27 Mart 2016 Pazar

Resûlullaha Peygamberlik vazîfesi verilmiş,Mekkelileri İslama davete henüz yeni başlamıştı.Daha kendisine 8 kişi îmân etmişti.

Resûlullaha Peygamberlik vazîfesi verilmiş,Mekkelileri İslama davete henüz yeni başlamıştı.Daha kendisine 8 kişi îmân etmişti.Hz Ebû Seleme,Ebû Ubeyde bin Haris,Erkâm bin Ebü’l-Erkam ve Osman bin Maz’un ile birlikte,Hazreti Osman’ın,Talha,Zübeyr ve Sa’d b Ebî Vakkâs hazretlerinin müslüman olduklarını işitince,hemen Resûlullahın huzûruna vardılar.Onları İslâm dinine davet edip,bir miktar da Kur’ân-ı kerîm okudu.Hiç duymadıkları bu tatlı sözleri işitir işitmez dördünün de kalblerinde İslâm nûru parlayıverdi.Hemen Kelime-i şehâdet getirip,müslüman oldular.O gün,Resûlullahın sevinci çok olmuş,müslümanların sayısı 12’ye varmıştı.Hazreti Ebû Seleme,hemen evine gidip hanımının da müslüman olmasını teklif etti.O da Resûlullahın huzûruna gelip,ilk müslümanlardan olmakla şereflendi.

Ebû Seleme

Tek başına hicret eden sahâbî.

Allahü teâlânın emriyle sevgili Peygamberimiz, Müslümanlara Medîne'ye hicret için izin verdiler. Bunun üzerine birçok sahâbî hicret hazırlıklarına başladılar.

Hazret-i Ebû Seleme de devesini getirip, hanımını bindirdi. Oğlunu, kucağına oturttu. Hayvanın yularını çekip, kaldırmaya çalışıyordu. O sırada ba'zı öfkeli adamlar gelerek, elindeki yuları aldılar.

Hazret-i Ebû Seleme, ne olduğunu anlıyamadı. Adamlar, hanımına bağırıyorlardı:
- İn deveden aşağı! Çabuk ol!

Kabîlemizin kızıdır
Bunlar, Mugîreoğulları olup hanımının akrabaları idiler. Bir yandan zorla kadıncağızı çekiyorlar, öbür yandan da kocasına:
- Sen kendin, bizi dinlemedin! Putlarımızı bırakıp, Müslüman oldun. Şimdi de kabîlemizin kızını, kaçırmaya çalışıyorsun! Onu daha nerelere götüreceksin? Buna aslâ müsaade edemeyiz, diye çıkışıyorlardı.

Tabii oğlu da, annesiyle birlikte deveden indirildi. Zâten O'nun elini sıkı sıkı tutuyordu. Mugîreoğulları, kalabalık idiler. O zorbalarla başa çıkmak mümkün değildi. Buna rağmen münâkaşa çok uzadı. Olayı işiten, Esedoğulları da oraya koştular. Bunlar da, Hazret-i Ebû Seleme'nin kabîlesinden idiler. Ne olduğunu sordular. Onların da çoğu, Müslüman değildi. Fakat buna rağmen direttiler:
- Mâdem ki sizler, bizim akrabamızın hanımını bırakmıyorsunuz; biz de onun oğlunu size bırakmayız!

Anasının elinden kopmak istemiyen yavrucağızı, çekiştiriyorlardı. İtişme, kakışma arasında küçük çocuk ağlamaya başladı. Çünkü, kolu çıkmıştı. Bu kadar zorbalık sonunda; çocuğu Esedoğulları, Anasını da Mugîreoğulları alıp, uzaklaştılar. Hazret-i Ebû Seleme oracıkta, sâdece devesiyle kalakaldı.

İlk Müslümanlar buna benzer eziyet, işkence ve felâketlere artık alışmışlardı. Olaylar karşısında, sabır ve metânet göstermeye çalışıyorlardı. Çünkü sevgili Peygamberimizin emirleri öyle idi.

Ebû Seleme hazretleri de işte bu yüzden, Hicrete tek başına devam etmeye katlandı. Allah rızâsını kazanmak ümidiyle, yollara düştü. Gözyaşları arasında nihâyet Medîne'ye vardı. Mekke'de kalan hanımı ise her sabah, şehir dışındaki Ebtah mevkiine çıkıyordu. Orada, Medîne'den gelen yolcuları bekliyor ve kocasından haber almaya çalışıyordu.

Hiç insanlık yok mu?
Yanında kimse olmadığı zamanlar, uzun uzun ağlıyordu. Zorla ayırdıkları oğlu ve eşi için gözyaşı döküyordu. Amcaoğullarından biri, O'nu o vaziyette gördü. Perişân hâline acıdı. Doğruca, kendi kabîlesinin zorbalarına giderek bağırmaya başladı:
- Bu zavallıya, daha ne kadar zulmedeceksiniz? Onu hem kocasından, hem oğlundan kopardınız. Sizde hiç insanlık yok mudur? Üstelik kendi akrabanıza işkence ediyorsunuz.

Bu sözler üzerine, Zorbalar insâfa geldiler. Sonra da kederli kadıncağıza:
- İstersen, gidip kocana kavuşabilirsin, dediler.

O'nun Medîne'ye yollanacağını öğrenen, Esedoğulları da dayanamadılar. Getirip, oğlunu teslim ettiler.

Allah ve Resûlullah yolunun yolcuları, ışıklı günlere doğru yürüyorlardı. Hazret-i Seleme'nin ana-babasının, duâları kabûl olmuştu. Uzun ayrılık ve hasretten sonra nihâyet, Kubâ'da hepsi birbirlerine kavuştular.

Hicretten sonra mübârek Medîne'de, İslâmın ve Ebû Seleme ailesinin, güzel günleri başladı. Bütün Mü'minler İslâmiyeti yaymak için, canla-başla çalışıyorlardı. Bedir'de Mekkelilere karşı ilk zafer kazanıldı. Bu zaferi kazanan mücâhidlerden biri de, Hazret-i Ebû Seleme idi.

Hazret-i Ebû Seleme sevgili Peygamberimizin yakın akrabası idi. Hazret-i Ebû Seleme'nin annesi, Peygamber efendimizin halaları idi. Ebû Seleme hazretleri, cihâd ve gazâ olmadığı zamanlar, daha çok ibâdet etmeye çalışıyordu.

Sevindirici söz 
Bir gün Mescîd-i Nebevîden, sevinçle evine geldi. Kendisini karşılayan hanımına dedi ki:
- Şimdi, Allahü teâlânın Resûlünden çok sevindirici bir söz duydum.

Hanımı merakla sordu:
- Hayırdır inşâallah! Ne duydunuz?

- Peygamber efendimiz "Müslümanlar, herhangi bir belâya uğrar da; İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn dedikten sonra; yâ Râbbi! Bu uğradığım musîbetin ecrini ihsân eyle. Beni, ondan daha hayırlısına eriştir diye duâ ederse; cenâb-ı Hak, onun duâsını kabûl eder" buyurdular.

Epeyce daha konuştular. Bir ara hanımı dedi ki:
- Yâ Ebâ Seleme!.. Gel, seninle bir sözleşme yapalım.

Kocası hayretle sordu:
- Hayrola! Nasıl bir sözleşme istiyorsun?
- İkimizden hangimiz önce ölürsek, geriye kalanımız; bir daha evlenmesin!. Buna, söz verebilir misin?

Ebû Seleme biraz düşündü ve sordu:
- Ey hanımcığım! Sen, beni dinler ve itâat eder misin?
- Evet! Dinlerim ve itâat ederim.
- Sen, sözümü dinle ve ben ölürsem, evlen!

Hazret-i Ebû Seleme böyle söyledikten sonra ellerini kaldırıp, o büyük îmânlı hanımına ve bütün Müslümanlara duâlar etti.

Bedir'deki yenilginin ateşiyle yanan Kureyş müşrikleri, bütün hınçlarıyla Uhud'da saldırdılar. Medîne civârındaki Yahûdileri de kışkırtıyorlardı. O gazânın gerçek kahramanlarından biri, yine Hazret-i Ebû Seleme idi. Olanca îmânı ve olanca gücüyle savaşıyordu. Asıl gâyesi şehit olmaktı. Fakat sâdece kolundan, pâzusundan yaralandı. Yarası küçük olmasına rağmen, kan kaybediyordu.

Müşrikleri dağıttılar 
Gazâdan sonra bile, uzun zaman evinde yattı. Hanımı onu, güzelce tedâvi ediyordu. Bir ay sonra iyileşti, ayağa kalktı.

İslâmın hudutları genişledikçe, düşmanları da çoğalıyordu. Kutn bölgesindeki ba'zı kabîle reisleri, hâlâ kibir ve azamet peşindeydiler. Orada başlıyan kışkırtma olayları üzerine Peygamber Efendimiz, bir ihtar hareketini uygun gördüler. Hazret-i Ebû Seleme ile ba'zı arkadaşlarını, bu iş için vazîfelendirdiler.

Onlar da kısa zamanda, Kutn civârındaki âsî ve müşrikleri dağıttılar. Pek çok ganîmet alarak, Medîne'ye döndüler. Dönüşte, Hazret-i Ebû Seleme fenâlaştı. Çünkü Uhud'da aldığı yara yeniden açılmıştı. Bütün gayretlere rağmen, fazla kan kaybından vefât etti.

Ümmü Seleme hatun, kocası Ebû Seleme'nin şehit olması üzerine,"İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun" dedikten sonra, duâ etti.

Sonda doğruca sevgili Peygamberimizin huzûrlarına giderek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ebû Seleme vefât eyledi.

Peygamber efendimiz kalktılar ve halalarının oğlunu görmeye gittiler. Mübârek elleriyle hâlâ açık bulunan gözlerini kapattılar ve buyurdular ki:
- Hakikaten, rûh kabzolunurken göz; rûhun peşinden baka kalır! 

Melekler âmin demektedir
Resûlullah efendimiz o sırada ağlaşıp, sızlanan kadınlara ve diğer ev halkına da:
- Sizler şimdi kendinize, hayırdan başka duâda bulunmayınız. Çünkü Melekler şu anda, duâlarınıza âmin demektedirler, îkazında bulundular. 

Daha sonra da şöyle duâda bulundular:
- Ey Allahım! Ebû Seleme'yi rahmetine kavuştur! Doğru yola ermiş kulların arasında, derecesini yücelt! Geride kalanlardan O'na, iyi bir halef ihsân eyle! Bize ve O'na mağfiret kıl. O'nu kabirinde, ferahlandır ve nûrlandır.

Hazret-i Ebû Seleme Medîne'de Bâki' Kabristanına defnolundu. Muhterem hanımı, her zaman olduğu gibi sabretti, duâlar etti. Onun yetîm kalan yavrularıyla, geçim derdini halletmeye çalıştı.

4-5 ay kadar sonra Peygamberimiz, bir arkadaşlarını ona yolladılar. Gelen zât dedi ki:
- Müjdeler olsun, ey Ümmü Seleme! Resûlullah efendimiz, Allahın emriyle seni nikâhlamak istiyorlar.

Bu büyük müjdeye rağmen Hazret-i Ümmü Seleme, düşünceli görünüyordu. Az sonra, cevap olarak dedi ki:
- Ey Resûlullahın elçisi! Hoş geldin, sefâlar getirdin! Yalnız şu husûsları, Efendimize arz etmelisin ki:
1) Ben yaşlı ve kıskanç bir kadınım. Olabilir ki, aksi bir davranışta bulunurum da; o yüzden, Allahın gazâbına uğramaktan korkarım.

2) Yetîm çocuklarım mevcuttur. Bir de onların bakımı, kendilerine yük olmaz mı?

3) Nikâhımı yapacak velîlerim, yanımda değildirler.

Elçi bunları, aynen sevgili Peygamberimize arz etti.

Biz de yaşlıyız
Birkaç gün sonra iki cihânın Sultânı bizzat, teşrîf buyurdular. Çok heyecanlanan Hazret-i Ümmü Seleme'ye, tekliflerini Kendileri tekrarladılar. Ve buyurdular ki:
- Biliyorsun ki, biz de yaşlıyız. Sonra senin, o kıskançlık hâlini gidermesi için, Allaha duâ ederiz. Çocuklarına gelince onlar, Bizim de çocuklarımızdır. Velîlerin arasında, bizim evlenmemizi istemiyen kimse çıkmaz.

Ve Allahın emriyle, nikâhları kıyıldı. Böylece, Hazret-i Ebû Seleme'nin muhterem hanımına ettiği vasiyeti de, yerine getirilmiş oldu.

Ebû Seleme'nin asıl adı, Abdullah; babası, Abdülesed; annesi, Abdülmuttalib'in kızı Berre idi. Gâyet iyi okuma-yazma bilir ve her isteyene öğretirdi...
Aferin o yokluğa ki, bizim varlığımızı kaptı gitti. Zaten can alemi de o yokluğun aşkı yüzünden var oldu.
• Yokluk nereye gelip konarsa, varlık kaybolur gider. Bu ne biçim yokluk ki gölge varlığa varlık katar?
• Yıllardan beri ben şu görünen gölge varlığımın ötesindeki gerçek varlığımı ;yokluktan kaptım. Yokluk ise bir
bakışta beni benden aldı. Varlığımı kaptı, gitti.
• Böylece ben kendimden de kurtuldum, gelecek derdinden de. Ümitten de halas oldum, korkudan da! Olduydu,
olacaktı, vardı, yoktu kaydından da yakamı sıyırdım. Tamamıyla yok oldum!
• Varlık dağı şu bizim görünen gölge varlıklarımız, üzerinde yaşadığımız dünya ve bütün kainat mikroskobik
alemden makroskobik aleme kadar herşey, yokluğa karşı ancak bir saman çöpü gibidir. Hangi dağ vardır ki, yokluk bir
saman çöpü gibi onu kapıp gitmesin?
• Varlık nedir? Yokluk nedir? Saman çöpü ne oluyor? Dağ dediğin ne? Ey bunlara cevap verecek olan söz, kapıdan
dışarı çık! Defol git!
" Hz. Mevlana'nın birçok şiirleri gibi, çok derin manaları ihtiva eden bu şiiri tam olarak anlayamasak bile, azıcık
olsun anlamak zevkine varmamız için büyük bir velinin şu sözü bize yardımcı olabilir: "Allah yok gibi görünen bir varlık,
dünya ve bütün kainat var gibi görünen bir yokluktur!"


272. Aşk insana en yakın bir dosttur.
Onun sevgisinde ateş bile olsa gam yeme!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(e. II, 994)
• Dostun bela çekeni, cefa çekeni iyidir. Öd ağacının ateşte bulunması uygundur.
• Cefa kadehi içmek pek güçtür, pek zordur. Fakat dostun elinden gelirse pek hoştur!
Eski şairlerimizden birisi:
"Zehr-i gam içmek cana safadır canan elinden,
Minnetle içmem ab-ı hayatı dil teşne olsa nadan elinden."
(Sevgilinin elinden gam zehirini içmek cana hoş gelir. Ben susuz bile olsam, nadan elinden minnet edeceği için ab-ı
hayatı içmem.) diye yazmıştır.
• Keremlerle, lutuflarla süslenmiş kadehle zehir bile sunulsa iç!
• Aşk insana en güzel arkadaştır. En iyi dosttur. Onun sevgisinin içine gir;elinde ateş bile olsa gam yeme!
• Ateş Hz. Halil îbrahim'e karşı soğur. Himmetle söğüt ağacı gül olur, yasemin olur.
• Aşkın çevgeninin kıvrımında sen bir top ol da gökyüzü ayağının altına serilsin.
• Onun çevgeninin vuruşlan ile top, gamlar içine düşse, ızdıraplar çekse, vurularak o tarafa bu tarafa horca
yuvarlansa da, top sevgilinin vuruşları ile yine de oynar durur. Onun vurulmaktan, savrulmaktan bir şikayeti yoktur!
• Düzensiz, ızdıraplarla dolu iki dünyada da, darmadağın olsa, perişan olsa gam yemez. Çünkü o aşkın emniyeti
altındadır.

273. "Benim sevgilim gül gibidir" diyorsun;
ömrü az olan, ebedî olmayan gül ne işe yarar?
Fe'ilatüi, Fa'lün, Fe'ilatü, Fa'ilün
 (c. II, 963)
• Benim gönlüm kim oluyor ki, senin olmasın? Bedenim de ne oluyor ki, senin uğrunda yok olup gitmesin?
• Cennet içinde olayım, nimetlere kavuşayım. Orada seninle beraber olmadıktan sonra bütün nimetler; herşey bana
işkence olur.
• Bir hata yüzünden sen beni azarlamaya başlarsan! Can da, gönül de, hep hata işlemeye kalkışırlar. Hatalı işlerden
başka hiç birşey yapmazlar. 
• Canı bırak! Gökyüzünde hoş bir şekilde nürlar saçarak dolaşan aydan da vazgeç, Allah'a yemin ederim ki hiçbir
şey Hakk'ın güzelliğine benzemez.
• Bütün gün; "Benim sevgilim gül gibidir!" deyip duruyorsun. Ömrü az olan, sonsuza kadar kalmayacak olan gülü
ne yapacaksın?
• Ey can! Sevgilinin belasından kaçma! Belalara uğramazsan, ızdırap çekmezsen pişmezsin, ham kalırsın.
• 0 ay yüzlü sevgili ile beraber olunca gece ne hoş geçer? 0 öyle bir aydır ki her tarafı yüzdür. Her tarafı aydınlıktır.
Onun karanlık tarafı yoktur.
• Allah'ın kölesi kulu olan padişah ne de hoş bir padişahtır. Dostundan hiç ayrılmayan sevgili ne kadar da hoştur,
vefalıdır, güzeldir!
• Ey beden sen sus da gönlüm söylesin! Çünkü gönlün sözünde ne "sen" vardır, ne "biz" vardır!

274. Perde altındaki gizli kuvvetler aşk yurdunu ele geçirmeye geldiler.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. II, 999)
• Gönül diyarından can ordusu geldi. Geldi ama, bu can ordusu acaib bir ordu. Hem apaçık ortada görünüyor, hem
de gizli; hiç görünmüyor.
• Can yolundan, perdeleri kaldıranlar, her şeyi açığa vuranlar, elbise yırtanlar da geldi. îşte o yüzden benim sabır
elbisem yırtıldı.
• Ruh gelinleri üstlerinden çarşafları attılar da, dünya padişahını aramaya başladılar.
• Ruh gelinleri, hoş bir akışla koşup gelen sel gibi mekansızlık aleminden (rüh aleminden) gülerek, oynayarak
mekan alemine, bu dünyaya geldiler.
• Gönlün sureti, şekli, kendisi gibi olmayan, gösterişe kapılmış olan bütün şekilleri, suretleri kırdı geçirdi; perde
altındaki gizli kuvvetler, aşk yurdunu elde etmeye geldiler.
• Her şey tersine döndü. Açık olan duygular, gizli olarak; gizli olan duygular da açık olarak ortaya çıktılar.
• Bir nişanı, bir izi, bir eseri olanın ne bir izi kaldı, ne de bir eseri. îzi olmayanların ise izi, eseri meydana çıktı geldi.

275. Senin özün pek güzeldir. Ölen deridir, bedendir;öz ölmez!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
. (c. II, 1007)
• Birisi; "Hoca Senaî öldü!"dedi. Böyle bir hocanın ölmesi küçük bir iş değildi.
• 0, topraktan yaratılmış olan bedenini toprağa verdi. Ötelerden gelen ruhunu da göğe teslim etti.
• Onun "Ay"a benzeyen varlığı, tozdan, topraktan kurtuldu. Ab-ı hayatı, tozdan, bulanıklıktan ayrıldı.
• Güneş ışığı, bedenden ayrıldı. Güneşten ayrılan her şey de dondu, buz kesildi.
• Ecel, beden salkımını sıktığı için üzümün halis suyu gitti.
• Güneş gibi bütün can oldu. Can olan artık ölmüş sayılmaz.
• Senin özün pek güzeldir. Ölen deridir, bedendir. Öz ölmez; onu dost alır götürür.
• Kabuğu, deriyi bırak da özü tut! Yahut, Kürt ile Türk'ün hikayesini dinle!
• Kürt, Türk'ün dağarcığını çalmak için, kıyafetini değiştirdi. Sırtına hırka giydi, başını da tıraş ettirdi.

276. Hepimiz bir ağacın dalları gibiyiz,
senin aşkın ise onları sallayıp duruyor.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
 (c. II, 928)
• Binlerce mukaddes can, senin yüzüne feda olsun! Dünyada hiç bir kimse, senin gibi bir güzel görmemiştir. Senin
gibi bir güzel de analardan doğmamıştır.
• Senin gibi bir güzelin sevgi tuzağına düşen aşığın başına binlerce rahmet saçılsın.
• Herkes senin yüzünün güzelliğinden, yahut da huyundan, ahlakından bahsedip duruyor. Zaten senin gibi hem
yüzü güzel, hem ahlakı giizel nerede görülnıüştür?
• Gönlüm büyü ipliği gibi binlerce düğümle bağlanmıştı. Senin güzel gözlerinin büyüsü ile hepsi de çözüldü.
• Aşkın iki gözü de senin sevgin ile yüceleri görmeye başladı. Sen, talebedeki ! gücü, kuvveti, üstaddaki hüneri,
sanatı seyret! 
 • Gönül, aşk, beden; her üçümüz hep beraber senin huzurunda oturmuş kalmışız. Biri yıkık, harap; öbürü mest,
kendinden geçmiş, kendini kaybetmiş bir halde. Bedenin gönlü ise, senin huzurunda olduğu için neşeyle dolu.
• Bunların her üçü de senin emrinde, senin hükmündedirler. Dilersen onları ! güldürürsün, dilersen ağlatırsın.
Hepimiz bir ağacın dalları gibiyiz. Senin aşkın ise onları sallayıp duruyor.
• Aşkının rüzgarıyla bazen sararır solarız. Bazen de yeşerir, tazeleşiriz. Güç, kuvvet senin. Bütün dilek senin, bizde
bir şey yok!
• Kerpicin, kayanın; baharın tesirinden ne haberi olacak? Sen baharı çiçeklere, güllere, sümbüllere sor!
• Rüzgar eser, ağacı dışından sallar, oynatır. Gönül ağacının ise rüzgarı içeridedir. îçeride eser. 0 rüzgar, dostu
araştırır.
• Saçlarının gölgesinde gönlüm harap, mest, latif, hoş ve hür olarak ne de rahat uyumuş.
• Kıskançlığın gönlümü uykudan uyandırdı. Gönül sıçradı, kalktı. Şimdi mahmur bir halde feryatlar edecek, eyvahlar
olsun.
• Sen beni mest edince, yanıhrım, kendimi adam yerine kor, emîr sayanm. "Ne diye başkasının buyruğuna
uyayım!" diye gurura kapılırım.
• Bir derde düştüğüm zaman hep seni düşünürüm, seni anarım, seni duyarım, fakat dert gidince, seninle arama bir
perde gerilir.
• Akıl işin sonunu görmeye başlayınca, aşk ona: "Ne olursa olsun geç, onun üzerinde durma!" diye seslenir."

277. Aşk yol bulunca, hepimiz kötü huylanmızdan kurtulduk.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'iliin,
 (c., 915)
• Gel ki, şaraba düşkün olanların aşk sakîsi geldi. Çaresizlere haber ver; istedikleri çareye kavuştular.
• Aşk emîri geldi, şaraphaneyi açtı. Akîk gibi olan şarabı kayalara bile tesir etti.
• 0 kayalardan binlerce süt, şeker çeşmesi akmaya başladı da, beşikteki çocuklar bile, o çeşmelerden gıdalandılar.
• Aşk imam olunca, binlerce mescit cemaatle doldu, taştı. Minarelerden;"Namaz uykudan hayırlıdır!" sesleri
gelmeye başladı.
• 0 güzelin yüzünün güneşi, yeryüzüne düşüp parlayınca Zühal Yıldızı yedinci kat gökten indi, o parıltıyı seyre geldi.
• Onun tacını gördük de, hepimiz Feridun olduk. Yıldızı doğup parlayınca hepimiz yıldız bilgini kesildik.
• Aşk yol bulunca hepimiz soyunduk. Çırılçıplak olduk. Yani kötü huylarımızdan, nefsanî isteklerden kurtulduk. 0 ata
binerek gelince hepimiz yaya kaldık.
278. Yavaşça aklın kulağına dedim ki:"înat etme, beni bırak git!"
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
 (c. 11,913)
• Gözümün nüru olan kişilerin kulaklarına söyle: "Yine tövbeleri bozma zamanı geldi."
• Gönül alan güzelimin bakışları, güzellik davulunu çalmaya başlayınca, tövbe eden, yemin eden binlerce kişi
tövbelerini, yeminlerini bozarlar.
• Madem ki, sevgili mesttir, haraptır, kendinden geçmiştir. Gün de sevinç günüdür. Sen söyle, onlar, rindlikten,
sarhoşluktan başka ne yaparlar?
• Yavaşça aklın kulağına dedim ki: "înat etme, şerefini kaybetmeden git! Çünkü şu anda Kaf dağı bile olsan, seni
kökünden söker atarım."
• Ey can mutrıbı, sen neşe madenisin, haydi tamburu eline al; "Ten ten ten ten" diye okşamaya başla, çünkü sen
olmadıkça, sen, o güzel seslerinle gönülleri uyandırmadıkça, insanlar, tenden, bedenden ibarettir.
• Haydi gel, yüzük taşı gibi aşıkların halkasında yer al! Çünkü aşıklann halkasında bulunmayanlar, çeşitli belalarla
imtihan edilmektedirler.
Aşıklar da, aşık olmayanlardan daha fazla belalarla, musîbetlerle imtihan edilmektedir. Şu var ki aşık, o belaların
nereden geldiğini bildiği için gelen belayı sevmektedir.
 Fuzülî;
"Az eyleme inayetini ehl-i dertten, Yani ki çok belalara kıl müptela beni!" diye yalvarmıştı.
 Şeyh Galip merhum da;
"Aşıkta keder neyler; gam halk-ı cihanındır" demişti.
 • Aşıkların canlarına and olsun ki, aşık olmayan herkes mana bakımından ka-dın gibidir. Hem de bak da gör; onlar
ne çeşit kadındır? Onlar hakkında ne söylenir?
Yanlış anlaşılmasın, Mevlana kadını küçük görmez. Fizikî bakımdan erkeğe göre zayıf oluşundan böyle benzetme 
yapıyor. Mevlana'nın kadın hakkındaki görüşü için, bkz. Şefık Can, Mevlana,, Şahsiyeti, Fikirleri, Ötüken Neşriyat, tst.
1995, s. 87.

279. Su ne yaparsa yapsın susayan ona yüz kere razıdır.
Mefa'îlun, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün,
 (c. II, 931)
• Ey ay yüzlü sevgili, gönlüme bir bak, gönlümde sen varsın. Bu yüzden gece gündüz gönlüme dikkat etmem, saygı
göstermem lazım.
• Senin gibi gönüllerde rahatlık, huzur veren güzel yüzlü bir sevgilisi olan neşesinden, mutluluğundan dünyalara
sığmaz!
• Eğer gönlümde bir gam varsa, bu senin neşelenmen içindir. Eğer avucum cömertlikte bulunursa; o cömertlik
benim değil, senin cömertliğindir. Çünkü cömertlik duygusunu benim gönlüme sen verdin, bu sebeple veren ben
değilim, veren sensin!
• Benim bedenim; eli, ayağı olan bir süretten, bir gölge varlıktan ibaret olduğu için, ruh olmadığı için senin güzel
hayalin hakîkati görmede, benden ürkmede, kaçmadadır.
• 0 eşsiz olan, o süreti görünmeyenin hayali, benim ve benim gibi yüzlercesinin gözlerini süretlerle, şekillerle
doyurur da, onları fani güzellere aşık eder.
• Çıplak olan kişi güneş ışığını giyer de der ki: "Altın sırmalarla süslenmiş elbise giyen kişi ne mutlu kişidir?"
• Bedene güneşin ışığı vuran kişi, yani ilahi nurla aydınlanan aşık, devlet kuşu gölgesini arar mı?
• Şunu iyi bil ki: "Nefıs Firavunu"nu öldüren "Aşk Musa"sı, bu gönül şehrindedir. Sen onun asasını görmüyorsun.
Ama, onun asası elindedir.
• Onun derdi, gamı cefa etmez. Eğer ederse helal olsun, su ne yaparsa yapsın, susayan ona yüz kere razıdır.
• Can ve gönül, su veren kişiye aşık olursa, suyun cevri cefası ona safa gibı gelir.
• Seher vakti esen rüzgar, bahçede birkaç dalı kırarsa ne olur? Bağın, bahçenin nesi varsa, o güzelim meyvelerin,
çiçeklerin meydana gelmesine rüzgar sebep olmadı mı?
• Yeryüzü tam üç ay ağzını kapar, hiçbir şey söylemez, susar; ama ilkbahar gelince, gönlünden neler çıkacağını,
neler bitireceğini bilir.
• Güneşe arkasını dönen kişi kendi gölgesini imam edinmiştir. Kendi gölgesine uymuştur. Bu yüzden onun namazı namaz değildir.

280. Söz gökten inmiştir. Söz Allah'ın sanatıdır.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'ÎIün, Fa'ilün,
(c. II, 938)
• Söz, söz söylemeyi bilen, sözün kudretini anlayan kişinin yanında büyüktür. Söz çok değerli bir şeydir. Çünkü söz,
gökten inmiştir.
• Eğer iyi bir söz söylemezsen, bin söz söylesen onlar söz sayılmaz. Fakat iyi ve yerinde söz söylersen, bir tek
sözün binlerce söz kadar değeri vardır.
• Söz perdesini kaldırsan da, söz ortaya çıksa, görünse, o zaman görür ve anlarsın ki, söz, Allah'ın san'atıdır.
• Söz, yüzünü gösterse, herkes ona gıpta eder. Bundan dolayı o, yüzünü gizIer, kendini göstermez. Ne mutlu o
kişiye ki, sözde sır sahibidir. Aklına geleni söylemez, sözün nereye varacağını bilir.
• Arştan yere kadar, zerre zerre her şey konuşmaktadır. Yeryüzü de, anlayışta tıpkı arşa benzer. 



    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder