27 Mart 2016 Pazar


Cennet ve Cehennem ebedidir

Sual: Cennet ve Cehennem sonsuz değil midir?
CEVAPCehennemin ve Cennetin sonsuz olduğuna dair birçok âyet-i kerime vardır. Mesela Bekara 25, A.İmran 116, Maide 85, Enam 128,Tevbe 68, Hud 107.
Âyet-i kerimede Cehennem için de, Cennet için de (Hüm fiha halidun= Onlar orada ebedi kalırlarbuyuruluyor. (Bekara 81, 82)

Ebedilik sıfatı
Sual:
 Kur’an-ı kerimde, kâfirlerin Cehennemde, müminlerin Cennette, ebedi kalacağı bildiriliyor. Böyle olunca, Allahü teâlâdan başka şeyler için de, ebedilik sıfatı kullanılmış olmaz mı?
CEVAPBunların var olmaları, varlıkta durmaları, kendilerinden olmadığı gibi, ebedi olmaları da, kendilerinden değildir. Bunları, ebedi yapan, Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, “Ol!” derse, var olur, “Yok ol!” derse, yok olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mahlûkların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır. (Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve Ruh denilen mahlûklar yok olmayacak, sonsuz var olacaklardır) ifadesi, bunlar yok olamaz demek değildir. Allahü teâlâ, var etmiş olduğu şeylerden, dilediklerini, tekrar yok edecek, dilediklerini de, yalnız kendi bileceği fayda ve sebeplerden dolayı, hiç yok etmeyecek, bunlar ebedi, yani sonsuz var olacaklardır demektir. Allahü teâlâ, dilediğini yapar ve istediğini emreder. Demek ki, âlem yani her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve kudreti ile vardır. Var olmaları için ve varlıkta kalmaları için, Allahü teâlâya muhtaçtır; çünkü baki olmak demek, varlığın her an devam etmesi demektir. Başka bir şey olmak demek değildir. Hem var olmak, hem de varlıkta kalabilmek, Allahü teâlânın iradesi, dilemesi ile olur. (3/57)

Cennet de, Cehennem de dolacaktır
Sual:
 (Cennette boş yer kalınca, doldurmak için yeni insanlar yaratılacaktır) diyenler olduğu gibi, (Cehennemdeki bütün insanlar çıkacak, böylece Cennet dolacak, Cehennemde kimse kalmayacaktır) diyenler de var. Hangisi doğrudur?
CEVAP
İkisi de doğru değildir. Allahü teâlâ, Cenneti de, Cehennemi de dolduracaktır. Müminler, Cennette ebedi kalacak ve sayıları hiç eksilmeyecektir. Kâfirler de, Cehennem de sonsuz kalacak ve sayıları eksilmeyecektir. Cehennemden sadece, günahkâr müminler, cezalarını çektikten sonra çıkıp Cennette girecek ve orada sonsuz kalacaklardır.

Ebedi olan Cennet ve Cehennemin dolacağını bildiren bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennet, “Bana güçsüzler ve yoksullar girecektir” diye bazı deliller bildirdi. Cehennem de, “Bana da, cebbarlar ve kibirliler girecektir” dedi. Allahü teâlâ da buyurdu ki: “Ey Cehennem, sen benim azabımsın; dilediğim kimseleri 
[kâfirleri] seninle cezalandırırım. Ey Cennet, sen de benim rahmetimsin; dilediğim kimselere [müminlere] seninle rahmet ederim. İkinizi de dolduracağım.”) [Müslim]

Allah’ın merhameti ve azabı
Sual:
 (Sonsuz merhamet sahibi Allah, kendi yarattığı kullarını, kâfir de olsa, sonsuz Cehennemde yakmaz) demek doğru mudur? Kâfirler, Cehennemde sonsuz kalmayacak mı?
CEVAPKâfirler Cehennemde sonsuz kalacaktır. Söyledikleri çok yanlıştır. Allahü teâlâ elbette sonsuz merhamet sahibidir, fakat kimlere, nasıl merhamet edeceğini de kendisi bildirmiştir. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün merhametim yalnız, benden korkarak kâfir olmaktan ve günah işlemekten kaçınanlara, zekâtını verenlere, Kur’an-ı kerime ve ümmi nebi olan Resule inananlara mahsustur.) [Araf 156, 157]

(İnkârcıları, zâlimleri Allah asla affetmez, onları içinde ebedî kalacakları Cehennem yoluna iletir.) [Nisa 168]

Allahü teâlâ merhamet sahibi olduğu gibi, aynı zamanda intikam alıcı ve ganîdir. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. (Rıyad-un-nasıhin)

Cehennem sonsuz değil mi?
Sual:
 İbni Teymiyye, (Cehennem sonsuz değil) dediği için, İbni Teymiyyeci bir arkadaş, (Nebe sûresi 23. âyetinde, sonsuz olarak değil, asırlar boyunca Cehennemde kalınacağı bildiriliyor. Dolayısıyla, kâfirler de Cehennemde ebedî kalmayacaktır) diyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAPEvet, yanlıştır. Bahsedilen âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Onlar orada ahkâb [hukublar, devirler] boyunca kalacaklardır.)[Nebe 23]

Ahkâbhukub kelimesinin çoğuludur. Hukub, birçok seneleri ihtiva eden bir devir demektir. İmam-ı Kurtubi hazretleri tefsirinde buyuruyor ki:
(Devirler boyunca orada kalacaklar) demek, (Devirler devam ettikçe, Cehennemde kalacaklar) demektir. Bu devirlerin ardı arkası kesilmeyecektir. Her bir devir geçtikçe bir başkası gelecektir. Sonsuza kadar, ardı ardınca günler gelecek, demektir. Eğer beş ya da on ahkâb denilseydi ya da buna benzer bir ifade kullanılmış olsaydı, o zaman belirli bir zamana delalet ederdi. Ahkâbın söz konusu ediliş sebebi, hukubun en uzun süreyi kapsadığından dolayıdır. Böylelikle onların anlayışlarının benimsediği ve bildikleri şekilde onlara hitap etmiş olmaktadır. Burada bu ifade, ebedîlik için kullanılmıştır. Yani onlar orada ebediyen, sonsuz olarak kalacaklardır.

Ahkâb ifadesi kalblere daha bir dehşet verir ve ebediliğe daha açık bir delil teşkil eder. Anlamlar birbirine yakın olduğu için ahkâb ifadesi kullanılmıştır. (Cami’u li-Ahkâm)

Beydâvî, Celâleyn, Medârik tefsirlerinde de, (Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar) şeklinde açıklanmıştır. Bu husus şu mealdeki âyet-i kerimelerde, daha açıkça bildirilmiştir:
(Kötülükleri [günahları, küfürleri] kendilerini çepeçevre kuşatanlar cehennemliktir, orada ebedî kalırlar.) [Bekara 81]

(Şüphesiz, kâfirlere Cehennem azabı ebedîdir, sonsuzdur.)[Zuhruf 74]
"Bilginlerin kötüsü, beyleri ziyaret eden bilgindir; beylerin hayırlısı da bilginleri ziyaret
eden bey. Ne güzel beydir yoksulun kapısındaki bey; ne kötü yoksuldur beyin kapısındaki yoksul."
Halk, bu sözün dış anlamını almıştır. Onlarca bilgin kişinin, bilginlerin kötülerinden olmaması için
beylerin tapısına gitmemesi gerektir. Halbuki sözün anlamı, onların sandıkları gibi değildir. Asıl anlamı
şudur:
Bilginlerin kötüsü, beylerden yardım gören, beyler yüzünden düzelen, doğru yolu tutan kişidir. Beyler
bana ihsanlarda bulunsunlar, beni saysınlar, bana mevkii versinler kuruntusuyla, onlardan korkarak
okumaya başlamıştır da beyler yüzünden işi düzene girmiştir; bilgisizliği bilgiye dönmüştür. Bilgin
olunca da onların korkusundan, onların cezasından edep sahibi olur, ister-istemez doğru yolu tutar. Artık ne çeşit olursa olsun, ister görünüşte bey onun ziyaretine gelsin, ister o, beyi ziyarete gitsin, herhalde ziyaret eden odur, ziyaret edilense bey. Fakat bilgin, beyler yüzünden bilgiye sahip olmamışsa, önceden de, sonradan da bilgisi Allah için elde edilmişse o başka; balık nasıl sudan başka bir yerde yaşayamazsa, elinden başka bir şey gelmezse bu bilgin kişinin ele yolu-yordamı, ancak doğru yola gitmektir; bu, onun kendi huyundandır.
Bu çeşit bilgini yürüten, çekindiren akıldır. Zamanında, bilsinler-bilmesinler, herkes onun heybetinden
çekinir; onun ışığından onun aksinden yardım ister. Böylesine bilgin, beyin tapısına gitse bile
gerçekte ziyaret eden beydir, ziyaret edilen kendisi. Çünkü herhalde bey, aldığını ondan alır, yardımı ondan görür;oysa beye aldırış bile etmez. O bilgin güneş gibi heryana ışık salar; işi-gücü, herşeye, herkese bağıştır.
Güneşte taşları lâ'l, yakut, inci, mercan haline getirir; toprak dağları bakır, altın, gümüş madeni
yapar;toprakları yeşertir, tazeleştirir; ağaçlara çeşit-çeşit meyveler bağışlar. Onun işi, sanatı vermektir,bağışlamaktır. Verir de almaz. Hani Araplarda söylene gelen bir atasözü vardır; "Biz vermeyi öğrendik,almayı öğrenmedik" derler; onun gibi. Hâsılı böylesine bilginler ziyaret edilenlerdir, beylerse ziyaret edenler.
Aklıma şu âyeti tefsîr etmek geldi. Söylediğim söze uygun da değil amma mademki aklıma geldi
söyleyeyim de bitsin-gitsin.
Yüce Allah buyurur ki: "Ey Peygamber, ellerinizde bulunan tutsaklara de ki: Allah, yüreklerinizde hayırlı bir niyet bulunduğunu bilirse size, sizden alınandan daha da hayırlısını verir, suçlarınızı örter. Allah, suçları örten bir rahîmdir."
Bu âyetin inişine sebep şudur:
Allah rahmet etsin, Mustafâ sav, kâfirleri bozmuş, öldürmüş, yağmalamış, birçok tutsak tutmuş, ellerini,ayaklarını bağlatıp getirtmişti. O tutsaklardan biri de, Allah razı olsun, amcası Hz Abbas'tı, o da onların arasındaydı. Bütün gece bağlanmış, hiçbir şeye güçleri yetmez, aşağılık bir halde ağlıyorlar, inliyorlardı.
Kendilerinden umut kesmişlerdi. Kılıcı, öldürülmeyi bekliyorlardı. Allah rahmet etsin, Mustafâ sav, onlara baktı da güldü. Onlar görüyorsun ya dediler, onda da insanlık hali var; halbuki bende insanlık huyu yok diye dâvaya kalkışmıştı. Dâvası, gerçeğe aykırıymış. İşte bak, bize bakıyor, bizi bağlanmış, zincirlere vurulmuş bir halde kendisine tutsak olmuş görüyor da seviniyor; tıpkı nefsine uyanlar gibi hani. Onlar da düşmana üst oldular, onları kahrolmuş gördüler mi sevinirler, çalıp çağırırlar.
Allah rahmet etsin, Mustafâsav , içlerinden geçeni anladı da dedi ki:
Düşmanlarımı kahrettiğimi göreyim, yahut sizi ziyana uğramış göreyim de güleyim, sevineyim, hâşâ,
bu benden uzak. Şu yüzden güleceğim geliyor: Can gözüyle görüyorum; bir topluluğu tutmuşum,
külhandan cehennemden, o kapkara bacadan bağlarla, zincirlerle, çeke-sürüye, zorla cennete, Allah râzılığına, ölümsüz gül bahçesine götürüyorum da onlar, bizi bu tehlikeli yerden o gül bahçesine, o eminlik yurduna ne diye çekiyor, götürüyorsun diye ağlayıp bağırıyorlar; işte bu yüzden gülmem tutuyor. Bütün bunlarla beraber söylediğim sözü anlayacak, hali apaçık görecek, can gözü daha sizde yok. Yüce Allah diyor ki: Tutsaklara söyle; de ki: Siz önce ordular topladınız; bir çok hazırlıklarda bulundunuz; erliğinize, yiğitliğinize,çokluğunuza güvendiniz. Kendi kendinize, Müslümanları şöyle edeceğiz, böyle kıracağız, kahredeceğiz dediniz. Gücünüzün-kuvvetinizin üstünde daha zorlu bir güç-kuvvet ıssı olduğunu görmüyordunuz.
Yok ediciliğinizden daha üstün bir yok edicinin bulunduğunu bilmiyordunuz. Hâsılı şöyle olsun-böyle olsun diye ne tedbirde bulunduysanız hepsi de aksi çıktı. Şimdi korku içindesiniz amma hâlâ da o illetten tövbe etmediniz. Umudunuz yok, hâlâ da bir güç-kuvvet sahibi bulunduğunu görmüyorsunuz.
Gücünüz-kuvvetiniz varken beni görmeniz, kendinizi bana karşı yok olmuş bilmeniz gerek ki işler kolaylaşsın. Korkuya düşünce benden umut kesmeyin ki sizi bu korkudan kurtarmaya, emin etmeye gücüm yeter. Ak öküzden kara öküz çıkaranın kara öküzden ak öküz çıkarmaya da gücü yeter.
"Geceyi uzatırsan, gündüzün bir kısmı gece olur; gündüzü uzatırsın, gecenin bir kısmı gündüz olur;
ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü belirtirsin" buyurulmuştur. Şimdi tutsaksınız; fakat tapımdan umut
kesmeyin de elinizden tutayım sizin. "Allahnın rahmetinden umut kesmeyin; Allah rahmetinden kâfir
olan topluluktan başkası umut kesmez."
Şimdi Yüce Allah buyuruyor ki: A tutsaklar, önceki yolunuzdan döner, Korkuda da, umutta da beni
görür, herhalde kendinizi yok etmeme karşı yok olmuş sayarsanız sizi bu korkudan kurtarırım; sizden
yağmalanan, elinizden çıkan her malı tekrar veririm size; hattâ kat-kat fazlasını, daha da iyisini verir, sizi bağışlarım; dünya devletine âhiret devletini de katarım.
Hz Abbas, tövbe ettim, tuttuğum yoldan döndüm dedi. Mustafâ sav, Yüce Allah ettiğin dâvaya delil ister buyurdu. Beyit:
Aşk dâvasına girişmek kolay,
Fakat o dâvâya kesin delil gerek.
HZ Abbas, hadi dedi, ne delil istiyorsan söyle. Mustafâ sav, Müslüman olduysan, Müslümanlığın iyiliğini istiyorsan, sende kalan malların bir kısmını müslüman ordusuna bağışla da Müslümanlık kuvvetlensin buyurdu. HZ Abbas, a Allah Elçisi dedi, bende ne kaldı ki? Hepsini yağmaladılar; bir eski hasır bile bırakmadılar.
Allah rahmet etsin, Mustafâ sav, gördün mü buyurdu, gerçek değilsin tuttuğun yoldan dönmedin; ne kadar malın var, nerde sakladın, kime ısmarladın, nereye gömdün, gizledin, söyleyeyim mi? Hz Abbas, hâşâ dedi.
Mustafâ sav buyurdu ki: Bu kadar malı anana vermedin mi; filân duvarın dibine gömmedin mi, ona, dönersem bana verirsin; esenlikle dönmezsem şu kadarını filân işe harcarsın, şu kadarını filâna verirsin, bu kadarı da senin olsun diye etraflıca vasiyette bulunmadın mı? Hz Abbas bunu duyunca parmak kaldırdı, tam gerçeklikle inandı. Dedi ki: Ey gerçek peygamber, ben, Hâman gibi, Şeddad gibi daha başkaları gibi eski padişahlara nasıl felek yâr olduysa sana da yâr oldu, baht elverdi sanıyordum. Fakat bunu buyurdun ya, bildim-anladım ki bu devlet, o yandandır, Allah’dandır.
Mustafâ sav buyurdu ki: Doğru söyledin bu sefer; içindeki şüphe ipi koptu, duydum; sesi kulağıma geldi. Canımın ta içinde gizli bir kulağım vardır, kim şüphe ve kâfirlik zünnârını koparırsa o gizli kulakla o koparma sesini duyarım, can kulağıma gelir. Şimdi doğru söyledin, iman ettin.
Mevlânâ buyurdu ki:
Bu tefsîri Emîr Pervâne'ye şunun için söyledim; dedim ki: Sen önce Müslümanlığa kalkan oldun.
Kendimi feda edeyim. Müslümanlığın kalması, Müslümanların çoğalması için aklımı, tedbirimi kullanayım da Müslümanlık kalksın dedin. Kendi fikrine güvendin. Allahı görmedin, herşeyi Allah'dan bilmedin. Böyle olunca da Yüce Allah o sebebi, o çalışmayı, Müslümanlığın zararına sebep etti. Çünkü sen Tatar'la bir olmuşsun, Şam'lıları, Mısır’lıları yok etmek, İslâm ülkesini yıkmak için onlara yardım ediyorsun, Allah,Müslümanlığın kalkmasına sebep olan tedbiri, Müslümanlığa zarar vermeye sebep kıldı. Şu halde Allaha yüz tut, çünkü korkulacak bir hal bu. Sadakalar ver de seni, kötü bir hal olan şu korkudan kurtarsın. Ondan umut kesme. Öyle bir ibadetten böyle bir suça attı seni; fakat o ibadeti kendinden gördün de o yüzden suça düştün. Şimdi suçta da umut kesme ondan; yalvar-yakar, o ibadetten suçu meydana getirenin,şu suçtan bir ibadet meydana getirmeye de gücü yeter. Sana bundan bir pişmanlık verir önüne sebepler çıkarır da gene Müslümanların çoğalmasına, Müslümanlığın kuvvetlenmesine çalışırsın. Umut kesme ki "Allahın rahmetinden, kâfir olan topluluktan başkası umut kesmez" Maksadım buydu, bunu anlasın da şu halde sadakalar versin, yalvarsın-yakarsın dedim; çünkü çok yüce bir halden aşağılık bir hale düştü; fakat bu halde de umutlanması gerek.
Yüce Allah aldatır; insanın, bana güzel bir tedbir elverdi, güzel bir iş belirdi, yüz gösterdi diye

aldanmaması için güzel şekiller gösterir, içinde kötü şekiller vardır. Her görünen, göründüğü gibi olsaydı Peygamber o kadar keskin, o kadar aydın, o kadar aydınlatıcı görüşüyle gene de "Herşey nasılsa öyle göster bana" der miydi? Güzel gösterirsin, gerçekte çirkindir. Çirkin gösterirsin, gerçekte güzeldir, özdür. Şu halde bize herşeyi, nasılsa öyle göster de tuzağa düşmeyelim, biteviye yol azıtmayalım. Şimdilik senin tedbirin güzel olsa, aydın olsa bile onun tedbirinden daha iyi olamaz; o, böyle derdi. Şimdi sen de her görünene her tedbire güvenme; yalvar-yakar, kork. Maksadım buydu benim. Oysa bu âyeti, bu tefsiri; şu anda ordular çekmedeyiz; onlara dayanmamak, bozguna uğrasak bile o korku, o çaresizlik halinde, gene ondan umut kesmemek gerek tarzında kendi meramınca tevil etti; sözü dileğine göre anladı. Benim maksadımsa söylediğim şeyleri anlatmaktı.
Mevlana Fihi ma fih

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder