırtır, yolunu kaybettirir, sapığa döndürür!
Hilmleri, güzel ve lâtif bir şarap gibi tatlı ta beynin üst yanına gider, bütün bedene yayılır!

2095. O sert şaraptan sarhoş olana bak! Sarhoş Ferzin gibi eğri büğrü gitmeye başladı!
O adamı çabuk alan şarabın tesiriyle genç, bir ihtiyar gibi yol üstünde düşüp kalmada!
Hele şu “Belâ” küpünün şarabı yok mu... öyle sarhoşluğu bir gecelik şarap değil bu!
Ashabı kehf, o şarabı içtiler de tam üç yüz dokuz yıl akıllarını kaybettiler, ne mezeye el sundular, ne bir yere kıpırdadılar!
Mısır kadınları bu şaraptan bir kadehçik içtiler de ellerini şahrem kesip doğradılar!

2100. Büyücüler de Musa’nın sarhoşluğuna düştüler...darağacını sevgili sandılar!

AÇIKLAMALAR ( Beyitler 1401 - 2100 )

B. 1409. Nuh Peygamber'in oğlu Kenan, (Yam) tufanda bir dağın üstüne çıkıp kurtulmak istemiş. Gemiye girmemiş, babasına uymamış ve bir dalga gelerek bu çocuğu boğmuştu. Sure: 11, (Hûd) âyet: 42-43, C. 3, S. 125-132, B. 1307-1337 nin izahına bakınız.

B. 1416-1419. Bilgi, geliş ve çıkış bakımından ikiye ayrılır. Akılla meydana gelen ve akıldan doğan bilgilere aklî bilgi, nakil yoluyla meydana gelen bilgilere nakli bilgi denir. Din bilgisi, nakli bilgidir. Sofilere göre nakli bilgi de, aklî bilgi de Allah hicabıdır. Mevlâna bir gazelinde:
Yek hamle-i merdâne-i mestâne bikerdim
Tâ 'ilm bidâdim-u bem'alüm residim
Yani "Ercesine, sarhoşcasına bir hamle yaptık da bilgiyi verdik, ondan sonra bilinene ulaştık" der. H. Ali'nin "Bilgi, Allah'nın en büyük örtüsüdür" dediği rivayet edilir. Sofilerce sâlikin, yani hakikat yolcusunun, mürşide ve bilhassa Muhammed'in hakikatine sahip olan kutba karşı hiçbir varlığı, hiçbir bilgisi kalmamalıdır. Ona teslim olmak, onun sözüne uymak, emrine karşı aklî ve naklî bilgiye bakmamak, emri, nakli bilgilere aykırı bile olsa yapmak lâzımdır. Sofiler, bu hususta ekseriyetle Musa ile Hızır hikâyesini söylerler. Sultan Veled de "Veledname" sinde bu hikâyeyi anlatır (Hicrî 1355, Tahran, İkbal Matbaası, S. 23-27).

B. 1420. Böyle bir hadis rivayet edilegelmiştir. Ankaravî, bu hadisi tafsilen anlatmaktadır (S. 295).

B. 1423. C. 2, S. 99, B. 1073 ün izahına bakınız.

B. 1452 den sonraki bahis. "Ey elbisesine bürünmüş olan, gece namazı için geceyarısı kalk! Yahut o vakti biraz azalt, yahut da çoğalt, geceyarısından önce veya sonra kalk ve Kur'anı yavaş yavaş oku" (Sûre: 73, Müzzemmil, âyet: 1-4).

B. 1466. "Kur'an okununca dinleyin ve susun da acınmış olasınız, rahmete ulaşasınız." "Sure: 7, A'raf, âyet: 204) C. l, S. 109, B. 1622 nin izahına da bakınız.

B. 1468-1469. "Bir körü kırk adım götüren kişinin geçmiş günahları bağışlanır." Hadis, (Ankaravî, S. 308).

B. 1484-1485. Buraları yazılırken yine vaktin geçmiş olduğunu, günün kavuşmak üzere bulunduğunu anlıyoruz.

B. 1496 dan sonraki bahis. Böyle bir hadis rivayet edilmiştir.

B. 1512. Bu beyitteki sofi kimdir? İhtimal fevkalâde hürmetkar olduğu Hakîm-i Senaî, yahut Attar'ın bu mealde bir sözü vardır da onu kastediyor. Ankaravî de bu hususta bir şey söylemiyor.

B. 1522. "Şüphe yok ki biz cinlerden, insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.. onların kalbleri vardır, anlamazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır işitmezler. Onlar, hayvanlara benzerler; hattâ hayvandan da sapıktır onlar. Onlar, gafillerdir. (Sure: 7 A'raf, âyet: 179).

B. 1525. C. l, S. 42, B. 426 nın izahına bakınız.

B. 1526 dan sonraki başlık. 9 uncu surenin (Tevbe) 125 inci âyetiyle 2 inci suresinin (Bakara) 26 ncı âyetinden alınmadır.

B. 1530. Beladur aklı ziyadeleştiren bir ilâçtır.

B. 1640 tan sonraki başlık. Peygamber, bir günün orucunu öbür güne ular, iftar etmezdi. Sahabe de kendisini taklide başlayınca "Siz, orucunuzu bir günden öbür güne ulamayın, ıılamayın. Ben sizin birinize benzemem.. rabbimin yanında gecelerim, beni doyurur, suvarır" dedi. Bu hadis Buhari ve Müslim hadislerindendir (Ankaravî, S. 352).

B. 1645. Yine Mesnevi yazdırılırken gün geçmiş, akşam olmuş.

B. 1669 dan sonraki başlık. Bu âyet 20 inci surenin (Tâhâ) 67 ve 68 inci âyetleridir.

B. 1695. H. Muhammed'in son zamanlarında peygamberlik dâvasiyle ortaya çıkan ve Ebubekir'in halifeliği zamanındaki savaşta öldürülen Müseyleme al-Kezzab.

B. 1725. C. l, S. 60, B. 615 in izahına bakınız.

B. 1734. Bu dünyada bulunan şeyler, bir yandan olmakta, bir yandan da bozulup gitmektedir. Bu yüzden âleme oluş ve bozuluş âlemi mânasına gelen Alem-i kevn-ü fesad denir.

B. 1738. Ham suresi, yedi âyetten ibaret bulunan ve âdeta Kur'an'ın hulâsası ve dibacesi olan ilk suredir. Buna "Fatiha - başlangıç, açış suresi" denir.

B. 1769. "Allah'dan korkup günahından çekinenler, şüphe yok cennetlerde, bağlarda bahçelerde ve ırmakların kıyılarında, doğruluk makamında ve kudret sahibi padişahın, Allah'nın yanında oturacaklardır." (Sure: 54 Kamer, âyet: 54-55).

B. 1780. "Ey Adem oğulları, şeytan, babanızı, ananızı, yani Adem'le Havva'yı sınayıp aldattığı gibi sizi de sınayıp aldatmasın.. onları cennetten çıkarttı, elbiselerini soydu, ayıplarını gösterdi. Bilin ki o ve kabilesi, sizin görmediğiniz bir yerden sizi görür. Biz, şeytanları, imana gelmeyenlere dost ettik." (Sûre: 7, A'raf, âyet: 27).

B. 1789. C. l, S. 73, B. 756 nın izahına bakınız.

B. 1801 den sonraki bahis. Sofilerde birisi, kendisinden önce gelip geçmiş birisinin ruhaniyetinden feyiz alır, bu suretle sülûk görürse bu adama "Üveysî" derler. Rivayete göre Üveys al-Karanî de H. Muhammed'i görmemiş, fakat onun ruhaniyetinden feyiz almıştır. Üveysi olanlar, sonradan bir şeyhten zahiren de nispet kazanmak şartıyla irşatta bulunabilirler. Ebülhasan-ı Harkani de Bayezid'in ruhaniyetînden feyiz almıştır. Bu zat Hicri 425 Muharremin onuncu günü vefat etmiştir (1033). Bayezit için C. l, S. 225, B. 2275 in izahına bakınız.

B. 1833 ten sonraki başlık. C. 2, S. 111, B. 1203 ün izahına bakınız.

B. 1851-1854. Sofiler, kalblerinde doğan ilâhî bilgiye, yahut keşfe "varidat-Allah'dan gelenler" derler. Onlarca erenlerin sözleri de vahiyden başka bir şey değildir. Hattâ nübüvveti, yani peygamberliği iki kısma ayırıp bir kısmını, "Nübüvvet-i teşriiye - şeriat kuruculuk peygamberliği", bir kısmına da "Nübüvvet-i tarifiye - şeriatı anlatan, Allah sırlarını bildiren peygamberlik" derler. Her velî ye bilhassa zamanın sahibi olan kutup, nü-büvvet-i tarifiye ile peygamberdir, fakat H. Muhammed'e hürmet ve şeriat edebine riayet bakımından peygamberim diye meydana çıkmaz. Bu inanışın ileri gidişinden veli, nebiden üstündür akidesi çıkmıştır. Nebide bir peygamberlik, bir de velilik vardır; peygamberlik Allah ile kul arasında vasıta oluştur. Bu bakımdan peygamber, peygamberliği itibariyle, halkla uğraşır. Halbuki velilik Hak'la olan muameledir. Bu yüzden peygamberin veliliği, peygamberliğinden üstündür diyenler olduğu gibi Şeyh-i Ekber diye anılan Muhiddin-i Arabi gibi "Hatem-i velayet" olduğunu iddia ederek veliliğinin, bütün peygamberlere feyiz verdiğini ve kendisindeki velayetin, H. Muhammed'in velayeti olup ondan ayrı olmadığını söyleyen ve âdeta peygamberlik iddiasına girişenler de vardır. Peygamberliği kisbî, yani sülûk ile kazanılır bir mertebe sayanları ve binaenaleyh H. Muhammed'in hâtem yani son peygamber oluşunu tevil edenleri bile bulunmuştur. Hicrî 587 de (1191) Haleb'de öldürülen Şeyh Şihabeddin-i Maktul de bu inanıştaydı. Mevlâna da bu beyitlerde Mesnevi'nin vahiy olduğunu söylüyor. Zaten altı cildin umumi dibacesi sayılan birinci cildin dibacesinde de bunu apaçık söylemektedir. "Menakıb al-Arifîn" de şöyle bir hikâye var: "Bir gün Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama şikâyette bulundu ve âlimler Mesnevi'ye neden Kur'an diyorlar diye benimle bahse girişti; ben de Kur'an'ın tefsiridir dedim, deyince babam bir lâhza susup sonra A sersem dedi, niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A orospu kardeşi, niçin olmasın? Peygamberlerle velîlerin harfi zarflarda Allah sırlarının nurlarından başka bir şey yoktur ki. Allah sözü, onların, temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerinden akar. İster Süryanî dilince olsun, ister Seb'al mesani dilince.. İster İbrani dilince olsun.. İster Arapça!" (Üçüncü fasıl) Bu kitapta buna benzer birçok hikâyeler vardır ki Mesnevi'nin, yazıldığı tarihten itibaren Allah vahyi olarak tanındığını gösterir. Mesnevi karileri, Mesnevi'nin sonunda, önce "Ululuk sırlarını keşfeden Mevlâna'mız böyle buyurdular" demek olan:
İnçünin fermûd Mevlânâ-yı mâ
Kâşif-i esrârhâ-yı kibriyâ

beytini okuyup sonra 1852 nci beyti okumak suretiyle dersi bitirirler (Gülşen-i Râz S. 29, B. 339-340 ın ve S. 31-34, B. 394-571 in izahlarına da bakınız).

B. 1855. C. l, S. 130, B. 1331 e bakınız.

B. 1857. C. 3, S. 432, B. 4467 ye bakınız.

B. 1890. C. l, S. 104, B. 1006 ya bakınız.

B. 1947. "Ahmak benim düşmanımdır, akıllı da dostum" mealinde bir hadis rivayet edilmişti.

B. 2006-2011 "De ki: Ey Allah'dan inen kitaplara uyanlar, ey yahudi ve hıristiyanlar, gelin aramızda ve aranızda bir ve ayni olan söze... o söz de şudur: Allah'dan başkasına tapmayalım, ona hiçbir şeyi şerik koşmayalım, Allah'dan başka bazımız, bazımızı rab tanımayalım. İnanışlarını bırakırlar da sana uyarlarsa şahadet ederiz biz Müslümanız demeleri gerektir" sure: 3 (Al-i İmran, âyet: 64); "De ki: Gelin, Rabbiniz size neyi haram etti, okuyalım.. Rabbiniz, size ona hiçbir şeyi şerik etmemenizi, anaya babaya ihsanda bulunmanızı, yoksulluk korkusuyla evlâdınızı öldürmemenizi emretti..." Sure: 6 En'âm, âyet: 151.

B. 2023. C. l, S. 355, B. 3576 ya bakınız.

B. 2059. C. l, 330, B. 3565 in izahına bakınız.

B. 2082. Kur'an'ın 53 üncü suresi, "Yıldıza, kavuştuğu ve ufka indiği zaman yani seher çağına andolsun ki sahibiniz, yani Muhammed sapıtmadı da azmadı da" diye başlar. İlk âyet "Vennecmi" diye başladığı için bu sureye "Necim suresi" denmiştir. 80 inci sure de "Abese yüzünü ekşitti ve çevirdi, kör gelince..." diye başladığından "Abes suresi" diye anılır. C. 2, S. 191-192, B. 2067-2094 ün izahına bakınız.

B. 2097. C. l, S. 122, B. 1241 in izahına bakınız.

B. 2098 C. l, S. 38, B. 392 nin izahına bakınız.

B. 2099. C. 2, S. 99, B. 1073 ün izahına bakınız.
Cafer-i Tayyar, o şaraptan sarhoş oldu da elini, ayağını feda etti!

Allah sırrını kutlasın,Ebuyezid’in “Kendimi tenzih ederim..şanım,zuhurum ne de uludur”demesi..dervişlerin itirazı,Bayezid’in onlara sözle değil de hakikati göstererek cevap vermesi

O muhteşem fakir Bayezid, dervişlerine “İşte Allah benim” dedi.
O fenlere sahip er, sarhoşça apaçık “Benden başka Allah yoktur...bilin de bana tapın” buyurdu.
O hal geçince sabahleyin “Sen böyle dedin... bu doğru değil” diye kendisine söylediler.

2105. Dedi ki: “Bunu bir daha dalar da söylersem hemen o anda beni bıçaklayın!
Allah, tenden münezzehtir... benimse tenim var. Böyle söylediğim zaman öldürülmem lazım!
O hür er, bu tavsiyede bulununca her derviş bir bıçak hazırladı.
Bayezid, yine o koca kadehi dikip sarhoş oldu... tavsiyeleri aklından çıktı.
Meze geldi... aklı avare oldu; sabah geldi, mumu çaresiz kaldı!

2110. Akıl şahneye benzer... sultan gelince biçare şahne bir bucağa büzüldü!
Akıl Allah gölgesidir, Allah güneş... gölge, güneşe karşı dayanır, durabilir mi hiç?
Peri ve cin, insana üstün olunca insandaki insanlık sıfatı kaybolur...
Ne söylerse o peri söyler...cin tutmuş adam söyler ama hakikatte o sözler, cinindir, perinindir!
Perinin bile yolu yordamı böyle olursa o perinin Allah’sı nasıl olur?

2115. Varlığı gider insan peri kesilir...ilhama nail olmayan Türk arapça konuşmaya başlar!
Fakat kendine gelince hiçbir lûgat bilmez. Peri de bile böyle bir varlık, böyle bir sıfat olduktan sonra,
Artık perinin ve insanın Allah’sı, nasıl olur da periden aşağı olur?
Aslanı bile tutacak derecede sarhoş olup yiğitleşen kişi, kalkar da erkek aslanın sütünü emerse sen artık bu işi o yapmadı, şarap yaptı dersin!
Eski altınlardan söz düzer, mükemmel söz söylerse yine dersin ki o sözü de şarap söylemiştir!

2120. Şarapta bile bu zor, bu kuvvet olursa Allah nurunda olmaz mı hiç?
Allah nuru, seni tamamı ile senden alır... sen aşağılarsın, onun sözü üstün olur.
Kuran, gerçi Peygamber’in dudağından çıkar ama kim Allah söylemedi derse kâfirdir.
Kendinden geçiş hüması uçmaya başlayınca Bayezid yine o söze koyuldu.
Aklı şaşkınlık seli kaptı götürdü... o sözü evvelce söylediğinden daha zorlu söyledi.

2125. “Hırkamda, varlığımda Allahdan başka bir şey yok... yerde gökte nice bir arayıp durursun?” dedi.
Dervişler deli divane oldular... bıçaklarını tertemiz bedenine sapladılar.
Her biri Girdekûh mülhitleri gibi pervasızca pirlerine bıçak saplamaya koyuldular.
Fakat şeyhe kılıç vuranın kılıcı, tersine dönüyor kendisini yaralıyordu.
O hünerli şeyhin vücudunda bir eser bile görünmüyordu. Fakat dervişler perişan oldular, kanlara battılar.

2130. Boynuna bıçak saplayanın kendi boynu kesildi, ağlaya inleye yıkılıp öldü.
Göğsünü yaralayanın göğsü yarıldı, ebedi bir surette geberip gitti.
O sahipkıranın mertebesini bilen ise onu yaralamaya hiç yeltenmedi, böyle şeye gönül vermedi.
Yarı aklı onun elini bağladı; canını kurtardı... yoksa oda kendisini perişan ederdi.
Sabah oldu o dervişler eksilmişti... evlerinden bir feryat-ı figan yüceldi.

2135. Bayezid huzuruna binlerce kadın, erkek üşüştü. Dediler ki: “Ey iki alemi de gömleğe sığdıran er!
Senin şu bedenin insan bedeni olsaydı insanların bedenleri gibi hançer yaraları ile mahvolur giderdi.
Kendisinden olan kendinden geçmişe gelip çattı... kendisinde olan, kendi gözüne diken batırdı.
Ey kendinde olmayanlara Zülfikar vuran, aklını başına al, o Zülfikarı sen, kendi kendine vurmaktasın.
Çünkü, kendinden gecen fânidir,kurtulmuştur... ebedi olarak emniyet bucağında oturur.

2140. Sureti fânidir; o bir ayna kesilmiştir... o aynada başkalarının yüzünden gayrı bir şey görünmez.
Tuh der tükürürsen kendi yüzüne tükürmüş olursun... aynaya vurursan yine kendine vurursun.
Orada çirkin bir surat görürsen gördüğünde sensin... İsa ve Meryem’i görürsen yine gördüklerin senden ibarettir.
O ne budur, ne o... her şeyden arı durudur... yalnız senin önüne senin suretini kor.
Söz buraya gelince dudak yumuldu... kalem buraya gelince kırıldı, durdu!

2145. Fasahat el verdi ama dudağını yum, sus; Allah, doğruyu daha iyi bilir!
Ey daimi sarhoş, sen dam kenarındasın... ya otur, ya aşağıya in vesselam!
Ne vakit muradına erersen o hoş zaman dam kıyısına gelişindir, böyle bil bunu.
İyi zamanda kork... o zamanı define gibi sakla, açığa vurma.
Açığa vurma da sevgiye ansızın bir bela gelip çatmasın... kendine gel de o gizlilik yerinde korka korka yürü.

2150. Neşeli zamanda neşenin geçip gitmesinden korkarsın... işte bu, gayp damından canın göçüp gitmesidir.
Sır damının kenarını, sen görmüyorsun ruh görüyor da tir tir titriyor.
Ansızın gelip çatan her belâ, neşe damının korkuluğu kıyısında gelip çatmıştır.
İnsan, damın kenarında olmadıkça düşmez Nuh ve Lût kavimlerine bak da ibret al.

O boşboğazın Rasul aleyhisselâm huzurunda fasih söz söylemesinin ve çok konuşmasının sebebi

Peygamber’in hadsiz sarhoşluğundan o aptala bir ışık vurmuş, onu neşelendirmiş, sarhoş etmişti.

2155. Neşesinden çok konuşmaya başladı. Sarhoş, ebedi bırakır, baş aşağı düşer!
Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez... şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder.
Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur... kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir.
Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.

Rasul aleyhisselâm’ın Huzeyl kabîlesine mensup olan genci ihtiyarlara,tecrübelilere üstün tutup seçmesinde ve başbuğ yapmasındaki sebep

Hüküm üstünündür halkın çoğu da kötüdür; bu yüzden kılıcı yol kesicilerin elinden aldılar.

2160. Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme.
Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... nice de gönülleri, zift gibi kapkara ak sakallılar.
Onun aklını defalarca denedim... o genç işlerde ihtiyarlık etti.
İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.

2165. Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin?
Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.

2170. Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır.
Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!

2175. Zâhirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zâhiri görünüşe göre hükmederler.
Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
Bu suretle de nice münafıklar, zâhire sığınmışlar... böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
Çalış çabala da akıl ve din piri ol... bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.

2180. Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir.
Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır.Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!

2185. Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir.
Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
O her müşkülle seni oyalar... kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.

Tam akılıyla yarı akıllının..tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri

Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... o kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.

2190. O kendisine inanmıştır... sizde onun canının yayıldığı nura,o nur âlemince inanın.
Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... bu suretle onunla göz sahibi olmuş,çevikleşmiş ululaşmıştır.
Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
Az,çok... bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.

2195. Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur.
Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... sözü diri bir akıllıya sığın.

2200. Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun.
Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.

Gölcük,gölcükte balık avlayanlar,birisi akıllı,öbürü yarı akıllı,üçüncüsü de mağrur,aptal,gafil ve değersiz üç balıkla âkıbetleri

A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikayesine benzer.
“Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.

2205. Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar...
İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?

2210. Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... çünkü kadının reyi seni topal eder.
Vatan sevgisinden dem vurma; durma,yürü... vatan oradadır, burada değil canım efendim!
Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç... bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!

Abdest alanın yıkadığı uzuvlarda dua okunmasının sırrı

Hadiste abdest alınırken yıkanan her uzuv için ayrı dua rivayet edilmiştir.
Burnunu yıkar, burnuna su çekerken gani Allahdan cennet kokusu iste.

2215. İste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... gül kokusu gül bahçesinin delilidir.
Apdest bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt.
Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... elim canımı yıkamada gevşek.
Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
Ben aşağılık bir kişiyim... buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen temizle!

2220. Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... içimi de hâdiselerden sen yıka, arıt!

Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken,temizlenirken okunacak olan “Allah’m,beni tövbeedenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken burna su verildiği sırada okunan “Allah’m sen bana cennet kokusunu koklat”duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması

Birisi apdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
Bu dua, apdeste burna su verilirken okunacak dua... sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?

2225. Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan,
O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
Gül, burun için bitti,yetişti... a hoyrat adam koku almak burnun işidir.
Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!

2230. Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
O ahın mahremi pek azdır... geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
Bu gölcükten denize doğru git... denizi ara, şu girdabı bırak.

2235. Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... işte o da onun gibi koşmaktaydı.
Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
O balık gitti deniz yolunu tuttu... pek uzun olan o yola düştü.
Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.

2240. Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
Derken balıkçılar ağ getirdiler... yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
Dedi ki: Eyvahlar olsun..Fırsatı fevtettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
O ansızın gitti... gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
Fakat geçene acınmak hatadır... gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!

Tutulan kuşun,geçmiş zamana pişman olma,içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil,bundan istifadeye çalış,pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati

2245. Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca.
Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... birçok develer kurban ettin.
Dünyada onlarla bile doymadın... benimle de doymazsın sen!
Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.

2250. Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... bu üç öğütle bahtın iyileşir.
Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.

2255. Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... o inci senin hakkındı...
Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın, yahut da sağırsın sen.

2260. Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi?
Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... içinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.

2265. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.

O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi

Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
O, denize vardı, gamdan azat oldu... ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... su, nereye götürürse gideyim.

2270. Yüzen kişi gibi değil de âdeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim.
Kendimi ölüye benzetip suya bırakayım... ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluştur.
Ey yiğit ölümden önce ölmek emniyettir... bize Mustafa böyle buyurdu.
Dedi ki: Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.
Balık, gûya öldü, karnını yukarıya çevirdi... su, onu gâh yukarıya çıkarıyor, gâh aşağıya alıyordu.

2275. Balıkçıların her biri eyvah dediler... en iyi balık öldü... hepsi de pek kederlendi.
Balık onların eyvah demelerinden sevindi... bu oyunla kılıçtan kurtuldum galibi dedi.
Balıkçının biri onu yakaladı... tuh yazıklar olsun deyip fırlattı, toprağa attı.
Balık çırpına çırpına gizlice suya fırladı gitti. Öbür ahmak, ıstıraplar içinde kalakaldı.
O ahmak sıçrayıp kilimini kurtarmak için sağa sola çırpındı durdu.

2280. Fakat avcılar ağı attılar... ağın içinde kaldı; ahmaklık onu ateşe attı.
Ateş üstünde tava içinde ahmaklıkla eş oldu.
Ateşin hararetiyle kızıp kaynadıkça akıl ona “sana hiç korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
O da, o işkencenin, o belânın içinde kâfirlerin canları gibi “Evet, geldi” demekteydi.
Sonra da eğer bu sefer, şu boynumu kıran mihnetten kurtulursam,

2285.Denizden başka yerde yurt tutmam... bir gölcükte oturmam artık.
Uçsuz bucaksız bir su ararım da emin olayım... ebediyen emniyet ve sıhhat içinde ömür süreyim diyordu!

Ahmağın,bir belâya uğrayıncanadim olup ahdetmesinde bir vefa yoktur.”Onlar tekrar dünyaya döndürülseler yapmayın diye nehyolundukları şeyleri yapmaya başlarlardı yine..onlar yalancılardır.”suphukâzibin vefası olamaz!

Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez.
Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... sense aklın yok a eşek değerli!
Akıl, ahdini hatırlar... akıl, unutkanlık perdesini yırtar.

2290. Aklın olmadı mı unutkanlık, sana hakim olur... sana düşmanlık eder, tedbirini bozar.
Aşağılık pervane, aklının azlığından kendini ateşe vurur... ateş, ateşin yakıcılığı, ateşin sesi, aklına bile gelmez.
Fakat kanadı yandı mı tövbe eder ama hırsı ve unutkanlığı yine onu ateşe atar.
Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek ve hatırlamak, aklın işidir... akıl bunların derecesini yüceltir.
İnci olmayınca parlaklığı nasıl olur da bulunur? Hatırlatan olmayınca adam, o işten nasıl kaçınır?

2295. Bu vakitsiz istek de sahibinin akılsızlığındandır. Çünkü ahmaklığın nasıl bir huyu vardır? Göremez ki!
O, nedamet zahmetinin sonucudur... define gibi aydın olan aklıdan gelmez.
Zahmet geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak değerinde bile değildir.
O nedamet, gam ve elem karanlığı yüzünden yükünü bağladı... fakat gündüz geldi mi gecenin sözünü mahveder!
O gam karanlığı gitti de hoşluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin doğurduğu nedamet geçip gider!

2300. O adam, tövbe eder ama akıl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma denen şeylere bulaşırlar. Onları yaparlar” diye bağırıp durur.

Vehim aklın zıddır,onunla savaşır durur..ona benzer ama o değildir..akla sahibolan Musa aleyhsselâm’ın vehim sahibi olan Firavun’la soru ve cevabı

Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır... şehveti dokuyan akla akıl deme.
Şehvete mağlûp olana vehim de... vehim, halis akıllar altınının kalpıdır.
Vehimle akıl, mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur.
Bu mihenk de Kur’an’dır. Peygamberlerin halidir... mihenk kalpa gel der.

2305. Gel de benim yüzümden ne hale girdiğini gör... çünkü sen benim ne inişimin ehlisin ne çıkışımın!
Aklı bir testere ikiye biçse o ateşteki altın gibi yine gülümser.
Vehim, âlemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır.
Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin?
Musa, ben akılım... ululuk ıssı Allahnın elçisiyim... Allahnın ulu bürhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben!

2310. Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını söyle!
Musa dedi ki: Benim nispetim, Allah’nın şu toprak yurdunadır... asıl adım da onun kullarının en aşağısı.
Ben o Allah’nın kulunun oğluyum... onun cariyesiyle kulundan doğmuşum.
Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balçıktır... Allah suya toprağa canla gönül vermiştir.
Bu toprak bedenimin dönüp gideceği yer de yine topraktır... senin gideceğin yer de topraktır a mağrur.

2315. Bizim de bütün serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... buna da yüz türlü nişane var.
Bedenine topraktan yardım gelmededir... boynun topraktan biten gıdalarla düzelip kalınlaşmadadır.
Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider.
Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... senin mevkiin rütben de kalmaz.
Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... sana ne ad daha âlâ yaraşır.

2320. Firavunun kulu kullarının kulu... bedeni, canı, önce onun nimetleriyle beslenip yetişen kul.
Âsi, azgın ve pek zalim kul... kötü işi yüzünden yurttan kaçan kul.
Kanlı katil, gaddar,hak bilmez kul... artık sen bu sıfatlara bak da var kıyas et nesin?
Gariplikte hor, yoksul, çıplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkımızı tanır,ne bize şükreder.
Musa şöyle cevap verdi: Hâşa... o padişaha, padişahlıkta kimse şerik olamaz.

2325. Mülk ve devlette tektir, eşi yok. Kullarına ondan başka başbuğ yoktur.
Halkına ondan başka kimse sahip değildir. helâke düşmüş kişiden başka kimse ona şeriklik davasına kalkışamaz.
Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... başkası bu dâvaya kalkışırsa zalimdir.
Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... böyleyken nasıl olur da beni yarattığını söyleyebilirsin?
Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allahya şerik olmak davasına düşmüşsün.

2330. Ben bir kötü kişiyi öldürdüysem ne nefsime uyduğumdan öldürdüm, ne de eğlence için!
Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
Ben bir köpek öldürdüm... fakat sen peygamber oğullarını, yüz binlerce suçsuz, ziyansız çocukları öldürdün ya!
Onları öldürdün; hepsinin kanı senin boynundadır... bakalım hele, bu kan içmeden başına neler gelecek?
Yakup soyunu öldürdün... maksadın da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen!

2335. Allah, seni kör etti de beni seçti... nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi.
Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... şüphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha!
Beni halkın önünde rezil rüsvay edesin... aydın günü gönlüme karartasın... sen de olan hakkıma karşılık yapacağın bumu senin?
Musa, kıyamet gününün horluğu daha güçtür... hayırda, şerde bana riayet etmezsen kıyamette halin bundan beter olur.
Bir pirenin acısına tahammülün yok; yılanın acısına nasıl tahammül edeceksin?

2340. Görünüşte senin işini yıkıyorum ama bir dikeni gül bahçesi haline getiriyorum dedi.

Yapılma yıkılmadadır;topluluk dağınıklıkta;düzeltme kırılmada..murat muratsızlıktadır;varlık yoklukta.Her şey,buna benzer..öbür zıtlar ve eşlerde hep bunlar gibidir.

Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti.
Dedi ki: Bu yeri neden yıkıyorsun... neden yarıyor dağıtıyorsun?
Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil!(189.sayfa-223.sayfaya kadar bulunamadı)
Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe nasıl olur da olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir.

2345. Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiştirir?
Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir onulur mu hiç?
Ahlatın, ilaçla yıkanmadıkça hastalığın nasıl geçer, nasıl şifa bulursun?
Terzi kumaşı paramparça eder... bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye,
Bu canım atlası neden bu hale getirdin... neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım der mi?

2350. Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı?
Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi yıkıp yakıp harap etmezler mi?
O halileyi, belileyi dövmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi.. bizim soframızı bezeyebilir miydi?

Musa' nın, lanet olasıca Firavun' a cevap vermesi

A balık, yediğim tuz ekmek, seni ağından kurtarmak için beni böyle uğraştırıyorsun ya!

2355. Musa’nın öğüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun!
Kendini hayli zamandır heva ve hevese kul, köle ettin... yeter artık! Küçücük bir kurdu ejderha haline getirdin.
Ben de senin ejderhana karşı ejderha getirttim... onunla anbean seni ıslah etmek niyetindeyim.
Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... ejderham, o ejderhayı mahvetsin!
Eğer razı olursan iki yılandan da kurtulursun... yok, razı olmazsan o ejderha, canını kökünden siler süpürür, seni mahveder!

2360. Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... bu ülkeye bir ikiliktir saldın.
Gönlü bir olan halkı iki bölüğe ayırdın... öyledir; büyücülük, dağa, taşa bile tesir eder... onları bile yarar, yıkar.
Musa şöyle cevap verdi: Ben, Allah emirlerine gark olmuşum... hiç Allah adı ile büyücülük görülmüş şey midir?
Büyücülüğün temeli gaflettir, kafirliktir... halbuki Musa’nın canı, din meşalesidir.
A çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.

2365. A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canımda nurlanır, ışıklanır.
Fakat sen heva ve heves kanadı ile uçtuğun için benim hakkımda şüpheye düşüyorsun.
Kim hilebazlarla canavarların işini işlerse elbette kerem sahipleri hakkında şüphelenir.
Sen, bir alemin cüzüsün... ne olursan ol, mutlaka o alemin külünü kendi sıfatlarında görürsün sen, azgın herif!
Döndün de başın döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür.

2370. Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yürüyor görürsün!
Bir savaştan, bir çekişten canın daralırsa bütün dünyayı dar görürsün!
Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gönlün hoş olursa bu alem, sana gül bahçesi görünür.
Nice kişiler, ta Şam' a Irak' a kadar gittiler de oralarda kafirlikten, münafıklıktan başka bir şey görmediler.
Nice kişiler, ta Hint ülkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar!

2375. Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey görmediler!
Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaşsın; hep bunu görür.
Öküz Bağdat’a geliverir... bir ucundan öbür ucuna kadar şehri dolaşır...
Bütün o yaşayıştan, o güzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak sokaklardaki karpuz kabuğunu görür!
Öküzün yahut eşeğin seyrine layık olan şey, sokaklara atılan samanlarla yolarda biten otlardır!

2380. Tabiat mıhına kurumuş et gibi asılı kalan kişinin canı, sebeplere bağlanmıştı... bundan ötesini göremez.
Ey baş köşede oturan ulu kişi, sebeplerin kalktığı ova, Allahnın geniş yeryüzüdür.
Orada can, her an suret değiştirir... her an yeniden yeniye ve apaçık bir alem görür.
Fakat bir sıfata kapılmış, o sıfatla donup kalmış kişiye, cennette, cennet ırmaklarının kıyısında, olsa orası yine kötü ve çirkin görünür!

İnsanın her duygusu, başka şeyler duyar ve öbür duygunun duyduklarından bihaberdir.. nitekim her usta sanatkar da, başka bir sanatta usta olan sanatkarın sanatına acemidir, o sanattan bihaberdir. Fakat bir duygunun, öbür duyguların vazifesinden bihaber olması, öbür duyguların olmadığına delil değildir ki, her duygu öbür duygulara vazifesini, her sanatkar, öbür sanatkarların sanatını hal bakımından inkar eder. Eder ama, burada inkar eder demekteki maksadımız, o duyguyu, o sanatı bilmez demektir.

Cihanı görme çerçeven anlayışıncadır... pak kişilerin sence perde ardında olması, onları görmemen, pis duygundandır.

2385. Bir zaman duygunu görüş suyuyla yıka... sofilerin çamaşır yıkamaları budur, böyledir... bunu böyle bil.
Sen temizlendin mi perde yırtılır... pak kişilerin canları sana görünmeye başlar.
Bütün alem nurla, suretlerle dolsa o güzellikten ancak göz haberdar olur.
Gözünü yumar da bir güzelin zülfünü, yüzünü görmek için kulağını açarsan,
Kulak der ki: Ben sureti göremem... ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarım.

2390. Bilirim, bilirim ama kendime ait olan şeyleri bilirim... bana ait şey de harften, sesten başka bir şey değildir.
Kendine gel, hadi ey burun... şu güzeli gör, desen imkanı yok; burunda bu kabiliyet yoktur.
Sana der ki: Mis, yahut gülsuyu olursa koklarım... benim işim budur, bilgim bu kadardır.
Ben o baldırı gümüşe benzeyen güzeli nasıl görürüm? Aklını başını devşir de yapamayacağım şeyi teklif etme bana!
İğri duyguda iğriden başka bir şey göremez... onun önüne ister eğri getir, ister doğru.

2395. Hocam şaşı göz bil ki tek göremez.
Sen de Firavunsun... tepeden tırnağa kadar hile ve riyadan ibaretsin... onun beni kendinden farklı görmemektesin.
A iğri görüşlü, sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri, iki görme!
Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör.
Darlıktan da kurtul, addan, şöhretten de... aşk içinden aşk gör vesselam.

2400. Bil ki beden çerçevesinden kurtuldun mu kulağın da göz olur, burnun da.
O tatlı dilli padişah doğru söylemiştir: Ariflerin her kılı göz kesilir.
Göz evvelce göz değildi... o, rahimde bir et parçasından ibaretti.
Yağ parçası görmeye sebep olmaz oğlum... öyle olsaydı hiç kimse rüyada görülen şeyleri göremezdi.
Mesela şeytan ve peri de görür... fakat ikisinin gözünde yağ parçasına benzer bir şey yoktur.

2405. Nurun yağla ne münasebeti var? Fakat yaratıcı sevgi ihsan edici Allah bu münasebeti bağışlamıştır işte!
İnsan topraktan yaratılmıştır, fakat toprağa benzemez ki... cinlerin ateşle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateşten yaratılmışlardır.
Perinin aslı ateştir; fakat dikkat edersen ateşe hiç benzemez.
Kuş, havadan yaratılmış olmakla beraber havaya nereden benzer? Allah, münasebeti olmayan şeylere münasebet verdi.
Bu feri’lerin asıllarıyla münasebeti vardır... Allah onlara bu münasebeti vermiştir; fakat bu münasebete akıl ermez, keyfiyeti bilinmez!

2410. İnsan hiçbir değeri olmayan topraktan meydana gelmiştir... fakat bu oğlun,babası ile ne münasebeti var?
Bir münasebeti varsa bile akıldan gizlidir, keyfiyetine akıl ermez; akıl nereden bu münasebeti izleyecek bulacak?
Yele göz vermemiş olsaydı Ad kavmini nasıl fark ederdi?
Mümini nasıl olur da düşmandan ayırt eder... şarabı, nasıl olur da testiden fark ederdi?
Nemrut’un yaktığı ateşe göz olmasaydı Halil’e nasıl olur da, kendisini zahmetlere sokup saygı gösterirdi?

2415. Nil’in gözü olmasaydı, görmeseydi, Kıpti ile İsrail oğullarını nasıl ayırt edebilirdi?
Dağda taşta görüş yoktu da nasıl Davut’a yar oldu?
Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu?
Hannane direğinin gönül gözü olmasaydı o tek kişinin, o eşsiz erin ayrılığını görür müydü?
Kırık taşlar, görmeselerdi avuç içinde nasıl şahadet ederlerdi?

2420. A akıl, sen kanatlarını aç da “İza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku!
Kıyamet günü bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasıl şahadet ederdi ki?
Halbuki halini, kendisinde olan haberleri söyleyecek... yeryüzü bize sırlarını açacak.
Beni senin gibi bir padişaha göndermesi de bir delildir... gönderen bilir ki.
Böyle bir illete böyle bir ilaç lazım bu ilaç, o umulmaz yarayı kolayca iyileştirecek elbet.

2425. Bundan önce rüyalar görmüştüm... Allahnın beni seçip göndereceğini anlamıştın.
Ben elime asayı ve nuru alacak, senin gibi bir küstahın boynuzunu kıracaktım.
Bunun için kıyamet gününün sahibi olan Allah sana çeşit çeşit rüyalar gösteriyordu.
Bunlar senin kötü içine, azgınlığına layık rüyalardı. Bunların sana, senin haline tam uygun olduğunu bildirmek diliyordu.
Allah, sana bunları gösteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her şeyden haberdar, aynı zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanını ihsan eder bir Allah olduğunu bilesin.

2430. Fakat sen bu rüyaları tevile kalkıştın... kör ve sağır kesildin, bunlar; ağır uykudan meydana gelen hayaller dedin.
Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur pırıltısı ile tabirini gördüler, fakat tamahlarından hakikati söylemediler.
Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padişahlığından uzaktır.
Ya çeşitli gıdalardan, yahut yemekten insan, hep böyle rüyalar görür dediler.
Çünkü gördüler ki sen öğüt istemiyorsun, kaba ve hoyratsın, kan içicisin... yok, yoksul huylu değilsin!

2435. Padişahlar, bir iş için kan dökerler ama merhametleri kızgınlılarından üstündür.
Padişahın Allah huyuyla huylanması gerektir. Allahnın rahmeti, gazabından artıktır.
Şeytan gibi gazabının üstün olması gerekmez, öyle olursa hile yüzünden lüzum yokken kan döker!
Namussuzların hilmi gibi halim olması da doğru değildir... çünkü karısı da orospu olur cariyesi de!
Halbuki sen, gönlünü şeytan evi haline getirdin... kinini, kendine kıble yaptın.

2440. Keskin boynuzların nice ciğerleri deldi... işte şu asam, senin küstah boynuzunu kırdı!

Bu alemdekilerin, o alemdekilere saldırmaları, gayb aleminin sınırı olan nesillerine kadar hücum etmeleri, onların pusuda olmalarından gaflete düşmeleri.. zaten gazi de savaşa gitmezse kafirler, müslüman ülkesine ılgar eder, çapulda bulunurlar.

Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldırırlar.
O taraftan tertemiz birisi gelmesin diye gayb derbendine hücum ederler.
Gaziler, savaşa pek gitmediler mi kafirler, yürür saldırılar.
Gayb gazileri, hilimlerinden sana saldırmazlar kötü gidişli.

2445. Gayb derbentlerine saldırdın... gayb erlerinin bu tarafa gelmemesini diledin!
Ata bellerine, ana rahimlerine pençe attın... kötülükle yolu kesmek istedin!
Ululuk ıssı Allahnın soy sop yetişmesi için açtığı ana yolu sen nasıl kapatabilirsin?
A inatçı, sen derbentleri tuttun ama körlüğüne rağmen, yine bir er çıktı işte.
İşte o çıkan er benim... senin maksadını yıkıp yakarım; Allahnın adı ile senin adını sanını yok ederim!

2450. Sen var, derbentleri iyice tuta dur... ne vakte dek sakalına bıyığına gülüp duracaksın?
Kader bıyığını sakalını birer birer yolar... nihayet kadere karşı çekinmenin fayda vermediğini anlarsın.
Senin bıyığın sakalın mı daha kuvvetlidir, Ad’ın bıyığı sakalı mı? Onların nefesinden şehirler titrer dururdu.
Sen mi daha inatçısın Semud mu? Varlık alemine onlar gibisi gelmedi gitti.
Bunlardan yüz tanesini daha söylesem fayda yok; sen sağırsın... duyarın da duymazlıktan gelirsin!

2455. Söylediğim sözden tövbe ettim; tam senin ilacını yaptım.
Bu ilacı senin ham sakalına korum da pişer, yahut da yanar... sen de ebedi olarak yaralı kalırsın.
Bu suretle de bilirsin ki Allah, her şeyi bilir... her şeye, ona layık olan ilacı verir ey düşman.
Ne vakit bir eğrilik ettin, ne zaman bir kötülükte bulundun da onun ardından derhal layığını görmedin?
Ne zaman gökyüzüne bir nefes bir dua gönderdin de ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi?

2460. Dikkat etsen, uyanık olsan her an, yaptığın işin cevabını görürsün!
Dikkat ederde ipe sarılırsan senin için kıyametin gelmesine hacet yok.
Remiz ve işareti gören kişiye açık söz söylemeye ihtiyaç var mı?
Bu bela sana aptallığından gelir... nükteleri remizleri anlamazsın!
Gönül kötülük yüzünden karardı da kapkara oldu mu artık anla... burada sersemleşmenin lüzumu yok!

2465. Yoksa o karalık sana bir ok olur... sersemliğinin cezası sana erişir!
Ok gelmezse lütuf ve kerem yüzünden gelmez; o kötülük görülmediğinden değil.
Kendine gel de eğer sana gönül gerekse dikkat et... çünkü her işin ardından senin için bir şey meydana gelir!
Himmetin bundan fazla olursa dikkatle işin, daha yücelir!

İnsanın topraktan yaratılan bedenî, cevheri i yi bir demire benzer, ayna olmaya kabiliyeti vardır, onda dünyada da cennet, cehennem, kıyamet vesaire görünür, hem de apaçık ve doğru olarak, hayal yoluyla değil!

Sen de görünüşte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala!

2470. Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüş bedenli bir güzel aksetsin!
Demir gerçi karadır, nursuzdur... fakat cilalamak, ondaki karalığı giderir.
Demir cilalanır, yüzünü güzelleştirir.. bu suretle suretler onda görünebilir.
Topraktan yaratılan beden kabadır, karadır ama cila kabul eder, onu cilala!
Cilala da onda gayb şekilleri yüz göstersin., huri ve melek akisleri görünsün!

2475. Allah, bil ki sana bir akıl cilâsı vermiştir... onunla gönül yaprağı arınır, aydınlanır.
A binamaz, cilâlanmayı bırakmışsın da heva ve hevesinin iki elini de açmışsın!
Heva ve heves kapandı mı cilâcının eli açılır.
Gayb aynası olan demirde bütün suretler görünür.
İçini kararttın, paslattın, işte "Yeryüzünde fesada çalışırlar" âyetinin mânası budur!

2480. Şimdiye kadar böyle hareket ettin durdun, artık böyle harekette bulunma., suyu kararttın, daha ziyade karartma!
Bulandırma da bu su durulsun., o suyun içinde ay ve yıldızları tavaf eder gör!
Çünkü insan, ırmak suyuna benzer., bulandı mı artık onun dibini göremezsin!
Irmağın dibi incilerle, mercanlarla dopdolu.... sakın bulandırma, o saf ve durudur.
İnsanların canı havaya benzer., tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.

2485. Güneşin görünmesine mâni olur... fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir.
Canın kapkara olmakla beraber Allah, kurtuluş yolunu bulasın diye sana rüyalar göstermiştir.

Musa aleyhisselâm'ın Firavun'un sırlarını söylemesi, Allah'nın bildiğine inanması, yahut hiç olmazsa galiba biliyor diye şüpheye düşmesi için gaybdan haber vererek gördüğü rüyaları söylemesi

Allah, sonunda olacak şeyleri kudretiyle kapkara demirde gösterdi.
Bu suretle senin daha az kötülük etmeni diledi... fakat sen, hep bunları gördüğün halde daha beter oluyordun!
Sana rüyada kötü şeyler gösterdi., onlardan ürktün, halbuki o kötü şeyler, senin suretindi.

2490. Hani aynaya bakınca yüzünü çirkin görüp aynayı pisleyen Zenci gibi!
Tükürmüş de sen çirkinsin, lâyığın ancak bu demiş, ayna da çirkinliğim, senin çirkinliğim a kör ve aşağılık adam!
Bu pisliği de kendi çirkin yüzüne bulaştırdın, bana değil., çünkü ben apaydınım demiş!
Sen gah elbiseni yanmış gördün; gah ağzın tutulmus, gözün kör olmuş gördün.
Gah bir canavar, kanına kastetti., gah yırtıcı biç hayvan, başını ısırdı!

2495. Kendini gah lâğıma baş aşağı düşüyorsun gördün., gah kanlı sellerde gark olmuşsun gördün.
Bazan rüyada bu tertemiz gökyüzünden sana "Kötüsün, kötüsün, kötü" diye ses geldi.
Bazan dağlardan apaçık "Hadi git be., sen, ashabı şimaldensin" sesini duydun!
Bazan her cansız şeyden "Firavun, ebediyen cehenneme düştü gitti" sadasını işittin!
Bundan beter rüyalar da gördün... fakat utancından söyleyemiyorum ki ters tabiatın büsbütün tersleşmesin, kızmayasın!

2500. Ey öğüt kabul etmeyen, azıcığını söylüyorum sana., bu azıcığı duy da bil ki ben biliyorum.
Gördüğün rüyaları ve başına gelecek işleri düşünmemek için kendini ölü ve kör ettin!
Ne vakte dek kaçaksın? iste hileler düzen anlayışının körlüğü, önüne geldi, çattı!

Tövbe kapısı açıktır.

Kendine gel, bundan böyle çekin artık., çünkü. Allah keremiyle tövbe kapısı açıktır.
Tövbenin batı tarafında bir kapısı vardır, kıyamete kadar açıktır.

2505. O kapı, güneş batıdan doğuncaya dek açık kalacaktır, o kapıdan yüz çevirme!
Cennetin Allah rahmetiyle sekiz tane kapısı var... oğul, o sekiz kapıdan biri de tövbe kapısıdır.
Öbürlerinin hepsi de bazen açılır, bozan kapanır., fakat tövbe kapısı hep açıktır.
Bunu ganimet bil.. kapı açık, kasetçinin körlüğüne rağmen derhal pılını pırtını oraya çek!

Musa aleyhîsselâm'ın Firavun'a "Benden bir öğüt kabul et, karşılık olarak dört fazilet kazan" demesi.

Kendine gel de benden bir öğüt kabul et, karşılık olarak dört şey al!

2510. Firavun, o bir öğüt, hangi öğüt? O tek öğüdü bana birazcık anlat dedi.
Musa dedi ki: O tek öğüt şu: Apaçık söyle, deki Allah tektir, ondan başka tapacak yoktur!
Göklerin, yıldızların., insanlarla şeytanların cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır.
Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı odur... ülkenin sının yoktur, kendisinin benzeri yoktur!
Firavun, ey Musa dedi., buna karşılık bana vereceğin o dört şey nedir? Onlarıda da söyle de

2515.O güzel vadin lütfiyle kâfirliğimin çarmıhı gevşesin!
Belki bir ganimet olarak elde edeceğim o hoş vaitler yüzünden yüz harmanlık küfür kilidim açılır.
Belki bal ırmağının tesiriyle bedenimdeki şu kin zehiri ballaşır..
Yahut o tertemiz süt ırmağının aksiyle esir aklım bir an olsun beslenir.
Yahut o şarap ırmaklarının aksiyle sarhoş olar da Allah emrinin zevkinden bir koku alırım...

2520. Yahut da ırmakların letafetinden çorak ve yıkık bedenim tazeleşir..
Çorak bedenimde bir yeşillik meydana gelir dikenliklerim, Cenneti Me'va kesilir!
Belki cennetin ve dört ırmağın aksiyle can, Allah, yardımına mazhar olur da sevgiliyi aramaya koyulur.
Nitekim cehennemin aksiyle de ateş kesilmişim., Hak kahrıyla karışmışım!
Cehennem yılanının aksiyle yılana dönmüşüm., cennet ehline zehirler yağdırmada, onları dalayıp-durmadayım!

2525. Gah cehennemdeki kaynar suyun kaynamasının, köpürmesinin tesiriyle zulüm suyum, halkı çürütür, eritir!
Ben zemherinin aksiyle zemheri olmuşum., yahut da cehennemin aksiyle cehenneme benzemişim!
Şimdi yoksul ve mazlumlara cehennemim., vay onu zebun bulursam!

Musa aleyhisselâm'ın, Firavun'un îmanına karşılık olan o dört fazileti anlatması

Musa dedi ki: O dördün birincisi, bedenin ebedi olarak sıhhatte kalır.
Tıp bilgisinde söylenen illetler, ey akıllı er, bedeninden uzaklaşır.

2530. İkincisi, ömrün uzun olur.. ecel, ömründen çekinir!
İyi bir ömür sürdükten sonra âlemden, muradına erişmeden gitmezsin.
Hattâ süt emer çocuğun süt istemesi gibi eceli istersin.. fakat seni esir eden bir zahmet, bir dert yüzünden değil.
Ölümü ararsın ama bir eziyete uğrayıp âciz kaldığından değil de evin harabesinde defineyi gördüğünden !
Bunun üzerine kazmayı eline alır da hiç düşünmeksizin evi yıkmaya başlarsın.

2535. Çünkü evi, definenin perdesi görürsün., bilir, anlarsın ki bu bir tek tane, yüzlerce harmana mâni olmaktadır.
Artık bu taneyi ateşe atarsın, erlik sıfatiyle sıfatlanır, er olursun. Ey bir yaprak uğruna bağdan olan., sen, bir yaprağa kapılıp kalan ve bu yüzden üzümden mahrum olan kurda benziyorsun.
Fakat Allah'nın lütfü ve keremi, bu kurdu uyandırırca bilgisizlik ejderhası seni yer, siler süpürür!
Kurt, meyvalarla, ağaçlarla dolu bir bağ kesilir.. işte bahtı, talihi iyi olanlar, böyle bir değişikliğe nail olurlar!

"Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi diledim" hadisi kutsinin tefsiri

2540. Evi yık., bu Yemen akilciyle yüz binlerce ev yapılır!
Hazine, ev altındadır, ev yıkılmadıkça ele geçmesine çare yok., evi yıkmaktan ürkme, durma!
Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasıyla zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.
Nihayet bu ev zaten viran olacak., altındaki hazine de apaçık meydana çıkacak!
Fakat o vakit hazine senin olmaz., çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yıkma ücretidir.

2545. "insan, ancak çalıştığını kazanır." o işten hiçbir ücrete sahip olamayınca,
Artık, eyvanlar olsun., böyle bir ay bulut altın-daymış da görmedim!
İyilik edip bana söylenen sözleri tutmadım., attık hazine gitti, elim bomboş diye elini ısırır, hayıflanır durursun!
Meselâ; sen ücretle bir ev kiralarsın., fakat o evi satın alsan bile senin mülkün değildir ki!
Bu evde iş işleyesin diye kira müddeti, eceline kadardır.

2550. Dükkânda eskicilik, yamacılık edersin., fakat bu dükkânının altında iki maden gömülüdür!
Bu dükkân kiralıktır.. çabuk ol, kazmayı al da dibini kaz!
Birdenbire kazma madene rastlasın da dükkândan da kurtul, yamacılıktan da!
Yamacılık dediğin nedir? Su içmek, yemek yemek., bu yamalarla köhne hırkanı yamar durursun!
Bu beden hırkası daima yırtılır.. sen de bu yemekle, içmekle onu yamarsın!

2555. Ey talihi yaver padişah soyundan gelen, kendine gel de yamacılıktan utan!
Bu dükkânın dibini bîr parçacık kaz da o iki maden, başını yüceltsin!
Bu kiralık evin kira müddeti bitmeden kendine gel.. yoksa bu müddet biter, sen de ondan bir fayda elde edemezsin!
Sonra dükkân sahibi, seni dükkândan çıkarır; bu dükkânı da hazineyi elde etmek için yıkar.
Sen gah hasretle başına vurursun; gah ham sakalını yolar durursun!

2560. Yazıklar olsun; bu dükkân benimdi.. kör müydüm ki buradan bîr fayda elde etmedim!
Yazıklar olsun, bu bizim di yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düşüp eyvahlar olsun demek kaldı dersin!

İnsanın, yaradılışında olan zekâ ve düşüncelerine aldanarak peygamberlerin bilgisi olan gayb bilgisini istememesi

Ben evde bir süs, bir nakış gördüm de o evin sevgisiyle kararsız bir hale geldim;
Gizli hazineden haberim bile olmadı., yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi!
Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum!

2565. Gözümü nakşa, takmış, çocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım!
O muradına erişmiş hakim, sen bîr çocuksun.. evde nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de güzel söylemiştir.
"İlâhiname" de çok vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kökünü kazı demiştir.
Firavun ey Musa dedi; kâfi., gönlüm, ıstıraptan eridi gitti., artık üçüncü vadini söyle!
Musa dedi ki; üçüncüsü şu: Devletin iki kat artar, iki âlemin de düşmandan arınmış devlet ve saltanatına nail olursun!

2570. Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun.. şimdiki devletin savaş içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde!
Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak., sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar., bir bak da gör!
Firavun, ey Musa, dördüncüsü nedir? Çabuk söyle., çünkü sabrım yetti, hırsım arttı dedi.
Musa dedi ki: Daima genç kalırsın., daima saçın, sakalın katran gibi siyah, yüzün erguvan gibi kırmızı olur.

2575. Bizce rengin, kokunun değeri yoktur.. fakat sen aşağılıksın, onun için aşağı âlemden konuşuyorum!
Renkle, kokuyla, mevkile öğünmek, çocukları sevindirir, aldatır!

"Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyin ki Allah' ya ve Peygamber' ine yalan demesinler" hadisi

İşim çocuğa düştü., gayri çocukların ağzını kullanmam lâzım!
Mektebe git de sana kuş alayım, yahut kuru "üzüm, ceviz ve fıstık getireyim diyeyim!
Sen beden gençliğinden başka bir şey bilmiyorsun ya, al işte bu gençliği., a eşek, nah sana arpa

2580. Yüzün hiç buruşmaz, pörsümez.. kutlu gençliğin hep bu halde kalır.
Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir., ne de selvi ye benzeyen boyun iki kat olur!
Ne sendeki gençliğin kuvveti azalır, ne dişlerin, ağrır, sallanır!
Kadınların erkekten nefretine sebep olan gevşekliği, kadına yaklaşmamak derdini görmezsin!
Gençlik çağının parlaklığı seni öyle bir açar, neşelendirir ki Ukâşe'nin müjdesi de Peygamber'i öyle-açmış, öyle neşelendirmişti işte!


"Saferin çıktığını kim müjdelerse ona cennet müjdesi vereceğim" buyurması

2585. Ahir zaman Peygamberi Ahmed, Rebiyülevvel ayında göçtü., bunda hiç ihtilâf yoktur.
Gönlü, bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakta âşık oldu.
Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye-neşelendi.
Her gece bu buluşmanın iştiyakiyle sabahlara kadar "Ey yücelerden yüce arkadaş!" der dururdu!
"Bana kim safer ayı çıktı diye müjde verirse..

2590. Kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatçi olurum" dedi.
Ukâşe gelip müjde dedi., safer çıktı gitti. Peygamber de "Ey ulu aslan, cennet senindir" buyurdu
Başka birisi de gelip safer çıktı dedi., bet dedi ki: O müjdeyi Ukâşe aldı!
Erler, görüyorsun ya, âlemden göçmeden neşeleniyorlar., şu çocuklarsa âlemde kalmalarına seviniyorlar!
İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su, kevser görünür.

2595. Musa da, senin saf ikbaline bir dert erişmez diye bu tarzda kerametler sayıp dökmekteydi.
Firavun, pek güzel., iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüşeyim, danışayım dedi.

Firavun'un, Masa aleyhisselâm'a inanma hususunda Asiye'ye danışması

Firavun, bu sözü Asiye'ye açtı. Asiye dedi ki: A gönlü kararmış, bu vaitlere can ver!
Bu sözlerde ne büyük inayetler var., ey iyi huylu padişah, durma, hemen bunları elde et!
Ekim zamanı geldi., hem de ne faydalı ekim ya! Bu sözleri söyledi ve iştiyakından ağlamaya başladı.

2600. Yerinden sıçradı, ne mutlu sana dedi... a kelceğiz, güneş, başına taç oldu!
Kelin ayıbını külah örter.. hele o külah güneş ve ay olursa ne mutlu!
Daha o mecliste bunu duyunca neden evet., yüzlerce hamdolsun demedin?
Bu söz, güneşin kulağına değseydi buna nail olmak ümidiyle baş aşağı yere inerdi!
Hiç bildin mi, ne vaittir bu, ne lütuf tur? Hak, İblis' i arayıp soruyor âdeta!

2605. O kerem sahibi, seni böyle bir lutfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey
Nasıl yüreğini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alırdın!
Adamın yüreği Allah için erirse şehitler gibi iki âlemde de lûtfa, ihsana mazhar olur.
Gafillik de hikmettir, bu kör oluşun da bir hikmeti var., var ama neden bu dereceye kadar olsun?
Sermayenin çabucak elden uçamaması için gafillik, hem hikmettir, hem nimet!

2610. Fakat unulmaz bir yara haline gelmemeli... aklın ve canın zehri olmamalı, adama eziyet vermemeli!
Kim böyle bir alışverişi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun!
Bir taneye karşılık yüzlerce ağaçlık., bir habbeye karşılık yüzlerce maden!
"Kim her şeyi Allah için yapar, Allah' ya karşı ihlâs sahibi olursa" demek, o taneyi vermektir...
bu suretle de "Allah da onun olur, her dilediğini verir" sözünün hakikati elde edilir.
Çünkü bu arık ve kararsız varlık, o ebedî Allah' nın zevalsiz varlığından var olmuştur.

2615. Fâni varlık, kendisini ona verdi mi bakî olur, asla ölmez..
Yelden, topraktan korkan ve bu ikisi yüzünden helak olan katra gibi!
Katra, aslı olan denize kavuştu mu güneşin? hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da!
Zahirî, denizde yok olur ama zatı yok olmaz,, ebedîleşir, iyileşir!
Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığım ver, ver de bir katra ya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!

2620. Kendine gel ey katra da bu şerefi bul, denizin avucuna düş, o avuçta telef olmaktan emin ol!
Böyle bir devlet, kimin eline düşmüştür: Bir deniz, bir katrayı dilemekte, istemekte!
Allah hakkı için Allah hakkı için çabuk sat ve satın al... bir katrayı ver, incilerle dolu denizi elde et!
Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme.. bu söz, lütuf denizinden gelmede!
Lütuf bile bu lütfün içinde kaybolur., aşağılık bir adam, yedinci kat göğe çıkıyor

2625.Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz., nasılsa bir acayip oyuna rastladın!
Firavun, bunu bir de Haman' a söyleyeyim; padişaha vezirin reyini almak lâzımdır dedi.
Asiye dedi ki: Bu sırrı Haman' a söyleme. Kör kocakarı, doğanın kıymetini ne bilir?

Padişahın doğanıyla kocakarı

Bir ak doğanı kocakarının birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki tırnakları keser!
Halbuki asıl iş gördüğü, avlandığı uzvu, tırnaklandır.. kör kocakarıcağız körcesine o tırnakları kesiverir!

2630. Anan nerdeymiş ki der., a ulu yavrum, tırnakların böyle uzamış senin?
Kötü kocakarı, doğanın tırnağını, gagasını kanatlarını keser... sevgi çağında işte bunları, yapar!
Doğanın önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kızar., sevgiyi yırtar, atar!
Senin için böyle bir tutmaç pişirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha!
Sen o eziyetlere, belâlara lâyıksın., devletin, ikbalin kadrini nerden bileceksin sen? der.

2635. Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doğana tutmaç suyu verir.
Halbuki doğan, tutmaç suyundan hoşlanmaz, içmez., kocakarı büsbütün kızar.
Kızgınlıkla o sıcak çorbayı doğanın başından aşağı döker, hayvanın başını yakar, kel eder!
Canı yanar, o teessürle gönüller parlatan padişahın lûtfunu anarak ağlamaya başlar;
Padişahın çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o işveli gözlerinden yaşlar döker!

2640. "Mâzâgal basar" sırrına nail olan gözleri o karganın açtığı yaralarla dolar., güzel ve
güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uğrar!
Halbuki o öyle engin bir gözdür ki iki âlem bile ona bir kıl kadar görünmektedir.
Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynağın denizin yanında kayboluşu gibi kaybolur!
O göz, bu duygu âlemine ait şeylerden geçti mi gayb âlemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
Zaten bir kulak bulamıyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim!

2645. O gözden ulu ve kutlu yaşlar süzülse Cebrail, katrasını kapardı..
O güzel gidişli dilber, müsaade ederse bu kaptığı katrayı kanadına, gagasına sürerdi!
Doğan der ki: Kocakarının kızgınlığı alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrımı ve ilmimi yakmadı ya!
Can doğanım, yüzlerce suret dokur, durur., deveyi yaralar, Salih'i değil!
Salih, ululukla bir nefes aldı, bir dua etti mi dağdan, o çeşit yüzlerce deve doğar!

2650. Gönül der ki: Sus, aklını başına al... yoksa gayret, varlık nescini çeker, yırtar!
Fakat ne çare., padişahlık gururu, öğüt dinletmiyordu; nihayet öğüdü gönlünden koparıp attı.
Allah gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardır... yoksa bir anda yüzlerce cihanı yakardı!
Mutlaka Haman'la görüşüp danışmam lâzım... ülke ona dayanmaktadır, ben onunla kuvvet, kudret bulmaktayım, dedi.
Mustafa'nın meşveret ettiği zat, Allah Sıddıkıydi.. EbucehFe fikir veren Ebuleheb'di!

2655. Cinsiyet, onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulağına bile giremedi.
Her şey, kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider., ona ulaşma hayaliyle bağlarını yırtıp yürür!

Çocuğu, kayıp oluk üstüne giden ve tehlikeye düşen kadının, Allah yüzünü ululasın, Ali'ye gelerek çare araması

Murtaza' nın yanına bir kadın gelip dedi ki; Çocuğum, oluğun üstüne kaydı.
Çağırsam ele geçmez., bıraksam düşüp helak olacağından korkuyorum.
Akıllı değil ki tehlikeden kurtul, yanıma gel diyeyim de anlasın.

2660. Elle işaret etsem anlamaz., anlasa bile kötülük şu ki dinlemez!
Mememi, südumu gösterdim ama benden gözünü, yüzünü çevirip duruyor!
Allah hakkı için ey ulular, siz, bu âlemde de âcizlerin ellerinden tutan, onlara yardım eden erlersiniz, o âlemde de!
Benim derdime tez bir derman bul ki gönlümün mey vasini kaybedeceğim diye yüreğim titremede!
Ali dedi ki: dama bir çocuk çıkar., çocuğun, kendi cinsini görünce,

2665. Derhal oluktan dama gelir., cins, cinsine ebedî olarak âşıktır.
Kadın öyle yaptı., çocuğu, o çocuğu görünce ona yüz tuttu;
Oluktan dama geldi. Her cins, kendi cinsinden olanları çeker, bunu böyle bil!
Çocuk, sürtüne sürtüne öbür çocuğun bulunduğu tarafa geldi ve aşağıya düşme tehlikesinden kurtuldu.
Peygamberler de, kullan oluktan kurtarmak için insan olarak gönderilmişlerdir.

2670. Peygamber, ben de sizin gibi insanım... kendi cinsinize gelin kaybolmayın buyurdu.
Çünkü cinsiyetin acayip bir çekiciliği vardır., nerde birisini ve bir şeyi ariyan varsa onu aratan, o yana çeken cinsiyettir.
Isa ve îdris, meleklerle aynı cinstendiler; onun için gökyüzüne çıktılar.
Harut'la Marut' sa ten cinsindendiler; yücelerden aşağıya indiler.
Kâfirler, şeytanlarla aynı cinsindendir.. canları, şeytanların şakirdi olmuştur.

2675. Şeytanlardan yüzbinlerce kötü huylar öğrenmişler, akıl ve gönül gözünü kapamışlardır.
Onların kötü huylarından en ehemmiyetsizi hasettir, hani iblis'in boynunu vuran haset!
O köpekler, bunlara ululuk ve haset öğretmişlerdir., onlar, halkın ebedî bir mülke, bir devlete nail olmasını istemezler.
Kimde sağdan, soldan bir yücelik görürlerse hasetten âdeta kulunçları kabarır, dertlenirler.
Çünkü harmanı yanmış talihsiz, kimsenin mumunun yanmasını istemez.

2680. Kendine gel de sen de bir yücelik elde et başkalarının yüceliğinden dertlenme!
Allah' dan bu hasedin defini dile de Allah, seni cesetten kurtarsın!
Sana içten bir meşguliyet versin de ondan baş alamayasın!
Allah bir yudumcuk şaraba öyle bir hassa vermiştir ki adamı sarhoş eder, iki âlemden de kurtarır!
Bir avuç yeşil ota, esrara öyle bir hassa vermiştir ki bir zaman olsun insanı kendisinden alır!

2685. Allah uykuya öyle bir hal vermiştir ki düşünceyi iki âlemden de keser!
Mecnun' u, bir deri aşkından öyle bir hale getirmiştir ki dostu düşmandan fark etmez olmuştur.
Senin anlayışına havale edilecek bunun gibi yüzbinlerce şarabı vardır onun!
Nefsin, kötülük şarapları var ki o kötü kişiyi bunlarla yoldan çıkarır!
Aklın, kutluluk şarapları var ki insan onların neşesiyle zevalsiz bir konak bulur.

2690. Sarhoşlukla gök kubbe çadırını o yandan söker, yola düşer!
Kendine gel ey gönül de mağrur olma.... İsa, Allah sarhoşudur, eşek, arpa sarhoşu!
Şu küplerden o çeşit şaraplar ara ki sarhoşluğunun sonu gelmesin!
Çünkü her sevgili, dolu bir küpe benzer., o tortuludur, bu inci gibi saf!
Ey şarabı anlayan, tanıyan er, ihtiyatla tat da karışıksız, katıksız arı duru bir şarap bulasın!

2695. Her iki şarap da sarhoşluk verir ama bunun sarhoşluğu, adamı ta Allah' ya kadar çeker götürür!
Bunu iç de düşünceden, vesveselerden, hile ve düzenlerden kurtul; akıl bağı olmaksızın deve
gibi coş, raksa giriş!
Peygamberler, ruh ve melek amindendirler., o yüzden gökteki meleği çekerler.
Yel, ateş cinsindendir, onun dostudur., her ikisi de yücelir, yücelere çıkar!
Boş testinin ağzını kapadın da havuza, yahut ırmağa attın mı?

2700. Kıyamete kadar batmaz., çünkü içerisi boştur; o boşlukta hava vardır;
Yelin meyli, yüceleredir., içinde bulunduğu kabı da yücelere kaldırır.
Peygamberlerin cinsinden olan canlar da çekişe çekişe onların yanına giderler.
Çünkü bu kısımdan olan kişinin aklı üstündür., şüphe yok ki akıl da yaradılış bakımından melekle
aynı cinstendir.
Nefis havası da düşmana üstündür., fakat nefis,, aşağılık cinstendir, aşağılık âlemine gider!

2705. Kıpti, kötü Firavun' un cinsindendi.. İsrail oğulları kabilelerine mensup olanlar da Allah kelimi Musa'nın cinsinden.
Haman, tam Firavun'un cinsindendi.. Firavun, o yüzden onu seçmiş, baş köşeye geçirmiş, kendisine vezir etmişti.
Hâsılı sonunda da Haman, onu baş köşeden ta cehennemin dibine kadar çekti.. çünkü o iki pis adam cehennem cinsindendi.
İkisi de cehennem gibi yakıcıydı.. ikisi de nurun, zıddı idi.. ikisi de cehennem gibi gönül nurundan çekinen ve nefret eden kişiydi!
Çünkü cehennem, ey mümin, sırattan çabuk geç,, nurun ateşimi söndürecek....

2710. Ey mümin, nurun eteğini sürüdü mü ateşimi, mahvedecek; hemen geç der.
Cehennemlik de nurdan ürker, kaçar., çünkü güzelim, cehennem tabiatlıdır o!
Mümin, canla başla nasıl cehennemden kaçarsa1, cehennem de müminden öyle kaçar!
Çünkü müminin nuru, ateş cinsinden değildir..., nuru arayan, hakikatte ateşin zıddıdır.
Hadiste gelmiştir: Mümin duada Allah'ya yalvarır, cehennemden aman diler ya..

2715. Cehennem de canla başla ondan aman diler Yarabbi, beni falandan uzak et der.
Cinsiyet cazibesini şimdi bir gör hele., bakalım sen hangi cinstensin; küfür cinsinden mi, iman cinsinden mi?
Haman'a meylin varsa Haman' dansın.. Musa'ya meylin varsa Sübhan' dan!
İkisine de mailsen, iki cinsten de katışığın var... nefisle akıl, ikisi de sende karışık!
İkisi de savaşta., kendine gel, kendine! Çalış da mânalar, suretlere üstün olsun!

2720.Düşmanını her an bozguna uğramış, mağlûp olmuş göresin.. savaş âleminde bu sevinç kâfidir doğrusu!
O inatçı suratlı Firavun, nihayet Haman'a kabalıkla bu sözleri söyledi.
Allah Kelim' inin vaitlerini anlattı., o sapığı kendisine mahrem etti!


Firavun'un, Musa aleyhi..selâm'a iman etme hususunda veziri Haman'a danışması

Firavun, Haman'ı tenha bulunca bunları anlattı. Haman, sıçrayıp yakasını yırttı.
O melun naralar attı, ağladı... kavuğunu, sarığını yere attı.

2725.Dedi ki: Böyle küstahça ve abes sözleri nasıl, oldu da padişahın yüzüne karşı söyledi?
Sen, bütün âlemi hükmüne almış, işini, bahtın yardımı ile altın haline getirmişsin.
Padişahlar, inatsız, ısrarsız doğudan da sana vergi getirmedeler, batıdan da!
Ey ulu padişah, bütün padişahlar, sevinçle senin kapının eşiğini öpüyorlar!
Düşmanın atı, atımızı gördü mü sopa görmeden yüz çevirmede!

2730. Şimdiye dek âlemin tapındığı, secde ettiği sendin., şimdi kulların en aşağısı mı olacaksın?
Bir efendinin kula tapmasındansa binlerce defa ateşe atılması daha hoş!
Hayır buna imkân yok! Ey Çin ülkesini bile hükmü altına alan padişahım, önce beni öldür de seni bu halde görmeyeyim!
Padişahım, önce benim boynumu vur da bu alçalmayı gözlerim görmesin!
Böyle bir şey olmamıştır ya., fakat olmasın da! Yer, gök olacak, gökyüzü yer ha!

2735. Kullarımız, bizimle kapı yoldaşı olacaklar., esirlerimiz, gönüllerimizi yaralıyacak, öyle mi?
Düşmanların gözleri aydın olacak da dost kör-leşecek.. sonra da bize mezarın dibi, gül bahçesi kesilecek ha!


Allah lanet etsin, Haman'ın sözlerinin bayağılığı

Hamam, dostla düşmanı tanımıyor, tavlayı kör-cesine ters oynuyordu.
A melun, senin düşmanın senden başkası değil., kinine uyup da suçsuzlara düşman deme!
Sence bu körü hal devlettir... yani evveli "Dev-koş", sonu da "Let- dayak ye!"

2740. Bu devletten sürüne sürtüne kaçmazsan şu baharın daima güz olur gider!
Doğu ve batı, senin gibi niceleri görmüştür., sonunda hepsinin de başı, bedeninden kesilmiş gitmiştir!
Doğuyla batının bile kararı yokken nasıl olur da bir adamı ebedî edebilirler?
Korkudan, zindana girmekten ürkme yüzünden halk, sana birkaç günceğiz yaltaklandı., onunla öğünüyorsun ha!
Fakat halk, kime secde ederse onun canını zehirliyor demektir.

2745.Bir kere devlet, yüz çevirdi, bir kere bahtı döndü mü kendisine secde edenin kendisini
zehirlediğini o da anlar, bilgi sahibi olan adam da!
Ne mutlu ona ki nefsini aşağılatmıştır.. vay o kişiye ki serkeşlikle dağ gibi baş kaldırmıştır!
Bu ululuk, bil ki zehirli bir şaraptır., o şarapla aptal kişi sarhoş olur.
Bir devletsiz, zehirli şarabı içti mi bir zamancağız neşeden başını sallar ama,
Bir an sonra zehir, canına tesir eder; can verip can almaya başlar!

2750. Onun zehirli olduğuna inanmıyorsan bak da gör; Ad kavmine o zehir neler etti?
Bir padişah, başka bir padişahı tuttu mu ya öldürür, ya bir zindana hapseder!
Fakat bir düşkün dertliyi görse derdine merhem bulur, ona ihsanlarda bulunur!
O ululanma zehir değilse neden padişah, onu suçsuz, hatasız öldürüyor?
Öbürüne de, kendisine bir kullukta bulunmadığı halde neden iltifat ediyor? Bu iki
harekete bakıp zehiri anlamak mümkündür!

2755. Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp vurmaz.. Kurt ölü kurdu kat' iyen ısırmaz!
Hızır, gemiyi kötü kişilerin ellerinden kurtarabilmek için deldi, kırdı.
Mademki kırık gemi kurtuluyor, sen de kırıl! Emniyet, yoksulluktadır, yürü, yoksul ol!
Madeni olan ve madende birkaç parası bulunan dağ, külünk, kazma yaralarıyla paramparça oldu.
Kılıç, boynu olanın boynunu keser., gölge, yerlere döşenmiştir; o hiç yaralanmaz!

2760. Ululuk, fazla ateştir a azgın...kardeş, kendini ateşe nasıl atıyorsun ki?
Yerle bir olan, bak hele, oklara hedef olur mu hiç?
Fakat yerden baş kaldırdı mı o zaman hedefler gibi çaresiz yaralanır!
Bu bizlik, benlik, halkın merdivenidir., halk, nihayet bu merdivenden düşer!
Kim merdivenin daha üstüne çıkarsa daha aptal
dır. çünkü düşünce onun kemikleri daha beter kırılır!

2765. Bunlar fer'i lerdir.. asıllarıyla şudur: Yücelik, Allah' ya şirk koşmadır!
Ölmedin de onunla ditilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya savaşan bir düşmansın!
Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... bu, tam birliktir; nerde şerik oluş?
Fakat bunu işlerinin aynasında gör. çünkü bunu sözle, dedikoduyla anlıyamazsın!
İçimdekini söylersem çok ciğerleri kan kesiliverir!

2770. Artık bu kadarını kâfi göreyim., zaten anlayanlara bu, yeter... köyde
kimse varsa iki kere seslendim işte!
Hâsılı Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavun' a kesti!
Devlet lokması da ağzına kadar gelmişti.. Haman, Firavun'un boğazını kesiverdi!
Firavun'un harmanını o, yele verdi.., hiçbir padişahın böyle veziri olmasın!


Musa aleyhisselâm'ın Haman'ın sözlerinin tesiriyle Firavun'un imana gelmesinden ümidini kesmesi

Musa dedi ki: Ben sana lûtuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum., fakat ne yapayım? Allah, sana kısmet etmemiş!

2775. Hakikî olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!
Çalma, çırpma padişahlık, cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.
Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
İğreti padişahlığı Allah' ya ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakikî bir padişahlık versin!


Arap beylerinin, ülkeyi ve devlet! aramızda bölüşelim de kavga, gürültü kalmasın diye Mustafa aleyhisselâm' a müracaatları, Mustafa aleyhisselâm'ın "Ben, bu beyliği yapmaya memurum" diye cevap vermesi, iki tarafın da birbirleriyle bahse girişmeleri


Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.

2780. Dediler ki: Sen bir beysin... bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al!
Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... o, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... kendinize gelin de onun emrine uyun!
Kavim, biz de Allah’nın takdiri ile hükmediyoruz... bize de beyliği veren Allah’dır dedi.

2785. Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti.
Benim beyliğim kıyamete dek bakîdir... iğreti beylikse çabucak geçip gider!
Kavim ey emîr... çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir? dediler.
Derhal Allah’nın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.

2790. Sınama zamanı gelmişti... şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki:
Her bey mızrağını atsın da şu sel dursun! Hastalıkta da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
Beyliğinizi bir sınayalım! Hepsi mızraklarını attılar.
Mustafa’da elindeki sopayı, o buyruklar yürüten inanmayanları âciz bırakan sopayı attı.
O coşkun inatçı ve şiddetli sel, bütün o mızrakları saman çöpü gibi önüne katıp sürükledi.
Bütün mızraklar kayboldu... sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde duruyordu!

2795. O sopanın himmetiyle o şiddetli sel, şehirden yüz çevirdi, başka bir tarafa akıp gitti.
Bu büyük işi gören Arap beyleri, korkularından hep Mustafa’nın beyliğini tasdik ettiler.
Yalnız hasetleri pek üstün olan üç kişi inanmadı... inatlarından büyücü ve kâhin dediler.
İğreti beylik böyle zayıf olur... Allah vergisi olan beylikse böyle yücedir işte.
Ey soyu sopu belli kişi, o mızraklarla sopayı görmediysen o beylerin adları ile peygamberin adına bak.

2800. Onların adlarını kuvvetli, şiddetli ölüm seli sildi süpürdü... fakat Ahmed’in adı ve devleti baki.

AÇIKLAMALAR (Beyitler 2101 - 2800 )

B. 2154-2158. İçkinin neden haram edildiğini anlatıyor.

B. 2203. Kelîle ve Dimne C. l, S. 87, B. 899 un izahına bakınız.

B. 2211-2212. "Vatan sevgisi imandandır" diye bir hadis rivayet edilmiş ve buradaki vatanı türlü türlü tefsir etmişlerdir.

B. 2232. Ali, bir gün bir kuyuya ah etmiş, kuyunun suyu acımış.. su bile Ali'nin ahına tahammül edememiş. Bu hikâye Ferideddin-i Attâr'ın Mantık al-tayr'ında anlatılmaktadır. Ali'ye ait bir kuyu hikâyesi daha vardır. Bir gün, Peygamber'in kendisine söylediği Allah sırrına tahammül edemeyerek bir kuyuya söylemiş. Çobanın biri, kuyu kenarında bitmiş olan kamışlardan birini kesip kaval yapmış, kaval çalarken o sır duyulmaya başlamış!

B. 2273. "Hesabınız sorulmadan kendi kendinize sorun.. ölmeden önce ölün" diye bir hadis rivayet edilmiştir. Sofilerde, bu ölüme "Mevt-i ihtiyar' - dileyerek ölmek'', asıl ölüm de "Mevt-i ıztirarî - ister istemez ölmek" derler. İhtiyarî ölüm, mecazî varlıktan ölmektir.

B. 2282. "Cehenneme atıldıkları zaman kaynayıp köpüren cehennemden eşek anırması gibi bir ses duyarlar. Cehennem, hiddetinden nerdeyse parçalanır.. oraya bir bölük adam atıldı mı oradaki azap melekleri, size korkutucu gelmedi mi ki, diye sorarlar. Atılanlar derler ki: Evet geldi, geldi ama biz onlara yalancı dedik, Allah hiçbir şey indirmemiştir; siz büyük sapıklığa uğramışsınız dedik!" Sure: 67 (Mülk), âyet: 7-9.

B. 2286 dan sonraki başlık. "Önce gizli olan şey onlara açıldı, göründü.. tekrar dünyaya döndürülseler yine yapmayın denen şeylere döner, onları yaparlar; onlar yalancıdırlar." Sure: 6 (En'am), âyet: 28.

B. 2321. Musa, bir gün İsrailoğullarından birisini bir Mısırlı'nın öldürmek üzere olduğunu görüp İsrailoğluna yardım edip Mısır'lıya bir yumruk indirerek öldürüvermiş, anlaşılıp tutulacağından korkmuş, şehirden kaçıp Medyen'de Şuayb Peygamber'e sığınmıştı. Sure:28 (Kasas), âyet: 15 ten itibaren.

B. 2395. Bu beytin aslı şudur:

Çeşm.i ahvel ez yeki diden yakin
Dan ki m'azülest ey hac-i mu'in

acaba beyitteki "muin" kelimesiyle Muineddin Pervane mi kastediliyor. 676 da (1277-1278) Moğollar tarafından öldürülen bu kudretli vezir, Mevlâna'ya pek bağlıdır. "Menakıb al-Arifin" de adı sık sık geçer. Dr. Feridun Nafiz Uzluk tarafından bastırılan ve 114 mektubu ihtiva eden "Mevlâna'nın mektupları" ndan 16, 27, 37, 82, 97, 99, 112, 114 ve 135 incileri Muineddin Pervane'ye yazılmıştır, İstanbul, Sebat (Basımevi, 1937). İhtimal buraları yazdırılırken Muineddin Pervane, huzurdaydı ve Mevlâna ona hitab etti. Bu ihtimali, pek kuvvetli buluyoruz.

B. 2401. Tatlı dilli Padişah kim? İhtimal çok sevdiği ve bağlandığı Senai ve Attar'dan biri.

B. 2420-2422. 99 uncu sure olan ve 8 âyetten ibaret bulunan "Zilzâl suresi" şöyle başlıyor: "Yeryüzü şiddetle deprenmeye, titremeye başlar ve yer, ağırlıklarını çıkarırsa insan, ne oldu bu yeryüzüne der. O gün yeryüzü, kendinde bulunan haberleri söylemeye koyulur." Ayet: 1-4.

B. 2479. "Allah'yla ve elçisiyle savaşa girişenlerin ve yeryüzünde fesada çalışanların cezası, mutlaka öldürülmek, yahut asılmak, yahut tersine olarak el ve ayaklan kesilmek, yahut da bulundukları yerden sürgün edilmektir. Bu, onlar için dünyadaki horluktur.. ahirette de onlara pek büyük bir azap var." Sure: 5 (Maide), âyet: 33.

B. 2497. Müslümanlıktaki bir inanış da şudur: insanın yaptıklarını yazan melekler vardır, bunlar hiçbir şeyi kaçırmazlar. Bunların yazdıkları kitap kıyamette herkese verilecektir. Yalnız inananların ve sevaplıların amel defteri sağ taraflarından verilecek, inanmayanlarla günahlıların amel defteri ardlarından ve sol taraflarından verilecektir. 84 üncü surede (İnşikak) "Ama kimin kitabı sağından verilirse hesabı kolayca ve çabucak görülür; ehline sevinerek döner. Fakat kimin kitabı ardından verilirse helak olmayı istemeye başlar; yalınlanmış ateşe atılır." Âyet: 7-12. 56 ncı surede de buna ait âyetler vardır (Vakıa, 7-74). Kur'an, bu inanış bakımından kâfirlerle suçlulara "Ashab-ı meysere" ve "Ashab-ı şimal" yani sol taraf halkı, iman sahibi olanlarla, günahsızlara "Ashab-ı meymene" ve "Ashab-ı yemin" yani sağ taraf halkı demektedir.

B. 2502 den sonraki bahis. Müslümanlığa göre kıyametten önce güneş, üç gün doğmayacak, sonra batıdan doğacak, gökyüzünün ortasına kadar gelecek, orada ayla birleşerek, ikisi de kapkara olacaklar, sonra güneş tekrar batıdan batacaktır ki bu, kıyametin büyük alâmetlerindendir. Güneş, batıdan doğuncaya kadar tövbe kapısı açıktır ve Allah, bir suç işleyip nadim olanların tövbesini kabul eder. Hadiste de aynen böyledir. Bir istiare olması muhtemel bulunan tövbe kapısının mücevherlerle, incilerle bezenmiş iki altın kanadı olduğu, bir kanadından bir kanadına kırk yıllık yol olduğu ve bu kapının batının altında bulunduğu hakkında da bir hadis rivayet edilmiştir. Bu kapının cennet kapılarından birincisi olduğu da söylenmiştir. C. I, S. 351, B. 3532 nin izahına da bakınız.

B. 2521. Cennetin sekiz kapısı vardır ve yavaş yavaş yükselmek ve birbirini kaplamak üzere sekiz tabakadır. Her tabakanın bir adı vardır. Me'vâ cenneti, bu tabakaların ikincisidir. Me'vâ, lügat bakımından varılacak yer, yurt mânasına gelir.

B. 2539 dan sonraki başlık. C. 2, S. 34, B. 364 ün izahına bakınız.

B. 2545. "Şüphe yok ki insan, ancak çalıştığı derecede kazanır; çalıştığı, savaştığı şeyi elde eder." Sure: 53 (Necm), âyet: 39.

B. 2561. "Yazıklar olsun kullara.. hangi Peygamber geldiyse mutlaka onunla alay ettiler." Sure: (Yasin), âyet: 30.

B. 2561-2562. Hakîm-i Senâî ile Attar'ın manzum birer "İlâhîname" leri vardır. Attar'ın "İlâhiname" sini Prof. Dr. H. Ritter, 1940 ta İstanbul, Maarif Matbaasında pek güzel ve nüsha farklarını da gösterir bir tarzda bastırmıştır.

B. 2588. H. Muhammed'in vefat ederken sağ elini kaldırıp şahadet parmağıyla göğe işaret ederek "Ancak en yüce yoldaşa gidiyorum" dediği rivayet edilmiştir.

B. 2597. Asiye, Firavun'un karısıdır, Allah'ya inanmış, Musa dinini kabul etmişti. Kur'an'ın 66 inci suresinde (Tahrîm) "Yarabbi, senin yanında cennette bana bir ev yaptır ve beni Firavun'dan ve Firavun'un yaptığı işten ve zâlim kavimden kurtar" dediği anlatılır (âyet: 11).

B. 2628. Bu beyitle başlayan hikâye mufassal olarak ikinci ciltte geçmiştir (S. 30-35).

B. 2670. "De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım... bana Allah'nız, tek Allah'dır diye vahyedildi. Rabbine kavuşmak dileyen iyi işler işlesin ve Rabbine ibadette bir kimseyi bile ortak etmesin." Sure: 18 (Kehf), âyet: 110.

B. 2672. İdris ve İsa peygamberler, ölmeden diri diri gökyüzüne ağmışlardır.

B. 2673. C. l, S. 52, B. 535 in izahına bakınız

B. 2752. C. l, S. 22, B. 224 ün izahına bakınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder