2 Haziran 2016 Perşembe

Rebabname Sultan Veled

Rebabnâme
Hz. Sultan Veled
T.C.
Konya Valiliği
İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları
Yayın No: 214
Rebabnâme
Yazan
Hz. Sultan Veled
Mütercim
Niğdeli Hakkı Eroğlu
Osmanlı Alfabesinden Günümüz Alfabesine Çeviren
Amber Güneysel
Editör - Hazırlayan ve Sadeleştiren
İsmail Koçak
Grafik tasarım
Emre Başaran
Arka Kapak Fotoğrafı
Kanikey Güvenç, Süyümbike Güvenç
Ön Kapak Resmi
Kasımpaşa Mevlevihanesi rebabilerinden, Saçlı Emir Efendi Camii ve tekkesi
şeyhi Haşimi Osman Efendi’nin torunu Süreyya Baba (19. yy)
Baskı, Cilt
Kristal Ltd.Şti.
+90.212 2179777 / İstanbul
Baskı Tarihi
Kasım - 2011
İSTANBUL
ISBN
978-605-359-504-5
Bu kitap, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından
Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla bastırılmıştır.
Bilgi İçin:
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Aziziye Mah. Aslanlı Kışla Cad. No:5 Karatay - Konya /Türkiye
Tel: +90.332. 353 40 21/22 - 351 10 74 Fax: +90.332.353 40 23 – 350 64 61
Web Site: www.konyakultur.gov.tr
E-Mail: konyatourism@kulturturizm.gov.tr
TAKDİM
Hz. Mevlâna’nın öğretileri üzerine kurulan Mevlevîliği müesseseleştiren
Bahâeddin Sultan Veled, 25 Nisan 1226’da Karaman’da dünyaya gelmiş-
tir. Hz. Mevlâna, Semerkandlı Şeyh Şerefüddin’in kızı Gevher Hatun’la evliliğinden
dünyaya gelen çok sevdiği oğluna “Sultânü’l-Ulemâ” (Âlimler
Sultânı) olarak anılan babasının adını vermiştir.
Hz. Mevlâna’nın, babasının vefatından sonra Seyyid Burhâneddin Muhakkik
Tirmizî’nin manevî terbiyesine girmesi gibi, Sultan Veled de, babasının
Cenâb-ı Hakk’a vuslatının ardından Çelebi Hüsâmeddin’e tâbî olmuş;
ancak Çelebi’nin vefatından sonra babasının makamına geçmiştir.
Âşık, ârif, âlim ve kâmil mürşidler vasıtasıyla uzun asırlar boyunca insanlığı
güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye, kısaca güzel ahlâka
dâvet eden Mevlevîliğin; bunu gerçekleştirecek mekân, düstûr ve icrâ
usûllerini mükemmel bir şekilde ortaya koymasında en büyük âmillerden
biri şüphesiz hiç Sultan Veled’dir. Onu Ulu Ârif Çelebi ve Dîvâne Mehmed
Çelebi gibi mühim şahsiyetler takip eder.
Aşkın gerçek hürriyet olduğunu idrâk eden, merkezinde aşk bulunan, etrafına
da dalgalar hâlinde aşkı yayan Hz. Mevlâna’yı en iyi anlayan ve anlatan
Sultan Veled, “Deldiğim inciler o akıp duran deryâdandır (Mesnevî), bu
kitap (Rebabnâme) merd-i Hüdâ’nın (Hz.Mevlâna) övgüsü için yazılmıştır.”
diyerek beslendiği kaynağı açıkça belirtir.
Hakikaten Sultan Veled’in yazdığı eserler incelenir, daha çok dikkatlere
sunulur ve istifade edilirse babasının izinde giden büyük bir şahsiyet oldu-
ğu hemen anlaşılacaktır.
Sultan Veled, “Eğer aşk ile aşkın gamı olmasaydı, bu kadar güzel sözleri
kim söyleyecek ve kim işitecekti.” diyerek babasının açtığı aşk şehrâhında yü-
rüyecek, “Rebâbın, Cenâb-ı Hüdâvendigâra mahsus ve âit olduğunu” bilerek
eserine rebabla başlayacak ve adını “Rebabnâme” koyacaktır. Rebab’taki
iniltiyi ney’e nispetle daha da çoğaltarak…
Konya’da 2 Kasım 1312’de Hakk’a yürüyen Sultan Veled, Hz. Mevlâna’ya
karşı duyduğu hürmet, bağlılık ve yolunu geliştirmek için harcadığı büyük
gayretin bir mükâfatı olarak babasının kıble tarafına yanına, adeta kucağına
tevdî edilir. Bir bakıma baba oğul ney ve rebabla irşad faaliyetlerini bir baş-
ka hâlde devam ettirmektedirler.
Sultan Veled’in ve eserlerinin önemini idrakle Rebâbnâme’yi Osmanlı
Türkçesi’ne tercüme eden merhum Hakkı Eroğlu’nu rahmet ve minnetle
anıyor; günümüz harflerine aktaran sayın Amber Güneysel ile sadeleştirerek
yayına hazırlayan sayın İsmail Koçak’a şükranlarımı arz ediyorum. Çalışmadan
bizi haberdar ederek eserin basımına vesile olan Türk Musikisini Araş-
tırma ve Tanıtma Grubu Müdürü sayın Yrd.Doç.Dr. Rahmi Oruç Güvenç’e
teşekkür de benim için îfâsı zevkli bir vazifedir.
“Hz. Mevlâna’nın 738. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri”
kapsamında gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Sultan Veled
Sempozyumu”yla tevafuk ederek dikkatlerinize sunduğumuz bu eser için
emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
“Aşkta kemâle erenler için zevâl yoktur.” “Devlet, Hakk’a vâsıl olanın-
iii
Sultan Veled
T.C.
Konya Valiliği
İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları
Yayın No: 214
Rebabnâme
Yazan
Hz. Sultan Veled
Mütercim
Niğdeli Hakkı Eroğlu
Osmanlı Alfabesinden Günümüz Alfabesine Çeviren
Amber Güneysel
Editör - Hazırlayan ve Sadeleştiren
İsmail Koçak
Grafik tasarım
Emre Başaran
Arka Kapak Fotoğrafı
Kanikey Güvenç, Süyümbike Güvenç
Ön Kapak Resmi
Kasımpaşa Mevlevihanesi rebabilerinden, Saçlı Emir Efendi Camii ve tekkesi
şeyhi Haşimi Osman Efendi’nin torunu Süreyya Baba (19. yy)
Baskı, Cilt
Kristal Ltd.Şti.
+90.212 2179777 / İstanbul
Baskı Tarihi
Kasım - 2011
İSTANBUL
ISBN
978-605-359-504-5
Bu kitap, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından
Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla bastırılmıştır.
Bilgi İçin:
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Aziziye Mah. Aslanlı Kışla Cad. No:5 Karatay - Konya /Türkiye
Tel: +90.332. 353 40 21/22 - 351 10 74 Fax: +90.332.353 40 23 – 350 64 61
Web Site: www.konyakultur.gov.tr
E-Mail: konyatourism@kulturturizm.gov.tr
TAKDİM
Hz. Mevlâna’nın öğretileri üzerine kurulan Mevlevîliği müesseseleştiren
Bahâeddin Sultan Veled, 25 Nisan 1226’da Karaman’da dünyaya gelmiş-
tir. Hz. Mevlâna, Semerkandlı Şeyh Şerefüddin’in kızı Gevher Hatun’la evliliğinden
dünyaya gelen çok sevdiği oğluna “Sultânü’l-Ulemâ” (Âlimler
Sultânı) olarak anılan babasının adını vermiştir.
Hz. Mevlâna’nın, babasının vefatından sonra Seyyid Burhâneddin Muhakkik
Tirmizî’nin manevî terbiyesine girmesi gibi, Sultan Veled de, babasının
Cenâb-ı Hakk’a vuslatının ardından Çelebi Hüsâmeddin’e tâbî olmuş;
ancak Çelebi’nin vefatından sonra babasının makamına geçmiştir.
Âşık, ârif, âlim ve kâmil mürşidler vasıtasıyla uzun asırlar boyunca insanlığı
güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye, kısaca güzel ahlâka
dâvet eden Mevlevîliğin; bunu gerçekleştirecek mekân, düstûr ve icrâ
usûllerini mükemmel bir şekilde ortaya koymasında en büyük âmillerden
biri şüphesiz hiç Sultan Veled’dir. Onu Ulu Ârif Çelebi ve Dîvâne Mehmed
Çelebi gibi mühim şahsiyetler takip eder.
Aşkın gerçek hürriyet olduğunu idrâk eden, merkezinde aşk bulunan, etrafına
da dalgalar hâlinde aşkı yayan Hz. Mevlâna’yı en iyi anlayan ve anlatan
Sultan Veled, “Deldiğim inciler o akıp duran deryâdandır (Mesnevî), bu
kitap (Rebabnâme) merd-i Hüdâ’nın (Hz.Mevlâna) övgüsü için yazılmıştır.”
diyerek beslendiği kaynağı açıkça belirtir.
Hakikaten Sultan Veled’in yazdığı eserler incelenir, daha çok dikkatlere
sunulur ve istifade edilirse babasının izinde giden büyük bir şahsiyet oldu-
ğu hemen anlaşılacaktır.
Sultan Veled, “Eğer aşk ile aşkın gamı olmasaydı, bu kadar güzel sözleri
kim söyleyecek ve kim işitecekti.” diyerek babasının açtığı aşk şehrâhında yü-
rüyecek, “Rebâbın, Cenâb-ı Hüdâvendigâra mahsus ve âit olduğunu” bilerek
eserine rebabla başlayacak ve adını “Rebabnâme” koyacaktır. Rebab’taki
iniltiyi ney’e nispetle daha da çoğaltarak…
Konya’da 2 Kasım 1312’de Hakk’a yürüyen Sultan Veled, Hz. Mevlâna’ya
karşı duyduğu hürmet, bağlılık ve yolunu geliştirmek için harcadığı büyük
gayretin bir mükâfatı olarak babasının kıble tarafına yanına, adeta kucağına
tevdî edilir. Bir bakıma baba oğul ney ve rebabla irşad faaliyetlerini bir baş-
ka hâlde devam ettirmektedirler.
Sultan Veled’in ve eserlerinin önemini idrakle Rebâbnâme’yi Osmanlı
Türkçesi’ne tercüme eden merhum Hakkı Eroğlu’nu rahmet ve minnetle
anıyor; günümüz harflerine aktaran sayın Amber Güneysel ile sadeleştirerek
yayına hazırlayan sayın İsmail Koçak’a şükranlarımı arz ediyorum. Çalışmadan
bizi haberdar ederek eserin basımına vesile olan Türk Musikisini Araş-
tırma ve Tanıtma Grubu Müdürü sayın Yrd.Doç.Dr. Rahmi Oruç Güvenç’e
teşekkür de benim için îfâsı zevkli bir vazifedir.
iv
Rebabnâme
dır.” “İman zevk ve şevkten ibarettir.” buyuran Sultan Veled’i rahmet, minnet
ve şükranla anıyor, yolumuzu aydınlatacak “Rebabnâme”sini ehl-i dikkatin
nazarlarına takdim etmekten büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.
Vakt-i şerîfler hayrola…
Dr. Mustafa ÇIPAN
İl Kültür ve Turizm Müdürü
MÜTERCİMİN İFADESİ
Cenab-ı Hakk’ın tevfikiyle tercümem 165 günde hitama erdi. Birçok kusur
ve hataları bulunacağı muhakkaktır. Çünkü bürhan-ı kalemim gibi natamam
bir lügat kitabından başka müracaatgahım yoktur. Tercümenin bütün ağırlı-
ğı lisan hakkındaki sathi bilgime yükleniyordu. Bu gayrı müsait şerait içinde
böyle çetin bir işe girişmek çılgınca bir hareket sayılırdı. Bunu takdir etmemiş
değildim. Hatta işin azameti karşısında ürküp kalmıştım. Fakat Allah’ın
lütfu ve dostların teşviki, sonra da cehaletim bana cesaret verdi. “Başlanan iş
başa çıkar.” diyerek başladım. Hamdolsun başa çıktı. Birçok kusurlarıyla beraber
bir eser meydana geldi.
“El özrü inde kiramin nâsi makbulün”1
Yüzüp geçdüm bu deryanın yüzünden
Eger dalsam muhakkak gark olurdum.
Mütercim Hakkı Eroğlu.
1 ”Özür insanların cömertleri katında makbuldür.”
“Hz. Mevlâna’nın 738. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri”
kapsamında gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Sultan Veled
Sempozyumu”yla tevafuk ederek dikkatlerinize sunduğumuz bu eser için
emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
“Aşkta kemâle erenler için zevâl yoktur.” “Devlet, Hakk’a vâsıl olanın-
v
Sultan Veled
dır.” “İman zevk ve şevkten ibarettir.” buyuran Sultan Veled’i rahmet, min
net ve şükranla anıyor, yolumuzu aydınlatacak “Rebabnâme”sini ehl-i dikkatin
nazarlarına takdim etmekten büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. -
Vakt-i şerîfler hayrola…
Dr. Mustafa ÇIPAN
İl Kültür ve Turizm Müdürü
MÜTERCİMİN İFADESİ
Cenab-ı Hakk’ın tevfikiyle tercümem 165 günde hitama erdi. Birçok kusur
ve hataları bulunacağı muhakkaktır. Çünkü bürhan-ı kalemim gibi natamam
bir lügat kitabından başka müracaatgahım yoktur. Tercümenin bütün ağırlı-
ğı lisan hakkındaki sathi bilgime yükleniyordu. Bu gayrı müsait şerait içinde
böyle çetin bir işe girişmek çılgınca bir hareket sayılırdı. Bunu takdir etmemiş
değildim. Hatta işin azameti karşısında ürküp kalmıştım. Fakat Allah’ın
lütfu ve dostların teşviki, sonra da cehaletim bana cesaret verdi. “Başlanan iş
başa çıkar.” diyerek başladım. Hamdolsun başa çıktı. Birçok kusurlarıyla beraber
bir eser meydana geldi.
“El özrü inde kiramin nâsi makbulün”1
Yüzüp geçdüm bu deryanın yüzünden
Eger dalsam muhakkak gark olurdum.
Mütercim Hakkı Eroğlu.
1 ”Özür insanların cömertleri katında makbuldür.”
ÖNSÖZ
“Aşk âlemine dair birçok sözler ve sırlar vardır ki ifade ve anlatımlara sığ-
maz. Hak Teala onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır.”
Önsöze Rebabnâme’den alınan bu sözlerle başlamamız, kitabın mahiyetine
dair söz söylemenin zorluğunu bir nebze olsun ifade edebilme çabasıdır.
Bu nedenle sırrına vakıf olmanın müşküllüğü aşikâr olan bu eserin içeriğine
dair değerlendirmeyi okuyucunun irfanına emanet etmekten başka bir yol
olmadığını dile getirmekle yetinmek gerekliliğinin hoş görüyle karşılanaca-
ğını ümit ediyoruz.
Eserin mahiyet ve muhtevasından ziyade hazırlanma safhasına ilişkin bir
değerlendirmeyle sözü Sultan Veled Hazretlerine bırakmaya gayret edece-
ğiz.
Yaklaşık bir buçuk yıl kadar önce, Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç,
yaptığı bir seminerde Rebabnâme’nin bir tercümesine ulaştıklarını ve sadeleştirilmesi
gerektiğini dile getirdiğinde yetersizliğimize değil yol açanların
kudretine yüzümüzü çevirdiğimizden olsa gerek bu zor işe talip olduk. Kitabın
bu güne kadar gözlerden saklı kalmış olan Osmanlıcası Dr. Erşan Çı-
rak tarafından kütüphaneden bulunmuş ve ilk okuması Amber Güneysel tarafından
gerçekleştirilmişti. Metin bize kadar ulaştı. İlk çalışmanın ardından
metnin yeniden okunması gerekliliğini gördük ve tekrar okuyarak sadeleş-
tirmeye gayret ettik. Metinleri sadeleştirirken mümkün mertebe tercümeye
sadık kalmaya çalıştık. Cümleler bu gün kullandığımız gramatik yapı açısından
problemli gibi de görünse tercümedeki haliyle aktarmaya gayret ettik.
Metnin aslında işaret edilen ayet ve hadisler ile bazı Arapça ve Farsça bölümlerin
Türkçelerini bularak anlamlarını dipnotlarda vermeye çalıştık.
Sadeleştirme tamamlandıktan sonra elimizdeki tercümeyi kitabın Farsça
aslıyla karşılaştırarak tercümenin güvenilirliğini anlamaya gayret ettik. Olu-
şan imkânlar bu konuda bizi fazlasıyla rahatlatacak kadar çok noktada mukayese
yapma fırsatı verdi. Her bir makalenin giriş bölümleri ve kitabın bir-
çok bölümünden birçok beyit Farsçasından tetkik edildi. Ve kusurlarıyla beraber
de olsa elinizdeki sadeleştirilmiş metin ortaya çıktı.
Elinizdeki bu eser Amerika’dan, Afganistan’a kadar birçok kişinin eme-
ğiyle oluştu. Her birinin ismini burada zikretme imkânı olmasa da her birine
ayrı ayrı ve gönülden teşekkür ederiz.
Kitabın oluşumundaki en büyük etken elbette ki Rahmi Oruç Güvenç
oldu. O olmasaydı bu gün rebabdan da Rebabname’den de bahsetmemiz
belki mümkün olmayacaktı. Yapmış olduğu çalışmalarla tüm dünyada rebabın
nağmelerinin gönüllere ulaşmasını sağladığı gibi yaptığı teşvik ve ger-
çekleştirdiği faaliyetlerle de Rebabname’nin oluşumuna vesile oldu. Kendisine
teşekkür etmek bizim açımızdan cüretkârlık sayılır.
Rebabnâme’nin sadeleştirilmiş metninin oluşturulmasında en çok emeği
geçen kişi eşim Fatma Koçak’tır. Osmanlıca metnin okunmasından, sadeleş-
tirilmiş metnin tetkikine kadar her aşamada emeğini benden esirgemediği ve
ayrıca çalışabilmem için her türlü sıkıntıya katlandığından dolayı kendisine
ne kadar teşekkür etsem azdır.
Bu kitaba çokça emek eden bir diğer isim ise Emre Başaran’dır. Kitabın
vii
Sultan Veled
ÖNSÖZ
“Aşk âlemine dair birçok sözler ve sırlar vardır ki ifade ve anlatımlara sığ-
maz. Hak Teala onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır.”
Önsöze Rebabnâme’den alınan bu sözlerle başlamamız, kitabın mahiyetine
dair söz söylemenin zorluğunu bir nebze olsun ifade edebilme çabasıdır.
Bu nedenle sırrına vakıf olmanın müşküllüğü aşikâr olan bu eserin içeriğine
dair değerlendirmeyi okuyucunun irfanına emanet etmekten başka bir yol
olmadığını dile getirmekle yetinmek gerekliliğinin hoş görüyle karşılanaca-
ğını ümit ediyoruz.
Eserin mahiyet ve muhtevasından ziyade hazırlanma safhasına ilişkin bir
değerlendirmeyle sözü Sultan Veled Hazretlerine bırakmaya gayret edece-
ğiz.
Yaklaşık bir buçuk yıl kadar önce, Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç,
yaptığı bir seminerde Rebabnâme’nin bir tercümesine ulaştıklarını ve sadeleştirilmesi
gerektiğini dile getirdiğinde yetersizliğimize değil yol açanların
kudretine yüzümüzü çevirdiğimizden olsa gerek bu zor işe talip olduk. Kitabın
bu güne kadar gözlerden saklı kalmış olan Osmanlıcası Dr. Erşan Çı-
rak tarafından kütüphaneden bulunmuş ve ilk okuması Amber Güneysel tarafından
gerçekleştirilmişti. Metin bize kadar ulaştı. İlk çalışmanın ardından
metnin yeniden okunması gerekliliğini gördük ve tekrar okuyarak sadeleş-
tirmeye gayret ettik. Metinleri sadeleştirirken mümkün mertebe tercümeye
sadık kalmaya çalıştık. Cümleler bu gün kullandığımız gramatik yapı açısından
problemli gibi de görünse tercümedeki haliyle aktarmaya gayret ettik.
Metnin aslında işaret edilen ayet ve hadisler ile bazı Arapça ve Farsça bölümlerin
Türkçelerini bularak anlamlarını dipnotlarda vermeye çalıştık.
Sadeleştirme tamamlandıktan sonra elimizdeki tercümeyi kitabın Farsça
aslıyla karşılaştırarak tercümenin güvenilirliğini anlamaya gayret ettik. Olu-
şan imkânlar bu konuda bizi fazlasıyla rahatlatacak kadar çok noktada mukayese
yapma fırsatı verdi. Her bir makalenin giriş bölümleri ve kitabın bir-
çok bölümünden birçok beyit Farsçasından tetkik edildi. Ve kusurlarıyla beraber
de olsa elinizdeki sadeleştirilmiş metin ortaya çıktı.
Elinizdeki bu eser Amerika’dan, Afganistan’a kadar birçok kişinin eme-
ğiyle oluştu. Her birinin ismini burada zikretme imkânı olmasa da her birine
ayrı ayrı ve gönülden teşekkür ederiz.
Kitabın oluşumundaki en büyük etken elbette ki Rahmi Oruç Güvenç
oldu. O olmasaydı bu gün rebabdan da Rebabname’den de bahsetmemiz
belki mümkün olmayacaktı. Yapmış olduğu çalışmalarla tüm dünyada rebabın
nağmelerinin gönüllere ulaşmasını sağladığı gibi yaptığı teşvik ve ger-
çekleştirdiği faaliyetlerle de Rebabname’nin oluşumuna vesile oldu. Kendisine
teşekkür etmek bizim açımızdan cüretkârlık sayılır.
viii
Rebabnâme
kapak tasarımından tüm düzenlemelerin yapılmasına ve hemen hemen her
aşamada emeği oldukça fazladır. Kendisine gönülden teşekkürlerimi sunarım.
Osmanlıca bölümlerin okunmasında içinden çıkamadığım her noktada
yardımını esirgemeyen Prof. Dr. Yaşar Aydemir’e de gönülden teşekkür
ederim. Onun desteği olmasa metnin müşkül bölümlerini aşamazdım.
Büyük bir hoşgörüyle vakit ayırıp Arapça bölümlerin birçoğunu okuyan
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Özay’a da teşekkür ederim.
Kitabın Farsça aslından tetkikini yapmama imkân sağlayan mütercim
Ertuğrul Ertekin’e ve Yasemin Yancı’ya, değerli arkadaşlarım Banafsheh
Sayyad’a ve Behruz Dijurian’a da ayrı ayır teşekkürler ederim. Rahmi Oruç
Güvenç’in gerçekleştirdiği “66 Gün 66 Gece Sema” programına katılıp bana
yardımcı olan fakat isimlerini hatırlayamadığım diğer tüm İranlı arkadaşlara
da teşekkür ederim.
Ayrıca kitabın imlasının kontrolünde yardımlarını esirgemeyen öğretmen
arkadaşlarım Osman Esmer ve Fatma Eriş Hamza’ya çokça teşekkürler ederim.

Ve nihayet kitabın yayınlanmasına imkân sağlayan Konya İl Kültür ve Turizm
Müdürü Sayın Mustafa Çıpan’a da teşekkürler ederim.
Burada ismini anamadığımız ve emeği geçen tüm herkese canı gönülden
teşekkür ederim.
Çalışmamızın kusurlarının hoş görülmesi, rastlanan kusurların kısa zamanda
giderilebilmesi dileğiyle.
İsmail Koçak
Rebabnâme’nin sadeleştirilmiş metninin oluşturulmasında en çok emeği
geçen kişi eşim Fatma Koçak’tır. Osmanlıca metnin okunmasından, sadeleş-
tirilmiş metnin tetkikine kadar her aşamada emeğini benden esirgemediği ve
ayrıca çalışabilmem için her türlü sıkıntıya katlandığından dolayı kendisine
ne kadar teşekkür etsem azdır.
Bu kitaba çokça emek eden bir diğer isim ise Emre Başaran’dır. Kitabın
kapak tasarımından tüm düzenlemelerin yapılmasına ve hemen hemen her
aşamada emeği oldukça fazladır. Kendisine gönülden teşekkürlerimi sunarım.
Osmanlıca bölümlerin okunmasında içinden çıkamadığım her noktada
yardımını esirgemeyen Prof. Dr. Yaşar Aydemir’e de gönülden teşekkür
ederim. Onun desteği olmasa metnin müşkül bölümlerini aşamazdım.
Büyük bir hoşgörüyle vakit ayırıp Arapça bölümlerin birçoğunu okuyan
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Özay’a da teşekkür ederim.
Kitabın Farsça aslından tetkikini yapmama imkân sağlayan mütercim
Ertuğrul Ertekin’e ve Yasemin Yancı’ya, değerli arkadaşlarım Banafsheh
Sayyad’a ve Behruz Dijurian’a da ayrı ayır teşekkürler ederim. Rahmi Oruç
Güvenç’in gerçekleştirdiği “66 Gün 66 Gece Sema” programına katılıp bana
yardımcı olan fakat isimlerini hatırlayamadığım diğer tüm İranlı arkadaşlara
da teşekkür ederim.
Ayrıca kitabın imlasının kontrolünde yardımlarını esirgemeyen öğretmen
arkadaşlarım Osman Esmer ve Fatma Eriş Hamza’ya çokça teşekkürler ederim.

Ve nihayet kitabın yayınlanmasına imkân sağlayan Konya İl Kültür ve Turizm
Müdürü Sayın Mustafa Çıpan’a da teşekkürler ederim.
Burada ismini anamadığımız ve emeği geçen tüm herkese canı gönülden
teşekkür ederim.
Çalışmamızın kusurlarının hoş görülmesi, rastlanan kusurların kısa zamanda
giderilebilmesi dileğiyle.
İsmail Koçak
REBABNâME
Sultan Veled (k.s.s.)
Aşığın sözü, insanı aşık eder.
İnsan dağ kadar sağlam olsa,
Bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
REBABNâME
Sultan Veled (k.s.s.)
Aşığın sözü, insanı aşık eder.
İnsan dağ kadar sağlam olsa,
Bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
2
Rebabnâme
ayrıldıkları âlemi hatırlama, güzelliğini düşünme ve o buluşmanın zevkini
anarak asıl vatanlarına dönme arzusuyla ağlarlar ki bilinir “Hubbu’l-vatan
mine’l-iman”5
 buyrulmuştur.
Özet olarak, hakikat gözüyle bakılınca, gerek manzum, gerek nesir bütün
söylediğimiz ve söyleyeceğimiz, Adem (a.s.)’in devrinden beri söylenen ve
bundan böyle de söylenecek olan sözlerin hepsinin de birer istiare olduğu
görülür. Yoksa esas konunun içeriği, gerçekte, ne söylenmiştir, (SAYFA 2) ne de
söylenebilir.
O halde bu sözlerin faydası nedir? Fayda şudur ki, anlatılması mümkün
olmayan bu halin büyük bir iş ve nihayetsiz bir devlet olduğunu söyleyerek
herkesin talep ve rağbetini o tarafa yönlendirebilmektir. Mesela, baliğ olmamış
bir çocuğa: “Mahbubun dudakları şeker gibi tatlıdır.” denilse, çocuk,
kendi kendine bir kıyas ve çıkarım yapar, der ki: “Mademki şeker tatlıdır,
mahbubun dudaklarının da onun gibi tatlı olması gerekir.” Halbuki, çocuk,
bu zevki baliğ olmadan evvel duyamaz.
Bunun gibi, fakirliğin niğmeti ve o sonsuz güzelin güzelliği, enbiya ve evliyanın
bu husustaki açıklamalarının hakikati de hakkıyla bilinemez. Nasıl ki
demişlerdir: “Men lem yezuk lem yarif - Tatmayan bilemez.”
(SAYFA 3)
5 Vatan sevgisi imandandır.
(SAYFA 1)
YAZILIŞ SEBEBİ
Bu sırlarla dolu Mesnevi-i Manevi’nin yazılış sebebi şudur:
Gönül ehli kişilerden büyük bir zat bu acizden, hakkımdaki sevgi ve iyi niyetine
binaen, talep etti ve yol gösterdi. Dedi ki:
“Hoca Senai Rahmetullah-ı Aleyhin “İlahinâme”si vezninde bir kitap yazmıştınız.
Ümit ederim ki Cenab-ı Mevlana kaddese sirrahu hazretlerinin
mesnevisi vezninde de diğer bir eser vücuda getirirsiniz, bu suretle o vezne
aşina olan kardeşlerimizin de hatırlarını hoş etmiş olursunuz. Çünkü “Biş-
nev ez ney”1
 vezni, onların tabiatında okuya okuya birleşmiş, sağlamlaşmış-
tır.
Zaten yazdığınız bütün şiirlerinizde Mevlana Hazretleri’ne benzemek,
onun konularını ele almak ve incelemek amacını gütmektesiniz. Yazacağınız
bu yeni eserin, Mesnevi-i Şerif vezninde olmasıyla da Hazrete tabi olma ve
benzeme çabası daha mükemmel olarak sağlanmış olacaktır.”
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenab-ı
Hüdavendigar’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile
başladım.
Hazret-i Mevlana, Mesnevi’sinde buyurmuşlardı ki: “Ney, şundan dolayı
şikayet ediyor: Kamışlıktan kesilmiş, dostlarından uzak düşerek garip kalmıştır.”
Neyin sesinde bir inlemeden fazla şey yoktur. Rebabda ise bir çok inilti ve
perişanlık vardır. Rebabın bütün malzemesi (deri, kıl, tel ve ahşap) gariptir.
Her biri kendi vatanından, kendi cinsinden ayrıldıkları için inliyor ve feryat
ediyorlar.
Demek oluyor ki “Rebabdaki iniltiler, neyden daha çok ve daha çeşitlidir.”
Gerek neyde gerek rebabda vesairedeki inleme ve şikayetler, birer benzetme,
birer mecazdır. Bunların inleme ve şikayetleri hakikatte şunun içindir ki:
bunlar ezeli bilgi içerisinde zaten varlardı.
Suret âlemine gelince “Eser olarak başka bir âleme düştük, sanatkarın manevi
birlikteliğinden ayrıldık” diye şikayet eder ve o birliktelik ve bütünlüğe
tekrar kavuşmayı isterler. Hakikatte ise, bunlar da birer istiaredir.
Gerek ney, gerekse rebabla kastedilen, aşıklar ve taliplerdir ki “ahd ü
elestte”2
’de bütün enbiya ve evliya’nın mukaddes ruhlarıyla beraber meş-
hur “hum cemîun ledeynâ muhdarûn”3
 sözü gereğince o ilahın tertemiz
huzurunda birleştikten sonra yüce “ihbitu”4
 fermanına bağlı olarak ruhlar
âleminden maddi âleme atıldıkları için ney gibi, rebab gibi feryad ederler ve
1 "Dinle neyden" Hz. Mevlana'nın mesnevisinin ilk beytinin başlangıç kelimeleri.
2 Araf 7/172 Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı
şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demiş-
lerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
3 Yasin suresi 36/53 Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.
4 Bakara 2/38 “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona
uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
3
Sultan Veled
ayrıldıkları âlemi hatırlama, güzelliğini düşünme ve o buluşmanın zevkini
anarak asıl vatanlarına dönme arzusuyla ağlarlar ki bilinir “Hubbu’l-vatan
mine’l-iman”5
 buyrulmuştur.
Özet olarak, hakikat gözüyle bakılınca, gerek manzum, gerek nesir bütün
söylediğimiz ve söyleyeceğimiz, Adem (a.s.)’in devrinden beri söylenen ve
bundan böyle de söylenecek olan sözlerin hepsinin de birer istiare olduğu
görülür. Yoksa esas konunun içeriği, gerçekte, ne söylenmiştir, (SAYFA 2) ne de
söylenebilir.
O halde bu sözlerin faydası nedir? Fayda şudur ki, anlatılması mümkün
olmayan bu halin büyük bir iş ve nihayetsiz bir devlet olduğunu söyleyerek
herkesin talep ve rağbetini o tarafa yönlendirebilmektir. Mesela, baliğ olmamış
bir çocuğa: “Mahbubun dudakları şeker gibi tatlıdır.” denilse, çocuk,
kendi kendine bir kıyas ve çıkarım yapar, der ki: “Mademki şeker tatlıdır,
mahbubun dudaklarının da onun gibi tatlı olması gerekir.” Halbuki, çocuk,
bu zevki baliğ olmadan evvel duyamaz.
Bunun gibi, fakirliğin niğmeti ve o sonsuz güzelin güzelliği, enbiya ve evliyanın
bu husustaki açıklamalarının hakikati de hakkıyla bilinemez. Nasıl ki
demişlerdir: “Men lem yezuk lem yarif - Tatmayan bilemez.”
(SAYFA 3)
5 Vatan sevgisi imandandır.
(SAYFA 1)
YAZILIŞ SEBEBİ
Bu sırlarla dolu Mesnevi-i Manevi’nin yazılış sebebi şudur:
Gönül ehli kişilerden büyük bir zat bu acizden, hakkımdaki sevgi ve iyi niyetine
binaen, talep etti ve yol gösterdi. Dedi ki:
“Hoca Senai Rahmetullah-ı Aleyhin “İlahinâme”si vezninde bir kitap yazmıştınız.
Ümit ederim ki Cenab-ı Mevlana kaddese sirrahu hazretlerinin
mesnevisi vezninde de diğer bir eser vücuda getirirsiniz, bu suretle o vezne
aşina olan kardeşlerimizin de hatırlarını hoş etmiş olursunuz. Çünkü “Biş-
nev ez ney”1
 vezni, onların tabiatında okuya okuya birleşmiş, sağlamlaşmış-
tır.
Zaten yazdığınız bütün şiirlerinizde Mevlana Hazretleri’ne benzemek,
onun konularını ele almak ve incelemek amacını gütmektesiniz. Yazacağınız
bu yeni eserin, Mesnevi-i Şerif vezninde olmasıyla da Hazrete tabi olma ve
benzeme çabası daha mükemmel olarak sağlanmış olacaktır.”
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenab-ı
Hüdavendigar’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile
başladım.
Hazret-i Mevlana, Mesnevi’sinde buyurmuşlardı ki: “Ney, şundan dolayı
şikayet ediyor: Kamışlıktan kesilmiş, dostlarından uzak düşerek garip kalmıştır.”
Neyin sesinde bir inlemeden fazla şey yoktur. Rebabda ise bir çok inilti ve
perişanlık vardır. Rebabın bütün malzemesi (deri, kıl, tel ve ahşap) gariptir.
Her biri kendi vatanından, kendi cinsinden ayrıldıkları için inliyor ve feryat
ediyorlar.
Demek oluyor ki “Rebabdaki iniltiler, neyden daha çok ve daha çeşitlidir.”
Gerek neyde gerek rebabda vesairedeki inleme ve şikayetler, birer benzetme,
birer mecazdır. Bunların inleme ve şikayetleri hakikatte şunun içindir ki:
bunlar ezeli bilgi içerisinde zaten varlardı.
Suret âlemine gelince “Eser olarak başka bir âleme düştük, sanatkarın manevi
birlikteliğinden ayrıldık” diye şikayet eder ve o birliktelik ve bütünlüğe
tekrar kavuşmayı isterler. Hakikatte ise, bunlar da birer istiaredir.
Gerek ney, gerekse rebabla kastedilen, aşıklar ve taliplerdir ki “ahd ü
elestte”2
’de bütün enbiya ve evliya’nın mukaddes ruhlarıyla beraber meş-
hur “hum cemîun ledeynâ muhdarûn”3
 sözü gereğince o ilahın tertemiz
huzurunda birleştikten sonra yüce “ihbitu”4
 fermanına bağlı olarak ruhlar
âleminden maddi âleme atıldıkları için ney gibi, rebab gibi feryad ederler ve
1 "Dinle neyden" Hz. Mevlana'nın mesnevisinin ilk beytinin başlangıç kelimeleri.
2 Araf 7/172 Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı
şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demiş-
lerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
3 Yasin suresi 36/53 Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.
4 Bakara 2/38 “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona
uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
4
Rebabnâme
meyve, yaprak ve ağaçlardan her birine kerem ederek yiyecek ve giyecek
verdin. Nar, elma, servi ve çınardan her birini sevgiliyi giyindirir gibi süsledin.
Bahçelerde, bağlarda, güllüklerde her tarafa çeşmeler, ırmaklar akıttın.
Göklere, kalemsiz, fırçasız güneşten, aydan ve yıldızlardan yüz çeşit işaretler
nakşettin.
Hepsinde bir çok tesirler yarattın, her birine bir türlü meşguliyet ve vazife 10
verdin. Yıldızlardan kimi ululuk bahş eder, kimi küçüklük eriştirir. Onlardan
vakit vakit doğum, ölüm gibi sevinç ve keder verici, uğurlu ve uğursuz
şeyler ortaya çıkar. Hepsi de senin saltanatının hizmetçileridir ki iyilik ve kö-
tülüğe senin emrinle giderler. Her birine bir çeşit hediye bahşetmişsin! Hakikatte
ise senden gayrısı mevcut değildir.
Gözü olan herkes açıkça görür ki zahirde ve batında senden gayrı kimse yok- 15
tur.
Yerde ve gökte ancak seni görür ve bütün uğraşısı senden ibaret olur.
Bu dünyadan başka bize görünmeyen ne dünyalar vardır ki nispet olunursa,
onlar birer derya, bizimki bir damladır. O cihanlar asıl, bizim cihanımız
onların çok da önemli olmayan bir parçası gibidir. Bu cihan sınırlıdır. Onların
ucu bucağı yoktur. O beka cihanlarından ayrı düştüm de bu fani dünyada
onun için ağlarım.
Beni lütfuyla bu hicrandan kurtarsın, tez vakitte gene visaline erdirsin diye, 20
işte rebab, inlerken nağmelerinde böyle yüz binlerle tespih terennüm eder,
dilsiz olduğu halde Huda’yı gizli gizli zikreder ve o zikri ariflerden başkası
işitemez.
Eğer Huda seni de (yefgahune) anlayanlar sırasına koyarsa eşyanın tespihlerini
o vakit ayanen görür ve duyarsın. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Ey zahir
âlimleri, sırların açıklamasını benimle ilimde ileri gidenlerden başkası bilemez.”
Şundan dolayı ki “Onlar, benim nurumla yaşamaktadırlar”. Her ne kadar 25
tendeki can gibi gizli iseler de âlemde eminlik ve sağlamlık bulmuş olanlar o
mertlerdir ki cümlesi de gönülden Hakk’a vasıl olmuşlardır. Onlarda kıl kadar
varlık yoktur, hepsi de yokluk tarafına yönelmişlerdir. Zaruri ölümden
evvel ölmüşler, pılıyı pırtıyı toplayıp yokluk tarafına götürmüşlerdir. Bunlar
o sultanlardır ki kendilerinden geçtikleri için Cenab-ı Hak, ilmini onlara ihsan
eyledi ve onların üzerinden uyguladı.
Bunlar, Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfatından dolayı fani ve ilm-i ledüne maden 30
olmuşlardır. Bunlardan başkasını cahil bil! Her ne kadar kılı kırk yararlarsa
da zahir uleması bu ilimden mahrumdur. Çünkü onların uğursuz nefisleri
ölmemiştir. İnsanlar, ilm-i kesbiyi (gayretle elde edilen ilim) vakit vakit hemcinslerinden
öğrenmişler, bayağı dünyanın servet ve makamı için zahmet çekerek
her biri zevkinden olmuşlardır.
İlmi ancak halkı avlamak, rütbe ve makam, mevki kazanmak maksadıyla öğ- 35
renmişler, kuyunun dibine dalmışlar, orada kalmışlardır. Bunların dış görü-
nüşleri doğan gibi gösterişlidir. Fakat hakikatte bunlar kedi gibi fare avcılarıdır.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
MAKALE 1
Bu şerh, şunu beyan edecektir ki şu şerefli “ve in min şey’in illâ yusebbihu
bi hamdihî”6
 ayet-i kerimesi gereğince yerin, göğün bütün zerreleri Cenab-ı
Hakk’ı tespih etmektedirler. Bütün eşya, tespih ediyor olunca, “rebab”ın da
tespih edenlerden olması lazım gelir. Çünkü rebab da bir şeydir. Şu kadar
var ki onun tespihini ancak gönül ehli olanlar (ruhaniler, arifler) duyar. Ehl-i
zahir ise onu çalgı ve eğlence kabilinden dinlerler.
Bu makale, şunu da anlatacaktır ki, “Allâhu nûrus semâvâti vel ard”7
ayet-i kerimesi gereğince; bütün eşya, Cenab-ı Hakk’ın nuru ve parıltısıyla
doludur. Daha doğrusu, Cenab-ı Hak’tan başka hiçbir şey mevcut değildir,
bütün varlık ondan ibarettir.
Şu kadar ki, Hak Teala Hazretleri kemal-i gayretinden tılsımcılık ve gözbağcılık
etmiştir. Bundan dolayı yakınların en yakınını, biz, uzakların en uza-
ğı görür ve açıkta olan hakikatleri gizli sanırız. Halbuki onlar, meydana gelişlerindeki
mükemmelliklerinden dolayı (son derece açıkta olduklarından)
saklı ve gizli görünmektedirler.
Bu makalede şu da söylenecektir: “Küntü kenzen mahfiyyen...”8
 Hadis-i
Kutsisi delaletiyle, bütün varlık aşktan ibarettir, bütün âlem aşktan doğmuş,
aşktan vücuda gelmiştir. Hayır, şer, fayda, zarar hülasa herşey talepten (muhabbetten)
hasıl olmuştur.
Talep olmasaydı hiç bir şey vücut bulmazdı. Talepler de aşkın parçalarındandır.
Bundan dolayı, kesin bilgiyle bilindi ki “Âlem, aşktan vücuda gelmiş
ve aşk ile ayakta durmaktadır.” Nasıl ki demişlerdir:
BEYİT
Ger aşk nebûdi u gam aşk nebûdi
Çendîn suhan-i nagz ki gofti ki şenûdi?
Tercüme: Eğer aşk ile aşkın gamı olmasaydı, bu kadar güzel sözleri kim söyleyecek
ve kim işitecekti?
Rebabın iniltisinden, sesinden her türlü aşk nüktelerini dinleyin. Daima inleyerek
ve seslenerek der ki ‘’Ya Rabbi! Ya Rabbi!Ya Rabbi! Yaratan ve benzersiz
olan sensin, her istediğini yardımcıya muhtaç olmadan yaratırsın. Bu
dünyayı bizim için yarattın.Ve üzerine gönül cezbedici nakışlar çektin. Gayretinle
bağlar icat ettin ve cümlesini ‘İrem bağları’ gibi süsledin. (SAYFA 4) Gül,
6 İsra suresi 17/44 Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey onu hamd ile tespih
eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok
bağışlayandır.
7 Nur suresi 24/35 Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir
kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne do-
ğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse
aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller
verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
8 Hadis-i Kutsi, “Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref” (Ben gizli bir hazine
idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim.)
5
Sultan Veled
meyve, yaprak ve ağaçlardan her birine kerem ederek yiyecek ve giyecek
verdin. Nar, elma, servi ve çınardan her birini sevgiliyi giyindirir gibi süsledin.
Bahçelerde, bağlarda, güllüklerde her tarafa çeşmeler, ırmaklar akıttın.
Göklere, kalemsiz, fırçasız güneşten, aydan ve yıldızlardan yüz çeşit işaretler
nakşettin.
Hepsinde bir çok tesirler yarattın, her birine bir türlü meşguliyet ve vazife 10
verdin. Yıldızlardan kimi ululuk bahş eder, kimi küçüklük eriştirir. Onlardan
vakit vakit doğum, ölüm gibi sevinç ve keder verici, uğurlu ve uğursuz
şeyler ortaya çıkar. Hepsi de senin saltanatının hizmetçileridir ki iyilik ve kö-
tülüğe senin emrinle giderler. Her birine bir çeşit hediye bahşetmişsin! Hakikatte
ise senden gayrısı mevcut değildir.
Gözü olan herkes açıkça görür ki zahirde ve batında senden gayrı kimse yok- 15
tur. Yerde ve gökte ancak seni görür ve bütün uğraşısı senden ibaret olur.
Bu dünyadan başka bize görünmeyen ne dünyalar vardır ki nispet olunursa,
onlar birer derya, bizimki bir damladır. O cihanlar asıl, bizim cihanımız
onların çok da önemli olmayan bir parçası gibidir. Bu cihan sınırlıdır. Onların
ucu bucağı yoktur. O beka cihanlarından ayrı düştüm de bu fani dünyada
onun için ağlarım.
Beni lütfuyla bu hicrandan kurtarsın, tez vakitte gene visaline erdirsin diye, 20
işte rebab, inlerken nağmelerinde böyle yüz binlerle tespih terennüm eder,
dilsiz olduğu halde Huda’yı gizli gizli zikreder ve o zikri ariflerden başkası
işitemez.
Eğer Huda seni de (yefgahune) anlayanlar sırasına koyarsa eşyanın tespihlerini
o vakit ayanen görür ve duyarsın. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Ey zahir
âlimleri, sırların açıklamasını benimle ilimde ileri gidenlerden başkası bilemez.”
Şundan dolayı ki “Onlar, benim nurumla yaşamaktadırlar”. Her ne kadar 25
tendeki can gibi gizli iseler de âlemde eminlik ve sağlamlık bulmuş olanlar o
mertlerdir ki cümlesi de gönülden Hakk’a vasıl olmuşlardır. Onlarda kıl kadar
varlık yoktur, hepsi de yokluk tarafına yönelmişlerdir. Zaruri ölümden
evvel ölmüşler, pılıyı pırtıyı toplayıp yokluk tarafına götürmüşlerdir. Bunlar
o sultanlardır ki kendilerinden geçtikleri için Cenab-ı Hak, ilmini onlara ihsan
eyledi ve onların üzerinden uyguladı.
Bunlar, Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfatından dolayı fani ve ilm-i ledüne maden 30
olmuşlardır. Bunlardan başkasını cahil bil! Her ne kadar kılı kırk yararlarsa
da zahir uleması bu ilimden mahrumdur. Çünkü onların uğursuz nefisleri
ölmemiştir. İnsanlar, ilm-i kesbiyi (gayretle elde edilen ilim) vakit vakit hemcinslerinden
öğrenmişler, bayağı dünyanın servet ve makamı için zahmet çekerek
her biri zevkinden olmuşlardır.
İlmi ancak halkı avlamak, rütbe ve makam, mevki kazanmak maksadıyla öğ- 35
renmişler, kuyunun dibine dalmışlar, orada kalmışlardır. Bunların dış görü-
nüşleri doğan gibi gösterişlidir. Fakat hakikatte bunlar kedi gibi fare avcılarıdır.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
MAKALE 1
Bu şerh, şunu beyan edecektir ki şu şerefli “ve in min şey’in illâ yusebbihu
bi hamdihî”6
 ayet-i kerimesi gereğince yerin, göğün bütün zerreleri Cenab-ı
Hakk’ı tespih etmektedirler. Bütün eşya, tespih ediyor olunca, “rebab”ın da
tespih edenlerden olması lazım gelir. Çünkü rebab da bir şeydir. Şu kadar
var ki onun tespihini ancak gönül ehli olanlar (ruhaniler, arifler) duyar. Ehl-i
zahir ise onu çalgı ve eğlence kabilinden dinlerler.
Bu makale, şunu da anlatacaktır ki, “Allâhu nûrus semâvâti vel ard”7
ayet-i kerimesi gereğince; bütün eşya, Cenab-ı Hakk’ın nuru ve parıltısıyla
doludur. Daha doğrusu, Cenab-ı Hak’tan başka hiçbir şey mevcut değildir,
bütün varlık ondan ibarettir.
Şu kadar ki, Hak Teala Hazretleri kemal-i gayretinden tılsımcılık ve gözbağcılık
etmiştir. Bundan dolayı yakınların en yakınını, biz, uzakların en uza-
ğı görür ve açıkta olan hakikatleri gizli sanırız. Halbuki onlar, meydana gelişlerindeki
mükemmelliklerinden dolayı (son derece açıkta olduklarından)
saklı ve gizli görünmektedirler.
Bu makalede şu da söylenecektir: “Küntü kenzen mahfiyyen...”8
 Hadis-i
Kutsisi delaletiyle, bütün varlık aşktan ibarettir, bütün âlem aşktan doğmuş,
aşktan vücuda gelmiştir. Hayır, şer, fayda, zarar hülasa herşey talepten (muhabbetten)
hasıl olmuştur.
Talep olmasaydı hiç bir şey vücut bulmazdı. Talepler de aşkın parçalarındandır.
Bundan dolayı, kesin bilgiyle bilindi ki “Âlem, aşktan vücuda gelmiş
ve aşk ile ayakta durmaktadır.” Nasıl ki demişlerdir:
BEYİT
Ger aşk nebûdi u gam aşk nebûdi
Çendîn suhan-i nagz ki gofti ki şenûdi?
Tercüme: Eğer aşk ile aşkın gamı olmasaydı, bu kadar güzel sözleri kim söyleyecek
ve kim işitecekti?
Rebabın iniltisinden, sesinden her türlü aşk nüktelerini dinleyin. Daima inleyerek
ve seslenerek der ki ‘’Ya Rabbi! Ya Rabbi!Ya Rabbi! Yaratan ve benzersiz
olan sensin, her istediğini yardımcıya muhtaç olmadan yaratırsın. Bu
dünyayı bizim için yarattın.Ve üzerine gönül cezbedici nakışlar çektin. Gayretinle
bağlar icat ettin ve cümlesini ‘İrem bağları’ gibi süsledin. (SAYFA 4) Gül,
6 İsra suresi 17/44 Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey onu hamd ile tespih
eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok
bağışlayandır.
7 Nur suresi 24/35 Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir
kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne do-
ğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse
aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller
verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
8 Hadis-i Kutsi, “Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref” (Ben gizli bir hazine
idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim.)
6
Rebabnâme
(SAYFA 5) Öyleyse, bunlara doğan deme, kedi de! Çünkü kedi tabiatlıdırlar. Onların
avı faredir. Kedi cinsi, damlarda ve dallarda sürekli kuş tutmaz. Ey hü-
ner sahibi, şekli bırak da manaya bak! Ve onları kedi say!
40 Hülasa, onlar doğan olamaz, olsa olsa kedi olurlar. Çünkü daimi avları faredir.
Zahir âlimleri, Kuran’ı güçlerinin yettiği kadar tefsir ve takdir etmişlerdir.
Batın âlimleri de tefsir etmişlerdir. Hakk’a yakinen iman eden bunlardır.
Her türlü anlamı ve yorumu bilen, ancak Cenab-ı Hak’tır. Ondan başka hiç-
bir kimse bunu bilemez. Zahir âlimleri öyle zannederler ki evliya, Hakk’ın
gayrıdır. Hakikatte onların nur-ı mutlak olduklarını anlayamazlar.
45 Hak Teala Hazretleriyle velileri arasına ikilik sığmaz. Burada benlik ve senlik
yoktur. Her müfessir kendi bilgisine itimat ederek iktidarının derecesine
göre Kuran’ı tefsir etmiştir. Fakat bu tefsir (derinlemesine ve hakikatiyle anlayanların
tefsiri) ondan ayrıdır: O, cisim; bu, candır. Kuran-ı Kerim’in her
ayetinde batıni manalar vardır. Her müfessir bir batına kılavuzlanmıştır. Zahir
âlimleri, üçüncü kademeden ileri gidemedikleri halde,
50 batın uleması, yedinci kademeye kadar ilerlemişler ve hakikat bunlar tarafından
keşfolunmuştur. Bunlara açıklanan sırlar, lisanla anlatılamaz. Halk,
ancak onun adını duyabilir. Suretten geç, yüzünü mana tarafına çevir ki dostu
düşmandan ayırt edebilsin.
Biliniz ki hisleriyle hareket eden âlimlerin ellerine gayb nurundan bir şey
geçmemiştir. Çünkü onların hisleri naridir, gizli sırları nasıl anlayabilirler?
55 Nari olan kulaklar için eşyanın tespihlerini işitmeye imkan yoktur. Halkın
bütün hisleri naridir. Bundan dolayı benzersiz yaratanın güzelliğine karşı
perdelidirler. Hepsinin de şehvetleri ve zevkleri nari, canları ebedi ruhla ilintisizdir.
Taatle ihlas, bizim bakır ruhlarımızı altın edecek kimyalardır. Yüzü-
nü samimiyetle ve tamamen Bari-i Teala Hazretleri yönüne döndürürsen,
narın nur olur.
60 Veyahut Hak erlerinden sana bir armağan (bir himmet) ererse cismanilikten
kurtulur, saf nur olursun. Onların bakışlarıyla narın nur olur, her dikeninden
yüzlerce gülistan ortaya çıkar. O ihsan sayesinde (abdal) zümresine dahil
ve binişan olarak “gayb erlerine” kavuşursun, yerde, gökte ne kadar mevcudat
varsa, zerrelerinin tespihlerini aşikar olarak işitirsin, gözlerin perdesiz
olarak Hak Teala Hazretlerini görür, vücudunun her zerresinden yüzlerce
güneş parıldar.
65 İnsan, cin, huri, melek iki cihanda da seninle var olur. Bendelikten kurtularak
sultan, cisminden soyutlanarak saf can olursun.
Bu bahsin haddi ve payanı yoktur. Geri dön de tekrar rebab ile demsaz ol!
(SAYFA 6) Artık ona kulak ver, Huda’nın zikrini onun iniltilerinden dinle! Bunu
Cenab-ı Hak kendi kelamında buyurmuştur ki “Herşey, canıgönülden bizi
tespih eder.”9
9 İsra Suresi 17/44 Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile
Yaş, kuru, engin, yüksek yani her şey onu tespih ederse, şüphe yoktur ki re- 70
bab da, onun parçaları da bir şeydir. Gerçi rebab görünüşte bir tek şeydir.
Fakat onun bir çok parçadan oluştuğu malumdur. Rebab terennüm ederken
parçalarından herbirinin ayrı ayrı zikir ve tespihlerine kulak ver! Eğer ruhunda
gizlenmiş bir kulağa sahip değilsen, ondan alelade bir ses, bir çığlıktan
başka bir şey duyamazsın.
Rebab, inlemeleriyle der ki: “Biz testilere benzeriz, sen safa deryasısın! Bizim 75
canımız sana bağlıdır. Ey canların canı!
Bize cemalini perdesiz olarak göster. Biz, seninle doluyuz, fakat sen bizden
gizlisin, lütfunla bu gizliliği bize açıkça göster.”
Rebab, gece gündüz yürekten böyle aşıkâne feryatlar eder. Ve bundan hiç
zahmet ve yorgunluk duymaz. Balık denizin suyundan doyar usanır mı?
Arslana, avlanmadan bıkkınlık, usanç gelir mi?
Çünkü balığın hayatı su iledir. Susuz kaldığı zaman acı çeker, hatta ölür. İşte 80
rebab, dilsiz ve harfsiz olarak ehl-i safaya böyle yüzlerce çeşit ince sözler söyler.
Aşka dair sözlere nihayet olmadığı halde o, bu deryayı kucaklamış, ku-
şatmıştır.
Kainatta ne varsa, alt, üst, gök, yer, ön, arka, tamamen ve yalnız aşktan vücuda
gelmiştir. Aşağı, yukarı, yer ve gök hep aşkın mahsulüdür.
Şu hikmete binaen ki Hak Teala Hazretlerinin varlığı biline. Cenab-ı Hak, 85
hadis-i kudsisinde “küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en urife fehalektü’lhalka
lien uraf”10 buyurmuştur. Ben kainatı şunun için yarattım ki “Kudretim
ve ilmim zahir ola. Benim emrimle yokluk bunun için var oldu, âlemdeki
hadsiz hesapsız mahluklar bu hikmetten dolayı yaratıldı. Yeni yeni ortaya çı-
kan bütün hadiseler benim emrimle vücuda gelmektedir.”
Mahluklar cümlesinden dünyada vakit vakit oluşan gizli, açık şeyler. Yiye- 90
cek, içecek, giyecek, kadın, erkek, köle, hizmetçi hülasa bunlara benzeyen
her şey talep sonucu değil midir? Talepsiz vücut bulmaları mümkün mü-
dür? İyi, kötü her şey talepten doğmuştur ve doğmaktadır. Kara, ak, mavi
her ne varsa tamamiyle talep mahsulüdür. Şunu da bilin ki talep dediğimiz
şey de aşkın bir parçasıdır ve aşkın çileleri içinde sonsuz değerler ve üstünlükler
gizlidir. (SAYFA 7)
Talep, aşk deryasından bir damla veya madenden ufak bir parçadır. Şüphe- 95
siz, damla denizin aslıdır. Bundan dolayı talebinde aşkın aslı olması lazım
gelir. Biliniz ki her ne varsa bütün aşktan meydana gelmiştir. Aşkta kemale
erenler için zeval yoktur. Hakikatte aşk asıldır, âlem onun parçalarının bir
sonucu. Sen parçaların parçalarını bırak da asla talip ol! Ta ki asıl gibi ebedi
tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir),
çok bağışlayandır.
10 Hadis-i kutsi: Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim.
7
Sultan Veled
(SAYFA 5) Öyleyse, bunlara doğan deme, kedi de! Çünkü kedi tabiatlıdırlar. Onların
avı faredir. Kedi cinsi, damlarda ve dallarda sürekli kuş tutmaz. Ey hü-
ner sahibi, şekli bırak da manaya bak! Ve onları kedi say!
40 Hülasa, onlar doğan olamaz, olsa olsa kedi olurlar. Çünkü daimi avları faredir.
Zahir âlimleri, Kuran’ı güçlerinin yettiği kadar tefsir ve takdir etmişlerdir.
Batın âlimleri de tefsir etmişlerdir. Hakk’a yakinen iman eden bunlardır.
Her türlü anlamı ve yorumu bilen, ancak Cenab-ı Hak’tır. Ondan başka hiç-
bir kimse bunu bilemez. Zahir âlimleri öyle zannederler ki evliya, Hakk’ın
gayrıdır. Hakikatte onların nur-ı mutlak olduklarını anlayamazlar.
45 Hak Teala Hazretleriyle velileri arasına ikilik sığmaz. Burada benlik ve senlik
yoktur. Her müfessir kendi bilgisine itimat ederek iktidarının derecesine
göre Kuran’ı tefsir etmiştir. Fakat bu tefsir (derinlemesine ve hakikatiyle anlayanların
tefsiri) ondan ayrıdır: O, cisim; bu, candır. Kuran-ı Kerim’in her
ayetinde batıni manalar vardır. Her müfessir bir batına kılavuzlanmıştır. Zahir
âlimleri, üçüncü kademeden ileri gidemedikleri halde,
50 batın uleması, yedinci kademeye kadar ilerlemişler ve hakikat bunlar tarafından
keşfolunmuştur. Bunlara açıklanan sırlar, lisanla anlatılamaz. Halk,
ancak onun adını duyabilir. Suretten geç, yüzünü mana tarafına çevir ki dostu
düşmandan ayırt edebilsin.
Biliniz ki hisleriyle hareket eden âlimlerin ellerine gayb nurundan bir şey
geçmemiştir. Çünkü onların hisleri naridir, gizli sırları nasıl anlayabilirler?
55 Nari olan kulaklar için eşyanın tespihlerini işitmeye imkan yoktur. Halkın
bütün hisleri naridir. Bundan dolayı benzersiz yaratanın güzelliğine karşı
perdelidirler. Hepsinin de şehvetleri ve zevkleri nari, canları ebedi ruhla ilintisizdir.
Taatle ihlas, bizim bakır ruhlarımızı altın edecek kimyalardır. Yüzü-
nü samimiyetle ve tamamen Bari-i Teala Hazretleri yönüne döndürürsen,
narın nur olur.
60 Veyahut Hak erlerinden sana bir armağan (bir himmet) ererse cismanilikten
kurtulur, saf nur olursun. Onların bakışlarıyla narın nur olur, her dikeninden
yüzlerce gülistan ortaya çıkar. O ihsan sayesinde (abdal) zümresine dahil
ve binişan olarak “gayb erlerine” kavuşursun, yerde, gökte ne kadar mevcudat
varsa, zerrelerinin tespihlerini aşikar olarak işitirsin, gözlerin perdesiz
olarak Hak Teala Hazretlerini görür, vücudunun her zerresinden yüzlerce
güneş parıldar.
65 İnsan, cin, huri, melek iki cihanda da seninle var olur. Bendelikten kurtularak
sultan, cisminden soyutlanarak saf can olursun.
Bu bahsin haddi ve payanı yoktur. Geri dön de tekrar rebab ile demsaz ol!
(SAYFA 6) Artık ona kulak ver, Huda’nın zikrini onun iniltilerinden dinle! Bunu
Cenab-ı Hak kendi kelamında buyurmuştur ki “Herşey, canıgönülden bizi
tespih eder.”9
9 İsra Suresi 17/44 Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile
Yaş, kuru, engin, yüksek yani her şey onu tespih ederse, şüphe yoktur ki re- 70
bab da, onun parçaları da bir şeydir. Gerçi rebab görünüşte bir tek şeydir.
Fakat onun bir çok parçadan oluştuğu malumdur. Rebab terennüm ederken
parçalarından herbirinin ayrı ayrı zikir ve tespihlerine kulak ver! Eğer ruhunda
gizlenmiş bir kulağa sahip değilsen, ondan alelade bir ses, bir çığlıktan
başka bir şey duyamazsın.
Rebab, inlemeleriyle der ki: “Biz testilere benzeriz, sen safa deryasısın! Bizim 75
canımız sana bağlıdır. Ey canların canı!
Bize cemalini perdesiz olarak göster. Biz, seninle doluyuz, fakat sen bizden
gizlisin, lütfunla bu gizliliği bize açıkça göster.”
Rebab, gece gündüz yürekten böyle aşıkâne feryatlar eder. Ve bundan hiç
zahmet ve yorgunluk duymaz. Balık denizin suyundan doyar usanır mı?
Arslana, avlanmadan bıkkınlık, usanç gelir mi?
Çünkü balığın hayatı su iledir. Susuz kaldığı zaman acı çeker, hatta ölür. İşte 80
rebab, dilsiz ve harfsiz olarak ehl-i safaya böyle yüzlerce çeşit ince sözler söyler.
Aşka dair sözlere nihayet olmadığı halde o, bu deryayı kucaklamış, ku-
şatmıştır.
Kainatta ne varsa, alt, üst, gök, yer, ön, arka, tamamen ve yalnız aşktan vücuda
gelmiştir. Aşağı, yukarı, yer ve gök hep aşkın mahsulüdür.
Şu hikmete binaen ki Hak Teala Hazretlerinin varlığı biline. Cenab-ı Hak, 85
hadis-i kudsisinde “küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en urife fehalektü’lhalka
lien uraf”10 buyurmuştur. Ben kainatı şunun için yarattım ki “Kudretim
ve ilmim zahir ola. Benim emrimle yokluk bunun için var oldu, âlemdeki
hadsiz hesapsız mahluklar bu hikmetten dolayı yaratıldı. Yeni yeni ortaya çı-
kan bütün hadiseler benim emrimle vücuda gelmektedir.”
Mahluklar cümlesinden dünyada vakit vakit oluşan gizli, açık şeyler. Yiye- 90
cek, içecek, giyecek, kadın, erkek, köle, hizmetçi hülasa bunlara benzeyen
her şey talep sonucu değil midir? Talepsiz vücut bulmaları mümkün mü-
dür? İyi, kötü her şey talepten doğmuştur ve doğmaktadır. Kara, ak, mavi
her ne varsa tamamiyle talep mahsulüdür. Şunu da bilin ki talep dediğimiz
şey de aşkın bir parçasıdır ve aşkın çileleri içinde sonsuz değerler ve üstünlükler
gizlidir. (SAYFA 7)
Talep, aşk deryasından bir damla veya madenden ufak bir parçadır. Şüphe- 95
siz, damla denizin aslıdır. Bundan dolayı talebinde aşkın aslı olması lazım
gelir. Biliniz ki her ne varsa bütün aşktan meydana gelmiştir. Aşkta kemale
erenler için zeval yoktur. Hakikatte aşk asıldır, âlem onun parçalarının bir
sonucu. Sen parçaların parçalarını bırak da asla talip ol! Ta ki asıl gibi ebedi
tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir),
çok bağışlayandır.
10 Hadis-i kutsi: Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim.
8
Rebabnâme
kalasın. İyi bil ki parçaların kalıcılığı yoktur.
100 Parçalar, gölge gibidir; gelir, geçer. Fakat asıl, güneş gibidir; yüksek ve daimdir.
Sanat eseri, nihayet fanidir. Ancak onların görünmeyen sanatkarı sü-
rekli ve ebedidir. Ne mutlu ona ki sanatkara talip oldu da dünya için din suyunu
döküp telef etmedi. Çünkü sanatkar yanında, can için ebedi safa, minnetsiz
ihsan vardır. O safa şarabının ve sarhoşluğunun baş ağrısı yoktur. Ona
bir can veren, binini alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder