27 Mart 2016 Pazar

-Ey Allah'ın Resulü! İman nedir?
-Allah ve Resulünün sana her şeyden 
daha sevgili olmasıdır.

Hind imâna geldi.Hind Resûlullahın elinden tutup bîat etmek isteyince Resûlullah(sav):
“Ben kadınlarla el tutuşmam” buyurdu.
Resûl-i Ekrem kadınlarla bîati sözle yapardı.
Hazreti Hind,Kureyş kadınları adına Resûlullah ile sözleşti. Resûlullahın (aleyhisselâm) hayır duâlarını almakla şereflendi.

Hazret-i Ebu Süfyan ve Hazret-i Hind


Hazret-i Ebu Süfyan (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınpederi ve eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Peygamber efendimizin mübarek zevcesi olan Habibe validemizin ve vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye’nin babasıdır. 

Hazret-i Ebu Süfyan, müslüman olmadan önce Mekke’nin ordu kumandanı idi. Mekke’nin fethinde müslüman oldu. İslam ordusu şehre girerken, bir tepeden onları seyrediyordu. Kendi kendine (Şimdi büyük bir ordum olsa, acaba bunları yenebilir miydim?) diye düşündü. Tam o sırada Peygamber efendimiz yanına gelip, yavaşça (Ne kadar büyük ordun olsa, yine seni yenerdim) buyurdu. Bu mucize karşısında Hazret-i Ebu Süfyanın imanı daha da kuvvetlendi. Daha sonra Peygamber efendimiz Eshabına buyurdu ki:
(Ebu Süfyan’ın evine giren öldürülmekten kurtulur.) [Müslim]

Hazret-i Ebu Süfyan Mekke’ye gidip Kureyşi İslam’a davet etti. İslam ordusunun şehre girmek üzere olduğunu haber verdi. (Müslüman olanlar ve benim evime ve Mescid-i harama sığınanlar hariç, herkes kılıçtan geçirilecektir) dedi. Hazret-i Ebu Süfyan bu şereften başka, daha birçok ihsanlara kavuştu. O gün fazla kan dökülmeden Mekke fethedildi. Bunda Resulullahın kayınpederinin pek büyük hizmeti oldu.

Taif gazasında çok büyük kahramanlık gösterdi. Harpte bir gözü kör oldu. Resulullah, (Ya Eba Süfyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahü teâlâ, Cennette sana bir göz versin) buyurdu. Hazret-i Ebu Süfyan, Ya Resulallah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucunda duran gözünü yere attı.

Ebu Süfyan hazretleri Yermük gazasında da, çok kahramanlık etti. İkinci gözü de çıktı. Orada şehit oldu. (Medaric-ün-nübüvve, Mevahib-i ledünniye)
Hazret-i Hind Hazret-i Hind (radıyallahü teâlâ anha), Peygamber efendimizin kayınvalidesidir. Resulullahın mübarek hanımlarından, müminlerin annesi Habibe validemizin ve onun kardeşi vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye’nin annesidir. Resulullahın kayınpederi Hazret-i Ebu Süfyan’ın da hanımıdır.

Önce Mekke müşrikleri arasında yer alan Hind binti Utbe, Bedir savaşında Hazret-i Hamza tarafından öldürülen babasının intikamını almak üzere Uhud Savaşına katılıp müşrik askerlerine cesaret vermeye çalıştı. Hazret-i Hamza’nın şehit edilmesine sebep oldu.

Mekke'nin fethinde Müslüman oldu. Kadınlar adına Resulullah ile sözleşme yaptı. Hayır dua aldı. Yermük gazasında bulunup, İslam ordusunu harbe teşvik etti. Akıllı, tedbirli ve görüşü sağlam bir kadın idi. Nitekim, imana gelip evindeki putları kırdıktan sonra, Resulullaha iki kuzu hediye göndermişti. Resulullahın da dua etmesi üzerine, Allahü teâlâ onun koyunlarına, o kadar bereket verdi ki, sayısı bilinmez oldu. Hazret-i Hind her zaman; "Bunlar, Resulullahın bereketidir" derdi.

Hazret-i Hind, Peygamber efendimizin kayınvalidesi olmakla, mübarek kızı Habibe validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]

Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab
[arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) 
[Ramuz]

(Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni]

(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) 
[Deylemi, İ. Neccar]

(Esharımın 
[zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]

Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ebu Süfyan’ın ve Hazret-i Hind’in Cennetlik olduğunu göstermektedir.

Hiçbir müslümanı tevbe ettiği günahtan ayıplamak uygun olmadığı gibi, kâfirken tevbe edip iman edenlerin de önceki hallerinden dolayı onları ayıplamak, bu yüzden onlara leke sürmek, önceki hallerini bahis konusu etmek caiz değildir.

Furkan suresinin, (Allah, kâfirken tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin seyyiatını hasenata [günahlarını sevaplara]çevirir. Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir) mealindeki 70. âyeti, Hazret-i Muaviye’nin ve mübarek babası Hazret-i Ebu Süfyan’ın ve iffetini, asaletini, Mekke’nin fetih gününde Resulullahın huzurunda ispat eden Resulullahın kayınvalidesi Hazret-i Hind’in tertemiz olduklarını ortaya koyan sarsılmaz bir vesikadır.

Hazret-i Hind iman ettikten sonra hemen evine gelip ne kadar heykel var ise, (Bu kadar zaman size aldanmışız) diyerek hepsini parçaladı. Hind’in af ve imana kavuşması, başka kaçanlara cesaret verdi. Gelip af dilediler. Kabul buyuruldu. Hind böylece, çok kimsenin ölümden kurtulmasına ve imana gelmesine sebep olmakla bahtiyar oldu. Ebu Süfyan ile oğulları kuvvetli müslüman oldular. Resul-i ekrem, onları katiplikte kullandı. (Kısas-ı Enbiya)

Hind binti Utbe, Kureyşin asilzadelerinden idi. İslam’da sebat ve hüsn-i hareket etti. Akıllı, ileriyi gören, idareci bir hanımdı. Yermük gazasında zevci Ebu Süfyan ile birlikte bulunup, müslümanları Rumlara karşı cihada teşvik ederdi.) (Kamusul-alam).

Resulullaha iman eden herkesin kalbine Resulullahın sevgisi yerleşir. Ebu Süfyan’ın zevcesi Hind, (Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzü hiç sevmezdim. Şimdi ise, O güzel yüzün, bana her şeyden daha çok sevgilidir) demiştir. (Hadika)
Ey güzel; senin yüzünün hatlarından, benlerinden bir ferman, bir buyruk getirseler, benim şu yaralı ve hasta
gönlüm canlanır.
• Aşıklar, senin güzel hayalini rüyalarında görseler, ağlayan gözlerinden nice seller meydana gelir, akar.
• 0 ne mutlu gündür, ne hoş vakittir ki, sakîler elinden tutup seni bize misafir olarak getirirler.
• Seni gören süfîler, kamere benzeyen kaşlarını mihrap sanarak secde ederler. Ariflerse; sende bulunmayan sevgiyi
yakalar, sana getirirler. Sen de aşık olursun.
• Senin şüh gözlerin insanı şaşırtan cilvelere başlayınca, kafirler de müslüman olur, iblis de..
• Puta tapanlar senin güneş gibi parlak yüzünü görseler, boyunun endamının güzelliğine iman ederler.
• Ötelere, yüceler alemine senden az bir koku gitse, kutsal canlar, şu dönen gök kubbenin üstünde oynamaya
buşlarlar. 
• Senin çenenin çukurundan ab-ı hayat getirdikleri zaman, can da, gönül de, her ikisi de senin şekerler kamışlığına
feda olsunlar.

332. Herkesi, her güzeli denedim, senden daha hoşa gider kimse bulamadım.
Fe'ilatü, Fe'ilatün,
(c. II,770)
• Herkesi, her güzeli denedim, senden daha hoşa giden kimse bulamadım. Denize daldım, senin gibi bir inci elde
edemedim.
• Şarap küplerinin ağızlarını açtım. Binlerce şarap küpünden tattım. Senin şarabın gibi ağza, dudağa hoş gelen,
insanın başını döndüren, insanı kendinden geçiren bir şarap bulamadım.
• Şaşılacak şeydir ki, gönlümde güller, yaseminler biterken; senin gibi latîf bir yasemin göğüslü kucağıma gelmedi.
• Senin peşinde koşma dileğimi, bir iki gün terk ettim. 0 zaman anladım ki, dünyada senden başka ulaşamadığım,
elde edemediğim hiç bir dilek yoktur.
• Sen öyle büyük, öyle eşsiz bir padişahsın ki, iki üç gün sana kul köle oldum da, öyle şereflendim ki, dünyada
hiçbir padişah kalmadı ki, bana kul köle olmasın.
• Aklım bana dedi ki: "Kalk, misafir gelmedi diye ayağı kırılmış gibi ne oturuyorsun? Kalk gökyüzü misafirlerine
doğru uç git!"
• Bedenimden gönül güvercinim çıktı, senin evinin damına doğru uçtu. Ben, arkasından "Gönül güvercinim gitti,
gelmez!" diye bülbül gibi feryada başladım.
• Sonra gönül güvercinimi yakalamak için doğanlar gibi peşinden uçtum. Öyle havalandım, öyle yükseklere vardım
ki, benimle beraber ne devlet kuşu, ne de zümrüd-i anka oralara gelebildi.
• Ey perişan beden, ey pişman olmuş gönül! Her ikiniz de gidin, ikinizden de kurtulmadıkça, bana başka bir gönül
gelmedi.

333. Mezarımın yanından geçersen, ölmüş beden dirilmez de ne yapar?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
 (c. II, 835)
• Daima gülüp duran gül, gülmez de ne yapar? Güzel kokular yayan misk kokan yaprağını, yaprak gibi açmaz da ne
yapar?
• Gülmekte olan nar, çatlayarak ağzını açtıktan sonra derisine sığmaz da ne yapar?
• Karanlık gecelerde göklerde parıl parıl parlayan "ay", güzelliğinden nazdan başka ne gösterir, nesini beğendirir,
ne edebilir? ,
• Güneş parlamasa, nürlannı her tarafa saçmasa, şu sonsuz, görülmemiş gökkubbede ne yapabilir?
• Zavallı gölge, güneşin nürunu görünce secdeye kapanmaz da ne yapar?
• Aşık, Sevgilisinin gömleğinin güzel kokusunu duyunca, kendi gömleğini yırtmaz da ne yapar?
• Sevgilim; bana acır da benim mezarımın yanından geçersen, ölmüş beden dirilmez de ne yapar?

334. Akıl, senin mahallenin başından geçince tatlı canından olur.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. II, 803)
• Dünyada candan hoş, candan tatlı ne vardır? Öyle olduğu halde akıl, senin mahallenin başına gelince, tatlı
canından vazgeçer.
• Sevgilim, senin güzelliğin gökyüzü kalesine saldırırsa, gökyüzünde oturanlardan; "Aman aman!.." sesleri duyulur.
• Ey ilkbaharın bile kıskandığı güzel, sen bir seher vakti, dünya bahçelerinden geç de artık gül bahçelerinden, çayır
çimenlerden sonbahar kalksın gitsin ve bir daha geri gelmesin.
• Göklerin sırtı, şu ağır yük yüzünden, bükülmüştür. Ey latif ve hafif rühlu dilber! Senin yiizünden ağır yükler
hafıfler, duyulmaz olur, geçer gider.
• Ben, senin okun gibiyim. Bana kol kanat lütfet! Yay kurulup ok atılınca, ne de hoş uçar gider.

335. Şu kainatta bulunan her şey, her zerre bile o şarapla mest olmuştur.
Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü,
(c. II, 865) 
• Sevgilim şarap getir! Günler durmadan geçip gidiyor. Gamın acılığı ancak o kadehin verdiği lezzetle gidiyor.
• 0 öyle bir kadeh ki, akıl da rüh da onun arkadaşları, onunla düşüp kalkıyorlar. 0 gönül gözü kör olan nefsin
sunduğu şarapla kurulan tuzak değildir.
• Sen insanı ateş gibi yakıp yandıran aşk şarabı ile dolu bir kadehle kapıdan içeri girince, vesvese veren gam
şeytanları duman gibi bacaya doğru kaçıyorlar.
• Başına yıkamak için kil sürdünse; yıkama, bırak öylece koş, başın killi olduğu halde koş! Zamanın kıymetini bil,
çünkü zaman gelip geçiyor.
• 0 şarabı ver de, aklı alanı, ayıklığı gidereni coştur! Ham sözler söyleyen kişiyi de pişir, olgunlaştır!
• Sen o şaraptan güneşe, aya, gökyüzüne verdiğin için onların her biri o şarabın neşesiyle emrine uymuşlar,
kendilerinden geçmişler, dönüp duruyorlar.
• Allah'a yemin ederim ki, yalnız insanlar değil, şu kainatta bulunan her şey, her zerre bile o şarapla mest olmuş,
kendinden geçmiş. Ama o şaraba kanmamış, yine de şarap sunmanı özlemede.
• 0 şarabın hararetiyle sabrını, kararını, tevbesini kaybeden bu cana, yine o şarapla bir huzur, bir rahatlık lütfet!
• Sarhoşlar, o şarabın kokusunu alınca, bir anne yetim kalmış çocuğuna nasıl merhametli davranırsa, öyle
merhametli olurlar.
• Bugün toprak, o şaraptan kana kana bir yudum içti de güneş gibi kerem kadehini doldurdu. îyi kötü herkese, her
varlığa sunmada, herkese lütuflarda, ihsanlarda bulunmadadır.
• Hakk yolunda yürüyen kişi, o şaraptan içip mest olmamışsa bütün topal insanlardan bile geride kalır. Fakat o,
mana şarabından içerek kendinden geçmişse, bir adımda Kabe'ye varır.
• Sus artık, ham adamın yanında şaraptan bahsedip durma! Şarabın adını bile ağzına alma! Çünkü onun hatırına
hemen insanı rezil eden üzüm şarabı gelir.

336. Güzel gözlerin gücü!
Mefulü, Fa-ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. II, 867)
• Bu kadar tatlılık, bu kadar güzellik, bu kadar mestlik; ezel ressamı senin büyüleyici mest gözlerine bu kadar
tatlılık, bu kadar güzellik, bu kadar hoş renkler, bu kadar nürlu bakışlar lütfetmiş.
• Şaşılacak şey şu ki: Senin güzel gözlerin, her an binlerce göz yaratıyor, çünkü Allah, onlara kendi yaratma
gücünden güç vermiş, kudretinden kudret vermiş.
• Yarattığın o gözlerin hepsi de gözlerine dalmış, şaşırıp kalmış, hepsi de senin güzel gözlerine binlerce rahmet
olsun demede.
• Gözlerin, padişahlık tahtına geçmiş oturmuş. Gözlerini gören can "Aman, aman merhamet!" diye feryada
başlamış.
• Mavi gökyüzüne; "Sen dünyada hiç böyle giüel göz gördünmü?" diye sordum. And içti, yemin etti de; "Hiç mi hiç
böyle göz gördüğümü hatırlayamıyorum." dedi.

337. Sen, ikilik kadehini kır, bir ülkede iki padişah olunca fesad çıkar.
Müfte-ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün,
• Rnhlar aynı duygularda, aynı görüşlerde birleşince, benim canımla senin canın bir oldu. Bizde bulunan şu iki can,
ikisi de bir oldu, bir can oldu.
• Tek sayı, bir adedi neden çoğaldı? Kötü huy yüzünden çoğaldı. Bizim başımızda esen çeşitli rüzgarlar, çeşitli
duygular bir rüzgarın ateşinden doğdu.
• Önceden birdi, ama dalgalar o birliği çoğalttı. Bu ayrılık, o rüzgarın dalgaları çoğaltması yüzünden oldu.
• Sen, ikilik kadehini kır! Rüzgara da şarap verip sarhoş etme, onu kararsız kılma, azdırma. Bir şehirde iki padişah
olunca huzur olmaz, fıtne fesat çoğalır.
• Gündüz, geceden üstün, geceden daha güçlü, çünkü onun güneş gibi tek bir mumu var. Halbuki, gecenin
acizliğinden ötürü her tarafta bir çok mumu yanar, yanar ama, yine karanlıktır. Mumların çoğalması bir işe yaramaz.
• Gerçi kulların Rabb'inden her nefeste bir rahmet gelir. Gelir ama, vakti gelince Rabb kalır, kullar yok olur gider.

338. Her gecemiz senin sayende Kadir gecesi, her günümüz de bayram oldu.
Mefulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c. II, 879)
• Sabah vakti geldi. Bugünkü hayatımızın üzerinde hiç bir yazı bulunmayan bir sayfası açıldı. Bakalım oraya ne
yazılacak? Gökyüzünde de bir beyazlık, bir kafur rengi belirdi. Bakalım bugün neler olacak? 
• Ezeli aşk şarabını içen, yahut ondan tatmış olandan başka hiç kimse şu görünmeyen bir muammaya benzeyen
hayat yolundan bir koku alamaz. Niçin yaratılmış olduğumuzu anlayamaz.
• "Yeryüzünde yaşayan varlıkların en şereflisi olan şu insana bir çok meziyetler veren, onu akıllı ve güzel yaratan,
ona iyi huylar veren, onun yüzünü ağartan kimdir?" diye gündüz şaşırıp kalmıştır. Gece de; "Ona kan dökmeyi, fesat
çıkarmayı, kötü işler işlemeyi öğreten, onu huysuz ve çirkin yaratan, onun yüzünü günahlarla karartan kimdir?" diye
hayret içindedir.
• Yeryüzü de, üstünde olup bitenlerden hayretler içinde kalmış, bir tarafta otlar, çimenler, çiçekler, güller, ağaçlar,
meyveler; bir tarafta da çeşit çeşit renklerde, biçimlerde sayısız hayvanlar yayılıp durmadalar.
• Dünyadaki varlıkların yarısı yiyen, yarısı da yenen; yarısı hırs içinde, fakat tertemiz, öbür yarısı ise pis mi pis?
 "Dünyadaki varlıklann yarısı yiyen, yarısı da yenendir" görüşüne Hz. Mevlana Mesnevisinin 3cü. cildinin 30
numaralı beytinde de temas etmiştir:"Bütün alemi sen, yiyen ve yenilenden ibaret bil!" diye buyurmuştu. Ziya Paşa
merhum de "Tercî'-ı Bend" adlı meşhur şiirinin 4. bölümünde şu mealdeki beyitlerle aynı konuyu yazmıştır;
"Ceylanlar, arslanların dişlerine lokma olur. Kuzuyu kurt parçalar, sineklerin bir suçları olmadıkları halde
örümceklere gıda olurlar. Masum bir varlıkken güvercini şahin avlar. Tavşancıl kuşu kaplumbağayı yakalar. Zayıf
kurbağayı yılan yutar. Tavukları çaylak parçalar. Fareyi kedi kapar. Serçeyi atmaca yakalar. Yerde sürünen yılanı kuş
bile yakalar. Denizlerdeki balıklar bazen uçan kuşlara lokma olur..."
Bu hadiseler karşısında adaletsizlik düşünmek ahmaklık olur. Yeryüzünde hayatın devam etmesi için bu hadiseler
devam eder. Bir Kurban Bayramı arefesinde mavnalarla kurbanlık koyunların götürüldüğünü görerek;
"Din şehit ister, asuman kurban, Yine bak her tarafta kan kan!" diye sızlanan Tevfik Fikret, hataya düşmüştür.
Hikmetinden sual olunmaz, büyük yaratıcı, hayatın sürüp gitmesi için bunu yapmıştır. Mikroplardan başlayıp
insanlara kadar her mahlukun birbirini yemesi, hayatın devamı için şarttır. Bitkiler topraktan bitirme gücünü alır yerler,
pişirirler, biterler. Onları hayvanlar otlar. Hayvanları insanlar keser yer. Kasap dükkanlarında çengellere asılı kuzu
butlarını alan Jak Russo marazi bir görüşle çengellere asılı çocuk butları olarak görmüştür. Etleri, meyveleri yiyen insanı
da mezarda toprak yer, eritir. Bu hal bitkilere, hayvanlara, insanlara münhasır değildir. Cansız sandığımız varlıklar da
birbirini yer. Denizler coşkun dalgalarla karaları yerler. Koylar, körfezler meydana getirirler. Karalar, nehirleri vasıtasıyla
getirdikleri kumlarla ve taşlarla denizi doldururlar., yarımadalar meydana gelir.
• Geceleyin uyumak bir çeşit ölümdür. Sabahleyin uyanmak ölümden sonra dirilip yaşayışa kavuşmaktır. Ey gam,
beni öldür! Ben Hz. Hüseyin'im, sen ise Yezid'sin!
• Inci; "Bunu kim alır?" diye kendini mezada koydu. Kimsede onu alacak para yoktu. Pey sürdü, yine kendisini
kendinden kendisi satın aldı.
• Saki, bugün hepimiz sana misafiriz. Her gecemiz senin sayende "Kadir gecesi", her günümüz "bayram" oldu.

339. Aşk, hakîkat deryasından gönle doğru akıp gelen bir ırmaktır.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Failatün, Fe'ilün
(c. II, 798)
• Sevgilim; seni sevdiğim için herkes tarafından ayıplanmam, çekiştirilmem, kınanmam, bir ayıp, bir suç değildir.
Zaten aşktan haberleri olmayan gönüllerle, ölmüş kişilerle uğraşmak yersizdir.
• Aşk can tatlılığıdır, bütün tattır. Manevî bir zevktir. Bu manevî zevkin duyuluşunun bir şekli, bir rengi de yoktur.
Bu zevk anlatılamaz.
• Aşk, hakîkat deryasından ayrılmış, gönle doğru akıp gelen, sonunda gönle dökülen bir ırmak gibidir. Aslında, bu
daracık gönül, deryanın ve incinin sığacağı yer değildir.
• Sen aklını başına al, nefis sahilinden kurtul da, hakîkat deryasının içine dal, böyle bir denizde timsah korkusu
yoktur.
• Aşk aynası paslanmamışsa, üstünde günah tortuları yoksa, iki dünyanın da şekli orada görülür.

340. Ben, içmeden mest oldum, kendimden geçtim.
Fe'ilatü, Fa'ilatün, Fe'ilatü, Fa'ilatün
(c. II, 773)
• Seher vakti o güzeller padişahı, sakîler gibi elinde testisi ve kadehiyle odamıza geldi.
• Geldikten sonra, ben onun ne testisini görebildim, ne de kadehinden tattım. Fakat başınıda, beynimde binlerce
şarap dalgası coştu, kaynadı da, ben içmeden mest oldum, kendimden geçtim.
• Aklım, fikrim güneşe, aya, yıldızlara benzer. Sayısız kanatlar açtı. Ben göklere yükseldim, ötelere gittim.
• Kutlulukla, neşeyle manen onun cemalini, güzel yüzünü gördüm de, o sebeple iki gözüm de dünyayı ve ahireti
görmez oldu. 

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder